HUD SÛRESİ TEFSİRİ(11.SÛRE)
Süleyman Karagülle
1357 Okunma
53 VE 57.AYETLER

HÛD SÛRESİ - 16. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

 

قَالُوا يَاهُودُ مَا جِئْتَنَا بِبَيِّنَةٍ وَمَا نَحْنُ بِتَارِكِي آلِهَتِنَا عَنْ قَوْلِكَ وَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِنِينَ (53) إِنْ نَقُولُ إِلَّا اعْتَرَاكَ بَعْضُ آلِهَتِنَا بِسُوءٍ قَالَ إِنِّي أُشْهِدُ اللَّهَ وَاشْهَدُوا أَنِّي بَرِيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ (54) مِنْ دُونِهِ فَكِيدُونِي جَمِيعًا ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ (55) إِنِّي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللَّهِ رَبِّي وَرَبِّكُمْ مَا مِنْ دَابَّةٍ إِلَّا هُوَ آخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا إِنَّ رَبِّي عَلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ (56) فَإِنْ تَوَلَّوْا فَقَدْ أَبْلَغْتُكُمْ مَا أُرْسِلْتُ بِهِ إِلَيْكُمْ وَيَسْتَخْلِفُ رَبِّي قَوْمًا غَيْرَكُمْ وَلَا تَضُرُّونَهُ شَيْئًا إِنَّ رَبِّي عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَفِيظٌ (57)

 

***

 

قَالُوا يَاهُودُ مَا جِئْتَنَا بِبَيِّنَةٍ وَمَا نَحْنُ بِتَارِكِي آلِهَتِنَا عَنْ قَوْلِكَ وَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِنِينَ (53)

QAvLUv YAvHUvDuy MAv CıETa NAyBi BayYıNatin Va MAv NaXNu BiTaRiKIy EAvLıHaTıNAy Ga N QaVLiKa Va MAv NaXNu LaKa BiMuEMıNIyNa

“Ey Hûd diye kavl ettiler. Bize beyyine ile ciet etmedin, biz senin kavlinle ilâhlarımızı terk edemeyiz. Biz sana iman edecek de değiliz.”

Hazreti Nuh Peygamberde “kavmin ileri gelenleri” dendiği halde, burada “kavmi dedi” şeklinde ifade edilmektedir. Yani onda halk değil ileri gelenler karşı çıkıyorlar, burada tüm halk ortaya çıkmıştır.

Hazreti Nuh Peygamber zamanında halk henüz kavmin ileri gelenlerine tam bağlı değildir. Sükût etmekte ama ileri gelenlerin yanında savunmalara katılmamaktadır.

Başlangıçta AK Parti’ye oy verenler de o şekilde oy vermişlerdi, şimdi ise fanatik partili olmuşlardır.

Hazreti Hûd’un kavmi Hazreti Nuh’un kavminin aksine fanatik olmuşlar, muhalefette aktif rol almışlardır.

Hazreti Nuh’un kavmi ‘biz seni bizim gibi beşer görmekteyiz’ demektedir. Ondan istedikleri rezilleri meclislerde bulundurmamaktır. Bunlar ise Hazreti Hûd peygamberden beyyine delil istemektedirler. Mezopotamya’da ilim gelişmiş, bugün olduğu gibi her konuda ispat talep etmektedirler. Beyyineyi ölçerek taraflara göstermek istediğimizde bu çoğu zaman mümkün olmaz.

Sosyal olayların tesbiti tabii olayların tesbitine benzemez. Bugün ateistler aynı şeyi istiyorlar, bize deneylerle Allah’ı göster diyorlar! Oysa hiçbir şeyin kendisini göremeyiz, ancak etkilerini biliriz. Kimse elektriği gösteremez, yaptığı ile bilinir. Allah da yaptıkları ile ispatlanır ama onlar yine insanları kandırmaya devam ederler.

Sen söylüyorsun diye ilâhlarımızı terk edemeyiz. Bizim ilâhları terk etmemiz için ispat etmen gerek. Biz ilâhlarımızın ilâh olduğunu gösteremiyoruz ama sen de tek Tanrı’yı gösteremiyorsun. Biz senin sözüne dayanarak ilâhlarımızı nasıl terk edeceğiz?

Bugünkü ateistler de; evet, birçok şeyleri izah edemiyoruz… Mesela, Yeryüzüne bundan 3 milyar yıl önce canlı hücreyi kim koydu, bunu izah edemiyoruz. Kendiliğinden evrimleşti desek de bu ihtimaliyat hesaplarına göre imkânsızdır. Ayrıca jeolojik kazılarda ilk rastladığımız hücre en mükemmel bitki hücresidir. Önce bitki hücresi, sonra hayvan hücresi var oldu. Bitki hücresi özümleme yaptığı için hayvan hücresinden daha ileri hücredir. Bakteriler ve virüsler bitki hücresinden önce değildir. Bunları izah edemiyoruz diyorlar, siz de bir şey izah edemiyorsunuz.

Biz bunlara cevap vermek durumundayız.

Gerçi bugün insanlık dine dönüş yapmıştır ama bu dönüş ilmin verileri ile değil, sermayenin dini ortadan kaldırmaya gücü yetmediği için dine dönüş yapılmıştır. Bu dine dönüş savaş sonu teslimiyetten ibarettir. Geri çekilmedir.

Bugünkü insanlık da Hûd kavmi gibi bizden müsbet ilmin delillerini istemektedir.

Biz sana güvenemeyiz.

Bugünkü mantık budur; ben onun varlığını görmüyorum, o halde o yoktur!

Oysa bizim duyu organlarımız ve beynimiz var olanların çok azını anlayabilmektedir. Kiminin varlığından bile haberi yoktur. Kiminin varlığından haberdar olmakta ama bazı özellikleri bilememektedir.

Bizim bilgilerimizin bir kısmı katidir, çoğu ise zannîdir. Hatalarımızın çoğu zanniye dayanmaktadır. Hazreti Hûd Peygamberin söylediklerinin bazıları zanni bazıları kati idi. Kavminin onun sözlerine kulak verip değerlendirmeleri gerekirdi. Onlara göre doğru olan da yapılacaktır.

Hazreti Hûd Peygamberin kavminden istediği ne idi?

Allah kavmine bol imkân vermişti. Eğer o imkânları sağlıklı bir düzende kullanırlarsa onlar için bolluk ve bereket olacaktı, kullanmazlarsa helâk olmalarına sebep olacaktı.

Bugün tamamen aynı hayatı yaşıyoruz. Allah bugünkü nesle her türlü nimetin en büyüğünü verdi. Şeriata göre değerlendirirlerse, “Adil Kur’an Düzeni”ni kurarlarsa, bolluk ve bereket yağacaktır. Aksi halde Hûd kavmi gibi olacaklardır.

Bunlar bizim değil Kur’an’ın söyledikleridir.

Evet…

Bize bir şey olmaz diyenler Hûd kavminin durumuna düşeceklerdir diyor, Kur’an.

قَالُوا يَاهُودُ

QAvLUv YAvHUvDu

“Ey Hûd diye kavl ettiler”

Hazreti Hûd onlara “kavmim” diye hitap edince onlar da “Ey Hûd” diye hitap ediyorlar. Hazreti Hûd’u muhatap alıyorlar, sözlere değer veriyorlar.

Bugün insanlar sağır, dilsiz ve kör olmuşlar, sizi dinleme tenezzülünde bulunmuyorlar. Kur’an kursları, fakülteler, üniversiteler, diyanet işleri teşkilatı... Ülkenin büyükçe bir payı Kur’an üzerine kuruluyorlar ama onu anlamamakta ısrar ediyorlar.

Biz 1960’larda Akevler’i kurduk. Risale-i Nur Cemaati ve Erbakan bu kooperatifin çalışmalarına katıldılar. Sömürü sermayesi ve onun peşinden koşanlar bizi muhatap almadılar. Arkadaşlarımızı büyüterek bizi çökerteceklerini sandılar. Sonunda ne oldu?

Arkadaşlarımızı bize karşı çıkardılar ama bizim ortaya koyduğumuz gerçeklere de gelmek zorunda kaldılar. Sovyetler yıkılmıştır. Solcular din düşmanlığından vazgeçmişlerdir. İnanan insanlar ekonomide etkin olmaya başlamışlardır.

Bunlar hâlâ bizimle görüşmüyor, bizim Kur’an’dan anladıklarımızı değerlendirmiyorlar. Trilyonları harcayarak bin sene evvelki içtihatları anlamadan ezberliyorlar. Oysa Kur’an, bugün bize nazil olmuştur. Allah şimdi bize söylemektedir. Kur’an’ın çözümleri çağımız için üretilmektedir.

مَا جِئْتَنَا بِبَيِّنَةٍ

MAv CıETaNAy Bi BayYıNaTin

“Beyyine ile bize ciet etmedin”

“Beyyine” ispat demektir. Mezopotamya’da Hazreti Nuh Peygamberin öğretileri ile müsbet ilim ortaya çıkmış ve insanlık müsbet düşünmeye başlamıştır. Bugünkü dünyanın durumunda idi. Teknik konularını çözmüşlerdi. Ancak birlikte çalışmak ve sonunda ürünleri bölüşme hususunda bir düzen kuramamışlardır. Hazreti Nuh’un kurduğu düzen Hûd zamanında yeni teknoloji sebebiyle sorunları çözmüyordu. İşte, Hûd kavminde yeni gelişmelerin ortaya çıkardığı sorunlar çözülemiyordu. Bugün o gün olanın kat kat fazlası tüm insanlık için söz konusudur.

Batılılar müsbet ilmin kesin ispat sistemini toplulukla ilgili konularda istiyorlardı. Oysa topluluk kendi yaşama kurallarını kendisi koyar, sonra ona uyar. Örnek olarak yaşamak için anlaşmak gerek. O halde dili olmayan topluluk olamaz.

Dil seslerden oluşur. Kelimelerle meydana gelir. O kelimeler manaları yüklenmiş olur. Kurallar ortaya çıkar. Ne var ki sesler ile manalar arasında ilişki kurarken topluluk kendisi oluşturur. Dolayısıyla her topluluğun dili ayrıdır.

Allah peygamber yoluyla insanların dillerini nasıl oluşturacağını ve dillerini nasıl yararlı şekilde kullanacaklarını öğretmiştir. Bunun gibi; tekniği, hukuku ve sanatı da öğretmiştir. Bugüne kadar peygamberler ve onlar vasıtasıyla gelen kitaplar bu eğitimi yapmışlardır. Artık peygamber gelmeyecek, yeni kitap inmeyecektir. Kitap olarak Kur’an kıyamete kadar hükmünü sürdürecektir. Her bin yılda bir o zamanın âlimleri onu yorumlayacak ve yeni şeriat ortaya çıkacaktır. Biz şimdi işte bu yeni yorumu yapıyoruz.

Topluluğa ait kuralların ispat şekli, doğaya ait ilimlerin ispat şeklinden farklıdır. Topluluğun kuralları sözleşmelere dayanır. Yasalar toplu sözleşmelerdir. Müsbet ilmin kuralları ise yine dil ile ifade edilmektedir ama insanların orada herhangi bir değişiklik yapmaları mümkün değildir. Hûd Kavmi bu konuyu anlamıyordu.

                                               وَمَا نَحْنُ بِتَارِكِي آلِهَتِنَا

Va MAv NaXNu BiTaRiKIy EAvLıHaTıNAy

“Ve biz bizim ilâhlarımızı terk edenler değiliz”

Topluluk karşılaştığı sorunları yaşayan insanların katkıları ile çözer. Çözüm aslında kolektiftir. Mesela biz İstiklâl Savaşımızı tüm halkımızın katkıları ile kazandık. İstiklâl Savaşı’nı başlatan Mustafa Kemal değildir, savaşı yöneten o değildir, sonra devleti oluşturan da o değildir. Ancak topluluk böyle olayları birisine şarj eder ve sonuçta her şeyi o yapmış olur. Öldükten sonra da onu kutsallaştırır ve onu istismar ederek onun adına kendilerinin istediklerini yaparlar. Bunların heykellerini diker, onları putlaştırır ve onlara taparlar. Bunun en büyük zararı şudur; putlaştırılan kişinin çözümleri gelecek dönemlere çözüm olmaz, değiştirilmesi gerekir ama tutucular ona yapışır ve değişimi engellemeye çalışırlar.

Mezopotamya uygarlığı site devletlerden oluşmuştu. Sonunda her sitenin kendi devlet tanrısı vardır. Böylece Mezopotamya birliği sağlanmaktadır. Yenilikler yapılamamaktadır. Allah Hazreti Hûd Peygamberi göndererek bu tutucuları etkisiz hâle getirmektedir.

İnsanoğlu bir tanrıya inanmazlık yapamaz. Yirminci yüzyılda Tanrı inkâr edilmiş, müsbet ilmin verileri ile ispatlanamayan Tanrı yok sayılmış. Milyonlara varan insanlar bu sebeple katledilmiştir. Ama ondan sonra Lenin’in, Mustafa Kemal’in, Mao’nun tanrılaştırılması gelmiştir. Hangi müsbet ilim Lenin’in Rusya’yı yarattığını söyler.

Sovyetlerde öğretmen derse giriyor ve öğrencilere diyor ki; anneleriniz ve babalarınız size Tanrı’nın var olduğunu söylüyorlar. ‘Dua edin bakalım Tanrı duyup size ekmek gönderecek mi?’ Öğrenciler dua ediyorlar. Ekmek gelmiyor. ‘Şimdi Lenin’e dua edin’ deniyor. Tavanda bir kapı açılıyor ve sepet sepet ekmek geliyor. Tabii o öğrenciler şunu söyleyemiyorlar; Lenin’e tarladan buğdayı kim verdi?

Hazreti Hûd’dan beyyine istiyorlar ama kendilerinin hiçbir beyyineleri yoktur. Beyyine çok açıktır. Biz çevremizden elde ettiğimiz nimetlerle yaşıyoruz. Bu nimetleri bize veren kimseye Allah diyoruz. Bunlar bir bütün teşkil ettiğine göre bu Tanrı tektir.

                                                       عَنْ قَوْلِكَ

                                                GaN QaVLiKa                                  

“Senin sözünden dolayı”

“An” burada “Bi” manasındadır.

Acaba neden “An Kavlike” denmektedir?

Senin söylediklerini ispat etmen gerekir. Oysa ispat insanın beyninde oluşur. Herkes için ispat ayrıdır. İnsan bilgileri toplar, sonra kararını verir.

Hazreti Hûd Peygamber onlara benim sözümle hareket edin demiyor. Benim sözlerimi dinleyeceksiniz, sizin beyninizde bir bilginiz oluşacaktır. Buna içtihat diyoruz. Herkes onunla amel etmekle mükelleftir. Hûd Kavmi sözleri değerlendirip ona göre içtihat yapmamakta, kendi atalarının sözlerinin peşinde gitmektedir.

Medrese uleması olayları iyi görmeli idi, Kur’an’a dayanarak tahliller yapmalı idi. Osmanlı İmparatorluğu’nun yaşlanmış olduğunu kabul edip onlara zarar vermeden iktidardan uzaklaştırmalıydı. Hanedan artık saltanat iddiasından vazgeçmişti. Ulema da saltanatın İslâmî olmadığını anlatsaydı ve İslâmiyet’in demokrasi olduğunu tespit etseydi, ekseriyet sisteminin yanlış olduğunu ortaya koysaydı dikta rejimine gerek kalmazdı.

Medrese bu doğru sözleri söyleyememiştir. Doğru sözler ancak “Adil Kur’an Düzeni” ile dile getirilmiş ve o zaman da etkisini yapmıştır.

وَمَا نَحْنُ

Va MAv NaXNu

“Ve biz değiliz”

Biz yani senin kavmin diyoruz ki, değişik tanrılara tapan kavim diyor ki; biz ilâhlarımızı terk etmeyiz, terk edecek değiliz.

Buradaki “biz” olanlar Hazreti Nuh’un hitap ettiği kavimdir. İnsanlık Hazreti Âdem’den kıyamete kadar iki hizip olacak; tek Tanrı’ya tapanlar ve çok tanrıya tapanlar.

Tek Tanrı’ya tapanlar hakemlik sistemini kabul edenler ve barış içinde yaşayanlardır.

Çok tanrıya tapanların değişik tanrıları vardır ve onlar sorunları savaşla çözerler.

Bugün insanlık çok tanrılı sistem içindedir. Kim kuvvetli ise ona ibadet etmektedirler. Ekseriyet sistemi seçimi de bunu ifade eder. Yani biz güçlüyüz demektir. Birleşmiş Milletler, güçlünün kim olduğunu belirlemedir. Beş büyükler söz sahibidirler. İnsanlığı siyasi veya ekonomi bakımından baskı altına alıp ekseriyeti temin eden yönetmeye hak kazanır, baş tanrı o olur. Tarih boyunca daima bu iki hizip savaşmıştır, bundan sonra da savaşmaya devam edecektir. Haklı her zaman kuvvetliyi yenmiştir, bundan sonra da yenmiş olacaktır.

لَكَ بِمُؤْمِنِينَ (53)

LaKa BiMuEMıNIyNa

“Sana iman edecek değiliz.

Buradaki “Bi” “Mâ Nahnu”daki “Mâ”dan sonra gelen haber kural olarak “Bi” harfini alır. Asıl söylenen “Âmene Leke”dir. Güvenme anlamındadır.

Biz sana güvenmiyoruz, doğru söylediğinden emin değiliz...

Demek ki Hûd Kavmi makul söz istiyorlar, beyyine istiyorlar. Bir adam bir şey söylüyor diye inanacak değildirler. İddia edenin beyyine getirmesi gerekir.

Bugün insanlığın da bizden istediği budur gibi görünüyor.

Ne var ki bizim beyyine getirmemiz mümkün değildir.

Onların söylenen sözün doğru olup olmadığını araştırmaları gerekir.

Demek ki burada şunu öğreniyoruz. Biz kesin delillere sahip değiliz. Biz bize gelen vahye yani ilhama göre söz söylüyoruz. Size diyoruz ki; şu kayanın altında gömü var, gidip açın da çıkarın diyoruz. Hayır! Siz diyorsunuz ki; hayır, sen aç ve bize de göster. Hayır! Bizim görevimiz söylemek yani tebliğ etmek. Sözümüzün doğru olup olmadığını araştırmak size aittir. Çünkü siz sizin içtihadınızla amel edeceksiniz.

Akevler çalışmalarına yöneltilen eleştiri ‘eksik olduğu ve ispatlanamadığı’ şeklinde idi. Onların aksini ispat etmeleri gerekir. Biz kendimiz için ispatlarız ve onunla amel ederiz. Onlar da kendileri için ispatlarlar ve onunla amel ederler. Bizim ispatlarımız onları bağlamaz, onların ispatları da bizi bağlamaz. Biz sadece görüşlerimizi birbirimize aktarırız.

Demek ki Hûd kavminde müsbet ilimde doğru olan bir usulü beşeri sorunları çözerken uygulamak hatalıdır. Hazreti Hûd peygamberden beyyine istemeleri yanlıştır. Söylenen sözü baştan ne reddedeceksiniz ne de kabul edeceksiniz, tebeyyün edip ondan sonra ona göre amel edeceksiniz.

إِنْ نَقُولُ إِلَّا اعْتَرَاكَ بَعْضُ آلِهَتِنَا بِسُوءٍ قَالَ إِنِّي أُشْهِدُ اللَّهَ وَاشْهَدُوا أَنِّي بَرِيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ (54)مِنْ دُونِهِ فَكِيدُونِي جَمِيعًا ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ (55)

EiN NaQUvLu ilLav iGTaRAyKa BaGWU EAvLiHaTıNAv BiSUvEin QAvLa EinNIy EuŞHiDu elLAHa Va iŞHiDUv EanNIy BaRIyEun MünMAv TuŞRiKUvNa - MiN DUvNiHu Fa KIyDUvNIy CaMıyGan ÇümMa LAv TuNJiRUvNa

“Biz yalnız şunu söylüyoruz. Seni ilahlarımız su’ ile i’tirak etmiştir. Kavl etti: Ben Allah’ı şahid tutuyorum, siz de şahid olun ki ben O’nun dışında şirk ettiğiniz şeylerden uzağım. Birlikte bana keyd edin. Sonra da bana inzar etmeyin.”

“GRY” kökü çıplaklık anlamına gelmektedir. “İ’tira” soyunmak demektir. Kimi ilahlarımız seni kötülükle soyarak çırılçıplak bıraktı anlamındadır. Kimi ilahlarımız sana kötülük yaptı ve sen o kötülükten dolayı çırılçıplak kaldın anlamındadır.

Bugünkü duruma gelecek olursak; ‘bizim düzenimiz sana kötülük etti, rahatsız ettik, zarar gördün de o sebeple düzenimize saldırmaktasın’ diyorlar; ‘düzene uyum sağlayamadığınız için düzene karşısınız’ diyorlar. Doğrudur, biz bu zalim düzene uyum sağlayamadık. Çünkü bu zalim düzen bizi ve bütün beşeriyeti uçuruma doğru götürüyor.

Bizzat kendileri çevre kirliliğinden şikâyetçi, kendileri terörden şikâyetçi, kendileri gelir dağılımından şikâyetçi; bu durumda biz bu düzene nasıl uyabiliriz ki?! Uçuruma giden bir arabanın rotasını çevirmek istiyoruz. Evet, biz sizin uçuruma giden arabanıza uyum sağlayamadık. Bunun için sizin gibi servetlerimiz ve ordularımız yoktur. Ama biz size galip geleceğiz. Çünkü siz kendi kendinizi helak etmektesiniz. Tıkanan faiz ekonomisini canlandırabilmek için Birinci ve İkinci Cihan Savaşı’nı çıkardınız. Şimdi de üçüncü cihan savaşını çıkarmaktasınız. Biz galip gelmeyeceğiz, siz mağlup olacaksınız. Biz kurtulacağız ve “Adil Kur’an Düzeni” yeryüzüne hâkim olacaktır. Bizim dünyada çektiğimiz sıkıntılara karşılık Allah âhirette kat kat ihsanda bulunacaktır.

Hazreti Hûd Peygamber onların bu konuşmalarına ne cevap veriyor?

Ben Allah’ı şahit tutarım ki sizin ondan başka işrak ettiklerinizden beriyim. Siz de şahit olunuz. Benim sizin işrak ettiğinizden beri olduğuma siz de şahit olunuz.

Buradaki “Allah” tüm insanlıktır. Hazreti Hûd diyor ki; ben insanları şahit tutuyorum ki ben sizin işrak ettiklerinizden uzağım, siz de şahit olun, siz de bilin.

Peygamberler beyyine getirirler, âyetleri getirirler ama kendileri ispat etmeye kalkmazlar. O beyyineleri değerlendirmek kavme aittir. Kavim inceleyecek ve doğruları yanlışları ortaya koyacak. Biz Kur’an’a dayanarak “Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası”nı ortaya çıkardık. Bize göre âyetleri de ortaya koyduk. Onun tartışılması ve doğrularla yanlışlarını bulmak size aittir. Biz size ispat etmekle yükümlü değiliz.

Ancak biz onlara icabet etmeyiz, onları tanımayız.

Hazreti İsa peygamberdir ama tanrı değildir.

Biz kendi dünyamızda, kendi semt kooperatiflerimizde yaşamak istiyoruz, sizin düzeninizi bile bozmuyoruz.

Siz kendi kendinizi bitireceksiniz, kendi kendinize helâk olacaksınız.

Hepiniz birleşin ve bana istediğiniz tuzağı kurun. Benim bundan da hiçbir korkum yoktur. O isterse yaşatır, isterse öldürür. Bu dünyada herkes elbette ölecektir. Bir gün önce gitmişiz veya bir gün sonra gitmişiz, ne fark eder.

Evet, biz de bugün tüm bize karşı olanlara diyoruz ki: Biz sizin faizli, fuhuşlu, fitneli, fesatlı düzeninizden uzağız, sizin bu çarpık ve zalim düzeninize katılmayacağız. Sizden hiçbir korkumuz ve endişemiz de yoktur. Neyiniz varsa, bombanız ve mafyanızla saldırın. Sonuç olarak Kur’an’ın dediği olacaktır. Bizim görevimiz söylemek ve sizden uzak olmaktır.

إِنْ نَقُولُ إِلَّا

EiN NaQUvLUv ilLav

“Biz sadece şunu kavl ederiz”

Sözlerine devam ediyorlar. “Biz sana inanacak değiliz” dedikten sonra, “biz ancak sizin hakkınızda bunu söyleyebiliriz” diyorlar.

Bir kimse bir cümle söylediği zaman cümleye dikkat etmek gerekir, söyleyene değil söylenene dikkat etmek gerekir, kişiyi değil sözü eleştirmek gerekir.

Oysa Hazreti Hûd kavmi sözler üzerinde durmuyor. Onu tartışmıyor, onu peşinen reddediyor. Söyleyen Hazreti Hûd’dur diye reddediyor. Sonra biz ancak şunu söyleriz diyerek Hazreti Hûd’un ilâhlara çarpıldığını ileri sürüyorlar.

Bugün de biz bir şey yazıyoruz. Söylediğimize bir cevap yok! Bize saldırıyorlar! Hâlbuki biz birisi bir söz söyledi mi onun yaptığına yani yaptığının yanlışlığına cevap veririz.

Erdoğan’a saldırdılar. Erdoğan yanlış yaptı. Ona ses çıkarmadılar. Erdoğan alenen AK Parti’yi tuttu, bu yanlıştı. Ona demeli idiler ki; sen bizim cumhurbaşkanımızsın, bize hakem olmalısın. Oysa sen taraf oluyorsun, bu yanlıştır. Hayır, bunu diyemediler. Sen ineceksin, sen gideceksin gibi saldırılarda bulundular. Bu durumda onun da şu cevabı verme hakkı doğdu: “Siz beni devlet başkanı olarak görmüyorsunuz. Bana saldırıyorsunuz. O zaman ben dengemi kuramam. Bir yere dayanmam gerek. Anayasaya dayanmam gerekir. Ama siz anayasayı çiğniyorsunuz. Anayasayı korumak için AK Partilileri desteklemek zorunda kalıyorum.”

Ne var ki AK Parti de bu savunmayı yapmamıştır. Çünkü onlar şahıslarla bu işlerin halledileceğini sanıyorlar. Ne Erdoğan’ın oraya gelmesi sorunları çözer, ne de gitmesi sorunları çözer. Sorunları yeni düzen çözer, yeni anayasa çözer. Seçime giden partilerin; biz anayasada şu maddelerde anlaşamadık, bize oy verin de bu maddeler geçsin diye tartışmaları gerekirken, seçim Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olup olmamasına inhisar etti.

اعْتَرَاكَ بَعْضُ آلِهَتِنَا

iGTaRAyKa BaGWU EAvLşiHaTıNAv

 “Bazı ilahlarımız i’tirak etmiştir”

Evet, senin böyle saçma sapan konuşman sebebiyle bizim ilâhlarımızdan bazıları seni çarpmıştır demektedirler. İlâhlarımız çarpmıştır diyemiyorlar. Çünkü ilâhların ortak kararları ve anlaştıkları fiilleri yoktur. Devamlı çatışma içindedirler. Dolayısıyla birleşip birden çatışamazlar. Ama onlardan biri ve birkaçı ayrı ayrı Hazreti Hûd’u bu hâle düşürmüş olurlar!

Dikkat edecek olursak söylediklerinin yanlış olduğu üzerinde tartışmıyorlar, söyleyenin hasta olduğunu ileri sürerek söylediklerini çürütüyorlar.

Kur’an “mimmen tüşrikûn” demiyor da “mimma tüşrikûn” diyor. Çünkü onlar akıllı varlıklara tapmıyorlar. Onlar Lenin’e yahut Kemal’e ibadet etmiyorlar, onlar onun heykeline, resmine, mezarına ibadet ediyorlar. Burada kastettikleri ilâh da böyle gerçek varlığı olmayan temsili şekillere tapıyorlar. Karşılıksız parayı mabut edinme bunun açık örneğidir.

بِسُوءٍ

BiSUvEin

“Sû’ ile”

“Sey’e” (hemze): “Sivad” kara demektir. “Sevet” dal’ın hemze’ye dönüşmesi ile morarmak, kararmak, bozulmak anlamlarını kazanmıştır. 

“Seyyie”nin karşıtı “hasene”dir. Bir de şer vardır. Şerrin karşıtı da hayrdır.

“Şer” toplulukta oluşan kötülüktür. “Sevet” kişilerde oluşan kötülüklerdir. Buna bedeni musibetler de dâhildir. Seni kötülük içinde çıplak bırakmıştır. Yani seni koruyan elbiseden soymuştur anlamındadır.

“Adil Kur’an Düzeni”ne karşı gelenler de bizim partimiz, bizim bürokrasimiz, bizim mafyamız, bizim faizimiz seni çarpmış, onun için bize düşmanlık yapıyorsun diyorlar.

Bizi sizin ilâhlarınızdan herhangi birisi çarpmamıştır ama bindiğiniz gemi batmaya doğru gidiyor, gelin bu gemiyi batmaktan birlikte kurtaralım diyoruz. Biz kendi salımıza binip ayrılacağız diyoruz. Bu arada sizi de kurtarmaya çalışıyoruz.

قَالَ

QAvLa

“Kavl etti”

 “Ey Hûd” diye başlayan kavillerine karşı “Kâle” deyip cevap verdi.

Karşılıklı görüşmeler devam etmektedir.

Fiilen bize saldıran sermaye bizi muhatap bile kabul etmemektedir. İnternetteki yayınımız dahi takip edilmemektedir. Biz onlara ulaşmış durumda değiliz.

Bu insanlığa nasıl söyleyeceğiz?

Önce ahşap evler imalathanesini kuracağız. Yüz lojmanlı işyeri apartmanlarını yapacağız. Dinlenme evlerini yapacağız. Bizim geliştireceğimiz kuruluş ve tekniklerle herkes bağımsız ekonomiye kavuşmuş olacaktır. Dünya ikiye ayrılacak; halk olarak kendi semtlerinde yaşayanlar ve bir de merkezi sistemin işçisi olarak kalanlar olacaktır.

İşte bizim o zaman söyleyecek sözlerimiz olacaktır.

a) Bir internet sitemiz olacaktır ki vardır. Burada söyleyeceklerimizi söylüyoruz. Okumuyorlar, cevap bile vermiyorlar! İkinci adım olarak basılı bir dergi çıkaracağız. Derginin basım masrafları işletmelerin reklamları ile çıkacaktır. Yazarlar ise genel hizmet payından paylaşmış olacaklardır.

b) Derginin abonelerinden ve reklamın ortaklarından toplanan para ile televizyonu kuracağız. Böylece tebliğe başlamış olacağız.

c) Kitaplarımız internetteki Akevler alanında yayımlanacaktır.

d) Nihayet bin dil üniversitesini kurarak insanlara hitap edebileceğiz.

إِنِّي أُشْهِدُ اللَّهَ

EinNIy EuŞHiDu elLAHa

“Ben Allah’ı işhad ediyorum”

Hazreti Hûd diyor ki; ben bütün insanları şahit tutuyorum. Tarih bunları anlatacaktır. Benim sizden beri oluğumu ilan ediyorum. Allah’ı şahit tutuyorum.

Allah’ı kime şahit tutuyorum?

Âlemlerin Rabbi Allah’ı şahit tutuyorum dedikten sonra siz de şahit olun demenin bir uyumluluğu yok gibi. Ben tüm insanları ve sizi şahit tutuyorum. Yarın olay olduğu zaman benim doğru söylediğimi o zaman anlayacaksınız. Olaylar beyyine olacaktır.

“Adil Kur’an Düzeni”ne karşı direnenleri büyük helak beklemektedir. Gelecekte topluluklar dağılacak ama insanlar kalacaktır. Kapitalizm ve sosyalizm kalmayacaktır ama insanlar yeni düzene uyum sağlayıp yaşamaya devam edeceklerdir.

İşte o zaman Hazreti Hûd’un söylediklerini yeni nesle anlatacaklardır.

Tarihi şahit tutuyorum demektir. Allah Hazreti Hûd’a şahit olmuştur, Tevrat ve İncil’de anlatarak onların halini bize aktarmaktadır.

وَاشْهَدُوا أَنِّي بَرِيءٌ

Va iŞHaDUv EanNIy BaRIyEun

“Ve şehadet edin, ben beriyim”

Beri olduğuna Hazreti Hûd kavmini ve tüm insanlığı şahit tutmaktadır.

İlk uygarlık Mezopotamya’da doğmuştur. Bugün bu hususta bir ihtilaf yoktur. Mısır uygarlığı Mezopotamya uygarlığından sonra doğmuştur ve Mezopotamya uygarlığının etkisinde oluşmuştur. Mezopotamya uygarlığı kavim uygarlığıdır ama tüm insanlar için oluşmuş uygarlıktır. Mısır da kavmî uygarlıktır ama tüm insanlığa etki etmiştir. İbrani uygarlığı da kavmî uygarlıktır ama Hıristiyanlığa hazırlıktır. Brahmanizm de kavmî uygarlıktır, Budizm’e hazırlıktır. Hıristiyanlık ve Budizm başarılı uygarlık olarak oluşmuştur.

Hazreti Hûd aleyhisselâm tüm insanlığı işhad etmekle şunu bildiriyor. Bu olay burada bitmeyecektir. Gelecekte uygarlıklar oluşacaktır. İnsanlar benzer olayları yaşayacaklar. Onları işhad ediyorum. Görsünler ve ona göre uygarlıklarını geliştirsinler.

مِمَّا تُشْرِكُونَ (54) مِنْ دُونِهِ

MünMAv TuŞRiKUvNa - MiN DUvNiHi

“O’nun dışında işrak ettiklerinizden...”

İnsanlarda bir hastalık vardır. Şeriat üzerinde iken sonra kişileri tanrılaştırır, sonra da o kişileri temsil edenleri o tanrının yerine koyar ve onlara taparlar. Peygamberlerin ve müminlerin görevi insanlığı bu işraktan kurtarmadır.

“Mimmen” demeyip “mimma” denmesinden anlıyoruz ki tanrılaştırma hareketi eşyayı şuurlu hâle getirip ona da ibadet etmedir. Yani “Men” “Ma”ya dönüştüğü zaman şirk başlar.

Tarikatlar şeyhleri oluşturur, insanlığı irşat ederler ama şeyh öldükten sonra ona tanrılık vasfını verirler. Mesela, öyle anlatılır ki sanki Allah Abdülkadir Geylani’nin emrine girmiş de o dünyayı idare etmektedir!

Günümüze döndüğümüzde, eğer halkın seçmesi ile bir yönetim oluşmuşsa, bu yönetime itaat Allah’a itaattir ve farz-ı ayndır. Yok, eğer halkın seçmesi ile değilse, o takdirde ona itaat etme şirktir. Hemen o ülkeyi terk edeceksin yahut uyarmak için orada kalacaksın.

فَكِيدُونِي جَمِيعًا

Fa KIyDUvNIy CaMıyGan

“Hepiniz bana keyd edin”

“Keyd etmek” doğrudan saldırarak değil de ona tedbirler alıp hilelerle onu yıkmak istemedir.

Erbakan’a saldıramayınca AK Parti ve Cemaati oluşturdular ve bu şekilde “Adil Kur’an Düzeni”ni bertaraf etmeye çalıştılar. Şimdi de onları bertaraf etmek için birbirleriyle çatıştırıyorlar. Bu oyunların hepsini yaptınız deniyor.

“Cemian” deyip “bir olun” denmektedir.

CHP ve AP bir olup birlikte bize karşı cephe aldılar. Önce göstermelik olarak güya birbirlerine saldırıp bizim cepheye katılıp kendi cephemizi önlemeye çalıştılar. Ama sonra canciğer olup bizi iktidardan uzak tutmaya kalkıştılar. Sonunda S. Demirel % 5 oyunu CHP’ye aktardı ama keydleri / tuzakları tutmadı.

ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ (55)

ÇümMa LAv TuNJaRUvNa

Sonra da bana inzar etmeyin.”

“İnzar” mühlet demektir. Sonucu beklenen anlamındadır.

Biz şimdi söyleyeceklerimizi söyledik, yapacaklarımızı yaptık, hattâ Erbakan sayesinde duyuracaklarımızı duyurduk; şimdi biz beklemedeyiz...

Siz elinizden geliyorsa bize yapacağınızı yapmak hususunda geri durmayın.

Biz “Adil Kur’an Düzeni”ni tamamladığımız gün onların işi de son bulacaktır.

إِنِّي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللَّهِ رَبِّي وَرَبِّكُمْ مَا مِنْ دَابَّةٍ إِلَّا هُوَ آخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا إِنَّ رَبِّي عَلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ (56)

EinNIy TaVakKaLTu GaLayelLAvHı RabBIy Va RabBıKuM MAv MıN DabBaTin EilLAv HuVa EAPıÜun Bi NaÖıYatıHAv EinNa RabBiY GaLAy ÖıRAOın MuSTaQIyMın

“Ben benim ve sizin rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. O’nun nasıyesini ahz etmediği bir dabbe yoktur. Rabbim müstakim sırat üzerindedir.”

“Bana elinizden ne gelirse yapınız” dedikten sonra,  “Ben benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim” diyor. Âlemlerin Rabbine tevekkül etmiştir.

Vekl: Kuşların yumurta bıraktığı yerdir. Kuş kendisi orada oturur, sonra yumurtayı onun üzerine koyar ve yumurta kuş olur.

Allah’a tevekkül etmek demek verilen görevi yapmak, ondan sonrasını O’na bırakmaktır. Allah bize ne emretmişse biz onu yaparız. Sonrası ise bize ait değildir, O istediğini yapar. İnsanlarda insanları büyütme hastalığı vardır.

“Adil Düzen”i Erbakan ile Karagülle arasında paylaştıramıyorlar. Oysa ben kendimi biliyorum, Erbakan’ın katkısını da biliyorum. Benim “Adil Düzen”e katkım binde bir bile yoktur. Erbakan’ın katkısı da benim katkım seviyelerindedir. “Adil Düzen” benim-senin eserin değildir. “Adil Düzen” âlemlerin Rabbi olan Allah’ın düzenidir. O’nun takdir ettiği olaylar vardır, O yapmaktadır. Hepimizi O görevlendirmiştir. Kimin az veya çok katkısının olduğunu bilmemiz de mümkün değildir. Hiç bilmediğimiz ve duymadığımız kimselerin katkıları vardır. Onun için “Rabbî ve Rabbiküm” diyor.  Siz insanları değil düzeni tartışın.

İnsanlar zavallı birer mahlûktur. Allah onlara görev vermiştir, O’nun verdiği görevleri yaparlar. Siz bir iş yaparsınız ama ne için yaptığınızın farkında bile olmazsınız. Bir de bakarsınız ki o yaptığınız basit iş büyük etki yapmıştır. Ben yaptım diyemezsiniz. Çünkü siz onun bilincinde bile değilsiniz.

Sonra, hiç kimse kendisini savunmamalıdır. Herkes doğru bildiği görüşleri savunmalıdır. Bunu görevi olduğu için yapmalı, yoksa onu kabul ettirmek için değil. İyi işler yapan insanları iyilikle yâd etmek onları büyütmek için değil, onlara onu yaptıran Allah’ı tazim etmek içindir. Kişiler birer oyuncudur, birer kuldur, kendilerine verilen rollerini isteseler de istemeseler de oynarlar.

“Nasıye” alındaki saçtır. Perçem demektir. Onun içindeki beynin ön tarafı da nasıyedir. İnsanın düşünüp karar verdiği ve hareketini yaptığı yer burasıdır.

“Nasıyesinden tutmak” demek yularından tutmak gibi bir şeydir. Ona onu yaptırır.

“Dabbe” yürüyen canlı demektir. Hayvan demektir. Hayvanlarda sinir sistemi ve beyin sistemi vardır. Bu sistem bilgisayar sistemidir. Diğer hayvanlar da programlanmıştır. İnsanda ise kısmen açıktır, biz onu programlarız. Hareket ettiren eden yer burasıdır. İnsanın dışındaki canlıların nasıyeleri kendi hayatlarını sürdürecek şekilde yaratılmışlardır. Onlar o nasıyelerini ona göre kullanırlar. Hiç kimse kendi başına bir iş yapmamaktadır.

Biz söyleyeceklerimizi söylemekteyiz; O söyletmektedir.

Siz de yapacaklarınızı yapıyorsunuz; O yaptırmaktadır.

Biz Kur’an’ı yanlış anlamış olabiliriz ama O yanlış yaptırmaz.

Bundan sonra “Rabbim” diyor. “Rab” kelimesi burada tekrar edilmiştir. Baştan da “Allah” kelimesi tekrar edilmiş, zamir yerine “Allah” kelimesi söylenmişti. O âlemlerin rabbi olan Allah’tır. Buradaki rab ise insanlıktır. İnsanlık daima müstakim sıratta olmuştur, 60 bin seneden beri uygarlaşmaktadır. Uygarlaşmanın sağlıklı şekilde devam etmesi için dalalet ehli vardır, mağdubun aleyhimler vardır ama zafer daima müstakim sırat üzerinde olanların olmuştur ve insanlık o görevi yapmaktadır. Âlemlerin rabbi olan Allah değil de O’nun yeryüzündeki halifesi olan insanlık sırat-ı müstakim üzerindedir. Onu yolundan ayırmak mümkün değildir. Bugün tüm düzen sahtekârlık, yalan, fesat ve faiz üzerine kurulmuştur. Allah şimdiye kadar hiçbir zaman insanlığı başıboş bırakmadı, bundan sonra da bırakmayacaktır. Allah’ın hizbi mutlaka galip gelecektir.

إِنِّي تَوَكَّلْتُ

EinNIy TaVakKaLTu

“Ben tevekkül ettim”

“Vekl” kuşun yumurta bıraktığı yuvadır. Kuş emniyetli gördüğü yerde yumurtasını bırakır. “Alâ” harfi ile geldiğinde ona tevekkül etmeyi, ona dayanmayı, ona güvenmeyi ifade eder.  Sen vekil değilsin. Onlara dayanmamaktasın.

“Ben Allah’a tevekkül ettim” demek, size tevekkül etmiş değilim demektir.

Biz “Adil Kur’an Düzeni”ni kurmaya başladığımız zaman yalnız Allah’a tevekkül etmiş bulunuyoruz. Ne devletten ne de sermayeden bir medet ummuş değiliz. Bize itimat edenleri ortak ettik. Onlarla iş yaptık. Akevler böyle oluştu. Kimseyi zarara uğratmadık. Kim ‘ben zarara uğradım’ derse ona hakemlere gitme yetkisini tanıdık. Biz kimseye seni zengin edeceğiz demedik. Size ev yapacağız, size işyeri kuracağız dedik. Kime ne vaat ettiksek yerine getirdik. Ayrılmak isteyenleri kendilerine vaat ettiğimiz kârı vererek ayırdık.

O halde her birimiz “Adil Kur’an Düzeni” için çalışmaya başladığımız zaman Allah’a tevekkül edeceğiz. Kimseden bir çıkar düşünmeyeceğiz. Biz karşılıksız bir şey istemiyoruz. Ama bize ortak olup ayrılan da bize zarar vermemiş olmalıdır.

Biz birbirimize değil Allah’a tevekkül etmeliyiz. Kimseden teminat istememeliyiz, teminatı topluluktan istemeliyiz. Başkan da olsa kişi sadece ortaktır. Kendisinden başkasına söz veremez, onların vekili olamaz. “Vekil” kelimesinin Türkçedeki manası farklıdır.

عَلَى اللَّهِ

GaLayelLAvHı

“Allah’a”

Topluluk oluştuktan sonra kişiler topluluğa hizmet ederler ve topluluğa dayanırlar. Ama topluluk oluşuncaya kadar müminlerin dayanağı onların rabbi olan Allah’tır, onlara görev verir, imkân da verir, görevi bittiğinde de gider. Geç ölenlere iyi insanlar, erken ölenlere kötü insanlardır denmez. Ölüm görevin tamamlanması ile ilgilidir. İyi insanlar cennete, kötü insanlar cehenneme gideceklerdir; yaşlı olsun genç olsun durum değişmez.

Demek ki “Adil Kur’an Düzeni” kuruluncaya kadar müminler topluluğa değil Rablerine dayanırlar. “Adil Kur’an Düzeni” oluştuktan sonra ise Rabbin halifesi olan topluluğa dayanırlar. Yani topluluk varsa Allah’ın yerine onlar geçerler, bizim muhatabımız bazı alanlarda onlar olurlar, topluluk yoksa muhatabımız Allah’ın kendisidir.

رَبِّي وَرَبِّكُمْ

RabBIy Va RabBIyKuM

“Benim ve sizin Rabbiniz”

O benim de Rabbimdir sizin de Rabbinizdir. Size zulmetmek için sizi helâk etmek için göndermiş değildir. Aksine insanlığın evrimleşmesi ve uygarlaşması için bizi/sizi görevli kılmıştır. Benim söylediklerim sizin de bizim de lehimize olan şeylerdir. Biz size sizin çıkarınıza göre şeyler söylüyoruz. Biz sömürü sermayesine faizden vazgeçin, karşılıksız para çıkarmayın derken, bizzat kendilerinin yararına bir şey söylüyoruz. Faizli sistem otuz senelik aralıklarla tıkanmaktadır, onu ancak savaş çıkararak yaşatabiliyorsunuz. Bunu ilelebet devam ettiremezsiniz. Sonunda insanlığı da helâke sürüklersiniz, kendinizi de helâk edersiniz.

مَا مِنْ دَابَّةٍ

MAv MıN DabBaTin

“Herhangi bir dabbe yoktur”

Canlılar ikiye ayrılırlar; yerinde duran canlılar, hareketli olan canlılar. Hareketli olan canlıların sinir sistemleri vardır, o sinir sistemi ile hareket ederler. Hiçbir yürüyen canlı sinir sistemsiz değildir. Sinir sisteminin kontrolü de Allah’a aittir.

إِلَّا هُوَ آخِذٌ

EilLAv HuVa EAPiÜun

“O ahızdır”

“Ahza” avuç demektir.

“Ahzetmek” demek avuçlamak demektir.

“Nasıyesinden ahzetmek” perçeminden tutup götürmek demektir.

Sinirlere sahip olan her canlının bir karar merkezi vardır. Burada alınan elektronik kararlarla hareket sağlanmaktadır. Allah bunların hepsini avucunda tutmakta ve canlıyı ona göre hareket ettirmektedir.

Burada doğrudan “Allah” kelimesi kullanılmış olup melekler aracılığı ile bunu yapmakta denmemektedir. Bizim varlığımız kâinatın varlığını zorunlu kılar. Kâinat olmazsa biz var olamayız. Kâinatın varlığı da Allah’ın varlığını kesin olarak ispatlar. Allah olmazsa elbette kâinat olmaz.

Peki, Allah’ın varlığı neyi ispatlar?

Kendi varlığını ispatlar. O’ndan sonra bir şey yoktur. O’ndan sonra bir şeyin varlığını düşünsek o zaman kör döngüye döner, sonu gelmez.

Allah’ın iradesi olmadan bir zerrenin bile olmadığını biliyoruz. Onun bütün hareketini O tanzim etmekte ve tamamen O hâkim bulunmaktadır.

O halde Hûd Kavmi’ne ait olaylar hep O’nun takdiri ve kazası ile olmaktadır. Hazreti Hûd Peygambere verilen görev vardır. O yapmaktadır. Halkın da görevi vardır, onlar yapmaktadır. Bugün de durum böyledir. Her şey takdir-i ilâhi ile yürümektedir. Bize bir rol verilmiştir, onu oynamaktayız. Senaryomuz yazılıdır, onun dışına çıkamayız.

بِنَاصِيَتِهَا

Bi NaÖıYaTıHAv

“Nasıyesini”

Nasıyesini ahz etmektedir.

Yani beynin karar merkezinde oluşan kararları aldırmaktadır.

Onun perçeminden yakalarız, yalancı hatalı perçeminden diyerek, nasıyenin iki manası olduğunu ifade etmektedir. Biri başımızın ön tarafı, karar merkezi olan beynimiz manasındadır. Diğeri ise o merkezde alınan karar demektir. Bu kararların bir kısmı Allah tarafından alınmakta, bir kısmı ise onu kullanan dabbe tarafından alınmaktadır. Birine “külli irade” denmekte, diğerine “cüzi irade” denmektedir. Cüzi irade külli iradenin içindedir.

إِنَّ رَبِّي

EinNa RabBiY

“Rabbim”

“Rab” kelimesi burada tekrar edilmiş, zamirle yetinilmemiştir.

Bu Rab “Adil Kur’an Düzeni” oluştuktan sonra Allah’ın halifesi olan topluluğun eğitim müesseseleridir. Muhakkak ki “Adil Kur’an Düzeni” müstakim sırattır. Hedefi vardır. O hedefe doğru ilerlemektedir. En kısa yoldur. Tektir. Birden başka müstakim sırat yoktur.

İnsanın yaratılışından beri insanlık bu hedefe doğru ilerlemektedir.

Dalalet ve gazap yolu o müstakim yolun berileridir.

عَلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ (56)

GaLAy ÖıRAOın MuSTaQIyMın

“Müstakim sırat üzerindedir.”

Burada müstakim sırat üzerinde olanı Tanrı olarak anlarsak, o zaman Tanrı’nın yolları dışında yollar varmış olur. Sıratı müstakim üzerinde olan Rabbin kendisi değil, sıratı müstakim üzerinde olan O’nun kâinattaki halifesi olan insanlıktır. Rab kelimesi bu sebeple tekrar edilmiştir.

فَإِنْ تَوَلَّوْا فَقَدْ أَبْلَغْتُكُمْ مَا أُرْسِلْتُ بِهِ إِلَيْكُمْ وَيَسْتَخْلِفُ رَبِّي قَوْمًا غَيْرَكُمْ وَلَا تَضُرُّونَهُ شَيْئًا إِنَّ رَبِّي عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَفِيظٌ (57)

FaEiN TaValLaV FaQaD EaBLaĞTuKuM MAv EuRSiLTu BiHIy EiLaYKuM Va YaSTaPLıFu RabBIy QaVMan ĞaYRaKuM Va LAv TaWurRUNaHUv ŞaYEan EinNA RabBIy GaLAy KulLı ŞaYEin XaFIyJun

“Tevelli ederseniz size irsal olunduğum şeyi tebliğ etmiş bulunuyorum. Sizden sonra sizin gayrınız bir kavmi istihlaf edecektir ve O’na hiçbir şeyi zarar veremezsiniz. Rabbim her şeyin üzerine hafizdir.”

Hazreti Hûd Peygamberin görevi tebliğden ibarettir. Kavme anlatması gerekmektedir. Tebliğ tamamlandıktan sonra son uyarısı şudur; eğer tebliğe kulak vermezseniz Rabbim sizi başka kavim ile değiştirecektir diyor. Sizin tevelli etmeniz O’na bir zarar vermez.

Hûd kavmi gitmiş, yerine Semud kavmi gelmişti. Takdir-i ilâhi devam etmiştir. Sümer uygarlığı gelişmiş ve dünyaya da örnek olmuştur.

Bugüne geldiğimizde durum böyledir. Bugün yeryüzünü kim idare ediyor? İki Yahudi kabilesi idare ediyor. Doları ellerine geçirmişlerdir. Başka bir şekliyle şöyle diyebiliriz. Bugün karşılıksız dolar ile dünyayı yönetmektedirler. Dolara bu gücü kazandıran Allah’tır. Yoksa dolar yerine Ruble geçebilirdi yahut Yuan geçebilirdi, o zaman da onlar bizi sömürürdü. O halde Allah bu iki kabileye imkân verdi, görevlerini yaptılar, uygarlıkların kurulmasını sağladılar. Şimdi onlardan istenen nedir? Artık faizli sömürü sistemini bırakın da “Adil Kur’an Düzeni”ne, şeriat düzenine gelin denmektedir. Buna davet edilmektedir.

Bu sözlerimize kulak vermezseniz Allah sizi başka kavimle değiştirecek ve kendi kaderini yürütecektir. Kur’an bunu peygamberlerin kıssaları ile anlatmaktadır. Tevrat ve Kur’an olmasa da insan aklı bunun böyle olması gerektiğine karar verir. Müsbet düşünce de bu sonuçlara götürür.

Kur’an’ın anlattıkları o kadar sade ve kesindir ki adeta yoksa Kur’an söylemiyor da ben mi böyle düşünüyorum vesvesesine kapılırsınız. Bizi dinlemeyenler de böyle düşündükleri ve biz uydurduk dedikleri için bize kulak vermemektedirler.

Öyleyse siz de böyle uydurulan şeyleri getirin diyoruz.

Evet, bizim söylediklerimiz o kadar gerçektir ki; eğer üzerinde düşünmeye başlarsanız siz de aynı şeyleri aklınızla bulursunuz. Sömürü düzeninin çıkmazda olduğunu anlamanız için profesör olmanız gerekmez. Paranın ancak karşılığı olursa değeri vardır. Karşılığı olmayan para kandırmacadır. Bunu bilmek için rasih âlim olmak gerekmez.

Faize dayanılarak çıkarılan para karşılıksızdır, gerçekte para değildir. Cinsi arzu insanlar evlensin ve çocuk yetiştirsin diye konmuştur. Evlilik dışı ilişkiler ise ilâhi bir nimetin heder edilmesi, israf edilmesidir. Bunu bilmek için üniversiteye girmiş olmak gerekmez.

Âyet sonunda “Allah her şeyi hafizdir” diye bitmektedir. Yani Allah kendi değerlerini boşa çıkarıp çürütmez.

فَإِنْ تَوَلَّوْا

FaEiN TaValLaV

“Tevelli ederseniz”

Bunun aslı “tetevellev”dir. Bu kalıpta iki “T”nin yan yana gelmesinden dolayı oluşan ağırlığı gidermek için karine varsa “T”nin biri hazf olunur. Burada “eblağtukum” ifadesi karine olarak yettiği için “T” hazf olunmuştur.

“Tevelli etmek” sırt üstü devrilmek demektir. Dinledikten sonra söylenenleri değerlendirmeyip çıkıp gitmek tevellidir. Ayrıca dinlememek, kulak vermemek de tevellidir.

Bugünkü durum nedir? Bizimle beraber yola çıkanların kulaklarını sermaye tıkamış, söylediklerimizi işitmiyorlar. Bu da tevellidir.

Örnek olarak seçim yenilensin mi sorusuna herkes kendi kafasından cevap veriyor. Kur’an’a sormak gerekir. Kur’an, ihtilafa düşerseniz ekseriyet seçimine gidin demiyor, tam tersine hakemlere gidin diyor.

Biz diyoruz ki; seçime gittiniz ve seçildiniz. Yeniden seçime gitmek ne demek? Halka yanlış oy verdin, değiştir demektir. Dünkü yanlış ise yarınki de yanlış olur.

Önce adil yargı sistemi oluşturulmalıdır, hakemlik sistemi getirilmelidir.

Sonra da niza olunca hakemlere gidilmelidir.

Kur’an’ın hükmü budur.

Bundan tevelli etmek, ekseriyet oyununda ısrar etmek, sonunda ya silahın ya da paranın hükmetmesi demektir. Askeri müdahale bunun için olmaktadır. Sermaye Türkiye’yi yok etmek istiyor, ordu da buna mani oluyor.

فَقَدْ أَبْلَغْتُكُمْ

FaQaD EaBLaĞTuKuM

“Ben size iblağ ettim”

Biz de bir gün gelecek size iblağ ettik diyeceğiz. Gerçi Erbakan “Adil Düzen, Adil Ekonomik Düzen” söylemi ile tüm insanlığa Kur’an’ın istediklerini iblağ etmiştir. Ne var ki duyanlar onun söylediklerini yapmamışlardır. O da fiilen “Adil Düzen”i göstermemiştir. Erbakan Hazreti İsa’nın yaptığını yapmış, Kur’an düzenine zemin hazırlamıştır. Akevler ve Millî Görüş de bunu yapmıştır. Şimdi İstanbul Akevler uygulamaya hazırlanmaktadır. İnsanlığa “Adil Kur’an Düzeni” örneğini verdiği zaman iblağ tamamlanmış olacaktır.

مَا أُرْسِلْتُ بِهِ إِلَيْكُمْ

MAv EuRSiLTu BiHIy EiLaYKuM

“Onunla size irsal edildiğimi”

Bizim görevimiz de budur. İkinci Kur’an uygarlığının fıkhını oluşturup onunla sorunlarımızı çözme durumundayız. Çağın sorunlarını çözmek ve o çözümleri insanlığa iblağ etmekle görevliyiz.

Çağın sorunları nasıl çözülecek?

“Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası”nda çözülecektir. Bu anayasanın oluşması ve anlaşılması için semt kooperatifleri kurulacak... Semt kooperatifleri ahşap ev atölyeleri yapacak... Yüz villalı dinlenme siteleri oluşturacak... Orada “Adil Kur’an Düzeni”ni uygulatacak... Yüz lojmanlı apartmanlar yapacak... Seralar ve hayvan çiftlikleri kümesleri oluşturacak... Mala-mal marketleri kuracak... Bin dil üniversitesini kuracak... Bütün bunları çağın pislikleri ile değil, şeriata göre yani İslâm düzenine göre yapacak...

Biz bunları oluşturacağız, uygulayacağız ve göstereceğiz.

İşte o zaman biz de size irsal ettiğimizi iblağ ettik diyeceğiz.

                                                    وَيَسْتَخْلِفُ رَبِّي

Va YaStaPLıFu RabBIy

“Ve Rabbim istihlaf edecek”

Hazreti Hûd aleyhisselâm diyor. Ben değil Rabbim istihlaf edecek. Kendisi değil başka kavim gelecektir. Nitekim Âd kavminin yerine Semud kavmi gelmiştir.

Demek ki biz değil, bizim tebliğimizden sonra Rabbin getireceği yeni bir kavim bunu yapacaktır. Sermayenin yerine başka organizasyon oluşmayacaktır. Semt siteleri yeni düzeni kuracaklardır.

قَوْمًا غَيْرَكُمْ

QaVMan ĞaYRaKuM

“Sizden başka bir kavim”

Hazreti Hûd Peygamber kendi kavmine hitap etmekte idi.

Oysa Kur’an tüm insanlığa hitap etmektedir. Gayri kavim gayri beşer olacaktır. Bugünkü sermaye ve siyaset sömürüsü sona erecektir.

İlmî, ahlaki, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıklarının yönettiği yeni düzen ve yeni insanlık ortaya çıkacaktır.

                                                  وَلَا تَضُرُّونَهُ شَيْئًا                 

Va LAv TaWurRUNaHUv ŞaYEan

“Ve O’na bir şey zarar veremezsiniz”

O’nun düzenini değiştiremezsiniz.

Bugün de bu böyledir.

إِنَّ رَبِّي

EinNA RabBIy

“Rabbim”

Âlemlerin Rabbi her şeyi hafizdir.

عَلَى كُلِّ شَيْءٍ

GaLAy KulLı ŞaYEin

“Her şeyi”

“Adil Kur’an Düzeni”ni de…

حَفِيظٌ (57)

XaFIyJun

“Hafizdir.”

Koruyucudur.

Kimseye bozdurmaz.

Bu ifade “Adil Kur’an Düzeni”nin Allah’ın denetiminde olduğunu ifade eder.

 

 


HUD SÛRESİ TEFSİRİ(11.SÛRE)
1-1 VE 3.AYETLER
1476 Okunma
2-4 VE 6.AYETLER
1386 Okunma
3-7 VE 9.AYETLER
1447 Okunma
4-9 VE 12.AYETLER
1779 Okunma
5-13 VE 16.AYETLER
1296 Okunma
6-17 VE 22.AYETLER
1346 Okunma
7-23 VE 24.AYETLER
1357 Okunma
8-25 VE 27.AYETLER
1379 Okunma
9-28 VE 31.AYETLER
1490 Okunma
10-32 VE 36.AYETLER
1401 Okunma
11-37 VE 40.AYETLER
1387 Okunma
12-41 VE 44.AYETLER
1487 Okunma
13-45 VE 47.AYETLER
2147 Okunma
14-48 VE 49.AYETLER
1410 Okunma
15-50 VE 52.AYETLER
1436 Okunma
16-53 VE 57.AYETLER
1357 Okunma
17-58 VE 60.AYETLER
1405 Okunma
18-61 VE 63.AYETLER
1377 Okunma
19-64 VE 68.AYETLER
1717 Okunma
20-69 VE 73.AYETLER
1833 Okunma
21-74 VE 78.AYETLER
1519 Okunma
22-79 VE 83.AYETLER
1612 Okunma
23-84 VE 86.AYETLER
1385 Okunma
24-87 VE 89.AYETLER
1468 Okunma
25-90 VE 95.AYETLER
1291 Okunma
26-96 VE 101.AYETLER
1511 Okunma
27-102 VE 108.AYETLER
1536 Okunma
28-109 VE 113.AYETLER
1606 Okunma
29-114 VE 116.AYETLER
1501 Okunma
30-117 VE 119.AYETLER
1319 Okunma
31-120 VE 123.AYETLER
1378 Okunma

© 2024 - Akevler