ŞÛRÂ SÛRESİ TEFSİRİ - 13
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَمَنْ يُضْلِلْ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ وَلِيٍّ مِنْ بَعْدِهِ وَتَرَى الظَّالِمِينَ لَمَّا رَأَوْا الْعَذَابَ يَقُولُونَ هَلْ إِلَى مَرَدٍّ مِنْ سَبِيلٍ(44) وَتَرَاهُمْ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا خَاشِعِينَ مِنْ الذُّلِّ يَنْظُرُونَ مِنْ طَرْفٍ خَفِيٍّ وَقَالَ الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ الْخَاسِرِينَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ وَأَهْلِيهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَلَا إِنَّ الظَّالِمِينَ فِي عَذَابٍ مُقِيمٍ(45) وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ أَوْلِيَاءَ يَنصُرُونَهُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ وَمَنْ يُضْلِلْ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ سَبِيلٍ(46) اسْتَجِيبُوا لِرَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنْ اللَّهِ مَا لَكُمْ مِنْ مَلْجَإٍ يَوْمَئِذٍ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَكِيرٍ(47)
وَمَنْ يُضْلِلْ اللَّهُ
(Va MaN YuWLiLi elLAHu)
“Allah kimi idlâl ederse.”
İnsan çok büyük bir varlıktır. Kendi kişiliği vardır. Kendi içtihadı ile hareket eder. Bir çocuk daha beşikte iken annesine neler çektirir. Anne baba çocuklarını sözlerine getirebilmek için neler çekerler. Her insan başlı başına bir varlıktır. Kendi dünyası vardır. Kendi içtihatları vardır. Yakından tanıdıkça onun ayrı bir kişiliği olduğunu hemen görürsünüz. En basit ve sade birisi bile sizi dinlemez, sizin sözünüzde olmaz. Allah herkesi ayrı yaratmıştır. Davranışlarını hiçbir şekilde izah edemezsiniz. İnsan kendi çıkarına bile hareket etmez. Neye göre kararlar alıp hareket ettiğini bilemezsiniz, ikna edemezsiniz. Kendi dünyası vardır, onun peşine düşer gider. Dalalette olan insanın hidayete gelmesini istersiniz. Onu seversiniz, kurtulmasını istersiniz. Ama o adım atmaz. O halde kimse kimseyi yola getirmekle yükümlü değildir. Çocuklara bile baskı uygulanmaz. Çocuk kendi kişiliğini kendisi kazanır.
Herkesi Allah yaratmıştır, hidayete de O koymuştur, dalâlete de O koymuştur.
Bizim onları düzeltmemiz mümkün değildir.
Burada daima şu sorulmuştur:
-Madem ki Allah dalâlete götürüyor, onun suçu nedir ki ceza görüyor?
Buna cevap verilememiştir.
Biz ise bu soruyu şöyle cevaplıyoruz:
Kader çizilmiş, herkese bir görev verilmiş, o görevi o yapacaktır. Cennete veya cehenneme gitmesi ise o yaptıklarından dolayı değil, niyetinden dolayıdır. Onu da bizim bilmemiz mümkün değildir.
Allah’ın idlâl ettiği kimse ya samimidir, bilmeyerek dalâlettedir, âhirette sorumlu olmayacaktır, ama bu dünyada yanlışlık yaptığı için sonu hüsran olacaktır; ya da bilerek bu kötülükleri yapmaktadır.
Mesela, lâikçiler biliyorlar ki yaptıkları lâiklik değil, tam karşıtıdır; ama Müslümanları ezmek için bizim ülkemizin lâikliği böyle diyorlar. Başka konularda Avrupalılar ne yaparlarsa o doğrudur, lâiklikte ise Avrupalılar bizim için ne derlerse o doğrudur!
Bunlarla konuşurken insan Allah’tan korkmayacak, alacak tabancayı, dayatacak. Ama ne var ki Allah izin vermemiştir. Biz sabredeceğiz. İktidar olduğumuzda da asla intikam almayacağız. Aynı pislikleri devam ederlerse, işte o zaman idam sehpalarını görecekler. Onları biz asmayacağız, kendilerinin de seçtiği hakemler asacaktır.
فَمَا لَهُ مِنْ وَلِيٍّ
(Fa MAv LaHu MiN VaLıyYin)
“Onun bir velisi yoktur.”
“Veli” demek, aynı zamanda insanı kollayan ve kötülüklere düşmesini önleyen biri demektir. Biri bir defa dalâlete düştü mü, ondan sonra siz ne kadar uğraşırsanız uğraşın onu yola getiremezsiniz. Sizin kendi hayatınızda bu böyledir, topluluk içinde de böyledir.
Aklın kabul ettiği bir yol vardır. Onu insanlara kabul ettiremezsiniz. Allah neyi takdir etmişse o olacaktır. Kendi özel hayatınızda da böyledir. Hepimize düşen görev görüşlerimizi birbirimize söylemektir. Eğer birisi yanlış yapıyorsa onu vazgeçirmeniz mümkün değildir. Katiyen uğraşmayacaksınız. Söyleyecek ve geçeceksiniz. Allah ne takdir etmişse o olacaktır.
Adil Düzen Çalışanları için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Hepimiz “Adil Düzen”i kendi bildiğimiz gibi anlıyor ve çalışıyoruz. Kendimizi hidayette zannediyoruz. Samimi olduğumuz için cennetteki yerimiz hazır. Ancak başarıya ulaşmamız için yani bu dünyada başarıya ulaşmamız hata etmememize bağlıdır. Halbuki biz hata ediyoruz. Allah o hatayı bize yaptırıyor. Çünkü henüz günü gelmemiştir, henüz vakti gelmemiştir. Tarih kendi kaderini yazıyor. Adım adım hedefe varılacaktır. “Adil Düzen”in iktidar olması için yapılacak daha çok şey vardır. Allah kendi kullarını çıkaracak ve “Adil Düzen” tüm dünyaya yayılacaktır. Biz şimdi onlara hazırlık yapıyoruz. Onlar bizim bu yazılarımızı okuyacaklardır.
مِنْ بَعْدِهِ
(MiN BaGDiHİy)
“O’ndan sonra”
Buradaki zamir “idlal”daki mastara gidebilir. “Ahmet su taşıyor, bu önemlidir.” diyebiliriz. Buradaki “bu” işaret zamiridir. Arapçada da gidebilir. Yahut buradaki zamir Allah’a gitmektedir. Allah’ın arkasından onun velisi olmaz. Sen çocuğuna bir dadı tutarsın, o dadıyı da sen gözetlersin. Velinin arkasındaki velidir. Yani Allah’ı denetleyecek bir veli yoktur. O ne isterse o olur.
وَتَرَى الظَّالِمِينَ
(Va TaRay elJALiMIyNa)
“Zalimleri görürsün.”
Bu ifade ile âhiretteki olaylarla dünyadaki olayları ayırır. Âhirette bizim onların durumlarını tetkik etme vaktimiz yoktur. Bu dünyada görürsün demek istemektedir. Zalimler zulümlerinin cezalarını gördüklerinde anlamındadır.
Şimdi zulüm yapanlar “Adil Düzen” geldiğinde yine de aynı zulme devam ederlerse, o zaman mahkemeye çıkarılacak ve onlara cezaları verilecektir. Bugünkü Ergenekon davası da bunu göstermektedir. Yaptıkları fiillerin bir kısmını zulüm olarak yapmışlardır. Onlar zalimdir. Ama yaptıklarının bir kısmını ise zulüm olarak değil de, memlekete hizmet için yapmışlardır. İçtihatlarına göre adaleti icra etmişlerdir. Onlar zalim değildirler. Çünkü zalim olmaları için bilerek zulüm yapmış olmaları gerekir. Onun için burada zamir gönderilmemiştir. İzhar yapılmıştır. Zalimi görürsün denmemiş de, zalimleri görürsün denmiştir. Erkek çoğul zamiri kullanılmıştır. Görülenler zulüm yapan örgüttür.
لَمَّا رَأَوْا الْعَذَابَ
(LamMAv RaEaVu eLGaZABa)
“Azabı gördüklerinde”
Buradaki “azab” nedir? Azab nasıl görülür?
Azapla karşılaştıklarında yahut idam sehpasını gördüklerinde demek olmuş olur.
Kur’an’da hapis cezası yoktur. Kısas vardır. Öldüren öldürülür. Karşı çıkan da öldürülür. Fitne çıkaranlar sürülür, devam ederlerse öldürülürler.
“Tera” kelimesinden bu azabın dünyevi azap olduğu görülür. Âhiret azabı olarak anlarsak ve azabı da cehennem olarak anlarsak, o zaman biz de onu görmüş olacağız. Görmek kötü bir şey ise bize de kötü olur. O halde buradaki “görmek” mecazi mânâdadır. Yani mahkum olduklarını duyduklarında anlamındadır.
يَقُولُونَ (YaQUvLUvNa) “Derler.”
Kendi kendilerine derler yahut o günkü iktidara baş vururlar. Pişman olduklarını beyan ederler ve affedilmelerini isterler. O gün yaptıklarına pişmanlık duyacaklar. “Evet, biz zulüm yaptık” diyecekler. İşte böyle itiraf edenler affedilecektir. Pişman olanlar affedilecektir. Ancak belli ıslah yolları ile affedileceklerdir.
PKK’lılar teslim olduktan sonra bir yol bulunup onlar tekrar normal vatandaş yapılacaklardır. Onlarla ancak ondan sonra konuşulur. Yoksa tehditlere devam ederken onlarla oturup konuşmak mağlubiyet demektir. Bununla beraber PKK dışındaki Kürt veya başka halklarla elbette oturulup konuşulacaktır. Nitekim bugün yapılan da budur.
هَلْ إِلَى مَرَدٍّ مِنْ سَبِيلٍ(44)
(HaL iLaY MaRadDin MiN SaBİyLin)
“Meradde bir sebil var mıdır?”
“Merad” reddolunan yer demektir.
“Tekrar normal vatandaş olmamız için bir yol var mıdır?” diyecekler.
İşte böyle dedikleri zaman onlara kurtuluş yolu aranacaktır.
Her şeyden önce mağdur ailelere diyetleri ödenecektir. Bu diyet öyle küçük paralar şeklinde değil, aileyi zengin edecek para olmalıdır. Ondan sonra da şehit ailelerinin toplulukta üst seviyeleri olacaktır. Bu aileleri mağdur edenleri destekleyenler bu ceremeyi çekmelidirler. Zorunlu çalışma yerlerinde çalışmalıdırlar. Dağda eşkıyalık yapmaktansa, bu daha kolaydır.
Mevcut devlet düzeni vardır. Bu devleti yaşatmak isteyenler vardır, yıkmak isteyenler vardır. Biz yaşatmak istiyoruz. Çünkü biz mikrop değiliz. Bu devleti beğenmezsek bu devleti yıkmakla uğraşmayız, terk eder gideriz. Beğendiğimiz devlet içinde yaşarız.
Bizim mücadelemiz bu devleti yaşatmadır. Biz “Adil Düzen”i bu devleti yıkmak için değil, yaşatmak için öneriyoruz. Kırk yıllık mücadelemiz budur. Biz bu devletin Müslüman olmasını istiyoruz. İslâmiyet’in bu devlete ihtiyacı olduğu için değil, bu devletin ve tüm insanlığın İslâmiyet’e ihtiyacı olduğu için çalışıyoruz. Bize iftira edip devlet düşmanı gibi gösterenler yarın hesap vermek zorunda kalabilirler. Kurtuluş yolu arayacaklardır.
Kur’an kurtuluş yolu bulamayacaklarını söylemiyor. Tevbe eder ve “Adil Düzen”i kabul ederlerse, Allah onlara elbette bir çıkış yolu gösterecektir.
***
وَتَرَاهُمْ (Va TaRAvHUM) “Ve onları re’y edersin.”
Burada “ve” harfi ile atfetmiştir. Birinci görüşle ikinci görüş farklıdır. Sıra sözkonusu değildir. Birincisi muhakeme ve soruşturma dönemidir. İkincisi ise karar zamanıdır. Bu sefer onların karar zamanını görürsün. Yukarıda arz etmiştik. Muhakeme tamamlanacaktır. Soruşturma devam edecektir. Sadece af cezaları getirilecektir. Yani cezalar uygulanmayacaktır. Soruşturma onların yaptıklarının ortaya çıkması için yapılacaktır.
Osmanlılar veya cumhuriyetçiler soykırımı yaptılar mı, yapmadılar mı?
Bu bilinmeli, ortaya konmalıdır. Tarihçiler değil, hakemler ortaya çıkarmalıdırlar.
Hakemler aleyhine de her zaman dava açılabilir.
Sonra ne olacaktır?
Sonra; geçen geçmiştir, onların yaptıklarından biz sorumlu değiliz. Ancak, eğer bir zulüm varsa, o da devam etmemelidir. Yeryüzü insanlığın olduğu için toprak talepleri mesmu olmaz. Ancak biz savaş dışı ganimetlere sahip olmuşsak onları iade etmeliyiz veya onlar bize ödemelidirler. Ancak o servet şimdi bizim elimizde olmalıdır. Bu toprak veya taşınmaz da olmamalıdır. Kaldı ki biz Lozan’da onlarla hesaplaştık ve bitirdik. Yeniden ele alınamaz.
يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا
(YuGRaWUvNa GaLaYHAv)
“Ona arz olunduklarında.”
Onları infaza götürülürken, hüküm onlara tebliğ olunur. Sonra onlar hükme götürülürler. Sehpaya arz olunurlar veya sürgüne arz olunurlar. Dayağa arz olunurlar.
“Arz” burada meçhuldür. Onları kim infaza götürecektir? Burada zikredilmiyor.
Hukuk düzeninde infazı dayanışma ortaklıkları yaparlar. Kişi direnmeden infaza rıza gösterir. Rıza göstermezse o zaman tenkil edilir, yani askeri metotlarla etkisiz hâle getirilir.
Buradaki zamir nereye gidiyor?
Alusi, nâra gidiyor diyor. Oysa burada “nâr” kelimesi geçmemiştir. Bu şekilde zorlamalı mânâ verilmektedir. Biz bu usulü kabul etmiyoruz.
Buradaki “Hâ” zamiri “seyyiet”e gidiyor. Yani yukarıda seyyienin karşılığı misli seyyiedir diyor. Yani suçun karşılığı misli cezadır diyor. Mahkeme bunlara karar verir. Şu fiili işlemiştir. Bu fiilin cezası da budur. Bunun infazına götürüldükleri zaman, işte o zaman onlarda huşu doğar. Evet, infaz olunmaz ama onlara infaz arz olunur. Bunlar infaza arz olunurlar. İnfaz merasimi icra edilir. Kişi sehpaya çıkar ama asılmaz. Kim asılır? Tevbe etmeyip küfrüne devam eden kimse asılır. Asılıp asılmayacakları yahut kollarının kesilip kesilmeyeceği veyahut yüz sopanın vurulup vurulmayacağı ancak sehpada belli olacaktır.
خَاشِعِينَ مِنْ الذُّلِّ
(PaŞıGIyNa MiNa elJulLi)
“Zelil olmasından dolayı huşu içindedirler.”
Artık gururlarını yitirmiş, direnme ve karşı çıkma sona ermiş, ölüme bile teslim olarak gitmektedirler.
Askeri mağlubiyet başka bir şeye benzemez. Mukavemet gücünü kaybeder, teslim olursun. Ölüme kuzu gibi gidersin.
Bu durumu ancak savaşta mağlup olanları gördüğümüzde anlarız.
Burada özel psikolojik hâl anlatılmaktadır.
Ben nasılsa ölüme gidiyorum dersin ve direnmezsin. Dirensen de ölüme gidiyorum, direnmesem de ölüme gidiyorum der, artık teslim olursun.
يَنْظُرُونَ مِنْ طَرْفٍ خَفِيٍّ
(YaNJUvRUvNa MiN OaRaFıN PaFıyYın)
“Hafi tarf ile bakarlar.”
“Tarf-ı hafi” göz ucuyla demektir. Bakmaz gibi görünürler ama gözün yanıyla bakarlar. Onların bu hallerini biz müşahede ederiz.
Burada onlara uygulanacak ceza kollektif cezadır. Savaşın kuralları içinde uygulanan cezalardır. Askeri yargı ile sivil yargı arasında farklar vardır.
- Yargı olma bakımından ikisi de yargıdır. Hakemlerden oluşur. Bağımsız, yansız, etkin ve saygındır.
- Askeri yargıda yargı kararları komutana arz edilir. Komutan kararları uygular veya infazı durdurup affedebilir. Oysa hukuki yargılamada yöneticinin af yetkisi yoktur. Af ancak mağdurlar tarafından yapılabilir. Ukubatta ise infaz yapılır; durdurulamaz.
İşte, “Adil Düzen” geldiği zaman daha evvel zulüm yapmış olanlara uygulanacak usul askeri usul olacaktır. Muhakeme edilecek. Sıkıyönetim muhakeme edecek. Komutanın af yetkisi olacaktır. Böylece bir devir kapanıp yeni devir ortaya çıkacaktır.
Demek ki “Adil Düzen” geldiğinde sıkıyönetim mahkemeleri kurulacaktır. Başkana affetme yetkisi verilecektir. Mahkemeler ise adil karar vereceklerdir. Kur’an ne diyorsa o hükümler uygulanacaktır. “Adil Düzen”in yerleşmesi için gereken yapılmış olacaktır.
وَقَالَ الَّذِينَ آمَنُوا
(Va QAvLa elLaÜIyNa EAvMaNUv)
“İman etmiş olan kimseler dediler ki”
Daha önce “Adil Düzen” gelmeden önce iki grup insandan bahsetmiştir. Biri iman edip tevekkül etmiş olanlar. Şimdi de “Adil Düzen” geldikten sonra iman etmiş olanlardan bahsetmektedir. Bunlar askerlik yapan kimselerdir. Bunlar infazı yapan kimselerdir.
Bu dünyada yapılan infazlar bu dünya düzeni içindir. Geçici meta içindir. Asıl muhakeme ve adalet âhirette olacaktır.
Mü’min olanlar hüküm verdikten sonra ve infaz ederken karşı tarafa daima şunu hatırlatacaklardır. Bazı kararları verirken haksızlık yapmış olabiliriz. Ne var ki herkes ölecektir. Öldürülen de öldüren de sonunda ölecektir. Asıl hüsran âhirettedir. Bu dünyada olanların hepsi geçicidir. Orada hesap düzeltmeleri yapılacaktır. Huzur ve tevekkülle adli kararlara uyulacaktır. Zulüm olsa da sabredilecek ve itaat edilecektir. Allah’ın takdiri budur deyip âhirete hazırlanma yapılacaktır.
إِنَّ الْخَاسِرِينَ
(İnNa eLPAVSiRIyNa)
“Hüsran içinde olanlar.”
Bu dünyada hüsran içinde olanlar hüsran içinde değildirler, zarar etmiş değildirler, çökmüş ve yıkılmış değildirler. Asıl çökmüş olanlar âhirette hüsran içinde olanlardır.
Tarihte ne olmuş?
Kur’an nâzil olmaya başladığı zaman Mekke halkı Müslümanları önce bugün olduğu gibi yokluğa mahkum etmişlerdir. Herkes ondan bahsediyor ama gizli tutuluyor, resmi yerlerde konuşulmuyordu.
Benzer olay bugün “Adil Düzen” için olmaktadır. Akevler İslâm düzeninden bahsedip de Erbakan “Adil Düzen” olarak siyaseten bahsettikten sonra ilgilenmemiş gibi görünmüş ama yan gözle bakmaya başlamışlardır. Herkes “Adil Düzen”in nasıl bertaraf edileceğini tasavvur ediyordu. Tansu Çiller’i düşünelim: Kendisi “Adil Düzen”in en büyük hasmı olmuştur. Mesut Yılmaz ihanet edince Millî Görüş’le koalisyon yaparak Yüce Divana gitmekten kurtulmuştu. Sonra Refah Partisi’ne “Adil Düzen”i bıraktırdığına dair öğünmüştü! Aynı Tansu Çiller şimdi bir kenara çekilmiş, oturuyor. Millî Görüş ise anayasa ekseriyeti ile iktidardadır. Yarın “Adil Düzen” iktidar olacaktır. Belki de ona da yetişecektir. Bu dünyadaki hüsran bir şey değildir. Asıl hüsran oradadır, âhirettedir.
الَّذِينَ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ
(elLaÜIyNa PaSiRUv EaNFuSaHuM)
“Nefislerini hüsrana uğratanlar.”
“Hüsran” zarar etmek ve çökmek demektir, ezilmek demektir.
Kendi nefislerini ezdiler.
Biz bu dünyaya geldik. İmtihan olalım ve sınıfımızı geçerek cennete gidelim diye geldik. Derslere çalışmazsak sınıfta kalırız. Devam etmezsek okuldan atılırız.
Bu dünya işte böyle bir imtihan dünyasıdır.
Sınıfı geçenler cennete giderler. Sınıfı geçemeyenler ise zarar etmiş olurlar. Kişiler ne yaparlarsa kendilerine yaparlar.
Burada dikkat edeceğimiz husus, Adil Düzenci olanlar cennete gidecek, diğerleri cehenneme gidecek değildir. İyi niyetliler, içtihatları ile amel edenler cennete gideceklerdir. İçtihatlarına göre değil de, başka tesirlerle zulüm yapanlar nefislerine zulmetmiş olurlar. Biz başkasına zulmettiğimiz zaman kendimize zulmetmiş oluruz. Başkaları bize zulmettikleri zaman da kendilerine zulmetmiş olurlar. Çünkü mazlum olanlar âhirette karşılığını alacaklardır.
وَأَهْلِيهِمْ
(Va EaHLiHiM)
“Ve ehillerine zulmetmişlerdir.”
Bu âyette teşabüh vardır. Genel kuralımız şudur. Bu dünyada topluluklar sorumlu olacaktır. Âhirette ise kişiler ayrı ayrı sorumlu olacaklardır. Âhirette kimse kimsenin yükünü yüklenmez. Herkes kendi yaptığının cezasını çeker diyorduk.
Bu âyet “Ellezîne” ile gelmiştir. Âhiret sorumluluğu da topluluğa yüklenmiştir. Ayrıca kendi nefislerinin yanında ehillerini de ziyana uğratmışlardır.
Bu âyet bizim varsayımlarımıza uymaktadır.
Biz ehlimizi nasıl hüsrana uğratmış oluruz? Onlar bizim günahlarımızı neden çekecekler? Kur’an’daki bütün âyetleri mutlaka açıklamamız gerekmez. Müteşabihtir deyip geçebiliriz. Ama insan kendisini düşünmekten alıkoyamıyor. Zorlamalı da olsa bir izah arıyor. Biz de burada zorlama yaparak bir çözüm arayacağız. İsabet ettiğimiz iddia edilemez.
Çocuklar bu dünyada yaşasaydılar çalışıp cenneti kazanacaklardı. Kötü ailelerin yanında büyüdükleri için onlar da kötü eğitim aldılar. Dolayısıyla onlar da babaları gibi zalim oldular. Zalim olmalarına sebebiyet verdikleri için ehillerini de yakmışlardır. Yoksa zulmetmeden onlar da babalarına tabi olarak cehenneme gitmiş değildirler.
Mü’minlerin çocukları ve eşleri büyüklerine tâbi olarak cennete gideceklerdir. Ne var ki bunlar cennete cenneti hak ettiklerinden değil, anne babasının arzusu, dolayısıyla onların üzülmemesi için cennete gideceklerdir. Oysa zalimlerin çocuklarının cennete gitmeleri için bir sebep kalmamaktadır. Onlar âhirette arafta çalışarak cennete gideceklerdir.
Böylece anne babası çocuklarına zulmetmiş olmaktadır. Eğer onlar zalim olmasaydı, çocukları da arafta sürünmeden cennete gideceklerdi. Nasıl okullarda bütünlemeye kalma varsa, ara imtihanlarla sınıfı geçme mümkünse; âhirette de arafta dünya hayatına benzer hayatı yaşayarak cennete gitme vardır.
يَوْمَ الْقِيَامَةِ
(YaVMa eLQıYAMaTi)
“Kıyamet yevminde.”
“Âhirette” demiyor da “kıyamette” diyor. Bu dünya hayatından sonra bir de dirildikten sonra geçiş hayatı vardır. Bu hesap verme hayatıdır. Kimileri için bu dünya kadar sürebilir. Yani yüz sene, iki yüz sene sürebilir. Davalar, muhakemeler yıllarca sürebilir. Bu muhakeme döneminde çekilenler ceza olur. Çoğu cehenneme gitmeden cezasını doldurur ve sonunda cennete gider. Kiminin cezası ağır olur ve cehenneme gönderilir.
İşte araf demek zaten kıyamet günüdür diyebiliriz. Kur’an bunlara işaret etmektedir. Aile de bu esnada büyüklerin yanında olur. Bu dünyanın çilesi gibi küçükler orada da anne babalarının çilelerini çekmeye devam ederler. Sonunda cennete gidildiğinde küçüklerin çileleri bitmiş olur.
İşte zalimler nefislerine zulmettikleri gibi kıyamet gününde cennete gidinceye kadar da ehillerine zulmetmektedirler. Ehlinin azab-ı mukime gitmeyeceği hususuna işaret etmek için…
أَلَا إِنَّ الظَّالِمِينَ فِي عَذَابٍ مُقِيمٍ(45)
(EaLAv EinNa elJAvLiMIyNa FIy GaÜAvBin MuKIyMın)
“Çünkü zalimler mukim azab içindedirler.”
Yani aileleri değil kendileri mukim azaba gönderilecek, ehli ise cehenneme gitmeyecektir. Babalarının zulmü onları muhakeme döneminde hüsrana uğratmış, sonra ise onlar da diğer mü’minlerin çocukları gibi kurtulmuşlardır. Böylece mü’minlerin çocukları ile zalimlerin çocukları arasındaki fark da ortaya çıkmaktadır. Birileri kıyamette daha az kalacaklardır. Diğerleri ise babaları ve anaları ile birlikte bekletileceklerdir. Muhakeme edilirken toplu soruşturma yapılacaktır. Dosyalar birleştirilecektir demektir.
İşte onun için burada zalimleri cemaat hâlinde zikretmektedir. Cezalar ayrı verilecek ama infaz birlikte olacaktır.
Bugün de öyle yapılmaktadır. Aynı hapishanede infaz yapılmaktadır.
“Mukim” misafir karşılığı kullanılır. Kıyamet günü yani arasat günü misafirhanedir. Dava bittikten sonra cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme gönderilirler.
Bugün de böyle yapılmıyor mu? Gözaltına alınıyor, sonra tutuklanıyor.
İslâmiyet’te dava bitirilmeden kimse tutuklanamaz ama gözaltına alınır. Kişi evine gider gelir ama her gün gelmek zorunda olur.
Allah bize âyetlerle âhiret hayatını anlatmaktadır. Ama aynı zamanda bu dünya hayatımızda yapacaklarımızı da bildirmektedir.
Kur’an böylece okunmalıdır.
Allah âhirette nasıl yapacaksa, biz de bu dünya hayatında benzerini yapacağız. Hele kıyamet hayatı aynen geçiş hayatıdır. Bu dünya hayatı soruşturma usullerine benzer.
Biz sizlere tefsirin anahtarlarını veriyoruz. Sonrası sizlere aittir. Bizden usul öğrenebilirsiniz. Biz de eskilerden öğrendik. Ama benim veya bizim içtihatlarımız sizleri bağlamaz. Siz kendiniz için kendiniz içtihat yapacaksınız.
İşte bu akideden dolayıdır ki biz fıkıh imamlarının usullerini değerlendiririz, onların gittiği yoldan gideriz. Sıratı müstakimden ayrılmayız. Ama biz kendi arabamızı kullanırız. Kendi gideceğimiz yere gideriz. Usulde ittiba, füruda içtihat.
***
وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ أَوْلِيَاءَ
(Va MAv KAvNa LaHuM MiN EavLiYAEa)
“Onlar için evliya yoktur.”
Uygarlaşmış topluluklarda herkes kendisi bağımsız iş yapar. Ne var ki kurallara göre yapar ve sonunda ortak üretim meydana gelir. Nasıl vücudun kan damarları varsa, topluluk içinde de böyle damarlar vardır. Tıkanma olduğu zaman tüm bedeni öldürür. Onun için tıkanmaları ortadan kaldıracak müesseselere ihtiyaç vardır.
Bugün buna sigorta diyorlar; ama yalnız zenginler için, varlıklılar için kurulmuş sigortalar. Ortak fon oluşturulur. Sonra gerektiğinde bu fondan harcanır.
Bu sigorta sistemi Batı’nın sigorta sistemidir, sigortanın sahtesidir.
- Yalnız zenginler sigortalanmakta, parası olmayanlar sigortalanmamaktadır. Bu bakımdan sosyal fonksiyonunu icra etmemektedir.
- Getirilen zorunlu sigortalar da gelirin en iyi şekilde harcanması ilkesini bozmaktadır. İnsanlar aç kalıp hasta olmakta ama sigortalanıp ilaç fabrikaları yaşatılmaktadır.
- Biriken fonlar suiistimallere sebep olmaktadır.
- Gerçekten hak edenler ise mağdur edilmekte, birtakım bürokratik engellerle mağdur edilmektedir.
İslâmiyet’te ise sigorta sistemi dayanışma ortaklıklarınca giderilmektedir.
- Baştan ortaklar hiçbir aidat ödemezler. Hasar olduğunda bölüşerek taksitle öderler. Böylece herkes sigortalanmış olur. Paralı-parasız tefrik edilmez.
- Taksiti nakden ödeyemeyen çalışarak öder. Böylece sigorta bir icra baskısı olmaz.
- Tıkanıklık hemen giderildiği için şahıs korunmadan çok topluluktaki mağduriyeti ortadan kalkar. Tıkanıklık devam edip âkile/dayanışma aksamaz.
- Kişiler birbirini kollarlar. Suiistimaller önlenmiş olur. Çünkü zarar kendilerine de racidir.
İşte Kur’an’da tedvin edilen sigorta budur. Araplar buna “âkile” demektedirler. Yani ayak bağı demektir. Böylece ortaklar diğerlerine zarar verdirecek iş yapmalarına mâni olmaya çalışırlar. Kur’an’da “isar” arka verme, sırt sırta dayanma anlamında kullanılır. Hazreti Peygamber ise hem onu hem de onu kullanmıştır. Böylece Kur’an’ı Arapların dili ile yorumlamıştır. Çünkü gaye ayak bağı olma değil, tam tersine sigortalayarak önünü açmadır.
Biz “dayanışma ortaklığı” diyoruz. Süleyman Akdemir bu hususta Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer’in yanında doktora yapmıştır. İsteyenler o çalışmaya baş vurabilirler.
Demek ki Kur’an’da “evliyâ” sözü geçince “dayanışma ortaklıkları” anlayacağız. Yani sigorta kurumu demektir. “Veli” dendiğinde de dayanışma ortaklığının sorumlusunu anlayacağız. Ortaklar her zaman ortaklıklarını değiştirebilirler. Sorumlu da ortaklıktan çıkarabilir. Ortağın hak ve vecibeleri yeni ortaklığa intikal eder. Eski ortaklığa karşı yeni ortaklık sorumlu olur. Bu değişmeler Ramazan Bayramı’nda gerçekleşir. Kurban Bayramı’nda ise geçiş olur. II. Kur’an Uygarlığı kurulurken bütün müesseseler Kur’an’a dayandırılmalıdır. Ancak Kur’an’dan hükümler çıkarmamız için kelimelerin mânâlarını kavramamız gerekmektedir. Onun için yeni içtihatlara ihtiyaç vardır.
يَنصُرُونَهُمْ (YaNÖuRUNaHuM)
“Onlara yardım edecek yoktur.”
Zalimler için mukim azab vardır. Ve onları için onlara yardım edecek velileri yoktur. “Evliya” nekiredir. Dolayısıyla “yensurunehüm” sıfat olur. Onlara yardım edecek evliyaları yoktur denmiş olur.
“Nusret” düşmana karşı yardımdır. “Avn” ise işlerde yardımdır. Onlara yardım edecek yoktur dendiği zaman, onlara verilecek azapta onlara yardım edecek kimse yoktur denmiş olur. Buradaki nusret âhiretteki nusrettir. Mukim azaba karşı nusrettir. Şefaatin de olmadığı ifade edilmiştir. Yine bazı teşabüh ifadeleri ortaya çıkar.
Cennette olanlara neyi arzu ederlerse verileceği bildirilmiştir. Oysa kimsenin kimseye şefaat edemediği de bildirilmiştir. Ben kardeşimin cennette olmasını istersem o zaman cehennemden çıkmış olacaktır. Ben ona şefaat etmiş olacağım.
İşte bu sebepledir ki usulde kurallar geliştirilmiştir. İbare ile delalet vardır, işaret ile delalet vardır, iktiza ile delalet vardır. Aralarında tearuz olunca ibare diğerlerine tercih olunur. O halde bu ifade her iştihası verilir dendiğinde burada işaretle delalet vardır. Oysa şefaatin olmadığı ibare ile delalettir. Başka türlü telif etmek istersek, âhirette Allah öyle duygular verecektir ki, kâfir olanları kardeşimiz olsa da görmek istemeyeceğiz, böyle bir arzu duymayacağız. Bu sebeple diyor ki, iştihaları neye olursa verilecektir. Her istedikleri verilecektir denmiyor, her iştihaları olan verilecektir. İştiha fikrî değil hissîdir. Yani âhirette arzu ettiğimiz halde verilmeyen bir şey olmayacaktır. Susayacağız, su verilecek. Tatlıyı canımız çekecek, tatlı verilecek. Canımız çeksin de verilmesin olmayacaktır.
مِنْ دُونِ اللَّهِ (MiN DUvNi elLAHi)
“Allah’ın dununda onlara yardım edecek kimse bulunmayacaktır.”
Mefhumu muhalefetle Allah yardım edebilir anlamı çıkar. Burada “Min Dunillahi” getirilmesinin hikmeti bu olabilir.
وَمَنْ يُضْلِلْ اللَّهُ
(Va MaN YuWLi elLAHu)
“Allah’ın idlâl ettiği kimseye.”
“Min Dunillah’tan sonra “Allah” lafzı tekrar edilmiştir. “Zalimler için mukim azap vardır” denmiş; “Onlara yardım edecek Allah’tan başka kimse yoktur” ihtarından sonra “Allah’ın idlâl ettiğinden” söz etmektedir.
Burada “Allah” kelimesi tekrar edilmiştir. Çünkü yukarıda izafetle gelmişti. Oradaki Allah kelimesinde ibare Allah değil, O’nun dışındakilerdir. Ona zamir gönderilmesi uygun düşmez. Çünkü burada Allah ibare ile devreye girmektedir.
“Ahmet’in oğlu geldi. O çok zekidir.” dense, Ahmet’in zeki olduğu anlaşılır. “Ahmet zekidir” demeniz gerekir. İşte “Allah” lafzı bunun için izhar edilmiştir. İkincisinde varlık daha şümullü ve genişse yahut zamirde iltibas varsa isim tasrih edilir.
فَمَا لَهُ مِنْ سَبِيلٍ(46)
(Fa MAv LaHUv MiN SaBIyLin)
“Onlar için bir yol yoktur.”
Yukarıda “onlar aleyhine bir yol yoktur” geçmişti. Burada ise “onlar lehine bir yol yoktur” geçmektedir. Böylece “li” ve “lâ” kelimelerinin farkları açık olarak görülmektedir. Yani çıkış yolu yoktur. Allah’ın idlâl ettikleri için çıkış yolu bulunmaz.
Bugün insanlık dalâlettedir. Türkiye de o dalâletin peşinden gitmektedir. Başta faiz dalâlettir. Çok açık ve sarih olarak faizin dalâlet olduğu Kur’an’da belirtiliyor. İktisat ilmi de kesin olarak ispatlıyor. Buna rağmen insanlar hâlâ faizi indir, faizi bindir ile meşguller, yani Allah ve resulü ile savaştadırlar. Bir Alman ilim adamı izah etmiştir. Faiz durmadan sermayeyi çoğaltır. Sermayeye faiz ödenmesi için yeni para çıkarmanız gerekir. Eğer işsiz varsa yeni para yeni iş bulur, sorun olmaz. Eğer tam istihdam sağlanmışsa, sermaye faiz ile kazandığını ne yapacaktır? Onunla yatırım yapamaz. Çünkü yeni yatırım yeni işçi gerektirir. Oysa tam istihdam sağlanmıştır. Cevap veremedi. Bu mesele bu kadar basittir. Ancak enflasyonla işi yürütürsünüz. O da bir işe yaramaz. Reel faizi ödemezseniz faiz olmaz.
Şimdi bize itiraz edilerek denir ki; peki halk parayı bankaya niye yatırsın?
İsterse yatırsın! Bizim onun parasına ihtiyacımız yoktur ki. O parasını yastığın altına koyarsa, biz onun yerine yeni para basar, piyasayı dengede tutarız. Para yastık altından dışarı çıkarsa piyasadan parayı çekeriz.
Peki, nasıl çekeceğiz?
Bunun için bizim elimizde çeşitli mekanizmalar vardır.
- Senetlerin kredi değerleri vardır. Mesela, bir patates senedinin kredi değeri vardır. Patates senedini getirene o krediyi veririz. Bu değer piyasa değerinden farklıdır. O halde bu değeri yükseltir veya düşürür, böylece yastık altındaki paralarla dengelenir.
- Herkese çalışma kredisi verilmektedir. Bu toprak parası olarak verilir. Ancak toprak parasının değeri artırılıp eksiltilerek piyasadaki buğday parasının değeri artırılıp eksiltilebilir. Böylece para piyasadan çekilir veya sürülür.
- Yılbaşında herkese buğday parası yani TL kredi olarak verilir. Kişi başına verilen bu kredi ağırlığı azaltılır, böylece piyasadan para çekilir veya sürülür.
- Nihayet kamu yatırımları yapılmaktadır. Bu halk yatırımının beşte biri kadardır. Yol yapılır, köprü yapılır. Bu beşte birin nisbeti artırılıp eksiltmek suretiyle piyasadaki emisyon artırılıp eksiltilir.
O halde bugün devlet için artık faizle para toplamaya gerek yoktur. Çünkü parayı kendisi basıyor. Halkın da faizle para bulmasına gerek yoktur. Çünkü çalışana ve işverene faizsiz krediyi devlet veriyor.
Bu iş bu kadar basit iken insanların hâlâ faizli işlemleri sürdürmeleri dalâlettir. Bundan vazgeçmeleri gerekir. Ama bir defa dalâlettedirler. Onların yol bulmaları mümkün değildir. Bu dalaletin içinde yuvarlanıp gitmektedirler...
İnsanlığın dalâlette olduğu diğer husus da zina ve cinsi istismardır. İnsanlar bugün zina ve cinsi istismar dolayısıyla evlenmiyorlar. Bu da aile müessesesini çökertiyor. Batı ülkelerinde nüfus azalıyor.
Aile müessesesini yaşartmak için:
- Eşlik sözleşmesini yapmayanların cinsi ilişkide bulunması yasaklanmalıdır.
- Gizli ilişki kurulmayacak, yakınlarla cinsi ilişki kurulmayacak.
- Bir kadın iddetini doldurmadan ikinci erkekle cinsi ilişki kurmayacak.
- Cinsi ilişki kuran kadın mağdur edilmeyecek. Kuran mağduriyetini giderecek, nafakasını temin edecek, doğan çocuğa sahip çıkacaktır.
Bu şartlara riayet edildiği takdirde cinsi ilişki serbest olacaktır. Yani bir erkek bir kadından fazla kadınla eşlik sözleşmesi yapabilmeli, böylece erkeksiz kadın bırakılmamalıdır.
Bugünkü insanlığı dalâlete götüren ekseriyet sistemidir. Ekseriyet demek kararsızlık demektir. Ekseriyet demek örgütlü grubun halkı ezmesi demektir. İnsanlar ekseriyet sistemini bırakıp hicret demokrasisine geçmelidirler. Bu da ancak yerinden yönetimle olur. Kanun değil de içtihat sistemi ile olur. Bu kadar basit olduğu halde, insanlar hâlâ ekseriyet sistemi ve onunla çelişkili lâiklik sistemi ile dünyayı idare etmeye kalkışıyorlar.
İnsanların dalâlette olduğu sistemlerden biri de hâkimlik sistemidir. Hâkimleri yöneticiler atıyor, sonra da onlar onların üstünde oluyor! Bu çelişki insanlığın dengesini bozuyor. Oysa hakemlerden birini bir taraf, diğerini diğer taraf atıyor. Başhakemi de hakemler atıyor. Sonra o başhakem o kararda üstün oluyor. Bununla beraber hakemlere karşı da dava açılabiliyor. Böylece basit bir şekilde denge kuruluyor.
Ama bir defa Allah idlâl etmiş. Onları sen yola getiremezsin. Onların dalâletten çıkmaları mümkün değildir. Kur’an’ı inkâr etmeleri onların gözlerini kör etmiştir. Tevrat’ı inkâr etmeleri onları bu hâle getirmiştir. Söylediklerini duyuyorlar. Ondan sonra birlikte cephe alıp seni susturmaya çalışıyorlar.
Bugün bizim sözlerimizi duymak istemeyenlerin, duyurmak istemeyenlerin ocaklarına incir dikilecektir. Televizyonları ve basınları tarih olup gidecektir. Susturanlar susacaklardır.
***
اسْتَجِيبُوا لِرَبِّكُمْ
(iSTaCiBUv LiRabBiKuM)
“Rabbinize isticabe ediniz.”
Kur’an genel olarak okuyucuya hitap etmektedir. Sen olarak konuşur. Bazan bu “sen” “siz” olur. Bazan “sen” diye hitap ederken sizin başkanlarınıza hitap etmiş olabilir. Bu cümlenin gelişinden anlaşılır. Bundan sonra “i’raz ederlerse/ yüz çevirirlerse” âyeti gelmektedir. Demek ki bunun başında hazfedilmiş bir “kul” vardır.
Sen okuyucu veya topluluğun başkanı söyle; Rabbinize isticabe ediniz.
Eğer biz cemaat olmuşsak, başkanımıza söyle diyor; olmamışsak her birimize ayrı ayrı söyle diyor. Duruma göre mânâ vereceğiz demektir. Formülü yerine göre değerlendireceğiz.
İnsanlara ne diyoruz?
-Faizden vazgeçin, bunun için faizsiz kredileşme müessesesini kurun.
-Zinadan vazgeçin, zinasız cinsi ilişkileri düzenleyen müesseseler geliştirin.
-Ocak ve bucak kooperatiflerini kurun.
-Hakemlik sistemini aranızda geliştirin.
İşte ben şimdi size bunları söylüyorum.
Siz de başkalarına söyleyeceksiniz.
Derginin işletmecilere duyurulması budur. Davettir. Önce kolay olan hakemlik müessesesinden işe başlamamız gerekir. Sonra diğerlerine sıra gelecektir.
مِنْ قَبْلِ (MiN QaBLi) “Daha önce”
Evet, “Adil Düzen” gelmeden önce “Adil Düzen”i getiren bir saat gelecektir. Her şey birbirine karışacak, 28 Şubatlar olacaktır. Onlar hafif olanlardır.
Türkiye’ye en büyük helak İstiklâl Savaşı’nda gelmiştir. Ülkemiz düşmanlar tarafından işgal edilmiş ve Türkiye’deki Rum ve Ermeniler soykırımına girişmişlerdi. Galip gelselerdi bugün Türkiye’de bir tek müslim bile yaşamayacaktı. İstiklâl Savaşı’nı kazandık. Ama biz değişmemiştik. Biz hâlâ bozulan İslâmiyet’in hurafeleri peşine koştuk. Allah bu sefer bizden olan CHP’yi bize musallat etti. 1950’de ondan kurtulduk, daha beteri geldi.
İşte Allah bizleri uyarıyor. Artık dalaletten vazgeçin diyor.
Faizden vazgeçin, zinadan vazgeçin, ekseriyet demokrasisinden vazgeçin, merkezi sistemden vazgeçin, hakemlik sistemine geçin diyor.
Hâlâ kulak vermiyorsunuz. Bir gün gelecek ki artık lâ meradde olacaktır. Yani tüm helâkten sizi kimse kurtaramayacaktır.
أَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ
(EaN YaETiYa YaVMun LAv MaRawWa LaHUv)
“Meraddi olmayan yevm etvet edinceye kadar.”
Allah bize “Meraddi olmayan yevm etvet edinceye kadar Rabbinize isticabe ediniz” diyor.
Yahut bana onlara söyle diyor. Yani siz yanımda iseniz bize diyor Allah. Değilseniz bize emrediyor. Diyeceğiz demektir.
Peki, bunu nasıl diyeceğiz?
İşte, dergi çıkaracağız. O dergide herkes istediği gibi yazacaktır. Biz de yazacağız. Biz onları okuyacağız, onlar da bizi okuyacak. Böylece dergi bizim söylem yerimiz olacaktır. Tek taraflı değil, herkesin konuştuğu yerde biz de konuşacağız.
Evet, insanlar eğer dalaletten vazgeçmezlerde, Allah’ın emirlerine icabet etmezlerse, yalnız Türkiye’nin başına değil, dünyanın başına sosyal tufan gelecektir. Gelmektedir zaten.
Allah bizden ne istiyor?
Faizden vazgeçiniz... Zinadan vazgeçiniz... Ekseriyet demokrasisinden vazgeçiniz... Hakemlik sisteminden vazgeçiniz...
Faizsiz kredileşme sistemine geçiniz... Hicret demokrasisine geçiniz... Evlilik müessesesini koruyunuz... Hakemlik müessesesine geçiniz...
Sizden zor şeyler istenmiyor. Basit şeyler isteniyor. Kolay şeyler isteniyor.
مِنْ اللَّهِ (MiNa elLAHi)
“Allah’tan gelecek olan gün.”
Burada çok açık olarak başımıza gelen bütün helâkin getiricisi Allah’tır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması, inkılaplar, demokrasiye ihanet ve 28 Şubat hep Allah’tan gelenlerdir. Bundan sonrası ise çok daha büyük olabilir.
Allah yeryüzünde nurunu tamamlayacaktır. “Adil Düzen” gelecektir. Bunu kimse önleyemez. Bunu ben değil Kur’an söylüyor. Kur’an’ın getirdiği İslâm düzeni ancak bugün tatbik edilebilir. Bugünkü ulaşım araçları olmadan, bugünkü haberleşme araçları olmadan, bugünkü bilgisayar olmadan ve bugünkü üniversiteler olmadan Kur’an nizamı kâmil bir şekilde uygulanamaz. Onun içindir ki çok kısa zamanda halifelik bitti, saltanat başladı. Allah bize bugünkü uygarlığı bahşetti. Nimetlerini verdi. Şimdi bizden istediği Kur’an düzeninin kâmil bir şekilde uygulanmasıdır.
Uygulamamakta ısrar edersek ne olur?
Reddedilmeyecek gün gelir.
Dün soykırımına uğramışsak, yarın da uğramayacağız demek değildir.
مَا لَكُمْ مِنْ مَلْجَإٍ يَوْمَئِذٍ
(MAv LaKuM MiN MaLVCaEin YaVMaEiÜin)
“O gün sizin için bir melce yoktur.”
“Melce’” iltica edilecek yer demektir, sığınılacak yer demektir, kaçıp kurtulunacak yer demektir. Batılıların “loca” dedikleri söz buradan gelir.
Mason locaları birer melcedir. Onlar oraya sığınarak kendilerini korumuşlardır. Tarihte Yahudiler daima üstün ırk olmuş, bu sebeple herkes onlara düşman olmuştur. Onların dostları da kötü görülmüştür. Gizli localarda görüşmeler yaparak kendilerini korumuşlardır.
O gün geldiği zaman Batı Çalışma Grubu gibi bir şey ama yakaladığı gibi toz duman eden bir şey. Tarihte sosyalizm böyle olmuştur. Faşizm ve Nazizm böyle olmuştur. En hafifi Türkiye’de Kemalizm olarak atlatılmıştır.
Kimileri zanneder ki bu işleri Mussollini, Hitler, Stalin, Mustafa Kemal yahut Mao yaptı. Bunların hepsi Allah tarafından yaptırıldı. Burada aktör olarak sömürü sermayesi kullanıldı. Bizim kimseye kızmamız gerekmiyor. Biz kendimize kızmalıyız.
Yarın da böyle kötülüklerle dolu günler gelecektir. İşte o gün gelmeden önce inkılâplarımızı yapmalıyız, korunmalıyız.
Adil Düzen Çalışanları bunu yapmaktadırlar. Böylece kendilerini koruyacaklar. Belki de onlara kulak verenler olur da ülke o günleri hafif atlatır.
وَمَا لَكُمْ مِنْ نَكِيرٍ(47)
(Va MAv LaKuM MiN NaKİyRin)
“Sizin için nekir de yoktur.”
“Nekîr” demek tanımamazlık demektir. Maskelenmek, kimliğini değiştirmek de yoktur. Buradan anlaşılıyor ki o gün kurtulanlar olacaktır. Ancak kimler kurtulacaktır?
Bugün Adil Düzen için çalışanlar yarın kurtulacaklardır. Allah onları koruyacaktır. Zalim olanlar ve cihat yapmayanlar, Adil Düzen için çalışmayanlar helak olacaklardır. Onların suçları olmayacak ama bu dünyada onlara hayat hakkı tanınmayacak. Âhirette ise zalimler azabı mukımde olacaktır. Müslimler ise amellerine göre cennette yer alacaklardır, ama bu dünyada onlar da helak olacaklardır.
Sadece “Adil Düzen” için çaba gösterenler kurtulacaktır.
Şimdi bu benim söylediklerim size masal gibi gelir ama bu gerçektir.
Ümidimiz odur ki önce Saadet Partisi ve F. Gülen Grubu, sonra İlâhiyatçılar, sonra da AK Parti tevbe eder; İslâm’ın sadece din olmadığını, aynı zamanda ilim, iktisat ve siyaset olduğunu kabul eder ve ona göre çalışmaya başlarlar da hem kendilerini hem de ülkemizi kurtarırlar. Sonra da dünya kurtulur.
Bunu nasıl başaracağız?
Biz Adil Düzen Çalışanları çok çalışır ve “Adil Düzen”i öğrenirsek bu işi başarmış olacağız. Yoksa Allah bizi alır ve bizim yerimize başkasını getirir.
Bu vesileyle sizlere bir tavsiyede bulunacağım. Saidi Nursi yegane kurtuluş yolu olarak Risale-i Nurların okunmasını göstermiştir. Sonunda ne oldu? Risale okuyanlar bugün dünyaya ışık saçıyorlar. Ben de size derim ki, başka her şeyi bırakın, hattâ benim başka kitaplarımı da bırakın. Tek okuyacağınız şey bizim bu tefsirlerimiz olmalıdır. Ama siz sadece okumakla kalmayacak, ayrıca katkılar yapmaya başlayacaksınız. Eğer ben aranızdan ayrıldığımda bu geleneği sürdürürseniz sorun çözülmüş demektir.
Kur’an’ı okuyacaksınız ve yorumlayacaksınız. Bin sene önceki usulü fıkıhla yorumlayacaksınız ama bugünün sorunlarını çözeceksiniz. Bugün uygarlığın ulaştığı imkânlardan yararlanarak çözeceksiniz. Ezanın ötesinde mesela cep telefonlarıyla davet şekli olmalıdır. Onun içindir ki Kur’an’da ezanın şekli belirtilmemiştir. Mesela minare sonradan icat edilmiştir. Hoparlörden yararlanıyoruz. İki hutbe okunur. Biri halifenin hutbesidir, biri imamın hutbesidir. Bugün artık halifenin hutbesi televizyondan dinletilmelidir.
“İstecîbû…/ Rabbinize isticabe ediniz” tebliğinden sonra icabet etmezlerse ne yapılacaktır?
Gelecek hafta konuşacağız…