HÛD SÛRESİ - 10. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
قَالُوا يَانُوحُ قَدْ جَادَلْتَنَا فَأَكْثَرْتَ جِدَالَنَا فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَا إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (32) قَالَ إِنَّمَا يَأْتِيكُمْ بِهِ اللَّهُ إِنْ شَاءَ وَمَا أَنْتُمْ بِمُعْجِزِينَ (33) وَلَا يَنْفَعُكُمْ نُصْحِي إِنْ أَرَدْتُ أَنْ أَنْصَحَ لَكُمْ إِنْ كَانَ اللَّهُ يُرِيدُ أَنْ يُغْوِيَكُمْ هُوَ رَبُّكُمْ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (34) أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ إِنِ افْتَرَيْتُهُ فَعَلَيَّ إِجْرَامِي وَأَنَا بَرِيءٌ مِمَّا تُجْرِمُونَ (35) وَأُوحِيَ إِلَى نُوحٍ أَنَّهُ لَنْ يُؤْمِنَ مِنْ قَوْمِكَ إِلَّا مَنْ قَدْ آمَنَ فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ (36)
***
قَالُوا يَانُوحُ قَدْ جَادَلْتَنَا فَأَكْثَرْتَ جِدَالَنَا فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَا إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (32)
QAvLUv YAv NUvXu QaD CA vDaLTaNAv FaEaKÇaRTa CiDAvLaNAv FaETıNAv BiMAv TaGıDuNAv EiN KuNTa MıNa elÖAvDıQIyNa
“Ey Nuh, bizimle cidal ediyorsun. Cidalini de iksar ettin. Sadıklardan isen bize vaat ettiğinle ciet et.”
Hazreti Nuh Peygamber geliyor, kendi kavmine ayrı ayrı ilahlara ve kabile tanrılarına tapmamaları gerektiğini söylüyor, kavminin tek ilaha ibadet etmelerini bildiriyor. Onlara bunun böyle gitmeyeceğini anlatıyor. Onlar onun bu anlattıklarına kulak vermiyorlar. Ee, sen çok oldun diyorlar. Söylediğin azap gelirse gelsin diyorlar.
Şimdi bugüne gelelim. İnsanlık birinci Kur’an uygarlığını tamamlamış, ikinci Kur’an uygarlığına gitmektedir. Bunu kimse durduramaz. Dünya zulüm dünyasına devam edemez; faiz, zina, sömürü, baskı dünyası yaşayamaz. Akevler bunu Kur’an’dan ders alarak ortaya koydu. Necmettin Erbakan da bunu tüm dünyaya duyurdu. Cidal devam etmektedir.
Cihad ile cidal arasında şu fark vardır. Cihadda karşı tarafı kurtarmak için onun iyiliğine çaba sarf etmek vardır. Cidalde ise karşı tarafı yok etme ve onu çökertme demektir.
Erdoğan’a karşı yapılan cihat değil cidaldir. Şunu yanlış yapıyorsun düzelt diyen yok, sen olma biz olalım diyorlar. Halkı kendilerine çekemeyince sermayeden medet istiyorlar.
Bir tartışmada doğruyu arama cihaddır. Hangisi doğru ise taraflar onu arıyorlar. Karşı tarafı yenme çabası ise cidaldir.
Hazreti Nuh Peygamberin cihadını onlar cidal olarak anlıyorlar. Öyle olunca Hazreti Nuh da artık cidal etme durumuna gelmiştir. Cidal aslında meşru değildir ama onlar cidal etmeye başlayınca siz de cidal etme durumundasınız.
Biz, ‘“Adil Düzen”i biz getirelim’ demedik, ‘beraber getirelim’ dedik.
Nitekim CHP ile koalisyon yaptık, MHP ile seçim ittifakı yaptık.
Onlar ise biz iktidarda olmayalım diye “Adil Düzen”e de karşı çıktılar. Biz de iktidar olmaya talip olduk. İktidar olduk ama “Adil Düzen”i de bıraktık.
Ne zamana kadar tebliğe devam edeceğiz.
CHP ve MHP baştan cephe aldı ve biz Adil Düzen çalışanlarını dışladı. İşimiz kolaylaştı. Ama Saadet Partisi ile AK parti dışlamadı, içten içe direndi.
Şimdiki Saadet Partisi, Erbakan’ın oğlu olmanın dışında bir günahı olmayan Fatih Erbakan’ı dışladı. Dolayısıyla artık onlarda cihad ümidi sona ermiştir.
AK Parti de Akevler’i Prof. Arif Ersoy ve Prof. Sabri Tekir’i 7 Haziran seçiminde aday göstermemekle ilgiyi kesti diye düşünüyoruz. Bunun anlamı şudur; Akevler’in onlarla yapacağı bir iş kalmadı. Biz artık kendi gemimizi yapmaya başlamalıyız. Tufan yaklaşmıştır.
…
قَالُوا
QAvLUv
“Kavl ettiler”
Hazreti Nuh kabile döneminden tarım dönemine geçildiğini, artık “kişi yönetimi” yerine “şeriat dönemi” oluşacağını bildirmiş ve kabile tanrılarına değil âlemlerin Rabbine ibadet edileceğini tebliğ etmişti. İnsanlar iki grup olmuşlardı. Çok az kişi Hazreti Nuh’un dediklerine inanmış, çoğu ise karşı çıkmışlar ve eski hallerini sürdürmek istediklerini söylemişlerdi. Uzun çekişmelerden sonra onlar karşı cevabı vermektedirler.
يَانُوحُ
YAv NUvXu
“Ey Nuh”
Normal konuşurken, yani nida edatı olmadan ismini ötre ile söylersiniz, “Raculu” dersiniz. Özel olarak hitap edecekseniz “Ya Raculu” dersin. Dikkatini çekecekseniz “Ya Eyyühe’r-Raculü” dersiniz.
“Nuhu” demeyip “Ya Nuhu” demiş olmaları, “Sana söylüyoruz, dinle!” demektir.
Hazreti Nuh onların içinde yetişen biridir. Onlardan farklı değildir. Kavmini kurtarmaya çalışıyor.
Eskiden insanlar kılıçlarını çekerek karşı karşıya savaşırlardı. Sonra tüfek icat olunca uzaktan birbirini pompalamaktadır. Artık birbirlerini görmüyorlar.
Hazreti Nuh zamanında insanlar direk olarak karşılaşıp konuşuyorlardı. Oysa şimdi tebliğ edenle edilen birbirleri ile karşılaşmıyor. Tek taraflı basın ve yayın insanları şartlandırıyor ve insanları birbirlerine düşman ediyor.
Onlar “Ey Nuh” diyebiliyordu.
Biz şimdi “Ey Nuh” diyebileceğimiz kimseyi bulamıyoruz. Çünkü onlara erişmemiz mümkün değildir. Bu dönemin sorunlarını başka türlü çözme durumundayız.
قَدْ جَادَلْتَنَا
QaD CAvDaLTaNAv
“Bizimle cidal ettin”
“Cedle” havan tokmağı demektir.
“Cedvel” su kanalı demektir. Değişik taraflara kol verilerek bölüşüm yapılır.
Bir konunun değişik tarafa çekilerek tartışılmasına “cidal” denmektedir. “Cihad”da bir işi başarmak için birleştirmeye çalışılır, “cidal”de ise dağıtmaya çalışılır.
Bizimle cidal yapıyorsun, bizi itiyorsun, bizi bölüyorsun. Evet, daima bir olalım, bir olalım diyor. Teferruk etmeyin diyor. Bir taraftan bir olmamızı emrediyor, diğer taraftan cidali emrederse tenakuz olur. Cihadı emrediyor. Gerçekte birleşmemizi emrediyor.
Hazreti Nuh onları tek Tanrı’ya çağırıyor, birleşmelerini istiyor, onlar ise sen ayırımcılık yapıyorsun diyorlar.
Akevler Adil Düzen Ekolü daima birliğe doğru çağırmıştır. Erbakan herkesle iyi geçinmiş ve dost olmuştu. AK Parti’yi yıkacaklar ama yenisini kuramayacaklar. Sermaye kurdurmayacak. Kurdursa devam eder gider.
فَأَكْثَرْتَ جِدَالَنَا
FaEaKÇaRTa CiDAvLaNAv
“Bizimle cidali de iksar ettin”
“İştedde Cidalena” demeleri gerekirken “Ekserte Cidalena” denmiştir. Cidalin sayısını artırdın demektedirler. Çünkü Hazreti Nuh aleyhisselam onlarla yaptığı cihatta değişik usul kullanmıştır.
Nuh Sûresi’nin 5 ve sonraki âyetlerinde nasıl değişik şekillerde onlara tebliğ yaptığı ifade edilmektedir. Gece diyor gündüz diyor, açık diyor kapalı diyor.
Bunun anlamı şudur ki; biz de cihadımızda kesir olacağız, değişik yönlerden gideceğiz. Önce ilimde tebliğimizi yapacağız. Söylediklerimizin bugünkü müsbet ilimlerle ispatlarını yapacağız. Beyyineyi getireceğiz. Sonra ilâhi kitaplarını okuyacak, herkese kendi kitaplarından hükümler getireceğiz. Tefsirlerden, hadislerden, fıkıhtan, kelamdan, Bediüzzaman’dan, ehli tarikattan örnekler vereceğiz, onların tavsiyelerini anlatacağız.
Sonra işletmeleri kurarak faizsiz müesseselerin nasıl çalıştığını göstereceğiz. Kuracağımız kooperatiflerin başarılarını göstereceğiz. Her türlü yasal zorluklar çıkaracaklardır. Çünkü Tanzimat’tan beri hep vatandaşı yaşatmamak için görünürde ve gerçekte yıkıcı yasalar doludur, çelişkili yasalar doludur. Bürokratları o mantıkla yetiştirtmişler, vatandaşa hangi maddeyi uygulasam da işini yapmasam diyor.
İşte biz bunlarla cihad yapacağız. İzmir Akevler bu mücahedenin örneğini verdi. Karşısına siyasi ve ahlâki güç dikildi. Onları kendilerine çevirdiler. Oltaya taktıkları yemle yakaladılar. Şimdi biz onlara oltadan nasıl kurtulacaklarını söylüyoruz. Kulak vermiyorlar. Sonunda siyasi gücümüzü de kullanacağız. Adil Düzen Partimizi kuracak ve iktidar olacağız. Hakemlerden oluşan yargıyı kuracağız. Hakem kararlarını uygulamayanlara derslerini verecek ordumuz olacak, polisimiz olacak. Kimse için gözyaşımızı dökmeyeceğiz.
فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَا
FaETıNAv BiMAv TaGıDuNAv
“Vaat ettiğini bize getir”
Biz ne vaat ediyoruz?
Diyoruz ki; “Adil Kur’an Düzeni”ni benimsemezseniz ne olur?
İşte, bugünkü gibi bir seçim sonucu olur, hükümeti kuramazsınız, iktidarda kalamazsınız. “Adil Kur’an Düzeni”ni benimsemezseniz terörü önleyemezsiniz, sorunları çözemezsiniz, çevre kirliliğini önleyemezsiniz, ekonomik krizler içinde ezilirsiniz.
Belki de sizin yaptığınızın sonucunda atom bombalarıyla intihar edersiniz.
Onlar gülüyorlar, kalil şirzime (küçük topluluk) bir şeyler sayıklıyor diyorlar.
Hazreti Nuh’un kavmi bunlardan daha ciddi idi, hiç olmazsa vaat ettiklerini getir öyleyse diyordu. Bunlar söylediklerimizi duymuyorlar bile. Bize düşen kendi “Adil Kur’an Düzeni” çalışmalarımızı sürdürmeye devam etmektir. Sonrasını bilemiyoruz, “O” bilir.
إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (32)
EiN KuNTa MıNa elÖAvDıQIyNa
“Sadıklardan isen.”
Söylediklerin gerçeklere uyuyorsa diyorlar.
İnsanlar söylediklerinize inanmazlar.
1960’larda başladığımız faaliyetten buraya geldik. O gün kimse bize inanmadı. Erbakan anlattıkları ile dünyayı temelinden değiştirdi. Dünkü komünistler nerde? Dünkü din karşıtı solcular nerde? Bugün çözüm sürecine girilmiştir. PKK silah kullanamıyor.
Ordumuz yaralanmıştır ama şimdi toparlanmaktadır. Büyük siyasi taktikle Türk ordusu kendisini ibra etmiştir. Eskiden ordumuz bize karşı onlarla beraberdi ama biz onları yine de seviyorduk. Çünkü bizi eziyordu ama düşmanlarımızdan koruyordu. Şimdi ise ordumuz hem bizi koruyor hem de bizimle beraberdir.
Hazreti Nuh’un kavmi “sadıklardan isen vaat ettiklerini getir” diyor.
Devam edelim ve ne cevap verdiğini dinleyelim...
قَالَ إِنَّمَا يَأْتِيكُمْ بِهِ اللَّهُ إِنْ شَاءَ وَمَا أَنْتُمْ بِمُعْجِزِينَ (33)
QAvLa EinNaMAv YaETıYaKuM BiHi elLAHu EiN ŞAvEa Va MAv EaNTuM MuGCıZIyNa
“Onunla size ancak meşieti olursa Allah ety edebilir. O durumda icaz edecek değilsiniz.”
Evet, Hazreti Nuh Peygambere verilen görev tebliğden ibaretti.
Bu durumda onlar ne yapacaktı?
Hazreti Nuh Peygamber ne yapacaksa onu yapacaklardı. Belki Hazreti Nuh ile beraber hep birlikte gidecek, barajda gerekli tedbirleri alacaktı. Belki de tüm halk birer gemi yapacak ve gelecek tufanı bekleyecekti. Belki de Allah o tufanı yapmayacaktı. Bunları bilemiyoruz.
Ama yapacakları iş, Hazreti Nuh Peygambere uyarak çok tanrıları bırakacak ve tek kavim olacaktı. Hazreti Nuh da onları Hazreti Musa gibi çöllere götürüp eğitecekti. Hazreti Musa’nın kavmi gibi onlar da kurtulacaktı.
Bugünkü çok tanrılı kâfirlerden ne istiyoruz?
ABD’deki sömürü sermayesinden istediğimiz başka şeydir.
Halktan istiyoruz. Ama ülkemizin halkından istiyoruz. Çünkü biz bu kavmin hadi’siyiz. Allah bu tebliğ görevini Adil Kur’an Düzeni Çalışanlarına verdi; paralelci olmayan Risale-i Nur Şakirtlerine verdi. İrtidat etmemiş Millî Görüşçülere verdi. Kooperatifleri kurun ve gelecek sosyal ve ekonomik tufandan kurtulun. Bugünkü gemi kooperatiflerdir.
Onlara diyoruz ki; siz bizi hapse atıyorsunuz, bizim işlerimizi bozuyorsunuz.
Oysa size cezanızı biz vermeyeceğiz. Bizim elimizde bir şey yok, sizi yenecek silahımız yok. Bizim elimizde sadece Kur’an’ın öğrettikleri olan “Adil Düzen” vardır. Siz kendinizin cezasını kendiniz vereceksiniz. Bizim burada yapacağımız bir şey yoktur.
Millî Görüşçüler siyasetle dünyayı kurtaracaklarını sandılar.
Cemaat de okullarla dünyayı fethedeceğini sandı.
Demek ki güç zafer için yeterli değildir.
Denizdeki su misali karşılıksız paraları olan sömürü sermayesi sahipleri bir gün birden batacaklardır. Çin veya Rusya, Türkiye veya İran dese ki; ben karşılığı olmayan doları para olarak kabul etmiyorum, benden mal alacaklar Türk Lirasını verecekler. Böyle dese, bu düşünce ve uygulama hemen dünyaya yayılır ve dolar sıfır olur. Altınlarını bozmaya başlar. O da bitince sermayenin adı sanı okunmaz olur. Güçlü devletlerin orduları birbirilerine düşerler, dünya birden değişir, Nuh Tufanı’ndan binlerce defa daha etkili bir şekilde insanlık kendi kendini tarihin denizine gömer.
Doların ve Euronun geçmediği bir dünya düşünün, artık uluslar arası seyahat yok olur.
Demek ki sermaye ile savaşırken yerine bir şey ikame edilmesi gerekir. Beşler (BM Güvenlik Konseyi) olmasaydı şimdi dünya çoktan üçüncü cihan savaşını yaşardı. Önce yapacaksın, sonra yıkacaksın. Siz apartman dairesinde oturacak imkânı işçiye verirseniz, hiç kimse gecekonduda oturmaz. Apartman katlarını yapmadan gecekonduları yıkarsanız halk isyan eder yahut işçi bulamayan fabrikalar iflas eder. Bu kadar şaşkın ve bu kadar aptal bir düşünce ve uygulama olabilir mi? Ama tekel sermaye böyle yapıyor, seni sana öldürtüyor.
قَالَ
QAvLa
“Kavl etti”
Hazreti Nuh kavmine cevap vererek kavl etti.
Gelişmenin olması için karşılıklı diyaloğa ihtiyaç vardır.
Bugün sermaye halkları gruplara ayırmış; siz devletçisiniz, siz milliyetçisiniz, siz Kürtçüsünüz, siz tutucu Müslümansınız, siz ılımlı Müslümansınız, siz Atatürkçüsünüz demiş ve her birini dolarla destekleyerek faaliyete geçirmiştir. Onlar kendilerinden başka herkese karşı yayın yaparlar ve dolarcıklarını alırlar. İslâmiyet’e ihanet ettikleri halde bir de İslâm kahramanı olurlar. Oysa Hz. Nuh’un kavmi Nuh ile tartışıyor, Firavun Hz. Musa ile tartışıyor.
Bugün bu sorunu nasıl çözeceğiz?
Biz kendimiz herkese söz hakkı tanıyacağız, bize karşı olanları da yanımızda bulunduracağız.
Mesela, bir ara Hong Kong’dan bir katılım oldu, baştan bizimle diyalog kurdular. Sonra ne oldu? Onlara emir geldi ve katılımı kestiler! Nereden emir geldi? Onları finanse eden yerden emir geldi ve şimdi Akevler sitesinde yazmıyorlar, yazamıyorlar. Sebep bizim onlara göre olan doğruları kabul etmememizdir. Mantığa bakınız, biz kendi yayın organımızda onlara yer veriyoruz ve onların bize katılmasını, bizim fikirde olmasını istemiyoruz. Onlar ise ‘siz bizi dinlemiyorsunuz’ diye yazmıyorlar! İşte, bugün sömürü sermayesi karşılıksız dolarla dünyayı birbirine boğuşturarak yönetiyor.
Bunun çözümü bulunacak. Dolar battığı zaman onlar da susacaklardır. Bunu “ADİL KUR’AN DÜZENİ” çalışmaları başaracak, kooperatifçilik başaracak. Yarın kooperatifler de yasaklanabilir ama o zaman da daha iyi çözüm üretilmiş olur.
إِنَّمَا يَأْتِيكُمْ بِهِ
EinNaMAv YaETıYaKuM BiHi
“Yalnızca onu size getirir”
Siz toprağa tohum atarsınız, sonrasını O yapar.
Kentte büyüyen gence diyorsunuz ki: ‘Bak, 1 tane koydum, 7 başak verecek ve her biri bunun gibi 100 tane verecek yani bu bire yediyüz olacak.’
Genç inanmıyor. Çünkü şehirde böyle verimli bir şey yok. Ondan sonra bir hafta geçmiyor. ‘Amca, hani sen 700 tane getirecektin, o 1 tane de çürüdü!’
Çiftçi cevap veriyor ve diyor ki: ‘Genç delikanlı, onu ben getirmiyorum, bu taneyi var eden getiriyor. Benim onu getirmeye nerden gücüm olacak. Tüm insanlar bir araya gelseler 700 değil 1 tanesini bile getiremezler.’
Biz sadece lambanın anahtarını çeviririz. Onu yakan ve aydınlatan biz değiliz. Aydınlatan sonunda Güneş’tir. Güneş ışığı denizlere çarpmış, deniz buharlaşmış, bulut olmuş, yağmur olmuş, nehir olmuş, baraj olmuş ve sonunda enerji üreten türbinden geçerek elektrik olmuş ve anahtara kadar gelmiş. Ben ona yol verdim. Demek ki ben bir şey yapmıyorum, yapan O’dur ve O’nun izin verdiği kadarını ben harekete geçiriyorum.
اللَّهُ إِنْ شَاءَ
elLAHu EiN ŞAvEa
“Meşieti olursa Allah”
“İza Şae” denmeyip “İn Şae” denmesi, vaat edilen şeyi mutlaka gerçekleştireceği anlamına gelmez. Belki arada ıslah olur, durum değiştirir veya başka sebeplerden dolayı Allah meşiet etmeyebilir. Bizim söylediklerimiz bunun sonucu oraya varacaktır demektir. Eğer başka türlü düzelme olmazsa Allah mutlaka iradesini gerçekleştirecektir. Ama bütün bu tebliğler, bu uyarılar hep o durumun olmasının önlenmesi içindir.
Nitekim Mekkeliler sonunda teslim oldular ve kurtuldular.
Hazreti Nuh Peygamberin kavmi ise direndi ve o sebeple helak oldular.
Bugün insanlığı yine kurtaracak olanlar büyük dinlerin ilim adamlarıdır.
Akevler, imkânı olunca, dünyanın her tarafından 1000 kadar ilim adamını toplayıp bir aylık bir meclis çalışmasını yapmalıdır; bunu her yıl yapmalıdır. Kameri aylara göre yapmalıdır. Böylece her mevsimde toplanılmış olur. Başlangıçta 10 ilim adamı bir araya gelmelidir. Bunlar insanlığı Nuh Tufanı’na benzeyen sosyal tufandan kurtarmalıdırlar. Önce 10, sonra 100, sonra 1000 ilim adamı her yıl toplanmalıdır. Böylece insanlığı uyaracak, cemaatleri, siyasileri, iş adamlarını, âlimleri baskı altına alacak ve insanlık “Adil Düzen”i, İslâm düzenini, hak düzeni kabul edecek.
وَمَا أَنْتُمْ بِمُعْجِزِينَ (33)
Va MAv EaNTuM BiMuGCıZIyNa
“Ve siz i’caz edecek değilsiniz.”
“İ’caz etme” demek yarışı kazanma (aciz bırakma) demektir. Buradaki manası ise kaçıp kurtulamayacaksınız demektir yahut da yarışı kazanamayacaksınız demektir.
Bu faizli sermayedir denmektedir.
Ekonominin temel formülünü bilseler başaramayacaklarını anlarlar.
“Para=Fiyat*Mal”dır.
Faiz demek, paraya para kazandırmak demektir,
dP/P=dMal/Mal+dFiyat/Fiyat (d:Değişim)
Tam istihdamda dMal/Mal=0 olacaktır.
O halde dP/P=dF/F olur. dP/P paranın artmasıdır. Yani faizdir.
O halde faiz kadar enflasyon kesindir. Bu ise reel faizin sıfır olması demektir. Bu da faiz sarmalını doğurur. Kriz mukadderdir.
Bu problem ekonomide en kolay çözülecek ve bilinecek bir problemdir.
Ama dolarla gözleri kör edilmiş ilim adamları görseler de dilleri söyleyemez.
وَلَا يَنْفَعُكُمْ نُصْحِي إِنْ أَرَدْتُ أَنْ أَنْصَحَ لَكُمْ إِنْ كَانَ اللَّهُ يُرِيدُ أَنْ يُغْوِيَكُمْ هُوَ رَبُّكُمْ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (34)
Va LAv YaNFaGuKuM NuÖXIy EiN EaRaDTu EaN EaNÖaXa LaKuM EiN KAvNa elLAvHu YuRIyDu EaN YuĞVıYaKuM HuVa RabBuKuM Va EiLaYHı TURCaGUvNa
“Ben size nasihat etmeyi irade etsem de Allah sizi iğva etmeyi irade etmişse benim nushum size nef’ etmez. O Rabbinizdir ve O’na rücu edileceksiniz.”
Kavmi ondan azabı getirmesini istemişler, o da; ‘Onu getirmek benim gücümün dışında, yetkim de yok, onu da size Allah getirir’ şeklinde cevap vermişti.
Ve konuşmasına devam etmektedir; ‘Ben size nasihat etmek istesem de Allah sizi iğva etmeyi irade etmişse fayda etmez’ diyor.
Biz tebliğ ile mükellefiz, onları yola getirmek bize ait değildir. Biz Allah’ın neyi murat ettiğini bilmediğimiz için biz bize düşen görevi yerine getirmeye çalışıyoruz.
Söylediklerimiz çok basit ve sade değil mi? Merkezden atanmış hâkimler yerine merkezden diplomalı hakemlerden birer hakemi taraflar seçsin, başhakemi de hakemler seçsin, bunlar muhakeme etsin diyoruz. Hakemlere diplomayı merkez verecektir. Dolayısıyla ülkenin bölünmez bütünlüğü korunacak, bunlarda hakemleri taraflar seçecek, dolayısıyla yargılama adil olacak. Kimse mağdur edilmeyecek. Yargı kararları kesindir. Temyiz yoktur. Mağdur olanlar yeni hakemler nezdinde eski hakemleri dava edebilirler. Haklı çıkarlarsa eski hakemlerin dayanışması onların mağduriyetini giderir. Bundan daha sade, bundan daha anlaşılır cümleler söylenebilir mi? Ama duymuyor, işitmiyor ve küfürlerinde ısrar ediyorlar.
Diyoruz ki; karşılıksız para olmaz. Halk ambara malı koysun, “mal belgesi/senedi” alsın. Onu bankaya getirsin, ipotek bıraksın, parayı borç olarak alsın. Para piyasaya böyle çıksın. Anlaşılmayan bir yanı var mı? Ama işitecek kulaklar nerde?
Bu âyette hâkim olan kelime nasihattir.
“Nush” dikiş demektir. “Nasihat” bir işin oluşması için gerekli yolu göstermek veya yardım etmektir. Bitiştirmek demektir. Her taraf otlarla dolmuşsa o meraya “Nasuh” denir. “Tevbe-i Nasuh” demek ayırıcı, bozucu, dağıtıcı değil de birleştirici ve anlaştırıcı demektir.
“Nasihat” kelimesi daha çok Mezopotamya peygamberleri için zikredilmiştir. Bunlar kabileleri birleştirmekle ve uzlaştırmakla mükelleftirler.
Ben sizleri birleştirmek istesem de size benim nushum işe yaramaz.
Türkçede nasihat dille söylenen olarak görülür. Oysa Kur’an’da nasihat insanları birbirlerine barıştırma manasında olduğu gibi insanlara bir şeyi sevdirme anlamındadır. Bir işi sevdirme anlamındadır.
İlkin zor görülen işleri nasihat sonunda insan öğrenir, alışır, sonra o işi yapmak ona zevk verir. Bir hastayı tedavi eden doktor sevinir.
Bir topluluk birleştikleri zaman eğer doğru bir yapıyı oluşturmayacaklarsa, siz onları ne kadar birleştirmeye çalışsanız da birleşmezler.
Bugün Türkiye parçalanmak üzeredir. Partiler hayırda yarışan gruplar olmaktan çıkmış, birbirleri ile boğuşan gruplar olmuşlardır. AK Parti’yi iktidardan düşürmüşler ama kendileri de iktidara gelmiyorlar. Bu düşmanlıklarını bırakmalarını öneriyoruz. Fiilen MHP ile HDP birbirini tanımamakta ve vatandaş kabul etmemektedir. Biz diyoruz ki; ortak hükümet kurun. Bakanları adilane bölüşün, sonra her bir taraf kendi bakanlıklarını istediği gibi yönetsin, başbakan veya diğer bakanlar karışmasın. Anlaşamadığınız yerde hakemlere gidin. İşte bizim nushumuz budur.
AK Parti ile Cumhuriyet Halk Partisi’ne diyoruz ki; Meclis’te tartışın, anayasalarınızı hazırlayın. Sonra hakemler uzlaştırsın. Bu da bu partilere nushumuzdur.
Kulak veriyorlar mı?
Hayır!
Demek Allah murat etmiyor. İnşallah nasuh tevbe ile tevbe ederler. Ayrıştırıcı değil birleştirici nasihatlerimizi kabul eder ve hem kendilerini hem de ülkelerini kurtarırlar.
وَلَا يَنْفَعُكُمْ
Va LAv YaNFaGuKuM
“Ve size nef' etmez”
Buradaki “Ve” “Ye’tikumullah”a atfetmektedir. Onu ancak Allah getirir. Ben nasihat etsem de size bir faydası olmaz. Allah eğer sizin azmanızı murat ederse benim nasihatim fayda vermez.
“Nefea” bugün meyve taşıdığımız poşete benzeyen, deriden yapılmış çantadır. İki yanında kesilen deri şeritten bağlanır, bunlara da “nifa” denir. Demek ki “menfaat” bir kimse bir iş yaparken o işi yapmayı kolaylaştıran şeydir. Zorlaştıran ise zarardır. Kur’an “ism” (إِثْم) karşılığı olarak da kullanmaktadır. Nuh peygamber uzun yıllar kavmine nasihat etmiş ve onları ayrılıkçı olmaktan kurtaramamış, nasihat bir işe yaramamıştır.
Bugün de tüm insanlığa “Adil Kur’an Düzeni” duyurulmuştur. Olaylar devam etmektedir. Mısır, Türkiye ve diğer İslâm ülkeleri “Adil Kur’an Düzeni”ni duymuyorlar. İnsanlık büyük sıkıntılar içindedir. Ama kimse Kur’an’ın, Tevrat’ın ve diğer ilâhi kitapların ne dediğini araştırmıyor, ilacını alıp tedavi olmuyor. “Adil Kur’an Düzeni” çalışmaları devam edecek. İnsanlık ya uyanacak ve kurtulacak yahut Nuh aleyhisselamın zamanında olduğu gibi gark olup gidecek. Bunun aksini düşünmek zulmün zafer kazanacağını kabul etmektir.
نُصْحِي
NuÖXIy
“Nasihatim”
Bugün Türkiye’de hükümet krizi vardır. Bu Ortadoğu’nun krizi demektir. Sonra dünyanın krizi anlamına gelir. Sorunlar hep çatıştırıcı ve gruplaştırıcı şekilde çözülmektedir. Nush ile değil tefrika ile ve çatışarak insanlık uçurma doğru götürülmek istenmektedir. Mısır’da halkı organize edip ayaklandıran kimdir? Mısır’da önce İhvan’ı iktidara getirip sonra Sisi’ye darbe yaptıran kimdir? Mısır bu durumda ne kazanıyor?
İktidar bilgi ve güçle olur. ‘Ben seçildim, iktidar benim hakkımdır’ demek Batı’nın uydurma mantığıdır. Seçildin, ordu da sana itaat ediyorsa başkansın. Ordu sana karşı ise sen nasıl başkanlık yapacaksın? Bugün Türkiye’de ordu cumhurbaşkanının yanında olmazsa orada durabilir mi?
Ordu ile partileri çatıştırarak sorun çözülmez. İhvan Mısır’da önce “Adil Kur’an Düzeni”ni öğrenmeli, sonra iktidara talip olmalı idi. Zalim düzenin metotları ile iktidar olunsa da muktedir olunamaz. Bizim işimiz mevcut düzeni yıkmak değildir. Bizim işimiz yeni düzeni kurmaktır; hicret ederek yeni düzeni kurmaktır. Nuh’un Gemisi bir hicret yeridir.
إِنْ أَرَدْتُ أَنْ أَنْصَحَ لَكُمْ
EiN EaRaDTu EaN EaNÖaXa LaKuM
“Size nush etmeyi murad etsem de”
Bir şey yapmak istersiniz. Buğday ekersiniz, muradınız harman yapmaktır. Bir olay olur, elde edemezsiniz. Etki vardır, etkilenme vardır. Etkinin etki edebilmesi için etkilenenin de o etkiyi kabul etmesi gerekir. Etkilenmek istenen yerin veya kimsenin etkilenme kabiliyeti yoksa etkinin bir faydası olmaz. Lastiği elle çekerseniz uzar ama tahtayı çekerseniz uzamaz.
Hazreti Nuh Aleyhisselam diyor ki; ben her ne kadar size nasihat ediyorum, sizi barıştırmak ve birleştirmek istiyorsam da... Buradaki barıştırma birleştirme, darılmış olanları, küskün olanları barıştırma anlamında değildir. Öyle iş yapmalıyız ki çıkar paralelliği olmalıdır, herkesin yararına olmalıdır. O sistemi bulma, o çözümü bulma nushtur.
PKK sorununu çözmek demek…
-Bir taraftan dağdaki silahlı kimseleri dağdan indirip onları iskân etmek, onların çalışacakları yerleri hazırlamak, onları dağa çıkaran sebepleri ortadan kaldırmaktır...
-Diğer taraftan dağa çıkmamış olanları dağa çıkarmamaktır yani herkese iş herkese aş herkese eş bulmak demektir...
Sorunları dışarıda çözmedikçe insanın içindeki düşüncelerini değiştirmemiz bir şey ifade etmez. Şeriat, yasa, anayasa işte bunları çözmek demektir.
إِنْ كَانَ اللَّهُ يُرِيدُ
EiN KAvNa elLAvHu YuRIyDu
“Allah irade etmişse”
Tarihin akışı vardır. Bu akış değiştirilemez. Her şey Allah’ın takdiri ile olmaktadır. Bu akış içinde savaşa giden insan şehit olur. Bu ona zulüm değil midir? Değildir. Çünkü kaderin gereği olarak ölecektir ama Allah ona âhirette kat kat üstün derece ihsan edecektir.
O halde sadece dünyayı hesaba katarsanız adalet yoktur ama dünyayı âhiret ile birlikte düşünürseniz tam adalet vardır. Hepsi birer nimettir. Cehennem de nimettir. "Narın da hoştur, nurun da hoş" diyen tasavvuf ehli bunu ifade etmiştir.
Hazreti Nuh peygamberin kavmi helak olacaktır. Takdir-i İlâhi böyledir. Hazreti Nuh’un onları kurtarması mümkün değildir.
Helak olanlar arasında iyi insanlar da bulunabilir. Onlar âhirette cennette olurlar. Âhirette herkes kendi yaptıklarından sorumlu olacaktır. Kolektif sorumluluk yoktur. Nimetler ise ortak olacaktır. Akrabalık ve sosyal gruplar orada da mevcut olacaktır.
أَنْ يُغْوِيَكُمْ
EaN YuĞVıYaKuM
“Sizi iğva etmeyi”
Allah sizi iğva etmeyi murat etmişse.
“Ğaviy”, “Ğaye” kenar demek, “Ğavy” kenara çekilmek, yoldan çıkmak demektir. “Ğaye” sınır anlamındadır. Bir arazinin kenarındaki uçurum veya bataklık demektir.
“İğva etmek” demek çukura atmak demektir.
Şeriatın yanında herkesin kendi istediği gibi hareket ettiği düzen gayyadır, bataklıktır. Kurallar içinde hareket etmek selamettir. Bugün yeryüzü de ülkemiz de gayya kuyusudur. Ciltler dolusu kanunlar, çelişkili maddeler ve bunlar yetmiyormuş gibi bunların kural mahiyetindeki yorumları gayya kuyusudur.
Bir sözleşme yapılır. Altına imza atanlar onu kabul etmiş olur. Başkalarının yaptığı kanunlara uyma zorunluluğu bir zulümdür. Herkes kendi şir’asını kendisi düzenler. Sözleşme yapanlar ortak şir’a oluştururlar. Herkes sözleşmesine ve tek taraflı beyanlarına uymak zorundadır. Metinlerin yorumunu uygulayan kendisi yapar. Bir gadr olursa o gadr hakem kararları ile giderilir.
İki türlü sistem vardır. Biri kanun sistemidir. Diğeri ise şeriat sistemidir. Kanun sisteminde kuvvetlinin yaptığı kurallara halk uyar. Şeriat sisteminde halk kendi kurallarını kendileri koyar, kuvvet ise o kuralları korur.
Sosyolojik olarak ğayya, kanunlar sistemidir. İslâm sistemi ise içtihat ve hakemlik sistemidir. Eğer bir topluluk şeriat sistemine ulaşamamışsa, o zaman orada ğayya sistemi uygulanır. Sorun ğayya sisteminden İslâm sistemine insanları götürmektir.
هُوَ رَبُّكُمْ
HuVa RabBuKuM
“O Rabbinizdir”
Yani Rabbimiz bu dünya düzenini bizi eğitmek için düzenlemiştir.
Gerekli gelişmenin olması için işe yaramayanların gitmesi gerekecektir.
Tarihi gelişmeyi ele alıyoruz ve üçüncü binyıl uygarlığı olacaktır diyoruz. Bu uygarlığın nasıl olacağını Kur’an’a ve müsbet ilme dayanarak belirtiyoruz. Diyoruz ki; er veya geç insanlık hâkimlik sisteminden hakemlik sistemine geçecektir. Yine diyoruz ki; er veya geç faiz parasının yerine emek parasına geçilecektir.
Hazreti Nuh Peygamber de o zaman kavmine uygarlaşmanın olacağını ve göçebe döneminden tarım dönemine geçileceğini bildirmektedir.
وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (34)
Va EiLaYHı TuRCaGUvNa
“O’na doğru rücu ediliyorsunuz.”
Sûrenin başlarında ona doğru yol aldığımızı anlatmıştık. Bizi Allah bu dünyalara attı. Biz şimdi O’na doğru yol almaktayız. Bu dünya gaye değildir. Bu dünyada tam adalet söz konusu değildir. Asıl adalet âhirette olacaktır. “Size iğvayı irade etmişse”yi izah etmektedir. Allah’ın ne yaptığını değil, bizim ne yapmamız gerektiğini incelememiz gerekmektedir.
أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ إِنِ افْتَرَيْتُهُ فَعَلَيَّ إِجْرَامِي وَأَنَا بَرِيءٌ مِمَّا تُجْرِمُونَ (35)
EaM YaQUvLUvNa EiFTaRAvHu QuL EiN iFTaRaYTuHUv FaGaLaYa EiCRAvMIy Va ENa BaRIyUn MinMAv TuCRiMUcNa
“Yoksa o, onu iftira etti mi diyorlar? Kavl et: Onu iftira ettiysem icramım bana aittir ve ben sizin icram ettiğinizden beriyim.”
Kur’an Hz. Nuh kıssasını anlatırken, kıssayı kesmiş, doğrudan bize hitap eden cümle söylemektedir. Yoksa onla o iftira etti mi diyorlar. Sûrenin başında, benzer sualle sormuş, yoksa ile başlamıştı. Orada benzer on sûre getirin denmişti. Burada; ben iftira ediyorsam günahı bana diyor. Ama sizin cürümlerinizden ben uzağım diyor.
“Em” tereddüt edatıdır. Bilinmeyenin suali sorulur. Beklenmeyen bir şey olduğunu duyduğunuzda, niye gelmedi, yoksa işi terk mi etti dersiniz. Allah için bilgisizlik söz konusu olmadığına göre neden böyle “Em” ile cümleye başlamaktadır? Sonra Kur’an’ı iftira etti, kitabı iftira etti demiyor; hep o onu iftira mı etti diyor.
Yunus Sûresi’nde Kur’an kitabı tafsil olarak gelmiştir diyor ve ondan sonra onu o iftira etti mi denmektedir. Zamir Kur’an’a veya Kitaba gitmektedir. Hûd Sûresi’nde sûrenin başındaki Kitaba gitmektedir. “Ve” harfi ile atfetmeden geldiğine göre sûrenin başında belirttiği “Em Yekulu”nun bir açıklamasıdır. Nuh Peygamber’in kıssası içinde onu hatırlatarak bu kıssayı Kur’an’ın iftira olmadığını ispat için beyan etmektedir. Kur’an bir başlangıcın sonucudur. Şeriat düzeni Hazreti Nuh zamanında başlamış ve Kur’an ile tamamlanmıştır. Adım adım gelişmiş ve zikir olarak, kitap olarak, Kur’an olarak, hak olarak o İslâm düzeni ortaya çıkmıştır. “Hu” zamirinin gelmiş olması bundandır. Her yönü ile Kitaba işaret etmektedir.
Başta “Em” gelmesi, onların bunu demelerine haklarının olduğunu belirtmesidir. Evet, haklıdırlar, onların bunu söylemeleri haklarıdır, hattâ görevleridir. Her söyleneni yanlış kabul etmek ne kadar yanlışsa, her söyleneni doğru kabul etmek de yanlıştır. Söylenenleri tebyin etmek gerekmektedir. Ona işaret olarak hep “Em” ile başlamaktadır.
Burada başka bir şey de onlara söylenmektedir. Ben eğer iftira etmişsem suç işlemiş olurum, dolayısıyla cezası bana aittir.
Ben şimdi Kur’an’ı anladığım gibi yorumluyorum. Doğrusu var, yanlışı var; sorumlusu benim. Bundan dolayı sizlere diyorum ki; benim yorumlarımı sadece duyun ama onu doğru kabul edin demiyorum. Onun üzerinde düşünmeye başlayın. Böylece yanlışları atın, doğrulardan yararlanın.
Size düşen görev benim söylediklerimi doğru kabul etmek değil, doğru olup olmadığını araştırmanızdır. Söylediklerimden yararlanmanızdır. Böyle yapmaz da Kur’an üzerinde durmaz, onun söylediklerine uygun anayasa yapmazsanız, hükümeti kuramazsınız, o cürümü de siz işlemiş olursunuz.
Herkes kendi sorumluluğunu idrak etmelidir. Herkes bir şey söylemişse mutlaka doğru tarafı vardır. Benim ona kulak vermem ve doğru tarafından yararlanmam gerekir. Sizin de Kur’an’ın söylediklerini değerlendirmeniz gerekir. Bugün mevcut olan dört büyük din sayesinde buraya gelmiş bulunuyoruz. Onları göz ardı ederek, onları değerlendirmeden bir yere varamayız. Aksi halde tüm varlığımızı unutmuş ve terk etmiş oluyoruz.
أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ
EaM YaQUvLUvNa EiFTaRAvHu
“Yoksa onu iftira etti mi diyorlar”
Buradaki “Hu” zamiri İslâm düzenini getiren Kur’an kitabıdır. Sûrenin başında geçmiştir. O anlatılmaktadır. O zamirle işaretlenmektedir.
Sûrenin konusu Kur’an’ın ilâhi bir kitap olduğunu belirtmesidir.
Kur’an’ın iki yanı vardır; biri sözlerdir, diğeri ise açıklama ve uygulamalardır.
Proje yaparsınız. Projeye göre bina yapılır. Bina da projenin bir parçasıdır.
Kur’an dediğimiz zaman okunması ve yazılması, sonra yorumlanması ve uygulanması ile bir bütündür. Burada iftiradaki fail zamir, Kur’an’ın ilk nâzil olduğu son nebidir. Bunun yanında Kur’an’ı bugün okuyup insanlığa sunmakla görevli kılınan kimselerdir.
Kimdir bunlar?
Gönüllülerdir. Ben Kur’an’ı öğreneceğim ve insanlığa sunacağım, kendim yaşayanlardan olacağım.
Kur’an’ı Muhammed mi uydurdu diyorlar.
Onlara söyle denmiş, o da söylemiştir.
Biz ise onun halifesi olarak Kur’an’ın hükümlerini insanlara naklediyoruz. Bize de onları o uyduruyor, Kur’an’da öyle bir şey yok. O zaman iftira edildiği iddia edilen “Adil Düzen Anayasası”dır. İftira eden “Adil Düzen Anayasası” üzerinde çalışan Akevler’dir.
Cemaat olduğu için zamir müfret gelmiştir.
قُلْ
QuL
“Kavl et”
Buradaki muhatap önce Hazreti Muhammed’dir. Sen o günkü Arap müşriklerine söyle diyor. Ama ondan sonra diyor ki; bu Nuh kıssasını anlatıyorum, ona söylenenler sana söylenenlerdir, onun söyledikleri de senin söyleyeceğindir.
Aynı şekilde bugün bu sûreyi okuduğunuz zaman, biz peygamberin halefi olarak Kur’an’dan anladıklarımızı çevremize söyleyeceğiz. Çevremiz de düşünecek ki bunu o mu bildi. O uydurdu. Kur’an’ın öyle bir manası yoktur. Bunu söylemekte de haklıdırlar. O zaman, “ey Kur’an’ı yorumlayan mümin, söyle” emrinin muhatabı olmuş olur.
Emirde “Lehum” (onlara söyle) denmemiştir. Öyle olsaydı bizim işimiz çok zor olurdu. Söylediklerimizi onlara ulaştırmak bize farz olurdu. Söyle; kendi kendine söyle demektir. Dolayısıyla bizim internette yayınlamamız yeterlidir.
إِنِ افْتَرَيْتُهُ
EiN iFTaRaYTuHUv
“Ben onu iftira ettiysem”
Hazreti Muhammed o günkü insanlığa diyor. Ben iftira ettimse suç benim. Onun ceremesini ben çekeceğim. Ama size düşen de onun iftira olup olmadığını araştırmadır.
Varsayalım ki tanrı yoktur. Kâinat kendi kendine var olmuştur. Biz onu öğrenmeye çalışmıyor muyuz? Dağları Tanrı yaratmadı diye onu bilgilerimizin dışına atıyor muyuz?
Varsayınız ki tanrı yoktur. Kur’an’ı Hazreti Muhammed’e o göndermemiştir, Hz. Muhammed kendisi uydurmuştur ama var olmuştur. O halde dağları ve bitkileri incelediğimiz gibi onu da incelememiz gerekmez mi?
İşte, bu âyette asıl işaret edilen husus budur.
Yunus Emre’nin şiirlerini okuyorsunuz da neden Kur’an’dan irkiliyorsunuz. Bugünkü uygarlığın kaynağı olmuş kitapları neden hesaba katmıyorsunuz? Ben uydurmuş olsam da sizin yine onun üzerinde durmanız gerekir.
فَعَلَيَّ إِجْرَامِي
FaGaLaYa EiCRAvMIy
“İcramım benim üzerimedir”
“Cürame” hurma döküntüsü demektir. Hurma toplarken yaramayan hurma döküntüsüdür.
Buğdaydan veya hurmadan kopup dökülen döküntü veya ağaç kesildikten ve dalları koparıldıktan sonra kalan kütük veya insanın bedeni demektir.
“Darb” insanın bedeninde iz bırakmayan ama eziyet veren etkidir.
“Cürüm” ise insanı parçalayan veya öldüren müessir fiildir.
“Cürm” suç anlamında olmaktadır.
Benim işlediğim suçların sorumluluğu bana aittir. Siz ona bakmayacaksınız. Burada bir şey söylenmiştir. Bu söz şeytanın sözü olabilir. Allah’tan gelen ilham da olabilir. Bizim söylediklerimiz bize aittir. Ama o sözü değerlendirmek her duyana aittir. Kişi bir şey iddia ediyor. Onu kulak ardı edemezsiniz. Onu kendi ilmi metotlarınızla değerlendirmelisiniz.
وَأَنَا بَرِيءٌ
Va ENa BaRIyUn
“Ve ben beriyim”
“Berr” kara parçası demektir. Sonraları “Beree” fiil olarak sudan karaya çıkma, hastalıktan kurtulma, borçtan veya suçtan kurtulma anlamlarında kullanılmaya başlanmıştır.
Türkçede ben bu işten beriyim, berideyim ifadesi aynı anlamdadır.
‘Beri gel, beri çekil’ deriz.
Benim suçum bana aittir. Sizin suçlarınızdan ben sorumlu değilim. Herkes kendi yaptığından sorumludur. Bana düşen söylemektir, söylenenleri de duymaktır. Nitekim duydum. Siz diyorsunuz ki; o uydurdu!
مِمَّا تُجْرِمُونَ (35)
MinMAv TuCRiMUcNa
“İcram ettiğinizden.”
İftira etmek curm olduğu gibi iftiraların iftira olduğunu ispat etmemek de suçtur.
Toplulukta herkes aklına geleni söylemelidir. Sonra bu sözler müsbet ilmin ışığında değerlendirilmelidir. O uygulanmalıdır. Her söze kulak verildiği için birlik sağlanır, ondan sonra iyisi içtihatla bulunur ve ona uyulur. Herkes kendi yaptıklarından sorumlu olur.
Eğer insanları kendi reyleri ile değil de başkasına uyarak yaşatırsak, o kimseler sorumlu olmazlar, onlara ceza veremeyiz. Herkes kendi içtihadı ile hareket eder ve dolayısıyla kendi yaptığından kendisi sorumlu olur.
Hazreti Nuh’un iki dönemi olmuştur. Biri tebliğ dönemi, uyarı dönemidir. Uyarıdan ümit kesilince yeni döneme girilmiştir. Sûrede buraya kadar olan kısmı anlatıldıktan sonra, bize hitap ederek söyleyeceğimizi söylememiz emredilmiştir.
1960’larda Akevler etrafında toplananlar bu sözü söylediler ve kendileri örgütlenmeye başladılar. Bu sayede bugünkü duruma gelindi. Ne var ki onlar savaşa girdiler ve onların yerlerini aldılar. Bu sefer onlar “Adil Kur’an Düzeni”ni bırakarak başarılara ulaşacaklarını sandılar. N. Erbakan Tansu Çiller ile koalisyon yapınca “Adil Düzen”i terk etti. Sonra tekrar geri döndü, yeniden “Adil Düzen”i ele aldı ama ömrü vefa etmedi. Muhterem Cumhurbaşkanımız da şimdi yeniden “Adil Düzen”e dönmüştür sanıyorum. Duamız onun ömrünün yetmiş olmasıdır. Herkes çok iyi bilsin ki Akevler’siz “Adil Düzen” olmaz.
وَأُوحِيَ إِلَى نُوحٍ أَنَّهُ لَنْ يُؤْمِنَ مِنْ قَوْمِكَ إِلَّا مَنْ قَدْ آمَنَ فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ (36)
Va EUvXıYa EiLAv NUvXın EanNaHUv LaN YaEMiNa MiN QaVMıKa EilLAv MaN QaD EAvMaNa Fa LAv TaBTaEiS BiMAv KAvNUv YaFGaLUvNa
“Nuh’a ‘Şöyle ki senin kavminden iman etmiş olanlardan başka asla hiç kimse iman eden olmayacak, fiil ettiklerinden sen ibtias etme diye vahy edildi.”
Demek ki bir tebliğ dönemi vardır. İnsanlar onu duymalıdırlar. Ne denildiğini anlamalıdırlar. Sonra da artık ona katılanlar katılırlar, katılmayanlar da katılmazlar. Belli bir dönem gelir ki herkes duymuştur, işitmiştir. Ama artık kimse beklememektedir. Buna kanaat getirirsiniz. Allah burada Nuh’a vahyettik demiyor, Nuh’a vahyolundu deniyor.
Hazreti Nuh başka sûrelerde Rabbine tekmil veriyor; bunu yaptım şunu yaptım, gece söyledim gündüz söyledim, gizli söyledim, açık söyledim, artık benim sözümü duyan yoktur, yapacağını yap diyor.
Hazreti Musa da öyle yapmıştı. Sen bunlara imkân veriyorsun, bizim kavim de onlara uyuyor demişti. Demek ki birinci dönem tamamlanmadan helâk yoktur. O birinci dönem tebliğ dönemidir, anlatma dönemidir.
Bugün insanlığa “Adil Kur’an Düzeni”ni duyurduk, işittiler ama henüz bir örnek gösteremedik, dolayısıyla başarıya ulaşamıyoruz.
Mehmet Hikmetumut arkadaşımız bizi teşvik etti... Yalova’ya götürdü... (Üstad üç hafta önceki gelişmeleri anlatıyor. RNE) Örnek ev yapacaktık... Kendisi Yalova’daki ikinci günümüzde kalp krizi geçirdi. Şimdi hastanededir... Demek ki yapacaklarımızın günü gelmemiş, Allah örnek göstermemize şimdilik izin vermiyor. Biraz daha vakit vardır. Gelecekler ile gelmeyecekler daha açık bir şekilde henüz anlaşılmış değildir.
Bu âyetten şunu öğreniyoruz ki biz henüz tebliğimizi bitiremedik.
Hazreti Musa ve Hazreti Nuh ise görevlerini tamamladıklarına kanaat getirdiler.
Bir gün gelecek Adil Düzen Çalışanları da görevlerini yaptıklarına kanaat getireceklerdir. Bunu nasıl getireceklerdir? Bunun için şunlar yapılacaktır.
a) Ahşap Evler İmalathanesi çalışmaya başlayacak…
b) Yüz Lojmanlı İşyeri Apartmanı yapılacak…
c) Yüz Villalı Dinlenme Sitesi kurulacak…
d) Mala-Mal Marketleri kurulacak...
e) Bin Dil Üniversitesi faaliyete geçecek...
Bugünkü tebliğ bunlardır.
Hazreti Nuh Peygamberin bu işi bin senede başardığını düşünürsek, bizim için de uzun zamana ihtiyaç vardır. Adım adım ilerliyoruz. Ne zaman olacağını bizim bilmemiz mümkün değildir. Bizim hedefimiz bellidir. Yukarıdaki müesseseleri kurmak bizim hedefimizdir. Vasıta ise bunları yapacak olan kooperatifleri kurmadır. Hedefimiz belli, yolumuz aydınlıktır.
Kendimizi çok zayıf, beceriksiz, hattâ günahkâr görüyorum ama bizden başka da bu işi yapan kimse yoktur. Bu işi Allah bize havale ettiğine göre bunlar olacak. Bunlar olacak, çünkü bunları biz yapmayacağız, O yapacaktır.
Allah kendi dinini/düzenini zayıf kimselerle kurar, böylece bunun ilâhi olduğu ispat edilmiş olur. Hazreti Nuh Peygambere kavmi ne demişti? Dar düşünceli bu müflis insanlarla mı yeni uygarlık kuracaksın? Ama kurdu ve hâlâ devam ediyor.
Bugün dünyada iki grup insan vardır. Allah’a inanan büyük dinlere mensup insanlar, bir de Allah’a inanmayan ve O’na savaş açmış bulunan kapitalist ve sosyalistler. Karmacılar onlar arasında türkü söylemektedirler.
Bizimle beraber olan insanların da onlarla bir olup söylediklerimize kulak tıkamaları bizi üzüyor ama Allah diyor ki; ibtias etme.
“Be’s” kelimesi üzerinde durmamız gerekmektedir.
“Be’s, Besese” dağınık taşlar demektir.
Sonra “Besse” dağıtmak anlamında kullanılmıştır.
“Beis” ise dağınıklıktan kötü durumda olmak, perişan olmak anlamlarına gelmiştir.
İnsanlığın bu perişan hâlini görüp kendisini o perişanlık içinde görmemek anlamındadır. Bazen kendimize bakıyor, insanların kooperatife meyletmemelerini gördükçe ben de ibtias etmekteyim. Bu durumdan insanlık kurtulamayacak der gibi olurum. İnsanlar kooperatifleşmek yerine herkes kendi malını mülkünü artırmaktadır. Kooperatifte bir iş yapma yerine kooperatif dışında iş yapmaktadır. Bir eksiğimiz vardır. Nuh kavminin beklediği afeti bekliyor gibiyim.
İnsanlar modalara ve söylentilere uyuyorlar. Kur’an’ın ne dediğini asla düşünmüyorlar. Bunlar namaz kılan, hanımlardan örtünen kimselerdir. Bu beni gerçekten korkutuyor. Bu saçma anlayıştan nasıl kurtulacağız?
Allah Hazreti Nuh’a diyor ki; sen endişelenme, ibtias içinde olma, onların yaptıkları bu olumsuz hareketler seni endişelendirmesin.
وَأُوحِيَ إِلَى نُوحٍ
Va EUvXıYa EiLAv NUvXın
“Ve Nuh’a vahyolundu”
Yani Hazreti Nuh’un içine doğdu. Artık kimse inanmayacaktır. İçtihatta nass mertebesine çıktı mı o vahiy anlamındadır. Ona göre amel etmek zorunluluğu vardır.
Demek ki Kur’an’dan sonra melek gelip vahyetmeyecektir. Herkes kendisi içtihat edecek ve ona göre hareket edecektir. O vahiydir. Çünkü hata etse de onunla amel edecektir.
İçtihadın dört mertebesi vardır.
Zahir olan kişinin de tereddüt ettiği hükümlerdir. Nass olanda kişi artık tam kanaat getirmiştir, tereddüdü yoktur. Yalnız başkaları başka türlü içtihat ettiği için toplulukta vahiy değildir. İstişari kararlar zahir mertebesindedir. Müfesser ise topluluğa gelen vahiydir. Değişebilir. Muhkem ise tüm insanlığa gelen vahiydir. Onda değişiklik olmaz.
أَنَّهُ لَنْ يُؤْمِنَ مِنْ قَوْمِكَ
EanNaHUv LaN YaEMiNa MiN QaVMıKa
“Kavminden iman edecek olmayacaktır”
“Kavminden” kelimesini kullanmasından anlıyoruz ki tufandan sonra kendi kavminden olmayan birçok insan Mezopotamya uygarlığına katılacak ve Hazreti Nuh’a inanacaktır.
Tufandan sonra Hazreti Nuh devam etti mi yoksa çocukları mı o görevi ifa ettiler.
Bu konuyu Kur’an’da daha çok araştırmamız gerekmektedir.
إِلَّا مَنْ قَدْ آمَنَ
EilLAv MaN QaD EAvMaNa
“Şimdi inanmış olan kimse dışında”
İman edecekler kalmayınca artık orada cihat yapmak ve orada uğraşmak boşa zaman kaybetmektir. Yapılacak iş hicrettir.
Hazreti Musa ve Hazreti Muhammed hicret etmişlerdir.
Hazreti Nuh zamanında hicret edilemezdi. Çünkü o günkü uygarlık başka bir yerde tesis edilemezdi. Fırat ve Dicle ovaları başka yerde yoktu. Uygarlıkta o seviyeye ulaşılacak başka bir yer bulunmuyordu.
Bugün de durum böyledir, tüm insanlık tek ümmet olmuş.
Nereye hicret edeceğiz?
Sermayenin kirletmediği yer yoktur. İşte bunun için diyoruz ki kooperatifleri yani gemileri kurup oraya hicret etmemiz gerekir. Hazreti Nuh zamanında gemi ne idiyse bugün de kooperatif odur. Doğal afetin gemisine karşılık sosyal afetin kooperatifi vardır.
فَلَا تَبْتَئِسْ
Fa LAv TaBTaEiS
“İbtias etme”
İnsanlığın bugünkü perişan halini gördükçe şaşırmamak mümkün değildir.
Eskiden insanlar çocuk yapmakla meşguldüler. Serveti çocukları için yığıyorlardı. Bugün de servet yığıyorlar ama çocuk da yapmıyorlar. Kimin olacak bu servet?
İnsanlığın bu perişan hali ibtias konusu olmaktadır.
Hanımlar kavga eder diye kardeşler birbirlerinden uzak oturuyorlar. Eskiden komşular kavga ederlerdi, çünkü yaşamaları sıkışmış toprak üzerindeydi. Şimdi işyerleri ayrı, evler ayrı, neden kavga ediyorlar, anlamak mümkün değildir. Sömürü sermayesi kendi sermayesine faizli alan bulsun diye cihan savaşları çıkarıyor. On milyonlarca insan ölüyor. Savaşı çıkaranın vicdanı sızlamıyor. Bu nasıl insan/insanlık? Tüm dünya da bu oyunlara geliyor!
Hazreti Nuh zamanında da durum böyleydi.
Sonra ne oldu?
İşte, Nuh kıssası bunları anlatıyor.
بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ (36)
BiMAv KAvNUv YaFGaLUvNa
“Fiil ettiklerinden dolayı.”
Bizim yapacağımız çok iş vardır.
Günümüzün fıkhını yazmalıyız.
Çoğu bunları doğru bir iş yapıyorum diye yapıyor. Fıkıhta kendisine nasıl davranacağını bulmalıdır. Tek başına içtihat yapılamayacağına göre fıkıh ekolleri oluşmalı, kişiler bunlardan birine uymalı, insanlar böylece üçüncü binyıla intibak etmelidirler.