ŞÛRA SÛRESİ TEFSİRİ(42.SÛRE)
Süleyman Karagülle
1435 Okunma
16 VE 19.AYETLER

***

ŞÛRÂ SÛRESİ TEFSİRİ - 6

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَالَّذِينَ يُحَاجُّونَ فِي اللَّهِ مِنْ بَعْدِ مَا اسْتُجِيبَ لَهُ حُجَّتُهُمْ دَاحِضَةٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ(16) اللَّهُ الَّذِي أَنْزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْمِيزَانَ وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَرِيبٌ(17) يَسْتَعْجِلُ بِهَا الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِهَا وَالَّذِينَ آمَنُوا مُشْفِقُونَ مِنْهَا وَيَعْلَمُونَ أَنَّهَا الْحَقُّ أَلَا إِنَّ الَّذِينَ يُمَارُونَ فِي السَّاعَةِ لَفِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ(18) اللَّهُ لَطِيفٌ بِعِبَادِهِ يَرْزُقُ مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ الْقَوِيُّ العَزِيزُ(19)

 

وَالَّذِينَ يُحَاجُّونَ فِي اللَّهِ

(Va elLaÜIyNa YuXacCUNa Fıy elLAHi) 

“Allah konusunda hüccetleşenler.”

Sûrede şeriat olarak ortaya konan Nuh, Tevrat ve Kur’an grubuna karşılık, zalimlerin ortaya çıkıp zulüm yapacakları belirtilmiş, sonra da ara rejimin geleceği ifade edilmiştir.

Bu rejimde inananlar galip gelecekler ama uygulamayı yapamayacaklardır. Çünkü onlar bilmemektedir. Ondan sonra Allah bunlarla Adil Düzencileri cem edecek ve sonunda “Adil Düzen” gelmiş olacaktır. Yani “Adil Düzen”i Millî Görüşçüler ve AK Partililer kabul edeceklerdir.

Şimdi şöyle bir soru diğerleri için akla gelmektedir: MHP’liler ne yapacaklar? ANAP’lılar ne yapacaklar? DP’liler ne yapacaklar? DSP’liler ne yapacaklar? DTP’liler ne yapacaklar? En önemlisi, CHP’liler ne yapacaklar?

Bunların çoğu “Adil Düzen”i kabul edecekler. Hem de daha samimi ve içten bağlı olarak inanacaklardır. Bununla beraber bunların içinde, belki de AKP ve SP’liler içinde de öyleleri olacaktır ki, her şey ortaya çıktığı, bütün açıklığı ile “Adil Düzen”den başka çare olmadığını gördüklerinde bile, yine ısrar edecek ve tartışmalara gireceklerdir.

Ne gibi konularda tartışmalar yapacaklar?

  1. Allah vardır. Kâinatı Allah yaratmıştır. Bu kâinat her tarafı ile mükemmel bir şekilde çalışmaktadır. Biz bu kâinatın içinde yaşamıyor muyuz? Bu kâinatı bırakıp da başka yere gitme imkânımız var mıdır? Hayır. Beğensek de beğenmesek de onun kanunlarını değiştirecek gücümüz var mı? Yok. Var diyorsanız, sadece bir şeyi değiştirin de görelim. Mesela, su 0 derecede değil de -5 derecede erisin. Ancak tuz katarak değil, kendi yapısıyla erisin. Tuzla değişme de yine onun kanunudur.
  2. İnsanları O yaratmadı mı? İnsan da O’nun kanunlarına tâbi değil mi? İnsan kâinattan ayrı bir varlık değil ki. Öyleyse hangi aklınızla bu kamu alanıdır, girilmez; Allah girmez diyorsunuz?!
  3. Bir motor yaptığınız zaman hep doğa kanunlarını kullanırsınız. Doğa kanunları içinde motor yapabilirsiniz. Doğa kanunlarını değiştirme diye bir olay yoktur. Doğa kanunlarını kullanmadan da bir şey yapamazsınız. Sosyal oluşum değişmez sosyal kanunlara dayanır. Siz onu değiştiremezsiniz.
  4. Mesela, erkek çocuk doğuramaz, çocuğa süt veremez. Eşitlik olsun, erkekler de kadınlar gibi doğursun diye bir kanun yapamazsınız. O halde biz Allah’ın kanunlarını istemiyoruz diyebiliyor musunuz? Bunu siz bilmez değilsiniz. Kadın çocuk doğurur ve büyütür. Aile içindeki görevi budur. Çünkü erkek bunu yapamaz. Erkeklere de buna karşılık nafaka temin etmek ve aileyi savunmak düşer. Dünyanın hiçbir yerinde kadınlar askere alınmıyor. Siz hangi mantıkla kadın-erkek eşittir diyebilirsiniz? Kadın ile erkek hukukta eşittir. Herkes katkısı nisbetinde hak sahibidir. Elbette erkek çocuk doğuramadığı için bu hususta doğan hakların tamamı kadınındır. Ama kadın askere gitmediği için savunma ile ilgili yetkiler de erkeğindir. Yani biz sosyal kanunları kullanıp topluluk oluştururken adalet üzerinde oluşturmamız gerekir. Zulüm üzerinde de oluşturabiliriz ama o zalim yönetim olur ve sonunda mağlup olur.

İşte, onların bizimle cedelleşmeleri bu tür konulardadır. Mesela, azınlığın çoğunluğa tâbi olması gerektiği hangi sosyal veriye dayanır? Doğa kanununa uymaz. Çünkü azınlığın ortadan kalkması demek olur. Adalete hiç uygun değildir.

مِنْ بَعْدِ مَا اسْتُجِيبَ لَهُ

(Min BaGDi MA USTuCıBa LaHUv) 

“Kendisine isticabe edildikten sonra.”

Burada “LeHu”daki “Hu” zamiri Allah’a gitmektedir. İsticabe kimleredir? Müsbet ilmi kabul ettiğini, adaleti kabul ettiğini söyleyenler, sonra dönüyorlar ve işlerine gelmediği zaman bu başka diyorlar! Lâikliği kabul ediyorlar; sonra ‘bu lâikliğe aykırı’ dediğin zaman; ‘o başka, bu lâiklik Türkiye’ye has bir lâikliktir’ diyorlar!

İstucibe”nin faili “”dır. İsticabe olunmasından sonra, onun için isticabe olunduktan sonra, Allah için isticabe olunmuştur.

İsticabe” demek, cevaplandırmak, duayı kabul etmek demektir.

Masaya anayasa ile oturuyorsun. Devletimiz demokratiktir, tamam. Ondan sonra seçimi kaybedince; ‘bu olmadı, halk cahil, bilmiyor, yanlış seçtiler’ diyorlar! Baştan kabul olunuyor, sonra dönülüyor! Tartışmaya giriliyor. Bir kural kondu mu, artık o tartışılmaz. Kayıtsız şartsız uyulur. Yerine gelecek başka öneri getirilebilir, daha iyisi istenebilir.

Mesela, lâiklik anayasada değişmez maddedir. Demokrasi değişmez maddedir. Bunlar tartışılmaz. Ama bunların tanımı yani uygulanması tartışılabilir. Bu hususta ya hakemlere uyulur, ya da kanun çıkarılır. Kanunda tanımlanır. Yargının yasamaya müdahalesi yoktur diyorsunuz. Sonra Anayasa Mahkemesi Başkanlığı yapmış olan A. Necdet Sezer, devlet başkanı iken, bu hususta yargı karar vermiş, siz değiştiremezsiniz diye parlamentoyu yok hâle getirmeye çalışmıştır. Belki biz lâikliği beğenmeyiz ama madem ki anayasamız lâikliği emrediyor, ona uyarız. Ondan sonra değiştirmek için çalışabiliriz. Yürürlükte olan bir mevzuatın uygulanması hususunda tartışmayız. Değiştirme hususunda her zaman tartışabiliriz. Ama uygulamayı tartışmayız. Siz ise uygulamayı tartışırsınız.

Bir gün Ankara’da ilim heyeti toplandı, konuyu görüştü ve hukuken bizim haklı olduğumuzu gördü. Ama sonunda inkılaplar hukuktan öncedir deyip zulme devam edilmesine karar verildi. Allah bunları cehenneme koymazsa bize zulmetmiş olmaz mı?

Bugünlerde albay Çiçek’e isnad edilen rapor, nasıl sahtekârlıklar ve iftiralar yaptıklarını deşifre etmektedir. Geçmişte bunların hepsi yapıldı. Sivas’taki Madımak Oteli provokasyonu, Müslim Gündüz hikâyesi, 28 Şubat hep böyle olmadı mı? Ne diye onları araştırmıyorsunuz da, bugün müfteri Taraf gazetesinin neşriyatı üzerinden orduya saldırılmaktadır. Kur’an’da deniyor ki; suç isnad edenler ispat edemezlerse seksen sopa vur. Onlar müfteridir. İspat külfeti Taraf gazetesine aittir. İspat edemezlerse, o suçun cezası ne ise onun yüzde sekseni ile o yazar cezalanacaktır.

حُجَّتُهُمْ دَاحِضَةٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ

(XucCaTuHuM DaXıWaTun GıNDa RabBihim) 

“Hüccetleri Rableri indinde dahidedir.”

Dahd” sulu kaygan topraktır. “Dahd etmek” ayağını kaydırmak, yani bulunduğu yerden uzaklaştırmak demektir. Hüccetleri mesmu olmaz. Yani açıkça kanun bir şey emretmişse o yerine getirilir. Kanunlar ve kurallar çarpık yorumlarla savsaklanamaz.

Mağduriyete uğrayanlar, ayrıca düzenin yani kanunların kendilerini mağdur ettiğini ispat ederlerse, o zaman devlet onlara tazminatlarını verir. Çünkü yasama da hakemlerin denetimindedir. Başörtüsünü yasaklamak lâikliğe aykırıdır. Baş örtme birilerini rahatsız etmişse, dava açsın ve hakkını alsın ama lâiklik uygulanacaktır. Yahut diyelim ki, Sezer’in uydurması doğrudur; başı örtülü olan kamu alanına giremez. Evet, o zaman yasa uygulanır. Ama devlet yasaları ile o gencin okuma hürriyetini kısıtladığı ve dinde baskı yaptırdığı için mağdur olan kızlara ömür boyu maaş bağlar. Çünkü okusaydı aç kalmayacaktı.

Bunun başka bir yorumu da “” harfini mâ-ı nafiye olarak almaktır. Yani tartışılıp karara bağlanan bir dava tekrar dava konusu olmaz. Karar karardır, uygulanır. Haksız da olsa, haklı da olsa uygulanır. Kararın temyizi yoktur. Mağdur olanlar hakemlere gidip kararın yanlış alındığını ispat ederlerse, yanlış karar verildiği için devletten tazminat alırlar. Ama karar karardır, bozulmaz, temyizi yoktur.

Bir örnek verelim. Bir kimse başka bir kimseden bin lira alacağı olduğunu iddia etse, mahkemede haklı çıksa, o parayı alır ve artık o bin lira onun olur. Sonra mağdur olan hakemlere gider, hakemlerin yanlış karar verdiğine karar verilirse, devlet kendisine bin lira öder. Haksız yere dava kazanandan bin lira istenmez. Biz bu hususu diğer delillere dayanarak ve istihsanla böyle olduğunu anayasamızda yazdık. Bu âyet ise bizim istidlâlimizi nassla teyid ediyor. Bu da bizim baştan kabul ettiğimiz varsayımların isabetli olduğunu göstermektedir.

وَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ (Va GaLaYHiM ĞaWaBun) 

“Ve onlara gadab vardır.”

Demek ki kanunlara uymayanlara veya mahkeme kararlarını uygulamayanlara önce gadab vardır. 

Buradaki “gadab” “gazab” ile karşılaştırılmaktadır. Gazab ile gadab ayrı ayrıdır. Acaba aralarında ne fark vardır? Biz ceza hukukunda bunları nasıl uygulayacağız?

Bu ikisi arasındaki farkı anlamak için bir kimsenin en az dört senelik doktora çalışması yapması lazımdır. Doktora yapan neler yapacaktır?

Önce bütün azab âyetlerini sıralayacak. Gazab ve azab dışında ıkab ve eziyet vardır. Önce bu kelimelerin Kur’an’daki geçiş yerleri bulunacak. Ondan sonra azab ile gazab arasında bir varsayım konacaktır. Sonra bütün âyetlerde bu mânâlar uygulanacaktır.

Şimdi ben bir varsayım olarak bu kelimelerin mânâsını veriyorum. Siz doğru olup olmadığını tahkik ediniz.

Gadab” insanın bedenine karşı hiçbir işlem yapmıyorsun. Mesela rütbesini düşürüyorsun, ehliyetini alıyorsun, sürüyorsun. 

“Azab” ise bedene ika edilen cezadır. Sopa azabıdır. Ama şehadetten mahrumiyet ise gadabdır.  

وَلَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ(16)

(Va LaHuM GaÜaBun ŞeDiYDun) 

“Ve onlara şedit azab vardır.”

Azab” bedeni azabdır. Biz bunu dayak cezası olarak anlarız. Kanunlara uyulmaması gerektiğini iddia eden veya mahkeme kararlarının uygulanmamasını isteyen, karşı çıkan kimselere gadab vardır ve azab vardır.

Bunun uygulaması şöyle olabilir.

Kanunların uygulanmasına karşı çıkan, hakemlerin kararlarına karşı çıkan kimse, sözlü propaganda yaparsa buna dayak atılır.

Kanunlara uymayan veya hakem kararlarına uymayan kimse sürülür.

Nereye sürülür? Kent dışına sürülür, kentten sürülür.

Bu suretle azab ve gazab uygulamasını çözmüş oluruz.

Bu çözümü beğenmeyen olabilir. O zaman daha iyi çözüm getirmek gerekir.

Bu kanunlar için de böyledir. Kanunun kötüsü yoktur; daha iyisi vardır. Daha iyisini getirmek için uğraşmak herkesin hakkıdır ama kanunları kötülemek kimsenin hakkı değildir.

Kur’an Tevrat’ı kötülemiyor, daha iyisini getiriyor.

Mahkeme kararları için de yapacağımız şey hakem kararlarına uymak; sonra -şayet mağduriyetimiz varsa- devletten hakkımızı aramaktır.

Burada bir soruya aklınız takılabilir: Kısasa karar verildi. Dava açacağız ama sonra adam dirilmez ki. Karar bekletilmez diyorsunuz. Kesilen kolu nasıl geri getireceğiz? Evet, diyeti galize ödenecektir. Ama kısasa mahkum olan asılacaktır.

Bununla beraber bazı bekletme yolları vardır.

Kişi tutuklanmaz, o ilçeden kaçar giderse, kısas düşer. Gittiği yerden diyet gönderirse, orada korunur. Yani biri öldürürse kısas veya diyet yapılır. Ama kaçar gider de diyet de göndermezse, o zaman kanı hederdir. Yani biri onu öldürürse dava edilmez. 

Bir başka bekletme yolu da şudur. Bucak başkanı ciddi bulursa infazı bekletebilir. Bunun dışında mahkeme kararları kesindir.

***

اللَّهُ  (EalLAHu)   “Allah”

Allah” merfudur. Cümlede fasl olur. Allah mübteda olduğu için merfu olabilir. Yahut Allah bedel olur. “Ellezî enzele ileyke” sıfat olur. Eğer mübteda olarak alırsak, bu cümle bundan önceki cümlenin beyanı olması gerekir. Yani aynı şeyin başka şekilde ifadesi şeklinde anlamamız gerekir. Böyle bir yorum yapılamamaktadır.

Tamamen ayrı konu olarak ele alırsak, o zaman bundan önce cümle-i mu’terize olarak kanunların kesin olarak uygulanmasından ve hakem kararlarının kesin olmasından bahsetmiştir. O zaman “vellezîne estucibe”deki “vav” hâl vavı olur ve cümle cümle-i itiraziye olur. ‘Ahmet hasta olduğu halde geldi ve biz işimizi yaptık’ deriz. Türkçede “ve” kullanırız. Arada ‘Cae Ahmedu ve huve sekimun vaadna bihi’ cümlesi de sahihtir. ‘Ahmet hasta iken gelerek bizimle anlaştı’ şeklinde olur. Biz ifadeyi daha ahsen bulmayız.

Allah, yukarıda geçen Allah, merfu Allah kelimesinin bedelidir. En yakını, “Allah beynimizi cem edecektir”deki Allah’ın bedeli olarak alırız. 

Yukarıdan beri anlatılanlar demek ki bugün iktidarda olan AK Parti ve Saadet Partisi’ne söyle ifadesinin içindedir. “Kul”un yani “söylenecek sözün” içindedir, bundan önceki cümle. Bu ise artık söyle emri içinde değildir. Onun için burada kulun parantezi son buluyor. “Allah istediğini içtiba eder”deki “Allah” kelimesinin bedeli olabilir. Çünkü ondan sonraki âyetlerde geçen “Allah” kavl edilenin içindedir. Cümle-i iptidaiye de olabilir. 

الَّذِي أَنْزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ

(elLaÜIy ENZeLe eLKiTAvBa BiL XaqQı) 

“Kitabı hak ile indiren kimsedir.”

Ra’d Sûresi, “Sana Rabbinden inzâl olunan haktır” diye başlamıştır. Burada o başka bir şekilde ifade edilmektedir. Buradaki “el-Kitab” “Adil Düzen” demektir.

Kitap demek mushaf değildir. Kitap şeriattır. Hükümleriyle ifade edilen metindir.

El-Kitab” marifedir. Bundan önceki ise nekre geçmişti. Nekreden sonra geçen marife ahdi zikri olarak marifedir. Oradaki “Min Kitab” burada “el-Kitab” olmuştur.

“Kitabı hak ile inzâl etti.” 

Hak ile inzâl etti” demek, kitab aynı zamanda uygulanacak, insanlar onu rafa kaldırmayacaklar demektir. Sözler inmiş de kalmış değil, inen sözler aynen gerçekleşecektir.

Allah bize “Adil Düzen”i inzâl etti. İçtihat ve icmalarımızla şeriat olarak ortaya çıktı. Bundan sonra çalışmalarımızla tamamlanacak. Ama o öyle kalmayacaktır. Yorumlar daha da gelişecektir. Yanlışlar düzelecek, eksikler tamamlanacaktır. Ama mutlaka uygulanacaktır.

Ben bunları yazarken hiç kuşku duymadan yarın uygulanacaktır diye inanıyorum. Çünkü Kur’an ile ilim aynı sonuca gelmektedir. Tarihe bakıyorsunuz, o tarafa akıyor. Kur’an’a bakıyorsunuz, onu söylüyor. Allah, ben böyle yapacağım diyor. Kimmiş O’nun dediklerini durduracak veya değiştirecek.

“Adil Düzen”in anlatılışında bazı hatalar olabilir, yanlışlar olabilir. Biz de zaman zaman görüyor ve düzeltiyoruz. O eksiklikler ve o hatalar bizimdir. Kur’an’ın kendisi ve onun şeriatı ise eksiksizdir, tamdır ve gerçekleşecektir. 

وَالْمِيزَانَ (Va eLMiZAvNa)  “Ve de mizanı”

“Ve de Adil Düzeni inzâl etmiştir.”

Mizan” terazi demektir, “adil” de terazinin dengede olmasıdır. Böylece Kur’an “Adil Düzen” kelimesini tasvip etmektedir. Zaten “Adil Düzen” kelimesi ne benim ne de Erbakan’ın bulduğu kelimedir. İstişare ederken ‘ne diyelim’ dendi. Şimdi belki söyleyenin bile hatırlamadığı “Adil Düzen” olsun dendi. Erbakan bunu kullanmaya başladı. Dünya bu kelimenin sevdalısı oldu. 

Bazı zavallılar vardır ki, onlar “Adil Düzen” kelimesini bırakalım diyorlar, yıpranmış diyorlar! Bir işletme durmadan ad değiştirirse o işletme hiçbir zaman gelişmez. Bir gün yıpransa bile, adını değiştirmezse o firma büyür. Biz “İslâm düzeni” dedik; dindir diye vazgeçtik. “Şeriat düzeni” dedik; olmaz dediler. “Hak düzen” dedik; hiç olmaz dediler. Şimdi “Adil Düzen”i de bırakın diyorlar! Hayır; biz şimdi onların hepsini alıyoruz. Biz barışçıyız, yani İslâm’ız. Biz çoğulcuyuz, yani şeriatçıyız. Biz Hakkın düzenindeyiz, yani sosyaliz. Biz Adil Düzenciyiz, yani liberaliz ve adımız da “Adil Düzen”dir.

“Kitab” ile “mizan” arasında ne fark vardır?

“Kitab” demek, kurallar demektir.

“Hak kitab” demek, halkın riayet ettiği kurallar demektir.

“Mizan” ise bu kuralların uygulanmasında dengenin gözetilmesi demektir.

Evet, anne çocuğuna bakacak ama kendisini de helâk etmeyecek, dengede olacak. Her şey kararlı ve dengeli olacak.

Kitab “Adil Düzen”in kurallarını koyar. Mizan ise o kuralların herkesin hakkı ne ise onu vermek suretiyle uygulanmasıdır. Biri yasama, diğeri yürütmedir. Hem kitap adil olmalıdır, hem de uygulama adil olmalıdır. Zalim kitapta adil uygulama olmaz. Onun için burada “Ve” harfi ile birbirine bağlanmıştır, “Enzele” tekrar edilmemiştir. Çünkü “Adil Düzen”in kuralları adil uygulamayla birlikte olur. Zalimler “Adil Düzen”i uygulayamadıkları gibi, zulüm düzeninde adil olarak hareket edilemez. 

Terazi tartmanın aracıdır. Kendisi tartmaz, onu insanlar kullanır ve tartarlar.

Kitab terazi gibidir. O adaleti tesis edemez. Adalet, insanların onu doğru anlamaları ve uygulamaları ile teessüs eder. Allah kitabı indirdi, onu uygulayacak kimseleri de gönderdi.

Evet, uygulanacak; Kur’an raflarda göstermelik kalmayacak.

  وَمَا يُدْرِيكَ(Va MAv YuDRIyKa)  “Sana idra etmedi.”

Deri” tarak anlamındadır. “İdra etmek” demek, saçları taramak demektir. Mecazi olarak başa düşmek anlamındadır. Yani beynin onu kavraması demektir. “Fehm etmek” mevcut olan bir sorunu çözmek demektir. Bu ise bir bilgiye ulaşmak demektir.

Biri muhakeme ile, biri de haberle ilgilidir. Ulaşmadı şeklinde ifade edebiliriz. Sana ulaşmadı, yani sen bunu bilemiyorsun.

Doğada iki çeşit olaylar vardır. Biri hisabi olaylardır. Diğeri ise, gaybî yani ihtimâlî olaylar vardır. Güneşin ne zaman batacağını saniyesiyle hesaplıyoruz. Nerede, ne kadar, nasıl bir yağmur yağacağını bilemiyoruz. Sosyal olaylar da böyledir. Olacağından haberimiz yok.

لَعَلَّ السَّاعَةَ قَرِيبٌ(17)  

(LaGalLa elSAvGaTi QaRIyBun) 

“Saat karib olabilir.”

Lealle” beklenen ama kesin olmayan veya istenen şeyler anlamındadır. Sana bildirmiyoruz, yakın olsun diye anlamı çıkar. Eğer saatin ne zaman olacağı bilinirse ona tedbir alırlar, bu sebeple bu sefer uzar. Uzamaması için sır olarak saklanır. Oyalananlar gaflet içinde olurlar ve iktidar birden değişir. Kenan Evren bir saat içinde iktidarı eline aldı. Bir seçim sabahı vakti o ülkenin iktidarını değiştirir.

Saat” nedir? Saat demek, aniden olan olaylar demektir. Günün parçasına saat denmektedir. Kısa zaman demektir. Hicret bir saattir. Bedir Savaşı bir saattir.

Artık İslâm düzeni iktidar olmuştur. Ama henüz “Adil Düzen” gelmemiştir. İran’da Humeyni iktidar olunca saat gelmiştir. Ama hâlâ oraya İslâm düzeni gelmemiştir.

Bu saatin yani iktidar olma saatinin yakın olmasını bildirmektedir.

“Adil Düzen”e inanan bir iktidar henüz gelmemiştir. “Adil Düzen”i bilen on kişi Türkiye’de var olduğu ve bunlar bir araya gelip de “Adil Düzen” üzerinde mutabakata vardıkları zaman; işte o gün iktidar Adil Düzencilere geçmiş olur.

Bunun için bu on kişi yüksek matematiği bilecek, müsbet ilimleri anlayacak seviyede olacak. Kur’an Arapçasını bilecek ve sosyal ilimleri anlayacak seviyede olacak.

Ondan sonra bizim ortaya koyduğumuz “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı alacak, baştan madde madde inceleyeceklerdir.

“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nın Kur’an’daki delillerini bulup ortaya koyacaklardır. Sonra bu uygulamanın nasıl sonuçlar doğuracağını ortaya koyacaklardır.

Bunun için ne kadar zaman çalışmak lazımdır?

Ben bunun için 13 sene çalışmak gerek diyorum. Mekke devrinin uzunluğuna kıyas ediyorum.

İşte o saat bekleniyor.

Demek ki “Adil Düzen”in bir an evvel gelmesini isteyenler Yenibosna’ya hicret edeceklerdir. Her gün en az iki, en çok dört saatlerini bu işe ayıracaklardır.

M. Lüfti Hocaoğlu’nun başlattığı Arapça ders vardır. Ona sıfırdan başlanmalıdır.

Bir de matematiğe başlanmalıdır.

Ben başladım ama bir tek öğrenci bile bulamadığım için bıraktım.

Usulü Fıkhı kavradıkları zaman, Batı’nın müsbet ilimlerini kavradıkları zaman, bu işin 13 senede olacağına inanıyorum. Başlanırsa diyorum; ama başlanmazsa değil. Sonra diyorlar ki, 13 sene geçti olmadı. Ben Ak Parti’nin ABD planlaması ile ömrü iki senedir diye yazdım. Ama Allah Amerika’nın ömrünü bitirdi. Ben bilemedim. Tabii ki bilmeyebilirim de.

***

يَسْتَعْجِلُ بِهَا الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِهَا

(YaSTaGCiLu BiHAv elLaÜIyNa LAv YuEMiNUvNa BiHAv)

“Ona inanmayanlar onun acele olmasını istiyorlar.”

Saatin hâli olabilir. Yani inanmayanların isti’cal ettikleri saat belki de yakındır. Yakın olmasın diye size idra ettirilmemiştir. İsti’cal edenler inanmayanlardır.

Bir an önce AK Parti’nin gitmesini isteyenler; onlar onun gitmesiyle ne gibi sonuçlar doğacağını hesap edemiyorlar. AK Parti giderse ne olur? Ya Türkiye devleti yıkılır, ya da CHP’nin tek partili dönemi veya Ecevit’in zulüm iktidarı gelir. Tarihte görülmüştür ki giden gelmez. Ölen ölür. Belki vârisleri yaşarlar. AK Parti’nin gitmesiyle AK Parti’den iyi yönetim ancak “Adil Düzen” olabilir. “Adil Düzen” henüz gelmeyecekse, onun gitmesini isteyenler sonucu hesaplamayanlardır. Biz AK Parti’nin yaptıklarını tasvip etmiyoruz ama biz oraya gelene kadar onların orada kalmasını istiyoruz. Biz de şimdi gelecek seviyede  değiliz.

Biz “Adil Düzen”i bütün cepheleriyle hazırlıyoruz.

Biz hazırlıklı olduğumuz zaman onlar gideceklerdir. 

İman etmeyenlerin dertleri bu değil. Gitsin, gitsin ama kim gelsin? Onlar bilmiyorlar ki kötülerin gitmesiyle kötülük gitmez, başka kötüler gelir. O halde biz kötülerin gitmesine değil, kötülüğün gitmesine çalışmalıyız. İyilik gelmeden de kötülük gitmez. Kötülüğün gitmesini istiyorsak “Adil Düzen”i getirmeliyiz. Ne Saadet Partisi, ne de Adalet ve Kalkınma Partisi “Adil Düzen”i getirmekle uğraşmadılar. Kötülük içinde iyilik yapmak istiyorlar. Oysa bu mümkün değildir. Ne kadar kötü olursa olsan, asla onu kovmakla uğraşmamalıyız. Örnek olarak, dünyayı faizli sistem yönetiyor. Yönetmese dünya açlıktan ölür. Biz eğer faizsiz sistemi kurarsak, zalim faizli düzen kendiliğinden gider

وَالَّذِينَ آمَنُوا مُشْفِقُونَ مِنْهَا

(Va elLaÜIyNa EAvMaNUv MuŞFıQUvNa BiHAv) 

“İman edenler ondan müşfiktirler.”

Akşam karanlığındaki aydınlıktır. Bir şeyin kötüye gideceğinden korkmak işfaktır. İman etmiş olanlar ise o saatin gelmesinden korkmaktadırlar. AK Parti’nin gitmesini istemezler. Bunun gibi ordunun sivil yönetime müdahalesini istemezler ama ordunun varlığını isterler. Çünkü ordu giderse neler olacağını çok iyi hesaplarlar.

Ordu müdahale etmesin diyorlar. Yani Türkiye Devleti’nin yıkılmasını istiyorlar. Türkiye Devleti yıkıldığı zaman ne olur biliyor musunuz? İstiklâl Savaşı’nda Yunanlılar yenilince ne oldu? Bugün Türkiye’de Rum kalmadı. Oysa daha önce Türkiye’nin yarısı Rum ve Ermeni idi. İşte ordu yok olursa, Türkiye’de Müslüman kalmaz, soykırımına uğrar.

Bugün AK Parti kendi kuyusunu kendisi kazıyor. AK Parti’yi iktidar yapan ordudur. Seçim iptal ediliyordu. Ordu mâni oldu. Anayasa Mahkemesi AK Parti’yi kapatıyordu. Ordu mâni oldu. AK Parti ile ordunun arasını açmak için yıllardır değişik planlar yapıldı ama başarılamadı. O zaman ordu görünürde ulusun isteklerine karşı işler yapıyordu. Bugün ordu bundan vazgeçmiş, halkın iktidarına saygılı olmuştur. Şaşılacak şey; şimdi AK Partililer, Saadet Partililer, Gülenciler hep birlikte orduya saldırmaktadırlar. Batı basını ile bir olmuş, orduya saldırmaktadırlar...

Bu gidişat sonunda ordunun müdahalesi zorunlu olacaktır. Bu aklını yitirmiş Adil Düzenci olmayan Müslümanlar sermayenin oyuncağı hâline gelmişlerdir.

Biz Adil Düzen Çalışanları bu gidişattan korku içindeyiz. Bu düzeni yitirmek istemiyoruz. Adil Düzene kanlı olarak gitmek istemiyoruz.

Bu klasik Müslümanlar içinde ordu düşmanlığı o kadar ilerlemiş ki, artık Erdoğan’ın mâni olması imkânsız hâle gelmiştir. Ordu da bunlara düşmanlıkta o hâle gelmiştir ki, artık Başbuğ’un teminatı yeterli olmamaktadır.

Bu durum en az zararla nasıl atlatılır? İlâhi kanunlara uymakla atlatılır.

  1. Abdullah Gül istifa etmelidir. Meclis Başbuğ’u Cumhurbaşkanı olarak seçmelidir. Başbuğ Genelkurmay Başkanlığı’nı da muhafaza etmelidir. Başbuğ’a, gerçek demokrasiye ve lâikliğe geçmek için tam yetki verilmelidir.
  2. Cumhurbaşkanı Sivil Danışmanlığı kurulacaktır. Eski Cumhurbaşkanları Evren, Demirel, Sezer, Gül burada yer alacaklardır. Sayın Erbakan da bu heyetin içine dahil edilmelidir.
  3. Türkiye Büyük Millet Meclisi aynen devam edecektir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden güven oyu alamayan hükümet olarak devam etmemelidir.
  4. Dış siyaset politikası değişmeyecek, bakanı da değişmeyecek; başbakana değil, devlet başkanına bağlanacaktır. Çünkü elçileri o tayin ediyor.
  5. Millî Savunma Bakanı bakanlığına devan edecek ve orduda hiçbir değişiklik yapılmayacaktır. Sadece Cumhurbaşkanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı birleştirilmiş olacaktır.
  6. Başbakanın milletvekilliği şartı kaldırılacaktır. Devlet başkanı hükümeti dışarıdan da oluşturabilir. Meclis’e arz eder. Reddedilirse, o kişi bir sene içinde bir daha başbakanlığa getirilemez.
  7. Dışişleri ve Millî Savunma dışında kalan bakanlıklar başbakanlığa bağlı olacaktır. Bu hükümetin görevi bu ülkeye “Adil Düzen”i getirmektir. Başbakan olmak isteyenler onar sayfalık programlarını sunarlar.

Başbakan adayı raporunda şunlar yer alacaktır.

    1. Ordu, Dışişleri, Parlamentolar ve Hükmet vardır. Orduda askeri kurallar uygulanır. Dış İşlerinde karma siyaset uygulanır. Parlamento ise milleti temsil eder ve yasama yapar. Hükümet ise ülke içinde hukuk düzenini sağlar. Yani mutlak olarak yargı üstünlüğü vardır. Onun için adı “Adil Düzen”dir. Hükmet bu düzeni kuracaktır.
    2. Hükümetin yetkilerini belirleyen bir yasayı hazırlamak. Şöyle ki; hükümetin alanına giren konularda ordu, hattâ cumhurbaşkanı bile müdahale edemeyecektir. Hükümet sadece meclise karşı sorumlu olacaktır. Meclisin yargısına karşı sorumlu olacak, ekseriyetine karşı değil.
    3. Ülke içinde askeri müdahaleye gerek kalmayacak, sükuneti ve refahı getirecektir.
    4. Tamamen sadece hükümetin konularını ilgilendiren sivil anayasa hazırlayacaktır.

Bunları yapmakla görevli olacak, hükümet bunları nasıl yapacağını programda belirtecek. Ne yapacağını değil, nasıl yapacağını.

Şüphe yok ki, buna Başbakan da, Baykal da, Bahçeli de, Gülen de, Karagülle de, Kıvrıkoğlu da katılabilir. Bu programlar üzerinde on kadar kurmay çalışarak sorarlar. Başbuğ da sıra ile bunlara hükümet kurma yetkisini verir. Sonunda meclis hangisini kabul ederse o faaliyette bulunur.

Biz askeri müdahale istemiyoruz.

İşte burada belirtilen ikinci saat bunun olacağı saattir. Şimdiye kadar asker yönetimi Halk Partisi’ne teslim etti. Son olarak da Özal’a teslim etti. Şimdi de AK Parti’yi destekledi. Ama sonu gelmiyor. Muhafazakârlardaki ordu düşmanlığı bunların iktidarını bitiriyor. Sen her gün küfredersen, o da seni indirmeyi elbete planlar. Ne oldu da daha dün AK Parti’ye, Saadet’e ve Gülen’e karşı olan dışa bağımlı basın, şimdi işbirliği içindedir?!.

Son olarak Adil Düzencilere sesleniyor ve diyorum ki, onlar fazla üzülmesinler. Her müdahaleden sonra biraz daha İslâmiyet’e doğru gidilmiştir. Müdahaleden sonra “Adil Düzen”den başka bir çözüm bulunmadığı için “Adil Düzen”i uygulayacaklardır.

Bizden söylemek, kalanı sizin…

وَيَعْلَمُونَ أَنَّهَا الْحَقُّ

(Va YaGLaMUvNa EanNaHAV elXaqQu) 

“Onun hak olduğunu bilirler.”

Yani böyle bir müdahalenin zorunlu olduğunu, hak olduğunu bilirler. Biz bunun için 60, 71, 80 ve 97 müdahaleleri hak idi diyoruz. Bizi orduyu suçlamıyoruz. Müdahale doğru olmaktadır. Eğer bize kulak vermezlerse yine aynı şey olacaktır. Neden?

a) Demokrat Parti çok parti sistemini getireceğine; kendisini Halk Partisi’nin yerine koyup tek parti düzenini sürdürmek istemiştir.

b) AP Genel Başkanı Süleyman Demirel, askerlerin getirdiği çok partili sistemi yaşatması gerekirken; Demokrat Parti anlayışında ikili parti sistemine daldı. 71 müdahalesi oldu.

c) CHP Ve MSP, ikisi de faize karşı oldukları halde, bir gün faizi yükselttiler. Artvin’de böyle yaptıklarını radyodan duyduğumda, ‘Eyvah, hükmet gitti!’ dedim ve gitti.

d) 28 Şubat öncesinde “Adil Düzen”i bırakma pazarlığı içinde hükümet kuruldu. Tansu Çiller bununla öğündü ve sonu da bu sebepten oldu. O hükümet de öyle  gitti.

e) AK Parti, iktidara gelir gelmez ilk yapacağı iş barajı %5’e indirmesi gerekirken; o basit işler yapmakla ömrünü tüketiyor. Yeni anayasayı Adil Düzencilere değil de, solculara hazırlatıyor! Sana bu oyu veren halk sen Türkiye’ye komünistliği götür diye mi verdi?!. 

Evet, o da gidecek...

İşte, ordunun müdahaleleri bunun için haktır.

Saat gelecek ve Türk ordusu adaleti Türkiye’ye getirecektir. 

أَلَا إِنَّ الَّذِينَ يُمَارُونَ فِي السَّاعَةِ

(EaLAv EanNa elLaÜIyNa YuMAvRUvNa Fiy elSAvGaTi) 

“Ey saatte mumaret eden kimseler” 

Burada uyandırma vardır. Haber verilen şeyin mutlaka doğru olduğunu belirtmekte ve düşünmemizi istemektedir.

Burada “Ellezîne” ile gelmektedir.

Kimlerdir bunlar?

AK partililer, Gülenciler ve Saadetlilerdir. Müdahale olmaz, saat gelmez, Adil Düzen olmaz deyip birbirlerini şüphelendirmektedirler.

Evet, bunların başlangıcı Akevler’de başlar. Akevler’de ortaya konan İslâmî düzeni getirme girişimleri ile bunlar ortaya çıkmışlardır. Ancak daima şüphe içinde olmuşlardır.

Yukarıda mirye içinde idiler...

Şimdi yine mirye içindedirler...

Nelerden şüphe içindedirler?

İki şeyden şüphe etmektedirler.

Birincisi, bir daha askeri müdahale olmayacağıdır. Evet, siz eğer sorunları çözerseniz, yapılması gerekenleri siz yaparsanız; askerler neden müdahale etsin. O görevini bilmez mi? Ama siz öyle demiyorsunuz. Biz sorunlarımızı çözdüğümüz zaman asker müdahale etmez, doğru bir fikirdir. Ama biz sorunları çözmezsek asker müdahale eder. Daha kötü olaylar olmasın diye müdahale eder. Etmezse veya eder de muvaffak olmazsa, o zaman iş çok çok daha kötü olur. Devlet yıkılır. İç savaş başlar. Sonunda yine ordu Adil Düzencilerle birleşerek ikinci cumhuriyeti kurar. Bu mesele bu kadar basittir. Osmanlı imparatorluğu yıkılmadı mı? Geçmişte müdahaleler olmadı mı? Doğa kanunları değişmez.

İkinci inanmadıkları konu ise “Adil Düzen”in geleceğidir. Onlara göre ordu müdahale etse de “Adil Düzen” gelmeyecektir. Ordu getirmeyecektir. Yahut II. cumhuriyette “Adil Düzen” gelmeyecektir diyenler, bundan şüphe içindedirler.

İşte burada saat kelimesi bunun için tekrar edilmiştir. “Adil Düzen”in gelmesinden şüphe edenlerin ahlâkını anlatmaktadır.

لَفِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ

(La FIy WaLAvLin BAGIyDin)

“Baid bir dalâlet içindedirler.”

Derin şaşkınlık içindedirler.

Kâinatın doğa kanunları vardır. Zulüm hiçbir zaman galip gelmemiştir. Sonunda zulüm bitmiş ve “Adil Düzen” gelmiştir. Diyebilirsiniz ki; her ikisi de biner senelik ömre sahip. Hak düzenin geleceğini söylüyorsunuz. Ne farkı var?

a) Hakkı üstün tutan düzenler çöküş zamanlarında yenilirler. Şimdi Hakkın doğup gelişmeye başladığı zamandır. Dolayısıyla bugün hak galip gelecek, yani “Adil Düzen” gelecektir. Yurt içinde ve yurt dışında cereyan eden olaylar hep “Adil Düzen” için birer hazırlık mahiyetindedir.

b) Zalim düzen gelir ve ölür gider. Eski zalim düzenin vârisleri gelmezler. Yeni zalim düzen gelir. Romalılar Hıristiyanlara zulüm yaptılar. Şimdi ise İsrailliler sömürüyor. Alakaları yok. Oysa biz uygarlık olarak Hazreti Nuh’tan, Hazreti İbrahim’den, Hazreti Muhammed’den beri hep aynı düzeni savunuyoruz. Evet, fidan büyüyor, değişiyor ama fidan gene o fidandır.  Onlar ise mikroplar gibidirler, devrimden sonra ölürler. Yeni mikroplar ortaya çıkar. Onlarda evrim yoktur.

“Adil Düzen”e inanmamak demek, önce Kur’an’a inanmamak demektir. Çünkü Kur’an çok açık şekilde hep kendisinin nurunun tamamlanacağını söylüyor. İşte buna inanmayanların derin dalalette olduklarını söylüyor.

“Adil Düzen”in geleceğine inanmamak demek, Allah’a inanmamak demektir. Çünkü Allah zulüm yapmak için kâinatı yaratmamıştır. Allah’a inanmak demek, adalete inanmak demektir.

“Adil Düzen”in geleceğine inanmamak demek, zulmün adaletten daha güçlü olduğuna inanmak demektir. Eğer hastalık sağlığa galip gelseydi, şimdi yeryüzünde hayat olur muydu? Hastalık sağlığa galip gelmez, sağlığa mâni olanları ortadan kaldırıp hayatın gelişmesini sağlar. Bugün yeryüzü hayatla doludur. Şimdi Ay’a gidiyoruz, Merih’e gidiyoruz, hayatı oralara götürüyoruz.

Tekrar söylüyorum. “Adil Düzen” demek, ille de Akevler’in veya Millî Görüşçülerin anladıkları “Adil Düzen” demek değildir. Kendileri araştırsınlar, bizden iyisini bulsunlar; o zaman biz de onlara uyalım.

  1. “Demokrasi” diyorlar. Onlara göre “ekseriyet demokrasisi” gereklidir. Hiç bir yerde tam uygulamıyorlar. Biz ise “hicret demokrasisi” diyoruz. Daha iyisini bulsunlar, biz onlara uyalım.
  2. “Lâiklik” diyorlar. Onlar lâikliği dinsizlik olarak anlıyorlar ama muvaffak olamadılar. Biz, düzende zorlama yoktur, tutuklama ve göz altına alma yoktur diyoruz. Askeri düzene havale etme vardır. O da çok zorunlu zamanlardadır. Onlar lâikliği dinsizlerin hürriyetinden ibaret görüyorlar.
  3. “Liberallik” diyorlar ama tekel oluşturuyorlar. Biz ise tekeli önleyen ekonomi getiriyoruz.
  4. Onlar “sosyal güvenlik” deyip zenginleri sigorta ediyorlar. Halktan zorla topladıkları aidatlarla zenginlere kredi açıyorlar.

“Adil Düzen” gelmeyecek de dört dörtlük sosyal tufan nasıl önlenecek? Çevre kirliliği ne olacak? Nüfus dejenerasyonu ne olacak? Kitle imha silahları ne olacak? Terör ne olacak?

Devam edecek...

Yani, onlara göre devlet adalet dağıtan değil de, diğer küçük anarşistlerin yerini büyük anarşiste teslim eden bir düzendir.

اللَّهُ لَطِيفٌ بِعِبَادِهِ

(EalLAHu LaOIyFun Bi GiBADiHi) 

“Allah ibadına lütfedicidir.”

Buradaki “Allah” da bedeldir. Bedelden sonra bedeldir. “Allah kitabı ve mizanı inzâl etti” diyor; burada “Allah ibadına lütfedicidir” diyor.

Lütfetmek” demek, iyilik etmek ama görünmeden iyilik etmek demektir.

Batı ülkelerinde Noel Baba hediyeleri bırakır ve kaçarmış, kimin bıraktığının bilinmemesi gerekirmiş. Allah da kullarına böyle görünmeden lütfeder, alın şunu demez. “Adil Düzen”i kurdurur. “Adil Düzen”i yapar. Önce hukuk düzeni kurulur. Yani insanlar mevzuat içinde hür olurlar. Kimse kimseye karışmaz. Karışan olursa canına okunur. Genel güvenlik sağlar. Herkesin malı ve canı güvendedir. İnsan ölse bile diyeti ile hukuku korunur.

İkincisi olarak, çalışsın çalışmasın herkesin karnı eşitlik içinde doyar. Belki payımız küçük olur ama hepimizin küçük olur.

Herkese faizsiz kredi verilerek iş bulunur. Son olarak herkese aş ve eş bulunacak bir düzen oluşturulur. Sonra bir bakıyorsunuz ki hiç beklenmedik rızık gelir. 

Bu âyetler Mekke’de inmişti. Medine’ye hicret ettikten sonra o kadar çok ganimet geldi ki, Medineliler ne yapacaklarını düşünmeye başladılar.

İşte, “Adil Düzen”den sonra Allah görünmeden insanlara lütfeder. Görünmemekle lütuf arasındaki ilişki böylece anlaşılmış olacaktır.

يَرْزُقُ مَنْ يَشَاءُ  

(YaRZuQu MaN YaŞAEu) 

“Meşieti olanı rızıklandırır.”

Burada meşietin faili “Men” de olabilir, “Allah” da olabilir. Değişik durumlarda değişik mânâ verilebilir.

Her çağın bir sorunu vardır. Mesela o zamanki Arabistan’da, Kur’an’ın nâzil olduğu zamandaki sorun güvenlik sorunuydu, devlet yoktu. Önce o sorun çözüldü. Arap Yarımadası’nda ilk defa devlet kuruldu; Medine Devleti.

Şimdi de işsizlik sorunu en başta olan sorundur. Pazar sorunu, enflasyon sorunu, kriz sorunu. İşte bütün bu sorunları çözen “Adil Düzen”dir; “Adil Ekonomik Düzen”dir.

Kur’an’ın çözümünü bize öğrettiği bir sorundur.

a) Önce her çalışana faizsiz kredi verilir. Sen bir yerde çalış, “emek kredisi” veya “çalışma kredisi” karşılığında parasını ben ödeyeyim der.

b) İşletmeye kredi verilir; “işçilik kredisi” ve “ham madde kredisi”, işletmeye faizsiz krediyi al denir. Ambarda mal stok olsa da kredi verilir. Böylece işsizlik olmaz, sadece stoklar artar. Enflasyon da olmaz. Çünkü piyasaya sürülen para kadar da arz edilen mal vardır.

c) Kredi yalnız faizsiz değildir, aynı zamanda icrasız kredidir. Üretilen mal satılıncaya kadar itfa istenmez, ödeme istenmez. Üretilen mal ne zaman satılırsa o zaman payını para olarak alır veya mal olarak alır.

d) Halka “sipariş kredisi” verilir; hem de “faizsiz sipariş kredisi” verilir. Onlar devre/dönem başında “peşin para” ile mağazalara, marketlere, alışveriş merkezlerine ve her türlü piyasalara sipariş yaparlar. Mağazalar tüccarlara, tüccarlar da iş yerlerine sipariş yaparlar. Siparişe göre üretim yapılır. Tüccar sipariş alır. Yerli işyerlerine sipariş verir. Sonra satar. Yerine sipariş aldığı malı takas eder.

İnşaat sektöründe sabit ücret vardır, her zaman iş mevcuttur.

İşte böylece ekonomi her yönüyle harekete geçirilir, işsiz insan kalmaz.

Tarım döneminde herkesin tarlası vardı. Ailecek tarlasını ekerdi, biçerdi ve yaşardı. O yılki hasadın yıllık geliri ile sigortalanmıştı. Tarım döneminde insanlar artırdıkları bereket senelerinin stokları ile kıtlık senelerinde yaşarlardı. Sonra olmayanlara olanlar borç verirdi.

Bugün ise sanayi dönemine geçilmiştir. İnsanlar arasında işbölümü çağı başlamıştır. Dolayısıyla bu çağın en büyük sorunu iş bulma sorunudur.

Bundan sonraki en önemli sorun, çalışmayanların ve/veya çalışamayanların aş bulması sorunudur, aç olan insanları doyurma sorunudur.

İşte yukarıdaki açıklamalarımız bu sorunları kökünden çözmüştür.

Erbakan’a ‘Adil Düzeni bırak’ diyeceklerine; şayet varsa, bizim bu çözümlerimizin yanlışlığını göstersinler. Hâlâ meydan okuyorum. On sekiz sene sır olarak sakladıkları ve hâlâ tamamı yayımlanmayan o raporun müelliflerine meydan okuyorum. Gelin gösterin bakalım; bunun neresi ilmî değildir, bunun neresi İslâmî değildir?

Gösteremezler.

Çünkü onlar da çok iyi bilmektedirler ki o rapor ilmî değildir, siyasidir. Hedefi de Erbakan’ı düşürüp Erdoğan’ı getirmekti.

Görelim bakalım ne kadar başarılı olacaksınız…

وَهُوَ الْقَوِيُّ العَزِيزُ(19)

(Va HuVa elQaViyYu elGaZIyZu) 

“O aziz kavidir.”

“Latif olma” başka şeydir. “Aziz kavi olma” başka şeydir.

“Adil Düzen”in işsizlik sorununu, açlık sorununu çözeceğini açıkça ifade eden Kur’an; sosyal sorunları da çözeceğini ifade etmektedir.

Kavi” kuvvetli demektir. Yani bu düzende terör olmayacaktır. Bu düzende insanlar isteyerek devletlerine tâbi olacaklardır. Bu düzende suçlular korkacak, suçsuzlar güven içinde olacaklardır. Sokakta yürüyen adam şunu bilecek; ben herhangi bir suç işlesem, bu suç yanımda kalmaz, ben yakalanmayıp da yaptığım hırsızlık bana kâr kalmaz. Polis derhal yakalar, yakama yapışır, adliyeye teslim eder. Yargı da o gün cezamı verdirir. Ama ben suçsuzsam, hiç kimse bana dokunamaz. Polis de dokunamaz. Ama suçluyu da ânında yakalayıp hiç gecikmeden cezalandıran bir düzendir.

  1. Yargı tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın olacaktır. Hakimlik ve avukatlık sistemi değil, “hakemlik sistemi” bunu sağlıyor.
  2. Soruşturma sorumlu olacaktır. Yani soruşturma sonunda varılan hususlar yanlış çıkarsa, soruşturmacılar dayanışması mağdurun zararını tazmin edecektir.
  3. Bilirkişilik de hakemliğe benzer. Taraflar birer bilirkişi seçerler ve baş bilirkişiyi de hakemler seçerler.
  4. Savcılık yok olacak, kamu hakemi savcı olacak ve her zaman değişebilecektir. Bu a diğer hakemlerden farklı olmayacaktır.

Güçlü devlet kurulacak.

“Adil Düzen” dünyaya yayılacak.

Devletler ulusal olacak ama iki gruba ayrılacaklar; mü’min devletler, müşrik devletler.

Müşrik devletler kuvveti üstün tutacaklardır.

Mü’min devletler ise Hakkı üstün tutacaklardır.

Savaş, mücadele ve yarış bunlar arasında olacaktır.

 

 


ŞÛRA SÛRESİ TEFSİRİ(42.SÛRE)
1-1 VE 5.AYETLER
1663 Okunma
2-5 VE 6.AYETLER
1454 Okunma
3-8 VE 12.AYETLER
1510 Okunma
4-13.AYET
1546 Okunma
5-14 VE 15.AYET
1533 Okunma
6-16 VE 19.AYETLER
1435 Okunma
7-20 VE 22.AYETLER
1382 Okunma
8-22 VE 23.AYETLER
1510 Okunma
9-24.AYET
1421 Okunma
10-25 VE 28.AYETLER
1317 Okunma
11-29 VE 35.AYETLER
1628 Okunma
12-36 VE 43.AYETLER
1526 Okunma
13-44 VE 47.AYETLER
1478 Okunma
14-49 VE 50.AYETLER
1968 Okunma
15-51 VE 53.AYETLER
1662 Okunma

© 2024 - Akevler