ŞÛRÂ SÛRESİ TEFSİRİ - 11
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَمِنْ آيَاتِهِ خَلْقُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَثَّ فِيهِمَا مِنْ دَابَّةٍ وَهُوَ عَلَى جَمْعِهِمْ إِذَا يَشَاءُ قَدِيرٌ(29) وَمَا أَصَابَكُمْ مِنْ مُصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ وَيَعْفُو عَنْ كَثِيرٍ(30) وَمَا أَنْتُمْ بِمُعْجِزِينَ فِي الْأَرْضِ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ(31) وَمِنْ آيَاتِهِ الْجَوَارِي فِي الْبَحْرِ كَالْأَعْلَامِ(32) إِنْ يَشَأْ يُسْكِنْ الرِّيحَ فَيَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلَى ظَهْرِهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ(33) أَوْ يُوبِقْهُنَّ بِمَا كَسَبُوا وَيَعْفُ عَنْ كَثِيرٍ(34) وَيَعْلَمَ الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِنَا مَا لَهُمْ مِنْ مَحِيصٍ(35)
وَمِنْ آيَاتِه(Va Min EaYAyTiHIy)
“O’nun âyetlerindendir.”
Burada bir atıf vardır. Atıf nereyedir? Bu sûrede âyetle ilgili bir kelime geçmedi. Dolayısıyla buradaki atıf hazf olmuş bir cümleye aittir. Ğaysın gönderilmesi O’nun âyetlerindendir. “Zâlike min âyâtihi” cümlesi hazf olmuştur.
Kimileri kâinatın raslantı olarak kendiliğinden oluştuğunu iddia etmişlerdir. Yirminci yüzyılın son yarısına kadar bu görüş moda olmuştur. Medeni olmak için, âlim olmak için Tanrı’ya inanmıyor ve kâinatın tesadüflerle var olduğunu iddia ediyorlardı. Bu yolla peygamberler yalancı yapılıyor ve İlâhi olduğu iddia edilen şeriatları da onların uydurduklarını söylüyorlardı. Ne var ki yirminci yüzyıl sonrasında müsbet ilimlerde vardığı sonuçlar bu Dehri inancını tamamen alt üst etmiştir.
- Yağmur mikroda ihtimali olarak yağar, hesabi değildir. Makroda ise tamamen hesabi olduğu görülmektedir. İhtimaliyat hesapları fizik ile kimyaya uygulanmış ve makrodaki dengenin yaratılış ilkesine dayandığı ortaya çıkmıştır. Yağmur dengeli yağmaktadır. Bu dengeyi sağlayan yerin çapı, kitlesi, su miktarı, güneşten uzaklığı, kendi ekseni çevresinde dönüşü, güneş etrafında dönüşü, dağların şekli etkili olmaktadır. Bir balon içindeki moleküller keyfi hareket ederler ama yaptıkları basınç ise miktar ve sıcaklıklara bağlıdır.
- Yirminci yüzyılın ikinci yarısında canlıların tesadüflerle değil de, bilinçli DNA dizilerinden oluştuğu ortaya çıkmıştır. Böylece kendiliğinden oluşum teorisi tamamen tarihi iddia olarak kaldı.
- Yine yirminci yüzyılın sonunda ışığın dağılımı keşfedildi ve kâinatın ömrü bulundu. Böylece binlerce seneden beri filozoflarla kelamcılar arasındaki çatışma son bulmuş, mesele kelamcıların zaferi ile sonuçlanmıştır.
- İnsandaki evrimin biyolojik değil psikolojik olduğu ve insan ruhunun da maddeden ibaret olmadığı ortaya konmuştur. Madde üzülmez ve sevinmez, madde düşünüp keşif yapmaz. Bilgisayar satranç oynar ama insanın öğrettiği satrancı oynar. Kendisi satranç programını yapamaz ve geliştiremez.
İşte Kur’an “III. Bin Yıl Uygarlığı”nın geleceğini müjdelerken, delil olarak ilmin bugün vardığı sonuçları da ele almaktadır.
خَلْقُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ
(PaLQu elSaMAvVAvTi Va elEARWı)
“Semavat ve arzın halkı/yaratması.”
Yunanistan’ın meşhur filozofları kâinatın kıdemine kani ve kail idiler. Onlara göre Allah vardır. Ancak her zaman hâliktır. Dolayısıyla Allah’la beraber kâinat da vardır. Ezelidir. Ebedidir. Kâinat sonradan var edilmemiştir. Onlara göre zaman sonsuzdur, mekân da sonsuzdur. Sokrat, Eflatun ve Aristo bu görüşte idiler. Sonra gelen İslâm filozofları da aynı şeyi iddia etmişlerdir.
Oysa peygamberler kâinatın sonradan yaratıldığını, hattâ zaman ve mekânın da sonradan halk edildiğini iddia etmişlerdir. Bu iddia fazla makul görülmez. Ne var ki bütün dinler kâinatın hudusu üzerinde ittifak hâlindedir.
Kur’an ise bunu defalarca beyan eder ve bu kâinatın sonu olduğunu da bildirir.
İşte, yirminci yüzyılın ikinci yarısında kâinatın yaratıldığı kesin olarak ispat edilmiştir. Böylece Allah’ın kâinatı sonradan var ettiği ortaya konmuş bulunmaktadır. Yağmurun yağışını düzenleyen Allah kâinatı da var etmiştir.
Kâinat bundan 13.7 milyar yıl önce var edilmiştir. O gün kaç parçacık varsa, bugün de aynı parçacık vardır. Artmamıştır, eksilmemiştir. Bu parçacıkların sahip olduğu hızların karelerinin toplamı da enerjiyi meydana getirir. O zaman ne kadar enerji varsa, bugün de o kadar enerji vardır. Kur’an bu sebeple enerjiye “kudret” demektedir. Yani ölçülü olan şey demektir.
O halde değişme nedir?
Kâinatın çapı değişmektedir. Birkaç santim olan ilk çap bugün 13.7 milyar ışık yılı olmuştur. Hâlen de ışık hızına yakın hızla büyümektedir.
Büyüyor da ne oluyor?
Önce genişlediği için soğumaktadır. Soğuyunca bazı parçacıkların hızları düşmektedir. Soğudukça yavaşlamaktadır. Birbirini çekmektedir. Böylece birleşerek atomlar, atomlar birleşerek moleküller oluşmaktadır. Güneşler yani yıldızlar ve yıldızların etrafında gezegenler oluşmaktadır.
İşte bu oluşlar semavat ve arzın hilkati ile ilgilidir.
Bunun böyle olduğu yirminci yüzyılın sonunda sabit olmuştur. Böylece Kur’an’ın bildirdiği olaylar müsbet ilimce ispat edilmiştir.
O halde bu kâinatı var eden ve sonra yeryüzünü yağmurlar yağacak şekilde düzenleyen kimse bilmiyor da; siz zavallılar, ancak yirminci yüzyılın sonunda Onun ne yaptığını ancak anlayan siz zavallılar mı bileceksiniz?!.
Kur’an İlâhi nizamın oluşmasını bize anlatmakta, böylece “Adil Düzen”in dünyaya hakim olacağını teyit etmektedir.
Kur’an semanın iki devirde düzenlendiğini bildirmektedir.
Birincisinde yer ve gökler yaratılmıştır.
İkincisinde ise yeryüzü canlıların yaşamasına elverişli bir şekilde düzenlenmiştir. Daha canlı yoktur. Yeryüzü cansızdır. Ama yağmurlar yağmaktadır. Toprak oluşmaktadır.
Birincisi kâinatın yaratılmasıdır.
İkincisi ise kâinatın düzenlenmesidir.
Sadece arsa ve malzemenin varlığı yeterli değildir. Onların uygun şekilde birleştirilmesi gerekmektedir. İkinci devirde bunu yapmıştır.
Burada önce yağmurdan bahsetti; şimdi de yaratılıştan bahsediyor.
وَمَا بَثَّ فِيهِمَا مِنْ دَابَّةٍ
(Va MAv BaçÇa FIyHıMAv MıN DabBaTin)
“İçlerinde bir dabbeden bessetmiştir.”
DNA’ların keşfi göstermiştir ki; bütün canlılar, bitkiler, hayvanlar, bakteriler ve virüsler hep aynı yapı taşlarını kullanırlar. İki çift DNA vardır. Dört çeşittir. Bunların üçü bir araya gelir ve bir kelime oluşturur. Kelimeler 20 çeşit taş kullanır, yani tuğla kullanır. Tüm canlılar âlemi bu yirmi çeşit tuğladan örülmüştür. Bunlar da DNA zincirinden oluşan yazı ile nesilden nesile intikal eder.
Evrim teorisi bize bütün canlıların ilk canlıdan evrimleşerek oluştuğunu anlatmaktadır. Yani Kur’an’ın bu ifadesini ispatlamaktadır.
“Besse” kelimesi burada birbirinden koparak yayılma anlamındadır. Canlıların çoğalması için getirilmiştir. İnsanların çoğalması da bu kökle ifade edilir.
Evrim teorisi canlıların bir tek canlının çoğalmasıyla oluştuğunu ifade etmektedir. Kur’an da bunu söylemektedir. Darvincilerle ihtilaflı olduğumuz kısım oluş şekli üzerindedir. Biz yeni neslin hilkat yoluyla birden meydana geldiğini söylüyoruz. Onlar neslin yavaş yavaş değişmekle yeni türün ortaya çıktığını söylüyorlardı. DNA’ların keşfi ile iddialarının yanlışlığı ispatlandı.
Canlılar nasıl oluştular?
DNA zincirinin özelliği vardır. Zincir eş DNA’ların uygun şekilde dizilmiş olmaları ile ortaya çıkar. Bu diziyi de Allah bir defa meleklere yaptırdı. Bir daha artık yeni zincirler eklenmemektedir. Zincir ikiye bölünür. Sonra eşlerini toplarlar ve iki zincir olurlar. Böylece çoğalıp devam ederler. Bu arda zincirlerde değişme olur. Farklı zincirler oluşur. Bu değişme kopma, etkilenme, parçacığın yer değiştirmesi, kromozomlar arası mübadele, bazı genlerin tahrip edilmesi benzeri olaylardır. Bu sayede yeni türler ortaya çıkmaktadır. Ne var ki bunlar tesadüfle değil, ancak müdahale ile gerçekleşebilmektedir. Bu müdahale genetik olabilir; melekler vasıtasıyla da olabilir.
Hangi şekilde kabul edersek edelim, Allah’ın âyetlerindendir.
Baştan öyle plan yapılabilir ki ileride oluşacak tüm gelişmeler o planda bulunur. Nitekim çocuğun ilk hücresi de böyledir. DNA’larda bütün hayat vardır. O DNA’larla biz delikanlı olduk. Şimdi yaşlanıyoruz. Bu yazdıklarım da o DNA’larda vardır. Ruhumuza imkan verirsek bu yazılarımızda ruhun da katısı vardır. Yoksa herkes bizim yazdıklarımızı yazardı. Canlılarda da bizim yaptığımız gibi yazılar olduğuna göre onları da yazanlar vardır. Onlar meleklerdir. Yok derseniz daha büyük mucize olur.
وَهُوَ عَلَى جَمْعِهِمْ إِذَا يَشَاءُ قَدِيرٌ(29)
(Va HuVa GaLAy CaMGıHıM EiÜAv YaŞAyEu QaDIyRun)
“Meşieti olduğunda O onları cem etmeye kâdirdir.”
Buradaki “Hüve” zamiri Allah’a gitmektedir. “Him” zamiri ise ibadına gitmektedir. Yani kendilerinden tevbelerinin kabul edildiği kimselere gitmektedir.
Kimlerdir bunlar?
Bunlar Saadetçiler, AK Partililer, Nur şakirtleri ve İlâhiyatçılardır. Bunlar Allah’a inanmış ve O’nun ibadı olmuşlardır. Ne var ki “Adil Düzen”e inanmamış, İslâmiyet’i sadece “din” olarak görmüş ve onun dışındaki “ilim, iktisat ve siyaset”i ise İslâm’ın dışında sayarak lâik anlayışta kalmışlardır. Bundan önce Adil Düzencilerle bunların birleşeceğini bildirmişti. Şimdi ise bu cemi teyit etmektedir. Kâinatı halk eden kimse onları “Adil Düzen”de birleştirmeye elbette kadirdir.
“Kadîrun” burada nekre gelmiştir. Bunu birleştirecek bir yönetim gelecek ve o yönetim birleştirecektir. AK Parti’de bugün Nur şakirtleri ile Millî Görüşçülerin bir kısmı birleşmiştir. Daha önce Demirelci olan İlâhiyatçılarla daha önce Ecevitçi olan Gülenciler AK Partili olmuşlardır.
Millî Görüş’ün devamı gibi olan AK Parti’yi sermayenin iktidar etmek zorunda kalması ve bunların da kendi partilerini bırakıp AK Parti’ye gelmelerinin anlamı nedir?
Bu gelişme Allah’ın bunları cem etmeye kadir olması anlamındadır.
“İzâ” ile geldiği için de “kadîrun” kelimesi nekredir. Başka zamanda başka şekilde meşieti olacaktır.
Demek ki AK Parti’nin iktidara gelmesi ve Gülencilerle İlâhiyatçıların AK Parti’nin yanında yer alması Allah’ın takdiridir.
Hangi Allah’ın takdiridir?
Kâinatı var eden Allah’ın takdiridir. Belki bazı insanlara kâinatın varlığı ile AK Parti’nin iktidarını karşılaştırmak tuhaf gelmektedir. Unutmamak gerekir ki kâinat insan için yaratılmıştır. İnsansız kâinat bomboş ve anlamsız bir şey olurdu.
Burada çok önemli bir hususa da işaret edilmektedir. İnsan da burada sözü edilen o bir “dâbbe”den var edilmiştir. Yalnız yer gezegeninde değil, kâinatın diğer yıldızlarına ait gezegenlerinde ve galaksilerin gezegenlerinde de insan vardır. İnsan ancak diğer canlılarla yaşayabildiğine göre, diğer canlılar da vardır. Orada bulunan elementlerin yeryüzünde mevcut elementlerin aynısı olduğunu kesin biliyoruz. Oradaki hayatın da buradaki hayat gibi olacağı kuşkusuzdur.
Allah bu âyetlerle bize yeryüzünün İlâhi kanunlarla ve O’nun yönetimi ile yönetildiğini ifade ediyor. Yeryüzüne “Adil Düzen” gelecektir. Bunda kuşkunun olmadığını bildiriyor.
Burada “sizi cem etmeye kadirdir” demiyor da, “onları cem etmeye kadirdir” diyor. Çünkü onlar bir oldular ama Adil Düzencileri devre dışı bıraktılar. Yani, Allah burada Adil Düzencilerin bu geçiş döneminde devre dışı olacaklarını da bu şekilde belirtmiş olmaktadır.
***
وَمَا أَصَابَكُمْ مِنْ مُصِيبَةٍ
(Va MAv EaÖAvBaKuM MiN MuÖIyBaTin)
“Musibetten size ne isabet ederse.”
Burada gaipten muhataba geçilmiştir. “Ve Yaglemu Mâ” temel cümlesine bağlanmaktadır. Yanı sizin yaptıklarınızı bilmektedir.
“Musibetten size ne isabet ederse sizin yaptıklarınızdandır.” deniyor.
İnsan bir taraftan kendi iradesi ile hareket etmekte, diğer taraftan kader kendi çizgisinde ilerlemektedir. Bir şeyi iyi anlamamız gerekir. Bu dünyada iki takım var; bu takımlardan birinin içinde yer alıp oynuyoruz. Bu takımların kaderi bellidir. İnsan doğar, yaşar, gelişir, yaşlanır ve ölür.
-Bu takımların biri yıkıcı takımdır; mevcut olan düzeni yıkar.
-Diğeri ise yapıcı takımdır; o da yapar.
Tıpkı insandaki hücreler ile mikroplar gibidirler. Bazan mikroplar galiptirler, bazan da hücreler. Ne var ki her savaşa en sonunda mutlaka yapanlar galip gelirler. Çünkü yıkanlar galip gelseydi hayat olmazdı.
Topluluklar da böyledir. Yapanlar galip gelirler ve uygarlık gelişir. Bu, bu dünyanın kaderidir. Âhiretin kaderi ise kişinin niyetine bağlıdır. Yapıcı ise; hangi takımda oynarsa oynasın, cennete gider. Yıkıcı ise; hangi takımda oynarsa oynasın, cehenneme gider.
Burada anlatılan dünya ile ilgili olandır.
Evet, yaşlanan topluluklar ölürler ama yine de ölümün bir sebebi vardır. Toplulukların kendi yaptıkları sebebiyle öyle olmuştur.
-Osmanlılar çöküp gitmiştir. Çünkü Osmanlılar içtihat yapıp şeriat düzeni getireceklerine, Avrupalılaşmayı ve Batılılaşmayı yeğlemişlerdir. Allah’ın takdiridir ama böyle yapmışlardır.
-Cumhuriyet Halk Partisi içtihadı ihya edip şeriat düzenini getireceğine; tam tersine dinsizlik yapmış, dolayısıyla yıkılıp gitmiştir.
-Saadet Partisi -yani o zamanki Refah Partisi- iktidar olunca “Adil Düzen”i uygulayacağına, maalesef “Adil Düzen”i terk etmiştir.
-Bugün de AK parti Avrupa kanunlarını tercüme ederek kurtulacağını sanmakta ve kendi kuyusunu kendisi kazmaktadır.
Evet, bize ne isabet etmişse, bizim ellerimizle yaptıklarımızdan dolayı isabet etmiştir.
Burada çoğul kullanılmıştır. Kişiye isabet edenin musibeti Allah’tandır. Takdir-i İlâhidir. Takındığı tavra göre âhirette mükâfat ve mücazat görür.
“Musibet” burada nekredir. “Min” ile gelmiştir. Doğadaki olaylar sebep-sonuç ilişkileriyle olur. Kader çizilmiş olmakla beraber, hiçbir olay sebep-sonuç ilişkisi dışında olmaz.
فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ
(Fa BiMAv KaSaBaT EaYDıKuM)
“Ellerinizin kesbinden dolayıdır.”
Öyle yaptığımız için öyle olmuştur…
İslâm âlemi çöktü… Osmanlılar yıkıldı….
Bunun makro tarafı uygarlığın yaşlanmasıdır. Ama mikro tarafı ise Müslümanların içtihadı bırakarak ya binlerce yıl önceki içtihatlarla yaşamaya çalışmaları, ya da içtihat yerine kendi heva ve heveslerini ve akıllarını koymalarıdır. Hata yaptılar. Bu sebeple uygarlık yaşlandı ve çöktü. Bu kadredir ama kader de sebep-sonuç ilişkileri içinde işler.
Şimdi de yine kadere istinaden içtihat ve icmanın dirilmesiyle yeniden “İkinci Kur’an Medeniyeti” kurulacaktır. Bu da kaderdir. Biz bu kaderin uygulayıcılarıyız.
Devletin planı vardır. O plana göre memurlar iş yapar ve maaşlarını alırlar.
Biz de Allah’ın takdirine göre amel ediyoruz. Ücretimizi alacağız.
Bir memur görevini yapmazsa devlet ne yapar? Onu görevden alır ve başkasını atar. Biz de görevimizi yapmazsak, Allah bizi alır ve başkalarını getirir. Devlet görevini yapmayan memuru cezalandırır. Görevimizi yapmazsak biz de ceza görürüz.
Burada “kesebtüm” denmemiş de “kesebet eydiyküm” denmiştir. “Kesebtüm” denseydi biz irademizle yapmış ve âhirette de sorumlu olurduk. Oysa biz yapmıyoruz, ellerimiz yapıyor. Bu dünyadaki olaylar kişilerin kasıtlarına uymayabilir. Sonuçlar kurallara tâbidir. Âhirette ise kasıtlar muhakeme edilecektir, yapılanlar değil.
وَيَعْفُو عَنْ كَثِيرٍ(30)
(Va YAGFUv GaN KaÇIyRın)
“Ekserisini affeder.”
İnsan nasıl sigara içer, zehirlenir ama çoğu zaman bu zehirlenmeye mukavemet eder, vücut onunla savaşır ve yener, böylece sigaranın zehirinden kurtulursa; topluluklarda da böyle işlenen hatalar hemen musibete dönüşmez, çoğu affedilmiş olur.
Bunun sonucu şudur.
Hata yapanlar günah işleyebilir ve bu aflardan yararlanarak hata ve günah işlemeye devam ederler. Bu hepimizin başına gelen şeydir. Bazı şeyleri işlerken kötü iş yaptığımızı, günah işlediğimizi biliriz ama bize bir şey olmadığı için onu mübah hâline getiririz ve yapmaya devam ederiz. AK Parti de böyle yapıyor. Gömleğini çıkardı. Kötü işler yapıyor. Bunun yaptığının da farkında ama yine de yapmaya devam ediyor...
AK Parti iyi işler de yapıyor.
a) İslâmiyet’in bir barış dini olduğunu dünyaya kabul ettirmiştir.
b) Ordu ile İslâmiyet arasındaki gerginliği azaltmıştır.
c) Demokrasiye doğru bir çok adımlar atmıştır.
d) Ekonomide istikrarı sağlamıştır.
Bunların yanında AK Parti’nin yanlış yaptıkları da vardır.
a) Okumadan ve anlamadan Batı’nın kanunlarını Türkiye’ye aktarıyor. Türkiye bu şekilde kanunsuz bir ülke hâline getirilmiştir. Uygulanmayan kanunlar halkı ve hayatı kanunsuzlaştırmıştır.
b) KİT’leri özelleştirerek cumhuriyet döneminin ekonomik birikimlerini yok etme çabasındadır.
c) TMSF zulmü ile ülke müteşebbislerini iflas ettirmiş, bu uygulama da ayrı bir zulüm kaynağı olmuştur.
d) Dış borçları durmadan artırmaya devam etmiştir.
Bütün bunlara rağmen AK Parti ayaktadır. Çünkü Allah kesirini affetmiştir. Bizim de kusurlarımız ve eksikliklerimiz vardır. Ama Allah kesirini affediyor ve bu sayede hâlâ devam ediyoruz. Allah’ın rahmeti her şeyi içermeseydi bizim hesabımız çoktan görülmüş olurdu.
***
وَمَا أَنْتُمْ بِمُعْجِزِينَ فِي الْأَرْضِ
(Va MAv EaNTuM Bi MuGCiZIyNa FIy eLERWı)
“Arzda muciz olacak değilsiniz.”
“Icaz etmek” yarışı kazanmak demektir.
Yarışta diğer yarışçıları arkada bırakmak demektir.
Bugün ibad oldukları yani Allah’a inandıkları halde “Adil Düzen”e sırtlarını çevirmiş olanlar, yeryüzünün diğer ülkelerine bakıyorlar ve onlar ne yapıyorlarsa bunlar da onu yapıyorlar! Sanıyorlar ki Allah oralarda yoktur! Onlara göre Allah yalnız Osmanlılarda vardı, o da yıkıldı, yeryüzü Tanrı’sız kaldı; kendileri yeryüzünden çekilip gitmiş bir Tanrı’ya tapıyorlar! Tanrı dünya işlerine karışmıyor sanıyorlar.
Oysa yeryüzünün her noktasında O vardır. O’nun izni olmadan bir yaprak bile sallanamaz. Neler olmuşsa, neler oluyorsa hep O’nun takdiri ile olmuştur, O’nun izni ile olmuştur. Bundan sonra da öyle olacaktır.
Artık onların ömürleri dolmuştur, yıkılışa geçmişlerdir.
- Türkiye’de 1970’lerde “Adil Düzen” ortaya çıkmış ve Millî Görüşçüler Halk Partililerle koalisyon yaparak Türkiye’de sol-sağ çatışması sona erdirilmiştir.
- İran’da şeriatçılar solcularla birleşerek siyasal inkılâp yaptılar ve sonunda şeriatçılar iktidar oldular.
- Yeryüzünde tüm müslüman ülkeler esir edilmiş, sadece Türkiye ve İran kalmıştı, onlar da yönetim olarak dinsizleşmişti. Bugün elliye yakın İslâm ülke bağımsızlığını kazanmıştır.
- Sovyetler yıkılmış, yerine halk yönetimi gelmeye başlamıştır.
- Tüm dünyada sol artık din düşmanlığını bırakmıştır.
- Kilise yeninden güçlenmiş ve İslâm dostu olmuştur.
- F. Gülen cemaatini okulları dünya üzerinde yayılmıştır.
- AK Parti anayasa ekseriyetiyle iktidar olmuştur.
- ABD’de bir Müslüman zencinin çocuğu başkan olmuştur.
Görülüyor ki, yirmi birinci yüzyılın daha başında dünya “Adil Düzen”e doğru büyük adımlar atmıştır. Bundan elli sene önceki durumla bugünkü durum arasında dağlar kadar fark vardır.
Dünya üzerinde bunlar olurken, ikinci “Adil Düzen” uygulaması için gerekli hazırlıklar yapılmaktadır.
- İstanbul Adil Düzen Çalışanları, İstanbul’un iki yakasında “Kur’an ve İlim ile Adil Düzen Seminerleri”ne devam etmektedirler. Bu seminerler yayınlanmaktadır. Şimdi “Adil Düzen Dergisi” de faaliyete geçirilerek daha çok insanın bu çalışmalara katkıda bulunması sağlanacaktır.
- Çok önemli bir kısım “Bilgisayarlı İslâmî İlimleri Diriltme Projesi” çabası devam etmektedir. İçtihatlar yapabilmek için gerekli bilgileri içeren bir bilgisayar külliyatı oluşturulmaktadır. Her akşam saat 19.30 - 22.30 arasında çalışılmaktadır.
- Ayrıca “Adil Düzene Göre MuhasebeSistemi”nin oluşması için gerekli faaliyetler yapılmaktadır. Dergi sebebiyle ara verilmiştir, ancak yeniden başlanacaktır.
- Muhasebenin tamamlanmasından sonra; a) Market, b) İnşaat, c) Ahşap Evler, d) Dergi basımı ve yayıncılık işletme örnekleri çoğalacaktır.
Hâsılı, “Adil Düzen”den kaçmak mümkün olamayacak, er veya geç tüm insanlık “Adil Düzen”e gelecektir. “Adil Düzen” demek, demokratik, lâik, liberal ve sosyal hukuk düzeni demektir. İslâm düzeni dünyayı kaplayacaktır. Ama İslâm dini serbest olacak, isteyen İslâm dininde olacaktır. Dinler varlıklarını sürdüreceklerdir. Düzen ise yalnız ve yalnız barış düzeni (İslâm düzeni) olacaktır. Savaş barışçılarla savaşçılar arasında olacaktır.
وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ(31)
(Va MAv LaKuM MiN DuNı elLAHı Min VaLıyYın Va LAv NaÖIyRın)
“Sizin için Allah’tan başka bir veli veya nâsırı yoktur.”
Bu sûrede zalimlerin veli veya nasırı yoktur şeklinde geçmişti. Orada “Allah’tan başkası” kelimesi kullanılmamıştır. Çünkü Allah da onların nasırı ve velisi değildir.
Oysa ibadı her ne kadar “Adil Düzen”i kabul etmemişlerse de İslâmiyet’i kabul etmişlerdir. Dindar dırlar, ibadıdırlar; dolayısıyla Allah onların velisi ve nâsırıdır. Onların hatası, Allah’tan başka Avrupa sokaklarında ve ABD vadilerinde Allah’tan başka veli ve nâsır aramalarıdır. İşte onlara yapılan uyarı budur. Oralarda boş yere nâsır ve veli arıyorsunuz.
Eskiden ben de onların düşüncesinde idim; Türkiye’ye önce demokrasiyi getirelim, sonra İslâmiyet kendiliğinden gelir diye düşünüyordum. “İslâm dini” için bu teori doğru olabilir. Zaten biz “İslâm düzeni”ni getiriyoruz, “İslâm dini”ni değil. İslâm dinini halka bırakıyoruz. “İslâm düzeni” içinde ne yaparsa yapsın diyoruz. Zamanla öğrendik ki “İslâm düzeni” gelmeden demokrasi gelmez. Sahtesi gelir, aldatmacası gelir.
Şimdi şöyle düşünelim. AK Parti’yi Anayasa Mahkemesi kapattı. Karar askerlerin müdahalesi ile para cezasına çevrildi. Askerlerin müdahalesi anayasal suçtur, anti demokratiktir. Ama askerler mahkemeye müdahale etmeseydi devlet yıkılırdı. Şimdi Ergenekon’da muhakeme edilenler işte bu amaçla müdahale ettiler. Onlar şeriatçılar gelirse devlet yıkılacak sanmışlar. Şimdi sizin müdahale etti diye yargıladığınız kimselerin benzer suçu bugünkü askerler işliyor ve siz o sayede orada oturuyorsunuz. Yarın onlar da muhakeme olacaklarından korksalar devlet ortadan kalkar. İyi ki askerler ölümü göze alan kimselerdir. Devletleri için ölseler de devletlerini savunurlar.
Şimdi bütün dünyanın yapacağı nedir?
Dünya Hakka teslim olacaktır; “Adil Düzen”in araştırmasına başlayacaktır.
a) Dünya ve insanlık, her şeyden önce “ateizm”den vazgeçmelidir. Müsbet ilme teslim olmalıdır. Müsbet ilim “Tanrı vardır” diyorsa vardır, yoktur diyorsa yoktur. Yirminci yüzyıla kadar yapılan tartışmada hep vardır taraftarları kazandılar. Son iki-üç asırdır silah zoru ile vardır diyenler susturulmak istendi. Dünya bundan vazgeçmelidir. Allah silahla öldürülemez. Varsa vardır, kimse silah zoruyla var edemez; yoksa yoktur. Bırakın ilim kendi metotları ile gerçekleri ortaya koysun.
b) Tekel sermayenin sömürü hedefi yok edilmelidir. Faiz ortadan kalkmalı, tekel sermayenin hakimiyeti bitmeli; “Faizsiz Kredileşme Ekonomisi” kurulmalıdır.
c) “Adil Düzen Araştırma Merkezleri” oluşmalıdır. Bu merkezlerde dünyanın büyük dinleri temsil edilmelidir; Hıristiyanlık, İslâmiyet, Budizm ve Hinduizm. Bunların tarihî kaynaklarından yararlanmalıyız.
d) Sonunda müsbet ilmin bugünkü verileri içinde “Adil Düzen”i ortaya koymalıyız. “Adil Düzen” demek, insanların sömürülmeden yaşayabildiği bir düzen demektir. Sermaye var olacaktır. Ama tekel olmayacak, verdiği hizmetin karşılığında kârını alacaktır. Ama karşılıksız para ile insanlığı sömürmeyecektir.
Ne kadar basit ve sade konuşuyoruz, değil mi?
İşte bu kelime bir gün dev sömürü imparatorluğunu eritip yok edecektir.
***
وَمِنْ آيَاتِهِ(Va MiN EaYAvTiHi)
“O’nun âyetlerinden idi.”
Bundan önce kâinattaki canlı ve cansız evriminden bahsetmiştir. Böylece kâinatta evrim kanunları olduğunu, hiçbir uygarlığın yerinde kalamayacağını, ömrünü doldurunca sonunun geleceğini ve “Birinci Kur’an Uygarlığı”nın sonunun geldiğini, şimdi yeni “İkinci Kur’an Uygarlığı”nın kurulmakta olduğunu hatırlatmış olmaktadır.
Şimdi onu teyit etmek üzere sosyal uygarlıktan söz edecektir.
Hazreti Adem aleyhisselâm bundan 60 bin yıl önce yaratılmıştır. O zamana kadar canlıların yaratılmasından sonra 2 milyon seneden fazla zaman geçmiştir. Canlılar tek hücreli bir varlıktan evrimleşerek insana kadar gelmişlerdir. İnsanın yaratılması ile evrim durmuş, biyolojik evrim durmuştur. İnsan ekmeli mahluktur. Daha iyisi yoktur ki evrimleşme olsun. Bundan sonra sosyal evrim başlamıştır. Günümüze kadar insanlar icat ettikleri araçlarla bugünkü seviyeye ulaştılar. İşte bu ikinci âyet bize bunu anlatmaktadır.
الْجَوَارِي فِي الْبَحْرِ
(elCaVAyRIy FIy elBAXRı)
“Denizde cereyan edenler.”
İnsan karada yaratıldı. Sonraları denizlere girdiler. Şimdi denizaltılar ile denizin içine indiler. Bu da yetmedi, uzaya açıldılar. İşte böylece insanlar gemiler sayesinde karalar gibi denizleri de yaşanır hâle getirmektedirler. Bu da sosyal evrimleşme sayesinde olmaktadır.
İnsanların evrimleşmesi ulaşım araçları ile mümkün olmuştur.
Bugün dört çeşit ulaşım araçlarına ulaşmış bulunuyoruz.
- Kara taşıma araçları. Yaya, hayvan sırtı, motorlu taşıma araçları ve demir yolları.
- Hava taşımacılığına başlanılmış bulunuyoruz. Uzaya bile gidebildik.
- Deniz taşımacılığını sağlayan gemiler.
Ulaşım taşıtları insanlar için uygarlaşma demektir. Hızlı ulaşımda insanlar hayvanları çoktan geçmişlerdir.
İnsanlar hem karada, hem denizde, hem de havada bütün canlılardan daha hızlı hareket etmektedirler. İnsanlar ayrıca uzaya gidebilmektedirler. İnsan araçsız olarak hemen hemen bütün hayvanlardan daha zavallı durumdadır, ama araçlı olarak hepsini geçmiş ve yenmiştir.
كَالْأَعْلَامِ(32) (Ka eLEaGLAMı)
“Alemler gibi cereyan edenler.”
“Alem” sivri dağdır. Dağlar mağma tabakasında yüzerler. Gemiler gibidirler.
Burada aynı zamanda dağların yaratılışı ile ilgili bilgi verilmektedir. Başka yerde kazıklardan bahsetmekte, yani dağları kazıklar olarak belirtmektedir.
Amerika’nın keşfi insanlık için büyük bir aşama olmuş, Batı uygarlığı onunla başlamıştır. Uzaya gitme ise daha büyük bir aşamadır. Evrimin en güzel örneği ulaşımdaki gelişmedir. Bu evrim devam edecektir. Onun için örnek olarak denizlerde yürüyen gemileri vermiştir.
Gelecekte deniz kentleri oluşacaktır. Bunlar denizde yüzen dağlar büyüklüğünde gemiler olacaktır. Denizlerde yapılacak dağlar gibi gemiler denizin içine batacaktır. Denizde gömülü kısımlarda sanayi faaliyeti olacaktır. Üst kısım ise evlerle sakin olacaktır.
Denizde en büyük sorun dalgaların gemileri rahatsız etmesidir. Kitle ne kadar büyürse dalganın tesiri de o kadar azalır. Denizlerde yaşamanın yolu balıkları ve diğer deniz hayvanlarını avlamak, deniz bitkilerinden yararlanmaktır. Bunun için deniz tarımı yapılacaktır. Yani istediğimiz bitki ve hayvanları çoğaltmak, istemediğimizi uzak tutmaktır.
Kuzular bizim, kurtların ve ayıların da yiyeceğidir. Biz ne yaptık? kurtları ve ayıları azalttık. Bunun dışında otlaklar açtık. Yem fabrikaları kurduk. Denizde de balıkları avlayan yırtıcılar azaltılacak. Balıkların yemi olacak olan otlakları çoğaltacağız.
Denizin ortasında dağ inşa etmek. Bunlar adalardan farklı olarak yürüyen adalar olacaktır. “Fi’l-Bahri” demiş olması, bilhassa geleceğin dağ gibi kent gemilerine işaret edip uzay oluşumunu kastetmektedir. Bununla beraber gelecekte kıyas yoluyla uzay kentleri de icad edilecektir.
İleride denizlerde inşa edilecek yüzen dağ benzeri kentlerin enerji kaynakları rüzgar enerjisi olacaktır. Rüzgar enerjisi ile elektrik enerjisi elde edilecektir. Alt tarafa koyacağınız hava deposu ile depolanacak, sonra boşaltılacaktır. Dağlar gibi gemilerin sorunu rüzgarın az esmesi olacaktır. Nasıl karada yağmur yağmadığında hayat olmazsa, denizlerde de rüzgar esmezse hayat olmaz. Âyetin bu işaretine bakarak mühendisler bu dağlar gibi deniz kentlerini düşünmeye başlasınlar.
Büyük bir torba düşünelim. Basit naylondan olabilir. Bin metre derinliğe indirelim. Buraya on atmosferlik hava basarsak şişer. Basınç hep sabit kalır. Sonra o hava ile yel değirmenleri çalıştırıp sabit enerji elde ederiz. Ne kadar istersek o kadar kullanırız. Buraya hava basmak için de rüzgar enerjisine ihtiyacımız vardır. Bugün rüzgar enerjisi su enerjisi kadar önemli olmağa başlamıştır.
***
إِنْ يَشَأْ يُسْكِنْ الرِّيحَ
(EiN YaŞaE YuSKiNi elRIyXa)
“Meşieti olursa rihi iskan eder.”
“Rihin iskanı” deniz kentlerinin ölümü olabilir. Bu gemilerin hareketlerini rüzgara göre ayarlamaları gerekir. Denizlerde rüzgârlar mevsim mevsim eserler ve yön değiştirirler.
Dağ gibi büyük deniz kentlerinin de yer değiştirmeleri ve dönmeleri gerekir. Rüzgârların esmesi ilme göre tesbit edilip hareketlerin ayarlanması gerekir. Eskiden Nil ve Fırat’ın kabarmalarını hesap etmek için astronomi ilmi gelişmiştir. O zaman denizlerde rüzgarın esiş tarihleri belirlenecek ve gününde gerekli hareketler yapılacaktır. Rüzgâr kesilmeden önce istenen istikamette yol alınmalıdır.
فَيَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلَى ظَهْرِهِ
(Fa YaJLaLNa GaLAy JaHRiHIy)
“Sırt üstü durgun hâle gelirdi.”
Yani deniz kentinde hayat kalmazdı.
İşte evrimin gereği bunlar olacaktır.
Bununla beraber bugün için de rıh/rüzgâr güç demektir. Gemilerin motorları patlar ve stop eder, orada kalıverirler. Bu anlamda da bugün için mânâ verebiliriz.
Müteşabih âyetler bunlardır. Henüz günleri gelmediği için bugün biz bu âyetleri anlayamıyoruz. Ama bunlar gelecektir. Büyük bir mucize olacaktır.
Bütün canlılarda hayat dolaşım sayesinde sağlanır. Hücrelerde protoplazma devamlı hareket hâlindedir. O sayede hayat devam eder. Durduğu zaman hücre ölür. Canlılarda da kan ve hava dolaşımı vardır. Bu sayede hayat devam eder.
Yeryüzünde de su ve hava hareketleri sayesinde hayat devam etmektedir. Ekvatorda ısınan hava su buharı ile yükselir. Rüzgar olarak kutuplara doğru eser. Kutuplarda soğuyan hava ekvatora doğru eser. Yaz kış bunların şiddetleri değişir. Ayrıca doğuda ısınan hava yukarıya doğru çıkar, batıya eser. Doğu rüzgârları ve batı rüzgârları doğar. Bu su ve hava akımları sayesinde hayat sürüp gider. Eğer rüzgâr durursa yağmurlar da durur.
Allah istese böyle yapardı. Ama istememiştir. O halde rüzgâr ve su akıntıları da O’nun âyetlerindendir. Burada gemilerin duracağını belirtmiş ama kıyas yoluyla tüm hayat durur.
Rüzgârın hayat için büyük önemi vardır.
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ
(EinNa FIy ÜAvLiKa LaEAvATın)
“Bunda âyetler vardır.”
Allah isterse rüzgârı durdurur, hayatı da durdurur. Yani rüzgârın kesilmesinde ve dengeli akışında âyetler vardır.
Burada işaret edilen dağlar gibi gemilerin, deniz kentlerinin ve bunların rüzgarlardan yaratılmasında ve bu sayede hayatın devam etmesinde âyetler vardır.
Olay tekil ama âyetler çoğul.
Bir olayda değişik âyetler söz konusudur. Âyet iki anlama gelir. Biri, bir işaretle nerede ne olduğunu bilmek içindir. İkinci mânâsı ise, onların verdiği işaretlerle yol bulmak, bir şeyi keşfetmek, hedefe ulaşmak anlamına gelir.
Buradaki âyetlerden maksat yol bulmak, bir şeyler keşfetmek anlamındadır.
Bu âyet dağlar gibi gemiler üzerinde çalışma bakımından âyetler vardır. Bize gelecek dünyamız için yol göstericilik vardır.
لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ(33)
(LiKulLi ÖabBAvRın ŞaKUvRin)
“Her şekur ve sabbar için.”
“Sabbâr” mübalağa ile ismi faildir.
Yeni keşifler yapmak ve deniz kentlerinin oluşması için çok sabırlı olmamız gerekir. Bizim yüz dairelik apartman projemiz vardır. Karada bu yapıldığı gibi, deniz projesi olarak da yapabiliriz; yanı beş bin metrekarelik bir gemi projesi söz konusu olabilir. “Adil Düzen”in dünyaya yayılması deniz kentleri ile mümkün olacaktır. Yüz dairelik on gemiden oluşan bir grup kurulursa bir “Adil Düzen Deniz Kenti”ni oluşturabiliriz. Bunun için önce karalarda marketler zinciri ve inşaat şirketleri oluşturacağız. Ondan sonra deniz kentleri kuracağız.
Bu işlerin yapılabilmesi için ise yüzlerce yıl sabretmemiz gerekecektir.
Deniz kentlerini inşa edebilmemiz için uzun yıllar emek vermemiz gerekmektedir. Bunun dışında insanların fedakâr olması gerekir. Kısa zamanda sonuç alınmayan işler için fedakâr insanlara ihtiyaç vardır, özverili insanlara ihtiyaç vardır.
İstanbul’da marketleri kurduğumuzda, inşaat teşebbüsümüzü kurduğumuzda, ahşap evleri yaptığımızda, bir gün gelecek deniz sitelerini de oluşturacağız.
Kur’an bize Adil Düzen Çalışanlarının gözetledikleri hedefleri de bildirmektedir.
a) Marketler Zinciri…
b) İnşaat Ortaklıkları…
c) Ahşap Evler Ortaklığı…
d) Yüz Dairelik Kara Siteleri, Sera Apartmanları…
e) Yüz Dairelik Deniz Siteleri, Deniz Apartmanları…
inşa etmek hedefimiz olacaktır.
Planlamaya şimdiden başlamalıyız...
Eğitimlerimizde bunları anlatmalıyız...
Gerçekleşmesini ise zamana bırakmalıyız...
Biz mânâ verdiğimizde “sabbarin şekûr” ne kadar geniş bir ifade olmaktadır.
***
أَوْ يُوبِقْهُنَّ بِمَا كَسَبُوا
(EaV YuBıQHunNa Bi MAv KaSaBUv)
“Kesbettiklerinden dolayı onları ibka eder.”
“Vav” çoğul “vav”ıdır. Onlara raci zamir de müennes çoğuldur. “Ha” yerine “Hünne” getirilmesi sistemli çoğullar mânâsındadır. Yani gemi bir kenttir.
Burada “kesb ettiği” ifadesiyle, insanların birbirlerine yapacakları saldırılar veya hukuki kısıtlamadır. Yani biz iki zorluk içinde kalırız. Biz doğa ile mücadele ederiz. Bir de diğer insanlarla yani birbirimizle mücadele ederiz. Bunlar da iki şekilde olur. Ya karşımızdakilerle savaşırız, yahut hakemlere gider, hakemlerin kararı ile yerinde kalırız.
Gerek savaş, gerekse mahkeme kararı ile kent hareketsiz hâle gelebilir.
وَيَعْفُ عَنْ كَثِيرٍ(34)
(Va YaGFu GaN KaSIyRin)
“Ve kesirinden muaf tutar.”
İnsanların birbirlerine verdiği zararın çoğunu Allah gidermektedir.
İnsanların birbirlerine yapmak istediği kötülükler gerçekleşenlerden çok fazladır, İnsanların birbirlerine karşı tasarladıkları kötülükler gerçekleşenlerden çok çok fazladır.
Bugün bütün ülkeler ordular beslemektedir. Bunların hepsinin hedefi savaşıp düşmanı ortadan kaldırmaktır. Ancak savaş hazırlığının caydırıcılık özelliği vardır. Çok az savaş gerçekleşir. Savaşlar denizlerde de devam edecektir. Korunma ve savunma sorunu denizlerde de devam edecektir. Kıyas yoluyla uzayda da devam edecektir.
Allah bu dünyayı çatışma ve dayanışma ilkeleri içinde var etmiştir. Dayanışma olmadan hayat olmadığı gibi, çatışma olmadan da evrim olmaz. İnsanlar hep hastalıklarla mücadele içindedirler. Tıp ne kadar gelişirse gelişsin, hastalıklar sona ermeyecektir. Hiçbir mikrop yenilip yok edilememiştir. İnsanlığa saldıran yeni virüsler ortaya çıkmıştır.
Benzer şekilde topluluklar arası çatışma ve savaş devam edecektir. Mikrop insanlar ortadan kalkmayacaktır. Ama denge korunacak, barış savaşa galip gelecektir.
Kâinatta ve insanlardaki çatışma zaman zaman insanları politeizme götürmüştür. Sanki birbirleri ile savaşan tanrılar varmış anlayışlına sürüklenmiştir. Kur’an Bakara Sûresi’nin başında şeytandan bahsedilerek şeytanın da ilâhi görevli olduğu anlatılmıştır. Buna rağmen şeytan ile melek aynı değerde değildir.
***
وَيَعْلَمَ
(Va YaGLaMa)
“Ve bilmesi için”
Burada üstünlü gelmiştir. Bu atıfta nasb yeri bulamıyoruz. Burada bir lien harfi takımının hazfedildiğini görüyoruz. İnsanlar yaratılmış, dünya üzerinde insanlar yaşamaktadır. İmtihana giren bir öğrencinin karşılaştığı olayların benzeriyle insan dünya hayatında karşılaşmaktadır. Bu imtihanı yaşayanlara yaşadıkları gerçekleri anlatmak için bu olaylar cereyan ediyor.
الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِنَا
(elLaÜIyNa YuCAvDiLUvNa FIy EavYAvTıNAv)
“Âyetlerimizde mücadele edenler.”
Âyetlerden kasıt nedir?
Kur’an’ın gösterdiği çözümlerdir.
Türkiye’nin ve dünyanın sorunları vardır.
Bugün en büyük sorun işsizliktir, borçtur, güvensizliktir, basın saldırısıdır, zulümdür.
Bizim yüz kadar tesbit ettiğimiz sorun vardır. İşte bunların çözümlerini gösterdiği için Kur’an’ın cümleleri birer âyettir. Çünkü bize kurtuluş yollarını göstermektedir.
“Adil Düzen” budur.
Kur’an’ın köşe taşlarının okunmasıdır.
Kur’an ne yapıyor?
Bizi yani insanlığı yüz sorunun çözümüne giden bir gidişe götürüyor.
Konuyla ilgili www.adilduzen.org’daki ‘Makaleler’ bölümünden “100 SORUN 100 ÇÖZÜM” ve “Türkiye Krizden Nasıl Çıkar?” çalışmalarını okuyunuz.
مَا لَهُمْ مِنْ مَحِيصٍ(35)
(Mav LaHUM MiN MaXIyÖın)
“Onlar için mahis yoktur.”
“Mahıs” “hase”den ismi fail olabilir. “Havs” veya “hays” yosun demektir. Elbisenin yamasına da “hays” denir. Fiil yamalamak anlamındadır “Mahs” kökü ise parlatılmış demektir. Birinci anlamda onları onaracak ve yamalayacak kimse yoktur demek olur. Tamir mânâsında olmuş olur. İkincisinde ise onları pislikten temizleyecek kimse yoktur demektir.
Asıl “Adil Düzen”le mücadele edenlerin eksikliklerini tamamlayacak bir şeyleri yoktur. Yanı sorunlarını gideremezler. Saldırılara karşı kendilerini koruyamazlar. Bozulmalarını ve çökmelerini de kimse önleyemez.
Biz 1970’lerden bu yana, Akevler’i kurduğumuzda (1967) hep bunu iddia ettik. Bize karşı çıkanlar hep söylediklerimizin olmayacağını savundular. Zamanla karşı çıkanlar devre dışı oldular ve haritadan silindiler.
Bugün iktidarda olanlar da karşı çıkmadılar, ama başarıyı “Adil Düzen”i terk etmekte buldular. Başka herhangi bir çözümleri mevcut değildir. Ne kendilerine bulaşmış paslardan kurtulabildiler, ne de kendileri bozulmaktan uzak kalabildiler.