ZUHRUF SÛRESİ TEFSİRİ - XI. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
هَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا السَّاعَةَ أَنْ تَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ(66) الْأَخِلَّاءُ يَوْمَئِذٍ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ إِلَّا الْمُتَّقِينَ(67) يَاعِبَادِ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ الْيَوْمَ وَلَا أَنْتُمْ تَحْزَنُونَ(68) الَّذِينَ آمَنُوا بِآيَاتِنَا وَكَانُوا مُسْلِمِينَ(69) ادْخُلُوا الْجَنَّةَ أَنْتُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ تُحْبَرُونَ(70) يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِصِحَافٍ مِنْ ذَهَبٍ وَأَكْوَابٍ وَفِيهَا مَا تَشْتَهِيهِ الْأَنفُسُ وَتَلَذُّ الْأَعْيُنُ وَأَنْتُمْ فِيهَا خَالِدُونَ(71) وَتِلْكَ الْجَنَّةُ الَّتِي أُورِثْتُمُوهَا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ(72) لَكُمْ فِيهَا فَاكِهَةٌ كَثِيرَةٌ مِنْهَا تَأْكُلُونَ(73)
هَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا السَّاعَةَ(HaL YaNJuRUvNa EilLav elSAGaTi)
“Saatten başkasını mı nazar ediyorlar?”
“Nazar etmek” görmek için bakmaktır. “Görme” senin isteğin olmadan da olur. “Nazar”da ise sen görmek istersin, o tarafa bakarsın, araştırırsın. Türkçede nezaretli olarak kullanılır. Kur’an nazar etmeyi beklemek, gözetlemek anlamında da getirmektedir.
Onlar ne olacağını bekliyorlar. Sadece saati bekliyorlar.
Burada “hel” sorusu ile gelmiştir. “Kad” anlamındadır. Yani başka bir şey olmayacak, onlar saati beklemektedirler diyor.
“Zulüm etmiş olanlar için elim azab vardır” beyanından sonra, arada atıf harfi getirmeden “Bundan başkasını mı bekliyorlar?” denmektedir. Yani elim azabı açıklamaktadır.
Kur’an’ın değişik ifadeleriyle şunları öğreniyoruz.
- İnsanlar gaflet ve dalalet içinde ısrarda bulunurlarsa onun da bir saati gelir. Mü’minler kurtulur, diğerleri helâk olur. Yeni düzen kurulur. Bizim asıl üzerinde duracağımız saat budur. Bugün dünya bu saati beklemektedir. Nuh Tufanı’na benzeyen bu saat “sosyal tufan” hâlinde ortaya çıkmaktadır. Çevre kirliliği, yok edici silah stokları, hastalıklarla neslin dejenere olması ve terör olaylarının sonuçları beklenen saatte olacaklardır. Nitekim bu sonuçlar belli ölçülerde bugün de kendilerini göstermektedir. Bunların asıl büyük sonuçları, mesela atom bombalarının sonuçları bu bombalar patlamaya başladığı zaman görülecektir. Hastalıkların her tarafı sardığı ve artık hastahanelerin yetmediği zaman asıl saat gelmiş olacaktır.
- Bir de kâinatın sona varması sonucu oluşacak saat vardır. Artık tüm insanlık ve canlılar o saatte yok olmuş olacaktır. Bugün böyle bir saatin gelmesi için çeşitli delillerimiz vardır. Hattâ zamanını bile hesaplayabilmekteyiz. Entropi büyümektedir. Bu kâinatın ölüme gitmesi demektir. Yıldızlar ve güneş yağlarını eritip azaltmaktadır. Bir gün soğuk olacak ve artık dünyayı ısıtamayacaktır. Galaksiler kendi etraflarında dönmekte, sürtünme kuvvetleri sebebiyle gittikçe birbirine yaklaşmaktadır. Şimdiden kara deliğe düşmeler olmaktadır. Kâinatın çapı büyümektedir. Belli büyüklüğe varınca küçülmeye başlayacaktır. Tekrar eskisi gibi minnacık olabilecektir. Bu husus henüz ispat edilmemiş ise de iki üç alternatiften biridir.
- Buraya kadar söylenen saatler yirminci yüzyılın ilimleri ile ispatlanmıştır. Ama Kur’an’da bundan başka saat de zikredilmektedir, o da yeniden yaratılmadır. Bundan 13.7 milyar yıl önce kâinat var edildi. Bu kâinat büzülüp tekrar kara delik veya delikler içine tıkandıktan sonra bir daha patlamış olacak ve yeni saat oluşacaktır. Herkesin hesabı orada görülecektir. Bu saat muhasebe saatidir. Ondan sonra da cennetliklerin cennete, cehennemliklerin cehenneme gittikleri saattir ki, o ebedidir. Burada saat marife/belirli gelmiştir, bunlardan biri kastedilmektedir.
- Aşağıdaki âyetlerden anlıyoruz ki burada beklenen saat âhiretteki saattir, insanların dirilmesi saatidir. İnsanlar bu dünyaya gelecek, yaşayacak, iyilikler ve kötülükler yapacaklardır. Değişik şekilde ölümlerle öleceklerdir. Ama bir gün aniden dirileceklerdir. Uykudan uyanır gibi uyanmış olacaklardır.
Hazreti Musa ile Hazreti İsa’dan bahsettikten ve bu dünyadaki olayları anlattıktan sonra, şimdi de öldükten sonraki hayatı anlatmaktadır. Bu dünyanın boş yere yaratılmadığına, bir gayesi olduğuna işaret edilmektedir.
أَنْ تَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً(EaN TaETıYaHuM BaĞTaTan)
“Saatin onlara bagteten gelmesini bekliyorlar.”
Bu cümle saatin bedelidir. O saati açıklayan fail saattir.
Onlar saatin ansızın gelmesinden başkasını mı bekliyorlar?
Saati bekliyorlar, onun ansızın gelmesini bekliyorlar. Nitekim şimdi dünyada olan olayların beklenmedik şekilde ansızın oluştuğunu bu günlerde yaşıyoruz.
Âhiretteki oluşun ansızın olması ne anlama gelir?
Herkes ayrı ayrı zamanlarda ölmekte, öldükleri andan itibaren onlar için zaman durmakta, adeta onlar için zaman geçmemektedir. Sonra birden, hep birden yeni kâinata gelmiş olacağız. Dört boyutlu uzay içinde bıraktığımız yerden hayata devam edeceğiz. Öldüğümüz an ve yer geri gelmiş olacaktır.
Bu nasıl olacaktır?
Bir filim seyrediyorsunuz. Birden filmi durduruyorlar ve sizi alıp götürüyorlar. Gecenizi başka yerde filim seyretmeden geçiriyorsunuz, uyuyorsunuz. Sonra uyanıyorsunuz. Ne kadar uyuduğunuzu bilmiyorsunuz. ‘Haydi gidelim’ diyorlar ve tekrar filmi bıraktığınız yerden seyrettirmeye başlatıyorlar. Ama artık bundan sonraki sahneler eskisine benzemiyor.
İşte her insan için âhiret hayatına başlamak bagteten olacaktır.
Genellikle ölüm de bagteten olmaktadır.
وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ(Va HuM La YaŞGuRUvNa)
“Onlar şuurunda olmazlar.”
Neyin şuurunda olmazlar?
Saatin geleceğinin şuurunda olmazlar.
Burada tamamen âhiretteki dirilişimiz anlatılmaktadır. Ölümden sonra geçen zamanın şuurunda olmadığımız ifade edilmektedir. Birden gelmiş olacağız. Bu her insan için zamanın durdurulması ile olmaktadır. Bunu kavrayabilmemiz için zamanı tarif edelim.
Bir zil durmadan ses çıkarır. Susar çalar, susar çalar, susar çalar. Böylece her ses çıkarışı bir saniye kabul ediniz. Zaman zilin çıkardığı ses sayısı ile ölçülmektedir. Zaman durmadan çalan bir zil gibidir. Bunun dışında zaman ölçüsü yoktur. Kelâm âlimleri bunu Kur’an’a dayanarak açıklamışlar ama bu gerçek ilmen ancak yirminci yüzyılda kuantum teorisi ile ortaya çıkar.
Şimdi biz dünyada birlikte yaşarken bizim zilimiz belli aralıklarla sesler çıkarmaktadır. Dolayısıyla eş zamanı yaşıyoruz. Oysa öldükten sonra bizim zilimiz çok yavaş çalacak ve dünyada yaşayanlar için geçen bir sene bizim belki bir saniyemiz olacaktır. Biz 0 zamanında şuursuz, 1 zamanlarında yani ses çıkarırken şuurluyuz. O halde benim için bir saat başkaları için milyon sene olabilir. Bu izafiyet nazariyesi ile ispatlanmıştır.
Aslında dünyada da benzer olayları yaşarız. Bazen sıkıntılı günümüz olur, saatler geçmez. Bazen de sevinçli anımız olur ve birden biter. Ne kadar zaman geçtiğinin farkında olmayız. Uyku vakti rüya görmüyorsak zaman içinde değiliz demektir. Rüya görüyorsak da başka zamanı yaşıyoruz. Nitekim birkaç saniyelik rüyada bazen günleri yaşamış olabiliriz.
İşte âhirete varışımız böyle olacak, ansızın kendimizi mahşerde bulacağız. Allah bizi birlikte diriltecektir. Çünkü birbirimize verecek hesaplarımız vardır. Nesiller kesintisiz geldikleri için tüm insanlar bir anda mahşerde dirilmiş olacaklardır. Herkes dördüncü boyut uzayında kalkacağı için aynı yerden pek çok insan kalkacak ama yerleri hep ayrı olacaktır.
“Şa’r” kıl demektir. Beynin ince anlayışına şuur, bilinç denmektedir. İlim fikirdir. Bilgisayarın baytlarında yazılabilmektedir.
“Şuur” ise onları müşahede edip bilmektir. Bilgisayara yazılmamaktadır. Görüntü kaydedilir de gören kaydedilmez.
الْأَخِلَّاءُ(EaLEaPilLAEu) “Haliller.”
“Halil” araya giren demektir. İki kişi bir konuda konuşurken veya tartışırken herhangi bir hususta anlaşamadığı zaman bir aracı arar. Öyle bir aracı bulur ki karşısındaki onun sözünden çıkmaz. Böylece insanın sözünden çıkamadığı, onu kıramadığı kimseler olur ki, buna “halil” denir; bunun çoğulu “ehillâ’”dır. Hattâ “Halil”in çoğulu “hulelâ”dır. “Şehid”in çoğulunun “şühedâ” olması gibidir. Bu çoğulun çoğulu da “ehillâ’”dır.
“Halil” gruplar anlamındadır. Sosyal gruplar oluşur ve ortak siyaset güderler.
Mesela, Türkiye Avrupa Birliği veya ABD ile ortak siyaset gütmektedir. Bir iş yaparken, bir karar alırken insanlığın çıkarı nedir, Türkiye’nin çıkarı nedir diye düşünmez, ABD ne istiyor, AB ne istiyor diye düşünür. İşte bu davranışta bulunan kimselerin ehillâsı bu ülkelerdir veya bunların halklarıdır.
Bugün geçici çıkarlarla birbirine ehillâ’ olanlar yarın birbirinin düşmanı olurlar.
Allah bu dünyayı öyle yaratmıştır ki azab veya saadet bu dünyada başlar. Allah rızası için davranan kimse şehit olduğu zaman bile saadet içindedir. Oysa bu dünyaya dalan kimse zafer kazandığı zaman dahi korku ve üzüntü içindedir. ‘Ya ben bu iktidarı kaybedersem!’ der. Kendisini uçurumun kenarında hisseder.
İnsan için ceza da saadet de ruhidir. Benim parmağıma iğne battığı zaman parmağım acımaz, beynimdeki bilgisayar ruha haber verir, acı duyan ruhtur. Elmayı ağzıma aldığım zaman tadını dilim veya beynim değil, ruhum almaktadır.
Bir albay binbaşı yapılırsa üzülür. Bir yüzbaşı binbaşı yapılırsa sevinir.
İşte, iman etmiş olan kimselerin, Allah’a teslim olan kimselerin dünyada çektikleri eziyet âhiretlerinin saadeti olacağından onlara azab olmaz. Ama kâfirlerin ise dünyadaki varlıkları gidici olduğundan onlar için azaptır. Nitekim birçok servet sahipleri intihar ediyor.
Beş vakit namaz farzdır. Bu namazın içinde tesbih ve istiğfar vardır.
“Sübhanellah” demek; Allah her şeyi iyi yapmaktadır, o kötülük yapmaz demektir.
“Elhamdülillah” demek; bana gelen sıkıntılara da şükrediyorum çünkü ben onlar sayesinde Allah’ın rızasını kazanıyorum. İmtihan oluyorum, sınıfımı geçeceğim demektir.
“Allahu Ekber” demek; ben O’na teslimim, O’nun dışında benim başvuracağım kimse yok, lütfunda rahmetin, kahrında rahmetin var demektir.
“İstiğfar etmek” demek; kendi kusurlarını bilmek demektir.
Namazda tekbirleri rükünden rüküne alırız. Girişte, rükua giderken, secdeye giderken, secdeden kalkarken, tekrar secdeye giderken, secdeden kalkarken, tekrar kıyam ederken tekbir getiririz. İki yerde tekbir getirmeyiz. Rükudan doğrulurken tekbir almayız, “semiallahu limen hamide” deriz. Çünkü doğrulma da rükuun devamıdır. Rükuda “sübhanerabbiyelazim” ve secdede “sübhanerabbiyela’lâ velekelhamd” deriz. Üç defa söyleriz. İki secde arasında rükudan doğrulunca üç defa “nastağfirullah” deriz. Ayrıca namazdan sonra da tesbih ve istiğfar yapabiliriz. Bunlar tek başına yapılmalıdır. İmamla birlikte yapılmamalıdır.
İşte namazlarını kılmayan, bu tesbih ve istiğfarlarını yapmayan kimseler dünyada azab içindedirler. Oysa namaz kılan ve ibadetlerini yapan kimseler eziyette iken de mesutturlar.
Batılıların peşinde koşarak ehillaları tarafından saadete ereceklerini zannedenler kısa zamanda akıbetlerini göreceklerdir; nitekim görmektedirler...
يَوْمَئِذٍ(YaVMaEıÜın) “O gün.”
O günden kasıt saat günüdür, âhiret günüdür.
Bununla beraber bu dünyadaki sıkıntı zamanında da, çöküş zamanında da durum böyledir. Mesela Celal Bayar ile Adnan Menderes çok yakın dost idiler. Başlangıçta birlikte iktidar oldular. Ondan sonra Menderes’in asılmasında Bayar’ın haberi vardı. Çünkü artık ehillâ’ yani birbirlerine düşman olmuşlardır.
Mü’minler şehit olurken, darda iken birbirlerinin dostu olurlar.
Kâfirler ise dar günlerde birbirlerine düşman olurlar.
بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ (BaGWuHuM LıBaGWın) “Birbirlerine”
“Ba’d” but demektir. Hayvan etinin bir parçası anlamındadır. Bir bütünün parçasına, topluluğun fertlerine “ba’d” denir. Bir kişi için de çoğul için de kullanılır. Erkek ve te’nis için kullanılır. O gün dünyada birbirlerinin ehillası olan kimseler düşman olacaklardır.
عَدُوٌّ(GaDuvVun) “Düşman olurlar.”
“Udve” vadinin bir yakasıdır. Düşmana karşı cephe kurulur. Herkes vadiye çıkıp savunmaya geçer. Düzlüğe inip karşılaşırlar.
“Adavet” düşmanlıktır. Ancak bu şahsi düşmanlıktan ziyade grup düşmanlığıdır.
Topluluklar kendi aralarında itaate meyillidirler, karşılıklı fedakarlık yaparlar. Yabancılara karşı ise düşmanlıkları vardır.
“Adavet” kişisel düşmanlıktan ziyade cephe düşmanlığıdır. Bir topluluğun diğer topluluğa karşı duyduğu yabancılıktır. Savaşların kaynağı budur. Ordular bunun için beslenmektedir. Eğer insanlar selim tabiatlı olsaydılar bugün millî bütçelerin üçte biri savaşa ayrılmazdı. Gençler askere alınmaz, boşa zaman heder etmezlerdi. Ama o zaman da evrim olmaz, her topluluk tutuculuk içinde yaşardı.
Şimdi her topluluk ister istemez kendisini savunmak zorunda olduğu için değişmek ve gelişmek zorundadır. Halil olanlar dayanışma içinde, aduvv olanlar cepheleşme içindedir.
إِلَّا الْمُتَّقِينَ(EılLav eLMUtTAQIyNa)
“Sadece muttakiler böyle değildir.”
İşte muttakilerin durumu tam tersinedir. Tehlike geldiği, yıkılış olduğu zaman topluluk birbirine daha çok kenetlenir ve düşmanı yenerler.
Biz İstiklâl Savaşı’nı böyle kazandık. Ülke işgal edildiğinde Anadolu’nun yarısı Müslüman değildi. Diğer yarısı da değişik mezhep ve kavimlere bölünmüş halde idi. Tüm dünya Anadolu Hıristiyanlarının yanındaydı. Bize Sovyetlerden olduğu gibi çok küçük yardımlar geliyordu. Değişik mezhep ve ırklardan oluşan Anadolu halkı yek vücut olup İstiklâl Savaşı’nı kazandı.
Ondan sonra inkılaplar bahane edilerek milletin dinine saldırıldı. Gaye olarak ordusu ile ulusun arasını açıp İstiklâl Savaşı’nda yapamadıklarını yapmak, bu sefer de halkı kendi ordusuna kırdırmak istemişlerdir. Sonuç olarak yine milletin sabrı ve azmi sayesinde ülkenin böyle bir felakete sürüklenmesi önlenmiştir. Elli altmış yıldır da Türk Milleti demokratik savaşını vermekte, seçimlerde yek vücut olup hep bir partiyi iktidar etmektedir. Seçimden vazgeçirmek için darbe teşebbüsleri ortaya çıkmakta ama başarılı olamamaktadırlar.
Muttakiler zor zamanlarda yek vücut olanlardır.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal iki defa imtihanı kaybetti. 28 Şubat’ta Erbakan’ın demokrasiyi kurtaralım önersine ‘kendi bozduğun işi kendin düzelt’ dedi. Sonu ne oldu? Bir defa kendisi Meclis dışında kaldı. Sonra da Millî Görüş anayasa ekseriyeti ile iktidar oldu. Şimdi de aklın ve mantığın kabul etmediği cephede yer alıyor. Bir parti lideri 367 oylama mantığını hangi düşünce ile kabul eder? Bir laik vatandaş, hele bir parti lideri başörtüsü serbestliğine nasıl karşı çıkabilir? Hakimlerin parlamentoya, hükümete ve cumhurbaşkanına el koymalarına nasıl katılabilir? Ama o kabul edebilir, karşı çıkabilir, katılabilir; çünkü Baykal kötü günün dostu değil, tam tersine kendisine düşman bir zavallıdır.
يَاعِبَادِ (YAv GıBAvDı) “Ey abdlerim.”
Burada muhatap muttakilerdir. Hatip ise bu kitabın Münzili, “Biz isteseydik sizden melekler yapardık.” diyen kimse, yani Allah’tır. “Yevmeizin/o gün” dendiğine göre, saat günü hitap ettiği anlaşılmaktadır. Yani âhirette Allah muttaki olanlara diyecek.
Burada mahzuf olan nedir? “Nekulu yevmeizin” mahzuftur. Âyet tek başına okunduğu zaman genel olarak doğrudur. Bu sebeple “Nekulu yevmeizin” hazfedilmiştir.
“Ya İbadi” diye hitap edilen kullar kimlerdir? Kimler Allah’ın abdidir? Allah’a ibadet etmek ne demektir? Kimilerine göre Allah’a ibadet etmek namaz kılmak, zekat vermek, oruç tutmak ve hacca gitmekten ibarettir. Bu namazın, orucun, zekatın, haccın mânâlarını da düşünmeden ve mahiyetlerini bilmeden bazı fiilleri yapmaktır.
Şunu belirtmek isterim. Ben dahil hepimiz, yaptığımız ibadetlerin onda bir bile hakkını veremiyoruz. Mesela, Hazreti Peygamber aleyhisselâm diyor ki; cemaatle kılınan namazın münferit kılınan namaza nisbetle 27 kat sevabı vardır. O halde benim kıldığım namaz 27’de bire iniyor demektir. Cemaatle kılınan namazlar da cemaatle kılınmamaktadır, sadece bir arada kılınmaktadır.
Ne demek istediğimizi biraz açalım.
- Namaz, insanın tüm vaktini nasıl geçireceğini öğreten bir okuldur. Temizlikten, toplanmaktan, saf olmaktan, başkan seçmekten, başkana itaatten başlayıp; her türlü davranışlarımızı denetim altına alan bir müessesedir. Ben böyle namaz kılamıyorum.
- Zekât, çalışıp kazanmamızı ve adil bölüşmeyi bize öğreten müessesedir. Bir apartman giderlerinden ve gelirlerinden tutunuz, devletlerin, hattâ bütün insanlığın bütçesini tanzim eder. Bunun içinde faizsiz kredileşme vardır. Karzı hasen müessesesini kurmak için yıllardır hayal ettik ama yanına bile yaklaşamadık. Namazımız 27’de bir ise zekâtımız 270’te birdir.
- Oruç, ibadetimizi belki yüzde elliden fazlasıyla gerçekleştiriyoruz, hamd olsun.
- Hac ibadeti kongredir. Birlikte seyahat eğitimidir. Bugün yapılan haccın bunlarla ilgisi yoktur. Vize olan yerlerde hacılık geçersiz olduğu ve gidecek bir parayı da hiçbir zaman biriktirmediğim için hacca gitmedim. Eğer bir imkan bırakırsam, “Adil Düzen” geldiği zaman torunlarımdan birinin benim adıma hac yapmasını vasiyet ediyorum. Torunlarım yapamazsa başkaları da yapabilir.
Kaldı ki ibadet sadece bunlardan ibaret değildir. Bunlar ibadetin yapılması için müesseselerdir. İbadet Adil Düzen Topluluğunu oluşturmak için çalışmaktır. Zulüm düzeninden kurtulma cihadıdır. Namaz, zekat, oruç ve hac ise oraya yani o düzene gitmek ve orada kalabilmek için birer araçtır. Nasıl otobüse binmeden Ankara’ya gidemezsen, ibadetlere binmeden de “Adil Düzen”e gidemezsin. Hedef gitmektir, yolda oyalanmak değildir.
Kul kimdir? Kim Allah’a ibadet ediyor?
Size bunun kesin formülünü vereyim.
Kim Kur’an’ı devamlı okuyor, üstünde düşünüyor ve hareketlerini, amellerini Kur’an’a göre ayarlıyorsa, işte o Allah’ın abdidir.
Bunun başka ifadesi şöyledir.
Kur’an’a dayanarak içtihat yapıp amel eden sevap alır. Kur’an’a dayanmadan kendi heva ve hevesine veya ondan bundan duyduklarına göre amel eden ise, isabet etse de sevap almaz. İçtihat yaptıktan sonra namazı kıbleye dönmeden kılsa geçerlidir. İçtihat yapmadan isabet etse de namazı iade etmek gerekir.
لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ(Lav PaVFun GaLaYKuM) “Size havf yoktur.”
İşte hayatlarında ‘Kur’an ne diyorsa ben onu yapayım’ diyenler Allah’ın ibadıdır ve onlara o gün havf yoktur, korku yoktur, endişe yoktur.
Ben bu yazdıklarımla işte bunu yapmaya çalışıyorum...
Siz bunları redakte edenler, çoğaltanlar, okuyanlar, okutanlar ve uygulamaya gayret edenler; sizler de işte bunu yapmaya çalışıyorsunuz...
Kur’an’a ne kadar yaklaşırsanız, başarılarınız o kadar fazla olur. Dünya ve âhiret saadetine erersiniz. Bizim başarısızlığımız Kur’an’a yeterince ulaşmayışımız olmuştur.
الْيَوْمَ(EaLYaVMa) “Bugün”
İnsanlar mahşerde bir araya geldiği zaman böyle hitap edilecek. Ama herkes acaba ben ibaddan mıyım diye düşünmeye başlayacak. Bugün burada neler yaptığını hep hatırlayacak.
Kur’an’a uyduğu yerler gelecek, görünecek, sevinecek...
Kur’an’ı unuttuğu günleri görecek ve endişe duymaya başlayacak...
İşte o gün o beklemeli saatleri rahat geçirmek isteyenler şimdi Kur’an ile amel etmeyi esas almalılar. Bunun için neler yapacaksınız?
- Kur’an’ın Arapça olarak okumasını Kur’an kurslarından ve Kur’an okumayı öğreten CD’lerden öğreneceksiniz. Çocuklarınızın da öğrenmesini sağlayacaksınız.
- Sonra değişik mealleri alarak her gün en az on sayfa okumalısınız. Her namazdan sonra okumalısınız. Önce âyetlerin mealini okuyacak, sonra Arapçasını okuyacaksınız.
- Bu okumalar birlikte kılınan beş vakit namazlarda yapılacak. Tesbihler ve dualar bir tarafa bırakılıp birlikte bu tür Kur’an okumaları beşikten mezara kadar devam edecektir.
- Bu arada takıldığınız âyetlerde tefsirlere bakacaksınız; çağımızın yorumu ile gelişecek tefsirlere bakacaksınız. Bu hususta ilk denemeyi Bediüzzaman yapmıştır. Muhammed Yazır tefsiri de iyidir. Bizim yaptığımız tefsir tamamen günümüz sorunları ile ilgilidir. Bir müddet sonra bu tür tefsir yazanlar çoğalacaktır. Nasıl bugün mealler çoğalmışsa, yarın günümüzün sorunlarını çağımızın ilmi yardımıyla Kur’an’dan yararlanarak tefsir yapma ve sorunları çözme mü’minlerin tek yolu olacaktır.
Göreceksiniz ki sizin beyninizde İslâmiyet oluşacak, kendiniz için kısa zaman sonra müçtehit olacaksınız. Artık başkalarının fetvası ile değil, kendi içtihadınızla amel edeceksiniz.
İşte bu duruma geldiğiniz zaman O’nun ibadı arasına girersiniz.
Hiç korkmayın. Siz buna niyet edin, Allah sizin önünüzü açacak, Kur’an’ı doğrudan anlamaya başlayacaksınız. Artık sizinle Allah arasında kimse kalmayacaktır.
İşte o zaman O’nun ibadı olacaksınız.
Bediüzzaman “tefsirler perdedir” diyor. Ben de bu görüşe iştirak ediyorum.
Bizim tefsirlerimiz sizi Kur’an’la tanıştıracak, onun dilini öğretecektir. Sonra siz Allah’la doğrudan konuşacaksınız. Artık kendinizi mesut hissedeceksiniz. Çünkü artık Allah sizin yanınızda, siz O’ndan ayrılmıyorsunuz, O sizinle görüşüyor, konuşuyor...
وَلَا أَنْتُمْ تَحْزَنُونَ(VaLAv EaNTuM TaPZaNUvNa)
“Mahzun da olmayacaksınız.”
“Havf” gelecekte olacak tehlikelerden dolayı duyulan kuşkudur. Ya aç kalırsam, ya kurt yerse, ya cehenneme gidersem korkudur.
“Hüzün” ise geçmişte cereyan eden bir olaydan üzüntü duymuştur. Yakınınız ölmüştür, üzüntüdesiniz.
Cennette böyle olmayacaktır, âhirette böyle olmayacaktır. Orada korku olmayacak, hüzün olmayacaktır.
Dünyada çok sevdikleriniz var. Onlardan ayrılmak zorunda kalıyorsunuz, siz cennete gidiyorsunuz ama onlar cehenneme gidiyor. Ne olacak?
Evet, siz Allah’ın ibadı içinde iseniz, dünyada Kur’an’dan başka bir yol aramadıysanız, Avrupa sokaklarında sürtünmemişseniz, zinaları meşru yapmamışsanız, Kur’an ehli olmuşsanız... Firavun gibi kendi kavminizi istihfaf etmemiş veya onların peşine takılmamış iseniz, Allah’ın abdi olmuşsanız…
Bu durumda Allah sizi üzmemek için o cehennemlikleri de affedecek, sizi üzmemek için sizinle beraber onları da cennete getirecektir. Böylece cehennem boşalacak, cehennem ağlamaya başlayacak, ‘burada kimse kalmadı, biraz kimilerini gönder’ diyecek.
Ama öyleleri olabilir ki, onların cennete gelmesi cennettekileri üzer. Çünkü hayatta o kadar kötülük yapmışlardır ki, artık onlarla birlikte oturmak istemeyeceklerdir. Allah yine o mü’minleri üzmemek için onları cehenneme gönderecektir. Yakınlarına ise öyle kalb verecektir ki üzülmeyecekler.
İşte bu âyetler bize bunları müjdeliyor.
الَّذِينَ آمَنُوا بِآيَاتِنَا(elLaÜıYNa EaMaNUv BiEaYAvTıNAv)
“Onlar âyetlerimize iman ettiler.”
Bu “Ellezî” muttakilerin sıfatı olabilir, ibadın sıfatı da olabilir. Âyetlerimize iman etmiş olan muttakiler hariç, yahut âyetlerimize iman eden ibadım da olabilir. “Ellezîne âmenû” eğer harfi cersiz gelirse, o zaman müslimlerden mü’min olanları ifade eder. Ama harfi cerle gelirse lugat mânâsıyla söylenmiş olur.
“Âyetlerimize iman etmek” demek, âyetlerle kendisini ve diğer insanları güven altına almak demektir.
Allah “bizim âyetlerimize” demektedir.
Peki, bu Allah’ın âyetleri nelerdir?
Allah’ın âyetleri iki çeşittir.
Bunlardan biri doğal kanunlardır, sosyal kanunlardır. Müsbet ilim çalışmaları ile bu âyetler ortaya çıkar. Siz o âyetlere uyar yani doğal ve sosyal kanunlara uyarsanız, Allah’ın âyetleri ile kendinizi ve topluluğu güven altına almış olursunuz.
Ve ikinci âyetler ise Kur’an’ın âyetleridir. Burada da insanlara uymaları anlatılan doğruluğu yine ilmen sabit gerçeklerdir. Mesela, kimse kimsenin günahını yüklenmez. Kimse başkası için cezalandırılmaz. Yahut zan ile ceza verilmez.
İşte bunlar Kur’an’ın âyetleridir.
Tüm insanlık bunları kabul etmiştir ama kâfirler küfürlerinden dolayı uymazlar.
Herkes bilir ki, dokunulmazlığı olduğu için ve anayasa mahkemesi kişileri taraf kabul edemeyeceğinden, partiyi kapatıp milletvekilliğini düşürme meşru değildir. Ama sözkonusu olan Millî Görüş partileri olunca bu kural unutulur, sözde Avrupa mahkemeleri de unutur.
Geçmişte bu zulmü Millî Görüş partilerine yaptılar.
Şimdi aynı zulmü AK Parti’ye yapıyorlar.
İşte, Kur’an’ın öğrettiği ve insanlığın bildiği kurallara uymayanlar âyetlere küfretmiş olurlar. Böyle değil de iman edip ona göre amel edenler, işte bunlar cennete girecektir.
Demek ki “Ellezîne Âmenû”nun iki hâli vardır. 1) Muttakinin sıfatıdır. 2) İbadın sıfatıdır. Yahut “cennete girin”in muhatabını tayin eden isimdir. Mübteda veya münada olabilir.
وكَانُوا مُسْلِمِينَ(VaKavNUv MuSLiMIyNa)
“Ve müslimler olurlar.”
“İslâm” kelimesi mânâsını en çok değiştirmiş kelimelerden biridir. “İslâm” teslim olmak, inkıyat etmek anlamında değildir. Barışmak anlamındadır. Barışmakta eşitlik vardır. Türkçede ise teslim, inkıyat etmek anlamında mânâsını bozmuştur.
“Müslim oldular” demek barıştılar demektir. Kiminle barıştılar? Toplulukla, Allah’la barıştılar demektir. Hakemlerin kararlarını kabul ettiler. Zorlamayı kabul etmediler demektir.
Diğer bir hata da, İslâm dininin sadece Kur’an ehline verilmesini kabullenmedir.
Burada barışçı olmak anlamındadır. Yani hakemlerin kararlarını kabul etmektir. Savaşırken hukuka uyulur. Savaş da karşı tarafı yenmek için değil, onu barışa ikna etmek için yapılır. Savaş barış içindir. İslâm imanın şartıdır.
Müslim olmayan mü’min olamaz. Mü’min olmayan müslim olabilir.
Cümle hâl cümlesidir. Müslim iken mü’min olanlar cennete girecekler. Böyle olan muttakiler, böyle olan Allah’ın ibadı cennete gireceklerdir.
Sünnetin öğretileri ile bildiğimiz şeyler Kur’an’da teyit edilmektedir.
ادْخُلُوا الْجَنَّةَ(EuDPuLUv eLCanNaTa) “Cennete dahil olun.”
“Cennet” bahçeler demektir. “Cehennem” de fırın demektir. Ama cennet sadece meyveler demektir. Bütün iyiliklerin toplandığı, insanların sıkılmadan ebediyen yaşayacağı yerlerdir. İnsan adım adım geliştirilerek cennete götürülecektir.
İnsan anne karnında bir hayat yaşadı.
Burada yani dünyada da bir hayat yaşıyor.
Cehenneme gitmeyenler, arafta kalmayanlar cennete gidecekler, o ibadlar cennete gidecekler, onlara “cennete dahil olun” denecektir.
أَنْتُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ(EaNTuM Va EaZVACuKuM)
“Siz ve ezvacınız cennete dahil olun.”
Burada yine bir soru ortaya çıkıyor; ya zevcelerden biri cehennemlik diğeri cennetlikse? Allah eşleri birbirinden ayırmamak için cehennemlik olanı da cennetlik yaparak birlikte cennete götürecektir. Yeter ki birbirlerini sevsinler, orada bir arada olmayı istesinler.
Cennete gidecekler başka mü’minleri üzecekse, o zaman o eşten artık onu özleme duygusunu alacaktır.
Bir de kadının birden fazla eşi varsa yani bir defadan fazla evlenmişse, âhirette kimin zevcesi olacaktır? Kadın istediğini seçebilir. Ama diğer kocası ile uzak olması gerekmez. Kardeşi gibi onunla birlikte olabilir. Yakınlık devam edebilir.
تُحْبَرُونَ(TuXBaRuvNa) “İhbar olunursunuz.”
“Hubr” esmerimsi renktir. Bir bitkinin adı ve onun sıvı rengi olabilir. Sonraları mürekkep olarak kullanılmıştır. Kur’an burada “ihbar” kelimesini kullanmaktadır. Başla bir yerde de “İman edip ameli salih işleyenler ravzada ihbar olunacaklardır.” demektedir.
Maddi refah sürurdur. Manevi refah ahbar veya hıbrdır.
Tarihte ilim adamları asılmışlar ama onlar görüşlerinden vazgeçmemişlerdir. İlim insanı o derece bağlar ki, insanlar görüşlerini gizlemeyi ölümü tercih etmektedirler. İnsan çözemediği bir sorunu çözdüğü zaman büyük zevk duymaktadır.
Âhirette insanlar yeni şeyleri öğrenecekler, yeni problemleri çözecekler. Bunu yapmak onlara büyük zevk verecektir. Hayatlarını yeni bilgiler edinerek yaşayacaklardır. Orada canın sıkılması yoktur.
İşsiz kalan, arkadaşsız kalan insanın canı sıkılmaktadır. İşi olanlar ise bu dünyada ve âhirette sohbet edecek arkadaşı her zaman bulacaklardır. Herkesin zekası açık olacak, değişik insanlar buluşup yeni bilgiler üzerinde birlikte çalışacaklar. Bu onlara büyük zevk verecektir.
İşte bu ihbardır.
يُطَافُ عَلَيْهِمْ(YuOAFu GaLaYHıM) “Onlara tavaf olunur.”
Bu dünyada olduğu gibi âhirette de ihtiyaçlarımız vardır. Âhiretteki düzen de bu dünya düzeni cinsinden olacak; yemek, içmek, giyinmek, serinlemek ihtiyacımız olacaktır. Bu bedeni yaşayacağız. Ancak ihtiyaçlarımızı kendimiz çalışarak değil, bizim için çalışanlar yapacaklardır. Biz önemli işlerle yani ilimle uğraşırken, onlar da bize hizmet ederler. Ne ihtiyacımız olursa giderirler. Bugün lokantalarda garsonlar hizmet etmektedir. Orada da kapların içine yemekleri koyarlar, altından tabaklara koyarlar. Dolaşırlar ve ne istiyorlarsa orada sofraya onu verirler. Cennette görevliler vardır, onlar insanlara hizmet ederler. Huriler ve gılman kimselerdir bunlar. İnsanlar ise ilimle meşgul olmaktadır.
Şimdi şu soru sorulabilir:
Âhirette insanlar ilimlerini artıracaklar.
Acaba dünyadaki buluşlar gibi orada da buluşlar olacak mıdır?
Eğer âhirette de Kur’an’da “Rabbimiz” diye hitap ediyorsa, evrim devam edecektir demektir. Cehennemlikler için “Rabbiniz” geçmektedir. Onlar evrimleşip cennetlik olacaklardır. Ama cennetlikler evrimleşecekler midir, daha ileri hayata gidecekler midir?
Kur’an’daki “Rab” kelimesi üzerinde durmamız gerekmektedir. Biz burada bir görüşe sahip olup kendimize delil aramayız. Bu Kur’an’ı kendimize uydurmak olur. Ama biz soru sorar ve cevap alırız. Ne çıkarsa onu kabul ederiz. Bu Kur’an’a uymadır.
“Rab” kelimesi üzerinde Kur’an’da tarama yapınız. Allah rab sıfatı olarak cennette de tecelli ediyorsa, evrim yoksa da cehenneme kıyasla vardır denebilir.
بِصِحَافٍ مِنْ ذَهَبٍ (Bı ÖıXAFın MıN ÜaHaBın) “Altından tabaklar.”
Altın paslanmayan bir madendir. Yemeklerin bunlarla taşınması bozulmamalarını sağlamadır. Asrımızda yapılan tahlillerde görülmüştür ki eser yani çok az mahiyette de olsa her kaptan yemeğe madde geçmektedir. Mesela cam çeşitli maddelerden oluşur, zararlı olabilir. Altın yemeğe geçse bile, birleşik yapmadığı için ya bağırsaklardan geçmez ya da geçse bile zarar vermez. Demek ki altın tabaklar ile yemek meşrudur. Haramlık sözkonusu olmamaktadır. Asgari olarak altın kaplama kap kaçak helaldir.
وَأَكْوَابٍ(Va EaKVABın) “Kaplarla.”
“Ekvab” tencereler, kaplar anlamındadır. Tabak ve tencereler. Yemek tencerelerde pişirilir ve taşınır. Tabaklara konur ve dağıtılır.
Burada şu bildiriliyor. Tabak ve tencereyi insanlar yaratıldıklarından beri kullanmaktadır. Âhirette de kullanılacaktır.
Bu durum aynı zamanda ortak üretim ve özel tüketimi ifade eder. Nasıl yemeği ortak tencerede pişirip özel tabaklarda yersek, aynen bunun gibi üretimi kolektif olarak yapar, sonra onu bölüşerek tüketiriz. Bunu bu dünyada sağlayan paradır. Âhirette para yerine muhasebe geçecektir, kaydi para geçecektir. Borçlu olunmayacak ama alacaklı olunacaktır.
وَفِيهَا مَا تَشْتَهِيهِ الْأَنفُسُ(Va FIyHAv MAv TaŞTaHıHı elENFuSu)
“Orada nefsin iştah ettiği vardır.”
Bu âyet bize âhiret hakkında daha açık bilgiler vermektedir. Cehennemde acı duymak yoktur ama iştiha duymak vardır. Yani insana ihtiyaçlarını bildiren melekeler olacaktır. Tuvalete gitmek, acıkmak, üşümek gibi hislerimiz olacaktır. Sadece ıstırap ve azap mahiyetinde acılar olmayacaktır. İnsan yine insan olarak kalacaktır. Arzuları yerine getirme son derece kolay olacağından ıstıraba gerek kalmayacaktır.
Bütün bunlar bize âhiretin daha üstün hayat olduğunu göstermektedir. Yani biz âhirette daha yüksek hayata ulaşacağız demektir.
Yüksek hayat nedir?
Kâinat vardır. O bilinir ve yapılır. Bir de onu bilen ve yapan vardır, kullanan vardır. Kâinat onlar için yaratılmıştır. Bir de evrim vardır. Farklılaşan insanların arasında işbölümü ve dayanışmanın ortaya çıkmasıdır. Bugün biz evrimleşiyoruz, sosyal evrim yaşıyoruz. En büyük evrim 20’inci yüzyılda olmuştur.
Bu evrimleşme yani daha ileri bir organizasyon âhirette devam edecek midir?
Bunu şöyle açıklamaya çalışayım. Ben topluluğun ferdi hâline geldikçe benim özgürlüğüm kısıtlanıyor. Çünkü o topluluğun kurallarına uymak zorunda kalıyorum. Onlarla işbirliği yapmak zorunda kalıyorum. Oysa ben tek başıma kaldığımda hürriyetim sonsuz ama bir şey yapma kabiliyetim sıfırdır. Ben otomobile veya uçağa bindiğim zaman hareketlerim kısıtlanıyor ama binmediğim zaman da bir yere gidemiyorum.
Demek ki ilk bakışta topluluk içinde insanın hürriyeti kısıtlanıyor gibi görünür ama aslında topluluk sayesinde insan hür olmaktadır. Evrim insanın daha çok topluluklaşması ve daha çok hürleşmesi anlamına gelmektedir.
Allah canlıları başlangıçta tek hücre olarak var etti. Ağaç kovuklarında meyve yiyen insan şimdi füzelerle göklerde dolaşabilmektedir. Bu evrimdir.
Soru şudur: Cennette de bu tür evrim devam edecek midir? Daha çok birleşecek ve daha çok hür olacak mıyız, yani daha güçlü olacak mıyız?
Bu konudaki cevabı sizlere bırakıyorum.
“Rab” kelimesinin tetkikinden bu anlaşılacaktır.
وَتَلَذُّ الْأَعْيُنُ(VaTaLaüÜu eLEaGYuNu) “Aynler telezzüz eder.”
“Lezzet” tat demektir. Dil ile alınmaktadır. Kur’an gözlerin de lezzetinden bahsetmektedir. Sanat insana lezzet veren bir olaydır. İnsanın beyni vardır. Bu bilgisayardan ibarettir. Ama insanın bir de ruhu vardır. Bu bilgisayarı kullanan operatöre benzer. Tuşlara o basar, gözleri ile o görür. Bu bilgisayarın parçası değil, bilgisayarı kullanandır.
İnsanın ruhu da beynimizdeki bilgisayarı kullanmaktadır.
Ona karşı şu dört melekesini kullanmaktadır.
1. Bunlardan biri şuurdur, yani insan kendisini veya olayları bilmektedir. Bu beyinde değil ruhta gerçekleşmektedir. Beyin sadece ruha araç olmaktadır. Ekrana baktığım zaman nasıl ben görüyorum, ekran kendi kendisini göremiyorsa; insan beyni de kendi kendisini bilememekte, ruh onu bilmektedir.
2. Bir diğeri de zevktir, yani oluşlardan insan hoşlanmakta veya üzülmektedir. Benim parmağıma iğne battığı zaman parmağım acımaz. Parmağımdan çıkan elektrikî uyarılar beyne gider. Orada da acımaz. Oradan ruha gider. Acıma ruhta meydana gelir. Nitekim insanı morfinledikleri zaman acı durur.
3. Üçüncü zihni olay da insanın zekasıdır. Ben ne yapacağıma kendim karar veririm. Buna bilgisayar karar vermez. Mesela ben tuşlara basarsam program oluşur. Bilgisayar kendi kendine tuşlara basmaz. Bilgisayar baştan yapılmış programları çalıştırır ama kendisi program yapamaz. Programı yapan program yapılamaz. Programı insanın zekası yapar ki bu da ruhta mevcuttur, o yapar.
4. Bir dördüncü meleke ise diğer insanlarla kurulan diyalogdur. Böylece ruhlar arasında birlik oluşmaktadır. Bu diyalog mekanik değildir. O anda o iki kişinin arasında kendilerinin oluşturduğu bir gelişmedir. Yani onların yapmalarıdır. Yeni uygulamalardır ama birlikte yapmalarıdır.
İşte insan psikolojisinin bu melekelerinden lezzet bir zevktir.
Kur’an’da kullanılan bu kelimeleri tasnif ederek psikolojiyi öğreniriz.
Âhirette de zevkin olacağı bildirilmektedir.
Zevk niçin olmaktadır?
Zevk o insanın ihtiyaçlarını haber verir. Tatmin oldukça zevk alınır. İnsan gözleri ve kulakları ile zevk almaktadır. Bunun nedeni nedir? İnsan topluluk içinde yaşayacak şekilde yaratılmıştır. Sanat insanları ortak duygulara getirir ve onları birlikte yaşatır. Bunu sağlayan da gözlerde ve kulaklardaki zevktir, lezzettir. Eşler arasındaki sevgi de böyledir.
وَأَنْتُمْ فِيهَا خَالِدُونَ(Va EaNTuM FIyHAv PAvLıDUvNa)
“Ve siz orada halidsiniz.”
Buradaki “ve” harfi hâl vavıdır. Orada halid olduğumuz halde kalacağınız cennete girin denmiş olacaktır. Aslında biz bu dünyada da halidiz. Şöyle ki, biz ölsek bile tekrar geleceğiz. Nasıl uyku uyumakla yok olmuyorsak, ölmek de yok olmak demek değildir, biraz fazla uyumadır. Cennette de değişmeler olabilir. Oradan daha başka âleme, daha ileri âleme geçebiliriz. Evrim devam ediyorsa değişebiliriz. Dolayısıyla orada halid olmak demek, oradan çıkıp başka yere gitmek demek değildir. O halde bu dünyadan farkı nedir?
Biz bu dünyada zaman içinde hapsolmuş bulunuyoruz. İlerimizi göremiyoruz. Gerimize bakamıyoruz. Üç boyutlu uzay gemisine binmişiz, nereden gelip nereye gittiğimizi bilmeden, çevremizde neler olduğunu bilmeden yürüyoruz. Anne karnındaki çocuğa benziyoruz. Dünyadan haberi yok. Âhirette gözümüz açılacak, zamanın dışına çıkabilecek, geçmişimizi ve geleceğimizi göreceğiz. Dört boyutlu uzay içinde rahatlıkla seyahat edeceğiz.
İşte âhirette bilgi sahibi olacağız. Artık bizde ölüm korkusu olmayacak. Orada ölüme benzer bir şey olsa bile uyku gibidir. Uyandığımızda tekrar hayata döneceğimizi bile bile uyanacağız. İşte “hâlid” kelimesinin mânâsını böyle anlamamız gerekir. Cehennemdekiler de hâliddirler. Ama onların halleri değişmeyecek anlamında değildir. İnsan robot olmayacaktır.
وَتِلْكَ الْجَنَّةُ (Va TıLKa eLCanNaTu) “Ve bu cennet”
Yukarıda “Ey iman etmiş ibadım” demiş ve cennete girmelerini söylemişti. O cennet iman ve ibadet karşılığı cennettir. Yani mü’min olmanın karşılığı verilen cennettir. Onlar dünyada “Adil Düzen”i getirip yaşatacak kimselerin cennetidir. Bunlar asker olur ve yeryüzünün güvenliğini yüklenirler.
Eskiden bu görev İsrail oğullarına verilmişti.
Kur’an’dan sonra ise bu görev gönüllülere verildi.
Her insan ben asker olacağım dediği zaman asker olur. Nöbet tutmaya başlar. Asker olmak istemeyenler de bedel verir ve asker olmazlar. Zorla asker etmek yoktur.
Asker olanlar hakemlerin kararlarına uymak suretiyle icrayı adalet ederler. Onların görevi yargı kararlarını infazdır. Yargı da tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın hakemlerden oluşan yargıdır. İşte bunlar için yukarıda tavsif edilen cennet vaat edilmiştir.
Bunun dışında ayrıca “va” harfi ile atfederek yeni cennet vaat etmektedir. Bu ikinci cennettir. Bu aynı zamanda müslimlerin cennetidir. Bu cennetteki yerimiz amel-i salihle ilgilidir. Herkes orada yer alacaktır. Demek ki bizim iki yerde köşkümüz olacak; mü’minlerin cennetinde ve müslimlerin cennetinde. Mü’minler müslimlerin cennetine gelecekler, mü’minlerin cennetine de gidecekler. Ama müslimlerin yeri müslimlerin cennetinde olacaktır.
İşte bu mertebeye ulaşanlar askerlerdir. Adalet için, İslâmiyet için savaşanlardır. Yani demokrasi ve laiklik için savaşanlardır.
الَّتِي أُورِثْتُمُوهَا(elLaTIy EuRiSTuMUvHAv) “Sizi ona vâris kıldığımız.”
“Mirasçı olmak” sahipleri tarafından terk edilip başkalarının onun yerine geçmeleridir. Ataların bıraktıklarını çocukların almalarıdır.
Burada miras, cennet mirası nereden gelmektedir?
Bu dünyadaki insanların geliştireceği teknoloji o seviyeye çıkacaktır ki artık insanlar cennet hayatını yaşar hâle gelmiş olacaklardır. Burada oluşan cennet insanların ulaştığı cennet olacaktır. Kara deliğe girip çıkılacak ama onlar yok olmayacak. Dördüncü ve beşinci boyutta korunmuş olacaktır.
O cennetin başka zevki vardır. O cennette çalışarak karşılığını almaktasın. Onun için mü’minler hem müslimlerin cennetinde hem de kendi cennetlerinde yerlere sahip olacaktır.
بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ(BıMAv KuNTuM TaGMaLUvNa)
“Amel ettiklerinize karşılık.”
“Amel ettiklerinize karşılık” veya “amel ettikleriniz” anlamlarına gelir.
Orada dünyadaki amele göre pay alınacaktır. Farklı hayat olacaktır. Orada da amel edilerek derece yükseltilecektir. Belki onlar da amelleri ile mü’minlerin cennetinde köşk edinebileceklerdir. Ama mü’minler o cenneti dünyada kazanmış olacaklardır. Çünkü mü’minler mallarını ve canlarını vererek o cenneti satın almışlardır. Halbuki müslimler cennetlerini amelleri ile satın almışlardır. Tümü ile değişmemişlerdir. Mü’minler ise bununla beraber amelleri de ayrıca değerlendirilecek ve müslimlerin cennetinde de yerleri olacaktır.
Kur’an okundukça ve düşündükçe bilgilerimiz gittikçe netleşmektedir.
لَكُمْ فِيهَا فَاكِهَةٌ كَثِيرَةٌ(LaKUM FIyHAv FaKiHaTun KaÇIyRaTun)
“Sizin için orada birçok meyveler vardır.”
Mü’minlerin cennetinde insanlar iştihaları olan her şeyi bulup yiyorlar. Yemekli sohbetler yapılmaktadır. Daha çok zevkle ilgili nimetler vardır. Günlük ihtiyaçlar ise müslimlerin cennetinde karşılanacak ve orada besleneceklerdir. Yani mü’minlerin cennetinde daha üst hayat için olanlar olacak. Müslimlerin cennetinde ise yaşamamız için gerekli şeyler olacaktır.
مِنْهَا تَأْكُلُونَ(73)(MıNHAv TaEKuLUvNa)
“Onlardan ekledersiniz.”
Yani insanların karınlarını doyurmak için müslimlerin cennetinde meyveleri ve diğer gerekli gıdaları bulacaklardır.
İnsan meyve yiyecek bir varlık olarak yaratılmıştır. Yeryüzünün meyvesi yetmediği için diğer et ve tahıl gibi yiyeceklere gitmiştir. Âhirette ise böyle yer darlığı sözkonusu olmayacağı için meyveler yetecektir. Bol meyveler insanları doyurmak için kâfi gelecektir.
Bununla beraber mü’minlerin cennetinde pişirilmiş yemekler de sözkonusu olacaktır.
BUGÜNKÜ DERSİMİZİ ÖNEMLİ HATIRLATMALARLA BİTİRELİM:
Kur’an’ı anlama bilgimiz zamanla gelişiyor...
Sonra da okuyup anlayacak vaktimiz kalmıyor.
Benim hiçbir şey için baştan bunu niye yapmadım diye hayıflandığım bir şey yoktur. Ama ben neden Kur’an’la başlangıçtan beri böyle meşgul olamadım? İşte buna hayıflanıyorum.
Bu tür sürekli tefsire 10 yıldır başlamış oluyoruz.
Oysa bu derslere 70 yıl önce başlayabilirdik.
Sizlere şunu tavsiye ederim: Artık benim gibi vakitlerinizi boşa geçirmeyin. Kur’an’la doğrudan ilgilenmeye zaman kaybetmeden başlayın.
Birinci işiniz bu olsun.
Diğerleri günlük nafaka için olsun.
Dünyada ne kadar ilim ve amel sahibi olursanız, âhirette o kadar kazançlı olursunuz. Buradaki amelin karşılığı oralarda yüzlerce katı olacaktır.
Vesselâm…