ŞÛRA SÛRESİ TEFSİRİ(42.SÛRE)
Süleyman Karagülle
1400 Okunma
5 VE 6.AYETLER

***

ŞÛRÂ SÛRESİ TEFSİRİ - 2

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ أَولِيَاءَ اللَّهُ حَفِيظٌ عَلَيْهِمْ وَمَا أَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَكِيلٍ(6) وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِتُنْذِرَ أُمَّ الْقُرَى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنْذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ فِيهِ فَرِيقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَرِيقٌ فِي السَّعِيرِ(7)

 

وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا (Va elLaÜIyNa itTaPaÜUv) 

“İttihaz eden kimseler.”

Buradaki “Ve” harfi hâl vavı olarak kabul edilebilir. Buradaki raci zamir, “sen hafiz değilsin”deki “sen” olur. Yani sana vahyolundu. Sen onların vekili değilken sana inzâl olunmuştur şeklinde mânâ verilebilir. Sen vekil değilsin cümlesi de hâl cümlesidir, raci zamir “Hum”dur. Ente hâlin hâlinde yer alır. Bu caiz midir? Böyle kabul ettiğimizde caiz olduğu otaya çıkar. “Raeytu Ahmede ve Zeyden, yedribu Ahmedu.”

Hukuk ilkel topluluktan uygarlığa geçtikten sonra doğar. Uygarlık Mezopotamya’da doğmuştur. 500 yıl sonra hak uygarlık Mısır’da kuvvet uygarlığına dönüşmüştür. İbraniler zamanında gemicilik gelişince Akdeniz insanlık yerleşimi açısından göl hâline gelmiştir. Ege Denizi bu sayede önem kazanmıştır. İbranilerin gemileri ile seyahat edebilen Fenikeliler ve Yunanlılar Akdeniz ve Karadeniz çevrelerinde koloniler kurmuşlardır. Kıbrıslı Zenon Stoa ekolünü kurmuştur. Bu ekol lâikleştirilmiş Tevrat hukukudur. Bu ekol Yunanistan’dan çok İtalya’da ve Roma’da yayılmıştır. Sonra Hıristiyanlığın tesiri ile Roma hukuku doğmuştur.

Roma hukuku, Hıristiyanlık ahlâk anlayışına dayanan Tevrat hukukunun beşerileştirilmesi ile ortaya çıkmıştır. Bizans İmparatorluğu dini koruyan ama dini emrine alan bir devlettir. Papalık zaten dini devlet demektir. Hukuku kurallar değil, kilise tedvin etmeye başlamış ve hukuk yerine kilise uygulamaları yer almıştır.

Haçlı Seferleri sonucu Batı İslâmiyet’le yakından temasa geçince Avrupa’da Rönesans başlamıştır. Rönesans demek İslâmlaşma demektir. Ama İslâm’ın dinini değil, müesseselerini almaya başlamıştır. Bütün dinleri yok etmeyi hedeflemiştir. Şirkin en büyüğü ve sahtesi Avrupa’nın son beşyüz yılında olmuştur. Bir taraftan tanrı yoktur, öldükten sonra hayat yoktur demişler, diğer taraftan diktatörlere taptırmışlardır. Parayı ve şenaeti tanrılaştırmışlardır.

Demokrat Parti büyük çoğunlukla iktidara geldi. Halk nefes alacağını zannetti. İbrahim Elmalı, Türkiye’yi Mustafa Kemal değil de Allah yarattı dedi diye, Demokrat Parti onu listeye bile almadı. Bağımsız adaylığını koydu ve Konya’da kazandı.

Yirminci yüzyılda küfrün ne dereceye vardığını düşünün. Sermayenin saldırısına bakın. Hayır, Türkiye’yi Allah değil de Mustafa Kemal yaratmış! Akılsızların mantığına bakın. Toroslar’ı Mustafa Kemal yaratmış! Kızılırmak’ı Mustafa Kemal yaratmış! Boğazları Mustafa Kemal yaratmış!

Oysa Mustafa Kemal bir insandır. Doğmuştur, büyümüştür. Türkiye’yi o yaratsa bile ne yazar. Çünkü onu da Allah yaratmış. Kaldı ki Mustafa Kemal Osmanlı paşasıdır, onu bu millet yetiştirmiştir, ona rütbeleri bu millet takmıştır. O Anadolu’ya geçmeden Türkiye zaten İstiklâl Savaşı’na başlamıştır.

Gaye nedir? Mustafa Kemal içki içmektedir. Evli değildir. Bu konuda İslâmî yasaklara riayet etmemiştir. Önce o tanrılaştırılacak. Sonra da Türk halkı içkiye, kumara ve zinaya onun emri olarak alıştırılacaktır. Bunları yapmayan, içki içmeyen, baloya eşiyle gitmeyen devlet memurluğundan atılırdı. Bugünkü baş örtüsünün hikâyesi budur, o uygulamaların devamıdır.

İşte Allah’ın dışında evliya ittihaz etme budur. Mustafa Kemal irade zafiyeti ve yetiştiği çevre sonucu amelleri ile Müslüman olmayabilir. Ama Mustafa Kemal ilme inanan bir adamdır. Hangi müsbet ilmin araştırmasında Türkiye’de Mustafa Kemal’e tapılacağı tesbit edilmiş? Hangi doktora çalışmasında böyle bir keşif bulunmuş? Mustafa Kemal ne zaman Türkiye’yi ben yarattım demiş? O, kurduğum Türkiye demiyor, kurduğum cumhuriyet diyor. Biliyor ki Türkiye Selçukluların ve Osmanlıların bin yıllık çalışmaları sonunda milletin malıdır. Bugüne kadar bu vatan için şehit olanların malıdır.

مِنْ دُونِهِ(MIn DUvNIHIy)  “O’nun dununda olanı.”

Buradaki “HU” zamiri bu âyetten önce geçen Allah’ın gafur ve rahim olduğunu belirten cümledeki Allah lafzına gitmektedir. Yani gafur ve rahim olan Allah’ın dununda, O’nun dışında evliye ittihaz ettiler diyor. Allah’ın dışında melek de olsa, nebi de olsa, resul de olsa, kimse evliya ittihaz edilemez.

İstiklâl Savaşı’nı kazanmışlar, Mustafa Kemal’i tanrı yapmışlar. Mustafa Kemal de onlara savaşırken İslâmiyet’e karşı olduğunu söylememiştir. Mustafa Kemal’i onlar desteklediler ve İstiklâl Savaşı kazanıldı. Nasıl olur da İstiklâl Savaşı’nı o kazanmış ve Türkiye’nin dağlarını yaratan da o olmuş olur? Madem o öyle idi, o tanrı idi de; onun koyduğu 1924 anayasasını ne diye değiştirdiniz? Neden çok partili sisteme geçtiniz? Neden devletçiliği bıraktınız? O, yegane görevin Türk istiklâl ve cumhuriyetini korumadır diyor. Nerde sizin istiklâliniz? Son yıllarda Avrupa sokaklarında sürünüyorsunuz. Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir diye yazmış. Siz ne yapıyorsunuz? Uluslararası kararları ulusal kararların üstünde tutuyorsunuz! O kararları kim alıyor? Sömürü sermayesi!

Sizi gidi sahtekârlar sizi.

Sahtekârlıklarınız içinde boğulup gideceksiniz…

Biz Mustafa Kemal’i tanıyoruz ve yaptıklarını çok iyi biliyoruz.

Size göre o savaşı yanlış yaptı. Size göre Türkiye Batılıların ülkesidir, onlara teslim etmemiz gerekir. ‘Ne istiklâli?’ derseniz, biz size bir şey demeyeceğiz. O da bir görüştür.

Ama bu durumda Mustafa Kemal’in tüm hedeflerini çiğneyip geçeceksiniz, onun yaptıklarına düşman olacaksınız demektir. Lâiklik sahtekârlığı içinde Atatürkçü olacaksınız. Böyle giderse siz ancak avucunuzu yalarsınız.

İşte biz bu sahtekârlığa karşı 1960’larda savaş açtık.

Şimdi biz zaferimizi elde etmiş bulunuyoruz.

  1. Sosyalizm çöktü ve solcuların İslâm düşmanlığı bitti.
  2. Papalık ve kilise Avrupa’da en etkin müessese oldu. Papa, Türkiye/İstanbul ziyaretinde Sultan Ahmet Camii’nde, onların da bizim de Rabbimiz olan, gökleri ve yeri var eden Allah’a dua etti. Hıristiyanların İslâm düşmanlığı sona erdi.
  3. Amerikan halkı zenci ve Müslüman çocuğunu açık farkla seçmekle dünyaya şunu duyurdu: Biz ne zenci ne de Müslüman düşmanıyız. Biz ırkçı değiliz. Biz fanatik değiliz. Biz sermayenin bize giydirdiği sahte kaftanı artık çıkardık. ABD Başkanı Barack Hüseyin Obama , seçildikten sonra ayağının tozu ile İstanbul’a geldi...
  4. Bütün bunların yanında, şimdiye kadar Türk ordusunu baskı altına alıyor ve sonunda bizi ordumuza ezdiriyordunuz. Biz sabrettik. Bir gün ordu fırsat bulacak ve bizim yanımızda yer alacaktır dedik. Bize daha önce bunu vaat etmiş idi. 2002’den sonra ordumuz da yanımızdadır.

İşte şimdi bizim nesil huzur içine Rabbine hamd etmektedir. Kendilerinden sonrakilere yardım olsun diye tecrübelerini, denemelerini ve buluşlarını yazıya dökmektedir. Yakın zamanda “Adil Düzen”i tesis edecekler, insanlığı muasır medeniyetin fevkine çıkaracaklardır. Ellerindeki müsbet ilim meşalesi ile Kur’an’ı asrın idrakine söyletecek ve insanlığı zulumattan yani zulümden kurtaracaklardır. O gün bu yazılarımızı okuyacak, çocuklarınız ve torunlarınız bize dua edeceklerdir. Biz de Rabbin mağfireti içinde kısalmış zaman içinde mahşere gelmiş ve bizim bıraktıklarımıza sahip çıkan zürriyetimizi âhirette saadet içinde karşılayacağız, inşaallah...

Mustafa Kemal ve Mehmet Akif de bizim yaptıklarımızı görerek Allah’a istiğfar edeceklerdir.

أَولِيَاءَ  (EaVLiYAEa)  “Evliya ittihaz ettiler.”

“Min dunihi/ Onun dununda olan”ın içinde hem eşya vardır, hem insan vardır.

Bugünkü insanlar paraya inanmakta, onu tanrı kabul etmektedirler.

Benim hayatımda da paramın bittiği zamanlar olmuştur. Ben de şirke düşmüş ve korkmuştum. Size başımdan geçen pek çok olaydan sadece ikisini anlatacağım.

İzmir, Kemalpaşa ilçesi, Sütçüler köyünde yağ fabrikasını kuruyordum. Kardeşime bir kulübe yapmış, hayvanları da getirtmiştim. Yazın kuru olan tabanı kışın su bastı ve hayvanlar bir karış çamur içine gömüldüler. Haftalarca yatıp dinlenemediler. Fabrika inşaatını bıraksam mevsim geçecek. Yoksa ona para bulup bir şey yapma imkanım yoktu. Ne yapacağımı bilemiyordum. İzmir’e geldim, mescitteki toplantıda bir kamyon çimento gönderin, ama ben şimdi ona para bulamam dedim. Partide ön saflarda bizimle çalışan biri ‘ben göndereyim’ dedi. Peki dedim. Çimento geldi. Önce dışarıda plakalar döktüm, bir hafta beklettim. Sonra hayvanların bulundukları yere koydum. Üstüne çıktılar ve yattılar. Onbeş gün ayağa kalkmadılar. Çimento gönderen zatın ortağı uğrar, bana parayı ne zaman vereceksin diye sorar, ben soruyu ciddiye almam! Çünkü ben zeytinyağı mevsiminde parayı veremeyeceğimi baştan söylemiştim. Bir gün baktım, ciddi ciddi para istiyor ve hakarete doğru meylediyor. O akşam yattım. Ertesi sabah İzmir’e gidiyorum ama kimseden de para isteyecek gücüm yok. Ben yaradılış itibariyle çekingen bir insanım. Dalgın dalgın, ‘Rabbim beni başkalarına muhtaç etme’ diye dua ediyorum. Bunu ağzımla söyleyemeyecek durumdayım. Çünkü ben ondan parayı Allah için istemiştim. O da onun için verdi sanıyordum. Çünkü ne yağ fabrikası ne de inekler benim malım değildi. Ben kardeşimi maaşsız çalıştırıyordum. Hâlâ o zaman sigorta etmedim diye şikâyetçidir. Yazıhaneye girdim ki bir adam gidip geliyor. Abdullah Gül’ün dayısı Nazif Satoğlu da orada. İçeri girip selam verince Nazif Bey, bu adam Konya’lıdır dedi. Sütçülerde köyündeki yerlerimizden iki arsa istiyor. Birinin parası varmış, ikincisinin yokmuş, sonra verecekmiş. Para nerde dedim. Evde dedi. Araba verdim, parayı getirdi. Ve borçlu olduğum arkadaşa telefon açtım, parayı nereye göndereyim dedim. Parayı kaynım Muzaffer Arslan’a verdim; götürdü ve teslim etti. Allah’ın bu nimetine karşı istiğfar ettim.

Hayatımda bankada yığılmış paralarım olmadı. Bazan otobüs veya minibüs bilet paramız olmadığından saatlerce yaya yürürdük. Bazan kurumuş ekmeği suda ıslatarak günümüzü geçirirdik. Ama Allah hiçbir zaman beni kendisinden başkasına ezdirmedi.

Zamanınızı alacağım ama ikinci bir hikâyemi de anlatayım. Üniversite yıllarımızda Kayseri’de staj yapıyorduk. Allah’a inanmayan bir kimse ile beraberdik. Lisede kalıyorduk. Param bitti. Belediyeden avans istedik. 50’şer lira verdiler. Arkadaşın paraya ihtiyacı yoktu, ben aldım; sonra ödeyecektim. Baktım, bundan dolayı kendisi patronmuş havalarında, beni hizmetçi gibi kullanıyor, emirler veriyor; ‘su getir’ diyor! Sen getir dedim. Benim elli liramı ver dedi. İşte o zaman dünya üstüme çöktü. Benim bir ceketim vardı. Onu çıkardım. Bir bakkala gittim, selam verdim, hâlimi anlattım; bana elli lira borç ver, ceketi de rehin bırakayım dedim. Kasayı açtı, elli lirayı verdi. Cekete gerek yok, sonra parayı getirirsin dedi. Döndüm, su götürmedim, ama elli lirayı götürdüm. Sonra maaşımı alınca borcumu ödedim.

Ben malzeme topluyor, araştırma yapıyordum. O ise bunları yapacak durumda değildi. Ona dedim ki, senin yazın güzel, benim getirdiklerimi yazılı hâle getir. Ben bilgileri toplayayım. Sonunda ne oldu biliyor musunuz? Tüm verileri topladı, gitti ve takdim etti. Ben ise sadece karalama birkaç sayfa götürdüm. Bana belge vermediler. Onun çok güzel belgeler topladığını söylediler. Ben İstanbul’a öyle döndüm. Üniversiteyi bitirdim. Belge yok. Üniversiteden bir telgraf çektik; Süleyman Karagülle’nin şu tarihlerde staj yapıp yapmadığını bildirin diye. Orası da staj yaptığımı bildirdi. Böylece mezun oldum.

اللَّهُ حَفِيظٌ عَلَيْهِمْ(EalLAvHu XaFIJun GaLaYHıM) 

“Onların üzerinde Allah hafizdir.”

Hıfz” çanta demektir. “Via” çuval, “vika” sandık, “hıfz” da çanta demektir. Kur’an’da vika ve hıfz kelimeleri kullanılır. Vikada kişinin kendisinin korunmasıdır. Hıfzda kişinin başka bir şeyi korumasıdır. “Onların üzerinde hafizdir” denmiştir. Yani O’nun dışında veliler ittihaz edenleri O muhafaza etmektedir. Yanlış yolda olduklarını bildiği halde onlara imkan sağlamaktadır. Niçin böyle yapmaktadır? Tarihi akış onu gerektirmektedir.

1900’larda sermaye imparatorlukları yıkmaya ve yerlerine kendisinin istediği düzeni kurmaya karar vermiş. Osmanlı İmparatorluğu, Rus Çarlığı ve Nemse İmparatorluğu’nu yıkmıştır. Allah bunları başarmasına izin vermiştir.

Osmanlı İmparatorluğu yıkılmasaydı bugünkü Türkiye Cumhuriyeti olmazdı. Rusya yıkılmasaydı, Sovyetler kurulmasaydı bugün yeryüzüne müsbet ilim hakim olmazdı. Bâtıl inançlardan kurtulup insanlar kendilerini düzeltemezdi. Nemse İmparatorluğu yıkılmaydı, bugünkü Avrupa Birliği doğmazdı, Papalık insanlığa hakim duruma geçemezdi.

Cumhuriyetin yaptığı bütün inkılaplar yararlı olmuştur.

Bugün “Adil Düzen”e karşı direnenler kimlerdir? Tarikat ve medrese artıkları. Aynı zihniyet bize karşı da direnmektedir.

Allah onları mağlup etmek için Allah’ın dışında veliler ittihaz edenleri hıfz etmiştir. Bu şekilde direnirlerse daha da güçlüler gelecektir ve zulüm olunacaklardır.

Bir kimsenin yaptığı fiilin iyi veya kötü olması, failin mükafat veya mücazat görmesi demek değildir. İyilik ve kötülük takdiri İlahidir. Ama insanın mükafat görmesi ise niyetine bağlıdır. Ne amaçla o fiili yapmışsa karşılığı da o olacaktır. Biz tarihi değerlendirirken iki gözle bakacağız. Onlar ne yapmak istedilerse o onların sevabı veya günahıdır. Ne yaptılarsa o da Allah’ın takdiridir.

Sömürü sermayesi planlama yaptı. Birinci Cihan Savaşı’nda imparatorlukları yıkacak, ikinci savaşta İsrail devletini kuracak ve 1997’de İsrail imparatorluğunu kuracaktır. Bunun için Türkiye’den Hıristiyanların tehciri gerekiyordu. Sermaye mübadele ile bunu sağladı. Türkiye’nin dinsizleştirilmesi gerekiyordu. İnkılaplarla da bunu sağlamak istedi. İşte bunun içindir ki askerler hâlâ İslâmiyet’e karşı tavır takınmaktadırlar. Ama ne oldu? Türkiye Hıristiyanları kovdu, bâtıl inançları bıraktı ama halk dinsizleştirilemedi.

Aslında askerler baştan beri İslâmiyet’in yanındadır.

  1. Ordunun başında Mareşal Fevzi Çakmak tutulmak suretiyle ordunun dinsizleştirilmesi önlendi.
  2. 1933 yılında Mustafa Kemal, inkılapların bittiğini, bundan böyle müsbet ilmin ışığında muasır medeniyetin fevkine çıkmanın hedeflendiğini söyledi.
  3. İsmet İnönü dinsizliğin mümessili olan Celal Bayar’ı tasfiye etti, demokrasiyi getirerek İslâmiyet’e doğru adım attı.
  4. Cemal Gürsel çok partili Anayasa ile İslâmiyet’in Türkiye’ye gelmesinde yardımcı oldu.
  5. Cevdet Sunay besmele ile cumhurbaşkanlığı makamına oturdu.
  6. Fahri Korutürk Erbakan’ı çağırarak, irticaya hakim olacaksan seni destekleyeceğiz dedi.
  7. Kenan Evren en büyük hamleyi yaparak Türkiye’nin İslâmlaşmasını sağladı.
  8. Kenan Evren’den sonra gelen genelkurmay başkanları hep milliyetçi ve dindar idiler.
  9. Kıvrıkoğlu, Özkök, Büyükanıt ve Başbuğa açıkça İslâmiyet’in yanında yer aldılar.

İşte, Allah bir taraftan Müslümanlara “Adil Düzen”i anlatmak, diğer taraftan da “Adil Düzen”i getirmek için askerleri korumuş, onları desteklemiş, onlara hafiz olmuştur.

Diyelim ki bu askerler kötü niyetli idiler. Onun hesabını Allah’a âhirette verirler. Ama bu dünyada Allah ne istemişse o olmuştur ve iyi olmuştur.

Rabbimiz bununla bize ne diyor? Olayları ben tedvir ediyorum, benim dediklerim olmaktadır. Sen endişelenme, sen görevini yap, “Adil Düzen”in gerçekleşmesi için çalış.

Allah gafuru rahimdir diyerek olayları İlâhi kanunlarla izah ettikten sonra; O’nun dışında veliler ittihaz edenlere karşı hafiz olmasını, onlara karşı gafur ve rahim olması vasfıyla yapmıştır. Bu büyük müjdedir. Yukarıda saydığım komutanların iyi niyetle bunları yaptığını ve Allah’ın bunları mağfiret ettiğini ve onlara merhamet ettiğini ve aynı zamanda onların muhafızı olduğunu bildirmiştir. Bu âyetin müjdesiyle onlar için dua edebiliriz.

وَمَا أَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَكِيلٍ

(Va MAv EaNTa GaLasyHiM Bi VaKIyLin) 

“Sen onlara vekil değilsin.”

Vekl” dayanak demektir. Yani onlar aleyhinde bulunmayacaksın ama onlara vekillik de yapmayacaksın. Yaptıkları yanlış hareketleri sen tasvip etmeyeceksin. Sen bu takımda oynuyorsun. Onların başörtüsü zulmünü asla tasvip edemezsin. Onların yaptıkları yanlış şeyleri doğrulayamazsın. Evet, harf inkılabı ülkemize çok yararlı olmuştur. Evet, azınlıkların tehciri iyi olmuştur. Ama onların hiçbirisi İslâmi değildir. Sonunda hepsi Allah’tan başkasını evliya edinmedir.

“Adil Düzen” iktidarda olduğunda elbette bu tür haksızlıklar yapmayacaktır. Halk istediği dilde ve istediği harflerle yazacaktır. Kimseye yazı yazmak yasak edilmeyecektir. Türkiye’de isteyen istediği okulu açabilecektir. İstediği dinde siteler kurabilecektir. İstediği kıyafeti giyebilecektir. Yerinden yönetim olacak, bucak ve ocakların iç işlerine karışmayacağız. Ama bilelim ki geçmişte olanlar hep Allah’ın takdiri ve hıfzı ile olmuştur. Hayır da şer de Allah’tandır deyip O’na teslim olmalıyız. Allah bize ne emrediyorsa onu yapmalıyız. O’nun dışında kimseyi veli ittihaz etmeyeceğiz.

Bu sûrede “Adil Düzen”de çalışanların tarihe bakışları üzerinde durulmaktadır. Biz bize düşeni yaparız. Cennete gitmek için “Adil Düzen” ne emrediyorsa onu tavizsiz yerine getirir, barış için çalışırız. Bunu gerçekleştirmek için güvenliği sağlayacağız. Dayanışma içinde olacağız. İnsan iradesine sonuna kadar saygılıyız. Biz yasakçı değiliz. Hakemlerden oluşan yargının emrindeyiz.

***

وَكَذَلِكَ(Va KaÜAvLıKa)  “Böylece”

Sûre başlarken “KeZaLiKe” ile başlamıştır. Orada işaret edilen “Hâ Mim Gayn Sin Qaf” idi. Bana vahy olundu denmiştir. O yazılı olan vahiy idi. İnsanlık uygarlaşmaya yazı ile başlamıştır. Kur’an da kitap olarak vahyolunmuştur. Yazısı ile mütevatiren bize intikal etmiştir. Vahyediyoruz diyerek muzari ile göstermiştir. Burada vahyedilen yalnız Kur’an değildir. Yazılı sözleşmelerin hepsi vahiydir. Yani sözleşmeler yazılı olarak oluşur.

  1. Kişinin içtihatları yazılı hâle gelince şeriat olur.
  2. Sözleşmeler yazılıp altı imzalanırsa şeriat olur.
  3. Başkanların ortak vekillerin istişare edip yazdırdıkları kararlar vahiy hâline gelir. 
  4. Hakem kararları vahiy hâline gelir. Allah insanlara sürekli olarak bunları vahyetmektedir.

Muzari sigası ile kullanıldığına göre onlar da hâlâ vahyetmeye devam ediyor demektir.

Burada “Ve Kezalike” denmektedir. Yani buradaki vahiy birincideki vahiy değildir. 

أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ(EaVXaYNAv EiLaYKa)  “Sana vahyettik.”

İf’al bâbından ve fiili mazi olarak getirilmiştir. Burada fiili mazi getirilmiştir. Yani yazılı sözleşmelerden ibaret hukuku fiili muzari ile getirmiştir. Oysa burada Kur’an’ı fiili mazi ile getirmiştir. Hazreti Muhammed’e vahyetmiş değildir. Vahyediyordu. O halde ona, ‘sana vahyettik’ demesi ancak o zamana kadar gelen sûreler için doğru olur. Asıl Kur’an’ın vahyi on kıraat tamamlandıktan sonra vahyettik olmaktadır.

Kur’an Hazreti Osman zamanında  toplanmış ve tekleştirilmiştir. Ama kıraat sonraki asırlarda icma ile sabit olan kıraat ilmi ile tesbit edilmiştir.

On kıraatin dışında olanlar Kur’an’dan sayılmamıştır. Onlar dışındakileri Kur’an saymak küfür olmuştur. Yedi kıratta da kesinlik kabul edilmiş, bunları inkâr etme de küfür sayılmıştır.

Böylece Kur’an’ın vahyi o gün tamamlanmıştır.

Ancak bugün de yapacağımız iş vardır.

a) Yeryüzündeki kıraatleri okutup videolarla tesbit etmemiz gerekir. Çok bozuk şivelerle okunmakta ise de okunanlar bir defa tesbit edilmelidir.

Bu kıraatlerden on kıraate aykırı olanlar ayıklanmalıdır. Ancak mahreçlerdeki söylenişler hata kabul edilmemelidir.

b) Sonra on kıraatin onar çeşit kıraat tegannisi yapılmalıdır. Kur’an ondan sonra artık her şeyiyle tesbit edilmiş olur.

Kur’an’ın tedrisi yalnız o onar Kur’an kıraatine yüz çeşit kıraat inhisar etmelidir. Eşeklerin anırmasına benzer kıraatler reddedilmeli, sahih kıraat sayılmamalıdır.

Kur’an vahy olundu dendiğinde, herkes bu kıraati ile Kur’an’ı okumalıdır.

قُرْآنًا عَرَبِيًّا(QuREANan GaRaBiyYan) 

“Arapça Kur’an vahyetti.”

Ra’d Sûresi’nde Kitap’tan başka dağların yürütüldüğü Kur’an’dan bahsedilmişti. Sonra da hükmen arabiyyen denmişti. Orada Kur’an’ın mucizeliği anlatılmış, sonra da Arapça hüküm denmiştir. Arap dilinin yazılı ve sözlü olması sonucu değiştirmez. Arapça hüküm inmiştir. Burada ise Arapça Kur’an inmiştir. Sesler Arapçadan oluşmuştur. Seslerin dizilişi Kur’an’a mânâ dışında müzikal özelliğini kazandırır. Bunun dışında harf sayıları da onun icazını gösterir. Bu âyeti ele alalım.

Harfi tarifli marifeler    4 adet        الْقُرَىَ الْجَمْعِ الْجَنَّةٌِ السَّعِير 

Harfi tarifsiz marifeler 4 adet          أُمَّ    حَوْلَهَا    يَوْمَ    رَيْبَ

Tenvinli nekreler                   4 adet  قُرْآنًا   عَرَبِيًّا   فَرِيقٌ فَرِيق

Tenvinsiz kök nekre             3 adet      أَوْحَيْنَا   لِتُنْذِرَ   َتُنْذِر      Toplam 15=3*5 eder.

Mebni isimler              5 adet       َذَ   مَنْ  إ ِلَيْكََ فِيه  لِكَ         İsimler  15+5=20

Atıf harfleri                            4 adet            و   و   و   و

Diğer harfler                          4 adet        فِيَ   فِي   لَاَك       Toplam    4*7=28

Muttasıl                                  3 adet        إ ِلَيْكََ فِيه  لِكَ           28+3=31

Harfleri Sayalım  

وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِتُنْذِرَ أُمَّ الْقُرَى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنْذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ فِيهِ فَرِيقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَرِيقٌ فِي السَّعِيرِ

(E=4  H=1  X=2  G=3)=10    (Q=4  K=2)=6     (C=2   Y=6)َ=8   I=4  Toplam 24+4

(V=6  F=6      B=2   M=4                                                                       Toplam 18

N=7   n=3    l=1  L=8   R=8      Ü=3  T=3  S=1        A=6                               Toplam 34+6

                                                                                                       Genel              76 +10 =86

Arapça dili Kur’an inzâl olunacak şekilde indirilmiştir. Burada “Kitaben Arabiyyen” denmemiş de “Kur’anen Arabiyyen” denmiştir. Yani asıl olan kıraattir, kitabet değildir.

لِتُنْذِرَ(Li TuNÜiRa)  “Uyarman için.”

Nezr savaşın öncü kuvvetidir. Onun görünmesinin arkasından ordu geliyor, saldırı geliyor demektir. Teslim olun, yoksa mahvolursunuz demektir. Ayrıca yapılacak iyilikleri önceden haber vermek de nezrdir.

Nezr buşra ile beraber kullanılır. Biri iyiliği haber verir, diğeri kötülüğü haber verir.

Kur’an düzeni kurulmadan önce uyarılar gelir. Bugün yeryüzünde uyarılar gelmektedir. Aile müessesesi çöküyor. Ekonomi düzeni çöküyor. İnsanlar inançlarını kaybedip birbirini boğazlıyor.

Bugünkü Türkiye’yi düşünün. Vergi kaçırmayan biri var mıdır. Ölçü ve tartıyı tam yapan biri var mıdır. Rüşvet vermeyen biri var mıdır. Her attığımız adım yolsuzlukların ve kötülüklerin merkezi olmaktadır. Her gün hastalıklar artıyor. Tedavi pahalanıyor. İnsanlar kendilerini tedavi edemez durumdadır. İnsanlık çıkmaza giriyor. Mahkemeler uzuyor. İnsanlar iş yapacaklarına davalarla meşguldürler.

İşte bunları anlatasın diye sana Arapça Kur’an nâzil olmuştur.

أُمَّ الْقُرَى(EumMa elQuRAv)  “Karyelerin ümmünü.”

Ümma’l-Kura” ana şehirdir. Marifedir. Ahd için alırsak Mekke’dir.

Kur’an ilk olarak Mekke’de nâzil olmuştur. O kentin uyarılması gerekmektedir.

Peki, yine marife olarak gelen diğer karyeler nereleridir?

Önce Mekke bir ildir. Onun çevresinde bucaklar olacaktır. Mekke merkez olmak üzere, Medine ile Mekke arasında  bir pergel açacağız, daire çizeceğiz. İşte orası Mekke ilidir. Bunu nerden istidlâl ediyoruz? Kur’an Mekke’den ve Yesrib’den bahsetmektedir. Demek ki bu iki ilin sınırı orta noktalarıdır. Usulde başka bir işaret yoksa eşit olarak bölünür.

İşte burası Mekke’dir. Dünyanın Ümme’l-Kurasıdır. İçinde de harem Mekke’nin ümme’l-kurasıdır. Mekke ili birbirinden ayrıdır. Mekke ili ve Mekke kenti. Biri Mekke, diğeri Bekke.

Buralar insanlığın ortak merkezidir. Her ülkeye burada bir ilçe kuracak yer verilir. Buralara geldiklerinde kendileri oraya inip konaklarlar, diğer ülkelerle ve Mekke’nin merkeziyle oradan irtibata geçerler. 

Mekke ayrıca yeryüzündeki kıtaların merkezlerinde bulunan şehirlerin de merkezidir. Bunlara “mısr” denmektedir. Asya, Afrika, Avrupa, Çin, Hint, Güney Amerika, Kuzey Amerika ve Avustralya’da insanlık merkezleri vardır. Buralarda Birleşmiş Milletler hakimdir. Bunlar hac yolları ile bağlıdır. Bu tüm insanların teşkilatlanmasıdır.

Bunun dışında kıyas yoluyla ülkeler, iller ve bucaklar da böylece teşkilatlanır.

Türkiye’nin ümme’l-kurası Ankara’dır. Harfi tarifle belirtilen karyeler ise Samsun, İstanbul, Bursa, İzmir, Adana, Diyarbakır, Van, Erzurum, Kayseri Konya ve Afyon’dur.

Demek ki bu âyeti Arapça okuyacağız. Önce ümme’l-kurayı Mekke olarak anlayacağız. Sonra ülkeyi, ili ve bucağı buna kıyas ederek teşkilatlandıracağız. “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nın dayandığı ana delillerden biridir bu âyet.

  أُمَّ الْقُرَى (EumMa elQuRAv)  “Karyelerin ümmünü.”

Biz şimdi başkent diyoruz. Kur’an ise anakent demektedir. Kentler bir bütündür. Ana kentten ayrılmışlardır. İşte biz bu sebeple diyoruz ki, ana kent merkezdir. Merkezi yönetim vardır. Tek tüzel kişilikleri bulunmaktadır. Onların inzarı söz konusudur.

Şüphesiz burada “kura” kelimesi büyük küçük bütün kentleri içine alacaktır. Yani beldeler, medineler ve mısrlar da bu tanıma girmektedir.

Mekke demek olan “üm”den sonra “semt” dediğimiz küçük köylerden bahsetmesi işte arada kıyas yapılacağını da bize bildirmektedir. Bir ananın çocuğuna olan hakimiyeti benzeri, insanlığın kıta merkezlerine, ülkelerin bölge merkezlerine, illerin ilçe merkezlerine ve bucakların semt merkezlerine hakimiyeti vardır. Çünkü burada bahsedilen yerdir, yerlerin halkıdır. Halk uyarılacaktır, ehli uyarılacaktır.

وَمَنْ حَوْلَهَا (Va MaN XaVLaHAv)  “Ve havlinde olanlar.”

Buradaki “Vav” ümme’l-kuraya atfetmektedir. Orada karyelerin anası ifadesi kullanılmıştır. “Üm” kelimesi mânâ olarak müennestir. İnsanlar için vazedilmiştir. “Karye” ise şerhleridir, eşyadır. Ana kendi cinsinden varlıklar doğurur. Demek ki “karye” ya da “üm” mecazidir. Burada ise “MeN” kullanılmıştır. “Ha” zamiri nereye racidir? Ya ümme racidir. O zaman karyelerden daha dar olarak merkez ilin ilçeleri kastediliyor demektir. Veyahut taşra iller kastediliyor. Yahut devletler kastediliyor.

Ra’d Sûresi’ndeki tebliğ kısmını burada tamamlamaktadır. O da nedir? Biz merkez bucağını örnek olarak teşkilatlandıracağız. Diğer bucaklar kendi kendilerine oluşacaklardır.

Burada “Ellezî” değil de “Men” getirilmiştir. Bunun anlamı şudur. Taşra bucak halkı askerliğini merkez bucağın emrinde yapar. Ancak topluluk katılması yerine kişisel katılmayı esas alacağız. İl ayrı yönetimdir, ülke ayrı yönetimdir. Halk hem ilin üyesidir, hem de ülkenin üyesidir. Devletle olan ilişkisi il yönetimi ile değildir.

Ülkeler insanlık içinde bağımsızdır.

İller ülke içinde bağımsızdır.

Bucaklar iller içinde bağımsızdır.

Ocaklar da bucaklar içinde bağımsızdır.

Halk da ocaklar içinde bağımsızdır. Kendi iç işlerini kendisi yapar, merkez karışmaz. Ortak işler merkezlerde görülür.

Ocak ortak yaşama yeridir.

Bucak ortak çalışma yeridir.

İl ortak güvenlik alanıdır.

Ülke ortak savunma alanıdır.

İnsanlık ortak uygarlaşma alanıdır.

Burada halk doğrudan bunlara üyedir.

İşte burada bu husus “Men” kelimesini kullanmakla ifade edilmiş olur. “Men” tüzel kişiliği ifade etmez. Halk tüzel kişiler aracılığıyla insanlığa bağlı değildir. Herkes insandır, insan olarak onun üyesidir.

“Ha” zamiri “el-kura”ya gidebilir. O zaman o takdirde tüm ülkeler kastedilmiş olur. Yahut ülke içinde tüm taşra illeri kastedilmiş olur.

Bu âyet anayasamızda belirtilen yapıyı her yönüyle tasdik etmektedir.

İşte bu metot ilmî metottur. 

  1. Kur’an’ı okuyor, üstünde düşünüyor, kendinize göre varsayımlar koyuyorsunuz. O varsayımlara göre fıkıh oluşturuyorsunuz.
  2. Sonra varsayımlara dayanarak bir hukuk sistemi oluşturuyorsunuz. Tarihte Mezopotamya’da böyle hukuk sistemi oluştu. İbranilerde böyle hukuk sistemi oluştu. Roma’da böyle hukuk sistemi oluştu. İslâmiyet’te böyle fıkıh oluştu. Avrupa’da da böyle bir hukuk sistemi oluşmuştur.
  3. Bizim yaptığımız nedir? Biz daha evvel yapılmamış bir şey yapıyoruz. Varsayımlarla oluşturduğumuz hukuk sistemini, Kur’an’ın âyetlerini usulü fıkha göre yorumlayarak kontrol ediyoruz. Kur’an bizim eksiklerimizi tamamlıyor, yanlışlarımızı düzeltiyor. Böylece III. bin yıl uygarlığının fıkhı doğuyor. Varsayımlarımız çağımızın sorunlarını çözüyor. Varsayımlarımız Kur’an’ın usulü fıkha göre yorumlarına uyuyor.
  4. Bize karşı çıkan insanların yapacakları iş şudur. Önerileriniz sorunları çözmüyor. Deneylerle bunu ispat etmek gerekir. Kur’an’ın usulle yorumlanmasına da uymuyor. Bizim yaptığımız gibi âyetleri yorumlayarak bunu ortaya koymaları gerekir.

Yakın arkadaşlarımız 15-16 sene evvel toplanıyor ve şunu söylüyorlar: Bunlar çağın sorunlarını çözmüyor. Bunlar Kur’an’ın usule göre yorumlarına uymuyor. Derhal bırakılmalıdır. Bizim ilmî ve Kur’an’î istidlallerimize cevap yok. Örnek olarak biz, faiz birinin zarar etmesi ile elde edilen kazançtır, paradan kâr böyledir, demişiz. Onlara göre bizim istidlallerimiz boş, onların delilsiz-ispatsız atmasyonları doğrudur!

Siz kimsiniz ki tanrı gibi buyuracak ve o doğru olacak?!.

وَتُنْذِرَ(Va TuNÜıRa)  “Ve inzar etmen.”

İnzar” kelimesi burada tekrar edilmiştir. “Li” harfi tekrar edilmemiştir.

Birincisi dünyada olacakların inzarıdır.

İkincisi âhirette olacakların inzarıdır.

Birincisinde inzar edilen kimseler zikredilmiş, inzar konusu hazfedilmiş, burada inzar edilen kimse hazfedilmiş, inzar konusu zikredilmiştir. İnzar edilenler aynı kimselerdir ama konular farklıdır.

Li” harfi tekrar edilmemiştir. Edilmeyişinden doğan mânâ farkı ortaya konmuştur.

Burada insanların çok iyi bilmesi gereken şeyler vardır. Sigara içmek sana zararlıdır. Âhirette de cezası vardır. Allah, sana emanet ettiğim emanete niye ihanet ettin diyecek. Cehennemle tehdit etmektedir.

İnsan bedeni için olan bu hüküm topluluk için de geçerlidir. Faiz haramdır. Yaparsan dünyada zarar görür ve sıkıntıya düşersin. Âhirette de, sana verdiğim maddi imkanları neden şeriata uygun kullanmayıp emanete ihanet ettin diye soracaktır.

Biz “Adil Düzen”i teklif ederken, insanların çoğu bunun zararlı olduğunu söylüyorlar. Oysa zararlı olan kendi yaptıklarıdır. Mü’minler de; bu dünya işidir, yapsak da yapmasak da Allah ne karışır! Biz O’na kulluk etsek yeter derler. Ama gerçek böyle değildir. Kötülüklerin sonu bu dünyada da kötülüktür, âhirette de kötülüktür. İyilik yapanlar bazan kısa zamanda sonuç alamazlar ama sonunda hem bu dünyada hem âhirette nimetleri görürler.

يَوْمَ الْجَمْعِ(YaVMa eLCaMGı)  “Cem günü.”

Bu dünyada yaşıyoruz. Diğer insanlarla ilişki kurarak borçlu ve alacaklı oluyoruz. Ne var ki görüştüğümüz insanların yarısı bizden önce ölür, yarısından önce de biz ölürüz. Hesaplaşabilmemiz için onların yaşadıkları ömrün hesabını vermemiz gerekir. Bu da ancak Hazreti Adem’den kıyamete kadar bütün insanların bir tek zamanda toplanmaları ile mümkündür. Yeryüzü şimdi dört boyutlu uzayda uzanıp gitmektedir. Kıyamet günü herkes öldüğü yerde ileri gitmeden bulunduğu yerde diriliyor.

Karayollarında yan yana giden arabalar birbirleriyle konuşabilmektedir. Oysa öndeki arabalardan haberin yok, arkadakilerden de. Şimdi böyle bir yolda giderken birden hepsi karayollarına dik geniş asfalta rastladılar. Hepsi birden yüzlerini oraya çevirdiler. İşte bunlar şimdi hepsi birden birbirleriyle görüşme yapabileceklerdir.

İşte bu âhirette bütün insanların dördüncü boyutta dirilmesidir. Herkes kendi yaşadığı yerde dirilecektir. Birbirleri ile çatışmayacaklardır. “Cem” kelimesinin mânâsı budur. Marife olması da onun sadece bir defa olacağını ifade eder.

لَا رَيْبَ فِيه(LAv RaYBa FıyHi)  “Onda rayb yoktur.”

O günün oluşmasında rayb yoktur. Yani ilmen o günün olacağı ispat edilecektir demektir. Bunu nasıl ispat edeceğiz? Kur’an bu hususta belli bilgiler vermiş. Kur’an nâzil olduğunda kâinatın yaratıldığı hakkında bir bilgi, âhiretle ilgili de bir bilgi yoktu. Filozoflar aksini iddia ediyorlardı. Ezel ve ebed yani kıdem nazariyesi makbul idi. O kadar ki, İslâm filozofları bile kıdem nazariyesini savunmuşlardır. Filozofların kelamcılarla yaptıkları en büyük çatışma bu idi.

Bugün ise Kur’an’ın bu husustaki iddiaları ilmen adım adım ispatlanmıştır.

  1. Kâinat yaratılmıştır ve başlangıcı vardır. Kesin olarak ispatlanmıştır. 13.7 milyar yıl önce yaratıldığında ittifak vardır.
  2. Kâinat yaşlanmaktadır ve sonu gelecektir. Bu da kesindir. Henüz ömrü kesin olarak tesbit edilememiştir.
  3. Dört boyutlu uzay vardır. Kur’an’da söylenenlerin hiçbirisi imkansız değildir. Dolayısıyla âhiret hakkındaki yokluk iddiası hiçbir delile dayanmaz.
  4. En önemlisi, dünyadaki insanların düzeni ancak Kur’an’ın varsayımları ile izah edilebilir, o da âhirette görülür. 

     Nedir bunlar?

  1. Hiçbir şey yoktan var olmaz, varken de yok olmaz. O halde âhiret vardır.
  2. Kâinatta abes bir şey yoktur. Yaratılıp yok olma abesle iştigaldir. Ölümlü dünyanın karşısında yeni hayat olmalıdır.
  3. Evrim vardır. Çöküş yeni canlılığın olması içindir. Ağaçlar yapraklarını döker, ilkbaharda daha gür çıksın diye. O halde ilmen sabit olan son günden sonra daha gelişmiş şekliyle dirilme olur.
  4. Mukaddes kitaplar mucize göstererek kıyameti ispat ettiler. Kur’an da ispat ediyor. O halde Kur’an’da rayb olmayınca, onun haber verdiğinde de rayb olmaz.

Böylece Kur’an’ın Allah sözü olduğu müsbet ilimle sabit olunca, Kur’an’daki açık ifadelerle söylenenler de müsbet ilimle sabit olur. Aksi halde Allah’ın yanlış ve yalan söylediğini kabul etmek zorunda kalırız ki, bu da mantığa ve ilme uymaz. Bu iddianın reybi âhiretin reybinden çok daha ileridir.

   فَرِيقٌ فِي الْجَنَّةِ (FaRIyQun FIy elCanNaTi) 

“Bir fırka cennettedir.”

Ferik, şia, hizb ve evliya kelimeleri, bizim bugünkü parti kelimesine benzer kelimelerdir.

“Evliya” dayanışma ortaklıklarıdır. Birinin başına bir âfet gelirse, ortaklar onu birlikte karşılarsa, buna “evliya” denir. Sorumlularına da “veli” denmektedir. Kur’an böyle bir gruplamayı insanlardan istemektedir. İlmî, meslekî, siyasî ve dinî velayet vardır.

“Şia” ise bir toplulukta sözleşmelerden çok irsi veya başka bir sebeple oluşmuş doğal gruptur. Velayette veli edinme kişilere aittir. Şia ise o topluluğun kabul ettiği gruplanmadır. Sen kendi şian içinde doğarsın. Gerek velayette gerekse şialıkta toprak bölünmesi yoktur. Aynı yerde aynı sokaklarda yaşarlar.

“Hizb” ise tamamen düşmanlığa dayanan ve çatışma hâlinde olan gruplardır. Bunlarda fikirde cepheleşme olmakla beraber kopma yoktur.

Ferik” ise kaya parçasının kopması gibi bir topluluğun parçalanması sonucu doğan ayrılıktır. Hicrette seçilmedir. Eğer bir topluluk ortak bir yönetim seçemiyorsa bu topluluk ayrılmalıdır. Buna “fırka” denir. Bu yolla devletler ayrılarak iki devlet olurlar. İller ayrılarak iki il olurlar. Bucaklar iki bucak şeklinde ayrılarak iki il olurlar, yahut bir ilden kopup bir ile katılırlar.

Bölünme nasıl olacaktır? Tefrika nasıl olacaktır?

Aynı ilçede yaşayan insanlardan isteyenler kendilerine sistem yapıp yönetim kurulunu oluştururlar. Merkezlerini seçerler. O ilçede yaşayanlara sorulur.

Teklif edilen bucağın içinde kalırsanız oradan göç eder misiniz?

Evet, Hayır

Teklif edilen bucağın dışında kalırsanız o bucağa göç eder misiniz?

Evet, Hayır

Oylar aleni verilir ve “evet” diyenlerle” hayır” diyenler belli olur.

Sonra bucak kurmak isteyenlere seçtiğiniz merkezi içine alan bitişik bir alan haritası verilir. Çevrilen alan içinde oy kullananlardan oradan göç edeceklerin sayısı çıkarılır. Dışarıdan katılacakların sayısı eklenir. Böylece o bucağı onaylayanların sayısı bulunur.

  1. Katılanların sayısı 3000’den az ise;
  2. Katılanların sayısı 10 000’den fazla ise;
  3. Bu oluş başka bir bucağın bucaklığını yok etmiyorsa, yeni bucak kurulmuş olur.

Uymadığı takdirde bu talep yerine gelmez.

İllerin ve ülkelerin kuruluşu ise bucakların yeni il kurması şeklinde olur. Ülkelerin kuruluşu da yeni il kuruluşu şeklinde olur.

Bunun dışında bir bucağa hicret olursa o bucak bölünür. Komşu bucaklar o bucaklara toprak vermek zorunda kalabilirler. Böylece dayanışma içinde olan bucaklar oluşur. Bunlar birleşerek ayrı il kurmuş olabilir.

وَفَرِيقٌ فِي السَّعِيرِ(7)  (Va FaRIyQun FıY elSaGIyRı) 

“Bir fırka da sairdedir.”

Burada “cennet” karşılığı “sair” kullanılmaktadır. Cennetin karşılığında nâr, cehennem, cehim, sair gibi değişik sıfatlar kullanılmaktadır. Firdevs cenneti ve adn cenneti denmektedir. Sıfat olarak getirilip isim olarak adı çoğaltılmamaktadır.

Âhireti tam kavrayabilmemiz için Kur’an’daki cennet karşılığı anlatılan cehennemle ilgili âyetleri değerlendirmemiz gerekmektedir. Nare cehennem denmektedir. Azabe’l-cehim denmektedir.

Bu sûre ne yaptı?

Bu Sûre bize çok açık olarak şunu öğretti. Allah şeriatı koymuştur. Ona uyanlar dünyada saadet bulurlar. Şeriata uymayanlar dünyada cezalarını bulurlar. Ama bu burada bitmez. Asıl hesap orada görülecektir. Bu dünyadaki haksızlıkların karşılığı orada tamamlanacaktır. Kimseye zulmedilmeyecektir.

Formül şöyledir:

1) Kötülüğün cezası misli ile cezadır. Kimseye zerre kadar zulmedilmez.

2) Kötülüğün cezasının tamamı burada çekilmişse âhirette hiç cezalandırılmaz. Şu kadar var ki insanlar kendilerine verilen nimetten de sorguya çekileceklerdir.

3) İyiliğin karşılığı birkaç kat iyiliktir. Kimsenin zerre kadar iyiliği zayi edilmeyecektir.

4) Dünyada gördüğü zulmün karşılığı orada hasene olarak kendisine verilecektir. Dolayısıyla insan kendi amellerinin yanında kendisine yapılan haksızlıkların karşılığı olarak da cennete gidecektir.

***

 

 


ŞÛRA SÛRESİ TEFSİRİ(42.SÛRE)
1-1 VE 5.AYETLER
1614 Okunma
2-5 VE 6.AYETLER
1400 Okunma
3-8 VE 12.AYETLER
1456 Okunma
4-13.AYET
1479 Okunma
5-14 VE 15.AYET
1481 Okunma
6-16 VE 19.AYETLER
1371 Okunma
7-20 VE 22.AYETLER
1333 Okunma
8-22 VE 23.AYETLER
1459 Okunma
9-24.AYET
1371 Okunma
10-25 VE 28.AYETLER
1264 Okunma
11-29 VE 35.AYETLER
1569 Okunma
12-36 VE 43.AYETLER
1474 Okunma
13-44 VE 47.AYETLER
1415 Okunma
14-49 VE 50.AYETLER
1913 Okunma
15-51 VE 53.AYETLER
1605 Okunma

© 2024 - Akevler