ŞÛRÂ SÛRESİ TEFSİRİ - 14
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
فَإِنْ أَعْرَضُوا فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا إِنْ عَلَيْكَ إِلَّا الْبَلَاغُ وَإِنَّا إِذَا أَذَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَا وَإِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ فَإِنَّ الْإِنسَانَ كَفُورٌ(48) لِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ يَهَبُ لِمَنْ يَشَاءُ إِنَاثًا وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَاءُ الذُّكُورَ(49) أَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَانًا وَإِنَاثًا وَيَجْعَلُ مَنْ يَشَاءُ عَقِيمًا إِنَّهُ عَلِيمٌ قَدِيرٌ(50)
فَإِنْ أَعْرَضُوا
(FaEiN EaGRaWUv)
“İ’raz ederlerse”
Bundan önce, reddedilemeyecek gün gelmeden isticabe edin, Adil Düzene geçin denmişti. Bunu Allah doğrudan onlara söylemekte veya bizim aracılığımızla iletmektedir. AK Parti gibi inanmış insanlardan oluşan topluluğa doğrudan hitap etmektedir. CHP gibi lâik olup “ben Kur’an’ı yönetime karıştırmam” diyenlere bizim söylememizi emretmektedir.
Her iki durumda da yine biz devredeyiz. Çünkü onlara bu âyetleri okumuyorlar. Bizim onlara hatırlatmamız gerekecektir. Ulaşmamız mümkün olmadığı için dergi çıkartıyoruz. Zamanla dergimiz çok okunur hâle gelecektir, çünkü orada herkes yazıyor, tüm Türkiye orada konuşuyor. “Adil Düzen”e karşı olanlar da olmayanlar da konuşuyor. İster istemez bizim söylediklerimizi bir gün duyacaklardır.
Teklifimizi tekrar yeniliyoruz.
a) Faizi bırakın, faizsiz kredileşme müessesesini getirin.
b) Zinayı yasaklayın, eşlik mevzuatını tedvin edin.
c) Ekseriyet sistemini bırakın, hicret demokrasisine geçin.
d) Hakimlik sisteminden hakemlik sistemine geçin.
Hükümettekiler, hükmedenler, yedi yıldır hükmettiklerini zannedenler; size sesleniyoruz: Bu önerilerimizde ne zorluk var ki yapmıyorsunuz? Batılılardan korkuyorsunuz değil mi.? Oysa Allah daha çok korkulmaya layıktı.
Siz lâikçilerde de sesleniyoruz: Söylediklerimizin neresi demokrasiye aykırı., neresi lâikliğe aykırı? O halde neden kulak vermiyor, sözlerimizi duymak bile istemiyorsunuz.? Ne diye i’raz ediyorsunuz?
İşte onlar böyle yaparlarsa, bizim görevimizi de Allah bu şekilde bize bildiriyor.
فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا
(FaMAv EaRSaLNAvKa GaLaYHiM XaFIyJan)
“Biz seni onların üzerine hafiz olarak irsal etmedik.”
Demek ki “Adil Düzen”in elinde hiçbir zorlama aracı yoktur, zorlama görevi de yoktur. Bu sebeple “Adil Düzen” iktidarda olanlar tarafından getirilemez.
Millî görüşçüler iktidar oldular, beceremediler. AK Partililer iktidar oldular, başaramadılar. Gülenciler dünyaya yayıldılar ama bir şey yapamadılar, kendileri bozuldular. İlâhiyatçılar hâl Demirel’in veya onun gibilerin peşinden koşuyorlar.
İktidar “Adil Düzen”in gelme yeri değildir. Çünkü zorlayarak bir iş yapılmayacak, halk kendisi inanacak, “Adil Düzen”i kendileri kuracaktır.
Neler yapılacak?
a) Yenibosna’da ilmî faaliyetler devam edecek ve “Adil Düzen” ortaya konacak.
b) Ümraniye ve Üsküdar’da, Esenler’de, Ankara’da ve İzmir’de bu çalışmalar takip ediliyor. Uygulamaya katılacaklar ve örnek faaliyetler oluşacaktır.
c) Dergi çıkarılacak. Hakemlik müessesesi ile dergiye gelir sağlanacak.
d) Market faaliyete geçirilecek, marketler zinciri kurulacak.
e) İnşaat şirketi kurulacak, inşaat yapılacak, siteler oluşturulacak.
Demek ki gayemiz ve hedefimiz bellidir. Bunları yapabilmenin yolu ilmî çalışmalarda muhasebenin (muhasebe programının) ortaya konmasıdır. Ne zaman olacağı hususunda bizim bir bilgimiz yoktur. Allah ne zaman isterse o zaman olacaktır. Ama mutlaka olacaktır. Bizim bunların dışında bir görevimiz yoktur.
إِنْ عَلَيْكَ إِلَّا الْبَلَاغُ
(EinNa GaLaYKa EilLa elBeLAĞu)
“Senin üzerinde yalnız belag vardır.”
Sen yalnız tebliğle mükellefsin. Sen onların üzeride hafiz değilsin.
Burada “sen” denmektedir. Bunun iki mânâsı vardır.
Hiç kimse olmasa bile, sen tek başına tebliğe devam edeceksin. Ben bir kişiyim, benim gücüm neye yeter demeyeceksin. Gücün yettiği kadar fert fert tebliğ yapacaksın.
Şayet cemaat olmuşsanız, o zaman işlerinizi aranızda meşveret edeceksiniz ve kararlarınızı öyle alacaksınız. Karşı tarafa giderken her kafadan bir ses çıkmaz. Başkanın emrinde hareket edilir. Onun için burada “Küm/siz” demiyor da “Ke/sen” diyor. Tebliğ ettiğimiz kimseler söylediklerimizi delilleri ile kavrayacak seviyede değildirler.
Onlar bizim doğru söylediğimize nasıl inanacaklardır?
a) Biz bir şeyi iddia ediyorsak, onlar bizim inandığımızı görmelidir. Biz topluca inandık mı onlar da bize güvenmeye başlarlar.
b) İkincisi ise biz hepimiz aynı şeyleri söylemeliyiz. İspatımız da birbirine uymalıdır. Aramızdaki işleri şura ve içtihatla yürüteceğiz. Ama siyasette askeri metot kullanacağız, tek ağızdan bir tek sözcümüzle konuşacağız. Askerler iç işlerini de askeri metotla halletmeye çalışıyorlar. Siviller askeri işleri de hukuk kuralları ile halletmeye çalışıyorlar. Başarısızlığın kaynağı budur. Biz iç işerimizi hukukla, dış işlerimizi askeri metotla hallederiz. Burada “siz” demeyip “sen” demesi bu sebepledir.
c) Yaparak göstereceğiz. Biz işsizlik sorununu aramızda çözmeliyiz ki onları çağıralım. Bizim lâiklik sorununu, demokrasi sorununu çözmüş olmamız gerekir. Müslümanlar kendi mezhep ve tarikatına katılmayanları düşman ilan ediyorlar. Nurcular Ecevit’i seviyorlar ama Erbakan hâlâ onlar nazarında dışlanmış kimsedir. Bu eski dostlarımız şimdi bize selam bile vermiyorlar, çünkü artık zengin oldular.
d) Davette ısrarcı olacağız ama zorlayıcı olmayacağız. Bize eziyet edecekler. Biz sabredeceğiz, dayanacağız. Allah onların hesabını görecektir. Biz sabırlı olmalıyız.
وَإِنَّا إِذَا أَذَقْنَا الْإِنْسَانَ
(Va EinNa EiÜAv ERaÜaQNav eLEiNSAVNa)
“Biz insana izak ettiğimizde.”
“İ’raz ederlerse sana düşen yalnız tebliğdir” diyor.
İnsanların kitle psikolojisini anlatıyor.
İnsan evrim yapan varlıktır. Bir sosyal yapı doğar, gelişir, yaşlanır ve ölür. Onun yerine başka sosyal müessese doğar. Yeni müessese eskisinden daha ileri olur, böylece insan evrimleşir. İşte insanlığın bu evrimi yaşaması için Kur’an’dan önce nebiler gelir, onlar Allah’tan vahiy alırlar, inkılaplar böyle olurdu.
Her inkılap yaklaşık bin sene sürer, uygarlık yaşlanır ve tarihten silinirdi. Onun yerine onun beşyüz yıl arkasından takip eden kuvvet uygarlığı doğar, o da bin senelik ömre sahip olurdu. Yani bir uygarlık binbeşyüz yıl etkili olurdu.
Bu sünnetullah değil midir?
Değişen yeni kitap gelmeyecek, Kur’an yeni medeniyetlerin doğmasına yeterli olacaktır. Her yeni bin yılın hükümleri onda terütaze bulunacaktır. Yeni peygamberler gelmeyecek, onların yerine ilim adamları peygamberlerin yerini alacaktır. Kur’an o günkü ilimlerden de yararlanarak yorumlayacak, yeni Kur’an düzenini insanlığa sunacaklardır.
İşte Akevler bunu yaptı.
Erbakan da buna katıldı ve insanlığa sunuldu.
Birinci adım son kırk yılda atıldı. Şimdi ikinci adım hazırlığı yapılmaktadır.
Her uygarlığın böyle ara adımları vardır. Mesela Hıristiyanlık bir ara adımdır. İnanmış olanlar iktidar olacak ama İslâm düzenine inanmayacaklar. İslâm düzenini onların arkasından gelecek olanlar uygulayacaklardır.
“Adil Düzene Göre İNSANLIK ANAYASASI” bir Adil Düzen çalışmasıdır. Geçiş dönemini içermektedir. Geçiş dönemi için Adil Düzen Partisi’nin tüzüğü ve programı hazırlanmıştır. O anayasa ile geçilecektir.
İnsan zayıf ve cehul yaratılmıştır. Eksik varlıktır. Diğer hayvanlar doğuştan yaşama bilgisine sahiptirler, araç kullanmadan da yaşayabilirler. Oysa insanlar devamlı öğrenmek zorundadırlar ve araçlar kullanarak yaşarlar. Araçları de hep evrimleşmektedir. Daha ileri araçlar keşfedilmektedir. Böylece insanlık kıyamete kadar evrimleşerek yaşayacaktır. Şimdi bizim bilmediğimiz ve aklımıza gelmeyen icatlar yapılacaktır. Bilhassa ulaşım araçları için bu Kur’an’da açıkça ifade edilmiştir.
Bugün ışık hızının üstüne çıkamıyoruz. En büyük hız ışık hızı bulunmaktadır. Oysa bizim iki hızımız vardır; biri kendi hızımız, bir de dalgamızın hızı. İki hızın çarpımı ışığın karesine eşittir. Yani biz elimizi ne kadar yavaş hareket ettirirsek dalgamız o kadar süratle hareket eder. Bugün bu dalgalar kullanılıp âletleri keşfedilmiş değildir. Ama böyle dalgaları üretebiliyoruz, ölçebiliyoruz. Yarın ışıktan daha hızlı hareket eden dalgalara hakim olduğumuz zaman kâinatın en uzak yerine rahatlıkla ulaşabileceğiz. Belki o dalgaları ışınlayarak en uzak yıldızlara çok kısa zamanda ulaşabileceğiz.
Bugün bunların olabileceğini biliyoruz ama yapamıyoruz.
Bugün hidrojeni yakarak enerji üretemiyoruz. Yarın bunu yapabilirsek artık güneşin olmadığı yerlerde de yaşama imkanını bulacağız demektir.
Hâsılı, bugün yeryüzünde Kur’an’ı uygulayacak seviyeye gelmiş bulunuyoruz.
Ancak henüz göklerde Kur’an’ı uygulayacak seviyeye ulaşmış değiliz.
Burada “İn” değil de “İzâ” gelmiştir. Yani Allah’ın rahmeti her zaman vardır. Bizim hayatımız O’nun rahmetiyledir. Gözümüz, kulağımız, çevremiz, denizler, gökler hep O’nun rahmetidir. O’nun rahmeti olmasa biz nefes bile alamayız. Allah her zaman bize nimetlerini tattırmaktadır. Eğer bir eksiğimiz veya yanlışımız olursa, ihtiyacımız olursa, sıkıntılar basar ve biz kurtulmak isteriz. O zaman Allah’ın rahmeti gelir, ihtiyaçlarımızı giderir, ferahlarız.
İşte burada Allah’ın ifade ettiği bu doğal kanundur.
Eksiğimiz olunca bizim eksiğimizi bildiren uyarılar gelir. Acıktın, susadın, soğuk var, sıcak var. Bak bedenine iğne battı. Hayat için gerekli olanları bize haber verir. Sonra tatmin ettiğimizde yani Allah’ın rahmeti bize ulaşınca da acı geçer, zevk alırız. Susuz kaldığımız zaman susarız. Ama su içtiğimizde çok büyük ferahlık ve rahatlık duyarız.
Bu durum yalnız biyolojik olayda değil, psikolojik olayda da böyledir. Sevdiğinizden uzak kalınca özlersiniz, kavuşunca da ferahlık duyarsınız. Odanın havası bozulunca sıkıntı basar, havalanınca da ferahlık gelir. Sosyal yapı bozulunca sıkıntı basar. Sosyal yapı düzelince de ferahlarsınız.
İşte bu âyet bize bu doğal olayı anlatmaktadır.
Sosyal olaylara da aynen uygulanmış olur.
مِنَّا رَحْمَةً
(MinNAv RaXMaTan)
“Bizden rahmet olmak üzere.”
Rahmeti tattırıyor. Ama aynı zamanda kendisinden rahmeti arttırıyor.
Kâinat ince hesaplarla o kadar düzgün olarak devam ediyor ki, o sayede biz yararlanıyoruz. Bütün nimetler yalnız O’nun eseridir.
Türkiye’yi Mustafa Kemal kurtarmadı, Allah kurtardı. Mustafa Kemal bir şey yapmışsa, ona o gücü veren, o azmi veren de Allah’tır. Mustafa Kemal bir araçtır. Asıl yapan onu yapmaya görevlendirendir.
Samsun Milletvekili İbrahim Elmalı Demokrat Parti zamanında, “Türk milletini Allah kurtardı” dediği için DP listeye almadı ve liste dışı kaldı. O da Konya’dan bağımsız adaylığını koydu ve seçildi. Onu listeye koymayanlar da asıldı.
İşte insanlar böyle nankördür.
Türkiye’yi Mustafa Kemal yaratmış!
Dağları da o mu yarattı? Türk milleti Mustafa Kemal’den önce yok mu idi? Onu kim paşa yaptı? Ama bunlar kâfirdir. Kâfirlerde mantık aranmaz.
Onlar putlarına körü körüne taparlar.
Hazreti İsa’ya da böyle tapıyorlar. Tabii ki bundan Hazreti İsa’nın bir suçu yoktur. Mustafa Kemal’in de suçu olmayabilir.
“Minnâ” sözü “Ezaknâ”nın mef’ulü olamaz. Çünkü bir kimse hem fail hem mef’ul olmuş olur. “Rahmet”in hâlidir. Sıfatı da olmaz. Çünkü sıfat mevsuftan önce gelmez. Bizden rahmeti tattırdığımız demek olur. Aslında “Min” burada izafet mini’dir. Rahmetimizi anlamındadır. “Min” harfi rahmetin tenkiri içindir. Bir de takdim içindir.
فَرِحَ بِهَا
(FaRiXa BiHAv)
“O nimet sebebiyle ferahlanır.”
Yani ihtiyacı giderince rahat eder, sevinir, zevk alır. Bu husus yalnız insanlarda değil hayvanlarda da böyledir. İhtiyaçları giderilince zevk alır.
Burada “Feriha” kelimesi “İza”nın cevabıdır. “İza”dan sonra “Fa” harfinin gelmesi asıldır. Ama burada hazf olmuş, gelmemiştir. Demek ki “İza”dan sonra “Fa”sız de cevap olabiliyor, yahut “FaFeriha” sakil düşeceği için hazf olmuştur.
Başka yerlere de bakarak hüküm vermemiz gerekir. İnsanlarda ve hayvanlarda hayatlarını sürdürmek için anormal bir şey olursa sıkıntı basar, tatmin edince de ferahlık gelir. Toplulukta da eğer anormallik varsa halk huzursuzdur. Sıkıntı giderilirse ferahlar.
PKK sıkıntının ifadesidir. Vücutta bir hastalık var ki kişilerin bazıları dağlara çıkıyorlar. Onlara kızmak yerine sıkıntıyı keşfedip gidermek gerekir.
Merkezi yönetim sıkıntının temelidir. Osmanlılar, Ruslar, İngilizler halkın yaşayışına karışmadıkları için imparatorluklarını bin yıla yakın zaman içinde yaşatmışlardır. Oysa baskı kullanan Hitler, Mussolini, Stalin ve Mao bir asır bile dayanamamışlardır.
Türkiye erken demokrasiye geçerek postunu kurtarabilmiştir.
Adil yargılama sisteminiz yoksa halk eşkıyalığa başlar. AK Parti’nin Adalet Bakanı Cemil Çiçek’e adil yargılama sistemini anlattık. “Bu Adil Düzendir!” dedi ve reddetti. Bu mantıkla bir yere varamayız. Doğruyu Adil Düzenciler söylediler diye doğruya cephe alınmaz. Söyleyene değil söylenene bakacaksınız. Bugünkü AK Parti’nin işlediği hata budur.
Beşir (Atalay) bey yıllarca romanları ile devletimizi yıkmak için çalışan yazara gidiyor ve danışıyor da, kendisinin de katıldığı Akevler çalışanlarıyla görüşmüyor! Çünkü orada doğrular vardır. Allah’ın doğruyu göstermesini beğenmiyor da sokaklarda doğruyu arıyor! Bizden başka size dört delile dayanarak çözüm getiren var mıdır? Onları da dinle ama bizi de dinle. Bize bir düşmanlığın yoktur. O halde niçin dinlemiyorsun?
İşte bunların bu yaptıklarını gerçekten de anlamak çok zordur.
وَإِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ
(Va EiN TuÖıBHuM SayYıEaTun)
“Onlara bir seyyiet isabet ederse.”
İnsan doğar ve yaşar. Dünyanın nimetlerinden yararlanır. Sıkıntıları da çeker. Yaşar ve sonunda ölür gider. Âhirette ise dünyada kazandıklarının karşılığını bulur.
Kişinin tâbi olduğu kanunlar ayrıdır. Bir de toplulukların tâbi olduğu kanunlar vardır. Onlar da doğarlar, gelişirler, yaşlanırlar ve ölürler. Her topluluğun eceli vardır. Ne var ki onların hesapları âhirette kalmayacaktır.
Bu dünyada çekeceklerini çekeceklerdir. Bu dünyanın kanunlarına göre karşılığını göreceklerdir. Âhirette hesap kişilere ayrı ayrı sorulur. Dünyada ise topluluklar yaşlanma kanunlarına uyarlar. Yaşlandıklarında halkı da azar. Böyle topluluklarda tebliğ yapmadır. Sonra da oradan hicret etmedir. Yoksa insanlar yaptıkları kötülüklerin cezası iyilere de kötülere de çarpar.
بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ
(Bi MAv QadDaMaT EaYDIyHiM)
“Yedlerinin takdim ettiklerinden dolayı.”
Yaşlanan toplulukların halkı azmağa başlar, kötülükler işlemeye başlar. Bu kötülüklerin sonunda o topluluğa seyyie ulaşır.
İyi insanların yapacakları tebliğdir. Tebliğin onlara fazla yararı olmaz ama topluluk yıkılınca oluşacak yeni topluluk ona göre yetişmiş olur.
Osmanlı İmparatorluğu yıkılmıştır. O zamanki uyarılara göre cumhuriyet oluşmuştur. O günkü medrese uleması ileriyi görebilseydi ve ona göre Kur’an’ın istediklerini anlatsaydı, “Adil Düzen”i ortaya koyabilseydi, Bediüzzaman’ı ve Mehmet Akif’i destekleseydiler. Cumhuriyet inkılapları acıtmazdı. Bunun için ileriyi görmek gerekir.
1) Dünyaya rasyonalizm hakim olacaktır. Düzen olarak din hakim olmayacaktır.
2) Saltanat son bulmuş, yerine seçim hakim olacaktır.
3) İmparatorluk son bulmuş, ulusal devletler ortaya çıkacaktır.
4) Dinler arası çatışmanın yerini dinler arası uzlaşma alacaktır.
Bu şekilde ortaya konan hedefe göre dört delile dayanarak yeni fıkıh ortaya koyabilselerdi, Mustafa Kemal muasır medeniyetin fevkinin ne olduğunu da söyleyebilecekti.
Demek ki insanların gelecek olan âfetlerden kendilerini koruyabilmeleri için önce tebliğ görevini yapmaya devam edeceklerdir.
İkinci olarak yapacakları iş ise; tebliğin artık yararı olmadığını, saatin geldiğini hissettikleri zaman o ülkeyi terk edip gideceklerdir. Peygamberler zamanında bu saati Allah’ın vahyi ile Cebrail bildirecektir. Şimdi ise hadiseler bildirir.
Eğer Türkiye ile İran arasında savaş başlarsa buraların halkı bilsinler ki saat gelmiştir. Bu ülke de helak olmaktadır. Bu ülkelerden hicret edeceklerdir. Esir kamplarına değil, çalışma yerlerine hicret etmelidirler. Bunun için herkesin komşu ülkelerde bir kardeş ailesi olmalıdır. Onlar onun yanına gidip kalmalılar. Onlar Türkiye’ye davet edilmelidir. Onlarla ortaklık kurulmalıdır. Hicret zamanı geldiğinde gideceğimiz yer olmalıdır.
İşte bunlar helakten kurtulurlar. Seyyie ise zaten mü’minler için mukadderdir. Onlar mallarını ve canlarını cennet karşılığı Allah’a satanlardır.
فَإِنَّ الْإِنسَانَ كَفُورٌ(48)
(FaEinNa elElNSANa KaFURun)
İnsan Kefurdur
Her nimetin bir bedeli vardır. Onu unutur da yanız seyyielerini hatırlar.
İstiklâl Savaşı’nı unutur da inkılâpları hep hatırlar.
28 Şubatı unutur da hep bugünkü kötülükleri hatırlar.
***
لِلَّهِ مُلْكُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ
(LilLAHi MüLKü elSaMABAvTı Va eLEaRWı)
“Semavat ve arzın mülkü Allah’ındır.”
Burada bilhassa yeryüzünde olan olayların sosyal ve tabii kanunlara tâbi olduğunu anlatmaktadır. Bunun dışında ilahi kader vardır. Oluşlar o kadere göre cereyan etmektedir. O’nun izni dışında bir şey olmadığını, mü’minlerin acele etmelerini hatırlatmaktadır.
يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ
(YaPLuQu MAv YaŞAEu)
“Meşieti olanı halk etti.”
Semavat ve arzın mülkü O’nundur. Meşieti olanı halk eder.
Mâlik olmak halk etmek anlamına gelmez. İslâm hukukunda mülkiyet sadece emekle olunduğudur. O halde malik olma aynı zamanda inşa eden olmak demektir.
“Men Yeşau” gelmemiş de “Mâ Yeşau” demiş. Çünkü asıl yaratılanlar eşyadır. Bedendir. Ruh ise üflenmiştir. Dolayısıyla ruhu yarattım demiyor. Çünkü ruh tecezzi etmez; biçimlenmez de. Ruh insanın bedeninden uzaklaştıkça lamekan olur, yani zaman ve mekan dışına çıkar. Ölülerin üzerine zaman geçmez. Bu sebeple kıyamete kadar insanlar bizim zamanı yaşamayacaklardır.
Bu ifadeler dün zor anlaşılıyordu. Bugün ise Einstein’ın izafiyet nazariyesiyle çok kolay anlaşılmaktadır. İzafiyet Nazariyesi ilmî makalemize bakınız.
Bu çok açık olarak gösteriyor ki Allah bir defa irade eder, sonra da iradesini değişmez maddeleri uygular. Bu ifade şunu göstertiyor. Evet, Allah diledi ve kâinat oldu. Ama bundan sonra da başka şey diler, o olur. Bu diğerlerini nefy etmez ve yok da olmaz. Muzari gelmesi meşietin ve hılkatin teceddüd etmesi ve istimrar etmesinden dolayıdır. Allah’ın murit sıfatının tevcihi de bu mânâdadır.
Allah’ın yaratacağını baştan bilmemesi O’nun alim sıfatına aykırıdır. Bilmesi mürid sıfatına aykırıdır. O halde bu çelişki nasıl giderilecektir?
Çelişki zaman ve mekan içinde mevcut bir olaydır. Sonsuz oluşlar için çelişki her zaman vardır. Örnek bir daire düşünelim. Bir teğet çizelim. Daireni dörtte birini alıp bir doğru ile birleştirelim. Dairedeki her noktaya teğette ayrı nokta tekabül eder. Aksi de doğrudur. Teğet üzerindeki her nokta daire üzerinde ayrı nokta tekabül eder. O halde doğru yarım daireye eşittir. Yani yarım daire doğruya eşittir. Böyle olmadığını herkes bilir.
Demek ki dünyada çelişkili durum vardır. Bu sebeple aklımız ermemektedir.
يَهَبُ لِمَنْ يَشَاءُ إِنَاثًا
(YaHaBu LiMaN YaŞAEu EiNaSan)
Meşieti olana inası hibe eder.”
İstediği kimseye inası hibe eder.
Burada meşieti olan Allah’tır. İstediğine kızlar verir. Hibe eder. Bir erkeğin menisinde milyonlarca sperm vardır. Bunların yarısına yakını erkek, yarısı da kadın spermdir. Anne karnına akıtıldığı zaman bunlar yarışa girer ve yarışı milyarlarca spermden yalnız bir tanesi kazanır; ona göre yavru erkek veya kadın olur. İşte bu yarışı kazanma Allah’ın takdirine bağlıdır. Normal ihtimaliyat kanunlarına göre üç çocuktan ikisi kız veya erkek, diğeri de karşı cinsten olmalıdır. Ama böyle olmaz. Bakarsın birinin beş-altı tane çocuğu olur ve hepsi kız olur, bakarsınız hepsi erkek olur. Yahut karışık olur. Veyahut hiç çocukları olmaz.
Burada bize anlatılan şey, ihtimaliyat kanunlarına göre dağılım hisabi olur. Sosyal olaylarda da ilk bakışta ihtimaliyat hesabına göre dağılım olursa da, bu makro için doğrudur. Mikroda ise takdir sözkonusudur.
Bir sokakta yürüdüğün zaman giden-gelen insanların sayısı yüzde ellidir. Dolayısıyla bunlar gelişigüzel gelip gidiyorlar sanırsınız. Ama onları durdurup niçin bu tarafa gidiyorsun da aksi istikamette gitmiyorsun diye sorsan, her biri bir sebep ortaya koyar. Hareketinin raslantı değil iradi olduğunu görürsün. Demek ki ihtimaliyat olaylarında davranışlar makroda kanunlara ama mikroda İlâhi iradeye tâbidirler.
وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَاءُ الذُّكُورَ
(Va YaHaBu LiMeN YaŞAEu ezZuKUvRa)
“Meşieti olana zükuru hibe eder.”
Burada “hibe” kelimesini tekrar etti ve aralarına “ve” harfi koydu. Bir de “inas”ı nekre, “zükur”u marife yaptı. Bununla beraber “inas”ı öne aldı.
Neden böyle yaptı?
Kızları başa almakla onlara kıymet vermiş oluyor. Sonrakini marife getirmekle onu da kıymetlendirmiş oluyor. Böylece kız ve erkek arasında söylenişte değişiklik sağlanmış oluyor.
Burada “ev/veya” getirilmeyip “ve” getirilmesi de “yeşau”dan dolayıdır. Mademki “yeşau” terk edilmiştir, iki yeşau farklıdır. O halde “ev” getirilmeden de “ev” anlaşılır. “Yeşau”nun “ve” ile tekrarı “ev” mânâsına gelir.
Burada meşietten ihtimaliyat kanunlarına işaret etmektedir. Aslolan erkek ve kadın olmasıdır. Gruplanma ayrı ayrı meşieti gerektirir. Veya meşiet denseydi meşietin de ihtimaliyat kanunlarına tâbi kılınması olurdu. Oysa meşiet ihtimaliyat kanunlarına tâbi değildir, iradidir. Bu sebeple “veya” ile değil de “ve” ile bağlanmış olmaktadır. Olayın ikisinin birden olmadığını belirtmek için de “inas” nekre, “zükur” marife olmuştur. İnsanlar genel olarak erkek çocukları olmasını isterler, bu sebeple sadece erkekleri nekre olarak “hibe”ye bağladı.
أَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَانًا وَإِنَاثًا
(EaV YuZavViCuHuM ZuKRANan ve EuNAvSAn)
“Veya onları zükran ve ünas olarak tezvic eder.”
Burada “hibe eder” kelimesini getirmemiştir. “Onları tezvic eder” diyor. “Meşiet” kelimesini de getirmemiştir. Yalnız erkek veya yalnız kız çocuklar olmasını “ve” ile ve “hibe” ve “meşiet” ile getirdiği halde, “tezvic” ise ihtimaliyat kanunlarına göre olmaktadır. Dolaysıyla “meşiet” ve “hibe” kelimelerini kullanmamıştır. İkisini nekre yapmıştır. Asıl olan nekre olmalarıdır. Yukarıda “ünas”ı önce, “zükran”ı sonra getirdi. Burada ise tersini yaptı. Böylece erkek ve kadın arasındaki söyleniş dengeye uymuş oldu. Bununla beraber erkek spermi kadın sperminden biraz fazladır. Tezvicde ihtimaliyatın galibiyetine işaret etmek için öne getirmiştir. Buradaki “hüm” zamiri yukarıda geçen mef’ullerin toplamına racidir. Böylece şu ispat edilmiş olur ki “hüm” zamiri müşterektir, kadınları da içine alır. “Men” zaten hem kadın hem erkeğe eşit şartlar içinde delâlet eder.
وَيَجْعَلُ مَنْ يَشَاءُ عَقِيمًا
(Va YaCGaLu MeN YaŞAEu GaQIyMan)
“Meşieti olanı da akim kılar.”
“Hibe” kelimesini getirdi. Sonra “tevzic” kelimesini getirdi. Burada da “ceale” kelimesini getirmektedir. “Akim” olması yani kısır olması özel durumdur. Burada tekrar “yeşau” kelimesini getirmiştir. Yani kısırlık özel meşiete bağlanmıştır. Yani doğal olay olan erkek ve kadının olmaları Allah’ın meşietine bağlanmamıştır. Oysa akim olmaları ve sadece erkeklerin doğması veya sadece kızların doğması ise Allah’ın meşietine bağlanmıştır. Yani yarısı kız yarısı erkek olur hükmü genel hükümdür. Yeni meşiete gerek kalmadan ihtimaliyat kanunlarına tâbi olmuştur. Sapma Allah’ın yeni meşietine gerek gösterir.
Bize burada ne anlatılmak istenmektedir?
Sosyal olayların doğa kanunları vardır. İhtimaliyat içinde de olsa iradidir. Ama bazan olaylar vardır ki iradidir. İhtimaliyat kanunları dışına çıkar. Bizim söylediklerimizin hepsi gerçekleşmez. Biz AK Parti’ye iki yıl ömür biçmiştik ama söylediğimiz gerçekleşmedi. Çünkü gaybı yalnız O bilir.
إِنَّهُ عَلِيمٌ قَدِيرٌ (50)
(EinNaHUv GaLIyMun QaDIyRun)
“O alimdir, kadirdir.”
Burada zamir getirilmiş lafız iade edilmemiştir. Kastedilen Allah’tır, topluluk değildir. Onun için zamir olarak Allah kelimesi getirilmemiştir. “Alim” ve “kadir” kelimeleri nekre getirilmiştir. Yani O’ndan başka da alim olan ve kadir olan vardır demektir.
Kusuru olan kimselerin tüp bebek gibi yöntemlerle bebek yapmasını da haber vermiş olmaktadır. Akim olmaktan kurtarılmaktadır.
Demek ki burada usulden yeni bir kaide ortaya konmuş oluyor. Allah’ın nekre olarak gelen sıfatlarında insanların oralarda müdahale gücü vardır demektir.
Birinci kural, topluluğun da öyle yapmasıdır.
İkinci kural ise insanların da müdahale etmesi demektir.
Allah onu öyle yaratmıştır ama insanlar da oraya müdahale edip başka türlü yapmalarına imkan vermiştir demektir. Böylece olaylar çok daha net anlaşılır hâle gelir.