Solcu ve sağcı tabirlerini Batılılardan farklı anlamda kullanıyoruz. Bizdeki solcular ülkenin ekonomik hayatına hakimdirler; genellikle sol veya sosyal demokrat olarak nitelendirilen partilere oy verirler.
Sağcı diye telakki edilen fakir fukara ise daha çok muhafazakâr partileri tercih ederler. Fakat bizde sağ ve solun kültürel anlamı vardır; solcular ekseriyetle bizim kültürümüzü değil, Batı'nınkini benimsediklerini iddia ederler; aslında Batı'yı bilmezler; fakat ona özenirler. Sağcılar ise kendi değerlerimize sahip çıkmanın önemine inanırlar.
Birbirinden uzaklaşmış bu iki dünyanın kültür ve edebiyat dergileri de farklılaşmıştır. Geniş kitleler ilgi göstermediği için de, bu yayın organlarının ömrü az olur. Kültür Bakanlığı, sağ sol ayrımı yapmadan, her iki tarafta temayüz etmiş kültür ve edebiyat insanlarından bir kurul teşkil edip gönderilen ürünlerin bu kurul tarafından seçildiği bir dergi çıkarsa nasıl olur? İdeolojik gayretlerle beş para etmez şiir ve denemelerin yayımlandığını bildiğimizden bu tip dergileri okumuyoruz. Sayın Kenan Sarıalioğlu gibi değerli şairlerden de mahrum kalıyoruz. Bana "Metafizik ve Gülümseme" adındaki kitabını hediye etmeseydiler varlıklarından haberdar olmayacaktım. "Polis aramış beni bugün/ -Ya kantinde öğrencilerle/ Ya da kitaplıktadır demişler/ Oysa ben/ Uykusunda gülümseyen/ Bir çocuğun düşündeyim/ O mutlu tomurcuğun içinde/ Polis aramış beni bugün."
Bizde tabii bilimler hakkında iki hipotez öğrenen, aydın, hatta bilgin olmak adına, yaratılış adına ahkam kesmeye başlar. Metafizikle ilgilenmek onun için çağdışılıktır. Bu sığ akıllılar bilmezler ki fizik ve metafizik birbirlerinden ayrılmaz; birbirlerini tamamlarlar. Metafizik, her şeyin ilk muharriki kabul edilen külli iradeye dair bilgidir. Metafizikte yükseldikçe birliğe (vahdete) yaklaşılır, aşağılara inildikçe çoklukla karşılaşılır. Metafiziğin bulunmadığı yerde, mevcut bilgiler temelden yoksun olduğundan devreye kabuller girer. Metafiziği inkâr, bu bilimlere bağımsızlık sağlıyorsa da, onları temelsizleştiriyor, bizleri de eşyanın mahiyetinin bölünmeyeceğini kabul etmek zorunda bırakıyor.
Çağın müspet bilimlerinden haberi olmayan bir insan, metafizik düşüncede derinleşmek isterse, onu hurafe beklemektedir. Metafizik esastan mahrum bir müspet bilimcinin edindiği bilgi bir Hintlinin nitelendirdiği üzere "Cahil Bilgi"dir. Evrenin var olmasından söz ederken, bilmem hangi madde, bilmem hangi madde ile beş milyon yüz elli yedi bin yıl önce bir araya gelmiş, canlılık oluşmaya başlamış. Bu tarih nasıl tespit edildi? Hangi maddeler bir araya gelirse canlı teşekkül eder? Hiçbir şey yokken o maddeler nasıl oluştu?.. Hipotezi bilgi sanacak kadar cahiller üniversitelerde ders veriyorlarsa, o ülkenin ilimde yol alması mümkün mü? Kenan Sarıalioğlu, bakınız ne güzel söylüyor: "Hangi derin sularda saklı/ Varoluştan önce zamanın izi."
Felsefe, düşüncenin ufuklarını genişletir; amiyane tabirle ilmin keşif koludur. Batı felsefesinde "İnsanoğlu nereden geliyor, nereye gidiyor, ilk muharrik nedir?" gibi sorular bilinemez kabul edilmiş, ilim dünyasının gündeminden çıkarılmıştır. Sarıalioğlu, sanatkâr ruhuyla bu gerçeği yakalamış, ölümle çözümlenebileceğini idrak ettiğinden az önceki beyti şöyle tamamlamış: "Ey yaşamı baldan tatlı kılan ölüm/ Anlat bana geçmişimizi geleceğimizi." Metafizik âlemde rehber imandır; ispatı ve inkârı kabil hususlara iman edilmez; bilinir; iman gaybadır.
İlimde yol almak isteyen Yunus'un dediği gibi önce kendisini bilmelidir; ama kendini bilmenin de kolay olmadığını Sarıalioğlu ifade ediyor: "Dağ konuştu benimle/- Ben rüzgarın uykusuyum/ İçini çekti rüzgar/ -Ben dağın nefesiyim/ Sordum dağa, rüzgara/ Peki ben/ Acıdan ve sezgiden yangına dönen yürek/ Neyin nesiyim?"