ZUHRUF SÛRESİ TEFSİRİ - VIII. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَمَا نُرِيهِمْ مِنْ آيَةٍ إِلَّا هِيَ أَكْبَرُ مِنْ أُخْتِهَا وَأَخَذْنَاهُمْ بِالْعَذَابِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ(48) وَقَالُوا يَاأَيُّهَا السَّاحِرُ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَ إِنَّنَا لَمُهْتَدُونَ(49) فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمْ الْعَذَابَ إِذَا هُمْ يَنكُثُونَ(50) وَنَادَى فِرْعَوْنُ فِي قَوْمِهِ قَالَ يَاقَوْمِ أَلَيْسَ لِي مُلْكُ مِصْرَ وَهَذِهِ الْأَنْهَارُ تَجْرِي مِنْ تَحْتِي أَفَلَا تُبْصِرُونَ(51) أَمْ أَنَا خَيْرٌ مِنْ هَذَا الَّذِي هُوَ مَهِينٌ وَلَا يَكَادُ يُبِينُ(52) فَلَوْلَا أُلْقِيَ عَلَيْهِ أَسْوِرَةٌ مِنْ ذَهَبٍ أَوْ جَاءَ مَعَهُ الْمَلَائِكَةُ مُقْتَرِنِينَ(53)
وَمَا نُرِيهِمْ مِنْ آيَةٍ(Va MAv NUvRıHıM MıN AYaTin)
“Onlara bir ayet irae etmeyiz ki uhtinden büyük olmasın.”
Buradaki “Ve” hâl vavıdır. Gülenlerin hâlini anlatmaktadır. Oysa biz gönderdiğimiz her âyeti diğerlerinden daha büyük saydık. Durum böyle iken gülmektedirler. Gülenler kimlerdi? Firavun ve melei.
Bir topluluktakilerin yüzde 90’ı iktidara tâbidirler. Bunlar müslim olurlar, onların iddiaları yoktur. Huzur ve sükun içinde yaşamak isterler. Yüzde 5’i ise fitne halkıdır. Halkı sömürmek isterler. Kendileri için ne gerekiyorsa onu yaparlar.
İçinde yaşamakta olduğumuz bu günleri ele alalım.
Atanmış bir baş savcı Türkiye devletini devirmeye kalkıştı... Anayasa ekseriyetine ulaşmış bir partiyi kapatmaya kalkıştı... Hükümeti ve başbakanı suçlamaya kalkıştı... Bu yetmedi, cumhurbaşkanı aleyhine de dava açtı... Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin buna karşı refleks göstermesi gerekirken, inlemekten başka hiçbir mukabele göstermedi.
Anayasa Mahkemesi daha korkunç bir şey yaptı. “Davaya bakmam yetkim yoktur, dokunulmazlıkları olanları ben muhakeme edemem” demesi gerekirken, Cumhurbaşkanını bile muhakeme etmeye kalkıştı! Çok geçmedi, Anayasa Mahkemesi kendisini meclisin üstünde görerek Anayasayı usulden denetlemeye kalkıştı; hem de hiçbir ilgisi olmayan gerekçelerle. Gelecekte tarihçiler Allah’a inanmayanların adil yargılama sistemlerinin ne olacağını çok açık bir şekilde görecek ve inananlara ibret örneklerini sunacaklardır.
Geçmişte olan olayların hepsi birer âyettir.
Bu anayasa ile ülkenin idare edilemeyeceği açıktır. AK Parti şaşkına uğramış, düşünme melekesini kaybetmiştir. Ama aynı şaşkınlık CHP’de de görülüyor. Deniz Baykal ne yapacağını bilemez halde, kurulmuş plak gibi yargı üstünlüğünden dem vuruyor.
Yargı üstünlüğü demek hukuk üstünlüğü demektir, hakim üstünlüğü demektir. Belki verdiği kararlara uyulur. Diyelim ki AK Parti kapatılır. Diyelim ki Anayasanın iptal kararı geçerli sayılır. Hukuk devletinin gereği budur. Ama bundan sonra yargının devleti emrine alarak yargı diktatörlüğüne gitmesine izin verilmez. Yargı bağımsız, tarafsız, etkin ve saygın hâle getirilir. Onun yetkileri daha da artırılır. Ancak bunun için yargı atanmış hakimlerden değil, hakemlerden oluşmalıdır, yani diplomalı ve ehliyetli olmalıdır. Sonra hakemler demokratik yoldan atanmalı, ya halk seçmeli ya da meclis seçmelidir. O davaya bakacak hakemlerden birini bir taraf, diğerini diğer taraf seçmeli, baş hakemi hakemler seçmelidir. Bunların kararı kesin olmalı ve uygulanmalıdır. Böyle bir yargının kararına herkes uymak zorundadır. İşte şeriatın kestiği bu parmak acımaz.
Yoksa, kendisinin seçilmesi de meşru olmayan -çünkü istifa etmeden seçilmişti- bir başkanın seçtiği hakimlerin kararlarına nasıl meşru gözüyle bakılabilir. Onu devlet başkanı yapan meclisteki partiler halk tarafından tasfiye edilmişti. Karara uyulmalıdır ama tedbir alınmalıdır. Kasten anayasayı tağyir etmeye kalkıştıkları için de adil mahkemede yargılanmalıdırlar. Suç işlemişlerse asılmalıdırlar.
Bütün bu olanlardan sonra AK Parti’nin, CHP’nin, onun kuyruğuna takılmış DSP’nin ve MHP’nin, DTP’nin gereğini yapması gerekirken; bu olaylar asla onlara ders olmamakta, sadece inlemektedirler!..
İşte Hazreti Musa peygamberin Mısır’daki uyarıları da böyle olmuş, Firavun cereyan eden olaylardan asla ders almamıştır.
Biz bunları söylerken bu düzenin gitmeyeceğini, “Adil Düzen” gelmedikçe, Allah’a inanmış insanlar yönetimi ele almadıkça işlerin düzgün gitmeyeceğini biliyor ve beş yıldır AK Parti’yi uyarıyorduk. Şimdi bu olaylar bizi sevindirmelidir. Ama biz sevinmiyor; AK Parti’den ve Halk Parti’den daha çok onlar için üzülüyoruz.
Hele Cumhuriyet Halk Partisi trajedi denilecek işler yapıyor. Hangi akılla hareket ediyor? Amerikalılarla arası iyi değil, onu getirmezler. Ordu ile arası iyi değil, onu getirmezler. Adı Halk Partisi ama halka saldırmaktadır. İktidar ettiği partinin gayri meşru yoldan gitmesi için çırpınmakta, millete ise saldırmaktadır. Peki, onu kim iktidar edecek, 11 hakim mi?!. Genel başkan Deniz Baykal’ın bizzat kendisi hukukçudur, bu kadar basit şeyi nasıl düşünemiyor?!. Gerçekten yapılanlara bizim de aklımız ermiyor ve bu durum karşısında diyoruz k; demek Allah insanların aklını işte böyle başlarından alıveriyor...
إِلَّا هِيَ أَكْبَرُ مِنْ أُخْتِهَا (EilLAv HıYa EaKBaRu MiN EuPTıHAv)
“O uhtinden daha ekber idi.”
Burada çok önemli hususlara dikkat çekmektedir. Dikkat edilmesi gereken nokta âyetlerin uht/kardeş olmasıdır.
“Eh” deveyi merada bağlamak için bir ip gerilir ve ipe halka geçirilir. Halkaya ip bağlanır ve deve de ona bağlanır. Deve ip üzerinden gidip gelir ve olabildiğince çayırda otlar. İşte bu ipin bağlandığı iki kazıktan her birine “eh” denmektedir. Bir anneden doğan çocuklara da “eh” denir. Âyetlerin de kardeşler olduğu ifade edilir, böylece “âyât” olur. Âyetler aynı şeyi kanıtlar ama başka başka yönden ehtirler.
“Âyet” kelimesi yol üzerine konan taşlardır. Kilometre taşlarıdır. Bayraktır. Yüksek tepedir. Kuledir. Yani bir kimsenin gideceği yeri bulması için gereken bilgiyi veren her şey âyettir.
Topluluklar doğar, büyür, gelişir, yaşlanır ve ölürler. Medeniyetler de böyledir.
II. bin yıl uygarlığı ömrünü doldurmuştur.
Şimdi III. bin yıl uygarlığına gitmekteyiz.
Yaşlanmış insanı yaşatmanız mümkün değildir. Elbette onu biz öldürmeyeceğiz. Ama öldükten sonra, hattâ ölmeden onun işlerini kimler görecek, onu belirlememiz gerekir. İnsanın sağlığı bozulacaksa önce başı ağrır, ateşi yükselir, öksürür. Tedbir almazsa hasta olur, yataklara düşer. Daha da tedbir almazsa ölür.
Hava önce bulutlanır, sonra yağmur yağar. Her olaydan önce o olayı uyaran bir olay gelir. Rüya bunlardan biridir. Böylece bizim tedbir almamız sağlanır. Zelzele aniden geldiği için en tehlikeli afet sayılmaktadır.
Yaşlanıp ortadan kalkacak uygarlığın habercileri de sosyal sıkıntılardır.
Bugün ne gibi sıkıntılarımız vardır, insanlık hangi sıkıntıları yaşıyor?
İşsizlik sıkıntısı vardır. İş sorunu çözülse bile sosyal güvenlik sorunu çözülemediği için aş sorunu vardır. Tekel merkezi yönetimin emrindeki basın ve yayın bizi şaşkına çevirmiş, gözlerimizi kör, kulaklarımızı sağır kılmıştır. Doğru haber alamıyoruz. Beynimiz bâtıl basın tarafından yıkanıyor, düşünemez hâle geliyoruz. En kötü tarafı; yıllarca süren davalar artık devletin varlığını yararlı olmaktan çıkarıp zararlı hâle getirmiştir. Halk artık devleti yaşatmak için değil, devleti yıkmak için çalışıyor. Çünkü o devlet artık ona yük olmaya başlamıştır. Bu böyle devam edemez. Bu sebepledir ki gerek dünyada gerekse Türkiye’de her gün rakamlar kötüye gitmektedir.
Biz askerin müdahalesinden hoşlanmıyorduk.
Şimdi meçhul güçler müdahale ediyor.
Neden?
Çünkü olanlardan ve olaylardan ders almadık. Allah anayasa ekseriyetini bize verdi. Allah askerleri bizim yanımıza getirdi. ABD bizimle iyi geçinmeye başladı. Papalık ve AB parlamentosu artık bizimle düşmanlığı kesti. ABD kendi derdine düştü, artık bizimle uğraşamıyor. 1 Mart tezkeresinden sonra Fransa, Almanya, Rusya ve Çin yanımızda yer aldı. Allah bu kadar geniş imkanları bize bahşetti.
Biz ne yaptık?
Gömlek çıkarmakla meşgul olduk!
Biz ne yaptık?
Zinayı kutsallaştırdık?
Biz ne yaptık?
KİT’leri satmakla uğraştık!
Biz ne yaptık?
Zulme boyun eğdik, asla tedbir düşünmedik.
İşte bugün tattığımız azab budur. Bu azaplar ardı ardına gelir. Her biri eskisinden daha şiddetli olur. Uyarılarla işin halli istenir.
Mekkeliler ne yaptılar?
Sonunda teslim oldular da böylece helakten kurtuldular.
وَأَخَذْنَاهُمْ بِالْعَذَابِ(Va EaPaÜNAvHuM Bi eLGaÜABi)
“Ve onları azap ile ahzettik.”
Türkiye tarihini ele alalım. 1900’lardan öncekiler orada kalmıştır. Asrımızı ele alalım.
Sultan Abdülhamit iktidardadır. Kurduğu okullar ve fakülteler meyve vermiş, Türkiye artık uyanmıştır. Abdülhamit’in hatası var, medrese ile mektep ayrı ele alınmış. Medresedekiler hâlâ aciz ve beceriksiz; konuşuyor ama bir şey yapmıyor. Mekteptekiler de İslâmiyet’ten cahil; nasıl yapacaklarını biliyor ama ne yapacaklarını bilmiyor. Abdülhamit’e göre bunlar anlaşacak ve sonunda medresedekiler ne yapacaklarına karar verecek, mekteptekilere nasıl yapılacağını göstertecekti.
Sorun çözülmedi ve medrese ile mektep birbirine düşman kesildi. Osmanlı Devleti yıkıldı. Bugünkü İran’da aynı şey vardır, henüz medrese-mektep uzlaşması sağlanamamıştır. Mustafa Kemal buna son vermek için tevhidi tedrisat kanununu getirdi ama sorun çözülmedi.
İşte 20. yüzyılda çektiklerimiz hep bu medrese-mektep çatışması sebebiyledir.
“Adil Düzen” bu çatışmayı kaldırma düzenidir. Milli Görüşçüler ve Gülenciler buna temelden el atmışlardır. Akevler Ekolü bunun çalışmasını yapmaktadır.
Allah azaplar ile bizi uyarmaktadır...
لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ(LaGalLaHuM YaRCıGUvNa)
“Belki rücu’ ederler diye.”
1908’de Meşrutiyet ilan edildi. Bu çatışma, medrese-mektep çatışması son bulmadı. Osmanlı İmparatorluğu yıkıldı. Halk biraz akıllandı, müsbet ilimci bir zihniyet savaşı kazandı. Ne var ki sonra devam edemedi. Yine tevhidi tedrisatla ilmin kapıları kapandı, hâlâ açılmadı. 1950’lerde rahatlıklar geldi gibi oldu ama o da CHP’yi arattı.
İşte bu böyle devam etmekte, Allah kendi âyetlerini göstermektedir.
En büyük âyet “Adil Düzen”dir, Kur’an’ın çağımızın sorunlarını çözmesidir. Akevler Ekolü bu hususta çalışmaya devam etmektedir.
CHP din düşmanlığı yaptığı için yanımızda değildir. DYP ve ANAP ise sömürü sermayesinin emrinde olduğu için bizimle temas bile kuramıyor. MHP başlangıçta İslâm’ın karşıtı çatışma içinde idi. Zamanla İslâm çizgisine geldi. En çok bizimle beraber çalışabilecek kimselerdir ama oranın yönetim kadrosunu da sömürü sermayesi işgal etmiştir. Bizden uzak durmaktadırlar.
Saadet Partisi iki gruptan oluşuyor. Biri çok samimi ama tutucu. Kendi akıllarınca biz dini bozuyoruz. Güya dini korumak için bizden kaçıyorlar, bizi dışlıyorlar. Bunlar samimidirler. Kendileriyle ilgiyi kesmemeliyiz. Onlara gerçekleri anlatmalıyız. Gerçek İslâmiyet’i öğrenmelidirler. Zamanla bu iş böyle çözülüyor. Saadet Partisi devre dışı olsa da “Adil Düzen”i o kadro getirecektir.
Asıl sorun AK Parti’dedir. AK Parti kadrosu, bu kadro ANAP’vari bir kadro ve partidir. AK Parti ANAP’tan daha çok adil düzene yakındır ama Kur’an’a kulak vereceğine Batı’ya kulak vermektedir. Yıkılması mukadderdir. Ama daha İslâmî parti gelecektir.
Rücu’ ederler diye azap ile azaplandırırız.
Bu âyet bize açıkça şunu öğretiyor. Eğer sizin başınıza bir şey geliyorsa bilin ki eksiğiniz ve hatanız var, o sebeple geliyor...
وَقَالُوا يَاأَيُّهَا السَّاحِرُ(Va QAvLUv YAv EyYuHa elSAXıRu)
“Ey sahir dediler.”
Diyenler kimlerdir? Firavun ve melei Hazreti Musa’yı muhatap almışlardı. Sıkışınca Hazreti Musa’dan yardım istemişlerdi. Bu sebeple Hazreti Musa Mısır’da 20 sene kalabilmişti. Hazreti Nuh’un oğlu ise ‘gemiye bin’ dendiği halde binmemiş, boğulup gitmişti.
Bugünün meclisi, hükümeti, devlet başkanı, genelkurmay bir gün “Adil Düzen”in çözümlerine ‘evet’ diyeceklerdir. Yine bunu Allah’ın gönderdiği şeriat olarak kabul etmeyecek ama başka çare bulamadıkları zaman ‘peki, sizin dediğiniz olsun’ diye kabul etmek zorunda kalacaklar…
Bu kabulden bunların bu işte kalabilmesi için bizim şunları yapmamız gerekecektir.
- Önce “Adil Düzen”i çok iyi öğrenmemiz ve uygulayacak hâle gelmemiz gerekmektedir. Bundan önceki uygulamalarımızdaki başarısızlık kesin olarak bilgisizlikten gelmektedir.
- Ondan sonra Adil Düzen işletmesini mutlaka kurmamız gerekmektedir. Yenibosna’daki market faaliyete geçmelidir. Yılmamalısınız; zararlar olabilir, aksamalar olabilir ama yılmamalısınız. ‘Yılmamalısınız’ dedim; ben olmayabilirim. Mutlaka bu marketi faaliyete geçireceksiniz. Gelecekte bugünkü oluşumları anlatırken İzmir Akevler uygulaması ile İstanbul Yenibosna Akevler uygulaması temel ilk araştırma konusu olacaktır. Akevler Yenibosna Marketi teşebbüsünü başardıksa, o zaman çağımızdaki uygarlığın temelini biz atmış olacağız. Yoksa biz değil başkaları atacaktır demektir.
- Uygulamadan sonra mutlaka bunu anlatacak yol bulmalıyız. 1) Bir dergi çıkarıp orada yaptıklarımızı anlatmalıyız. 2) Örnek marketi yaygınlaştırarak her tarafta “Adil Düzen”i insanların gözlerine sokmalıyız. 3) Tebliğ partisini kurup insanlara oradan tebliğ yapmalıyız. 4) Diğer partilerle uzlaşıp iktidar olmalı ve bütün dünyaya bu tebliği götürmeliyiz.
ادْعُ لَنَا رَبَّكَ(EuDGu LaNAv RabBaKa)
“Rabb’ine bizim için dua et.”
“Rabb’imize” demiyorlar, “Rabb’ine” diyorlar. Hâlâ inanmamışlardır. Allah’a değil de elçiye inanıyorlar. Devlete değil de memura inanıyorlar. Bizim anlattıklarımızı bizim sözler kabul ediyorlar. Allah’ın kitabına değil şahsımıza karşı saygıları doğuyor...
O zaman da Firavun ve melei öyle yapmıştı. Oysa biz birer hiçiz. Bizim gücümüz Rabb’imizin sözcüsü olmamızdan ileri gelmektedir. O benim Rabb’im olduğu kadar hepimizin Rabb’idir; onların da Rabb’idir. Şeytanın Rabb’i de O’dur.
Biz sizi bizim fikirlerimize ve düşüncelerimize davet etmiyoruz. Biz sizi ilmin verilerine davet ediyoruz. Bize değil, üç kere üçün dokuz ettiğine inanın diyoruz. Kur’an da ona davet ediyor. Kur’an üç kere üçün dokuz ettiğini öğretiyor. İslâm dini ile diğer dinler arasındaki fark budur. Onlar ilmi kendilerine uyduruyor. Kur’an insanları ilme tabi kılıyor. Allah yeryüzünde sosyal ve doğa kanunları ile ortaya çıkar. Bizim başka türlü ona ulaşmamız mümkün değildir. Allah da bize doğa kanunları dışında bir şey yapmaz. O halde Allah’a inanmak demek, sosyal ve doğa kanunlarına inanmak demektir. Şirk ise bunlara inanmamak demektir. Bâtıl dinler ilme inanmayan dinlerdir. Hak ile bâtıl bir değildir. Bâtıl dinleri hak din gibi görmek yanlıştır. Bununla beraber dinde zorlama olmadığı için bâtıl dinerin de yaşama hakları vardır. Ama bâtıl ile hak bir değildir. Müsbet ilmin verilerini kabul etmeyen kimselerin İslâm düzeninde yaşama hakları vardır ama yönetme hakları yoktur.
بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَ(BiMAv GAHiDa GıNDaKa)
“İndinde ahd ettiğini Rabb’inden iste.”
Rab Musa’ya ahd etmiş yani eğer kötülüklerden vazgeçerlerse onlara iyilik edeceğini ahdetmiş, azabı kaldıracağını ahdetmiş. Onu iste diyorlar. Allah ne diyor?
Türkiye nasıl kurtulur, AK Parti nasıl kurtulur?
- Önce Hakka teslim olacaklardır. Hak ne istiyorsa biz ona kayıtsız şartsız uyacağız diyecekler. Bakkaldan 15 kilo patates aldın, 5’er liradan 75 lira eder. Bu haktır. Sen 60 vermek istiyorsun, bu bâtıldır. O 80 istiyor, o da bâtıldır. Hak olan 75 liradır. Eğer çıkan hesaba razı isen işte sen hakkı kabul ediyorsun demektir. Başörtüsü meselesini gelin müsbet ilme göre çözelim diyoruz. Çok açık ve 5*15 kadar basittir. Herkes başkasına zarar vermediği işi yapmakta serbest olsun. Zararlı olduğunu iddia eden ispatlasın. Başörtüsünün zararı varsa iddia eden ispatlamalıdır. Bu ispat hakemlerden oluşmuş heyetçe tesbit edilecektir.
- Zararlı olduğu ispat edilirse zararsız çözüm aranmalıdır. Herkes başını örtebilir. Herkes başını açabilir. Böyle cebrilik sağlanabilir. Bunun çözümü de şöyle yapılır. Doğal olan nedir? Örtmek mi, açmak mı? Giyinmek mi asıldır, çıplak olmak mı asıldır? Bunu da belirleyecek olan yine sosyal ve doğal kanunlardır. Sorunu yine hakemler çözecektir.
- Varsayalım ki sorun çözülemedi, asıl olan bulunamadı. O zaman yerleri ayırırız. İsteyenler başı örtülü yerlerde yaşarlar, isteyenler başı açık yerlerde yaşarlar. O zaman hicret serbestliği içine girmiş oluruz.
- Bunların hiçbirisi olamıyorsa, o zaman yöneticilerin kararı ile istenen yapılır. Hakemler bu hususta karar vermezler. Çünkü bu onların yetkileri dışındadır. Yönetim kararı Batı demokrasisinde ekseriyet sistemiyle, İslâmiyet’te ise ortak hakem yoluyla alınmaktadır.
Bunlar buna geliyorlar mı?
Hayır!
Bunlar diyorlar ki; bizim istediğimiz olmazsa devlet yıkılsın, demokrasi gitsin!..
Deniz Baykal da bunlara şakşakçılık yapıyor!..
Biz sizden ilme ve hakemlerin kararlarına teslim olmanızdan başka bir şey istemiyoruz. Kendinizi güçlü zannediyor, istediğiniz zulmü yapıyorsunuz. Ama geçmişe bakın, hep siz mağlup oldunuz. Meşrutiyetten sonra devleti yıktınız ama Cumhuriyeti kurduk. Cumhuriyete saldırdınız ama sonra demokrasiyi kurduk. Demokrasiye saldırıyorsunuz, çünkü “Adil Düzen”i kuracağız. Bizim istediğimiz helâk olmamanız, sizin de gemiye binmenizdir. Yoksa “Adil Düzen” isteseniz de istemeseniz de gelecektir. Bizim ölmemiz ise asla tasa değildir. Çünkü biz o dünyada yaşayacağımıza ve ameli salih yaparsak cennete gideceğimize bu dünyada kalacağımızdan çok çok inanıyoruz. Ben kalan ömrümü nasıl geçireceğimi değil, öldükten sonra cennete nasıl gideceğimi düşünürüm. Siz inanmıyorsunuz ve bu dünyanızı da cehennem yapıyorsunuz. Hangi mantıkla bunu yapıyorsunuz?!.
إِنَّنَا لَمُهْتَدُونَ(EinNAv LaMuHTaDUNa) “Biz muhtediyiz.”
Yani eğer vaat ettiği azabı kaldırsa biz artık doğru yolda olacağız.
Türkiye’deki olaylar hep böyle cereyan ediyor.
Meşrutiyet ilan edildi. İslâm uleması Meşrutiyet’ten ileri bir çözüm getirdi mi? Hayır.
Devlet yıkıldı. Cumhuriyet ilan edildi. İslâm uleması bugünkü uygarlığın üstünde bir çözüm getirdi mi? Hayır.
Türkiye inkılaplar altında ezildi. Demokrasi geldi. Başka bir çözüm var mı? Hayır.
Nereye geldik? Anayasa ekseriyetine. Dinlediler mi? Hayır.
Şimdi nerdeyiz? Korkunç saldırı ile karşı karşıya. İktidar ederler ama sonra uymazlar.
فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمْ الْعَذَابَ(FaLamMAv KaŞaFNA GaNHuMu eLGAÜaBa)
“Onlardan azabı keşfettiğimizde.”
Firavun melei Hazreti Musa’nın gösterdiği âyetlere karşı direniyorlar. Direnince kendilerine sıkıntılar geliyor. Tevrat’ta ve Kur’an’da anlatılan felaketler vardır. Bu âfetler üzerinde fazlaca durmuş değilim. Tevrat’ın ve Kur’an’ın bunlarla ilgili âyetleri üzerinde durulup çözülmelidir. Mısır tarihçilerinin bu hususta neler söylediklerini bilmiyoruz.
Sıkışınca, başka çare bulamayınca, Hazreti Musa’ya başvurmakta ve artık sözünü dinleyeceklerini söylemektedirler. Allah da onlardan bunu kaldırdı. Allah kaldırdı ama ondan sonra tekrar eski havalarına döndüler.
Günümüzdeki olaylar da budur. İstiklâl Savaşı’nı kazandık ama yöneticilerimiz gerisin geriye döndüler Batı’yı tanrı edindiler. Batılılaşmayı kutsal hâle getirdiler. Halkı yıllarca zulüm içinde yaşattılar. Demokrat Parti geldi. Rahatlayacaklarına daha beter durumlarla karşılaşıldı. “Adil Düzen” söylemi geldi, rahatlık başladı ama yine eskisine döndüler!..
Tarih böyledir. Sıkıştıkları zaman evet derler. Rahatlığa kavuşunca unuturlar.
إِذَا هُمْ يَنكُثُونَ “O zaman nuksettiler.”
“Neks etmek” yumağın dağılmasıdır, yapılanları bozmaktır. Gerisin geriye çökmek anlamına geliri.
Şimdi bizim muhatabımız iki grup insandır.
1- Bunlardan bir grup Kur’an’ı Allah kelamı kabul etmektedirler. Bunların Kur’an’a saygısı bizim saygımızı kadardır. Bununla beraber bu grup insanlar dalalettedir. Çünkü bunlar Kur’an’a sadece ibadet kitabı olarak bakıyorlar. Kur’an’ın bir hidayet olduğunu asla düşünmüyorlar.
Örnek olarak AK Parti’yi ele alalım. Milletvekillerinin çoğu namaz kılar. Kur’an’a olan saygıları belki bizden fazladır. Abdestsiz ona dokunmazlar. Şimdi en büyük musibete uğramışlardır. Kur’an’ı açıp da acaba ne diyor diye sormaları gerekmez mi? Bu musibetin nasıl giderileceğini Allah’tan istemeli değil midirler? Bunun için ne yapacak? Bir araştırma heyeti kurulacak. Bunlar çözüm yolunu arayacak. Kur’an’dan öğrenmek isteyecek. Ülkede kim Kur’an’dan bir şey bulmuşsa gelsin dinleyelim diyecekler. İsteyenler gidip Kur’an sizi böyle kurtaracaktır diye çözümler götürecek. Mesela biz bunu yapmaya hazırız. Ama böyle bir şeyi aklına getiren var mıdır? Biz görüşmek istiyoruz. Bu şimdi Kur’an’dan bahseder diye görüşmüyorlar. Bunlar nasıl mü’minlerdir? Gerçekten anlamak mümkün değildir.
Bunlar da iki gruba ayrılırlar.
a) Bunların bir kısmı Kur’an’ın getirdiği hükümlerin 1400 yıl önceye ait olduğunu, şimdi uygulanmasının mümkün olmadığını ileri sürmekte, biz aklımızla çözüm yolları buluruz, bu bize yeterlidir demektedirler. AK Parti zihniyeti budur. Bunlar laikliği küfür sayarlar ama Allah’ı da 1400 sene evvel ölmüş kabul ederler. Günün meselelerini O’nun kelamı olduğuna inandıkları Kur’an’a sormazlar.
b) İkinci grup ise Saaadetçilerdir. Bunlar Kur’an’ın hükümlerine göre bugünkü işleri yapmamız gerektiğine inanırlar, bunun için cihad yaparlar. Ne var ki Kur’an’ı bugün okuyup anlamak istemez, günümüzü 1400 yıl önceye çevirip o zamanki hayatı geri getirmek isterler. Oysa bu mümkün değildir. Zaman geriye dönmez. Bunlar da bizimle temas kurmazlar. Çünkü onlara göre biz Vahhabiyiz! Vahhabiler de İngiliz ajanlarıdır. Önce şunu söyleyeyim, Vahhabiliği İngiliz ajanları kurdular ama bugünkü Vahhabilerin, hattâ o günkü Vahhabilerden hepsinin onların arkasından gittiklerini sanmak yanılştır. Kaldı ki ben Vahhabilerin mezheplerine muhalifim. Ben Ehli Sünnet mezhebindenim, Doğu ekolündenim. Yani Medine ekolünden değil, Küfe ekolündenim. Çünkü ben kıyasçıyım. Erbakan bizim görüşümüzdedir.
2- İkinci grupta olanlar ise Kur’an’ın Allah sözü olduğunu kabul etmez, Kur’an’ın da yazılmış herhangi bir kitap olduğunu kabul ederler. Onlara göre Kur’an’ın Allah sözü olduğuna inanmak 1400 sene öncesine dönmeyi istemektir. Bu da gericiliktir. Dolayısıyla günümüzün sorunlarını Kur’an’la çözmeye çalışmak gericiliktir.
Bunlar da iki gruptur.
a) Kur’an’ı herhangi bir kitap olarak kabul ederler. Önem vermezlerse de ona düşmanlık etmezler. Kur’an’ı sadece diğer kitaplardan biri gibi görürler. Kur’an’da bir şey var, onu anlatırsan, onu bir kişinin yazdığı kitapmış gibi kulak verirler. Biz bunlarla bunun için diyalog kuruyoruz. Bu partilere geçmişte bunun için oy verdir. Demokrat Parti geleneği budur. Bu gelenekteki partiler de DYP ve ANAP’tır.
b) İkincilerin ikincileri ise Kur’an’ın zararlı bir kitap olduğuna inanırlar, ona karşı savaş açmışlardır. Sadece bir ibadet kitabı olarak serbesttir ama onun emirlerine göre yaşamak gericiliktir. Laikliğe aykırıdır. Din düşmanlığıdır. CHP geleneği ve sol partiler bunu savunuyorlar. Halkın tepkisini gizledikleri için de Kur’an’dan bahsedenlere ‘siz dini istismar ediyorsunuz’ derler. Biz kedi dinimize inanmıyormuşuz, sadece ondan yararlanmak için dindar imişiz havasındalar. Ben onlara meydan okuyorum. Onlardan biri çıksın ve bana Kur’an’ın Allah sözü olmadığını ispat etsin; hemen vazgeçer, onların taptıkları putlara taparım. Ben ispat ettiğim zaman onlardan inanmadıkça Rabb’imize tapmalarını istemem. Çünkü Allah münafıklara kâfirlerden daha fazla buğuz edendir.
İşte bir asırdır on yılda bir azap yılı olmuş ve rahatlamalardan sonra hep geri nüksetmiştir. Savaş Tanrı’yı 1400 sene önce mezara gömen Müslümanlarla Tanrı’nın Kur’an’ı göndermediğini reddeden dinsizler arasında cereyan ediyor. Zafer Kur’an’a inanıp bugünkü sorunları Kur’an ile çözecek olan “Adil Düzen”e katılanların olacaktır.
وَنَادَى فِرْعَوْنُ فِي قَوْمِهِ(Va NADAy FıRGaVNu FIy QAVMIHIy)
“Firavun kavmi içinde nida etti.”
“Firavun kavmine nida etti” demiyor da “Firavun kavmi içinde nida etti” diyor. Kavmi de duydu ama o herkese nida etti. Kendi kavmine, Musa’nın kavmine ve yabancılara nida etti. Onlara duyurdu.
Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde söylenen sözler Türk kavmi içinde söylenen sözlerdir.
قَالَ يَاقَوْمِ أَلَيْسَ لِي مُلْكُ مِصْرَ (QAvLa YaQaVMi EaLaYSA LıYa MuLKu MIÖRa)
“Mısırın mülkü benim değil mi?”
Bugün de R. Tayyip Erdoğan çıkıp televizyonda yaptıklarını anlatıyor ve bu sebeple iktidarda kalması gerektiğini iddia ediyor. Kimse ona senin reyin az deşmiyor, kimse ona sen kötü yönettin demiyor. Demokrat Parti’de de durum aynıydı. Tam tersine, sen bu kadar oy aldın, halk senin peşinden geliyor, bizim iktidar olmamız mümkün değil diye düşünüyorlar. O halde seni demokratik olmayan yoldan yıkmalıyız. Burada da tam haksız değiller.
Tek partiye giden bir zihniyet sonunda zulme gider. Yüzde on barajını indirmemiş olman bunun açık delilidir. Sonra kimse sana sen kötü yönetiyorsun demiyor. Tam tersine, sen ülkeyi bağımsızlığa götürüyorsun diyor. Bu da dış düşmanların ayranını kabartıyor.
Böylece içtekilerle dıştakiler birleşip AK Parti’yi yıkmakla meşgul olurken devleti de yıkıyorlar. Tek kurtuluş yolu vardır, o da “Adil Düzen”dir.
Ama ne gezer…
Biraz rahatlarlar ve yine unuturlar...
وَهَذِهِ الْأَنْهَارُ تَجْرِي مِنْ تَحْتِي(VaHAvÜıHı eLEaNHaRu TaCRIy MıN TaXTIy)
“Ve bu nehirler benim tahtımda cereyan etmektedir.”
Burada Mısır’daki sulama tekniği de anlatılmaktadır.
“Nehir” demeyip “Enhar” dediğine göre, Nil’den değil sulama kanallarından bahsetmektedir. Nil mevsiminde kabarır, sonra çekilip yerini ekim alanlarına bırakır. Ancak Nil sularının ekini beslemesi için sulama kanallarının açılması gerekir. İşte buna “enhar/nehirler” denmektedir.
“Nehir” akan su demektir. “Nehar” da buradan gelir. Orada da ışık akar.
“Tahtımda” deyince emrimde anlamını da taşır.
أَفَلَا تُبْصِرُونَ(EaFALAv TuBÖıRUNa) “Basar etmiyor musunuz?”
Nil nehrinden tek başına yararlanmak mümkün değildir. Tek çeşit mahsul elde edilebilmektedir. Mahsul satılacak ve sonra karşılığında diğer mallar satın alınacak. Sonra sular kaplayıp millediği için de özel tarlalar elde edilemiyor. Bu sebeple ülke ancak sosyalizmle yönetilebilmektedir.
Sosyalizmde herkes devletin işçisidir. Ürünlerin tamamı devletindir. Halk tarım dönemi dışında ehramların inşaatında çalıştırılarak bölüşüm yapılmaktadır.
Bugün de devletçilik yapılmadan ülke yönetilemez. “Adil Düzen” yoksa ya sosyalizm ya da kapitalizm olacaktır; ya devlet tekeli ya da sermaye tekeli olacaktır. O tekel elde edilememektedir. Edilen yerlerde de çözümler olmamaktadır.
Bugünkü iktidar da Firavun gibi ben şunları şunları yapıyorum, benim mutlaka iktidarda kalmam gerekir diyor. Oysa senin yaptıklarını onlar da öğrendiler, artık onlar da yaparlar. Çünkü sen onların düzeninde çalışıyorsun.
أَمْ أَنَا خَيْرٌ مِنْ هَذَا(EaM EaNa PaYRun MiN HAvÜAv)
“Yoksa ben bundan daha hayırlı değil miyim?”
AK Partililere Akevler’den bahsedilince ne diyorlar?
Efendim, işte görüyorsunuz biz neler yaptık?.. Büyükşehir belediyelerinde ve diğer belediyelerde neler yaptık?.. Şimdi iktidarda neler yaptık?..
Akevler ise sadece birkaç ev yaptı... Ondan sonra bir çelik fabrikasını aldı, onu da doğru dürüst çalıştırmadı diyorlar...
Şimdi, AK Parti veya Saadet Partisi mi daha hayırlıdır, yoksa Akevler’deki üç-beş kişi mi diyorlar. Evet, biz daha hayırlı olmayabiliriz. Ama Kur’an bunların hepsinden çok çok daha hayırlıdır. Siz çalışırsınız, kazanırsınız; sizi indirenler onları afiyetle yerler, hortumlarlar; sonra siz çıkar, çalışır, borçları ödersiniz, bir daha indirirler.
Siz eşek gibi çalışırsınız, onlar da at gibi yerler...
Bu yaptıklarınızın ne size ne de millete yararı vardır.
Her yıl katlayarak artırdığınız dış borçlarla yaptığınız işleri yaptım demek hangi akla hizmettir?!. Dış ticaret büyüyormuş, ihracat patlıyormuş?!.
Ama ithalat daha fazla patlıyor!..
Ülke borç içinde batıyor!..
Bunların neresi hayırlı...
Bu söylenenler hangi akılla, hangi mantıkla söylenebilmektedir?!.
İşsizliği kaldırdık veya azalttık diyorsunuz.
Bir insanın maaşı 500 YTL, evin kirası da 500 YTL!..
Karı-koca çalışıyor, sadece mutfak ve kira masraflarını karşılayarak yaşıyor. Kimi Anadolu’dan göç eden aileler hâlâ ana babanın desteğiyle, köyün desteğiyle sefalet içinde şimdilik sürünebiliyor... Peki, daha sonrasında ne olacak?!.
الَّذِي هُوَ مَهِينٌ (EalLAÜIy HuVa MuHIyNun) “O mühin biridir.”
“Hevn” gevşek biri demektir. Güçsüz zavallı biridir.
Akevler kimlerdir ki üç kişi, beş kişi bir araya geliyor ve dünyaya meydan okuyor, “Adil Düzen” gelecek diyor. Oysa yedi milyar insan sermaye sayesinde yaşıyor. Dünya onların emrinde. Nasıl olur da biz bu üç beş kişinin sayıklamalarını dinleyeceğiz diyorlar.
Hazreti Musa Firavun’un sarayında yetişmişti. Akevler de bugün iktidarda olanların desteği ile kurulmuştur. Onlara göre şimdi biz zavallı hayal kuran birileri halindeyiz…
وَلَا يَكَادُ يُبِينُ(VaLAv YaKAvDu YuBIyNu) “Beyan etmeye gücü yetmiyor.”
Hazreti Musa onlara açık mucizeler gösterdiği halde, onlar onun sözlerine kulak vermemektedirler. “ Musa doğru dürüst konuşamıyor” dediler...
Bugün Akevler için de aynı şeyi söylemektedirler. Bunlar kendileri çalıp kendileri oynuyor, seslerini bir tarafa duyuramıyorlar. Ne basını, ne yayını, ne üniversitesi, ne de cemaatleri var. Bunlar kim ki “Adil Düzene Göre Anayasa” yazıyorlar?!.
Evet, Akevler için aynen böyle diyorlar.
Benzer olaylar Kur’an indiği zaman da cereyan etmiştir.
Şimdi de aynısı devam etmektedir...
Çok yakın zamanda Bediüzzaman için de aynısını söylememişler midir? Ama şimdi bütün dünyada sesi duyuluyor.
Günü gelince “Adil Düzen” bütün üniversitelerde, dost ve düşman üniversitelerde okunacak ve okutulacaktır. Tüm basın ve yayın hep ondan bahsedecektir. Erbakan bunun ilk duyurusunu dünyaya yapmıştır. Şimdi yeniden Adil Düzen Projesi hazırlanmaktadır. Bu daha büyük çıkışla çıkacaktır. Kimse beş artı yediyi on yapamaz. Herkes en sonunda on iki diyecek. Biz değil, doğanın kanunları, sosyal kanunlar “Adil Düzen”i galip getirecektir.
O kanunları koyan Allah bunu böyle istiyor. O’nun kitabı böyle söylüyor.
Akevler değil, Allah büyüktür.
فَلَوْلَا أُلْقِيَ عَلَيْهِ أَسْوِرَةٌ مِنْ ذَهَبٍ(FaLaVLAv EuLQıYa GaLaYHı EaSViRaTun MiN ÜaHAvBın) “Altından esviresi ona ilka olunmalıdır.”
İktidarda olanlar bunu kendi güçlerine ve servetlerine bağlarlar. Bizim paramız var, o halde biz galibiz derler. Eski sultanlar da böyleydi. Borçlarına rağmen hazinelerinde altın bulundururlardı. Şimdikiler de dolar yığıyorlar...
Akevler’in nesi vardır? Birer ev sahibi olmuşlar, zor geçiniyorlar; onlar bu halleriyle ne yapabilirler ki? Biz ise borç da olsa bugün kullanacak servete sahibiz. Borçlandığımız kimselerin emrine girer, biz ülkeyi gül gibi idare ederiz. İktidarda biz kalacağız, çünkü halk bize oy veriyor...
Evet, halk size oy veriyor, çünkü başka verecekleri yer yok.
Yarın Adil Düzen Partisi ortaya çıktığı zaman sizin oyunuz yüzde birlerin altına düşecektir. Adil Düzen Çalışanları sizin ve sizin sömürü sermayesinin yenildiğini göreceklerdir. Kur’an onları yenecektir.
أَوْ جَاءَ مَعَهُ الْمَلَائِكَةُ مُقْتَرِنِينَ(53)(EaV CAvEa MaGAHu elMmaLaEKaTu MuQTaRıNIyNa)
“Onu destekleyen bürokratları olmalıdır.”
Firavun iki şeyle öğünmektedir.
Bir taraftan Mısır’ın bolluk ve nimetlerinin kendisine ait olduğunu ileri sürmekte, diğer taraftan büyük bürokratik teşkilatı bulunmakta, ordusu olmaktadır.
Bugünkü iktidarlar da aynı şeylere güvenmiyorlar mı?
Sivil kuruluşları var... Odaları, sendikalar var.. TÜSİAD ve MÜSİAD var... Yargıları, savcıları, gardiyanları var; kapıda bekliyor... Üniversiteleri var... Okulları var... Televizyonları, radyoları, sinemaları, gazeteleri, dergileri; daha bilmem neleri neleri var, var, var... Orduları var... Paraları var... Bankaları var...
Akevler’dekilerin zafer kazanabilmesi için bunları yenecek güçleri olmalıdır, orduları olmalıdır. Unutuyorlar ki onların hepsi Kur’an’ı gönderen Allah’ındır. Onların hepsi yarın “Adil Düzen”e hizmet verecektir. Verenler yaşayacak, vermeyenler ise mağlup olacak ve cehennemde haşrolacaklardır...
Akevler bunları yapmayacak.
Akevler bunları size sadece haber vermektedir.
Şimdi bu âyetleri alıp defalarca okuyun ve “Adil Düzen”in gelmesini bekleyin…
Bu arada biz de sizin akıbetinizi bekliyoruz...