HÛD SÛRESİ - 1. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
الر كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ (1) أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ إِنَّنِي لَكُمْ مِنْهُ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ (2) وَأَنِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ يُمَتِّعْكُمْ مَتَاعًا حَسَنًا إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى وَيُؤْتِ كُلَّ ذِي فَضْلٍ فَضْلَهُ وَإِنْ تَوَلَّوْا فَإِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَبِيرٍ (3)
الر كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ (1)
(E.L.R KiTAvBun EuXKiMaT EAyYAvTuHUv ÇümMa FuöÖıLaT MıN LaDuN XaKIyMın PaBIyRın)
“E.L.R. Kitaptır. Âyetleri ihkam olunmuş, sonra habir hakîmin ledününden tafsil edilmiştir.”
Bu sûre üçlü sûrelerin ikinci sûresidir. Bunlar “ELR” ile başlamaktadır. Bundan önceki sûre de böyle başlamıştı. İlk âyette “ELR, bunlar hâkim kitabın âyetleridir” denmişti. Sûre biterken de “Allah hükmedinceye kadar sabret, O hâkimlerin hayırlısıdır” denmişti.
Demek ki bu sûreler Kur’an âyetlerinin mucizesinden bahsetmekte, muhkemliğinden bahsetmektedir. Orada “âyetlerdir” denmiş, burada “kitaptır” denmektedir. Kur’an bir kitaptır, bütünlük içindedir, Bediüzzaman’ın uzun uzun anlattığı gibi Kâinatın bir haritasıdır. Biz ona bakarak Kâinatı görebiliriz. Biz anlarız ve bizden sonraki nesle aktarabiliriz.
Dr. Mete Firidin arkadaşımız, Arapça bilmeden Kur’an’ı anlamaya çalışmış ve giderek yeterli derecede Arapça öğrenmiş, şimdi yorumlar yapmaktadır. Bu yorumları yaparak bin sene önce anlaşılmış manaları değil, bugün yazılmış kitap olarak yorumlamaktadır.
Hong Kong’da Müslim olmayan arkadaşlar Kur’an’dan kendilerine göre yine Arapça bilmeden ekonomik düzen üretmekte ve uygulamaya çalışmaktadırlar. Bu arkadaşlarımız da 1400 sene önce gelmiş bir kitabın bugünün sorunlarını çözdüğünü benimsemekte ve onun üzerine öyle düşünmektedirler.
İşte kitabın tahkimi budur.
Kur’an ikinci sûrenin başında; “bu kendilerini korumak isteyen kimselere yol gösteren kitaptır, içinde rayb yoktur” dedikten sonra, ondan yararlanacak kimseleri ikiye ayırmaktadır.
Geleceklerini emniyete alacak kimselere yol gösteriyor. Onlar toplantılar yapar ve birlikte vakitlerini değerlendirirler, onlar kendilerine rızık verdiklerimizi infak ederler. Bunlar akıl yoluyla Kur’an’ın doğru yolu gösterdiğine inanan kimselerdir.
Ondan sonra ikinci gruba geçmektedir. Bunlar eskilerinden ayrı kimselerdir. Onlar da peygamberlere ve getirdikleri kitaplara mucizeleri ile inanan kimselerdir. Yani lâik kimselere de Kur’an yol göstermektedir. Hong Kong ekolü bunun örneğidir.
Kur’an’ın değiştirilemeyeceği, manasının dahi tahrif edilemeyeceğini ifade ettikten sonra diyerek yani bugün de tafsil edildiğini ifade etmektedir. Allah tahkim etti demiyor, Allah tafsil etti demiyor; “Habir hakîm” tarafından denmektedir. “Hakîm ve habir”i nekre getirmektedir. Kim hikmet sahibiyse, kim habirse onun tarafından tafsil olunacaktır demektir. “Sonra” diyerek ihkam zamanı ile tafsil zamanını ayırdığı gibi ihkamı if’al babından, tafsili tef’îl babından getirmiştir.
Yani ihkam bir defa geçmişte yapılmıştır, Kur’an nâzil olduğu zaman yapılmıştır. Dili ve kendisi korunmuştur. Manası açıklanmıştır. Tafsil yani açıklama 1400 senedir peyderpey yapılmaktadır. Biz de bugün onu yapıyoruz. Hâkimler habirler tarafından değil de bir hâkim ve bir habir tarafından yapılmıştır deniyor. Ulema Kur’an’ı yorumlamaya başlarlar, baştan farklı manalar verirler ama zamanla tartışa tartışa birliğe doğru gidilmektedir.
Bugün Kur’an’ı farklı yorumluyoruz. Bundan önce şeytan taifesi Müslümanları uyutmak için ‘ama sakın ha sen Kur’an’ı yorumlamaya kalkışma, neuzu billah, hata eder cehenneme gidersin’ derlerdi. Oysa biz Kur’an’ı insanlar üzerinde tefakkuh etsinler, tezekkür etsinler, tefekkür etsinler, taakkul etsinler, tebeyyün etsinler diye gönderdik deniyor.
Hamdolsun ki bugün bu husus insanlık tarafından artık benimsenmiştir. İnsanlık Kur’an’ı anlamaya başlamıştır. Bu ekol Bediüzzaman’ın ekolüdür. Bu ekol Mehmet Akif’in ekolüdür. Bu ekol Pakistan’ın kurucusu Muhammed İkbal’in ekolüdür. Örgütlenerek bu ekolü ilk başlatan Akevler’dir. Hong Kong’dan gelen ses de bunun tüm dünyada ayrı ayrı başladığını ifade eder. İnsanlık ikinci Kur’an uygarlığını yaşama arifesindedir.
الر
(E.L.R.)
“Elif, Lam, Ra”
Arapça kimya gibi bir dildir. Her birinin ayrı ayrı manası olan harfler bir araya gelir ve kelime oluşur. Harfler “atom” ise kelimeler de “molekül”dür. Bu hususta çalışmalar vardır. Lütfi Hocaoğlu arkadaşımız bu konuda bilgi sahibidir. Ben bunun böyle olduğunu eskiden beri biliyorum ama henüz kafamda periyodik cetvel oluşmamıştır.
Gelecekte tefsir yapılırken nelerden yararlanacağız?
a) Köklerin ilk manalarına bakacağız. İşaret edilerek gösterilen bir şey olmalı. Örnek olarak “ricl” ayaktır, “recül” ayaklı demektir. Avlanma ve savunma için dışarıda dolaştığı için “recül” olmuştur. Çoğulu “rical”dir. Karşıtı “nisa”dır. Nisanın Arapçada tekili yoktur. İzmir’deki Akevler Lügati buna göre hazırlanmıştır.
b) Harflerin ayrı manaları ve onların sentezi konusunda yani bu hususta Dr./Müh. Lütfi Hocaoğlu bilgi sahibidir.
c) Eski dillerin, hassaten semitik dillerin tahkiki ile kelimenin tarihi gelişmesi bulunacaktır. Bu hususta Merhum Prof. Salih Akdemir’in çalışmaları vardır. Şimdi de Dr. Mete Firidin arkadaşımız bu yolla çalışarak tefsir yapmaktadır.
d) Bu bilgilerden sonra Arapça gramer ve tefsirlerden yararlanılacaktır.
İşte, Kur’an harfleri böyle ayrı ayrı sayarak kitabın âyetidir, kitaptır diyerek bu hususlara işaret etmektedir. Dikkatimizi harflere çekmektedir.
كِتَابٌ
(KiTAvBun)
“Kitaptır”
“Kitap” hüküm ifade eden yazılı metinlerdir. Peygamberlerin getirdikleri kitap olduğu gibi kanunlar ve sözleşmeler de kitaptır. Kitap burada nekre olarak zikredilmiştir. “ELR”dan kasıt bütün ilâhi kitaplar olabilir. Kur’an kendisi mucize olduğu gibi kendisinden önce gelen bütün kitapları tasdik ettiği için onları da tahkim etmiştir. Tevrat’ı okuyanlar “ELR”yı Tevrat diye anlarlar ve bu sûre ile onun âyetleri de tahkim edilmiş olur.
Kur’an’ın bütün sûreleri bu sûre ile tahkim edilmiş olur. “ELR” sûrenin adı olarak anlaşıldığı takdirde sûrenin âyetleri tahkim edilmiş olur. “ELR”yı biz seminerler olarak da anlayabiliriz. O takdirde bu sûre “Adil Düzen”i tahkim etmiş olur.
“ELR”dan bütün bunlardan her birinin anlaşılması için nekre getirilmiştir. Biz şimdi Akevler “Adil Düzen”i olarak anlayacağız, biz okuyoruz ve bize hitap etmektedir. “Adil Düzen”i benimseyen birileri varsa onlar da kendi düzenleri olarak anlayabilirler. Kur’an’ın hükümlerine göre hareket etmeyi kabul eden herkese bu sûre işaret etmektedir.
أُحْكِمَتْ
(EuXKiMaT)
“İhkâm edilmiştir”
“Hakem” ata takılan dizginin ağıza konan demir veya ağaç parçasına denmektedir. İki tarafına kayış bağlıdır. Sağa çevirmek isterseniz sağa döner, sola çekerseniz at sola döner.
“Hükmetmek” yönlendirmek anlamına geldiği gibi fonksiyonunu bozmamak şartı ile muhkem bağlama demektir.
Âyetlerin ihkâmı sözlerin yorumlanabilir şekilde düzenlenmesi demektir.
Kur’an öyle bir kitaptır. Kurallara uyulduğu takdirde kendisinde doğru manalar ve sistemler çıkar. Usulcüler hadislere de aynı kuralları uygulamak istemişler, bazen uymamıştır. Kur’an’ın birçok yerinde ise müteşabih olduğu için uygulayamamışlardır. Biz şimdi Kur’an’ı usullere uyarak yorumluyoruz. Bugün teşabühün kalkması sonucu birçok âyetler kurallara göre ancak şimdi yorumlanabilmektedir.
İhkâmın diğer manası ise onun ilâhi kitap olduğunu gösteren özelliği olmasıdır. 25 tür mucizeden bahseden ve her birine onar misal veren kitabımız bir gün düzeltilerek basılabilir. İşte onun bu mucizeyi taşıdığı ifade edilmektedir. Bizim seminerlerde de eksiklikler ve yanlışlıklar bize aittir, doğrular ise onun nurudur. Bundan dolayıdır ki benim söylediklerim sizi o hususta düşündürmektedir. Asıl olan sizin bu konuları kendinizin doğrudan anlamasıdır.
آيَاتُهُ
(EayYAvTuHUv)
“Âyetleri”
Yol alırken yolcunun gideceği yeri bulmasını gösteren işaretler birer âyettir. Kutup yıldızı boylamı tayinde bir âyettir. Deniz fenerleri birer âyettir. Trafik levhaları birer âyettir.
Bir işaretin âyet olması için o işaretin kesin olarak gidilecek yeri göstermesi gerekir. O halde Kur’an’dan ittifakla anladıklarımız birer âyettir. Yorumlarımıza eğer siz de katılıyorsanız içerdiği hükümler birer âyettir. Akevler mensupları insanlığın teavünle doğru yolu bulacağına inanmaktadırlar. Onlar için kooperatif bir âyettir.
Buradaki nekre olan kelime kitaba gitmektedir.
Bu sûre öyle bir sûredir ki siz neyi düzeltmek istiyorsanız onu ihkâm eder. Örnek olarak Marksizmi veya Kemalizmi alınız. Elbette o sistemlerde yanlışlar vardır, doğrular vardır. Kur’an veya bu sûre onun doğrularını size gösterir, yanlışlarını ayıklar.
Bir düzen iki kaynağa dayanır.
Biri insanların isteklerini, dolayısıyla ihtiyaçlarını giderme arzusudur.
Buna “yaşama” diyoruz.
Diğeri de bu ihtiyaçların nasıl giderileceği hususudur.
Buna “çalışma” diyoruz.
İşte bu sûre nasıl yapılması gerektiğinin tespitinde aynı zamanda rehber olmaktadır.
ثُمَّ
(ÇümMa)
“Sonra”
Bir proje kitaptır. Önce ana esasları ihtiva eden mimari proje hazırlanır. Sonra da o projenin detayları projelendirilir. O proje uygulanır.
Kur’an inzal olduğunda İslâm düzeninin mimarisi şeklinde inmiştir. Sonra insanlar onun üzerinde düşünerek icma ve içtihatlarla uygulama projesi hazırlanmıştır. Hazreti Peygamber kendi hayatında Kur’an’ın bir uygulamasını vahye dayanarak yapmıştır. Dört halife bu uygulamayı istişare ile yapmış ve ilk uygulama olan sünneti tamamlamışlardır. Dört halifeden sonra içtihat dönemi gelmiş, yorumlama ilmini oluşturmuşlar ve ilk defa âyetleri tafsil ederek bize Kur’an’ı bugün kolayca anlamamız ilmini koymuşlardır.
Buradaki “Sümme” sahabelerden sonra fukaha zamanında başlayan ve kıyamete kadar devam edecek olan içtihat ve icmaların olduğu dönemdir.
فُصِّلَتْ
(FuöÖıLaT)
“Tafsil edildi”
“Tafsil edildi” demek, uygulama projesi yapıldı demektir. İçtihat ve icmalarla yapıldı.
Kur’an eğer Peygamber zamanında inmiş kabul edilse bu âyet hakiki manada olmaz. Çünkü o zaman daha tafsil edilmemişti. “Fassalû” (Tafsil ettiler) olması gerekirdi. Ama bugün nâzil olmuş kabul ettiğimiz zaman bu ifade hakiki manadadır, bugün tafsil edilmiştir; nitekim edilmektedir de.
İçtihatla amel edeceğimiz için fiili mazi getirilmiştir. Önce tafsil sonra amel anlamındadır. “Uhkimet” ifal bâbında getirilmiştir. “Fussilet” ise tefil bâbında getirilmiştir. Çünkü kıyamete kadar tafsil devam edecektir.
Demek ki Kur’an’ın muhkem âyetlerini ve manalarını alıp müteşabih âyetlerini içtihatlarla ve icmalarla tafsil edecek ve ona göre amel edeceğiz demektir.
مِنْ لَدُنْ
(MıN LaDuN)
“Ledunundan”
“İnde” vardır. “Ledün” vardır. “Ledey” vardır. “Ledün” dalda olgunlaşmış meyvelerdir. Devşirme zamanına gelmiş daldır. “Tav’” ise koparılabilir meyvedir.
“Anid” yulara gelmeyen devedir. Fikirlere karşı yanlış üzerine direnen kişiye “anud“ denir. Bile bile aksini iddia eden kimse demektir. “Küfür” daha çok fikirde direnen, “inad” ise daha çok fiilde direnen kişidir. Bu anlamda “inde“ insanın iç düşünce yapısı anlamına gelir.
“Ledey” de “ledün” manasındadır. “Ledey” içe yöneliktir. “Ledün” dışa yöneliktir. “Ledey” dışarının bittiği içerinin başlandığı yerdir. “Ledün” ise dışarının başladığı yerdir. “İnde” ise iç tarafını ifade eder. Müçtehit âlim tarafından veya müçtehit âlimler tarafından açıklanmıştır anlamına gelmektedir.
حَكِيمٍ
(XaKIyMın)
“Hakîm”
“Hakîm” kimdir? Hükmeden veya sağlam bağlayan demektir.
İçtihat yapmak demek hüküm koymak demektir.
İcma yapmak demek yasa yapmak demektir. Bu yasayı yapan Allah’tır. Ancak bu görevi insanlara veya meleklere yaptırıyorsa o zaman alîm kelimesini nekre kullanır. Allah bizim için alîmdir. El-alîm değildir. Çünkü biz O’nun zati ilminden yararlanamayız.
“Hakîm” de Allah’ın bizzat aracı kullanmadan hükmetmesidir. Bir de aracılarla hükmetmesidir. Hakîm tarafından ihkam edilmiyor, hakîm tarafından tafsil ediliyor.
Tafsil etmek demek tümden gelme demek olur. İhkam etme tüme varma ise tafsil etme tümden gelmedir. Tümevarım bir defa olur. Baştan aynı özelliği taşıyanlar bildirilir, tek kural oluşur. Oysa tümden gelimde bir kuraldan birçok kurallar çıkar.
Kur’an’ın kelimeleri üzerinde yorum yaptığımızda onun kendine özgü ıstılahi manalarını buluruz. Kur’an’ı anlamak için insanlığın daha pek çok çalışma yapması gerekmektedir. Hakîm tarafından tafsil demek, ihkamdan yani tüme vardıktan sonra onu uygulayarak anlamında olup “min hakîmin” derken tüme varan kimse anlamındadır.
خَبِيرٍ (1)
(PaBIyRın)
“Habir”
Tüme vardıktan sonra tümden gelme ile geçmişteki olayları izah ederiz.
Buna ilim diyoruz.
Geçmişte cereyan eden olayları tüme vardıktan sonra tümden gelme yoluyla açıklarız. Bir de tüme vardıktan sonra gelecekte olacaklar hakkında bilgi ediniriz.
İşte bunlar da haberdir.
“Nebe” eski olayları bildirmedir.
“Haber” ise gelecekleri bildirmedir.
Âlim olmak başkadır, müçtehit olmak başkadır. Müçtehit olmak için âlim olmak gerekir ama âlim olmak için müçtehit olmak gerekmez. Âlimler iyi uygulayıcılardır, verilen projeyi iyi uygularlar. Oysa habir olanlar bilgi verirler ama sebat etmezler, uygularken de değişiklik yapmak isterler. Bu sebepledir ki yasama ile yürütme birbirinden ayrılmaktadır. Yasama kanun yapar, mevcut kanunları değiştirir. Yürütme ise kanunları değiştirmeden uygular. Parlamenter sistemin yanlışlığı buradadır.
Bugün hükümet kanun teklif etmekle yasama işlerine karışmaktadır. Yasama da ekseriyet kararı ile hükümeti uzaklaştırabilmektedir. Bu da yasamanın yürütmeye karışmasıdır.
Tafsil işi yürütmenin değil yasamanın işidir. Bu sebeple habir kelimesi getirilmiştir. İçtihat yapacaksınız ama ondan sonra değiştirmeyeceksiniz. Azmettiniz mi Allah’a tevekkül edeceksiniz.
أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ إِنَّنِي لَكُمْ مِنْهُ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ (2)
EanLAv TaGBuDuvDUv EilLAv elLAvHa EinNaNIy LaKuM MiNHu NaÜIyRun ve BaŞIyRun)
“Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz. Ben O’ndan size beşir ve nezirim.”
İhkam olundu ve tafsil olundu. Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz. Âyetin ihkamı ve tafsili Allah’tan başkasına ibadet etmememiz içindir. “Li” harfi hazf olunmuştur. “Li En Lâ Ta’budû” anlamındadır. Harficer fiile dâhil olamayacağı için arada “En” getirilir. Lamın manası belli olduğu için de hazfedilir.
Allah’tan başkasına ibadet edilmeyecek.
İbadet Türkçede namaz kılma, zekât verme şeklinde anlaşılmıştır. Oysa bunlar ibadete atfedildiği için ibadet değildir. Bunlar ibadetin eğitimidir. İbadet demek işler yapmak demektir. Fatiha’da ne deriz? Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden istiane ederiz. Herkes Allah’ın işçisidir.
Amel ile ibadet arasındaki fark, birine bir iş yaparsınız ve ücretinizi alırsınız. Kalan zamanlarınızı siz istediğiniz gibi kullanırsınız. İbadette ise bütün zamanınızı ona verirsiniz. Başkasına iş yapmazsınız.
Biz Allah’ın kuluyuz. Başka kimseye iş yapmayız. Başkasına iş yaptığımız zaman Allah’a yapmış oluruz. Birisi bize iş yaptığı zaman da Allah’ın kulu yapmış olur.
Bu sebepledir ki İslâmiyet’te işçilik yoktur, ortaklık vardır. Kişiler Allah adına sözleşme yaparlar. Sonra da ona uymak zorundadırlar. Allah’a ibadet etmek demek topluluğun işlerini yapmak demektir, topluluğun koyduğu kurallara uymak demektir.
Buraya kadar bu sözleri kimin söylediği veya bu yazıyı kimin yazdığı bilinmemektedir. Bununla beraber her sûrenin başına “besmele” geldiği için sûrenin Kur’an’dan olduğunu anlayacağız. Ama biz “besmele”yi sûreden saymadığımız için söyleyenin kim olduğu belli değildir. “Ben O’ndan beşir ve nezirim” diyerek söyleyenin okuyucu olacağını düşünebiliriz. O zaman sûrenin başında bir “Kul” olabilir.
Buradaki “ben” Allah’ın zatı yahut O’nun adına söyleyen veya melek olabilir. Burada “ve bundan sonra tevelli ederseniz ben kebir yevmin azabından korkuyorum” sözü, bu sözlerin ilâhi değil de başka birisinin olduğunu ifade eder. Bu sebeple sûrenin başında bir “kul/söyle” sözü mahzuftur. “Allah” kelimesini topluluk olarak alırsak, topluluktan başkasına ibadet etmeyeceksiniz. Ben ilâhınız olarak size beşir ve nezirim. Topluluğa ibadet ederseniz ben size ücret vereceğim veya cezalandıracağım demek olur. Yani Allah bize topluluğa hizmet etmeyi emrediyor, ücretini kendisinin vereceğini beyan ediyor.
أَلَّا تَعْبُدُوا
(EanLAv TaGBuDuv)
“İbadet etmemeniz”
Âyetler bunun için ihkam ve tafsil olunmuştur.
Bu sûre sizi sermaye sömürüsünden kurtaran bir sûredir. Şimdi siz sömürü sermayesinin karşılıksız parasına ibadet etmektesiniz. Devlet olarak doların peşinde koşuyorsunuz. Karşılığı olmayan doları borçlanıyorsunuz. Oysa siz borç alacaksanız malı borç alırsınız. Altın olarak alırsınız. Sonra öderken de onu ödersiniz. Örnek olarak faizsiz altını borçlanırsınız. Ne karşılığı? Kredileşme karşılığı kredi verirler. Bu Allah’a ibadet olur. Çünkü altın Allah’ındır. Onu sana vermekle kendi altınını değil Allah’ın altınını vermiş oluyor.
İbadet etmeyiniz dediği zaman bize ne söylemiş olur?
a) Onların kendi kafalarından çıkardıkları ne vahye ne de ilme dayanan kanunları benimsemeyin. Bugünkü yönetim benimsiyor mu? Benimsiyor ve Avrupa Birliği’ne gireceğim diyor. Kur’an düzeni bunu reddediyor. Biz Tevrat düzenindeyiz deseler o zaman katılabiliriz. Ama uydurma Avrupa müktesebatı denen kopya ve tahrif edilmiş kurallara uyma nehy edilmiştir. Bunun için bu sûre indirilmiştir. Bu sûre bize ne öğretecektir? Kooperatifler kurun ve orada Allah’ın şeriatını uygulayın. İçtihat ve icmalarınızla tesbit ettiğiniz sözleşmelerin hükümlerini uygulayınız demektir.
b) Altın, demir, buğday ve toprak senetlerini çıkarın ve onları değiştirme aracı olarak kullanın demektir. Onların karşılıksız parasını kooperatif içinde kullanmayın demektir. Kooperatifler dışında bizim başka imkânımız var mıdır? Hayır. Öyleyse bizim verdiğimiz mana doğrudur. Varsa elinizde başka çözüm, getirin, biz ona uyalım.
إِلَّا اللَّهَ
(EilLAv elLAvHa)
“Yalnız Allah’a”
Yalnız topluluğun işlerini yapacaksınız; sermayenin değil, yönetimin değil.
Kapitalistler sermayeye ibadet ediyorlar, sosyalistler yöneticilere ibadet ediyorlar.
Hayır, bunlara değil topluluğa ibadet edilecektir. Demokrasi olacaktır. Halk kendisi içtihat yapacak ve kendisi karar verip uygulayacak, kendi sözleşmeleri ile yaşayacaklardır.
Burada bizden Allah’a ibadet edilmesi değil, başkalarına ibadet edilmemesi söylenmektedir. Çünkü bugün insanlar Allah’a ibadet ediyorlar ama sermayeye de yönetime de ibadet ediyorlar. Sorun Allah’a ibadet etmeme değil, başkalarına da ibadet etme sorunudur.
إِنَّنِي لَكُمْ مِنْهُ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ (2)
(EinNaNIy MiNHu NaÜIyRun Ve BaŞIyRun)
“Ben ondan size nezirim ve beşirim.”
Burada hu zamiri Allah’a gidebilir yahut ibadet etmeye gidebilir. İbadet etmemenizdeki EN mastarına gidebilir. O takdirde inzar eden Allah olur. Allah’a giderse nezir olan peygamber veya zamanımızın âlimi mümin olur. O takdirde baştan bir “Kul” kelimesini takdir etmemiz gerekir. Ben bu zamirin masdara raci olması hususunu tercih ederek manalandırıyorum. Diğer şekildeki manada “Kul” emrini takdir edersek bize bin dil üniversitesi kurma emrolunmuş olur. Bizim dergi çıkarmamız emrolunmuş olur. Bizim televizyon istasyonu kurmamız emrolunmuş olur. O mana da doğrudur.
“Beşir” ve “Nezir” kelimeleri nekre gelmiştir. Dolayısıyla “Kul” sözünü takdir etmek daha uygun mana olur. “Hu” zamirinin Allah’a raci olması da daha uygun olabilir.
Beşir ve nezir olma sadece bildirmedir. Biz bunu yapabiliyor muyuz? Eksiğimiz budur. Daha bizim karşımıza çıkıp kimse yanlış söylüyorsun dememiştir. Erbakan’a da o kadar saldırdılar ama birileri çıkıp da söyledikleriniz yanlıştır demediler.
Biz “Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası”nı yazdık.
Erbakan’a, Kamalak’a önerdik; gelin beraber okuyalım, size göre de doğru olanları tesbit edip birlikte yayınlayalım dedik. Gelmediler! Cari sistemin içinde oyalanıp duruyorlar.
Demirel ve Özal da öyle yaptı.
Bugün AK Parti de aynı şeyi yapıyor.
Bu sûreye göre bizim onlara şunu söylememiz gerekir: “Adil Düzen”i kabul ederseniz kurtulursunuz; “Adil Düzen”i kabul etmez Avrupa düzeninin arkasından koşarsanız helâk olur, ahirette de cehennem azabını istihkak edersiniz.
Bu emri yerine getiremiyoruz.
Ancak Reşat Nuri Erol Millî Gazete’de yazıyor. Yeni Akit gazetesi de yayınlıyor. Kısmen bunu yapmış gibiyiz. Ama bizim hedefimiz “Bin Dil Üniversitesi” olmalıdır.
Bir arkadaşımız beşer bin dönümlük yerler istemektedir. Medhal grubu veya İzmir Akevler Bin Dil Üniversitesi Projesini hazırlayıp devletten bir dağı ile ortak olması için davet etmeliyiz. Arazinin yarısını parselleyip satmalıyız ve elde ettiğimiz para ile “Bin Dil Üniversitesi”ni kurmalıyız.
Biz Adil Düzen Çalışanlarının eline Allah çok büyük güç vermiştir. Eksiğimiz, bizim de buna inancımızın eksik olmasıdır; bizdeki bu eksiklikten dolayı katılanların az olmasıdır. Devam edeceğiz. Bir gün Allah nasip edecektir.
“Beşera” derinin tüysüz dış yüzü demektir. İnsan tüysüz olduğu için “beşer” denmiştir.
“Tebşir etmek” sevindirmektir.
“İnzar etmek” ileride olacak kötü sonuçları bildirmektir.
Bu görevi yerine getirmemiz için “Bin Dil Üniversitesi”ni kuracağız. On bin aileyi bir araya getireceğiz. Onlara çağımızın işletme fıkhını ve Kur’an’ı öğreteceğiz. Mala-mal marketlerinde çalıştıracağız. Sermaye temin edeceğiz. Üniversite mezuniyeti sonrasında ülkelerine gidip inzar ve tebşir etmelerini sağlayacağız.
Bugün bunları yapmak hayal gibi gelmesin size. 1960’larda biz bunları Gülen cemaatine ve Millî Görüş mensuplarına önerdik. Bugün onlar isterlerse yapamazlar mı? Yapmasına yaparlar ama yapmıyorlar ve uçuruma doğru gidiyorlar.
وَأَنِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ يُمَتِّعْكُمْ مَتَاعًا حَسَنًا إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى وَيُؤْتِ كُلَّ ذِي فَضْلٍ فَضْلَهُ
(Va EaNı iSTaĞFiRUv RabBaKuM ÇümMa TUvBUv EiLaYHi YuMatTıGKuM MaTAvGan XaSaNan iLAy EaCaLin MuSamMan Va YuETIy ZIy FaWLın FaWLaHUv)
“Rabbinize istiğfar ediniz, sonra O’na tevbe ediniz. Müsemma ecele kadar size hasen meta ile temti’ eder ve her fazıl sahibine fazlını ita eder.”
Allah’tan başkasına ibadet edilmeyecek, emrinden sonra istiğfar etmemiz emrolunmaktadır yahut istiğfar etmelerini söylememiz emrolunmaktadır.
“Rabbinize istiğfar ediniz” deniyor. Buradaki âlemlerin rabbi olan Allah’tır. Bundan önceki Allah topluluk idi, bu Allah ise âlemlerin rabbi Allah’tır. O’ndan mağfiret isteyiniz deniyor. Geçmişte yapılan hatalardan sorulmamasını talep ediniz.
Her topluluk kendi hatalarını kendisi düzeltecek ve “Adil Düzen” gelmeden önce işlenmiş olan hata ve günahlardan istiğfar edecektir.
Allah da onların istiğfarını kabul edecek anlamına gelir.
İnsanlar yüz lojmanlı işyeri apartmanları kuracaklar. En alt bodrumlar garaj ve sığınak olacak, orta bodrumları depo ve kömürlük/odunluk olacak, üst bodrum işyerleri olacaktır. Zemin katta yazıhaneler ve dükkânlar bulunacak. On katın her birinde on ikişer daire olacak, bunun ikisi ortak yerler olacak, Çatı katında genel toplantı yeri bulunacaktır. Böylece her semt kendi hayatını kendisi yaşayacak, eski kötü alışkanlıklarını böylece terk edecektir.
İstiğfar etmek demek, artık eski düzen içindeki yaşamayı bırakmak demektir.
Topluluk birden yeni düzene geçemez. Ama yüz hanelik semt halkı birden yeni düzene geçecektir. Peyderpey yeni düzen her semtte oluşturulamaz. Bu sebeple önce istiğfar edilmesi istenmektedir.
Sonra O’na tevbe ediniz denmektedir. Yani yeni semtinizi kurun, ondan sonra yeni düzene başlayın, mevcut olan bozuk düzene “Adil Düzen”i getirmekle uğraşmayın.
Millî Görüşçülerin ve Gülencilerin yaptıkları hata bu idi. Onlar mevcut düzeni makrodan düzeltmeye kalkıştılar. Sonuç bugünkü sonuçtur.
Size hasen metaı verecektir.
Müstakar vardır. Meta vardır.
“Müstakar” durulacak ve kalınacak yer demektir. “Meta” da oradaki imkânlardır. Günlük tüketimdir. Maişet ise bu imkânlarla hayatı sürdürmedir. Allah diyor ki meta’ haseni verecektir. Böylece hasen yaşama imkânlarına sahip olacağız.
Nasıl sahip olacağız?
Kendi semtimize, kendi bucağımıza çekildiğimiz zaman merkez bize karışmayacaktır. Tam özgür olacağız. Kendi ocak ve bucağımızda istediğimizi yapmakta serbest olacağız. Ayrıca beğenmediğimiz semtten çok kolay hicret edebileceğiz. Çünkü biz lojmanda oturuyorduk. Oradan ayrıldığımız zaman bir şeyimiz kalmıyor. Gideceğimiz yerde lojman olacağı için sıkıntı yok.
Başka iş bulamıyoruz derdi de yoktur. Çünkü “çalışma/emek kredisi” sayesinde herkes her zaman iş bulabilmektedir.
Aç kalacağım korkusu da yoktur. Çalışmayanların yeryüzü kira payları var, onunla yaşayabiliyorlar. Birçok şeyler zaten parasız.
Birileri ile niza çıkarsa haksızlıktan korkmuyor. Çünkü kendi hakemini kendisi seçiyor. Başhakemi de onun hakemi seçiyor. Hakemlik sistemi var. Adalet var, zulüm yok.
Böyle bir yapılanmanın cennetten farkı yok. Tek fark vardır, orada suç ve ceza yok, burada suç ve ceza devam ediyor. Bir de orada ölüm yok, burada ölüm var.
İşte metası hasenedir, “Adil Düzen”dir.
Allah bize “Adil Düzen”in geleceğini vaat ediyor.
“Müsemma ecele kadar” deniyor.
Uygarlıklar doğarlar, gelişirler, yaşlanırlar ve ölürler. Bir gün gelecek bin sene sonra kuracağımız bu uygarlık da sona erecek ve daha ileri yeni uygarlık olacaktır.
İşte buna işaret ederek “müsemma ecele kadar” denmektedir. Ayrıca bu istisna ile ölümün ve hastalığın devam edeceğine işaret etmektedir. Vaat edilen metaın dünya hayatı olduğuna da işaret edilmektedir.
“Adil Düzen”in başka bir özelliği de her fadl/fazl sahibine fazlının verilmesidir. İlmî, meslekî, ahlakî ve siyasî dayanışma ortaklıkları vardır. Bunlar ortaklarına ehliyet tevcih ederler. Ahlâkî ehliyet kişinin ne yapabileceğini belirleyen ehliyettir. İlmî ehliyet nasıl yapacağını belirler. Meslekî ehliyet kimin ne zaman neyi yapacağını belirler. Siyasî ehliyet ürünlerin kimlere ait olacağını belirler. Görevler bu ehliyete göre verilir. Görev demek yetki demektir. Bu da ikinci fadldır/fazilettir. Her görevliye gerektiği kadar yetki verilmektedir. Bundan sonra sorumluluk vardır. Verilen nimetten kişiler sorulurlar. Nihayet her amilin ücreti verilir.
“Adil Düzen” budur, Allah bu düzeni vaat ediyor.
وَأَنِ اسْتَغْفِرُوا
(Va EaNı iSTaĞFiRUv)
“Ve istiğfar ediniz diye”
“İstiğfar etme” demek eski defteri kapatma demektir.
Hesaplar görülür, alacaklı alacağını alır, borçlu borcunu verir. Yoksa da artık silinir gider. Her şey yeniden sıfırdan başlar. Eski düşmanlıklar ortadan kalkar. Eski davalar biter. Eski günahların âhirette de sorulmaması için Allah’a iltica edilir.
Biz Yunanlılarla ve İngilizlerle savaştık ama Lozan’da barıştık, eski defterleri kapattık. Bu sebepledir ki kimsenin Ermeni soykırımı iddiasını deşme hakkı ve yetkisi yoktur. Aksi halde bu yapılan yeniden savaşa başlama anlamına gelir.
رَبَّكُمْ
(RabBaKuM)
“Rabbinize”
Şunu bilmeliyiz ki geçmişte olanların hepsi uygarlaşmaya doğru atılan birer adım olmuştur. Onlar olmasaydı biz bugünkü hâle gelemezdik.
Meşrutiyetçiler Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmasaydı Cumhuriyet kurulamazdı. 27 Mayıs olmasaydı Demirel ve Özal gelemezdi. 28 Şubat olmasaydı AK Parti bu kadar sene iktidarda kalamazdı.
Demek ki bizim için şer sandığımız birçok şey vardır ki o hayırdır. Kimseye bir kinimiz ve bir buğzumuz yoktur. Bundan evvel ne olmuşsa hep Allah’ın takdiri ile olmuştur ve hayırdır. “Rabbinize istiğfar ediniz” dendiği zaman da buna işaret etmektedir. Çünkü biz olanları karşımızdakilerden bildik, onlara hasım olduk, onlara düşmanlık yaptık.
İstiğfar etmeliyiz.
ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ
(ÇümMa TUvBUv EiLaYHi)
“Sonra O’na tevbe ediniz”
Önce bu kötü düzenden kurtulmamız gerekir. Bunu da yüz lojmanlı işyeri apartmanlarımızla sağlarız. Bugün mevcut olmadığına göre önce cari sistemde yüz lojmanlı apartman yapacağız ve oraya taşınacağız.
يُمَتِّعْكُمْ
(YuMatTıGKuM)
“Sizi temti’ edecektir”
“Meta’” demek yaşamak için gerekenleri temin etmek demektir.
İnsanın dışındaki varlıklar çevreden elde ettikleri ile yaşarlar.
Oysa insan kendi soydaşlarına da kazandırarak yaşar. Birlikte üretirler, ambarlara verirler, sonra bölüşerek ve ambardan çekerek yaşarlar. Kimse kendi ürettiklerini kendisi tüketmez, herkes ürettiklerini satar, kendisine lazım olanları da dışarıdan alır. Kişi zenginliği yerine topluluğun zenginliği söz konusudur. Sonra da zenginliği adalet içinde bölüşmedir.
مَتَاعًا حَسَنًا
(MaTAvGan XaSaNan)
“Hasen metaı”
“Hasen” iyilik demektir. Hasenin karşıtı “sû’”dür.
“Hasen” insanın dayandığı dört ana melekenin biridir.
Hisler iyiyi kötüden ayırır, hüsnü dile getirir. Din hüsn üzerine oturur. Hüsnün dört dayanağı vardır. Varlık yokluktan iyidir. İşbölümü ayrı ayrı yaşamaktan iyidir. Evrimleşme durağanlıktan iyidir. Denge dengesizlikten iyidir.
“Hasen meta’ yaşamak” insanlar için topluluk içinde özgür olma demektir, istediği topluluğu oluşturma demektir, yaşama ve çoğalma demektir.
إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى
(iLAy EaCaLin MuSamMan)
“Müsemma ecele dek”
Hazreti Nuh Peygamber zamanında doğan peygamberlik uygarlığı bin sene sonra yerini Hazreti İbrahim’in uygarlığına bıraktı. Sonra Hazreti Musa’nın uygarlığına, sonra Hazreti İsa’nın uygarlığına bıraktı. Sonunda birinci Kur’an uygarlığı geldi.
Doğuda hukuk oluşturan bu uygarlıklar biner yıl yaşadı. Batı uygarlıkları bu hukuk düzenine dayanarak teknikte uygarlaşmayı başardı. Bunlar Mısır, Yunan, Roma, Avrupa’dır ve hukuk uygarlıklarını beş yüz seneden sonra takip eder, bunların ömürleri de bin yıldır.
Bu uygarlıkların başlangıç tarihleri milattır.
Bugün ikinci Kur’an uygarlığı kurulmaktadır.
Avrupa uygarlığı zirvededir, gerilemeye başlamıştır.
Beş bin senelik tarım hukuku bugünkü uygarlığa yetmemektedir.
Bizim yeni medeniyetimiz ilme dayalı peygambersiz ilk hak medeniyettir. Şimdi siz bu medeniyeti bu sûrelerden öğreniyorsunuz. Bu uygarlık 300 sene içinde olgunluk çağına gelecek, 600 sene o çağları yaşayacak, sonra 300 sene içinde eceli gelmiş olacak, onun ardından üçüncü Kur’an uygarlığı kurulacaktır.
وَيُؤْتِ
(Va YuETIy)
“Verir”
Kim verir?
Rabbimiz verir.
Uygarlık demek işbölümü demektir, işbölümü yapıp ortak olarak işler yapmaktır. Bu ihtisaslaşmayı sağlar. Herkes bir işi iyi bir şekilde ve çabuk üretir. Bu da eğitimle sağlanan faziletlerle elde edilir. Herkes fazilet yarışındadır. Kim daha iyi ve daha fazla iş yaparsa o faziletli olur. Tarihte hep ihtisas sahibi olunmuş ama küçük topluluklar içinde halkın takdiri ile değerlendirilmiştir. Bugünkü Batı uygarlığında derece tevcihi imtihanla olmaktadır. Ne var ki tevcih edilen derecelerde uygunluk yoktur.
“Adil Düzen”de bu mesele teminatlıdır. Dayanışma ortaklıkları vardır. Onlar ehliyeti tevcih ederler. Kişi eğer mesleğini icra ederken herhangi bir zarar doğarsa o zararı dayanışma ortaklığı öder. Kur’an bunu ilk dönemlerde tesis etmiş, Batı bunları bırakıp paralı sigortalar sistemini icat etmiştir. Ondan sonra makamlar ortaya koymuş, merkezi denetim getirmiştir.
Bu düzen tamamen değişecektir. Teminatlı ehliyete sahip hizmet verenleri hizmet alanlar seçeceklerdir. Bugün mevcut doktor ve noter gibi serbest meslek sistemi çalışacaktır. Gelecek uygarlığın temeli bu olacaktır. Bu husus “Adil Düzen Anayasası”nın içinde ikinci bölüm olarak yer aldığı gibi bu konudaki “Genel Hizmetler” kitabımız da basılmıştır.
كُلَّ ذِي فَضْلٍ
(KülLa ZIy FaWLın)
“Her fazlı olana”
“Fadl” demek emeksiz elde edilen şey demektir.
Bu nasıl olur?
Bir acemi de emek verir, bir usta da emek verir. Biri üç kazak dokur, diğeri on kazak dokur. İşte bu yedi kazak fazladır. Başka bir ifade ile her işte evrim vardır. Bir tohum atarsınız, 700 tane alırsınız. Burada fadl bire 700’dür.
Bütün canlılar çalışmalarında fadl sahibidirler. Bu sayede çalışmayan yavruları yaşatarak yeni nesil meydana getirilir. İnsanlar da fadl sahibidirler. Bu sayede bugünkü uygarlık doğmuştur. Haber verilen yeni uygarlıkta herkese sahip olduğu yeteneğine göre ehliyet tevcih edilecek ve bu ehliyet aynı zamanda teminatlı olacaktır. Kur’an bunu evliya müessesesi ile tedvin etmiştir.
فَضْلَهُ
(FaWLaHUv)
“Fadlı verilecek”
Bu “FADL/fazilet” SA’Y/emek ile elde edilir.
NAMAZ insana yaşama faziletini verir.
ZEKÂT insana çalışma faziletini kazandırır.
ORUÇ insanı kötü alışkanlıklardan uzaklaştırır, irade sahibi yapar, azim sahibi yapar.
HAC insana birlikte topluluk oluşturma eğitimini verir.
Bir de insan çalışırken eğitim alır. Bu eğitimler sonunda elde edilen faziletler dayanışma ortaklıkları tarafından tevcih edilir. Ona göre görev verilmiş olur, ona göre yetkileri vardır. Sorumluluk ona göredir. Sonunda haklar da ona göre doğar.
Bu düzenin adı “ADİL DÜZEN”dir. Önce semt kooperatiflerinde yüz aile arasında kurulacak olan bu düzen, daha sonra tüm insanlığı içerecektir.
Bugün resmi kuruluşlar bu ehliyetleri tevcih etmektedir. Bizim çocuklarımız o okullarda okuyacaklar; paralel yapıyı oluşturmadan okuyacaklar. Oranın eğitimini alacaklar. Onların verdikleri diplomalarla topluluklarda iş yapacaklar.
Bugünkü eğitimin dört eksiği vardır.
a) Bunlar eğitim yaparken sistemsiz eğitim yapmakta, öğrenciler öğrenmemektedir. Bizim “özel derslerimiz” olacaktır; “dershanelerimiz” değil “derslerimiz” olacak. O da namaz, zekât, hac ve oruçtur. Onların öğretmediklerini biz öğreteceğiz.
b) Onların öğrettiklerinde eksiklik var. Gereksiz şeyleri okutuyorlar, gerekli olanları öğretmiyorlar. Biz o ilimlerin kitaplarını yazacak, onların eksik bıraktıklarını biz öğreteceğiz. Böylece başarılı öğrenci olacaklardır.
c) Önemli olan üçüncü sistemdir. İmtihan sistemi eksiktir. Öğrenememiş kimselere diploma tevcih ediyorlar. Biz “etkin imtihanlar” yapacağız, sadece bilenlere sertifika vereceğiz. Bizde her mühendis diploması olan mühendislik yapmayacak, ayrıca bizim mühendislik imtihanlarımızı da kazanacak. Osmanlılar ve Cumhuriyetçiler bunu yapacaktı. Ayrı okullar kurmayacak, ek imtihanlarla medresedekilere Batı uygarlığını öğreteceklerdi. O zaman bugünkü sorunlar olmayacaktı.
d) Bugün tevcih edilen diplomaların garantisi yoktur. Oysa bizdeki “dayanışma ortakları” bunları ortaklarımıza tevcih edeceklerdir. Tüm meslekler primsiz sigortalanacak, olay olduktan sonra tazminata ortaklar katılacaklardır. Bu sistem ortakların zarar vermelerini önler, birbirlerini uyarırlar.
وَإِنْ تَوَلَّوْا فَإِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَبِيرٍ (3)
(Va EiN TaValLaV Fa EinNIy EaPAvFu GaLayKum GaÜABa YabMın KaBIyRın)
“Ve tevelli ederseniz ben sizin üzerinize gelecek kebir azaptan havf ediyorum.”
Mahzuf olan “Kul” ifadesi bu ve bundan sonraki âyetlere kadar devam ediyor. Yahut bunlar cümleyi mu’terizedir (parantez cümlesidir). Biz tebliğimizi yaparken kendi görüşümüzde söylemiş oluruz. Böylece bizimle onlar arasında ne tür diyalogumuzun olacağı öğretilmektedir. Biz tebliğ edeceğiz ve onların azaba düşmeleri konusunda da havf edeceğiz, tedbirler alacağız.
Biz böyle yapıyoruz, yarım asırdır söyleyeceklerimizi söylüyoruz. Ondan sonra da onların kebir azaba düşmemeleri için elimizden gelen yardımı yapıyoruz. Onun ötesinde onların yanında olmuyoruz. Yani biz her söze kulak veriyoruz. Onları da dinliyoruz, onların muhaliflerini de dinliyoruz. Biz onlarla da iyiliklerde bir oluyoruz. Bu sebepledir ki derede susuz yaşıyoruz ama biz hâlimizden memnunuz. Her şeyin bolu israftır.
Burada “azabe yevmin kebir” geçmektedir Marife gelseydi kıyamet gününde manasını verirdik. Ama nekre geldiğine göre bilmediğimiz bir gündür demektir.
“Kebir yevm” deyimi yalnız bu âyette geçmektedir.
Ayrıca azim, elim, muhit, akim yevmlerden de azaba izafeten geçmektedir.
Burada “yevmin kebir” deyimini âhiretteki azab olarak anlayabiliriz. Kebir olması uzun zaman sürmesi manasına gelir. Kıyamet günü bir insanın ömründen daha çok sürmektedir. Bunun için kebir olabilir. Gerçi cennet ve cehennem de uzundur ama sonu yok kabul edebiliriz. Yani sonunda cehennem boşalacaktır demektir. Azim yevmin azabı daha çok geçmektedir. Azim gün demek büyük gün demektir. Kebir gün de son gün demektir, kara gün demektir.
Bunu şöyle yorumlarız. Uygarlıkların son günleri yaşlılık günleridir. Uygarlığa direnenler artık azab içinde yok edilirler. Geçmiş peygamberlerin kavimleri böyle oldu. Tebliğ geldikten sonra direnenler için uygarlığın yaşlılık zamanındaki azaptan korkulur.
Yaşlı insanların hücreleri öldükten sonra yeni bedene geçmemektedir, onlar da ölmektedirler. Oysa yaşlı uygarlığın genlerinin bir kısmı yeni uygarlığı kurduklarından dolayı yeni uygarlığa geçmekte, bir kısmı da geçmemektedir. İşte, yeni arabaya binmeyenler, “Adil Düzen” gemisine binmeyenler boğulup gideceklerdir. Kebir yevmin azabı budur.
وَإِنْ تَوَلَّوْا
(VaEiN TaValLaV)
“Tevelli ederseniz”
Buradaki “tevelli” “tetevelli”den dönüşmedir. Rubai olsaydı “tüvellû” olurdu. Bu inzara, bu emirlere ve nehiylere kulak vermezseniz demektir.
Biz henüz insanlığa tebliğ edemedik. Erbakan ve Gülen cemaati bunun büyük bölümünü başardılar. Ne var ki eksikliklerimiz vardır.
1- “Adil Düzen”in planını ortaya koyduk ama henüz uygulanabilecek bir projeyi sunamadık. Necmettin Erbakan ve Mustafa Kamalak bu husustaki önerilerimizi cevapsız bırakarak mevcut düzende iş yapmayı tercih ettiler.
2- İnsanlar teorilerden anlamaz, gördüklerine inanır. Bir tane örnek veremedik. Akevler uygulaması da örnek olma seviyesine çıkamadı.
3- “Adil Düzen” etrafında toplanacağımıza, savunma refleksi etrafında toplandık, güçlenince dağıldık, daha çok güçlenince birbirimizle kavga etmeye başladık.
4- Biz kendi kuruluşlarımızı “Adil Düzen”e göre düzenleyeceğimize başkalarına tavsiyelerde bulunmakla yetindik. Yapmadıklarımızı söylediğimiz için başarılı olamadık.
Şimdi “Adil Düzen”i yeniden takdim etmek durumundayız.
فَإِنِّي أَخَافُ
(Fa EinNIy EaPAvFu)
“Ben havf ediyorum”
Evet, sûrede iki cümleyi mu’terize vardır. Biz Kur’an’ı Allah’ın adına tebliğ ederken arada iki cümle kullanılıyor. “Ben sadece ondan nezir ve beşirim.” “Tevelli ederseniz üzerinize gelecek kebir yevmin azabından korkuyorum.” İşte bu iki cümle...
Elçi, haberi getiren olarak bu iki cümle ile kendisinin görevini anlatıyor.
Bir tebliğci gelir; ben falanım, size buradan şu mesajı getirdim der.
Bu iki cümle işte bunu ifade etmektedir, Kur’an bize bunu da öğretmektedir.
Bizim görevimiz ikidir; biri ilâhi tebliği onlara ulaştırmak, ikincisi de onların başına bir şey gelmemesi için korkup gerekli tedbirleri almalarına yardım etmektir. Biz bu sebepledir ki oylarımızı onlara veriyoruz. Hatada onlarda bir olmuyoruz ama onları desteklemeye ve uyarmaya devam ediyoruz. Hazreti Nuh Peygamberin oğlu için, Hazreti İbrahim Peygamberin babası için, Hazreti Muhammed’in amcası için yaptıklarını yapıyoruz.
عَلَيْكُمْ
(GaLayKum)
“Sizin üzerinize”
Evet, ‘eski, yaşlanmış, ömrünü doldurmuş, tutucu, gerici düzen üzerindeki ısrarınızdan dolayı size geleceklerden korkuyorum de’ diyor.
Biz de on üç senedir AK Parti kadrosuna ve Gülen Cemaati’ne bu sözleri cılız da olsa söylemekteyiz. Bugün güçlü durumdadırlar. “Adil Düzen” henüz hazır değildir.
Kooperatifler kurulacak...
Bu kooperatifler kendi içlerinde “Adil Düzen”i uygulayacaklar; kanunlar çerçevesinde uygulayacaklar; mevcut düzene sadık olarak uygulayacaklar...
Siyasi iktidara gözü olmadan, ‘sen in ben çıkayım’ demeden, “Adil Düzen”i uygulamaya devam edecekler...
Belki on sene sonra “Adil Düzen” artık Türk milleti tarafından anlaşılmış ve kooperatifler seviyesinde uygulanmış olacaktır.
İşte o zaman yine “Adil Düzen” dışı uygulamalara devam ederlerse, onların başına gelecek olanlardan korktuğumuzu onlara ifade etmiş oluyoruz.
عَذَابَ
(GaÜABa)
“Azabından”
“Azab” helâk olmaktır.
Bunu Adil Düzen Çalışanları yapmayacaklardır. Allah onları helâk edecek, başka sebepler var edecektir. Aralarında çıkacak kavga bunun başında gelir. Şimdiden boğuşmaya başlamışlardır. Bugün eğer paralel devlet savaşı varsa, bunun tek sebebi bu iki cemaatin birleşip “Adil Düzen”e karşı cephe almalarıdır. Bu sebeple aralarında çatışma vardır.
Bu çatışma küçük bir çatışma değildir. Bu çatışma yalnız yurt içi çatışma değildir. Bu çatışma sermaye ile siyasetin çatışmasıdır. Bu genel çatışma, çatışmanın Türkiye’deki uygulamasıdır. Bundan ancak “Adil Düzen”e gelmeleri ile kurtulabilirler.
يَوْمٍ كَبِيرٍ (3)
(YaVMın KaBIyRın)
“Kebir yevmin azabından...”
Yaşlanan vücut elbette ölecektir.
İnsanlardan bir kısmı yeni düzene geçecek ve varlıklarını sürdüreceklerdir.
Örnek olarak ABD’deki Yahudi sermayesi ikiye bölünmüş, bir kısmı Obama’nın etrafında toplanarak sömürü sermayesi yerine hizmet sermayesi cephesini tutmuş bulunuyor. Diğerleri ise Bush’un etrafında toplanarak eski sömürü düzenini sürdürmeye devam ediyorlar. Biz onların da bu cepheye geçerek bu işi kazasız tamamlamamızı temenni ve dua ediyoruz.
Kebir yevm demek, yaşlılık gününün azabı demektir.