HÛD SÛRESİ - 8. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ إِنِّي لَكُمْ نَذِيرٌ مُبِينٌ (25) أَنْ لَا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ أَلِيمٍ (26) فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِهِ مَا نَرَاكَ إِلَّا بَشَرًا مِثْلَنَا وَمَا نَرَاكَ اتَّبَعَكَ إِلَّا الَّذِينَ هُمْ أَرَاذِلُنَا بَادِيَ الرَّأْيِ وَمَا نَرَى لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ بَلْ نَظُنُّكُمْ كَاذِبِينَ (27) .
***
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ إِنِّي لَكُمْ نَذِيرٌ مُبِينٌ (25) .
Va LaQaD EaRSaLNAv NUvXan EiLAy QaVMıHIy EinNIy LaKuM NaÜIyRun MuBIyNun
“Nuh’u kavmine ‘ben size mübin bir nezirim’ diye irsal etmiştik.”
Mekke Sûreleri Kur’an’ı ve onu getiren resulü anlatmaktadır. İlk sûre Yunus Sûresi’dir. Örnek olarak Hazreti Nuh’u anlatmakla başlamıştır. Ondan sonra Hazreti Musa ve Hazreti Harun’dan bahsettikten sonra Hazreti Yunus’a temas etmektedir. Bu sûrede yine Hazreti Nuh’tan bahsetmektedir. Mezopotamya peygamberlerini anlatmaktadır. Sadece Hazreti Musa aleyhisselama üç ayrı yerde beyanda bulunmaktadır. Bu sûrenin üç bölümünde de Hazreti Musa’nın adı geçmektedir.
Bundan sonra ise Hazreti Yusuf peygamberden bahsedecek, böylece şeriat peygamberlerini takdim edecektir. Mezopotamya peygamberleri şeriat peygamberleridir. İbrani peygamberleri şeriat peygamberleridir. Sadece Hazreti İsa ve resuller tarikat peygamberleridir. Demek ki üç sûre önce ilk Kur’an uygulamasını anlatmakta, buna iki şeriat düzenini beyan etmektedir. Mezopotamya Medeniyeti, Mısır Medeniyeti, bunların sentezinden oluşan İbrani Medeniyeti ve Kur’an Medeniyeti’ne gelinmektedir.
Allah insanı yarattı. Toplayıcılık 32 000 sene sürmüştür, Avcılık 16 000 sene sürmüştür. Çiftçilik 8000 sene sürmüştür. Hazreti Nuh Peygamber çiftçilik döneminin sonlarında yani MÖ 3000 sene yani bundan 5000 sene önce gelmiştir. O zamana kadar devlet öncesi aşama vardı. Her kabilenin, bizim bugün bucak dediğimiz topluluğun başkanı vardır. İnsan beyni 10 000 kadar insanı tanıyabilmektedir. Bucak başkanı bucağında bulunan bütün insanları bilmektedir.
Hazreti Nuh’tan önce insanlar kabile hayatı yaşadı. Toplulukları başkan yönetiyordu. Hazreti Nuh peygamberden sonra kurallar yönetmeye başlamıştır. Tevrat’a kadar kuralları peygamberler koyuyor ve değiştiriyordu. Tevrat’tan sonra kuralları artık peygamberler koymuyor, Allah’ın kitaplarını uyguluyordu.
Demek ki yönetimleri ikiye ayırıyoruz; kişilerin yönetimi ve kuralların yönetimi. Kuralların yönetimini de ikiye ayırıyoruz; kişinin koyduğu kurallar ve topluluğun koyduğu kurallar. Kur’an bu yönetim şekillerinin sentezi olmaktadır. Müçtehitler içtihat ve icmalarla kurallar koyar, herkes kendi içtihadı ile amel eder, başkanın içtihatları ile ortaklıklar yönetilir, tüm kararlar yargı denetimindedir, silahlı güç hakem kararlarının uygulanmasını sağlar.
Va 6 La30 Qa100 D 4 = 140
Ea1 R200 Sa 60 L30 = 291
N50 Av1 N50 Uv6 X8 an50 = 165
Ei1 L30 Ay 1 Qa100 V6 Mı40 H5 Iy 10 = 193
Ei1 n50 N50 Iy10 La30 Ku20 M40 Na50 Ü700 Iy10 R200 un 50 = 1211
Mu40 B2 Iy10 Nu50 n50 = 152
Bu âyetin ebced hesabı ile toplamı 2148 etmektedir. Buna 950 senelik ömrünü eklersek 3000 sene etmektedir.
Bugün kazılar yapılmakta ve şehirler bir bir ortaya çıkmaktadır. Yazılı tabletler ve karbon 14 metodu ile tarihler belirlenmektedir. Yukarıda âyetteki harf sayısı ile elde ettiğimiz 3000 yıllık tarih kazılarla uyum hâlindedir. Wikipedia'dan aldığım yazıları buraya katarak eskiden beri koruduğum kanaatimi belgeliyorum. Bunlar artık efsane değil tarihtir.
Sümerler denen, dili bölgede uzun süre yaşayan halkın, MÖ 3300 yıllarından MÖ 3. binyıla gelindiğinde bölgede en az 12 şehir devleti vardı. Sümer bölgesinde Gılgamış destanı gibi anlatımlara konu olan büyük bir sel meydana gelmiş ve bu Tufan'dan sonra bazı şehir devletleri diğerleri üzerinde hakimiyet kurmuşlardır. Şehirleri birleştiren kralların ilki, MÖ 2800 yıllarında Kiş kralı olan Etana’dır. Kiş, Erech, Ur ve Lagaş şehirleri diğerlerine hâkim olabilmek için asırlar süren mücadelelere giriştiler. Bu durum Sümerleri harici düşmanlara karşı zayıf bıraktı. Önce Elamlılar (MÖ y. 2530-2450) ve sonra Kral Sargon yönetimindeki (MÖ 2334-2279) Akadlılar Sümerlere saldırdılar. Sargon hanedanı yaklaşık bir asır iktidarda kaldı ve şehir devletlerini birleştirdi. Sargon hanedanının yönetim modeli tüm Orta Doğu medeniyetlerini etkilemiştir. Akadlar tarafından çökertilmesi sonrasında Sümerler bir daha eski haline gelemedi. MÖ 2000'li yıllarda bağımsız kimliklerini kaybettiler. Ardından gelen Akad ve Babil uygarlıkları çoğunlukla Sümerler'in izlerini taşıdılar. Kendilerine özgü dilleri ve çivi yazıları uzun süre yaşadı. Sümer inanışları ve mitolojisi İbranilerin Babil sürgünü yoluyla Yahudi, Hıristiyan ve İslam inanışlarını etkilediği gibi Fenike - Yunan - Roma bağlantısıyla da günümüze dek ulaşmıştır.
وَلَقَدْ
Va LaQaD
“Velekad”
Arapça dilinin en zor tarafı harflerin taşıdığı manaları tanımlamaktır.
“İza” “Yarın Ahmet bize gelecek, geldiğinde onu ağırlayın” dediğinizde; gelecek zaman zarfını bildirir.
“Lemmâ” “Dün Ahmet bize gelmişti, gelince onu ben karşıladım” cümlesinde; geçmiş zaman zarfını içerir.
“Lem” hâlen olmadığını ifade eder. “Ahmet burada mı?” sorusuna, “Hayır, gelmedi” derseniz, dün gelmiş ve gitmiş olabilir.
“Mâ” “Dün Ahmet burada mı idi?” “Hayır, dün Ahmet gelmedi” dersiniz. Bugün burada olabilir.
“Lemmâ” “Ahmet geldi mi?” “Hayır, o şimdiye kadar hiç gelmedi.”
Muzaride “Mâ” hâli ifade eder.
Muzaride “Lâ” geleceği ifade eder.
Muzaride “Len” hiç gelmeyecek anlamını taşır.
İşte, fiillere mana kazandıran harflerden biri de “KaD” harfidir. Bu harf menfi olan “lem”in müsbetidir. İrsal ettik, hâlen de buradadır anlamını taşır.
Hazreti Nuh şimdi yaşamadığına göre bu ifade bizim kuralımızı yanlışlamaktadır. Biz görüşümüzü bırakmıyoruz. Bırakabilmemiz için “KaD” harfine başka mana bulmamız gerekir. O halde Nuh’un şimdi aramızda olmasının manası nedir?
O’nun getirdiği şeriatın hâlen devam ettiğini ifade eder.
Bunu teyit eden âyet vardır.
“Şaraa Leküm” (42/13) ile başlayan âyette, Hazreti Nuh aleyhisselama verilenlerin bize de şeriat olduğunu ifade edilmektedir.
Buradaki “Ve” harfi nereye atfetmektedir?
Ben buradan şu manayı da çıkarıyorum: Bugün büyük dinlerden ikisi Hıristiyanlık ve Müslümanlıktır, diğer ikisi de Hindu dini ile Budizm’dir. Bu âyet o dinlerin Mezopotamya dinlerinin devamı olduğunu da ifade etmektedir. Sûrenin başında Kur’an’ın inişini anlatırken, Hazreti Muhammed aleyhisselâmı görevlendirirken, “Ben size mübin nezirim” demişti. Şimdi de Hazreti Nuh peygamberin “Ben size nezirü’n-mübîn” dediğini ifade etmektedir. O halde buradaki fiillerin “tahkim olundu, sonra tafsil olundu” âyetindeki fiillere atfı vardır. Seni bu Kur’an’ı tebliğe vazifeli kıldık; Nuh’u da irsal etmiştik, denmektedir.
أَرْسَلْنَا
EaRSaLNAv
“İrsal ettik”
Son peygamber anılırken “kitabın tahkimi ve tafsili” olarak ifade edildiği halde, burada “irsalden” bahsetmektedir. Çünkü orada artık resul değil de kitap var. Ve onun hükümleridir. Söyleyen sadece Hazreti Muhammed değil, onunla beraber bütün müminlerdir. Hâlbuki Nuh peygambere kitap verilmemiş, kendisi görevli kılınmıştır.
“Biz irsal ettik” denmektedir. Böylece “ihkam olundu, tafsil olundu” ifadelerindeki failin burada kim olduğu da beyan edilmiş olmaktadır.
Hazreti Nuh irsal edilmiş, Allah’ın düzenini yeryüzünde tesis etmiştir. O zamana kadar kabile dönemini yaşayan insanlar, Hazreti Nuh zamanında devlet dönemine geçmişlerdir.
Kabile döneminde kabile reisi mutlak hâkimdir. Kendisi kendi takdiri ile hüküm verir. Kabile halkı ona uyma durumundadır. Kabileden kabileye hicret etme yoktur.
Hazreti Nuh zamanında site devletleri kurulmaya başlanmıştır. Bunlar sitelerini kalelerle çevirirler ve kendilerini korurlardı. Çoğu zaman işgal edenler orada yerleşip yönetici olurlardı. Böylece iki ayrı kültür birleşir ve daha ileri kültür oluşurdu. Zaman zaman siteler birleşir ve site devletleri siteler krallığına dönüşürdü.
Hazreti Nuh aleyhisselâm “hukuk düzenini” ilk tesis eden peygamberdir.
نُوحًا
NUvXan
“Nuh”
“Nevh” rüzgâr estiğinde uğultu çıkaran dağdır. Sonra ölü üzerine ağlayan kadınlara “nevahe” denmiştir. Tufanı bekleyen Hazreti Nuh(AS)’un feryatları bir “nevahe” olmuş ve bundan dolayı bu ismi almıştır. “Nahiye” bucak anlamındadır. En küçük siyasi birime denmektedir. “NVX” ile “NXY” arasında yakınlık vardır. Hazreti Nuh peygamber zamanında site devletleri oluşmuştu; Hazreti Nuh bunların şeriatını getirmiştir.
Güneş ışığı insanlığın avcılık ve tarımcılık dönemlerinde önemli rol oynar. Sulamanın gece Ay ışığında yapılması gerekir, yoksa Güneş sıcak ile bitkileri haşlar. Bir ayı dörde bölmüşler, ayın dörtte birini 7 gün saymışlardır. Arada artık seneler gibi artık günler oluşuyordu. Sonraları kaldırılmış, 7 gün bugünkü hafta olmuştur. Tüm insanlık haftayı bugün de kullanmaktadır. Gökteki Ay’a göre 12 ay 354 gündür. Bayram günleri çıkarılırsa 350 gün kalır, bu da 50 haftadır.
Nahiyede haftada bir toplanılarak Cuma namazı kılınır. Cuma tatilleri avcılık döneminden kalmadır. Halk yiyecekleri hayvanları haftanın 6 gününde avlarlar, haftanın bir gününde de yabani hayvanları canavarlar (yırtıcı hayvanlar) kişilerin bir işine yaramadığı için bugün ibadet günü olmuştur. Yahudilerdeki sebt/cumartesi günü iş yapmama buna göredir. “Yedi” kelimesinin aslı “Seddi”dir. Yakutlarda “Y” “S”ye dönüşür. Gürcücede de “yedi”nin karşılığı “şvidi”dir. Farsçada “heft” ile Arapçadaki “seb'” de buradan gelir. N=50, V=6, X=8 = 64 etmektedir.
“Ruh” kelimesi 57 defa geçmektedir.
“Nuh” kelimesi 43 defa geçmektedir.
Toplamı 100 etmektedir.
O halde “Nuh kelimesi ile “Ruh” kelimesi arasında bir mana yakınlığı vardır. Buhar da bir rihtir. Nuhun Gemisi buharlı olduğuna göre “Nuh” kelimesinin “ruh” kelimesi ile oradan da yakınlığı düşünülebilir.
إِلَى قَوْمِهِ
EiLAy QaVMıHIy
“Kavmine”
“Kavmine dendiğine” göre Hazreti Nuh uygarlığı kurma bakımından insanlığın ikinci atasıdır. Ama Hazreti Nuh bütün insanlara hitap etmemektedir. Sadece Nuh kavmine denmektedir. Mezopotamya tarihi Tevrat ve İncil anlatmaları dışında kalmış ve unutulmaya başlamıştır. Mezopotamya yer adıdır. MÖ 5500 senelerinden başlar. Sümerler buraya MÖ 3000 yılından önce gelirler ve ilk Nuh uygarlığını kurarlar. Bugün bize eserleri ile ulaşan ilk yazılı tabletler Sümerlere aittir. Baraj yapmayı bilen Sümerler, Mezopotamya’ya gelince Fırat ve Dicle üzerinde barajlar inşa ettiler. Böylece tarımdaki verim yüzlerce defa arttı. Civardaki halk buraya gelip çalışmaya başladı. Bu da kentleri oluşturdu.
Ne var ki kabile hayatını sürdüren halk bir türlü kent hayatına alışamadı.
İşte, Hazreti Nuh Peygamber bu uygarlaşmada görevli olan ilk peygamberdir.
Burada “kavmine” deyince marife gelmiştir. Nuh kavminin adı geçmemektedir. Ondan sonra gelen peygamberlerden bahsederken Ad ve Semud’den bahsetmektedir.
Birinci Sümerler, birinci Ad, ikinci Sümerler ve ikinci Ad uygarlıklarından sonra Mezopotamya’ya Babilliler hâkim olmuşlardır. Burada önemli olan husus Nuh Tufanı’nın yalnız Mezopotamya’da olduğudur; diğer yerlerde tufan olmuşsa da farklı tufanlardır.
إِنِّي لَكُمْ نَذِيرٌ
EinNIy LaKuM NaÜIyRun
“Ben size nezirim”
“Kale lehum” burada mahzuftur.
Sûrenin başında da aynı şekilde “İnneni leküm nezirun mübîn” denmiştir.
أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ إِنَّنِي لَكُمْ مِنْهُ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ
“Allah’tan başkasına ibadet etmeyiniz diye ben size O’ndan nezir ve beşirim” şeklinde ifade edilmiştir. Burada ise “Ben size mübin nezirim” diye Allah’tan başkasına ibadet etmeyiniz denmiştir. Burada “ibadet etmeyiniz” sonraya alınmıştır. Burada “mübîn” orada “nezîrün ve beşîrün” gelmiştir.
Başlangıçtaki âyette “leküm” kelimesi tağliben kullanılmıştır. “Nezir”de “aleyküm”, “beşir”de “leküm” kelimesi gelmeli idi. Burada da “leküm” gelmiştir. Nuh peygamberin kavmine bir müjde idi. Gerçi Nuh kavmi helâk oldu ama kalanlar insanlığa bugüne kadar hizmet etmektedir. Nuh Tufanı’nda helâk olmasalardı da bugün yine olmayacaklardı.
Yaşlanmış toplulukların ortadan kalkması, yerlerine genç neslin yeni uygarlığı kurması onların lehinedir. Osmanlı İmparatorluğu yıkıldı ama yerine Cumhuriyet kuruldu.
AK Parti kaybetti ama Millî Görüş ve “Adil Düzen” kazandı. Çünkü AK Parti’nin hidayete gelmesi beklenen bir durumdur.
مُبِينٌ (25) .
MuBIyNun
“Açıklayan.”
Beyan: Kapalı olduğu için görünmeyenleri göstermek için bir yerden aralayıp bakarak ne olduğunu görmek beyandır. Bunu birisine göstermek ise ibanedir. Belirsiz bir şeyi açıklamak ibane etmektir. İf’âl babından gelir. Burada nezirin bir açıklama olduğunu anlatmaktadır. Demek inzar etmek demek açıklamak demektir, niçin öyle olduğunu anlatmak demektir.
AK Parti için seçimden önce yazdığım yazıda yaptıkları hataları anlatarak AK Parti’ye tuzak kuruluyor dedim, nasıl tuzak kurulduğunu anlattım.
O halde sebepler anlatılmalıdır. Burada şu ifade edilmektedir. Bizim “100 SORUN - 100 ÇÖZÜM” isimli bir kitabımız vardır. Demek ki bu kitabımızda gelecek sorunların yani gelecek tehlikelerin olacağı bildiriliyor. Bu tufan topluluğun günahından dolayı da olmayabilir. Takdir-i ilâhi olarak gelecek tehlikeler olur ve ondan korunma çaresi de öğretilmiş olur.
Bu sûrede Hazreti Nuh Peygamberin hikâyesini yakından takip edeceğiz. Tarihçiler Nuh Tufanı’nın olduğunu artık tesbit etmişlerdir. Oluş sebebi olarak toprak dökülerek yapılmış barajların yıkılması şeklinde açıklamaktadırlar.
İstanbul’da da böyle bir olay olmuş, İstanbul caddeleri selle dolmuştur.
Korunma uyarılarına uymayanlar helâk olmuştur.
Bunun açık örneği Nuh Tufanı olayıdır.
أَنْ لَا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ أَلِيمٍ (26) .
EaN LAv TaGBuDUv EilLAv elLAvHa EinNIy EaPAvFu GaLaYKuM GaÜAvBA YaVMın EaLIyMin
“Allah’tan başkasına ibadet etmeyiniz, ben size elim yevmin azabından havf ediyorum diye”
Buradaki cümle “En” ile söylenmiştir. “Nezirun”un mefulüdür. “BiEn ekulu lekum” kelimeleri hazf olunmuştur. “Allah’tan başkasına ibadet etmeyiniz” diyerek size nezir bulunuyorum.
Hazreti Nuh peygamber nezirdir. Bakınız, ben gemi yapıyorum; siz de hepiniz benim yaptığım gibi gemiler yapabilirsiniz. Böylece tufandan kurtuluruz. Yoksa boğulup gideriz. Bu şekilde manalandırmamız için “leküm” kelimesine “biz” manasını vermemiz gerekir.
Bugüne gelinirse, faiz barajı patlayıp gereğinden fazla para piyasaya çıktığında ekonomik sel oluşur, hepimiz boğuluruz. O halde gemiler inşa etmeliyiz. Böylece enflasyon ve karşılıksız para çevremizi bastığı zaman o gemilere binerek kurtulmalıyız.
Peki, bu gemiler nedir?
İşte bunlar “semt kooperatifleri”dir.
Enflasyon selinden ancak o şekilde kurtulabiliriz.
Karşılıklı para yani karşılığı olan para ile iş yapmak Allah’a ibadet etmektir. Çünkü üretilen mallar Allah’a verilmekte, ona karşılık Allah’tan verilene karşı belge alınmaktadır. Oysa karşılıksız faiz parası Allah’tan başkasına ibadet etmektir. Çünkü faizin karşılığı bir değer yoktur. Şirktir. “Allah’tan başkasına ibadet etmeyin” emri bizi faizli işlemler yapmaktan men etmektedir. Mevcut kanunlarımıza göre karşılığı olan mal senetleri çıkarılacak, biz onunla alacağız, onunla vereceğiz.
Aynı şekilde ekseriyet sistemi de şirktir. Tanrı’nın tamamını reddedip toplulukta iki veya üç tanrı kabul ederek onları çatıştırmak, zanna uymak şirktir. O halde ekseriyet kararları dışında karar şekilleri getirilmelidir. Ortak vekilin kararı şirk değil, Allah’a ibadettir. Allah insanları kendisine halife yapmıştır. Bunların ittifakları halifelerin ittifakıdır. Allah’ın kendisinin buna rızası var demektir.
“Size havf ediyorum” demek, bu uyarılarım sadece sizin içindir demektir. Biz sizinle hasımlaşmıyoruz. Tam tersine hep birlikte bir bataklıktan çıkmak için yol arıyoruz. Size gelecek azaptan korkuyorum şeklinde tercüme edeceğimize, bize gelecek azaptan korkuyorum şeklinde manalandıracağız.
“Siz ibadet etmeyiniz” yerine “biz ibadet etmeyelim” şeklinde anladığımız zaman bizim devlet kuruluşumuz böyledir. Yani siz gidin biz gelelim değil, hep beraber kurtulalım şeklinde ifadedir. Partiler ‘koalisyon, koalisyon’ diyorlardı. Seçimden sonra da “koalisyonda yoğuz, koalisyonda yoğuz” diyorlar. O halde sizin yaptıklarınız vatana ihanet değil midir?
Daha önce “kebir azaptan” bahsedilmişti.
Şimdi de “elim azaptan” bahsedilmektedir.
İkisinde de azaptan değil yevmden bahsedilmektedir. Yevmin azabı dönemin azabı demektir. İnsanlık tarihinde günler devreder. Gece olur gündüz olur, yaz olur kış olur. Bunun sonucu olarak toplulukların içinde aydınlık olan günler olur karanlık olan günler olur.
Biz gecenin veya gündüzün olmasını önleyemeyiz, yaz veya kış olmasını önleyemeyiz. Ama tedbirler alırız. Çalışırız ve yaşarız.
8 defa azim yevmin azabından, 2 defa elim yevmin azabından, birer defa kebir, muhit ve akım yevmin azabından bahsetmektedir. Hepsi de nekre olduğuna göre bunların hepsi ayrı ayrı günlerdir.
Kıyamet günü kastediliyorsa, orada da değişik günler olacağı anlaşılmaktadır. Eğer dünya hayatının günlerinden bahsediliyorsa beş çeşit gün vardır demektir.
Günün azabı kişilere ayrı ayrı mahsus olmayan azaplardır. Yani şahısların işlediği suçlardan verilen cezalar değildir. Sadece doğal veya sosyal akışın sonucu olan azaplardır. Bu günler gelip geçecektir. Bizim yapacağımız korunmadan ibarettir.
AK Parti kurulmuş, gelişmiş ve sonunda yaşlanmış veya sıkıntılı döneme gelmiştir. Bizim asıl yapacağımız şey, bu zamanlarda ne yapacağımız, nasıl davranacağımızdır. Kur’an bize bunları anlatmaktadır. Yoksa tarihin akışını değiştirmemizi istememektedir.
أَنْ لَا تَعْبُدُوا
EaN LAv TaGBuDUv
“İbadet etmeyelim diye”
Ben size mübin bir nezirim.
Allah’tan başkasına ibadet etmememiz gerekir.
İnsanlar namazı, zekâtı, orucu ve haccı ibadet kabul edip işin içinden çıkmaktadırlar.
Oysa tüm çalışma ve yaşama hayatımızda Allah’ın bize verdiği görevleri yapmaktır. Çalışmada ve yaşamada O’nun emirlerine uymadır. O’nun verdiği görevleri O’nun koyduğu kurallar içinde yerine getirmektir. Namaz, oruç, zekât, hac ise ibadeti yapabilmek ne yapmamız gerekiyorsa onu öğrenmedir. Yani bizim ibadet dediğimiz farzlar, kitaplar ibadet değildir. Kur’an bunlara kitap demektedir. Namaz için mevkut kitap dendiği gibi oruç için de ketb edildi demektedir. Ameli salih ibadetlerdir.
Ekseriyetin arzusuna değil topluluğun arzusuna, Rabbin emirlerine uymamız gerekmektedir. Tüm resullerin görevi kula kul olmamaktır. Rabbin elbette buna ihtiyacı yoktur. Şirk etmekle onun bir korkusu yoktur. Ama Rab bu dünyada kendisine kendi iradeleri ile kul olan kimseleri yetiştirmek istemektedir, O herkese fırsat veriyor, kim başarılı olursa onları kendi özel kulları arasına alacaktır. O’ndan başkasına ibadet demek O’nun abdi olmamaktır.
إِلَّا اللَّهَ
EilLAv elLAvHa
“Allah’ın dışında”
Buradaki “Allah” kelimesi Allah’ın halifesi olan insanlıktır, topluluktur.
Bizim görevimiz ekseriyetin istediği, sermayenin istediği, güçlünün istediği değil, Allah’ın istediğini yapmaktır. O’nun dışında kimsenin istediğine bakmamaktır. İsteyen ister iyi olsun, isteyen kötü olsun; biz Allah’ın istediklerini yapacağız.
Fıkhın kabul ettiği kural şudur. Allah içtihat yapan kimseye ne yapacağını bildirir. Allah insanlara topluluklarını yaşatmayı emretmiştir. Uzun ömürlü nüfus çoğalacaktır. Çalışan nüfusun yüzdesi fazla olacaktır. Yüksek yoğunluklu topluluk oluşacaktır. Kent nüfusu ile kır nüfusu dengeli olmalıdır. Üretilen bir şeyin bir saatte üretilen miktarı bir insanı mümkün olduğu kadar en çok günde yaşatmalıdır. Toplulukta en az suçlar işlenmelidir.
Böyle bir topluluğun oluşması için çalışmak ibadettir.
إِنِّي أَخَافُ
EinNIy EaPAvFu
“Ben havf ediyorum”
Kışın soğuğundan, gecenin karanlığından korkuyorum. Bunlara karşı gerekli tedbirleri almalıyız. Gelecek fırtınalara ve yıldırımlara karşı kendimizi savunmalıyız, korumalıyız.
Ben size bu tebliği yapıyorum. Çünkü size gelecek azab bize de gelecektir. Hep birlikte tedbir almalıyız. Hep bir olup Allah’ın öğrettiği yoldan kendimizi korumalıyız.
Böyle de deniyor.
عَلَيْكُمْ
GaLaYKuM
“Size”
Bizim üzerimize gelecek azaptan korkuyorum anlamında olduğu azabın bize geleceğinden korkuyorum anlamları verilir.
“Aleyküm” “azab”ın mefulü olacağı gibi “ehafu”nun da mefulü olabilir.
O gün gelecektir. O günü bizim önlememiz mümkün değildir. O azabın bize azap olmasından korkuyorum. Allah’tan başkasına ibadet etmekten vazgeçelim de O’nun emrettiklerini yerine getirelim ve bu yolla o günün azabından kurtulalım.
عَذَابَ يَوْمٍ أَلِيمٍ (26) .
GaÜAvBA YaVMın EaLIyMin
“Elim yevmin azabı.”
“Hafe” kelimesi arıların sokmaması için yüzlere takılan kafesli maskedir. Arıların dişlemesinden korktuğumuz için maskeyi takarız.
“Havf etmek” demek aynı zamanda tedbir almak demektir. Yani karşı tarafın yaptıklarından, hissi duygudan ibaret değildir. Gelecek tehlikeyi atlatmak ve korunmak için tedbir almaktır. Yevmin azabından havf ediyoruz. Yani bize azab edecek kişiler değildir. Bize azab edecekler yevmdir yani o günkü zalim düzendir.
Biz ne diyoruz?
Biz, kötü insan yoktur, kötü düzen vardır diyoruz.
İşte Kur’an bunu yevm yani gün olarak ifade etmektedir.
Bundan evvel “kebir yevmin azabından” denmiş, bunun yaşlılıktan gelen azab olduğunu açıklamıştır. Yaşlanan insanlarda yaşlılık alametleri belirir. Topluluk yaşlanırsa azab içine girer. Yaşlılık azabından korunmak için yapılacakları Kur’an anlatmaktadır.
Burada ise “elim azabdan” bahsetmektedir. “Elim azab” anlam olarak sıkı ayakkabının verdiği acıdır. Öldürmez, hattâ yaralamaz ama beyinde acı verir.
Bu azab yaştan doğan acıdan başka normal acılar olarak da duyulur. Yaşlılığın içinde de dönemler vardır ve o dönemlerin azabları da farklıdır.
فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِهِ مَا نَرَاكَ إِلَّا بَشَرًا مِثْلَنَا وَمَا نَرَاكَ اتَّبَعَكَ إِلَّا الَّذِينَ هُمْ أَرَاذِلُنَا بَادِيَ الرَّأْيِ وَمَا نَرَى لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ بَلْ نَظُنُّكُمْ كَاذِبِينَ (27).
Fa QAvLa eLMaLaEu elLaÜYıNa KaFaRUv MiN QaVMiHIy MAv NaRAyKa EilLAV BaŞaRan MiÇLaNAv Va MAv NaRayKa itTaBaGaKa EilLav elLaÜIyNa HuM EaRAÜıLuNAv BaDıYa elRaEYı Va MAv NaRAy LaKuM GaLaYNAv MıN FaWLın BaL NaJunNuKuM KAvÜiBIyNa
“Kavminden küfretmiş olan kimselerin melei biz seni mislimiz beşerden başkası olarak re’y etmiyoruz, biz seni aramızdan re’yin badisi olan erazilimizden başkalarının tâbi olduğu kimsenin dışında re’y etmiyoruz, sizin bizden fazla bir fazlınız olduğunu re’y etmiyoruz, biz sizi kâzib zannediyoruz.”
“Ben size mübin nezirim” dedikten sonra kavim ikiye ayrıldı ve ayrılanlar cevap verdiler. Muhatap bütün kavmi olduğu halde cevap veren ikinci kavim olduğu için burada “Fa” harfi gelmiştir. Bunlar karşı çıkmışlar ve Hazreti Nuh’un karşısında cephe oluşturmuşlardır.
Biz de Kooperatif kurarak (Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi, 1967-İzmir) şeriata göre sitemizi idare etmeye başlayınca, küfretmiş olanların ileri gelenleri bize cephe almış ve bizimle cidal etmişlerdir. Bunlar Türkiye’de Türk Masonları ile beraber dışarıya bağlı olan CHP’liler ile DP’liler olmuştur. Dünya ise Millî Görüş’e saldırmıştır. Onların asıl saldırdığı Akevler idi, “Adil Düzen” idi. Erbakan Akevler’in yanında yer almış ama uygulamada onlarla bir olmuştu. Bu sayede zamanla güç kazanarak Türkiye’de biz iktidara geldik. Ama arkadaşlarımız maalesef “Adil Düzen”i bırakarak iktidar oldular.
“İmlal etmek” demek ambalaj etmek, kaba koymak, bir yerde yerleştirmek demektir. “Millet” bir düzenin içinde olan topluluktur. “Mele’” de o topluluğun ileri gelen yöneticileridir, topluluğu organize edenlerdir.
İnsanda bir meleke vardır, birlikte olduğu kimseye ya tabi olur ya da kendisine tabi kılar. İki kişi eşitlik içinde arkadaşlık etmezler. Bazen biri bazen diğeri imam olabilir ama bir durumda mutlaka biri diğerinden üstündür. İnsandaki bu meleke sosyalleşme melekesidir.
Sosyalleşme melekesi sayesinde birlikte yaşayanlar arasında sosyal ilişki ortaya çıkar, topluluk oluşur. Toplulukta birilerinin etrafında toplanırlar ve sosyal gruplar oluşur. İlkel topluluklarda bu sosyal gruplar arasında denge oluşur. İleri topluluklarda bu gruplar birleşerek kendilerine bir başkan oluştururlar. Böylece ileri gelenlerden oluşan topluluk onlara tâbi olanlarla birlikte topluluğu oluşturmuş olur.
“Kavminden ileri gelenler arasından kâfir olanlar…”
Sonunda topluluk ikiye ayrılmaktadır; kâfirler ve müminler. İkisi de aynı topluluk içinde birlikte yaşamaktadırlar. Ama birileri topluluğu yaşatarak yaşamak istemektedir, diğeri ise kendisinin yaşaması için topluluğu yaşatmaktadır.
Toplulukta kutuplaşma özelliği vardır. Kişiler soldan sağa doğru kutuplaşırlar. Gruplar bu kutuplaşmada kendilerine göre yerlerini alırlar. Her topluluğun bir kâfirler kutbu vardır, bir de müminler kutbu vardır. Topluluğu bundan kurtaramazsınız. Solcular sağcılar diye Kur’an’da bunlardan bahsedilmektedir.
Hazreti Nuh’un kavminde de solcular vardı, sağcılar vardı. Hazreti Nuh’un kutbunda olanlar Hazreti Nuh’a yakın idiler ama ona karşı olanlarla da ilişki kurdular.
Türkiye’deki partileri buna göre sıralayabilirsiniz.
Solcu demek sınıf demektir. Akıllılar sınıfı vardır. Halk ise onlara göre sürüdür, yönetme hakkı kendilerinindir. Onlar seçim yaparlar ama baskı yaparlar. Çünkü halkın aklı yoktur. Kendileri haklı ve münevverdirler. Bu anlayışta kapitalist ile sosyalist arasında fark yoktur. Sadece kapitalistlere göre akıllı olanlar zenginlerdir. Sosyalistlere göre akıllı olanlar silahı olanlardır. Sağ kutupta olanlara göre ise halkın yani insanların kendi iradeleri ile yaşamaları gerekir. İsteyen istediğini yapmalı, sonra hakemler kararı ile cezaları verilmelidir.
Burada “kavminden” kelimesinin tekrar edilmesi, kavimlerde kutuplaşmanın asıl olduğunu ifade etmesi içindir. Hazreti Nuh aslında kutup içinde sağdadır ama o da kendi kutbu içindekilerle çatışma hâlindedir. Kendi kavminden olanlar direkt karşı çıkmasalar bile onlarla işbirliği hâlindedirler. Bu da topluluğun yapısını ortaya koyar.
Aşırı sağda olanlar % 5’ten azdırlar. Sağ kutupta olanlar %10, ortanın sağında olanlar yarısı, ortanın solunda olanlar yarısı, sol kutupta olanlar %10, aşırı solcular %5 kadardır.
Küfür ile iman arasındaki en önemli fark, küfür ehli devletten daima şikâyetçi olanlardır. Eksik tarafları görenler iktidarı devamlı tenkit ederler. Sağda olanlar da yönetimden memnundurlar, devletin nimetlerine şükretmektedirler.
Peygamberler küfre saldırı yerine solda olanları düzeltmeye çalışırlar, sağdakilerin yanında yer alırlar. Solda olanlarla mücadele yerine sağdakileri toparlayıp güçlendirirler.
Bu sebepledir ki biz Cumhuriyet Halk Partisi ile koalisyon yaptık, MHP ile seçim ortaklığı/ittifakı yaptık.
فَقَالَ الْمَلَأُ
Fa QAvLa eLMaLaEu
“Mele’ kavl etti”
Bu âyetin sonunda sizi diyerek çoğul sigası kullanmaktadır. Teker teker herkes tebliğ edecektir. Ancak tebliğ edilen aynı şey olmalıdır. Bu sebepledir ki ancak icma ile sabit olanlar emredilir ve icma ile sabit olanlar nehy edilir.
Biz görüşleri, sistemi, işleri eleştirdiğimiz halde, onlar bizleri, başkanımızı ve kişileri yani görevlileri eleştirirler. Bizde icma edilen şeyler söylendiği halde, onlar ileri gelenlerin sözlerini söylerler. Bizde kişi konuştuğu zaman icma ile sabit olan metni alır ve onu yorumlar, kendi görüşlerini o metne göre halka ulaştırır. Onlar ise kendi görüşlerini değil, kendilerini üstün tutarak çözümleri kişilerde ararlar. Onlara göre falanı indirip filanı oraya çıkarmakla sorunların çözüleceğini iddia ederler. Onların müşrik olması kişilerdendir, şirk ve küfür içindedirler. Sağda olanlar kişilerde bir güç görmezler, şeriata uymak suretiyle gerçek şeriat bulunur. Kademe kademe putlar vardır. Sonunda büyük putlar vardır. Onların başında da tek put vardır. Hâlbuki sağda olanlar şeriata en çok uyan kimselerdir. Baştakiler vekildirler, hâkim değildirler. Demek ki çok açık olarak ve korkmadan söyleyebiliriz ki AK Partidekiler Erdoğan’a, Cemaat’te olanlar da Gülen’e tapıyorlar ve onların insanlığı kurtaracaklarını sanıyorlar! Oysa kim Kur’an’ı ve Kur’an düzenini doğru olarak takdim ederse o kurtarıcıdır.
الَّذِينَ كَفَرُوا
elLaÜYıNa KaFaRUv
“Küfretmiş olanlar”
Küfretmiş olanlar kimlerdir?
Solda olanlardır. Onlar gücün, yalanın, servetin sorunları çözeceğini sanıyorlar. Kişilerin sorunlarını çözemeyeceğini bildikleri halde onları büyütüp onlara dayanarak sömürülerini sürdürenler birer kâfirdir.
Ben Gülen’i ve Erdoğan’ı yakından tanırım, onlar da beni tanırlar. Biz cihad kardeşiyiz. Erdoğan’ın Erbakan’ı temsilen onun yarısı kadar cihatta yeri yoktur. Aynı şekilde Gülen de Bediüzzaman’ı temsil eder, onun cihattaki katkısı Bediüzzaman’ın yarısı kadardır. Bu iki muhterem zat samimi inanmış insanlardır. Allah’ın rızası dışında bir şey yapmazlar.
Allah kıble yapmış ama Kâbe’nin hiçbir kıymeti yoktur. Biz o tarafa dönerek namaz kılarız, birlik olsun diye.
Siyasette kıble Erdoğan’dır, dinde kıble Gülen’dir. Allah bunları görevlendirmiş. Kendi aralarında hata ederek kavga etseler bile bizim onları uyarmamız ama taraf tutmamamız gerekir. Taraf tutanlar küfretmiş olan kimselerdir. Yakından tanıdığım bu iki zatın Akevler ile herhangi bir sorunları yoktur. Her ikisinin yanındaki küfretmiş olanlar Akevler’i dışlamışlardır. Bizim onlara ihtiyacımız yoktur. Bizim küfretmiş olmayanlara ihtiyacımız vardır, Allah’a giden yolda bizimle beraber olmak isteyenlere ihtiyacımız vardır.
مِنْ قَوْمِهِ
MiN QaVMiHIy
“Kavminden”
Yani Hazreti Nuh’un kavminden...
Her kavmin iki kutbu var; sağ kutbu, sol kutbu. Aralarında ihtilafta olsalar da çatışma ikisi arasında cereyan eder ve eninde sonunda herkes kendi cephesine katılır.
Sonunda AK Parti de Cemaat de Akevler’e döneceklerdir, Hakk’a rücu edeceklerdir.
Bugünkü Türkiye’yi ele alalım.
Biz bir kavimiz.
Önce ortak tarihimiz var, sonra ortak dinimiz var, sonra herkesin bildiği ortak dil var.
Sonra kurmuş bulunduğumuz ortak devletimiz var.
Buradaki solcular eninde sonunda küfürde, buradaki sağcılar eninde sonunda imanda birleşeceklerdir.
مَا نَرَاكَ إِلَّا بَشَرًا
MAv NaRAyKa EilLAV BaŞaRan
“Seni sadece bir beşer olarak görüyoruz”
Bunu her mümine ayrı söylemektedirler. Biz zaten beşer değiliz demiyoruz. “İllâ ene beşerün mislüküm / ben de sizin gibi beşerim” diyoruz.
Onlar kendi putlarını tanrılara ortak etmekte, bazen tanrıların üzerine çıkarmaktadırlar. Sizde tanrı demezler ama mehdi derler, mesih derler, kutup derler, kutbu’l-aktab derler.
Önce bizden her mümin Allah adına doğrudan konuşur. Başkan adına, şeyh adına konuşmaz. Her hareketi doğrudan kendi sorumluluğunda yapar. Herkes beşerdir. Beşer insanın hayvan tarafını göstermektedir. İnsan ise insanın ruh tarafını gösterir.
مِثْلَنَا
MiÇLaNAv
“Mislimiz...”
Biz başka bir şey demiyoruz. Biz de sizin gibi beşeriz. Biz sadece kendisinin halifesi olarak O’nun bildirdiklerini size hatırlatıyoruz. Çünkü Allah bize bildirdiği gibi size bildirmiştir. Biz size sizin aklınızın ermediği bir şey yapın demiyoruz. Akledin, tefekkür edin, tefakkuh edin, zikredin diyoruz. Kur’an başka bir şey söylemiyor.
Bizim sizden hiçbir farkımız yoktur. Bu sebepledir ki biz size ‘siz inin biz çıkalım, siz yapamıyorsunuz biz yapalım’ demiyoruz; ‘doğrusu böyledir, hep beraber doğrusunu yapalım’ diyoruz; ‘iktidar hükmetmek için değil, hizmet için olsun’ diyoruz.
وَمَا نَرَاكَ اتَّبَعَكَ
Va MAv NaRayKa itTaBaGaKa EilLav
“Ve biz size tabi olanları görmüyoruz”
İnsanlar kendilerinin dışındakileri kendilerinden üstün görürler. Çocuklar anne babalarının ve dedelerinin yaptıklarını beğenmez, komşulara benzemek isterler. Bu sebepledir ki birçok örtülü ailelerin çocukları başlarını açıyor, birçok açıkların çocukları da örtüyor.
Müminler kendileri takdir edip onlara uyma yerine; bakıyorlar, zenginler onu dinliyor mu? Askerler onu dinliyor mu? Ona göre onun bir değeri vardır, diyorlar.
Çok kalabalık kimselerin takip ettiği kimseler tebliğ görevini yapamazlar. Örnek olarak diyebiliriz ki; Fethullah Gülen işte bunun için Bediüzzaman’ın yarısı kadar olamıyor, Recep Tayyip Erdoğan işte bunun için Erbakan’ın yarısı kadar bile olamıyor.
إِلَّاالَّذِينَ هُمْ أَرَاذِلُنَا
elLaÜIyNa HuM EaRAÜıLuNAv
“Sadece erazilimiz olan kimseler”
“Rezl” meyvenin döküntüsü, adisi demektir. Elden ayaktan kesilmiş yaşlı kimse demektir. Böyle yaşlı olanlar gibi beceriksiz olanlara da “rezil” denmiştir.
Toplulukta görüşlere göre kutuplaşma olduğu gibi bir de sınıflaşma vardır. Güçlüler güçlü olmayanların üstündedirler. Sonunda insan güçlüye uymaktadır. Uymasının sebebi sadece ondan korktuğu için değil, aynı zamanda güçlü olan onu koruyabilmektedir. Gücü olmayınca ondan kaçıp giderler. Bu sebepledir sağın ve solun aşırı yüzde beşleri kutuplarını savunurlar. Kalan yüzde beşi de takiyye yaparak kendi kutupları içinde olurlar. Kalan yüzde doksan kim kuvvetli ise ondan olurlar, kendi kutuplarını gizlerler.
Mıknatısta olduğu gibi hangi kutup güçlü ise ona doğru hareket olur.
Kur’an’da zelil olanlar vardır, rezil olanlar vardır.
Tekrar hatırlayalım. “Rezl” meyvenin döküntüsü ve adisi demektir. Elden ayaktan kesilmiş yaşlı kimsedir. Böyle yaşlı olanlar gibi beceriksiz olanlara da “rezil” denmiştir.
“Zelil” etek demek olup ayaklarına kapananlar elini eteğini öpenler tabirinde ifade ettiğimiz durumda olanlardır.
Sana erazil olan kimseler tâbi oluyorlar. Milletvekili olamayanlar, bakan olamayanlar, parası olamayanlar sizdedirler diyorlar. Doğrudur.
Bugün hâkimiyet solda olduğu için bizim tarafımızda ancak kaybedecekleri hiçbir şey olmayanlar yer alırlar. Burada onların söylediklerinin hepsi doğrudur. Sadece vardıkları sonuç yanlıştır. İşte onlar bu durumları ile putlara tapıp kendilerine çıkar temin edebildikleri halde, onlardan uzak Allah’ın yanında yer alıyorlar. Herkes kendi içtihadıyla Rabbine ibadet etmektedir. Asıl zelil olanlar milletvekili oldukları halde ses çıkarmayanlardır.
بَادِيَ الرَّأْيِ
BaDıYa elRaEYı
“Reyin badiyesi”
“Bedevi” çölde yaşayan, ilkel düşünen, topluluğa uyum sağlayamayan demektir.
Bedeviler kabileler hâlinde yaşarlar. Birliktelikleri sadece savunma amaçlıdır. Ekonomik bakımdan tamamen hürdürler. Herkesin deve sürüsü var. Tüm ihtiyaçlarını onlar gidermektedir. Sosyal melekeleri ve bilgileri gelişmemiştir. Kente geldikleri zaman aynı şekilde özgür yaşamak isterler.
Sizlere benim köyümde olan bir geleneği anlatayım. Bir komşunun eğer herhangi bir şekilde ihtiyacı varsa, karşılık beklemeden yardım ederler. Ama ücretle kimseye bir iş yaptıramazsınız. Babam iş yapmazdı, para ile de kimseye yaptıramazdı. Halk toplanır ve yardım ederdi. Çift sürerken ise herkesin işi olduğu için bu mümkün olmazdı. Dayılarım kendi işlerini bırakıp bize yardım eder ve o işimizi ancak öyle yapardık. Yoksa tarlamızı sürmek mümkün olmazdı.
Böylece badiyede yaşayanların kendilerine has anlayışları vardır. Şehirde ilkellik kabul edilir. Badiyeden gelmiş kentin kurallarına uyamayanlar yeni düzen aramaktadırlar. İşte müminlerin yanında onlar yer alır, yeni uygarlığı da onlar sağlar.
Nitekim Millî Görüş oyları köylerden almadı, kentlerden almadı, köylerden şehirlere gelen gecekondu muhitlerinden aldı.
Kur’an böylece onların ağzından bir uygarlığın değişme şeklini anlatmaktadır.
وَمَا نَرَى لَكُمْ عَلَيْنَا
Va MAv NaRAy LaKuM GaLaYNAv
“Ve bizim üzerimize sizin bir şeyinizi göremiyoruz”
Onların anlayışında üstün olanların üstün olmayanlara hükmetmesi gerekir.
Paran varsa seni dinleyeyim, makamın varsa seni dinleyeyim, çevrende seni sevenler çoksa seni dinleyeyim, ilmin varsa dediğini yapayım derler.
Ne var ki ilminin olup olmadığını bilmedikleri için ilim adamları daima gariptirler. Şarlatanlar, cahil âlimler meydandadır. Oysa sağ taraftaki insanlar her söze kulak verirler ve en iyisine uyarlar. Böyle topluluklar ileri giderler ve yeni uygarlığı bunlar kurarlar.
مِنْ فَضْلٍ
MıN FaWLın
“Bir fadldan”
Bir fazlalık göremiyoruz derler.
Sağdakiler ise söyleyene bakmazlar, söyleyenin faziletine bakmazlar, söylenen söze kulak verirler.
İnternet dergimizde yayınladığımız yazıyı birkaç yüz kişi okumakta, gazetede yayımlanan yazıyı birkaç bin kişi okumaktadır. Neden? Çünkü orada herkesin okuduğunu okuyorlar. Kendi başına okuyup karar verme yeteneği yoktur. Dolayısıyla bir şeyi duyduğu zaman onlara bakar. Kim zenginse o doğrusunu bilir! Kim vekilse o doğrusunu bilir!
Oysa doğru olan onu arayanlarda vardır, beyni onu aramışsa onu bulur.
Zenginlerin ve iktidarda olanların bilgiye ihtiyaçları yoktur, onlar zaten allamedir! Onun için onlar arayış içinde değildirler. Onlar hasımlarını yenme ile meşguldürler. Dolayısıyla onlarda cahil âlimler vardır. Oysa yoksullar ve sıradan halk ise muhtaç durumdadır. Kendisine nimet aramak zorundadır.
Kâfirler bu nimeti zenginlerde, iktidar sahiplerinde, kerametli velilerde ararlar.
Müminler ise kendi akıllarında ve Allah’ın verdiği kabiliyette ararlar. Herkesi dinlerler ama sonunda kendi akılları ile Rablerinin ilhamına göre karar verir ve hareket ederler.
بَلْ نَظُنُّكُمْ كَاذِبِينَ (27) .
BaL NaJumMuKuM KAvÜiBIyNa
“Biz sizi kâzib zannediyoruz.”
“Zannetme” kelimesi Türkçede sadece bilinmeme manasında kullanılmaktadır.
Oysa zannetmek demek içtihatla karar vermek demektir.
İcma ile sabit olmadığı ve beşeri icma oluşmadığı için zan durumundadır.
“Nezunnu” diyerek, “biz zannediyoruz” diyerek kendi aralarında ittifak olduğunu bildirmektedirler. Çünkü onlar zanları da başkalarına dayatmaktadırlar. Oysa herkes kendi zannı ile amel edecek, başkalarının zanlarına uymayacaktır. Yoksa küfretmiş olur.
“Ke” demeyip de “Küm” demiş olmaları, tüm bu diyalogların gruplar arasında geçmekte olduğunu ifade eder. Yani sağ-sol tartışması söz konusudur.
Hazreti Nuh kendisi kendisiyle beraber olacak olanlar için gemi yapmaya başlamış ama kavmi ona saldırmıştır. Akevler’deki olay da budur. Biz kendimiz sitemizi/semtimizi kurmaya başladık, onlar da bize saldırdı. Giriştiğimiz cihadda buraya kadar geldik. Bizdeki yanlışlar ve eksikler sebebiyle son zafer henüz elde edilemedi ama elde edilecektir.
“Kazib” Türkçede iki mana taşır. Yanlışta olma veya yalanda olmadır.
Dolayısıyla bize ‘siz yalan söylüyorsunuz’ demiyorlar; ‘siz yanlıştasınız, siz bilmiyorsunuz, siz anlamıyorsunuz’ diyorlar.
Oysa Hazreti Nuh yanlış yapmıyordu, yanlış yapan onun muhalifleriydi.
Evet…
Biz Adil Düzenciler yanlış yapmıyoruz.
Bize karşı olan tekel sermaye yanlış yapıyor.