ŞÛRÂ SÛRESİ TEFSİRİ - 3
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَجَعَلَهُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَكِنْ يُدْخِلُ مَنْ يَشَاءُ فِي رَحْمَتِهِ وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُمْ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ(8) أَمْ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ فَاللَّهُ هُوَ الْوَلِيُّ وَهُوَ يُحْيِ المَوْتَى وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ(9) وَمَا اخْتَلَفْتُمْ فِيهِ مِنْ شَيْءٍ فَحُكْمُهُ إِلَى اللَّهِ ذَلِكُمْ اللَّهُ رَبِّي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ أُنِيبُ(10) فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ أَنْفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَمِنْ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجًا يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ(11) لَهُ مَقَالِيدُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ(12)
وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ(Va LaV ŞAyEa elLAvHu) “Allah’ın meşieti olsaydı.”
“Allah” dediğimiz varlık zaman ve mekan dışıdır. Zamanı ve mekanı O yaratmıştır, onun içinde nasıl olacaktır?
Bizim beynimiz ise ancak zaman ve mekan içinde olan varlıkları kavrar. Beynimizde oluşmuş 01’ler zamanın ve mekanın dışında olan varlıkları kavrayamaz. Onun için hemen diyebiliriz ki, bizim zamanın ve mekanın dışında olan Allah’ı kavramamız mümkün değildir. Hattâ zaman ve mekan içinde olan atomu veya elektriği de kavramamız mümkün değildir. Sadece bize verilen bazı algıları alabiliyoruz.
Nedir onlar?
Işık dalgasını göz vasıtası ile alıyoruz. Biz atomu değil de atomun bize gönderdiği dalgayı alabiliyoruz. Aynı şekilde biz ses dalgasını anlıyoruz. Sesi gönderen varlıkları anlamamız mümkün değildir.
Ondan sonra ne yapıyoruz?
Bu dalgaları gönderen varlıkları beynimizde biz tanımlıyoruz ve onu kabul ediyoruz. Yani Allah vardır. Bize yaptıkları ile zaman ve mekan içinde birtakım işaretler göndermektedir. O işaretleri gönderen varlığa biz “Allah” diyoruz. O beynimizde çizdiğimiz bir varlıktır. İşte Kur’an bize zaman ve mekan dışı olan Allah’ı değil de, zaman ve mekan içinde bize görünen Allah’ı tanıtmaktadır.
“Allah’ın meşieti olsaydı” denmektedir.
“Meşiet” bir fiildir, zaman ve mekan içinde gerçekleşir. O halde Allah’ın meşieti olamaz, çünkü o zaman ve mekan dışıdır. Ama Allah’ın meşieti vardır. Bize zaman ve mekan içinde görünür. O halde biz Allah’ı düşünürken O’nu zaman ve mekan içinde düşünmek zorundayız; dolayısıyla aynen bizim gibi zaman ve mekan içinde iş yapar kabul etmek zorundayız. Başka türlüsünü beynimiz idrak edemez.
Bu genel açıklamadan sonra, Allah’ın meşieti olmadan hiçbir şey olmaz. Eğer Allah bizim meşiet etmemizi meşiet etmişse, o zaman bizim meşietimiz olabilir. Bu şu demektir. Kulum nasıl isterse öyle karar versin ben öyle yapayım der. Bizim meşietimizi meşiet eder, sonra da biz neyi meşiet edersek Allah da onu meşiet etmiş olur ve böylece hayat sürüp gider. Yani Allah bu kâinatı yarattı, orada insan gibi meşieti olan varlıkların meşietleri olsun ve o meşietlerle birlikte Rab olayım, halik olayım, sanı olayım dedi.
Kendisinden başka evliya ittihaz eden kimselerin meşietleri öyle olduğu için, Allah da onların meşietlerini meşiet ettiği için, onlar O’nun dışında evliya ittihaz ettiler. Yoksa Allah isteseydi onlara bu imkanı vermezdi.
Şimdi Kur’an burada bize ne anlatıyor?
Kâinatı yarattım. Herkes için bir görev ortaya koydum. İnsanlara karar verme kabiliyetini verdim. İsteyen kendi meşieti ile görevi yüklenmektedir. Ona göre akıbetleri farklı olacaktır. İyi görevleri yüklenenler cennete, kötü görevleri yüklenenler cehenneme gidecektir. Allah kâinatı böyle yarattığını söylüyor.
Dünya hayatı da bu kurallara uygun olarak yürümektedir. Bizim yapacağımız şey iyi görevleri seçip yerine getirmek ve cennete gitmektir. İşte Kur’an okuyanlara Allah bunu bildiriyor. Bizim bir görevimiz de Kur’an’ı onlara ulaştırmaktır.
لَجَعَلَهُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً (La CaGaLaHuM EumMaTan VaXıDaTan)
“Allah isteseydi onları vahid ümmet ca’lederdi.”
Buradaki “HuM” zamiri O’nun dışında evliya ittihaz edenleri kastetmektedir. Yani Kur’an’ı ve onun hükümleri olan Adil Düzeni değil de; kapitalizmi, sosyalizmi, ABD’yi, AB’yi veya Marx’ı veli ittihaz edenleri bir ümmet yapardı. Yani O’nun dışında kimseyi evliya ittihaz etmezlerdi.
Ama Allah bu dünyayı denge üzerinde kurmuştur. Dengenin temel kanunları vardır.
Bunların birincisi, kâinatın entropisi büyümektedir, yani gittikçe bozulmaktadır.
Diğeri, bundan yararlanarak canlılar ve insan evrimleşmektedir.
Bu evrimleşmenin olması için kâinatta çatışma ve dayanışma kanunları vardır. Dayanışma içinde oluşan gruplar çatışarak evrimi sağlamaktadırlar. Yani kâfirlerin görevleri vardır. Nedir bu görev? Mü’minlerin verimleşmeleri için onların zulmü gerekir.
Eğer bugün Batı dünyayı sömürmeseydi, Türkiye’deki yöneticiler dünya sömürüsünün oyuncağı olmasaydı, biz “Adil Düzen”i nerden bulup ortaya koyacaktık. Bugünkü perişan durumda bile insanlar bize kulak vermiyorlar. Çünkü zulüm henüz yeteri derecede yükselmedi. Ama dünya dört dörtlük “sosyal tufan”a doğru gitmektedir. “Adil Düzen” işte bu tufana karşı “sosyal gemi”dir. Gemiye binenler kurtulacak, diğerleri gark olacaktır. Evet, Ak Partililer de, Saadet Partililer de gark olacaklardır. “Adil Düzen”i kabul etmeyenler sosyal tufan içinde gark olacaklardır. Kimler “Adil Düzen gemisine binerse onlar kurtulacaktır.
İşte bu evrimlerin olabilmesi için Allah onları ümmet-i vahit kılmadı.
Allah bu sözleri kime söylemektedir?
Kur’an’ı okuyan bizlere, “Adil Düzen”e inananlara söylemektedir. Onların bu davranışları ve Allah’tan başka veliler ittihaz etmeleri seni hiç sıkmasın. Sen bunlarla ilgilenme, sen “Adil Düzen”i ortaya koymaya çalış.
وَلَكِنْ يُدْخِلُ مَنْ يَشَاءُ فِي رَحْمَتِهِ
(Va LAvKiN YuDPiLu MaN YaŞAyEu FIy RaXMaTiHIy)
“Lakin meşieti olan kimseyi kendi rahmetine idhal eder.”
İşte insanları ikiye ayırmıştır. Kimisini rahmeti içine sokmaktadır. Adil Düzende çalışmayı onlara nasip etmektedir. Yeryüzüne Kur’an nizamını getirmek için çalışmaktadır.
Yeryüzünde hakkı üstün tutan düzen vardır.
Bir de kuvveti üstün tutan düzen vardır.
Bunlar gece ve gündüz gibi, yaz ve kış bir gelir, onun yerini biri alır, sonra da birbirinin ardından devredip dururlar. Ama gündüz geceye, yaz kışa her zaman galip gelir. Dolayısıyla hep canlılık yayılır. Kış yaza galip gelseydi yeryüzünde hayat kalmazdı. Şimdiki durum kış gecesinin karanlığıdır ama bahar geliyor, yaz geliyor. Biz şimdi onun hazırlığını yapıyoruz. Allah’ın rahmetine dahil ettiği kullarız. Sabah olacak, ortalık aydınlanacak, zulüm ortadan kalkacaktır. Sömürü bitecek, fuhuş bitecek, zina takdis edilmeyecektir. Anarşi bitecek, rüşvet bitecek, bürokrasi ortadan kalkacaktır.
Zalim dünya zulmünü bürokrasi ile yapmaktadır. Kurulmuş bir ezme ve sömürme makinesi, orada çalışan bürokratlar da o makinenin dişlilerini oluşturmakta ve halk bunlar arasında ezilmektedir.
Ne durumun sona ermesi için ne olacak?
Bu zalim düzenin yerine serbest meslek sistemi gelecektir. Avukatla hakim aynı kimse olacaktır. Hakemler olacaktır. Maliye bürokratları ile mali müşavirler aynı kimse olacaktır. İşletmeleri destekleyecek ve paylarını alacaklardır. Mimar ve mühendislik büroları ile belediyedeki vekilleri aynı kimselerden oluşacaktır. Bunların maaşları devletçe verilecek ama bunları halk seçecektir. Halk hizmetlisini değiştirdiği için hizmetli ile halk arasında dostluk olacaktır. Ama hizmetli maaşı devletin payından alacağı için de kanunen hakkı korunmuş olacaktır. Devlet işletmeleri zengin ettiği için vergi alacaktır. Devlet işletmeleri kösteklemeyecek, bilakis var gücüyle destekleyecektir.
Bugün sömürü sermayesi halkı sömürmek için kamu görevlisi ile halk hizmetlisini ayırmış, bunları boğuşturmakta, kendisi faizini sermaye payıymış gibi almaktadır.
Evet, sorun sermayenin sömürüsüne son verme sorunudur.
Bürokrasiyi de onların tahsildarı olmaktan kurtarmaktır.
İşte “Adil Düzen” budur.
Allah’ın kendi rahmetine sokacağı kimseler bunlardır. “Adil Düzen”i sırtlarının arkasına atıp Allah’ın dununda evliya ittihaz edinenler ise bu rahmetinden mahrum olanlardır.
وَالظَّالِمُونَ(Va elJAvLıMUvNa) “Zalimler ise”
“Allah meşieti olanları rahmetine sokar” dedikten sonra “zalimler” diyor; “meşieti olanı” demiyor. Onlar zulmü kendileri istediler ve zulüm yaptılar. Devlet insanların hak ve hukukunu korumak için vardır. Kimse kimsenin malına ve canına dokunmasın için vardır.
Devlet bu demektir.
Eğer devletin kendisi insanların hak ve hukukuna saldırırsa o devlet olur mu?
Biz 1967 yılında Akkent diye bir kooperatif kurduk, bin ortaklı kooperatife 500 üye bulup 4000 dönümlük bir dağı tapudan satın aldık. 120 senelik bir tapu geldisi vardı. Tapuda orman olduğuna dair herhangi bir şerh yoktu.
Orman Bakanlığı, ‘burası ormandır!’ diye dava açtı. Bilirkişiler rüşvet istediler, vermedik. Tamamen yalan rapor tanzim edildi ve mahkeme tapulu yerimizi elimizden aldı; orası güya orman imiş diye! İsterse orman olsun, özel mülkiyete ait bir yeri orman olarak tescil eder ama orası yine onların olur. Ama biz Millî Görüşçüyüz, biz Adil Düzenciyiz diye bize saldırdılar ve tapulu yerimizi gasbettiler. Şimdi anayasa ekseriyetiyle iktidardayız. İktidar demek, bu tür zulümleri ortadan kaldırmak demektir. Ama iktidardaki kardeşlerimiz bizimle hiç ilgilenmiyorlar. Böylece tapulu yerimizi gasbediyorlar. Sonra ne oluyor? Bu gibi yerleri daha sonra rüşvet verenlere peşkeş çekiyorlar.
İktidarda olanlar bunları önlemiyorlarsa zalimdirler.
Ne yapalım, elimizden gelmiyor diyorlar!
Yapamayacaksan, o zaman oraya gelme.
İşte, Kur’an kurulmuş bu zulüm tezgahının aktörlerine “zalim” demektedir. Bu zulüm mekanizmasını meşrulaştıran devlet adamlarımız olmuştur: Benim memurum işini bilir! Rüşvetin zararı yok, işler yürüyor! Onlar da biraz yararlansınlar, bir şey olmaz!..
Evet, herkesin göklere çıkardığı Özal mantığıdır bu mantık. Günümüzde rüşvet vermeyi meşru görmeyen zaten yoktur. Sömürü sermayesi bürokratları kullanarak halktan gasbettiği varlıkları onlara peşkeş çekmektedir.
“Bu söylediklerim doğru değildir; rüşvet alan bürokrat yoktur; kimseye zulmedilmiyor…” Bu ülkede böyle şeyler diyebilen olabilir mi?
O tarihte tanzim edilmiş sahte bilirkişi raporları orada duruyor. İşte size bir basit örnek. Bütün adliye dosyaları böyle raporlarla doludur. Kimse bunlar olmuyor diyemez.
مَا لَهُمْ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَصِير
(MAv LaHuM MiN VaLiyYin Va Lav NaÖIyRin)
“Onlar için bir veli ve bir nasir bulunmayacaktır.”
Fuzuli’den beri bu şikayet vardır.
‘Bunlar düzelmez, dünya bu zulmün içinde yürüyüp gidecektir!..’
Böyle sananlar veya böyle düşünenler vardır.
Fuzuli zamanında Adil Düzen ortaya çıkmamıştır. Fuzuli zamanı henüz çökmenin tamamlanmadığı zamandır. Ama şimdi artık insanlık uyanmıştır. “Adil Düzen” dünyaya duyurulmuş, dünyada kısmen inkılaplar yapılarak bugünkü hâle gelinmiştir. Artık insanlık “Adil Düzen”i istiyor ve arıyor. Şimdilik çalınan kapılarda bir şey bulunamamaktadır. Çünkü Saadet Partisi Adil Düzeni bıraktı, son zamanlarda ağzına bile almıyor. Erbakan’ın çabaları bunları uykularından uyandırmaya yetmiyor. Ama insanlık gerçek “Adil Düzen”in kapısını çalacaktır. Bu kapı Kur’an kapısıdır. Artık sadece Müslümanlar değil, Hıristiyanlar da Kur’an’ı kendilerine şeriat kitabı kabul edeceklerdir. Onlar için bunda bir zorluk yoktur. Çünkü Hazreti İsa şeriatı tedvin etmedi. ‘Şimdi ben onları söylesem siz ona tahammül edemezsiniz’ dedi. ‘Şeriat kitabı olarak şimdilik Tevrat’ı kabul edin’ dedi. ‘Ama sonra biri gelecek, o yeni şeriat getirecek, ona uyun’ dedi. Demek ki Hıristiyanlar için değişik bir şey yoktur. İncil’in emrine uymaktadırlar.
Ne var ki, Kur’an Akevler usulü içinde ele alınacaktır. Ölü tefsirlerle Kur’an anlaşılamaz. İşte o zaman bu yazdıklarımız onların işlerine yarayacaktır.
Akevler usulü nedir?
- Kur’an’ı bugün bize nâzil olmuş gibi ele alacağız ve Kur’an’ı biz yorumlayacağız. Eski yorumlar o zaman yaşayanların kendilerine aittir.
- Kur’an’ı doğru yorumlayabilmemiz için fukahanın geliştirdiği usulü fıkıh kuralları içinde anlayacağız. Şeriatüğn men akblana yana Tevrat ve Sünnet ile Kur’an’ı anlayacağız. İcma ve kıyas ile Kur’an’ı anlayacağız. Usulü fıkhı dünya iyi öğrenmelidir.
- Kur’an’ı bugünkü müsbet ilmin verileri ile anlamaya çalışacağız. Kur’an “sema” derken, bugünkü astronominin bildiği semadır o. Deve derken de, bugünkü biyolojinin bildiğidir o.
- Bugünkü kuvveti üstün tutan zulmü askeri usullerle değil, sosyal kuruluşlarla ve halk girişimciliğiyle yeneceğiz.
Böylece inanmış Hıristiyan ve diğer din mensupları ile bütün mukaddes kitapları ve bugünkü ilimleri değerlendirerek “Adil Düzen”i ortaya koymalıyız. Bunu kabul edenler Allah’ın onları kendi rahmetine soktuğu kimselerdir. Kabul etmeyenler ve Allah dışında evliya ittihaz etmek isteyenler ise zalim kimselerdir. Onların bir velileri ve nasırları olamayacaktır. Allah bu sûrede bize bugünkü zulüm dünyasının sona gelmekte olduğunu haber vermektedir.
أَمْ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ
(EaM itTaPaZUv MiN DüNiHIy EaVLiYAEa)
“Yoksa Allah’ın dışında evliya mı ittihaz ettiler.”
Bundan önce “Adil Düzen”i kabul etmeyen kimselerden, Allah’ın dışında veliler ittihaz edenlerden söz etmiş ve bizonakarı takip etmiştir. Allah onları tek ümmet yapmadı. Çünkü Allah dilediğini kendi rahmetine idhal eder dedi. Rahmetine idhal etmediğim kimseleri de zalimler diye ayırmıştır. O zalimler Allah’ın dununda evliya ittihaz edenlerden farklı kimselerdir. Yani Allah’ın dununda evliya ittihaz edenler iki gruptur.
Birincisi, “Adil Düzen” ortaya konmadan önce “Adil Düzen” dışında yol arayanlardır.
İkincisi ise, “Adil Düzen” ortaya konduktan sonra direnip yine Allah’ın dışında veli ittihaz edinenler vardır.
Yani, birinciler Allah’ın dununda veliler aradıkları için zalim oldular.
İkinciler ise zalim oldukları için Allah’ın dununda veliler ittihaz ediniyorlar.
Demek ki, Allah’ın dışında veli ittihaz etmek zalim olmanın sebebi olduğu gibi, biri zalim oldu mu Allah’ın dışında veli ittihaz edinir. Bu iki ittihazı birbirinden ayırmak için “EM” harfi atfı getirilmiştir. Bu da ah4rgfıbtarıfc odupu iç matryf matufdan farklıdır. “Ellezîne İttehazû” ile “Em İttehazû”daki ittihaz edenler farklı kimselerdir. Yahut farklı şekilde ittihaz emektedirler.
فَاللَّهُ هُوَ الْوَلِيُّ
(Fa elLAvHu HuVa eLVaLIyYu)
“Veli olan yalnız Allah’tır.”
Yani; ne Amerika Birleşik Devletleri, ne Avrupa Birliği, ne Rusya, ne Çin, ne Hindistan sorunları çözemez. Kapitalizm ve sosyalizm sorunları çözemez.
Sorunları yalnız Allah çözer. O da “Adil Düzen”dir.
Biz Allah’ın düzenini, “Adil Düzen”i nasıl öğreniriz; insanlık nasıl öğrenir?
İşte Akevler’in geliştirdiği usul budur. Tüm insanlık bunu benimsemelidir.
- Allah kitaplar göndermiş ve o kitapları bize intikal eden âlimleri görevlendirmiştir. Biz bütün İlâhi kitapları birlikte tedris edecek ve orada Allah’ın emirlerini dikkate alacağız.
- Allah bize imkanlar vermiş, ilmî seviyemiz çok yükseklere ulaşmıştır. Fizik, kimya ve matematiğin yanında, hukuk ve yönetim ilimleri de müsbet ilim metotları ile ele alınmalıdır.
İşte bu iki kaynak, aklî kaynak ve naklî ilimler, bize Allah’ın, “Adil Düzen”in öğretecekleridir. Böylece hak yolu bulmuş olacağız.
Biz bu faaliyette bulunurken insanları ayırmıyoruz.
Vahye inanmayanların da bizde yerleri vardır. Çünkü onlar da müsbet ilme inanıyorlar. Yunan safsatacıları gibi değildirler.
Bizim yanımızda Marksistler de yer alır, alabilir.
Şartımız ne?
Müsbet ilim bizim ortak hakemimiz olacak. Başka herhangi suni tanrılar ile karşımıza çıkmayacaksınız. İkincisi, birbirimize bir şeyler dayatmayacak, sadece birlikte hakkı bulmakla meşgul olacağız. Yardımlaşacağız, dayanışacağız.
وَهُوَ يُحْيِ المَوْتَى
(Va HuVa YuXYı eLMavTAy)
“Ve mevtayı O ihya eder.”
Aslında bugün Adil Düzen, şeriat düzeni ölü durumdadır. Nasıl sonbaharda bitkiler ölür, ilkbaharda yeniden canlanırlarsa, bugün de öyledir. Zulüm mekanizmaları o kadar yaygınlaşmıştır ki, artık şeriat ölü durumdadır. Ama yeniden dirilecektir. O halde bizim yapacağımız sadece çalışmak ve “Adil Düzen”i ortaya koymaktır. Acaba insanlar onu alacak mı almayacak mı, o bizi ilgilendirmiyor. Orası bizim işimiz değil, Allah’ın işidir.
Neler yapılacaktır?
- Adil Düzen Çalışanları, ilmî çalışmalar yaparak “Adil Düzen”i uygulanır halde ortaya koyacaklardır.
- “Adil Düzen”i kabul eden dinî cemaatler bunları cemaatlerine yaygınlaştırıp öğreteceklerdir.
- “Adil Düzen”i benimseyen iş adamları Adil Düzen işletmelerini kuracaklardır. Böylece halk ekonomisi ortaya çıkacaktır.
- “Adil Düzen”i kabul eden siyasiler Adil Düzen yönetimini kuracaklardır.
Bütün bunları Allah ayarlamıştır. Göreceksiniz, bunlar tahakkuk edecek ve Adil Düzen nuru insanlığa konacak, insanlar onun rahmeti içinde yaşamaya başlayacaklardır.
وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
(Va HuVa GaLAy KulLı ŞeYİn QaDıRun)
“O her şeye kadir olandır.”
Cümle isim cümlesidir. “Alâ külli şey” takdim edilmiştir. Burada tamim vardır. Yani her şeye kadirdir. Bu ifadeden, O’ndan başkası hiçbir şeye kadir değildir mânâsı çıkmaz. Allah meşieti insanlara verdiği gibi iktidarı da insanlara vermiştir. İnsanın bedeninde depolanmış enerji vardır. Onu istediği zaman kullanmaktadır. Böylece o miktarda enerjinin kadiridir. Ne var ki insana bu kudreti veren de Allah’tır.
Bir patron nasıl memuruna para verir ve ‘bunu harca’ derse; aynı şekilde o parayı harcamaya o memur yetkilidir ama para patronundur. Dolayısıyla Allah onun parasına da kadirdir. Allah’ın külli kudreti insanların cüzi kudretini önlemiyor.
Biz her şeyi zaman ve mekan içinde düşünüyoruz. Tanrı’yı adeta büyük insan gibi tasavvur ediyor ve ona göre algılıyoruz. O öyle değildir ama O bize öyle görülüyor. Başka türlü Allah’la diyalog içinde olamayız. O her şeye kadirdir. Biz de O’nun verdiği kudretle bazı şeylere kadiriz.
وَمَا اخْتَلَفْتُمْ فِيهِ مِنْ شَيْء
(Va MaPTaLaFTuM FIyHı MiN ŞaYİn)
“Bir şeyde ihtilaf ettiklerinizde.”
Buradaki “Ve” nereye atıftır? Bu cümlenin mütekellimi, konuşanı Allah değildir. Çünkü “Ben Allah’a tevekkül ediyorum” diyorum, “Ona dönüyorum” diyorum. O halde burada hazfedilmiş bir “Kul/söyle” vardır. Söyle, onlara söyle; ihtilaf ettiklerinizde hüküm Allah’ındır. Ben O’na dönüyorum, O’na tevekkül ediyorum. Böyle söyle diyor. “Ve” harfi ile atfedildiğine göre, daha önce de söyle emrinin cümleleri varmış, hazfedilmiştir demektir.
Bu hazf nerededir? Biz sana inzar edesin diye Arapça Kur’an indirdik demiştir. İnzar etme emri içinde “söyle” kelimesi vardır. Ne söyleyeceği de inzarla ilgili cümlelerdir. İşte buradaki “Ve” ile o “tünzire”nin bedeli olan ve hazfedilmiş “Kul” kelimesine atıf vardır. Böylece mahzuf “söyle”ye atfedilmiştir.
Acaba Allah niçin böyle hazf ederek atfetmiştir?
Buradan bize neler anlatmayı murat etmiştir?
Biz nâsı/insanları inzar ederken, onlar Allah’a inanmamaktadır; Kur’an’ın Allah sözü olduğuna inanmamaktadırlar. Onlara gider de ‘Allah böyle diyor’ dersek, gülerler. Biz onlara bir insan olarak varacağız, sunacaklarımızı onlara akıl yoluyla bir insan olarak sunacağız. Evet, Kur’an’da söylenenleri biz düşünüyormuşuz ve bizim fikirlerimiz imiş gibi konuşmaya başlayacağız. Onlardan alacağımız cevap da aynen kendi düşünceleri ne ise o olacaktır. Biz bunları Kur’an’dan öğrenmiş olabiliriz. Onlar da söylediklerini Marx’tan öğrenebilirler. Ama biz masaya Kur’an’la gelmeyeceğiz, onlar da masaya Marx’la gelmeyeceklerdir. Kendi fikirleri ve düşünceleri ile geleceklerdir. Fikirlerin kaynağı bizi ilgilendirmez. Bizim için önemli olan bugün sahip çıkılan fikirlerdir.
Biz bunu Kur’an’ın genel eşitlik ilkesine dayanarak daha evvel de söyledik ve yazdık.
Burada ise çok açık olarak delille karşılaştık.
Bu bizim Kur’an’ı tüm olarak doğru anladığımıza açık delildir.
Bakınız, Kur’an’da anlaşılmayan bir ifade ne büyük hükümleri içermektedir. Biz Kur’an’a inanmayanlarla bir masaya oturduğumuz zaman Kur’an’ı delil göstererek, onu onlara kabul ettirerek uzlaşmaya çalışmayacağız. Tam tersine, onlar kendi kitap ve felsefeleriyle, biz de kendi kitap ve felsefemizle yaşayacağız. Ama barış içinde yaşamamız için ne yapmalıyız? Birlikte uzlaşmamız gerekir. Bizi uzlaştıran da müsbet ilimdir.
Bu kâinat büyük bir düzen içinde var mıdır, denge içinde varlığını sürdürmekte midir?
Biz de o dengenin bir parçası ve unsuru değil miyiz?
O halde barış içinde sorunlarımızı nasıl çözeriz?
Birlikte müsbet ilim ve akıl üzerinde anlaşmaya çalışacağız. Onlarla barışı böyle isteyeceğiz. Onların kaynakları başka, bizim kaynaklarınız başka olabilir. Ama kaynaklarımız doğanın doğal kanunları olmalıdır. Ütopik dünyaları yaratmamız mümkün değildir. Çünkü biz tanrı değiliz. Tanrı bize ne güç vermişse ancak onu kullanabiliriz. Yahut siz güze “tabiat” deyin, fark etmez. Buradaki tüm Kur’an Arapçasının gereği olarak biz ne ihtilaf edersek demektir. Yani, gelin oturalım, uzlaşalım. Tüm insanlık uzlaşsın. Barış yolu arasın. Barışa katılmayanlara ortak güvenlik yolları arayalım. Bu arada ihtilafa düştüğümüz konularda hüküm Allah’ın olsun.
فَحُكْمُهُ إِلَى اللَّهِ
(Fa HüKMuHUv EiLay elLAHı)
“Onun hükmü Allah’ındır.”
Bizim ihtilaf ettiğimizin hükmü sonunda Allah’ın olacaktır. Şöyle ki; önce barış masasında oturmuş, barış isteyen, adalet isteyen, hakkı üstün tutan tüm insanlık barış istiyorsa, masamız herkese açıktır. Buyursun katılsınlar. Barışın ve adaletin gereği ne ise o hususta anlaşalım. Hüküm Allah’ındır. Hüküm sadece Allah’ın olsun.
Şöyle ki; müsbet ilim ve hakkın üstünlüğü ilkesi hakem olsun.
Bu hususta hakemler seçelim, onlar hükümlerini versinler.
Bu bizim insanlığa yapacağımız öneridir. Bizimle kavga etmesinler. Müsbet ilim ve hak ne diyorsa, adalet ne diyorsa o olsun. Kuvvet haklı olmasın, Hak kuvvetli olsun.
Tartışmalarımız devam eder de “Adil Düzen”i kimlerin kabul etmeyeceği belli olursa; işte o zaman bekleyeceğiz. İlâhi kanunlar vardır. Zalimlerin zulmüne biz değil, Allah son verecektir. Onu nasıl yapacağını biz bilemeyiz. Allah o zor işi, silah işini bize bırakmamaktadır. O iş bana aittir demektedir. Biz O’nun işine karışmayız.
İşte biz bunları anlatacağız.
Dört dörtlük on altı sosyal tufan kapıyı çalmış, geliyor.
Onları tekrar hatırlayalım.
- Toprak, su, hava ve canlı kirlenmektedir. Buna hayır diyen var mı, böyle bir şey yoktur diyebilen var mı?
- Biyolojik, kimyasal, kitle imha ve atom silahları ile yeryüzü patlamak üzere olan barut fıçısına dönüşmüştür. Bu vahim gerçeği inkâr edebilen var mı?
- Senet mafyası, rüşvet mafyası, iş mafyası ve silah mafyası artık her yere hakim hâle gelmiştir veya böyle giderse gelmek üzeredir.
- Tek evlilik aile müessesesini yıkmakta, serbest cinsi ilişki AİDS gibi cinsel hastalıkları çözümsüz hâle getirmektedir. Kitle imha savaşları nesli dejenere etmektedir. Doğum kontrolü seleksiyon kanunlarını çalıştırmamaktadır.
İşte bu musibetler sebebiyle yeryüzü ölüme doğru sürüklenmektedir.
Ancak, Allah buna müsade etmeyecektir.
Kâinatı O yaratmıştır, O muhafaza edecektir.
Eceli geldiğinde kendisi bu gidişata son verecektir.
ذَلِكُمْ اللَّهُ رَبِّي (ÜAvLiKuMU elLAHu RabBIy)
“İşte bu Allah benim Rabbimdir.”
Yani ihtilafları halledecek Rabbime inanıyorum de. Bunları Kur’an söylüyor değil de, sen söyle; Kur’an’dan öğren ama sen onlara sahip ol ve kendin konuş.
Allah’ın meşieti olsaydı. Allah onların velisidir. Hüküm Allah’ındır. İşte bu Allah benim Rabbimdir. Bu ifadelerde “Allah” kelimesi izhar edilmiştir, yani Allah dört ayrı cihetle tanıtılmıştır. Birincisinde kâinatın kaderini çizen, mutlak irade sahibi ve hâlik olan Allah ifade edilmiştir. Ondan sonra yeryüzünde adaleti hakim kılan ve adaletin yanında yer alan bir Allah vardır. Mazlumlara yardım eden bir Allah vardır. Burada da hakim olan yani yargılayıp mahkum eden Allah sözkonusudur. Nihayet herkesin ayrı Rabbi olmasıdır. Herkesin yanında onunla meşgul olan Allah vardır. Kâinatı düzenleyen, sonra iyilerin yanında yer alan, sonra adaletle muhakeme eden ve herkesin ayrı ayrı Rabbi olan Allah vardır. Bütün bunları yapan tek Allah’tır. Ama bize görünüşü farklıdır. Savaşan iki cephenin halikı olan Allah, bize de yardıma gelen aynı Allah’tır. Ama farklı hüviyetiyle gelmektedir. Geçmişte olanlar O’nun takdiri iledir. Ama gelecekte olanlar bizim irademizle oluşacaktır. Kader bizimle çizilecektir. Allah kâinatı böyle yaratmış, böyle bir düzen kurmuş. Bunun hikmetini bu dünyada tam olarak anlayamayız. Ama cennete gittiğimiz zaman Allah ne iyi etmiş de böyle yapmış diyeceğiz. Hikmetleri o zaman anlayacağız. Günahkarlar da cehennemde cezalarını doldurtup çıktıkça orada anlayacaklardır, Allah’ın kâinatı bu düzen üzerinde yarattığının iyi olduğunu.
عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ (GaLaYHi TaVakKaLTu)
“Ben O’na tevekkül ettim.”
O’na tevekkül etmesem ne olacak ki. Beni yaratmış, imkanları vermiş. Verdiği imkanları değerlendirerek O’nun emirlerini yerine getirmeye çalışıyorum. Benim yapabileceğim bunlardır. Ondan sonrası O’na aittir.
Şimdi biz yazıyoruz, siz de okuyorsunuz. İşte bizim işimiz bu; Allah’ın imkan verdiği kadar O’nun dediklerini yapmak. İnsanlık belki bir gün Medineliler gibi bize gelecekler; biz “Adil Düzen”e inandık, gelin beraber çalışalım diyecekler. O zaman on sene içinde “Adil Düzen”i kurmuş olacağız. Biliniz ki bu iş bu kadar kolaydır ve yakındır.
Bu nereden başlayabilir?
Erbakan artık karanlık sokaklarda dolaşmaktan vazgeçip Akevler Adil Düzen ekibi ile çalışmaya karar vermelidir. Siyasetle değil, ilimle bu işin hallolacağına inanmalıdır.
ESAM partiler üstü ilmî çalışmaların merkezi hâline getirilmelidir. Bütün siyasi partilerin katkısı ile “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” hazırlanmalıdır.
Bu çalışma genişletilmeli, Papalık ve diğer dinler, Obama ve Putin gibi devlet adamları davet edilmeli. Bu bir yıllık çalışmanın sonunda gerçekleşir. Bunu Erbakan yapmazsa, F. Gülen de yapabilir.
İşte bundan sonradır ki on sene geçmeden “Adil Düzen” tüm dünyada kurulmuş olur. Buna karşı çıkanlar elbette olacaktır. Bedirler, Uhudlar, Hendekler ve Fetihler olacaktır. Onlar sorun olmayacak, bütün mücadele merhaleleri hep “Adil Düzen”in zaferi ile bitecektir.
Hâsılı, bizim işimiz bunlarla uğraşmak değildir.
Bizim işimiz “Adil Düzen”i ortaya koymaktır.
وَإِلَيْهِ أُنِيبُ (Va EıLayHi EUvNIyBU)
“Ve O’na inabe ediyorum.”
O’na nöbet tutuyorum. Biz Allah’ın çizdiği kaderle bize düşeni, bizim nöbetimize düşeni yapıyoruz. Bugün bu yazıyı yazmak nöbeti bendedir. Bunları düzeltmek ve yayına hazır hâle getirmek nöbeti Reşat Nuri Erol’dadır. Seminerlerin ve diğer çalışmaların bilgisayar programlarını hazırlamak nöbeti Dr. Müh. M. Lütfi Hocaoğlu’ndadır. Yayınlamak nöbeti Muhammed Zübeyr Erol’dadır. Hepimiz nöbetteyiz, bize düşeni yapıyoruz. Çark ise İlâhi takdirle dönmektedir. Adım adım “Adil Düzen”e gitmekteyiz.
فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ
(FaOıRı elSaMAvVAvTı Va eLEaRWı)
“Semavat ve arzın fatırıdır.”
Burada “fatır” sözü iade edilmiştir. O halde semavat ve arzın fatırı birliktedir. Semavat ve arzın fatırıdır. Halik var, bedi var. Ra var. Allah’ın yeryüzünde koyduğu temel kanunları ifade eder.
Allah kâinatı nasıl yaratmıştır?
Bir kitle vardı. O sıkışık halde büyük bir enerjiye sahipti. Yani önce böyle kâinatın tohumunu var etti. Bunlar bitişik idi. Zaman yoktu. Hareket yoktu. Bu patladı. Aralarında boşluklar meydana geldi. Tek olan poarçalarıd parçacıkarbouşdu.
İşte bu olaya fıtrat denmektedir.
O parçacıklar öyle özellikler taşıyorlardı ki bugünkü dünyamız oluştu. O parçacıkların bir kitlesi vardır. Bugünkü elektronun kitlesidir. O parçacıkların hızları vardır, hem de çift hızları vardır. Bir dalga hızıdır, bir de kendi hızıdır. Çarpımı ışık hızının karesine eşittir. Parçacıklar sayılı olduğu gibi, tüm parçacıkların hızlarının toplamı da sabittir ve sayılıdır. Demek ki kâinat işi yinn sayınsa eştirt. Parçacın sayıları değişmez, hep aynı kalmaktadır. Bir de parçadınjların fız karelerinin toplamı.
Başka bir özellik daha verilmiştir. Bir parçacığın taşıdığı hızın karesi buçuklu olarak büyürler; 0.5 1.5 2.5 3.5 işte böyle özellikleri olan bir zaman ve mekanın oluşması demektir.
İşte buna fıtrat denmektedir. Bu sayılar öyle seçilmiştir. Sonunda bugün ben bunları yazabiliyorum. Cansız âlemi anlatmaktadır.
جَعَلَ لَكُمْ مِنْ أَنْفُسِكُمْ أَزْوَاجً
(CaGaLa LaKuM MiN EaNFuSiKuM EaZVaCan)
“Allah sizin için sizin nefislerinizden ezvac ca’letti.”
Yahut bizim için bizden zevcler ca’letti.
Allah insanları erkekli dişili yarattı ve birbirine bağladı. Marx aileyi kaldırıp insanları sadece eşleşen ama ikili aile bağları ile bağlanmayan varlıklar yapmak istemişti. Ona göre hayvanlar öyle idi. O zaman biyoloji ilmi gelişmemişti. Henüz dıştan eşleşme ilkesi yoktu.
“Zevc” eril kelimedir ama hem erkek hem de kadın için kullanılır.
“Nefs” dişil kelimedir ama hem erkek hem de kadın için kullanılır.
Bu ifade Nisa Sûresi’nde de geçmektedir. Yani erkek ve kadın eş olarak eşit şekilde ifade edilmiştir.
“Li” harfi ile birbirine bağlanmaktadır eşler. Böylece evlilik müessesesi karşılıklı mülkiyete dayanmaktadır. Kadın bazı hakları ile erkeğe maliktir, erkek de bazı hakları ile kadına maliktir.
“MiN” burada cins için kullanılmıştır. İnsan kişi olarak erkek ile kadın olarak eşittir. Birinin diğerinden üstünlüğü yoktur. Farklılığı da yoktur. Aynı zamanda tüm insanlar da eşit kişiliğe sahiptir. Gerek karı koca arasında, gerekse insanlar arasındaki farklar ihtiyaç ve imkanlardan doğmaktadır. Bu sebepledir ki herkes herkesle davalı ve davacı olmaktadır. Herkes herkesi kendisine muhatap almak zorundadır.
İslâmiyet’te dokunulmazlık yoktur. Ancak herkes sadece kendi bucağında yargılanır. Dolayısıyla onun aleyhinde ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin mahkemesinde dava açılabilir. Kendisinden başkasının aleyhine dava açacaksa o kimsenin bucağındaki mahkemede dava açabilir.
وَمِنْ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجًا
(Va MiNa eLEaNGAvMı EazVaCan)
“Ve enamdan ezvac ca’letti.”
Buradaki “MiN” tebiz için değildir, tebyini cins içindir. Bütün enamı da ezvac ca’letti.
İnsanları oluşturan moleküller vardır, DNA’lar vardır. Bunlar dört çeşittir, ikişer ikişer eşleşir. Hayat bu eşleşme üzerinde kurulur. Kuşlara ve memelilere gelinceye kadar eşleşmede psikolojik bağlar yoktur. Sadece biyolojik bağlar vardır. Kuşlar ve memeliler adeta insanlar gibi aile hayatı yaşarlar. Kuşların ve memelilerin bizimle ayrıca karşılıklı tanışması vardır. Köpek sahibini tanımaktadır. Arılar ise sahiplerini tanımamaktadırlar. Bunlardan enam olarak seçmiş olması, bunların insan hayatına en yakın olmaları sebebiyledir.
Allah insanı yarattığı zaman insanın geçim kaynaklarını da düzenlemiştir. Meyveleri sindireceği şekilde yaratmıştır. Biz onların meyvelerinden yararlanırız; onlar da bizim tarlalarımızdan, sularımızdan, ilaçlarımızdan, gübrelimizden yararlanırlar. Böylece karşılıklı dayanışma içinde yaşamaktayız.
Aynı şekilde enamı da bizim onları beslememiz, onların bize et ve su vermesi şeklinde yaratmıştır. Yani eşleşme sadece erkek-kadın arasında değil, canlı grupları arasında da vardır.
Yani bir taraftan canlılar arasında besin zinciri oluşturulmuştur. Karşılıklı çatışarak denge kurulmuştur. İnsanlar arasında da böyle savaşlar konmuş ve denge kurulmuştur. Diğer taraftan da karı koca arasında olduğu gibi enam ile insanlar arasında dayanışma bağları kurulmuştur. Dengeler bunun üzerinde oluşacaktır.
Burada bizim karşımızdakilere anlatmak istediğimiz işte budur. Ya gelin uzlaşalım, barış düzeni kuralım ve birlikte yaşayalım. Aramızdaki ilişki savaşa değil barışa dayansın. Bunun tek çıkar yolu vardır. Müsbet ilmi örnek tutarak aramızda “Adil Düzen”i geliştirmedir. Ya da zulüm düzeni içinde birbirimizle kavga edecek ve sonunda “Adil Düzen” taraftarlarını Allah yeryüzüne hakim kılacaktır.
يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ (YaÜRaEuKuM FIyHı)
“Sizi onun içinde zerv ediyor.”
“Zerv etmek” rüzgarın samanı savurması demektir. Zariyat elektromanyetik parçacıklardır. Zerre var, bu da maddesel parçacıklardır. Zerre, saksıda fidan yetiştirme gibi sizi orada yetiştirdi demektir. Yeryüzünde insanları ve bitkileri zerv etmiştir. Burada da onun içine sizi zerv etmiştir diyor.
Buradaki “Hi” zamiri nereye gidiyor?
Eril tekil zamir. Nefis müennes bir kelimedir. Enfüs onun cemidir. Müennes kelimelerin cemlerine müfret zamirler gider. Müzekker çoğullara ise dişi zamir gider. O halde buradaki “Hi” zamiri nefislere gitmektedir. Sizi nefisler içinde ekip yetiştirdi denmektedir.
Bu bize “Adil Düzen”in esaslarını öğretmektedir. Kişilik, yani insan anne karnına düştüğü zaman kişilik kazanmaya başlar. Doğumu ile kazanır. Ölümü ile kaybetmeye başlar. Mirasın taksimi ile kaybeder.
İşte biz bu kişilikler âleminde var olur, sonra yok oluruz. Bu âlem içinde haklarımız ve görevlerimiz vardır. Bu âlem içinde davalı ve davacı oluruz. Bu dünyaya gelip gidişimiz böyle ama biz yok olmayız. Biz dünyadaki hukuki varlığımızı yitiririz. Âhirete gittiğimizde ise esas şahsiyetimiz orada ortaya çıkacaktır.
Bugün Batı hukukunda kişilik Kur’an’ın tanımladığı gibi tanımlanmaktadır. Herkesin kişiliğinin olduğu ifade edilmektedir. Batı’da kişilik ad takılmakla başlardı ve insanların eşit kişiliği yoktur. İslâmiyet ise kişilik için döllenmeyi yeterli bulur ve haklar doğar. Lehine dava açılabilir. Anayasamızda herkesin doğuştan devredilmez ve dokunulmaz hakları sayılır ama Batı henüz Kur’an’ın bu seviyesine ulaşmamıştır. Hâlâ eşyalara da hayvanlara da insana verilen kişilik verilmektedir. İnsandan başka Kur’an’a göre bir de Allah’ın kişiliği vardır; yani yeryüzünde kişiliği olan iki varlık vardır. Biri Allah, bir diğeri de insan.
İnsan toplulukları Allah’ın halifesi olarak kişilik kazanmaktadırlar. Başkanlarının mali kişiliğinde insan tarafından temsil olunurlar. Allah ve insan dışında kişiliği olan herhangi bir varlık yeryüzünün hakimi değildir. Batı henüz bunu idrak edememiştir, hâlâ Roma safsataları içinde yuvarlanmaktadır.
لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ
(LaYSa Ka MiSLiHIy ŞayEun)
“O’nun misli gibi bir şey yoktur.”
Burada O bir şeye benzemez denmektedir. O’na benzer bir şey yoktur. O’na benzerin benzeri de yoktur. Mislihi şey’un denseydi, O’nun büyüklüğünde kimse yoktur. Ama O’nun benzerinin benzeri de yoktur dendiği zaman, O’nunla karşılaştırılması mümkün değildir demektir. Burada misli gibi bir varlık varmış izlenimi ortaya çıkar.
Evet, O’nun benzeri vardır, yani Allah’ın benzeri vardır. O da kendisidir.
İnsanlar ve diğer melekler görünen insan benzeri bir şeydir. Böylece Allah insana benzemektedir. Ama insan Allah’a benzememektedir. Kur’an kendisini bize böyle anlatır. O her şeye yakındır ama hiçbir şey O’na yakın değildir. Oysa tek taraflı yakınlığı bizim mantığımız idrak etmemektedir. Allah her şeye benzer ama O’na hiçbir şey benzemez. Görünen her âlem O’nun görüntüsüdür. Dolayısıyla aslında O her yerde vardır. Ama hiçbir yer O’nu almaz.
Burada Allah kendi zatını tanıtmaktadır. Kâinatı nasıl düzenlediğini, nasıl tedbir ettiğini anlatmaktadır.
Bunları niçin anlatmaktadır?
Biz Papa ile, biz Obama ile, biz Putin ile masaya oturduğumuz zaman hep İlâhi kanunlardan bahsedeceğiz. Karşılıklı dayanışma, işbölümü, çıkar paralelliği ilkeleri ve insanların eşit kişiliğe sahip olduğu üzerinde duracağız.
Yani; “Adil Düzen” demek, herkesin eşit kişiliğe sahip olması, ondan sonra ise çıkar çatışması yerine çıkar paralelliğine dayanmış olması gerekeceği hususudur. Bu ar satunları kabul ettikten sonra, sonrasını müsbet ilim çözecektir. Semavat ve arzın fatırının kanunları bunları bize öğretecektir.
وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
(Va HuVa elSamIyGu eLBaÖIYRu)
“Basir olan semi’ O’dur.”
“Semi’” ve “Basir” gören ve işiten mânâsına geldiği gibi, gösteren ve işittiren mânâsına da gelir. Yani doğru yolu O gösterir. Gerçekleri O işittirir.
Demek ki iki kaynağımız olacaktır. Biri naklî delil, diğeri ise aklî delil. Aklî delil ile göreceğiz, naklî delil ile işiteceğiz. Allah’ın bu iki delili de, hem aklî hem de naklî delili verdiğini ifade etmektedir. Yani insanlık istedikten sonra Allah onlara “Adil Düzen”i aklî ve naklî delillerle gösterecek ve öğretecektir.
Asıl szotun insanlığı “Adil Düzen”i istemeye götürmektir.
Obama’nın işi Amerika’da 200 İsraillinin dünyayı sömürme imkanlarını hazırlama değil de, onlar da dahil tüm insanlığın “Adil Düzen”e götürülmesidir. Yani herkese haklarını vermesidir. Onlar bu imkanlarını kullanarak büyük hizmetler vermektedirler. Onlar da haklarını almaktadırlar. Ama dünyayı sömürmemelidirler. Fesat üzerinde, msedf üzerinde hareket etmemelidirler.