HÛD SÛRESİ - 12. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
وَقَالَ ارْكَبُوا فِيهَا بِسْمِ اللَّهِ مَجْرَاهَا وَمُرْسَاهَا إِنَّ رَبِّي لَغَفُورٌ رَحِيمٌ (41) وَهِيَ تَجْرِي بِهِمْ فِي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادَى نُوحٌ ابْنَهُ وَكَانَ فِي مَعْزِلٍ يَابُنَيَّ ارْكَبْ مَعَنَا وَلَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِرِينَ (42) قَالَ سَآوِي إِلَى جَبَلٍ يَعْصِمُنِي مِنَ الْمَاءِ قَالَ لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ أَمْرِ اللَّهِ إِلَّا مَنْ رَحِمَ وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَقِينَ (43) وَقِيلَ يَاأَرْضُ ابْلَعِي مَاءَكِ وَيَاسَمَاءُ أَقْلِعِي وَغِيضَ الْمَاءُ وَقُضِيَ الْأَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَقِيلَ بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (44)
***
وَقَالَ ارْكَبُوا فِيهَا بِسْمِ اللَّهِ مَجْرَاهَا وَمُرْسَاهَا إِنَّ رَبِّي لَغَفُورٌ رَحِيمٌ (41)
Va QAvLa iRKaBUv FIyHAv BiSMilLAHı MaCRAvHAv Va NURSAyHAv EinNa RabBIy LaĞaFUvRun RaXIyMun
“Ve kavl etti: Oraya rukub edin. Mecrası ve mursası Allah’ın ismi iledir. Benim Rabbim gafurdur rahimdir.”
Gemi hazırlanıp kazan kaynayınca Hazreti Nuh’a gereken emirle hamletmeyi emrettikten sonra kendisi ona tabi olarak oraya rukub ediniz diyor.
Burada yine iki kelimeyle karşı karşıya kalıyoruz; gemiye haml etme, geminin içine rukub etme. “Haml” müteaddi fiildir. İnsanı veya eşyayı araca yerleştirme demektir. “Rukub” ise lazım fiildir. Kişilerin kendi kendilerine binmeleri demektir. Hamilde sadece bir eylem vardır. Rükübde ise aynı zamanda orda kalma demektir. Rukubun gerçekleştiği fiil hamldir.
“Kulna”dan sonra “Ve Kale” denmiştir. “Ve Kulna”ya atfedilmiştir. Allah ona söylemiş, o da insanlara söylemektedir. Rukub edin. Muhatapları değiştiği için “Kale” iade edilmiştir. “Kulna”ya atfetmesi için “Ve” getirilmiş olmaktadır. Biz ona dedik, o da bize değil de onlara dedi şeklindedir.
“Bismillah” diyerek “Bi”nin manası verilebilir. Kur’an’da hiçbir yerde “Kul Bismillah” ifadesi yoktur. Dolayısıyla “Bismillah”ın manası doğa kanunlarına ve şeriata uygun hareket ediyorum demektir. Allah’la yapılan akittir. Yahut mecraha ve mursahanın mukaddem haberidir. İkisini birden içersin diye bu şekilde takdim edilmiştir. Yahut başka bir şeyle yürümüyor anlamındadır. Bunun açık manası, doğa kanunları dışında hiçbir oluş yoktur demektir. “Billahi” değil de “Bismillahi” denmiştir.
“Rabbim mağfiret edici ve rahmet edicidir.”
Buradan anlıyoruz ki Hazreti Nuh’a muhalefet etmiş, ona eziyet etmiş kimseler de binecekler arasında vardır. İman ettikleri için eski küfürleri silinmiştir.
Biz de yarın kooperatifleri kurduğumuz zaman bize muhalefet edecekler, zulmedecekler ama sonunda tevbe edip onlar da kooperatiflerini kuracak, yüz lojmanlı işyeri apartmanlarını yapacak ve oraya taşınacaklardır.
Bu bize şu dönemi bildirmektedir. Allah’ın izniyle Yalova’da yüz lojmanlı işyeri apartmanını yapacağız. Tebliğden sonra ilk yapacağımız iş budur. AK Parti’nin tutumu ile artık bize inanacakların bulunmayacağı anlaşıldı. Şimdi kendimize dönüp yüz lojmanlı apartmanı kendimiz yapacağız. Bu apartmanı inşa edenler başkaları, taşınacaklar başkaları olabilir. İzmir Akevler’de ortak olanlar eşlerinin muhalefeti nedeniyle taşınamadılar ve dairelerini sattılar. Yarın da bu apartmanlara gelmeyecek olanlar olacaktır.
O gün geldiği zaman sosyal tufanı ufukta göreceğiz. Örneğin, uluslararası ekonomik kriz başlayacak ve mevcut düzen çare olamayacak. Ama yine de gelmeyenler olacaktır.
Daha önce işlenmiş günahlara mağfiret edilecektir.
Ve sonra gemiden inilince insanlara rahmet edilip onlara bol bol rızık verilecektir.
İkinci Cihan Savaşı’nda en çok tahrip edilen ülke Almanya ile Japonya olmuştur ama sonra en gelişmiş ülkeler hâline geldiler. İşte o rahmettir.
Lojmanlı apartmanlarda kapalı ekonomi içinde sıkıntı çekerken apartmanlar sonunda barış dünyası üzerinde oturacak ve Allah’ın rahmeti yağacak, III. binyıl uygarlığı oluşacaktır.
وَقَالَ ارْكَبُوا فِيهَا
Va QAvLa iRKaBUv FIyHAv
“Ve kavl etti; oraya rukub ediniz”
“Rükbe” diz demektir. Diz çöktü demektir. Ayakta iken oturmaktır. “Kıyam” oturmuşken kalkmadır. “Rekibe” ise yerleşmektir.
Hazreti Nuh peygamber kendisine tabi olanlara gemisinin kapısını açmış ve haydi binin demiştir. Türkçede hamletmeye yükleme, yerleştirme denmektedir. Arabaya alma olarak kullanırız. Kur’an ona haml diyor. Girip içinde yerleşmeye de rekb etme tabirini kullanmaktadır.
“Biha” denmeyip “Fiyha” dendiğine göre orada kişilerin yerleri belli değildir. Boş buldukları yere yerleşeceklerdir demektir.
Yüz lojmanlı işyeri apartmanına yerleşmek için izin alanlara şurada otur denmeyecektir. Şurada şu işi yap denmektedir demektir. Hangi kat sorumlusu ile anlaşırsa orada oturacaktır. Üretim yerinde hangi boş kadro bulunursa, sorumlusu ile anlaşarak o işi yapacaktır demektir. Görülüyor ki burada getirilen “Fiyha” car ve mecrur bir apartman yönetiminin tüm ilkelerini içermektedir.
Bu manaları verebilmemiz için iki şeyi bilmemiz gerekmektedir. Biri Kur’an Arapçasını grameri ile bilmek gerekir. Diğeri de kıyas ilmini bilmek gerekir. İçtihat bu iki usule dayanır. Usulü fıkıh bunun ilmidir.
بِسْمِ اللَّهِ
BiSMilLAHı
“Allah’ın ismiyle”
“Bi”nin fiilinin mefulü olabilir. “Billahi” denmiyor, “Bismillahi” deniyor. Yani Allah’tan doğrudan değil sebepleri işleyerek onun sünneti içinde binin anlamındadır. Kurallara ve kaidelere göre binin demektir. Ağzımızla da “Bismillah” dediğimiz zaman Allah’la sözleşme yapıyoruz. Ben senin şeriatına uyacağım, senin görevlendirdiğin yetkililere uyacağım demektir. Yarın yüz lojmanlı apartmana veya yüz villalı dinlenme sitesine ortak oldukları zaman da “Bismillah” diyerek ortak olacaklar. Orada tatillerini geçirirken de oranın sözleşmesine uyarak yaşamayı kabul edeceklerdir.
“Bismillah” bundan sonraki “mecraha ve mursaha”nın da haberi olabilir. Bu takdirde geminin tüm hareketi doğa kanunları içinde cereyan edecektir. Özel bir durum olmayacaktır.
Üçüncü binyıl uygarlığına geçerken de tamamen doğal ve sosyal kanunlar içinde geçiş olacaktır. Farklı bir işlem olmayacaktır. Dolayısıyla çözümü mevcut kanunlar içinde aramak zorundayız. Eğer bugün sermayeye dünyayı sömürme gücünü vermiş ve sömürtüyorsa, bu onun kaderidir. Kabullenip ona göre hareket etmemiz gerekir. Burada bize ne görev verdiğini görüp ona göre hareket etmemiz gerekir. Onların hepsi takdir-i ilâhi ile olmaktadır.
مَجْرَاهَا
MaCRAvHAv
“Mecrası”
“Cereyan etmek” demek akmak demektir. Akarsular için aynen “cariyet” denmektedir Durgun sulara da “ayn” denir. Pınarlara da “ayn” denir. Pınarlar aynen cariyedir. Denizde yürüyen motorlara da “cariyet” denmektedir. Geminin sularda yürümesi “cereyan” ile ifade edilmiştir. Geminin kalktığı yerde oturmadığı, belli bir yere gittiği ifade edilmiştir.
Sel bastıktan sonra su çekilince oradaki yapıları yıkar ve “alüvyon” denen toprakları bırakır. Uzun zaman orası tekrar oturulmaz hâle gelir. Dolayısıyla gemi denizlerin yükseldiği yere gitmiş ve orada uygun bir yerde karaya oturmuştur. Oraya gitmesi için de buhardan yararlanılmıştır. Burası dağ değildir. Belki de barajın patladığı yerdir.
Barajlar çalılara toprak kürekleyerek yapılıyordu. Benzer teknikle kunduzlar barajlar yapmaktadır. Yağmur fazla yağınca kili aşındırdı ve baraj boşaldı. İşte, barajın bulunduğu yer en fazla suyun dolduğu yerdir. Burası dağ değil ovaların başladığı yerdir. Yukarıdaki barajlardan biridir. Oraya gitmesi mecrasıdır. Masdar-ı mimidir.
وَمُرْسَاهَا
Va MuRSAyHAv
“Ve mursası”
“Rasiye” sıra dağdır. “İrsa etmek” yerleştirmek, sıralamak demektir. Tuğlayı duvara koymak “irsa” anlamındadır.
Geminin konması gereken yere gidip yerleşmesi, oturması demektir.
Sümer uygarlığı aşağı Irak’ta gerçekleşmişti.
Hazreti Nuh Peygamberden sonra uygarlaşmanın kuzeye kaydığı söylenebilir. Geminin karada oturması için uygun yerin seçilmesi gerekir.
Bir gemi için en tehlikeli zamanlar denize koyarken ve karaya alırken olmaktadır. Karaya oturma tarafı vardır. “Resy/İrsa” kelimesi “Mim”le okunmaktadır. Onu Allah oturtacaktır. Gemidekilerin hasara uğramaması için uygun bir şekilde oturması gerekmektedir.
Yüz lojmanlı dairelerde mecra ve mursa nedir?
Şu safhaları geçireceğiz:
1- Yüz dairelik proje yaparak ve arsayı temin ederek proje yapma…
2- Yüz lojmanlı apartmanı inşa etme…
3- Apartmanda oturup üst bodrumda çalışacak kimseleri yerleştirme ve üretecekleri malların ham maddelerini temin etme... Her malın bir ambar stoku vardır. Kiraya verirlerken o stok da dolmuş olmalıdır.
4- Bu safha ise üretilenlere müşteri bulup üretime geçme safhasıdır. Bir veya birkaç çeşit mallar üretilecek, ona pazar bulunacak ve satılan o mallara karşılık semtte satılacak malları alıp bakkallara getirmek veya siparişleri almış olmak gerekir. İşte, dördüncü safha irsa safhasıdır. Kur’an’da, dağları yerleştirdik ki sizin işinize yarasın deniyor. Sizin için meydan olsun diye arza rasiyeleri koyduk denmekte ve rasiyatın çeşitli yararlarının olduğu bildirilmektedir.
إِنَّ رَبِّي
EinNa RabBIy
“Benim Rabbim”
“Bizim Rabbimiz” değil de “Benim Rabbim” diyor. Yani baştan itibaren Hazreti Nuh Peygamberi eğitmiş o göreve getirmiştir. Kusurlarını ve hatalarını görmemiş, affetmiş ve sonunda hedefe ulaşması için gerekli rahmeti yapmıştır.
Kendisine inananlara diyor ki; Allah yanlışlarımı affetmiştir. Bunun için “Benim Rabbim” diyor. Riskleri olduğunu ama hedefe ulaşacaklarını söylemektedir.
Kendi adına konuştuğu zaman “Rabbim” demektedir. Topluluk adına başkasına hitap ettiği zaman da “Rabbimiz” demektedir. Hazreti Nuh aleyhisselâm burada kendi adına konuştuğu için “Rabbî/Rabbim” demektedir.
Burada işaret edilen husus bütün bu olayların insanlığın uygarlaşması için olduğunu anlatmak içindir. Bu insanlığın terbiyesidir. İnsanların olaylarla terbiye edilerek uygarlaşması sağlanmaktadır. Diğer taraftan burada yapılan hataları da mağfiret etmektedir. İşin yürümesi için hatalar düzeltilmektedir.
لَغَفُورٌ
LaĞaFUvRun
“Gafurdur”
“Miğfer” başımızı koruyan araçtır.
“Gafretmek” demek etkisiz hâle getirmek, görünmez hâle getirmek demektir.
Bir bedel karşılığı kapatılırsa kefaret olur, karşılıksız kapatılırsa mağfiret olur.
Vücudun içinde birçok mikroplar vardır. Ancak bunların çevresi bir kabukla kaplanır, faaliyet gösteremezler. Vücudun zayıf zamanlarında kabuk zayıflar, dolayısıyla ortaya çıkar ve hasta olunur.
İşte, toplulukta da birçok kötülükler vardır ki etkisiz hâle gelir. Topluluk onları sindirir ama yok edemez. Burada ona da işaret edilmektedir. Nekre geldiği için burada başkanın da buna yetkisi vardır anlamı verilebilir. Düzen değişmeden evvel işlenmiş suçlardan, o günkü düzene göre de yanlış olmazsa, artık cezalandırılmaz. “Adil Düzen” geldiği zaman mahkeme kurulup eski saldırılar cezalandırılmaz.
رَحِيمٌ (41)
RaXIyMun
“Rahimdir.”
Gafur olan rahimdir şeklinde de anlarız. O zaman manası iyilik olsun diye mağfiret eder yani sosyal zarar doğurmayacak bir şekilde gafurdur.
PKK’lıları affedip yeni PKK’lıları üretme şeklinde bir mağfiret edici demek değildir. Evet, hikmete uygun mağfiret, hikmete uygun merhamet üretmeyeceğiz. PKK’lıları affedeceğiz ama onları yüz lojmanlı apartmanlarda yerleştireceğiz, örnek semtler oluşacak ve hem kendilerine hem insanlara rahmet olacaktır. Büyük kâfirler büyük Müslüman olurlar.
وَهِيَ تَجْرِي بِهِمْ فِي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادَى نُوحٌ ابْنَهُ وَكَانَ فِي مَعْزِلٍ يَابُنَيَّ ارْكَبْ مَعَنَا وَلَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِرِينَ (42)
Va HiYa TaCRIy BiHiM FiY MaVCiN Ka eLCiBaLı Va NAvDAy NUvXun iBNaHuv Va KAvNa FIy eLMaGZiLin YAv BuNayYa iRKaB MaGaNAv Va LAv TaKuN MaGa eLKAvFiRIyNa
“Ve dağlar gibi dalgalar içinde onları cereyan ettiriyordu. Nuh ma’zilde olan oğluna nida etti; ey oğlum, bizimle beraber rüküb et, kâfirlerle beraber olma.”
Burada iki cümle vardır. Biri Hazreti Nuh’un oğlu ile konuşması, bir de geminin hareketi. Oğlu ile konuşması daha önce olmalıdır. Gemi kalktıktan sonra artık Hazreti Nuh ile konuşulması elbette mümkün olmaz. Gerçi “Ve” harfi ile atfedilmiştir. Sırası söz konusu değildir. Ama takdim edilmesi için de bir hikmet olmalıdır.
Bu cümle hâl cümlesidir. “Ve tecrî” demiyor, “Ve hiye tecrî” diyor. Nuh Peygamberin kendisi ile beraber insanlara söylediği cümledir. Gemiye binin, bu gemi dağlar gibi dalgalar arasında cereyan edebilecek bir gemidir. Bundan sonra gelen cümle ise Hazreti Nuh’un oğlu ile konuşmasıdır. Muhatap başkadır. Onun için öne alınmıştır. Yani onlar gemiye binerken oğluna da sen de bunlar gibi bin diyor. İkisi bir arada olmaktadır. Buradaki “Tecrî” “Hiye”nin haberidir. “Hiye” fail değildir. “Hiye” mübtedadır. Fiil ismi fail anlamındadır. “Biküm” demeyip “Bihim” denmiş olması, bu cümlenin Hz. Nuh peygambere de söylenmiş olduğunu ifade eder. Allah bize diyor ki; o gemi bu vasıfları taşıyan bir gemidir.
Her cismin kendisine göre dalga boyları vardır, buna öz titreşim denir. Bir şeye vurduğunuz zaman farklı ses çıkarır. Bundan dolayı onun ne olduğunu anlarız. Örnek olarak tahta mı yoksa demir mi? Eğer geminin öz dalgası ile denizin dalgası birbirine uygunsa gemi titreşerek parçalanır. Bu sebeple gemi inşaatında, uçak inşaatında bu hususta tedbir alınır. Çok zor alınır. Çünkü gelecek dalganın titreşimini bilmek, gemiyi bu titreşimden uzak tutmak gerekir. Allah ağaçları öyle yaratmış ki rüzgârlar onlara etki edip devirmesin. Öz titreşim dallar arası farklı kılmış. Ağaçlarda her dal ayrı titreşimle titreşir.
Kur’an bize bildiriyor ki biz gemiyi inşa ederken dalgalarla rezonansa gelmeyecek şekilde hareket eder şekilde inşa ettik. O halde bu, cümleyi mu’terizedir (parantez cümlesi). Bu açıklamalarımın tam olarak anlaşılabilmesi için fizikteki rezonans olayını iyice bilmek gerekir.
Gemi yüklenirken Hazreti Nuh da oğlu ile konuşuyordu. “Ma’zil” birbirinden ayrılan yer demektir. Hz. Nuh’un taraftarları bir yerde, Hz. Nuh’a karşı olanlar bir tarafta idiler. Hazreti Nuh’un oğlu da onlar tarafı yer almıştı. Burada “ma’zil” dedi.
Bir toplulukta iki grup oluşunca ayrı ayrı yerlerde toplanırlar. Her biri bir udvede cephede olur. Böylece kimin nerede olduğunu bilirler.
Hazreti Nuh Peygamber karşı taraftan ümidini kesmişti. Artık onlara hitap edecek bir şeyi kalmamıştı. Sadece akrabalığı kullanarak oğlunu yanına almak istiyordu.
Demek ki cepheyi güçlendirmek için imanın dışındaki araçlar da kullanılabilir.
Millî Çözümcülerin buna aklı ermiyor. Gruplara saldırdığınızda onları birleştirmiş olursunuz. Millî Çözümcüler şunu bilmelidirler ki önce hicret edilecek, daru-l iman (yani güven) hazırlanacak, sonra kıtal yapılacak. Hicret (Yalova’ya gitme) darı hazırlama (yüz lojmanlı apartman yapma), imanı hazırlama (savunma tedbirlerini alma, yeter sayıya ulaşma), sonra seçime girip iktidar olma... Önce aşiretini, sonra ocağını, sonra bucağını, sonra ilini, sonra ülkeni, sonra insanlığı barışa ulaştırma... Savaşla değil seçimle, seçime sokmazlarsa yahut seçer de iktidarı vermezlerse, hicret etme... Ona da izin vermezlerse, işte o zaman kılıçları çekme...
Bizim bu hususta Erbakan’dan hiçbir ayrılığımız yoktur. O da bizim gibi düşünmüştür. Tek farkımız; o cari sistemde varlığımızı gösterelim dedi ve gösterdi ama sonuç benim dediğim gibi oldu. Çünkü ben söylememiştim, Kur’an söylüyordu.
Karşı gruplar neyi kabul etmiyordu? Tüm Mezopotamya kavminin birleşip tek güç olma ve güvenliği tesis etme, askerliğe katılma veya cizye verme. Bunun için onlar kâfirdi, müşrik değildi. ‘Oğlum, kâfirlerden olma’ demekle onların kâfir olduklarını bildirmektedir.
Burada bir hususa işaret etmek gerekir. “Felek” denizin yüzeyi veya havada bir yüzeydir. “Fülk” burada dolaşan araçtır. Araçtır veya gemidir. “Fülk” kelimesine zamir dişi olarak gitmektedir. Hattâ “el-fülki’l-meşhun” denmektedir. Tekil erkek zamir de gitmektedir.
Gemiler veya uçaklar filolar şeklinde olursa dişi zamir, tek gemi olursa erkek zamir gider. O halde Hazreti Nuh peygambere emredilen bir gemi yapma değil filo yapmadır. Katılanların sayılarına göre gemiler inşa edilecektir. Emir öyle idi. Katılanların sayısı az olduğu için tek gemi inşa etti diyebiliriz. Ama Kur’an’da geminin tek olduğuna dair ifade yoktur. Filodur. “Vesteve” demiyor “Vestevet” diyor. Bir gün gemi kalıntısını değil gemiler kalıntısını bulacağız.
Biz de bir apartman değil apartmanlar yapacağız. Bir yerde olması da gerekmez. Her ilçede, her köyde, her ilde bu apartmanlar inşa edilecek. Bu apartmanlar yalnız tufanda işe yaramayacak, barışta da işe yarayacak.
a) Çalışma yeri ile yaşama yeri birleşecek ve günün dörtte biri yollarda geçmeyecek.
b) Herkese iş ve aş bulunacak, dâr inşa edilecek.
c) Güvenlik (iman) sorunu çözülecek.
d) Trafik sorunu çözülecek.
e) Ekseriyet demokrasisi yerine hicret demokrasisi gelecek, terör ve isyanlar bitecek.
وَهِيَ تَجْرِي بِهِمْ
Va HiYa TaCRIy BiHiM
“Ve o onlarla cereyan ediyordu”
“Hiye” zamiri “fülk”e gitmektedir. Müennes olduğu için çoğuldur. Geminin birden fazla olduğu anlaşılmaktadır. Buradaki “Him” zamiri onları dendiği zaman bi’l-kuvve Nuh’un kavmini götürebilecek durumda idi denmektedir.
Gemi seyrederken dalganın fazlalığı nedeni ile gemi çok kötü sallanır ve içindekiler rahatsız edilirler. Gemi acaba dalgaların içinde içindekileri rahatsız etmeyecek şekilde nasıl imal edilir? Bugün dahi bu teknolojiye ulaşmış değiliz. Ama Hazreti Nuh Peygamberin gemisi bu işi başarıyorsa gemiye en zorlu dalgalar içinde batmayacak şekilde inşa edildiğine işaret etmektedir. Dalganın sudaki derinliği yüksekliği kadardır. Eğer denizaltı gemi yapar dalga yüksekliğinin altına inerseniz dalgalar size etki etmez. Geminin denizaltı şeklinde inşa edildiği söylenebilir. Geminin iniş çıkışında buhardan yararlanılır. Boş oda olursa su ile doldurur veya boşaltırsınız. Gemi yukarı çıkar veya iner. Burada önemli olan vana olarak ne kullandıklarıdır Ağaçtan olan yarık yine ağaçla kapatılmaktadır.
فِي مَوْجٍ
FIy MaVCın
“Dalga içinde”
“Dalga” tekil kelimedir. “Cibal” ise çoğul kelimedir. “Mevc” kelimesi su gibi adedi olmayan çoğulu da ifade eden tekil bir kelimedir. Dalga ayrı ayrı dalga parçacıklarından oluşmaktadır. Su yerinde iner çıkar, hareket etmez. Sadece biri inerken diğeri yukarıya çıktığı için dalga hareketli imiş gibi görünür. Bu sebepledir ki “Mevc” kelimesi bir dalgayı değil bir dalga birliğini ifade eder. Ayrı dalga yoktur, aynı suyun değişmekte olan özelliğidir.
Bu kelime bize dalganın bu özelliğini de bildirmektedir.
“Mevc”i bir dalga olarak anlarsak, sanki bir dalga içinde sığınmış gibi olur.
Kur’an’ın tercümesi işte bunun için yapılamaz.
كَالْجِبَالِ
Ka eLCiBaLı
“Cebeller gibi”
Karada nasıl dağlar sıralanırsa denizde de dalgalar sıralanmıştır. Aynı yerin yüksekliği ve düşüklüğüdür. Karadaki dağlar. Denizdeki dağlar da böyledir.
“Mevc” nekre olduğu gibi “Cibal” marifedir. Sıra dağlar kastedildiği için marife hâlinde ifade edilmiştir. Dağlar bir yerde iner ve çıkar, deniz de dalgalar da öyledir.
Bununla beraber cibal gibi olan gemiler de olabilir. Yani gemi dalgalar içinde karadaki dağlar gibi olur. Bu takdirde bir gemi yerine birkaç gemi olması da buradan teyit edilmektedir.
Hazreti Musa’nın hikâyesinde Kur’an’a dayanarak Firavun’un boğulmadığını ortaya koyduk. Yine burada Kur’an’a dayanarak Nuh’un gemisinin bir tane değil de deniz filosu olduğunu ortaya koyduk. İleride kalıntılar bulunur da gemilerin çok olduğu ortaya çıkarsa, bizim Kur’an’ı doğru anladığımız ortaya çıkar, bu da Kur’an’ın mucizesi olur; tek gemi çıkarsa bizim Kur’an’ı yanlış anladığımız ortaya çıkar.
وَنَادَى نُوحٌ ابْنَهُ
Va NAvDAy NUvXun iBNaHuv
“Ve Nuh oğluna nida etti”
Dağlar gibi dayanıklı gemiye Hazreti Nuh’a inananlar yerleşirken, Hazreti Nuh da kendi oğlu ile meşgul olmuştur. “Ve” harfi ile atfedildiği için ikisi bir arada olmaktadır demektir. Kavminden ümidini kesmiş ve artık gemi yapmaya başlamıştı. Şimdi yine oğlu ile meşgul olmaktadır. Bunun anlamı şudur; topluluk başka, kişiler başkadır.
Biz de AK Parti’den ve Saadet Partisi’nden ümidimizi kestik. Artık onlara tebliğ yapmanın yararı olmayacağı açıktır. Ama oradaki arkadaşlardan ümidimizi kesmedik. Onların içinde tevbe edip “Adil Düzen”e gelecek insanlar olacaktır. Dolayısıyla onlarla özel olarak ilgilenmemiz gerekir. Onları uyarmamız, onları davete devam etmemiz gerekir. Gelir veya gelmezler, ona karışmamamız gerekir.
Evet, AK Partideki üç dönemzedelere diyoruz ki: 13 (on üç) sene iktidarda kaldınız. Çok işler de yaptınız. Şimdi ne oldu? Sizin çırpınıp biriktirdiğinizi yemek için ekip hazırlanmıştır. Bu dönem yiyemezlerse bundan sonraki dönemde yiyecekler. Biz bunların bu yaptıklarını defalarca yaşadık. Siz biriktirdiniz, yemezsiniz, içmezsiniz, bankaları zenginleştirirsiniz; sonra onlar gelirler ve oraları boşaltırlar. Bilahare tekrar biz eşekleri iktidara getirirler. Çalışırız, biriktiririz, sonra onlar atlar gelir ve afiyetle yerler.
O halde Hazreti Nuh’un oğlunu davet etmesi, Hazreti İbrahim’in babasını davet etmesi gibi biz sizi davet ediyoruz. Gelin, kooperatifleri kuralım. Akevler’in yerlerini gasp ettiler. Evet, gasp ettiler ama devlete kaldı. Orada da yiyemiyorlar. Çünkü Akevler devam ediyor.
وَكَانَ فِي مَعْزِلٍ
Va KAvNa FIy eLMaGZaLı
“Ve ma’zilde idi”
Topluluk ikiye ayrılmıştı. Kimileri Hazreti Nuh’un yanında yer almıştı, kimileri de Hazreti Nuh’un karşısında yer almıştı. Ayrı ayrı yerde toplanmış, birbirlerine karşı cephe kurmuşlardı. Hazreti Musa denizi geçti, Hazreti Nuh da gemiyle uzaklaşıyordu.
“Ma’zil” ayrılanların yeri demektir. Onlar için Hazreti Nuh’un yakınları ayrılmıştı, Hazreti Nuh’un yanındakiler de gemiye binmemekle ayrılmıştı. İsmi mekân olduğu gibi masdar da olabilir. Kooperatiflere taşınmayacaklar, ma’zil olacaklardır.
Biz Adil Düzene 60’lı yıllarda başladık. O zaman semt kooperatifleri kavramı, yüz lojmanlı işyeri apartman kavramı yoktu. Sadece kooperatifler vardı. Şimdi ileri safhaya gelmiş bulunuyoruz. Yalova’da semt oluşturmaya adımımızı atmış oluyoruz. İzmir Akevler’e hicret amacıyla değil mesken amacıyla geldiler. Kendi atalarını ve âdetlerini bırakmaları mümkün olmadı. Şimdi Yalova’da müslimlerin desteği ile siteyi kuracağız. Ama oraya müslimler değil müminler yerleşecekler ve örnek site oluşturacaklardır.
Böylece semt siteleri oluşacak, her sitenin kendi içtihat ve icmaları ile bu iş oluşacak, farklı olacak. Sonra başarılı olanlar yaygınlaşacak, örnek on civarında tip uygulama kalacaktır. “Üçüncü Binyıl Âdil Kur’an Düzeni Uygarlığı” böyle kurulacaktır.
AK Partideki üç dönemzedeler bu kooperatifleşme faaliyetlerine davet olunmaktadır.
يَابُنَيَّ ارْكَبْ مَعَنَا
YAv BuNayYa iRKaB MaGaNAv
“Ey oğlum, bizimle beraber rüküb et”
Herkesi değil, kendisini dinleme ihtimali binde bir olanı davet etmektedir.
Biz de AK Partilileri değil, bizden oraya katılıp sonra kovulanları davet ediyoruz. Büyük işler yaptınız, Türkiye’yi ve dünyayı farklı yere getirdiniz. Eşek gibi çalıştınız. Şimdi onlar atlar gibi afiyetle yiyecekler. Yine sıra bize gelecek, devleti borçlar içinde boğduğunuz zaman bize ihtiyaçları olacak.
Bankalar iflas etmiş durumdaydı, devlet garantisi olan 50 milyar dolar borcunuz vardı. Devlet güya borç almış, ödeyememiş, müflis hâle gelmiş, halktan dilenir durumu vardı. Bolu Tüneli bitmiyor, Karadeniz otoyolu bitmiyor durumu vardı...
Şimdi size gidin dediler, siz de gittiniz!
Artık Akevler’e dönün ve işimize bakalım.
Bir daha da eşekler gibi çalışıp biriktirdiklerinizi atlara kaptırmayalım.
Akevler’i kapatamadılar. Arsayı aldığımız günden bugüne kadar hep onu yağmalamak için uğraştılar, başaramadılar.
وَلَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِرِينَ
Va LAv TaKuN MaGa eLKAvFiRIyNa
“Ve kâfirlerle beraber olma”
Evet, Nuh’un Kavmi kâfir idi. Allah Nuh’un Kavmine büyük nimetler vermişti. Sümerler gelmiş, yerli halkla kaynaşarak barajlar inşa etmiş, 60 000 yıllık ilkel yaşam son bulmaya başlamış, uygarlaşma yolunda adımlar atılmıştır. Bunun şükrünü ifa edip Allah’a hamd etmeleri gerekirken, onlar nankörlük yapmakta ve kâfir olmaktadırlar.
Bugün de Türkiye’ye Allah nimetler vermiştir.
1- İslâm uygarlığının 500 senelik temsilcileri olmuş, dünyayı uygarlaştırmışlardır.
2- İmparatorluk yaşlandığı için ortadan kalkmış ama onun yerine genç cumhuriyet kurulmuş, İstiklâl Savaşı ile topraklar ona iade edilmiştir.
3- Yaptığı inkılâplar ve ekonomik uygulamalar ile bugün Türkiye en gelişmiş ülke hâline gelmiştir. Demokraside çok partili serbest seçim yalnız Türkiye’de vardır. Anadolu holdingleri yalnız Türkiye’de vardır. Gülen Cemaati vardır. “Adil Kur’an Düzeni” çalışmaları yalnız Türkiye’de vardır.
4- Millî Görüş ortaya çıkmış ve anayasa ekseriyeti ile iktidara ulaşmıştır.
5- Akevler “Adil Düzen”i hazırlamış, size sunmaktadır.
“Adil Düzen”den, İslâm düzeninden, Kur’an düzeninden gâvuru müslimi yüz çevirmiş ve cephe almıştır. Bundan daha büyük nankörlük ve küfür olur mu?
قَالَ سَآوِي إِلَى جَبَلٍ يَعْصِمُنِي مِنَ الْمَاءِ قَالَ لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ أَمْرِ اللَّهِ إِلَّا مَنْ رَحِمَ وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَقِينَ (43)
QAvLa SaEaEAvVıy EiLAv CaBaLin YaGSiMUvNIy MiNa eLMAvEi QAvLa LAv GAvÖMa eLYaVMa MiN EaMRi elLAvHi EilLAv MaN RaXıMa Va XAvLa BaYNaHuMa eLMaVCu Fa KAvNa MiNa eLMuĞRaQIyNa
“Kavl etti: Beni mâdan/sudan ısmet edecek bir cebele iva ederim. Kavl etti: Allah’ın emrinden rahmet ettiği kimsenin dışında bugün ısmet edecek yoktur. İkisinin arasına mevc havl etti ve muğreklerden oldu.”
Cebel nekredir, sudan ısmet edecek olması onun sıfatıdır. Buradaki “mâ” “mevc”e tekabül eder. Tane tabiatlı değil süreklidir. İkisi de nekredir. İkisi de bir fiille vasıflandırılmıştır. Bu tür isimler harfi tarif ile geldiği zaman kitle ifade eder. Artık “el” gelmektedir. Verilen haber doğru çıkmış, Hazreti Nuh gerçekleri söylemiş ama halk Hz. Nuh’a inanmamaya devam ediyor.
1960’larda biz kooperatif kurduk, Erbakan Millî Görüşü oluşturdu. F. Gülen de cemaati oluşturdu. Biz onlara şunu söyledik. Bunları oluşturmanız gerekir. Bunun iki nedeni vardır. Biri; bize olacak saldırıları böylece def ederiz. İkincisi ise; biz bunlar sayesinde tebliğ yaparız. İnsanlık bunlar sayesinde bizi muhatap alır. Ama şunu bilmeniz gerekir ki bu yolla İslâm inkılâbı olmaz. İslâm inkılâbı için Akevler Kooperatifi’ne devam etmeniz gerekir.
Onlar, ‘burada kazanalım oralarda harcayalım’ dediler. Bunların ikisi de ayrılıp cari sistemlerde bankalar kurdular, holdingler kurdular. Deneyin ve başaramadığınızı görün dedik. Her ikisi de beklenmedik şekilde çok açık olarak başaramayacaklarını gördüler ama hâlâ Hazreti Nuh’un oğlu gibi dağlara sığınıp kurtulacaklarını sanmaktadırlar.
Dağ nedir?
Sermayedir, siyasettir, koalisyondur.
Bu dağlara yakında kar yağacaktır.
Hazreti Nuh oğluna cevap veriyor; Allah’ın emrine karşı O’nun rahmet ettikleri dışındakileri koruyacak yoktur.
Biz de şimdi tüm dünyaya hitap ediyoruz; kapitalizm sizi kurtardı mı, sosyalizm sizi kurtardı mı, karma sistem sizi kurtardı mı, ekseriyet demokrasisi sizi kurtardı mı? Türkiye’dekilere diyoruz: Ey AK Parti, anayasa ekseriyeti seni kurtardı mı? Siyasi partiler kanununda odak noktası ile partinin kapatılacağı maddesini bile değiştirmediniz. İktidar olmak yeterli değildir. Halkı inandırmak gerekir. Bu da ancak kooperatiflerle olur. Millî Çözümcüler biraz daha söylediklerim üzerinde düşünsünler. Bizim kitleleri harekete geçireceğiz. Silahla değil imanla onları yeneceğiz. Millî Görüş öyle yapmadı mı?
“Mevc” burada marife gelmiştir. Dalga bütününün içinde bir dalga gibidir.
“El-Mâ” gibi “el-Mevc” gelmiştir.
Kuran böyledir. Bir âyette birçok sorunları çözer, usul sorununu, gramer sorununu çözer. Gark olanlar arasında oldu denmektedir. Gark olanlar karada kalanlardır.
Kooperatifler dışında kalanlar gark olacaklardır.
Biz bunları fıkha dayanarak kırk sene önce yazdık. Süleyman Akdemir ve Arif Ersoy bunlar üzerinde tezler yaptılar. Ama o zaman yazarken biz de anlamadan yazıyorduk. Şimdi ise yaşadık ve gördük. O zaman yazdıklarımızı bugün anladık. Çünkü uyguladık.
قَالَ
QAvLa
“Kavl etti”
“Nuh nida etti” dedikten sonra “Kâle” demektedir. “Nida”da Hazreti Nuh’a yaklaştı. Hazreti Nuh onları söyledi. O halde bundan önce bir “Kâle” mahzuftur.
Arapça konuşma kurallarında karşılıklı “kâle-kâle” denir “ve” harfi getirilmiyorsa fail değişmiş olur. Dolayısıyla “cevaben dedi” manasındadır.
Türkçe konuşmada…
Ahmet Hasan’a;
- Yarın bana gelir misin dedi.
- Gelirim dedi demek beliğ konuşma değildir. Onun için aralarına “tire” koyuyoruz.
Arapçada beliğ konuşmadır. “Kâle”nin tekrarı failin değiştiğini ifade eder. Artık yakından konuşmaktadırlar.
Bizim de ma’zilde bulunan arkadaşlarımıza onları davet ederek ikili olarak görüşmemiz gerekir. Hz. Nuh’un oğlu geldi, görüştüler. Gelmeyenlerle siz ilgilenmelisiniz.
Dünyada servet edinmek, dünyada makam edinmek hiçbir şey ifade etmez. Yarın âhirete vardığımızda bütün bu nimetlerden sorulacağımızı bilmeliyiz. Yalnız ben değil, Adil Kur’an Düzeni Çalışanlarının hepsi bu görevi yüklenmeli ve ma’zilde olan kardeşlerimizi filomuza çağırmalıyız; gelin, yüz dairelik lojmanlı işyerlerini yapalım demeliyiz.
سَآوِي إِلَى جَبَلٍ
SaEaEAvVıy EiLay CaBaLin
“Bir dağa iva ederim”
Burada “Se” getirilerek yakında dağa sığınırım diyor.
Su artık gelmektedir. Seller boşalmıştır.
Bugün benzeri tsunami oldu. Japonlar zelzeleye dayanıklı sağlam binalar yaptılar. Ama deniz dalgalarına çare bulamadılar. Tek yapacağımız şey vardır, O’na teslim olmak.
Bugünün sorunu şudur. İnsanlık “merkezî sömürü düzeni” ile yönetilmektedir ama bu böyle devam etmeyecektir, “yerinden halk yönetimi” gelecek ve yaygınlaşacaktır.
Bunun böyle olacağını görmek için bugün peygamber olmaya gerek yoktur.
1980’lerde Prof. Ekrem Pakdemirli’ye şunu sordum: Faizli düzenin ülkemizi kalkındıracağını söylüyorsunuz. Size bir şey soracağım; ‘Kaç sene sonra dış borçlarımız azalmaya başlayacak?’ ‘Beş sene sonra!’ demişti. Turgut Özal’la beraber beş sene iktidarda kaldılar ama borçlarımız azalmadı. Borç bugün de artmaya devam ediyor. Bugün devletin borcu ne kadardır, bilmiyoruz! Çünkü kurumlara bölüştürüldü. Kimse toplamıyor. Ama ulusun toplam dış borcu 800 milyar dolara dayanmıştır ve durmadan artmaya devam etmektedir. Pakdemirli’ye bu konuyu görüşmeyi ve çözüm önerilerimi sunmayı talep ettim. Tenezzül etmedi!
Bunlar bizim kavmimiz.
Nuh kıssasını dikkatlice okumanız ve beklemeniz gerekir. Yarınki tufanı gördüğünüz zaman boğulanlardan olmamanız için dikkatli olmanız gerekmektedir.
يَعْصِمُنِي مِنَ الْمَاءِ
YaGSiMUvNIy MiNa eLMAvEi
“Beni sudan ısmet eden”
Burada “eder” olduğu halde ben “eden” diye tercüme ettim. Çünkü buradaki cümle sıfattır. Türkçede de göz görürde göz faildir, görür fiildir. “Görür göz”de ise görür fiil değil sıfattır. “Hiye tecri bihim”de de böyledir.
Gerek Hz. Musa’nın denizi geçmesi, gerekse Hz. Nuh’un gemi ile tufandan kurtulması bugünün teknolojisi ile zordur. Köprü kuracaksınız ama köprü kurabilecek kadar bile vaktiniz yoktur. Bir gemiyi karaya zor indirirken, sel gelecek, ortalığı deniz kaplayacak, ama sizin geminiz alabora olmayacaktır. Belki de o gemi denizaltı idi de ondan dolayı bu mümkün oldu.
Kur’an’ın verdiği bu bilgilerden sonra Tevrat da yeniden okunmalıdır.
Bugün Karadeniz’de hâlâ tahtadan takalar yapılmaktadır, bunlar incelenmelidir.
Bugünkü dünyada çok petrole, çok yola, çok uçağa sahip olmakla sosyal tufandan kurtulunacağı sanılmaktadır. Oysa sosyal tufanı hazırlayanlar bunlar, çevre kirliliğini getirenler bunlar, ekonomik krize sebep olanlar bunlar, savaşların kaynağı bunlar. Bütün isyanların sebebi bunlar. Sebep kendisini nasıl yok edecektir?!.
قَالَ لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ
QAvLa LAv GAvÖMa eLYaVMa
“Bugün hiçbir asım olacak yoktur”
“Asıme” üstünlü getirilmiştir. Cinsi eksiksiz nefy etmek içindir.
Evet, şimdi biz diyoruz ki; faizli düzen batacaktır. Batmaya başlamıştır. Dolar sahipleri karşılığı olmayan dolarlarını faizsiz piyasaya sürmüyor. Piyasa da para ile doyduğu için faizle kimse kredi almıyor, alamıyor. İşte krizin başlangıcı budur. Devletler yardıma koşuyor. Ne var ki devletler de kendi paralarını dolara bağlamışlar, onların da eli kolu bağlı.
Diyoruz ki; çözüm çok basit. “Adil Kur’an Düzeni” gemisine binin diyoruz.
Cevap veriyorlar: Bu düşünce ütopik düşünce imiş!
Bunun neresi ütopik? TL’yi altına kote edin. İhracatı yalnız Türk Lirasına göre yapın. Bu tıkanıklık aşılsın. Biliniz ki bu doların da hiç olmazsa ulusal para olarak kalmasına yardımcı olacaktır. Yoksa o tufan içinde ABD de federe devletler de helâk olacaklardır.
Kalbi olmayan hayvanları ortadan bölerseniz yine yaşarlar. Solucan böyledir. Ama insan eğer kan kaybederse ölür. Bugün insanlık dolarla tek kalbe sahip hâle gelmiştir. Bir yerde çalışmaması tüm dünyanın damarlarını tıkar ve yaşamamız mümkün olmaz.
“Bugün” deniyor. Bekleme müddeti vardır. Uyarma, hazırlanma müddeti vardır. Ama yeni düzenin devreye girme zamanından sonra artık müsamaha yoktur. İslâm iktidar olmadan önce ses çıkarmama vardır ama iktidar olduktan sonra göz yumma ve muhasebe yoktur.
Bu sebepledir ki Erdoğan’ın anayasaya aykırı gibi davranışlarının tamamı yerindedir. Evet, oğlunu polise vermeyecektir. Evet, cumhurbaşkanı iken halkı partiye çağıracaktır. Gerçek olan şudur ki cephe Erdoğan’a karşı kuruldu. Savaş durumuna geçildi. Dışarıdan alınan dolarlarla seçime etki edildi. Dışarıdan dolar almak meşru mu? Meşru oldu!
Erdoğan da savunmaya geçti. Yenildi mi? Hayır! Ama uyarıldı. Halk yine en çok oyu ona verdi. Ama %16 gibi bir fark var. Ordu hâlâ onu destekliyor. Partisi onu destekliyor. Hükümeti kurma onun elinde. Çünkü sermayenin sömürü dönemi sona ermiştir. Millî Nizam Partisi ile başlayan savaş devam etmektedir. Erdoğan galip gelmese de “Adil Düzen” galip gelecektir. Bu arada Erdoğan da yerini kendisi tayin edecektir.
مِنْ أَمْرِ اللَّهِ
MiN EaMRi elLAvHi
“Allah’ın emrinden”
Nedir Allah’ın emri?
Devlet aşaması öncesi kişi yönetimi sona emiş, şeriat yönetimine başlama emridir. Ondan sonra peş peşe peygamberler gelecek, kitaplar inecek ve sonunda Kur’an’la tamamlanacaktır. Yani uygarlaşmaya başlama emridir.
Bu da ancak 20’inci yüzyılın sonunda tamamlandı.
Uygarlaşmayı şöyle tarif ediyoruz. Satılan ürünlerin üretilen ürünlere bölümüdür. Yani kimse kendi ürettiğini tüketmezse uygarlaşma tamamlanmıştır demektir. Bu da 20’nci yüzyılın sonunda gelmiştir.
O günkü Allah’ın emri şeriat döneminin başlaması emridir.
Bugün de Kur’an nurunun tamamlanması emridir.
Kur’an nâzil olduğu zaman o günkü uygarlık Kur’an’ın uygulanmasına elverişli değildir. Birinci Kur’an uygarlığı Kur’an uygarlığına zemin hazırladı, İslâm ve Batı uygarlıklarını oluşturdu.
Şimdi gelen emir artık Kur’an nurunun tüm insanlığı aydınlatmasıdır. Bunu durdurmak isteyen herkes dalgalar arasında boğulup gidecektir. Nuh tufanını bir örnek olsun diye Allah ca’letmiştir. O gerçektir ama bize örnek olsun diye gerçektir.
إِلَّا مَنْ رَحِمَ
EilLAv MaN RaXıMa
“Rahmet ettiği kimse dışında”
Yeni uygarlığın kurulması için layık olmasalar da Allah bir kısım insanları gemiye almıştır. Firavunu boğulmaktan kurtarmıştır.
Biz Adil Düzen Çalışanları kendimiz biliyoruz ki o büyük görevi yapmaya layık kimseler değiliz. Günahlarımız var, tembelliğimiz var. Örnek olarak ben hayatımda kendime güvenerek hiçbir iş yapmış değilim, mutlaka birisiyle çalışmışımdır. Bu Allah’a inanamamam demektir. Neden O’na güvenerek doğrudan ben bu işi yapmalıyım diyemiyorum. Adil Düzen Çalışanları dikkat ederlerse mutlaka eksiklikleri vardır, hem de bu eksiklikler çok büyüktür. Ama Allah onlara rahmet etmektedir. Bu büyük görevi başaracaklardır.
O’nun rahmet ettiği kimseler sosyal tufandan kurtulmuş olacaklardır.
وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ
Va XAvLa BaYNaHuMu eLMaVCu
“Ve aralarında mevc havl etti”
Aralarına dalga girdi ve konuşma orada bitti.
Bir gün bizimle konuştuğumuz kardeşlerimizin arasına böyle dalga girecektir.
Örnek olarak AK Parti ile Cemaat arasında kavga vardır. Bu kavganın arkasında sermaye ve devletler vardır. Her birinin çok ağır silahları var.
Biz bunlara diyoruz ki; hakemlere gidin. Dinlemiyorlar. Bu durumda yapacağımız iş ikisinden de uzak durmadır. Bu hususta AK Parti’yi hâlâ destekleyenler vardır. Bu hususta hâlâ Cemaati destekleyenler vardır. Yarın onlar birbirlerine atom bombaları yağdırabilirler. Biz ise onlardan uzak isek kurtuluruz. Yanlış yaptıkları işte onlarla beraber isek biz de onlarla birlikte sosyal tufanda boğulup gideriz.
فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَقِينَ
Fa KAvNa MiNa eLMUğRaQIyNa
“Gark olanlardan oldu”
Demek ki insanlık ikiye ayrılacak; Akevler’in gemilerine binenler bir grup, sermayenin bataklığında kalanlar bir grup. Bu ayrılık yeni başladı. Mücadele devam edecek. Cepheler belirlenecek. Akevler gemilerine binenler kurtulacak, onlar ise sosyal tufan içinde boğulacaklardır. Elbette bir gün dünyaya Allah’ın nuru ışık verecek ama bunlarla cidal yapmak bizim görevimiz değildir. Bizim görevimiz nefsimizle cihad edip “Adil Kur’an Düzeni”ni kurmaktır, saldırılara karşı da dik durmaktır.
وَقِيلَ يَاأَرْضُ ابْلَعِي مَاءَكِ وَيَاسَمَاءُ أَقْلِعِي وَغِيضَ الْمَاءُ وَقُضِيَ الْأَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَقِيلَ بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (44)
Va QIyLa YAv EaRWu iBLaGIy MAvEaKi Va YAv SaMAvEu eQLiGIy Va GıYWa eLMAnEu Va QuWıYa eLEaMRu Va iSTaVaT GaLay eLCUvDıyYı Va QIyLa BuGDan Lil QaVMi elJALıMIyNa
“Ey arz, maını ba’l et ve ey sema, sen de ıkla’ et. Ve ma ğayd etti. Ve emr kaza olundu ve Cudi üzerine istiva etti. Ve zalim kavimden bu’d olunsun diye kavl olundu.”
Buraya kadar Hz. Nuh inkılâbının nasıl olduğu anlatıldı. Bundan sonra yeryüzünde yeni dönem başladı, şeriat dönemi başladı. Hz. Hud geldi, Hz. Salih geldi, Hz. İbrahim geldi, Hz. Lut geldi, Hz. Şuayb geldi, Hz. Musa geldi, Hz. İsa geldi ve sonunda Kur’an geldi.
Ve yirminci yüzyılda Kur’an düzeninin gelmesi için şartlar tamamlandı.
Artık peygamber gelmeyecektir.
Bediüzzaman geldi, çağın imanını yeniledi.
Erbakan geldi, yaşadığımız çağın siyasetini yeniledi.
F. Gülen Bediüzzaman’ın yolunu dünyaya duyurdu.
Erdoğan Erbakan’ın başlattıklarını dünyaya gösterdi.
O günden bugüne kadar olanlar işte bu “Kıyle” ile başlayacak.
“Arz ve semaya dendi” deniyor. Onlar duyar mı? Sonra kimin dediğini söylemiyor. Buranın görevlileri var, melekler var. Onlar düzeni yönetmektedirler. Meleklere inanmak bu demektir. Onlara dendi. Yer’in semanın yönetmeni dendi. Arz ve semanın maını denmektedir. Yani mâ hem arzın hem semanın mâıdır. Yer suyunu dağlarda kar, bitkilerde, kar sularında, toprak içinde bulundurmaktadır. Asıl deposu denizler olmaktadır. Denge zamanı her biri kendi normal yerlerinde durmaktadır. Bu sebeple “suyunu” ifadesini kullanmaktadır. Başka bilgiye daha sahibiz. Hayat su ile mümkün olmaktadır. Güneş sistemi içinde yalnız yerde su var ve gerektiği kadar var. Burada suyunu dengele, suyuna sahip çık anlamına da işaret etmektedir.
“Sema” denmektedir. Çünkü suyun bulunduğu sema 10 kilometre kalınlığında bir semadır. Bugün uçaklar bunun üstüne çıkarak rahat uçmaktadırlar. Oysa yağmurun oluştuğu sema fırtınalıdır. Bunun için “semavat” denmiyor, “ey sema” deniyor. Havanın su ile doyma miktarı vardır. Ondan fazlası olunca kusar ve yağmur olur, kar olur.
Ve su kendi bulunduğu yerlere çekildi. Su, burada nekredir. Süngerin suyu emmesi ğayddır. Kalaa da gaye suyu yerde bırakmaktır. Gayd da gaye boşlukları su ile doldurmadır. Böylece iki kelime kullanılmıştır. Kendi çıkarı için emmek, diğeri ise bulunduğu yerden uzaklaştırmak için emmek. Kâinat öyle düzenlenmiştir ki denge korunsun.
“Su ğayd edildi” demek su nerede bulunması gerekli ise oraya alındı demektir.
Buradan şunu öğreniyoruz ki bir şey şer veya hayır değildir, şeylerin kullanılması hayır veya şerdir. Azı da zarardır, çoğu da zarardır, istenilen miktarda ise yararlıdır.
Her şey malumu kadarda olmalıdır, denge miktarında olmalıdır. Optimum nokta denge demektir. Batılılar öyle söylüyor.
Demokrasi deyip anarşiye gitmek ne kadar zararsa, düzen deyip baskıya almak da o kadar zarardır. Aslında “Adil Düzen” kelimesi yanlıştır. Düzen zaten adildir. Burada bunun anlatılması bize düzenin kurulduğunu göstermektedir. Nasıl sular yerli yerine getirilmişse, düzende de her şey yerli yerine oturacak, her şey yeteri kadar olacaktır.
Bu sûrede geçen dördüncü kelime de “Cudi” kelimesidir. Bu da bir defa geçmektedir. Bunu özel isim olarak anlayıp bir dağ kabul etmek hatadır. Kur’an’da dağda oturdu tabiri kullanılmamaktadır. Dağa neden otursun? Çünkü yeniden hayat dağlarda başlamayacak, ovalarda başlayacaktır. Bu kelimenin üzerinde daha çok durmanız gerekir.
Geminin istiva ettiği yer kurtulan Nuh kavminin yaşayabileceği yer olmalıdır. Bu dağ değil belki tufanın başladığı yer olmalıdır. Deniz bir alanı kapladı, o alanın kenarlarından birinde olmaktadır. Orada tedricen oturması gerekmektedir. Bir kapalı yer olacak, sular yavaş yavaş boşalacaktır.
Kur’an’da “Cudi” kökü üç defa geçmektedir. Birincide atlardan bahsetmektedir. Diğerinde Tebbet Sûresi’nde cidinde habl vardı deniyor. Burada da cudi olarak geçmektedir.
Sayısı tek olduğuna göre, çifte tamamlayan başka akraba kelime olmalıdır. “CVZ” köküdür. Sekiz defa geçmektedir. Tecavüz etmek geçip kurtulmak demektir. Buna göre güvenli selamet bir yer olmalıdır. Bir daha sel gelirse orasını almamalıdır.
Fay hatları vardır. Bunu bildikleri halde yine orada kentleşmektedirler. Oysa buralar dinlenme sitelerinin, ahşap evlerin bulunduğu yerler olmalıdır. Yüz dairelik lojmanlı işyerleri ise daha sağlam yerlerde yapılmalıdır. Marmara’daki faylar düz kumlu yerlerde olmaktadır. Dağlar ise aynı derecede tehlikeli değildirler. Bu sebepledir ki Marmara Bölgesi’nde yüz dairelik apartmanlar yüksek yerlerde kurulmalıdır. Camileri tepelerde yaptıklarından varlıklarını sürdürmektedirler. Dağlar birbirlerine sert kayalıklarla bağlı olmadıkları için enerji ovalarda emilmektedir. Başka yerlerden daha güvenlidir.
وَقِيلَ يَاأَرْضُ ابْلَعِي
Va QIyLa YAv EaRWu iBLaGIy
“Ve ey arz, ba’l et”
Olağanüstü haller olmaktadır. Örnek olarak zaman zaman zelzele olmaktadır. Dünya dönmektedir; Ekvator süratle, kutuplara yakın yerler ise yavaş dönmektedir. Dolayısıyla kutuplar ile Ekvator arasında devamlı gerilimler vardır. Zaman zaman kopmalar olmakta, karalar yer değiştirmektedir. Bir de karalar magma denizinin üzerinde oturmaktadır.
Dağlar aşınınca hafifler, yükü artar, gemi gibi yükselir, bu da yine zelzeleye sebep olur. Ne var ki bunlar hesabi değildir. Nerde ne zaman olacağı belli değildir.
Buna benzer olaylar da yağışta yani havada olmaktadır. Yer yani Dünya batıdan doğuya dönerken havayı da sürüklemektedir. Bu da zaman zaman atmosferik olaylar olmasına sebep olmakta, beklenmedik yağışlar olmaktadır. Sonra da normal döneme dönmektedir.
مَاءَكِ
MAvEaKi
“Suyunu”
Yer deyince yalnız kara olarak anlamamak gerekir. Denizler de yerdir.
Denizlerden çıkan buhar güneşi engeller ve deniz artık yeni buhar göndermez. Yağmur yağınca bulut çekilir. Güneş yeniden buhar oluşturur. Böylece su dengeli bir şekilde yeryüzü üzerinde döngü yapmaktadır.
Kan vücudumuzda ne ise su da yeryüzünde odur. Onun kalbi denizdir. Enerjiyi Güneş’ten alır. Su arzın malıdır.
وَيَاسَمَاءُ أَقْلِعِي
Va YAv SaMAvEu eQLiGIy
“Ve ey sema, suyu em”
Yere suyunu yut denir, çünkü su yere lazımdır ve onun kanıdır. Göğe ise gerek yoktur. Sadece yerdeki düzenin yürümesi için o suyu çekmekte ve salmaktadır.
Nasıl ıslanmış yerde süngerle suyu alır başka yere akıtırsan, gök de suyu denizlerden alır ve karalara da akıtır. Isındığı zaman suyu emer, soğuduğu zaman da çıkarır. Denizlerde ısınan hava suyu emer, sonra soğuk dağlara çarpar ve suyunu boşaltır.
Biraz evvel boşaltmıştı.
Şimdi de em diyor.
Bize aynı zamanda su döngüsünün safhalarını anlatmaktadır.
وَغِيضَ الْمَاءُ
Va YıWa eLMAnEu
“Ve mâ ğavd edildi”
Sular yerli yerine yerleşti, normal hâle döndüler.
Rahimlerin dışarıdan aldıklarını ğayd ile getirmektedir.
Burada meçhul fiil ile su gideceği yere gitti denmektedir.
Suyun geçici olarak yaptıklarına işaret ederek normal hâle döndüğü anlatılmaktadır.
Vücutta hücreler için gerekli maddeleri kan taşır. Her hücre kendisine gerekli olan maddeleri ğayd eder.
وَقُضِيَ الْأَمْرُ
Va QuWıYa eLEaMRu
“Ve emr kaza olundu”
Göçebe döneminden tarım dönemine geçilmiştir. O tarihte başlayan hukuk bugünkü hâle gelmiştir. Teknik bugünkü hâle gelmiştir. Teknikte en yüksek seviyedeyiz. Artık bize tarım döneminin hukuku yetmemektedir. Sanayi dönemi hukuku gerekmektedir.
Artık Nuh dönemi benzeri bir inkılâbı yapmak durumundayız.
Hazreti Nuh zamanında ancak tabii tufanla yeni döneme geçilebildi.
Bugün sosyal tufanla yeni döneme geçilecektir. Bir gün atom bombaları patlamaya başlarsa, durum Nuh tufanındaki selden çok daha çetin olacaktır.
Yüz daireli lojmanların en alt katları sığınaktır. Atomdan ve radyoaktiften korunmuştur. Apartman bodrumunun ikinci katında bir yıllık ambarda depolanmış gıda vardır. Yukarıdaki evlere çıkmasalar bile bir sene yaşayabileceklerdir.
Sonra atomcular birbirlerini öldürmüş, meydan Adil Düzencilere kalmıştır. Artık o bombalar imal edilmeyecektir. Onları büyük devletler de imal etmeyecek. Bin sene insanlık güven altında olacak.
Ondan sonra ne olacağını bilemeyiz.
وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ
Va iSTaVaY GaLay eLCUvDIy
“Ve Cüdi’de istiva etti”
Orada seviyelendi deniyor. Sular durulmaya başlayınca eksilmesi yavaş yavaş olmaya başladı. Bu sefer gemi karaya yanaştı. İçindekiler boşaldı, ondan sonra sular çekildi.
Cudi’ye oturdu değil de Cudi’ye yanaştı anlamındadır. İskeleye yanaştı demek oluyor. O halde Cudi’de iskele benzeri bir yar vardır, derin kaya yarığı vardır. Gemi yanaştı ve yükünü boşalttı demek olur.
Cudi özel isim değildir. Harfi tarife gerek olmazdı. Bir iskeleye yanaştı anlamındadır. Bilinen, tarif edilen bir iskeledir. Hazreti Nuh bunu önceden bilmektedir. Hazreti Nuh Mezopotamya’yı bildiği için oraları da bilmektedir. Ona oraya gitmesi emredilmiştir.
Şimdi bu bilgilerden sonra “Cudi” kelimesini Dr. Mete biraz da geçmişi ile araştırsın.
وَقِيلَ
Va QIyLa
“Ve kavl olundu”
Tekrar edildi. Çünkü muhatap değişmiştir.
“Ve” yani harfi atıf ile atfedilmiştir. Çünkü gark ile bu da aynı olaydır.
Yani artık “Adil Düzen”e direnemez hâle gelindi.
Duamız odur ki Türk kâfirleri (nankörleri) Mekkelilerin yaptıklarını yapar ve helâk olmadan “Adil Düzen”i kabul eder, kooperatifleri kurarlar.
بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (44)
BuGDan Lil QAVMi elJALIMIyNa
“Zalim kavimden bu’d olunsun diye.”
Nuh kavmi mensuplarının zalim oldukları söylenmektedir. Yani karanlığı getirdikleri söylenmektedir.
Lambaları söndüren ve şeriat yerine uygulanmayan kanunlarla memleketi dolduran kardeşlerimiz zalimdir. Şeriatı getireceklerine AB’nin zulüm kanunlarını gece yarılarında Türkiye’ye aktaranlar zalimdirler.
Duamız odur ki Azer gibi olmasınlar, Ebu Talip gibi olmasınlar, Hz. Nuh’un oğlu gibi olmasınlar; hiç olmazsa Ebu Süfyan olsunlar.