Zuhr-i ahir
1280 Okunma, 0 Yorum
Hayrettin Karaman - Yeni Şafak
Hilmi Altın

Hayrettin Karaman, hkaraman@yenisafak.com.tr, 25 Nisan 2010 Pazar, Zuhr-i âhir

Konu şudur:

Cuma namazının sıhhat şartları üzerinde de ihtilaf vardır, bu sebeple cumanın farzından sonra o günün öğle namazını veya onun yerine geçecek bir namazı (zuhr-i âhir) kılmak gerekir mi, gerekmez mi?

Şartlarındaki ihtilâf dolayısıyla cumanın sahih olmaması ihtimâline dayanarak zuhr–i âhiri kılmanın hükmü nedir? Yani bu namazı kılmak farz mı, sünnet mi, mekrûh mu, bid'at veya memnû mudur? Bu mevzûdaki görüşleri iki grupta toplamak mümkündür:

1. Kılınmasına Taraftar Olanlar:

Bunlar da kılınmasında birleşmekle beraber farz mı, sünnet mi, ihtiyat mı olduğu konusunda farklı kanaatler ileri sürmüşlerdir. Hemen hepsinin hareket noktası bir şehir veya büyük köyde, birden fazla camide cumanın sahih olmaması ihtimâlidir.

a) İmam Şâfiî "bir şehirde iki veya daha fazla yerde cuma kılınmış ise önce kılanların cuması sahihtir. Sonra kılanların cuması olmamıştır (bâtıl) ve öğleyi yeniden kılmaları farzdır" demiştir. Şâfiî'ye göre hangisinin önce kıldığı belli değilse, hepsinin öğleyi yeniden kılmaları gerekir. Dikkat edilirse İmam Şâfiî "zuhr-i ahirden bahsetmiyor, öğle namazını yeniden kılmaktan söz ediyor.

İmam Şâfiî'den sonra gelen ve ona tâbi bulunan Şâfiî müctehid ve fakihleri yukarıdaki hükmün, ihtiyaç olmadığı halde cumanın birden fazla camide kılınmış olmasına ait bulunduğunu; şayet caminin mükelleflere göre küçük olması gibi bir mazeret varsa birden fazla camide kılınabileceğini, böyle olunca da öğle namazını kılmanın farz olmayacağını, ancak sünnet mahiyetinde olabileceğini ifade etmişlerdir.

Hanbelilerin görüşü de Şafiîlerinki gibidir.

Bu iki mezhebin tatbikatında cuma namazı, ihtiyaç olmadığı halde birden fazla camide kılınmışsa ilk kılınandan sonrakiler bâtıl sayılmakta -şüphe halinde hepsi bâtıl sayılmakta- ve öğle namazı yeniden kılınmaktadır.

Eğer cuma namazı ihtiyaca binâen birden fazla camide kılınmış ise bu takdirde bâtıl sayılmamakta, ancak ihtiyaten öğle namazının kılınması tavsiye edilmektedir. Bugün hemen her şehir ve büyük köyün -cumayı kılsın kılmasın- namaz ile mükellef bulunanlarını bir cami almayacağına göre kılınan cumalar Şâfiîlere göre de sahihtir ve öğleyi kılmak farz değildir.

b) Hanefîlerden bazılarına göre birden fazla camide veya köyde kılınan cumanın sıhhatinde şüphe bulunduğu için ihtiyâten, cumadan sonra, herkesin kendi başına şu niyetle bir namaz kılması iyi olur: …

Şüphe mevcutsa bu namazı kılmak vâcib, şüphe yoksa menduptur.

Zuhr–i âhirin kılınmasını müdâfaa edenlerin delilleri şüphe ve ihtiyattır. …

Bu görüşün isabetli olmadığını söyleyen fakihlere ben de katılıyorum ve onların söylediklerini de gelecek yazıda sunacağım.

Hayrettin Karaman, hkaraman@yenisafak.com.tr, 29 Nisan 2010 Perşembe, Zuhr-i âhir (2)

Pazar yazısının devamı: Benim de katıldığım "zuhr–i âhir kılınmamalıdır" diyenler de gerekçeleri bakımından iki guruptur:

a) Birinci gruptakiler, şüphenin ibâdeti ifsâd edeceğinden hareket ederek zuhr–i âhiri kılmak mekrûh olur diyenlerdir. …

Hanefî mezhebinde tercih edilen görüş, Cuma namazının bir yerleşim merkezinde birden fazla camide kılınmasının caiz ve sahih olduğudur.

b) İkinci grupta olan zevat bid'at esasından yürüyerek zuhr–i âhirin kılınmasını meneden ve günah sayanlardır. …

Dört mezheb imamı içinde "zuhr-i ahir kılınmalıdır" diyen birisi yoktur.

Sonuç:

Buraya kadar zuhr–i âhirin lehinde ve aleyhinde olan âlimler ile delillerini arzetmiş olduk.

Bizim kanâatimize göre de zuhr–i âhir kılınmamalıdır. ..

Hayrettin Karamanın yazınsın tamamı için bakınız: http://www.yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=22004&y=HayrettinKaramanhttp://www.yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=22060&y=HayrettinKaraman

 

YORUM: Cuma namazının nerede, nasıl kılınacağı, geçerliliği, geçersizliği ve bu durumlarda yapılması gerekenleri (dolayısı ile  “Zuhr-i âhir” ile ilgili görüşleri) klasik İslam hukukundan günümüze aktarılanları Hayrettin Karaman hoca anlatmıştır.

 

Bununla birlikte bazı sorunlara net değinilmemiş ve çözüm üretilmemiştir. Biri,  Cuma namazı nerede kılınır. Kent, büyük köy v.b ifadeler kullanılsa da bu anlatımlar sistematik ifadeler olarak ele alınmamış ve geliştirilmemiştir. Tanımlar üzerinde bilimsel olarak durulmamıştır. Bu anlatımlar halk dilinde kısmen bir şeyler ifade etse de kalıcı olarak, bilim dilinde fazla bir şey ifade etmemektedir. Diğeri de Cuma namazı konusunun İslam inancı ve İslam fıkhı açısından ayırımı yapılmamıştır. Günümüz anlatımıyla Cuma namazının sosyal bilimler açısından yeniden ele alınması gerekir. Bu konuya değinilmemiştir.

 

Farklı görüşler bir açıdan karışıklık gibi gözükse de inanların farklı yaşamlarına, isteklerine seçenek olması bakımından olumlu bir durumdur. Konuya bu açıdan bakıldığında görüşlerin hayatta bir yeri, karşılığı, çözüm alanı olduğu anlaşılır.  

 

Bilim dilinde kavramların tanımları, sınırları vardır. Köy, kent dediğinizde hangi büyüklükteki birimlerin olduğu tanımlanır. Cuma namazı nedir, nasıl kılınır, nerede kılınır, niçin bu büyüklük seçilmiştir, hutbe nedir ve niçin Cuma namazında hutbe vardır, Cuma namazı kılınmadığında, kılınamadığında ne olur, yerine ne yapılır, niçin bir yerde (köyde..., beldede, kentte v.b yerlerde birden fazla Cuma namazı kılınmamaktadır. Cuma namazının genel ifadesi nedir. İnanç alanında bir ibadet olması ötesinde sosyal, siyasi, mülki herhangi bir içeriği var mıdır? Bunun gibi birçok sorunun farklı görüşler açısından günümüze hitap edecek şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir.

 

Bütün bunların ötesinde Cuma namazının İslam inancı açısından değerlendirilmesi yanında sosyal, mülki açıdan değerlendirilmesi gerekir. Başka bir anlatımla insanların sosyal yaşamlarının ideal bir yapıya kavuşması için hangi büyüklüklerde olması gerekir. Bunların kademelendirilmeleri nasıl olmalıdır. Bu birimlerde toplanma biçimleri, şekilleri nerede nasıl olmalıdır. Bu birimlerde kararlar nasıl alınacaktır. Konuya bu açıdan da bakmak gerekmektedir.

 

Cuma namazı ile ilgili farklı görüşlerin önemli bir kısmını Hayrettin Karaman hoca zaten açıklamıştır. Cuma namazını inanç alanından farklı olarak sosyal işlev olarak farklı bir açıdan ifade etmeye çalışacağım. İnanç alanı ile karıştırılmadan analoji olarak değerlendirmeye çalışacağım.

 

Bucak büyüklüğündeki birimlerde yaşamada ve çalışmada birbirleri ile anlaşabilen insanların bir arada huzur içinde yaşamaları için haftada bir toplantı yapmaları,  kararları Bucak halkının en azından temsilcilerinin katılımı almaları, toplantıları açık bir şekilde yapmaları gerekmektedir. Günümüzde (merkezi veya yerel meclis toplantıları) çalışmaları henüz bilimsel ölçütlerle olmasa da bu yönde gelişmektedir.

 

Cuma namazı (haftalık toplantı) haftada bir kere Bucak (nüfusu yaklaşık 3000-10 000 arasında olan mülki birim) de ve öğle saatinde yapılır.

 

Haftalık toplantı en azından bir alt sosyal birim olan aşiret (yaşam alanı- yaklaşık 30-100 kişinin yaşadığı birim) temsilcilerinin katılımıyla oluşur. Temsilcilerin katılımı yarıdan (%50) den aşağıya düşerse toplantı geçerizdir. Bu durum Bir yıl içinde %50’yı bulursa Bucak feshedilir.

 

Yaşam birimlerinin başkanları kendi birimlerinde aldıkları kararları kendi yaşam birimlerindeki temsilcilerin katılımıyla Bucağa iletirler.

 

Bucak kararları yaşam birimlerinin başkanlarının katılımıyla oluşur.

 

Önce teklifler gelir. Bucak meclisi bu teklifleri değerlendirir. Kararlar oybirliği ile alınır.

 

Bucak başkanı bu kararları toplanma günü (örneğin Cuma günü) toplantıda (örneğin

Cumada) yazılı ve sözlü Bucak kararı olarak duyurur.

Daha sonra Yaşam birimleri (aşiretler) bu kararların bir örneğini alır ve birimlerine götürürler.

 

Bir Bucakta iki yerde veya farklı zamanlarda haftalık toplantı yapılamaz. Bucak başkanı veya Bucak başkanının görevlendirdiği İlmi, dini, siyasi, ahlaki meclis başkanlarının dışında biri toplantı yapamaz.

 

Cuma namazını dini, ilmi, mülki, ekonomik açılardan yeniden değerlendirmek gerekmektedir.

 

Bu düşünceler konuyla ilgili çalışmalarla geliştirilmelidir.

 

 

Hilmi Altın






Sayı: 47 | Tarih: 2.05.2010
Mahir Kaynak
Kararı kim verir?
3127 Okunma
26 Yorum
Süleyman Karagülle
Mümtazer Türköne
Askerin itibarını kimler yere serdi?
1461 Okunma
Arif Ersoy
Ahmet Hakan
Danıştay saldırısına dair kişisel tutanak
1451 Okunma
2 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Şevket Eygi
Ahlak İledir Nizamı Âlem
1317 Okunma
Emine Hocaoğlu
Ali Bulaç
Pozitif ayrımcılık
1305 Okunma
Ahmet Yasir Erol
Mehmet Altan
Lafı bırak,27 Nisanda ne yaptın
1285 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Hayrettin Karaman
Zuhr-i ahir
1280 Okunma
Hilmi Altın
Zülfü Livaneli
Ahlaki çöküş
1276 Okunma
Ali Bülent Dilek
Mehmet Niyazi
Metafizik ve gülümseme
1257 Okunma
Abdurrahman Erol
Nazlı Ilıcak
Askerle buluşan üyeler kim?
1233 Okunma
Fatma Karuç
Reşat Nuri Erol
Sömürünün sebepleri
1232 Okunma
2 Yorum
Ilker Ardic
Dücane Cündioğlu
Müslüman Ateistle Diyalog
1200 Okunma
Abdülkadir Altınhan
Ruşen Çakır
Medyadan yayılan nefret
1184 Okunma
Tayibet Erzen
Ebubekir Sifil
Başka İşimiz Yok mu?
1154 Okunma
Zafer Kafkas
Fehmi Koru
Daha ahlâklı bir toplum arzusu
1149 Okunma
Ahmet Kirtekin
Oktay Ekşi
Barzani Geliyormuş
1121 Okunma
2 Yorum
Vahap Alma
Can Ataklı
Dün bir kırılma noktasıydı
1121 Okunma
Mesut Karaaytu
Toktamış Ateş
Askerliğin bedeli
1093 Okunma
Osman Eskicioğlu