Reşat Nuri Erol
03.05.2010
09:59
| Aşağıdaki bu "hüküm" cümlesi önemli:
"-Ak Parti "Adil Düzen" gelinceye kadar hazırlık için imkan sağlayan bir partidir. Başka yapacağı bir iş yoktur. Ne "Adil Düzen"e ne de bölgeye bir yararı olmayacaktır diyebiliriz."
Üstad Süleyman Karagülle böyle diyor; hazırlık için imkan sağlayan...
Üstadın kırk yıldır dediği bir şey daha var; "Bütün cemaatler -birbirlerinden ayrı görünseler bile- İslâm’a asker yetiştiriyor, zamanı gelince hepsi bir araya gelecek ve İslâm’a hizmet edeceklerdir..." Mu mealde çok sözünü işittim, çok yazısını redakte ettim... ’Vakti gelince olması gereken olacaktır’ demektir... Ne dersiniz, vakit geldi mi?..
Bugün, bu mealdeki bir yazıya rastladım; bilgilerinize arz ediyorum...
Hocaefendinin açıklamaları…
Gazeteciler ve Yazarlar Birliği Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil Bey T24 adlı yayın organına mülakat vermiş. Bu mülakatta en çarpıcı cümleleri ise Hocaefendinin 28 Şubat ve Milli Görüş Camiasına ilişkin açıklamaları oluşturuyor. Bu açıklamalar fevkalade önemli. Bu açıklamalar varsa arada bir gönül kırıklığı bunu gidermeye katkı sağlamıştır. Sayın Mustafa Yeşil’in T24’ten Selin Ongun’un sorularına verdiği cevapların en çarpıcı bölümünü size aktarmak istiyorum:
Fethullah Gülen’in hareketle ilgili sorguladığı ve "Keşke farklı davransaydık" dediği bir şey duydunuz mu?
Mesela şu var, Yalçın Doğan’a televizyonda verdiği söyleşide Erbakan için "Hükümeti bırakmalı, ülkeyi daha fazla germemeli" gibi ifadeleri olmuştu. Bu konuda "Acaba böyle söylemem gerekir miydi?" diye sorguladığına şahit oldum.
Neden? "Bu açıklamalar bana düşer miydi?" manasında. "Evet benim niyetim onları küçük görmek, zarar vermek değildi" ama nihayetinde karşı tarafı üzdüğünü düşündüğü için kendini sorguluyordu.
Gülen’in yine 28 Şubat sürecinde örtünmeyle ilgili sözleri İslami çevrelerde çok tartışıldı. Erbakan olayındaki gibi "O açıklamayı yapmasaydım" gibi bir sorgulaması oldu mu?
Orada Hocaefendi çok kitabi ve usule yönelik bir şey söyledi. Dinde meseleler ikiye ayrılır; usul ve furuat. Hocaefendi’nin o sözlerinde furuat, teferruat olarak çevrildi. Mesele şudur; bir insan örtünme ayetini inkâr ederse küfre girer ama başını örtmezse dinden çıkmaz. Orada söylediği de şu; başörtüsü usul kadar önemli değildir, "insanlar başını örtmediğinde dinden çıkmazlar" dedi. İşte bu furuatı bazı İslami gruplar, "Vay Hoca başörtüsüne teferruat dedi" manasına getirdi.
Bu açıklamalar Muhterem Hocaefendi’nin rikkatli bir gönüle sahip olduğunu gösteriyor. Bir camianın üzülmüş olabileceğini düşünmek inceliktir. Kendisi hem alim hem de gönül insanıdır. Bu şekilde düşünmesi hayırlı olmuştur.
Bu aralar elimden İslam tarihi hiç düşmüyor. Peygamber Efendimiz vefat ettikten sonra çoğu cennetle müjdelenmiş sahabilerin, bir takım münafıkların da etkisiyle nasıl bir çatışma içine girdiklerini ibretle okuyorum. Hz. Aişe Validemiz ve Hz. Ali Efendimiz arasındaki mücadelenin, savaşın nedenlerine baktığınız zaman her ikisi de haklı. Yine Hz. Osman’ın şehadeti ayrı bir yaralayıcı olaydır. Bu mübarek insan, yahudi ve münafiklar yüzünden şehit edilmiştir. İslam tarihindeki bu olayları tekrar tekrar okumalıyız. Bu olaylar birer masal değil gerçektir. O nedenle birlikte rahmet ayrılıkta azap vardır. Hocaefendi hizmetleriyle milletin hayır duasını almaktadır. Dünyanın dört bir yanında İslam’ın bayraktarlığını yapmaktadırlar. Yine Milli Görüş siyaseti bu milletin canlanmasına, siyasi alanda var olmasına hizmet etmiş, cihat ve ümmet şuurunu geliştirmiştir. O nedenle herkes kendi alanında İslam’a hizmet etmiştir. İslam’da hüsnü zan esastır. Birbirimizin eksikliklerin görmek yerine artılarını görmeliyiz. Ben de hizmete ait bir dershaneye gittim lise yıllarımda güzel ahlâk ve faziletten başka bir şey görmedim. Yine bu Milli Görüş camiası içerisinde de yer almış birisi olarak İslam’a hizmetten başka bir şey görmedim. O nedenle amaç İslam’a hizmet olmalıdır. Bugün gelinen noktada Ergenokon ve darbe planları yapanları ortaya çıkmasında STV ve Zaman gazetesinin büyük bir rolü olmuştur. Bu ülkede yıllarca cinayet işlediler. Kaos çıkarttılar bu cinayetleri Müslümanların üzerine attılar.
Tekrar edelim birlikte rahmet ayrılıkta azap vardır. Allah (c.c), Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır "Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah’tan korkup sakının umulur ki esirgenirsiniz" (el-Hucurat 49/10).
"Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler oldunuz. Yine siz tam bir ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size âyetlerini işte böyle açıklar" (Ali İmrân, 3/103).
Yine İslam kardeşliği ile ilgili Yüce Peygamberimiz bakın ne buyurmuş:
"Hiçbiriniz kendi nefsiniz için arzu ettiginizi kardeşiniz için etmedikçe iman etmiş olmaz" (Buhârî, imân, 7) O nedenle kardeşlerim şimdi birlik zamanı...
Yazan: Sinan Burhan, Millî Gazete, 03.04.2010
|
Reşat Nuri Erol
03.05.2010
10:07
| -Bir tarafta Lütfi Hocaoğlu’nun "MEKR" yorumu...
-Diğer tarafta Zafer Kafkas’ın "DÜNYA NASIL KURTULUR?" yorumu...
-Ve yavaş yavaş, adım adım "ADİL DÜZEN" için yapmakta olduğumuz hazırlıklar...
- Gelecek dünyada demokrasi hakim olacaktır. Sahte ekseriyet demokrasisinden gerçek demokrasiye geçilecektir. Ocaklar bucakları, bucaklar illeri, iller ülkeleri, ülkeler de insanlığı oluşturacaktır. Merkezler hakim değil hadim olacaklardır. Silahlı güçler tarafların seçtikleri hakemlerden oluşan yargının emrinde olacaklardır. Türkiye yalnız bölgesinde değil, bütün dünyada böyle bir düzenin gelmesi için örnek bir devlet olacaktır. SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Ne diyelim: İNŞAALLAH...
Cehd, cihad, çalışmak bizden; tevfik, başarı Allah’tan...
|
Reşat Nuri Erol
03.05.2010
17:28
|
www.gazeteciler.comm ’ da ilginç bir yazı var...
Yazar: ADNAN BERK OKAN
Yazının başlığı: Gülen Medyası artık Devlet’tir.
03 Mayıs 2010 Pazartesi 10:07
Devlet bugün artık karşısında devletin bütününü verseniz doymayacak bir canavar bulmuştur.
ADNAN BERK OKAN
Samimi inançla çıkarcılığı, din tacirliğini birbirine karıştırıyoruz.
Tıpkı, Gülen’in adı kullanılarak oluşturulan ekonomi imparatorluğu ile cemaatin İslâmi boyutundaki içtenliği birbirine karıştırdığımız gibi.
Gülen çocukluğundan itibaren İslâmi inançları sağlam bir Müslüman Kürt çocuğu olarak yetiştirildi.
Bugün de inançlarının samimiyetinden şüphe etmek kimsenin haddine değildir ama adı üstünden kurulan ekonomik imparatorluğun giderek daha da güçlendiğini, devletin bütün katmanlarına habis bir ur gibi yerleştiğini görmemek de mümkün değildir.
Nasıl mı?..
İçeriden kuşatmayla.
Gülen adı üzerinden kurulan ekonomi imparatorluğu; TSK’yı, Emniyeti, MİT’i, Yargıyı ve ekonomi yönetiminde etkin kamu bürokrasisini içten ele geçirmektedir.
Bunu da yukarıda saydığım kurumlarda ufak paralar dağıtarak, ailelerin küçük ekonomik sorunlarını çözerek, hastalıklarında, doğumlarında, ölümlerinde adamlarıyla yanlarında yer alarak gerçekleştirmektedir.
Gülen’in adı üzerinden kurulan ekonomi imparatorluğu, Halis Toprak Holding gibi kurulmuş, anayasal kurumlarda ise kendine has yöntemiyle yapılanmıştır.
Halis Toprak adı dikkatinizi çekmiştir açayım.
* * *
Halis Ağa, yıllar önce sahibi olduğu PAKTAŞ’ın hileli iflâsından ötürü ticari yasaklıydı. Hele bir banka sahibi olması imkânsızdı.
Bunun için, Atalay Şahinoğlu (İTO Eski Başkanı) ve Ergun Özbudun gibi saygın isimler üstüne kurdu TOPRAKBANK’ı. Kendisi bankanın yönetim kuruluna bile girmedi, giremedi.
Ve şirket büyüdükten sonra, başlarken üstlerine banka kurduğu saygın isimlerin hemen hepsi Halis Ağa’yı terk ettiler.
O konu derin olduğu için girmeyeceğim.
Bugünkü Gülen İmparatorluğu da Fethullah Gülen’in saygın adı üzerinden kuruldu.
Ve derken, yurtiçi ve yurtdışı okullar başta olmak üzere, medya sektörlerinde büyümeye başladı.
AK Parti Hükümeti sürecinde bu büyüme banka-finans sektörüne de kaydı.
Faizsiz bankacılık (nasıl oluyorsa) konusunda öncülük yapan imparatorluk profesyonelleri bugün akıl almaz servetlerin sahibi oldular.
* * *
Eğitim ve Banka – Finansı bir yana bırakıp medyaya bakalım.
Dünyada, 5 yılda bu kadar büyüyen bir başka medya gurubu varsa (eski SABAH dahil) bana gösterin lütfen.
İstanbul/Çobançeşme’de gecekondu gibi bir binadan, aynı bölgede devasa bir gökdelene ve sadece gazete abonelerinin (reklam geliri maaşları ödemez) ödedikleriyle gelinebilir mi?.
Aydın Doğan veya daha başka medya guruplarının üstüne insafsızca giden maliyeciler, ZAMAN Gazetesi’ndeki bu büyümeyle ilgili tek gün "Bu değirmenin suyu nereden geliyor? Kazancınız belli bu gökdelen için harcanan para belli. Peki de arkadaş bu süreçte ne kadar vergi ödediniz?" diye sormadılar.
* * *
Sonuç
Bugün artık, Fethullah Gülen’in bile istese yıkamayacağı devasa bir güç var ortada.
Ne Koç, ne Sabancı, ne Eczacıbaşı ne de kendini "büyük" zannedenlerin veya bizim öyle zannettiklerimizin hiçbirinin elinde olmayan bir güce sahipler.
Ak Parti gitse bir başka iktidar gelse de devam edecek bir güç.
Seyfi Oktay’la, Mehmet Moğultay’ın 2 yılda oluşturduğu Yargıyı Gülen İmparatorluğu 15 yılda zor kazıyabildi.
Şimdi artık TSK bile, askeri şuralardaki temizliklere rağmen Gülen İmparatorluğunun kalesi olmak üzeredir.
2012 yılının anlatıldığı Derin Kıyamet isimli bir romanda (2006) Genelkurmay Başkanı cemaat üyelerinden olduğu bütün dünya tarafından bilinen bir orgenerale teslim ediliyordu.
2012’ye az kaldı zira aynı romanda Askeri Şura kararlarının temyiz edilebilir kararlar haline getirilmişti. İşte o gün bugündür...
* * *
Hâsılı...
Bütün bunlardan sorumlu olmayan tek kişi, Fethullah Gülen’dir.
Sorumluları ise gemli geçmiş bütün hükümetler ve askeri darbelerdir.
Gülen imparatorluğu en büyük atılımlarını 12 Eylül 1980 darbesiyle, 28 Şubat sürecinde yapmıştır.
Ve imparatorluğun medyası askeri dönemlerden sonra böylesine gözle görülür şekilde büyüyebilmiştir.
Daha önce temiz, inançlı, devletine bağlı o güzel yurttaşlardan kavgasız, nizasız bir ülke kurulması için yararlanamayan Devlet bugün artık karşısında devletin bütününü verseniz doymayacak bir canavar bulmuştur.
Bir yerlerini de yırtsalar, bu imparatorluk çok geçmeden devleti (bütün kurumlarıyla) yutacaktır.
BUSİNESS FARKI NEDİR?
Hıncal Uluç, dünkü SABAH’ta, THY’nın business koltuklarını eleştirmiş:
"... yani eşek yükü para ödediğimiz koltuklar, çocukluğumun tahta koltuklarının aynisi.. Sadece odunun üzerine deri geçirmişler sanki.."
Ah be usta!..
Business koltuklar için ödenen eşek yükü paranın oturduğun değil, oturmadığın, yanındaki koltuğa ödendiğini halen öğrenemedin.
Bütün dünyada öyledir...
Business uçmak demek; yanındaki koltuğa burnunu karıştırmayan, ter kokmayan, uyuyup osurmayan, sürekli senin okuduğun gazeteye göz atmayan v.s. adam gibi adam oturtmasını istemektir.
adnanberkokan@gmail.com
|
Süleyman Karagülle
03.05.2010
22:34
| Fethullah gülen benim bildiğim doğru ise kürt değildir. Zaten Erzurum’da kürtler çoğunlukta değildir. Kürt olsa da elbette bir eksiklik olmaz. Fethullah Gülen samimi Risale-i Nurcudur. İslamiyete bağlılığı çok yüksektir. Adil Düzene karşı gelmesi bile risale-i nurların yayılması içindir.Biz risale-i nur şakirtleriyle beraber sohbet ederken İzmir’e atandı ve toplantılara katılmaya başladı. Birkaç yıl beraber çalıştık.Biz akevler kooperatifi kurduk. Onu bizden ayırmak için ona Akyazılı vakfını vadettiler.Ayırdıktan sonra yarı yolda bıraktılar. Akevlerde edindiği tecrübe ile vakfı kendi başına oluşturmaya başladı.Yönetim onu sıkı takibe aldı. İşkenceler yaptı. Demirel ve Özal onu ve arkadaşlarını iktidara kabul ettirdiler.Erbakan’ın şerrinden kurtulmak için onu desteklediler.Rusya’da devrim oldu. Sermaye oraya girmek istedi. Girme imkanını bulamadı. Demirel Fethullah gülenle sermayeyi anlaştırdı.Gülen nurculuk yapacak ama ingilizce öğreterek sermayenin dünyadaki hakimiyetini sağlayacaktı.Gülen buna karşı çıkmadı.Sonunda sermayenin desteğiyle ve Ecevit’in yardımıyla da dünyada Gülen kolejleri oluştu.Bu ilahi takdirle olmuştur. Adil Düzen için dünyada yayılma merkezleri oluşmuştur. Bunu Gülen oluşturmamıştır.Ama Gülen de buna karşı çıkmamıştır. Bugün gelinen durum İslamiyet’in zaferi olarak görülebilir. Bu durumdan şimdi rahatsız olmaya başlayan sermaye gazeteyi ve televizyonu Türk ordusuna karşı kışkırtmaktadır.Türk ordusunun onlara saldırması için hazırllık yapılmaktadır.Gülencilerin çoğu Gülen de dahil çok samimiler.Ancak elde edilen büyük servet asla Gülen’in ve Gülencilerin elinde değildir. Bu servet tamamen İslam düşmanlarının elindedir. Şimdilik sadece ordumuza saldırmaktadırlar. Gelecekte samimi nurcuları bertaraf edip islamiyet aleyhinde kullanabilirler. Biz Adil Düzenciler bu olayların biilincinde olmalıyız. Gülenci görünerek habaset yapan kimselerin fesadına karşı olmalıyız. Ama Gülen ve samimi gülencilerin aleyhinde olmak onların ekmeğine yağ sürmektir. Yani güleni istismar edenler bizi de istimal etmiş olurlar. Arkadaşların, gerek Cengiz’in gerekse Erol’un bunlar hakkında yazılar yazarken bu hususta dikkatli olmalarını tavsiye ederim.
|
Reşat Nuri Erol
04.05.2010
07:08
|
Süleyman Hocamın yorumlarına ve değerlendirmelerine aynen katılıyorum.
Bazı sebeplerden dolayı bir müddet yorum yazmayacağımı daha önce yazmıştım... Yorum yapmadan, sadece Fethullah Gülen ile ilgili İKİ FARKLI GÖRÜŞÜ bilgilerinize aktardım; bilginiz ve ilginiz olsun...
FETHULLAH GÜLEN Hocaefendiyi zaman zaman rüyamda görürüm; GEÇEN GÜN YİNE GÖRDÜM. Kendisiyle yakinen tanışırız. Şimdilik rüyayı kimseyle paylaşmayacağım gibi; rüya tâbiri ve yorumu da yapmayacağım.
Süleyman Hoca, hâlen üzerinde çalışmakta olduğumuz "Yusuf Sûresi Tesirlerinde" rüya tâbirlerinde acele edilmemesi görüşünde.
[Haşiye: Malumunuz olduğu üzere, "RUHU’L-KUR’AN PROJEMİZİ" Süleyman Hoca ve Lütfi Bey ile cemaatin ilgili ve yetkililerine geçen yıl arz etmiştik; bekliyoruz...]
Bekleyelim ve görelim...
Görelim Mevlam neyler,
Neylerse güzel eyler...
Vesselâm Mea’d-DUÂ...
|
zkafkas
04.05.2010
08:43
| Hocam ,gazete ve televizyon orduya bu kadar saldırırken daha doğrusu ülkenin dirliğine ve huzuruna bu kadar saldırırken neden müdahale etmiyor?
28 şubat sürecinde düşüncelerini açıkça ifade ederken şimdi neden susuyor ve o zaman ki tavrı ile neden tezata düşüyor?
|
Süleyman Karagülle
04.05.2010
12:59
| Sayın Kafkas, basında söylenenlere hatta televizyonda canlı olarak ifadelere fazla inanmayın. İnsanlar yanılırlar. Fethullah gülen, tarikatlar, diyanetçiler milli göüşün muavvak olamayacağını adil düzenin söylemde kalacağını zannetmiş takıyyeyi de meşru gördüklerinden bazı hatalı sözler söylemiş olabilerler. Zamanla gerçekleri görünce yine eski görüşleirnde ısrar ederlerse bu küfür olur. Sonuçta milli görüşcüler, tarikatlar, nurcular, ilahiyatcılar islamiyete hizmet etmiş, bugün karşı olanları mağlub etmişlerdir. Adil düzene şartlar hazırlamışlardır. Şimdi Adil düzeni getirmek de bize düşer. Onların yaptıklarının muhasebesi de Allaha aittir, bize değil.
|
Süleyman Karagülle
04.05.2010
14:36
| Allah insanları yaratmış onlara içtihatlarına göre amel etmelerini emretmiş. Başka insanlarla ilişki kurarken 4 tane kural koymuş:
1) Mümin her söze kulak verecek en iyisine kulak verecek. En iyisini kendi aklıyla bulacak. Burada en iyiye kulak verecek demiyor. En iyi söze kulak verecek diyor. Kimin söylediği bizi ilgilendirmez. Siz söze değil söyleyene bakıyorsunuz. Erbakan söylediyse doğru, Fethullah söylediyse yanlış. Bu hatalı metottur.
2) İyilikte yardımlaşırlar. Kötülükte yardımlaşmazlar. Yani birisi iyi bir şey yapıyorsa kim olursa olsun onunla yardımlaşırız. Kötü bir iş yapıyorsa uzak dururuz. Siz ise yapılan işe değil yapana yardım yapıyorsnuz. Yapan iyi iş de yapsa kötü iş de yapsa onun yanındasınız. Gülen ise iyi iş yapsa da kötü iş yapsa da ona karşısınız. Bu İslâmî anlayış değildir.
3) Müminler diğer insanlar hakkında bir şey söylediği zaman adâletle söyler. Siz ise birini hep methediyorsunuz. Diğerini yeriyorsunuz. Bu İslâmî değildir. 4) Müminler herkesi sever. Mümin olmayanlar müminleri sevmezler. Siz müminleri de sevmiyorsunuz. Bu sizin için tehlikelidir.
Allah diyorki siz tebliğ edin hesapları bize aittir. Fethullah Gülen’in geçmişte yaptıklarını muhasebe etmek bizim yetkimizde değildir. Allah’ın işidir. Çünkü insanların amelleri niyetlerine göredir. Hangi niyete göre yapmışlarsa ona göre cennete veye cehenneme giderler. Bu hüküm Sermaye için de doğrudur. Sermaye iyi niyetle bir şey yapmışsa yanlış olsa da sevabını alır. Kötü niyetle bir şey yapmışsa doğru olsa da cezasını çekebilir. Biz yargıç değiliz. Kimseyi ne beraat ettirebiliriz. Ne de suçlayabiliriz. Yapılanları eleştiririz. Gelecekte ne yapmamız gerektiğini ortaya koyarız. Bizim Adil Düzen’e karşı olan veya uzak duran mümin kardeşlerimize söyleyeceklerimiz onların hata ettiklerini ifade etmekten ibarettir. Kim mümindir diye soracak olursanız. Ben müminim diyen ve nemaz kılan kimselerdir. Onun için biz Nurcuları tarikatleri ilahiyatçıları ve Millî Görüşçüleri mümin kabul etmek zorundayız. Onlarla sadece hakkı tavsiye babında tartışabiliriz. Ben diyorumki Gülen ve Gülenciler mümindir. Onlar hakkında bizim kötü duygular beslememiz yanlıştır. Zamân Gazetesi ve Samanylu tv Türk Ordusu’na karşı propaganda yürüttüğü için hatadadırlar. Biz onlardan uzak durmalıyız okumamalıyız dinlememeliyiz. Bu, Allah’ın kötülükte yardımlaşmayınız buyruğu gereğidir. Bu kadar açık ve basît sözümün anlaşılmasındaki zorluğu anlayamıyorum. İçeriği üzerinde tartışmayacağım. O konuda yetkim yok. Ben harâm işlerle uğraşmam.
|
Reşat Nuri Erol
04.05.2010
14:59
|
Süleyman Hocamın bu DÖRT maddelik yorumuna da aynen katılıyor ve dördünün de ayrı ayrı DÖRT KUR’AN ÂYETİNE DAYANDIĞINI hatırlatıyorum...
Süleyman Hocamızı anlamakta zorluk çekenlere, her şeyden ve özellikle diğer başka çalışmalardan önce, BİZİM KUR’AN ÇALIŞMALARINIMIZA daha çok katılmaya ve anlamaya davet ediyorum...
KUR’AN İYİ ANLAŞILMADAN olaylar ve gelişmeler yeterince anlaşılamaz...
Nitekim anlaşılamıyor; hattâ maalesef ters anlaşılıyor...
"Hel yestevillezîne ya’lemûne vellezîn lâ ya’lemûn?" (Kur’an/Âyet)
|
zkafkas
04.05.2010
18:37
| Süleyman Hocamın da söylediği gibi Fethullah Gülen’in açıkça sermaye ile işbirliği içerisine girdiğini ve Türki Cumhuriyetler ile Afrikada sermayenin öncü kuvvetliğini yaptığını artık herkes görebiliyor. Burda namaz kılanların incinmemesi için hocam eleştiri getirmiyor olabilir lakin sermayeye verilen bu destek ve birliktelik ile dünya üzerinde ezilen ,incinen milyonları da görmezden gelmemiz düşünülemez.
Benim üzüldüğüm yıllardır bu cemaatte kalmama rağmen Karagülle Hocamın dünya için düşünmüş ve ortaya koymuş olduğu sistemin yok sayılmış olması ve bu konuda bilgilenmek için çaba sarfeden arkadaşlarında çeşitli bahanelerle önünün kesilmesidir.
Burda Fethullah Gülen 40 yıldır gerçekleri göremediyse samimiyetten ziyade bilinçli bir tavır akla geliyor. Çünkü müminin firaseti kendisini yıllardır kaplamalı değil miydi?
Karşı olduğumuz şahsı değil yaptığı tercihlerdir. Hakkın yanında değil ,batılın yanında olmasıdır. Hakkı değil batılı desteklemesidir. Namazı zaten Allah ile Onun arasında bizi ilgilendirmez.
Fethullah Gülen’e gösterilen bu müsamaha neden Erbakan Hoca’ya gösterilmiyor. Sürekli, Adil Düzeni bıraktığı için başarısız olduğu söylenirken adil düzenle ilgisi olmayan Fethullah Gülen’i bu kadar korumak zoruma gidiyor.Ki Adil düzeni bıraktığını da düşünmüyorum , bu konuda Cengiz Demirci’nin tespitine katılıyorum komadaki bir hastayı, ekmek ve sudan önce hayata döndürmek gerekirdi ve Erbakan Hoca’da bunu yapmıştır.
Fethullah Hoca’nın şahsına karşı bir eleştirim yok fikirlerine ve duruşuna olan eleştirlerimdir bunlar.
|
Reşat Nuri Erol
04.05.2010
18:55
|
“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.”
(KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)
Bu âyeti uzun zaman Haftalık Seminer Dergisi "ADİL DÜNYA DÜZENİ" isminin hemen altına koymuştum; sonra kaldırdım...
Demek ki yeniden koymam gerekecek...
Bu ihtar sadece bize değil, bütün peygamberlere yapılmıştır...
Peygamberler bile bazı konularda yetkili değilken; bize ne oluyor?!.
Biz/ben Fethullah Gülen Cemaatine yıllardan beri TEBLİĞ yapıyoruz... Nitekim, son olarak geçen yıl, önce Prof. SUAT YILDIRIM ile görüşüp tebliğimi yaptım... Sonra Suat Hoca’nın randevu ayarlamasıyla ABDULLAH AYMAZ ile görüşüp tebliğimi yaptım... Sonra Abdullah Hocanın yönlendirmesiyle SÜLEYMAN KARAGÜLLE HOCAM ve LÜTFİ HOCAOĞLU ile birlikte Çamlıca’daki "AKADEMİ"de REŞİT HAYLAMAZ başkanlığındaki heyete de tebliğimizi yaptık; görüşmenin son kısmına tevafuken ABDULLAH AYMAZ da katıldı... Önceki ay SUAT YILDIRIM ile REŞİT HAYLAMAZ’ı bir toplantıda görünce, bir kenarda TEBLİĞİMİZİ ve TEKLİFİMİZİ tekrar hatırlattım... Bu arada FEHULLAH GÜLEN Hocaefendiye de geçen yıl "İSLÂM DEVLET VE DÜNYA DÜZENİ" kitabımız ile kısa bir NOTUMUZU/MESAJIMIZI da göndermiştim...
“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.”
(KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)
Bu arada ÖNEMLİ VE BÜYÜK İKİ CEMAAT ile ilgili TEBLİĞ ÇALIŞMALARIM devam ediyor... Şimdilik belli bir mesafe kaydettim...
“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.”
(KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)
Sadece "TENKİT" yapan Kardeşlerimize soruyorum:
- Siz bugüne kadar KAÇ CEMAATE / HANGİ CEMAATE "TEBLİĞ" YAPTINIZ?...
“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.”
(KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)
Adil Düzen Çalışanı
REŞAD NURİ EROL
|
Süleyman Karagülle
04.05.2010
19:44
| Ben Erbakan’ı hiçbir zaman suçlamadım. Yaptıkları içtihadına uygun olduğu için bana göre yanlış olsa da ona saygı duydum. Sadece içtihadındaki hatasından dolayı yani Adil Düzen’i bıraktığından dolayı bugünkü durumun ortaya çıktığını söylüyorum. İçtihattaki hatalar ahirette ma’fudur. Ama dünyada dünyevi kanunlar geçerli olduğundan hata hatadır, başarısızlığın kaynağı olur. Biz bir yerde başarısız olduğumuz zaman başarısızlığımızı başkalarında değil, kendimizde aramalıyız.
Hakkı tavsiye kurtuluşun çaresidir.
|
Reşat Nuri Erol
05.05.2010
09:43
|
P A P A Z KİM?
Ali Bulaç, Zaman, 05.05.2010
Bu fıkrayı Altan Tan’dan dinledim. Umarım bir gün kendisi çok daha güzel yazıp yayınlar. Mardin Midyat ilçesine bağlı bir köyde Süryaniler yaşıyormuş. Başlarında bir papaz var. Ama ondan memnun değiller. Yalancı, cahil, muhteris vs. Köylüler onu değiştirmek istiyorlar, Mardin’e başvuruyorlar olmuyor, Şam’a, Hatay’a müracaat ediyorlar, kimse ilgilenmiyor. İstanbul’daki padişaha seslerini duyurmaya çalışıyorlar, ses seda çıkmıyor. Kısaca kimsenin bu papaza gücü yetmiyor.
Derken bir gün kendi aralarında karar veriyorlar: "Bizim yegane kurtuluşumuz köyümüzü terk edip başka bir köye gitmek ve Müslüman olmak." Öyle de yapıyorlar. Bir gece yarısı çoluk çocuk, yaşlı kadın sessizce köyden ayrılıyorlar, dağ tepe saatlerce yol tepip bir Müslüman köyüne ulaşıyorlar, şeyhin evine gidip Müslüman olmak istediklerini söylüyorlar. Şeyh büyük bir sevinç içinde onları ağırlıyor, izzet ikram, kahvaltı vs. Ardından "Buyurun" diyor, "Köyün camiine gidelim. Kelam-ı şehadeti getirin, sabah namazına başlayın." diyor ve ekliyor: "Bugün de mübarek bir gün. Allah’ın hikmetine bakın, imamımız vefat etmişti. Sizden iki saat evvel bir papaz geldi, o da sizin gibi Müslüman olmak istedi. İyisi mi, ben onu başınıza imam tayin edeyim." Müslüman olmakla kurtulacağını düşünen Süryaniler işkilleniyor, ama anlam da veremiyorlar. Neyse Allah’a tevekkül edip camiye gidiyorlar. Bir de ne görsünler! Ahhah, kendi papazları! Onlardan önce köye gelmiş, Müslüman olmuş. Şimdi imamları olacak. Yani anlayacağınız Süryaniler Müslüman oluyor, ama eski tas eski hamam, durumlarında hiçbir değişiklik olmuyor.
Kısmi anayasa değişikliğinde ikinci tur oylamaları yapılırken, "parti kapatmayı yeniden düzenleyen 8. madde"nin 327 oyla paketten düşmesi bana bu fıkrayı hatırlattı. Yıllardır, AK Parti’de sayıları az, ama hayli etkili bu "yeni imam, eski papazlar"a dikkat çekmeye çalışıyorum. Bunlar son derece maharetli, siyasetin salt zekâ gerektiren labirentlerinde her defasında başarıyla yol alabiliyorlar, her dönemde kendilerine yer bulabiliyorlar. Bir parti miadını doldurmaya yüz tuttu mu onlar, -ilçe teşkilatından genel merkeze kadar- herkesten önce gemiyi terk edip yeni yükselmekte olan partiye kapağı atıyorlar, bir anda iyi mevzilerde yerlerini alabiliyorlar.
Merkez sağ ve merkez sol partilerin çöktüğü, Milli Görüş partilerinin sıkı bir tarassut altına alındığı 21. yüzyılın ilk yıllarında AK Parti’nin siyaset sahnesine giriş yapması Türkiye için büyük bir şanstı. Bir "Türkiye partisi" olarak toplumsal merkezi siyasi şemsiyesi altında toplayacak, bürokratik merkezle hukuk dairesi içinde mücadele edip, hem ülke özgürleştirecek hem gelir adaletini düzeltip Türkiye’yi Ortadoğu ve İslam dünyası üzerinden dünyaya, küresel sürece aktif ve irade sahibi bir özne olarak dahil edecek bir partiye ihtiyaç vardı. "Gelenekçiler"e karşı "yenilikçiler" olarak ortaya çıktıklarında hepimiz vargücümüzle bu hareketi destekledik. Ama kuruluş felsefesi tespit edilirken 1) Temel alınan "uzlaşma doktrini", 2) Seçilen siyasi kimliğin "muhafazakârlık"ın hareketin kendi asli geçmişine zıt bir hüviyete büründürülmesi, 3) Turgut Özal’ın dört eğilim stratejisinin benimsenip partinin gerek siyasi görüş gerekse yaşama tarzı ve sergilenen kişilik profilleriyle bir "kırkambar"a çevrilmesi -ki ANAP’ın sonunu getiren buydu-, 4) Herkesten önce imamlığa soyunan papazlara yeterince dikkat edilmemesi bu partinin bir iç zaafı olarak devam etti.
Parti kapatmayı zorlaştıran maddeye karşı CHP, MHP ve AK Parti içindeki "sahte imamlar" yanında her partisi kapatılan BDP’nin de aynı tutumu sergilemesi ise ibret vericidir. Bu olay 1909’dan beri politik ve idari hayatın kılcal damarlarına nüfuz etmiş olan sistemin ne kadar kavi olduğunu gösteriyor. Bence R. Tayyip Erdoğan ve samimi AK Partililer, "kahırdan lütuf doğar" deyip bundan gerekli dersleri çıkaracaklardır. Bu arada Numan Kurtulmuş’un başındaki SP de "sahte imamlar"a şimdiden dikkat etse, iyi olur.
|
Süleyman Karagülle
05.05.2010
10:33
|
Hakan Kandal
Millî Görüş ne kadar önemli ise Gülen okulları da o kadar önemlidir. Kur’ân’dan sonra görevin kime verildiği mu’cizeyle belirlenemez. Yapılanla bilinir. Siyâsette Erbakan asrın görevlisi olmuştur ve görevini yapmıştır. Dîn’de asrın görevlisi Bedîuzzamân olmuştur. Fethullah onun başlattığı dînî inkılâbı dünyaya yaymıştır. Bu inkılâb nedir? Her milletin kendi diliyle kendi dînini oluşturmasıdır. Türkiye’de dînî çalışmalar Türkçe yapılmıştır. Bunu başlatan Bedîuzzamân’dır. Fethullah Işık Evleri bunu bütün dünyaya götürmüştür. Kur’ân’dan sonra ma’sûm değildir. İçtihattaki farklardan dolayı kimse kimseyi suçlayamaz. Benim yazılarımda da hatâlar olabilir. Vardır da. Ben sizlere diyorum başka kişilere saldırmayın fikirlerini eleştirin. Siz hâlâ insânları muhâkeme ediyorsunuz. Kimin iyi veya kötü olduğunu Allah bilir. Sizin mü’min olup olmadığınızı ben bilemem. Siz benimle çalışıyorsunuz. Dolayısıyla benim sahâbemsiniz. Gülen ve Erbakan hakk yolunda benden uzaklar. Ben onları da seviyorum. Takdîr ederim. Ben size tekrâr ediyorum kişiliklerle uğraşmayın. Mâhir beyin yazdıklarını ben kendi görüşlerimle karşılaştırdım. Onu eleştireceğinize yazı ile hiç ilgisi olmayan kişileri eleştiriyorsunuz.
|
Reşat Nuri Erol
05.05.2010
13:46
|
Bir YORUMCU, bir sitede, bugünkü ALİ BAULAÇ’ın "P A P A Z KİM?" yazısına aşağıdaki YORUMU yapmış:
mesud akgül / 2010-05-05 12:12:15 GÖNÜLLERE İŞLEMİŞ KÖLELİK RUHU-10
Ya Rab; bizleri sahipsiz bırakma! Bizleri Yahudilerin yönetimine bırakacaksan al canımızı!
mesud akgül / 2010-05-05 12:11:47 GÖNÜLLERE İŞLEMİŞ KÖLELİK RUHU-9
dava önemli diyerek önemli insanların kıymeti bilinmiyor. Oysa iyi ve üstün vasıflı insanlar olmadan bir dava nasıl yürür? Milyonlarca vasıfsız, değersiz insan bir tek insanı kâmil kadar bir davayı omuzlayamaz. İnanıyoruz ki Allah davasını sırtlanıp yüklenecek ricalullahı muhakkak yaratır. İmamı Rabbani “Sultanın atiyyelerini ancak matiyyeleri taşır” diyor. Bunun anlamı padişahın eşyasını ancak padişahın katırları taşır. Mecazi anlamı ise Allah’ın davasını ancak Allah erleri yürütür.
mesud akgül / 2010-05-05 12:10:58 GÖNÜLLERE İŞLEMİŞ KÖLELİK RUHU-8
alacak başka bir toplumsal kesim, Türkiye’den başka da devlet yok. Müslümanlar ise bu şuura, bu arzuya, bu ideale, bu sorumluluğa henüz çok uzaklar. Eğer Müslümanlardan bir yönetici kadro çıkmazsa dünyayı kıyametten başka bekleyen bir şey yoktur. E R B A K A N şu anda her şeye hâkim. Ama yaşı ortada, bu durumda nereye kadar? Müslümanların alçaklıklarına bakınca insanın içi kararıyor. Oysa Allah yeryüzünde her şeyi insan eliyle yapıyor. Alçak adamlarla yüce şeyler nasıl gerçekleşir? Bir de şahıslar değil
mesud akgül / 2010-05-05 12:10:26 GÖNÜLLERE İŞLEMİŞ KÖLELİK RUHU-7
çırpamıyorlar. Dünyevilikten sıyrılıp uhreviliği kolaçan edemiyorlar. Dünyadan neye nail olsalar onunla sarhoş oluyorlar, yollarını şaşırıyorlar, hedeften sapıyorlar. Yahudiler uhreviliğe metelik saymıyorlar ama dünyaya hiç doymuyorlar. Ne kadar makam mevki, şan şöhret, servet sahibi olsalar dahası için yanıp tutuşuyorlar. Bu da onları başarıya kilitliyor. Bu doyumsuzluk, tatminsizlik onlara tahammül, metanet, dayanıklılık, kararlılık sağlıyor. Müslümanlardan başka dünyanın yönetimini Yahudilerden alacak
mesud akgül / 2010-05-05 12:07:01 GÖNÜLLERE İŞLEMİŞ KÖLELİK RUHU-6
kişi bile yok. Düşünce ve kültür hayatına birçok kadro kazandırdı, içlerinde olup biteni bütünsel olarak kavrayacak tek bir kişi bile yok. Müslümanlar paraya, şöhrete, şehvete, makam ve mevkie çok erken doyup bıkıyorlar. Bunu ümmet şuuru ile kullanmayı bilemedikleri için şahsi tatminlerinin dibini erken buluyorlar. Çabuk şımarıyorlar, erken dağılıyorlar, hayattan beklentileri çabuk tükeniyor. Bir türlü emelleri dünyevi sınırları aşıp ebede uzanamıyor. Sonsuzluğa doğru kanat çırpamıyorlar.
mesud akgül / 2010-05-05 12:06:28 GÖNÜLLERE İŞLEMİŞ KÖLELİK RUHU-5
moralleri bozuluyor, dayanışmaları zarar görüyor. Ama sonuçta kaybetmeyi asla göze almadıkları için her seferinde her şeye rağmen toparlanıyorlar, dayanışma ve işbirliği, işbölümü içinde her türlü fedakârlığı göze alıyorlar. ERBAKAN 40 yıldır tek kişilik bir ordu gibi hala yalın kılıç ve tek başına. Siyasette onca kadro yetiştirdi içinden tek bir adam çıkmadığı ortada gözler önünde. Birçok kişi ekonomik hayatta önemli yerlere geldi ama içlerinden kendi ayakları üzerinde durabilecek tek kişi bile
mesud akgül / 2010-05-05 12:05:51 GÖNÜLLERE İŞLEMİŞ KÖLELİK RUHU-4
durumdalar. Kilit noktalara hep yerleştirilmişler. Yönetim ellerinden alındığında, üstünlüklerini yitirme noktasına geldiklerinde önemli bir kısmı her şeylerini ortaya koyabiliyor. Cesaretleri var, tecrübeliler, ne yaptıklarını biliyorlar, neyi nasıl yapacaklarını çok iyi biliyorlar. Onların bir tek eksiği var önlerinde E R B A K A N ile baş edecek bir liderleri yok. Bu yüzden bütün çabaları, başarıları, fedakârlıkları sıklıkla uğranılan hezimetler nedeniyle hüsranla sonuçlanıyor, boşa gidiyor, moralleri
mesud akgül / 2010-05-05 12:05:18 GÖNÜLLERE İŞLEMİŞ KÖLELİK RUHU-3
ve beklentilerden öte üstün değerler ve idealler uğruna bir fedakârlık, direnç, sabır ve metanet gösteremiyorlar. Ümmet olma şuurları yok olmuş, tevhit anlayışları paramparça olmuş durumda. Zor görünce bırakıp kaçma eğilimleri dayanılmaz hale geliyor. İmanları hakiki değil, taklidi; çok kolay ümitsizliğe düşüp gönüllerini dağıtıyorlar. Buna karşın Sabetayist Yahudiler oldukça kaliteli, iyi eğitimli, ince anlayışlı, son derece mükemmel donanımlı ve yüksek bilinçli bir elit tabaka oluşturmuş
mesud akgül / 2010-05-05 12:04:45 GÖNÜLLERE İŞLEMİŞ KÖLELİK RUHU-2
varoşlara mahkûm edilmiş, paryalaştırılmış Müslümanları taşradan ve çevreden çekip merkeze getirmeye; siyasete, devlete, ekonomiye, kültür ve sanat etkinliklerine sokmaya çalıştı ama hiçbir zaman ikinci üçüncü sınıf olmaktan kurtulamadılar, üstün bir kalite tutturamadılar. Müslümanlarda ruh asaleti ölmüş, benlikleri yok olmuş; hücrelerine kadar işleyen kölelik ruhundan kurtulamıyorlar. Bir yere getirilip bir emanet tevdi edildiğinde bunun önemini ve sorumluluğunu kavrayamıyorlar. Kişisel kaygı ve
mesud akgül / 2010-05-05 12:04:17 GÖNÜLLERE İŞLEMİŞ KÖLELİK RUHU-1
Müslümanlar bir asırdır köleleştirilmiş, devlet umuru görmemiş, üstünlük duygusu, baş olma, yönetme zevkine ermemiş; hep karnını doyurma, çoluk çocuk besleme derdi ile boğuşmuş, yüksek değerlerle hiç tanışmamıştır. Höt dendiğinde bırakıp kaçıyor, siniyor, sıvışıyor, yılışıyor… Eğer çalıştığı yerde gizliden kaçıp bir merdiven altında vakit namazını kıldıysa kendini kahraman sanmıştır. ERBAKAN’ın tabiri ile düdüklü tencerede 50 yıl kaynatılıp pelteleştirilmiş bir toplum…Erbakan kırsal alana itilmiş,
|
Süleyman Karagülle
05.05.2010
14:45
| Mescidi dırar siyasi bir kuruluş halbuki ışık evleri dini bir kuruluş o da parti kursaydı o zaman mescidi dırar olurdu. Ak parti de milli görüş partisi varken kurulsaydı mescidi dırar olurdu. Ak parti, Milli GÖRÜŞ lideri Erbakan siyasetten yasaklandıktan sonra kurulmuştur. Hatta siyasi partiler bile mescidi dırar değildir. Medine sözleşmesinde muhacirler ayrı , ensar ayrı parti oldular.
|
Reşat Nuri Erol
06.05.2010
04:19
|
D İ K K A T !
Bütün ADİL DÜZEN ÇALIŞANLARI ile özellikle LÜTFİ HOCAOĞLU’nun bilgisine, ilgisine ve de DİKKATİNE!
İ N T E R N E T İ N E T K İ S İ
Dijital politika ’şimdi’ işe yarar!
Gazeteci-yazar Nedret Ersanel bilindiği gibi genellikle dış politika üzerine düşünen ve çalışan bir köşe yazarı, yorumcu. Ama “teknolojik bağ”ı da unutulmamalı. Bu konudaki kitapları önemli referans kaynakları olarak görülüyor. Ama bugün her iki alanında biraz dışına çıktı ve “internetin iç politikadaki” yeni yüzünü anlattı. Söylediklerinden ders çıkaranlar “kazanacak” gibi!
iyibilgi Ankara
iyibilgi: İnternetin hayatımızı etkileyen yüzü konusunda çok şey yazılıyor ama politik etkisi hakkında bilgimiz ne kadar?
Ersanel: Kestirmeden söyleyeyim: “önümüzdeki ilk genel seçim” internetin siyasi etkisinin (hem propaganda hem pazarlama) en yoğun kullanıldığı seçim olacak.. Bu bir.. İki; Siyasi partiler işte o genel seçimde ne yapacaklarını daha öğrenmemiş olduklarından, konuya vakıf olmayanları dinlediklerinden, internetten beklentileri hayal kırıklığına uğrayacak. İkinci erken genel seçimde partiler de haber siteleri de bu işi öğrenmiş olacak. Ondan sonra da politik propagandanın dijital yüzünün ne kadar güçlü olduğunu daha iyi göreceğiz.
iyibilgi: Bunların hepsini tek tek açmak gerekiyor.. Çünkü bu cümlelerin her biri ayrı anlamlar içeriyor.
Ersanel: Söylediğim şu: Eğer "şimdi" Türkiye’de bir siyasi parti internet üzerinden siyasi propaganda oyununu iyi okur, iyi kurarsa, “oy”una fazladan yüzde 5/10 ekler.. Hangi lider extra yüzde 10 oya ’hayır’ diyebilir? Küçük partiler için bu rakam daha da yüksek olacaktır. (Kaç milletvekili eder bu hesap? O da başka konu.) AKP, CHP, MHP ve barajda dolaşan partiler için bunun anlamı nedir herkes düşünsün? Dahası da var; klasik/ortodoks propaganda yöntemlerinden yüzde 60-70 daha ucuza! Örneğin bir partiyi yüzde 40’tan yüzde 44’e çıkarmanın maliyeti klasik yöntemlerle ne kadardır? Hiç bilinmeyen bir lideri, oyu ne olursa olsun, en tanınan yüz yapmak kaç para? İnternetin politik gücü-kıyasla-bedava sayılır.
iyibilgi: Politikacılar, partiler internetin gücünü bilmiyor diyelim.. Haber sitelerinin interneti bilmemesi ne demek?
Ersanel: Onu daha da genelleyelim.. Gazeteciler üzerinden konuşursak internet ve haber sitelerinin siyasi etkisi hakkında fikir sahibi kaç kişi var? Daha dün bir gazetenin bu tür konularla ilgili köşe yazarı, “seçimlerde e-maillere yasak geliyor, bu internete sansürdür” diye uzun uzun yazmış. Sansür mevzu ayrı ama İnterneti bilmiyor daha.. Çok açık söyleyeyim; bu alana yatırım yapmış dostlara da uyarı olsun: e-mail, internetin tali araçlarından biridir. ‘Dijital politik’in propaganda ayağında e-mail falan yok artık. Hepsi “çöp”e gider, sonra yanmasınlar. Kimi siyasi partiler bu silahı bıktırıcı biçimde kullanıyor, kullanmaya çalışıyordu. Net konuşalım, bir işe yaramaz.
iyibilgi: Tekrar “internetin bilinmemesi”ne dönersek?
Ersanel: Buradan kasıt teknik yüzü değil. İnternetin “politik propaganda ve etki(n) olarak” kullanım biçimine ilişkin yöntemler daha yeni keşfedildi. Üzerinde bizde de çalışan bilim adamları var. Şu an onlar da küresel etkisini okumaya ve siyasi etkisini bu mânada ölçmeye çalışıyorlar. Ama benim söylediğim, internet kanallarının, haber sitelerinin sahipleri ve yöneticileri bu alanda kendini geliştirmedi, hemen geliştirmeleri de zor. Geçtiğmiz 2 yıllık süreç, bu kulvarın, “ne, nasıl yapılır” adımlarının belirlendiği bir dönemdi. Yani o da bitiyor. Ama kurallar kalacak.
iyibilgi: Biraz daha açalım lütfen…
Ersanel: Şöyle söyleyelim; bir siyasi parti Türkiye’nin biri en “tıklanan” ve biri en “etkin” (malum ikisi hayli farklı) sitelerine gitse, dese ki “önümüz seçim, size reklam verelim.. Nedir fiyatı” dese; o sitenin yöneticilerinin, “bir dakika! Reklam verirseniz tabii alırız. Ama biz size gelin bambaşka bir yol açalım. İnternete ayırdığınız bütçeyi reklama değil, “dijital propaganda”ya dönüştürelim” demeliler. Şimdi çok kişi çıkıp, “bu reklamcıların, medya planlamacılarının işi” diyebilir. Onlar biliyor mu peki ne yapacaklarını? Haberleri bile yok. Bu yüzden şimdi yapılması gereken: gazetecileri, reklamcıları, haber sitelerini bir araya getirip, öğretmektir. (Neden gazetecileri de katıyorum? E, o da bir 10 yıl sonraya hazırlık.) Siyaset pazarlaması ile politik propagandayı hem öğrenmeleri hem de ayırmaları gerekir. Hadi daha anlayacakları dilden söyleyeyim: Web 2.0 teknolojileri kullanmak başka bir şey, bunun politik/siyasi etkilerini ve nasıl kullanılacağını bilmek tamamen farklı bir şey! Sitelere facebook logosu üzerinden link vererek olmaz bu iş. Süreç ne getirirse üzerine binip gidiyorlar. “Bizim de facebook’umuz olsun” diye yapılır mı bu iş? O daha alfabesi. Zaten olacak. E-mail gibi işte. Olmazsa olmaz ama onunla ne çok oy alabilirsiniz ne de haber siteleri beklentilerini karşılayabilir. Biz zaten meslektaşlarımıza bu konuyu öğretiriz, mühim olan siyasilerin ve partilerin işin ciddiyetinin farkına varmaları. Hep aynı şeyi söylüyorum, "şimdi" doğru okuyan ve doğru "kuran" politikada kazanır.
iyibilgi: Bu işin takibini sanırız yine büyük partiler ve büyük medya kuruluşları yapar, diğerleri kalır. Öyle değil mi?
Ersanel: Değil.. Bugün itibarıyla oyuna kim giriyorsa, o siyasi parti ve haber siteleri avantajlı olacak dedik ya.. Aslında Türkçesi şu; "konunun önemini anlasınlar". “İstanbul’un nüfusu 12 milyon, 6 milyon bilgisayar var” dediğinizde suratınıza bakıp “yani” diyen siyasi partiler ve liderler o koltukta uzun oturumaz. Gerçek bu. Küçük ve orta ölçekli partilerin buradan büyük kazançları olur, görmemek körlük sayılmalı. Tek tek siyasi partilerin resmi web siteleri üzerine bile konuşsak-ki hiç tavsiye etmem-durum ortaya çıkar. Aynı vesileyle büyük gazetelerin internet sitelerine yöneten dostlara da bir mini nasihat da bulunayım: Okunma, tıklanma sıralamasında neden yükseklerde bulunduklarını biliyorlar değil mi? Örneğin şu aptal çıplaklık ve magazin resimlerini ardı sıra dizip, okuru geri zekalı yerine koyma huyundun vazgeçmeliler. Eninde sonunda nitelik öne çıkar! Kaç sıra aşağı yuvarlanacaklarını bilmem ondan sonra. Bunun Türkçesi de şu: yeni sistem "niteliksiz izlenmeyi" oyun dışına atacak. Bu da bizden söylemesi.
www.iyibilgi.com
|
Lütfi Hocaoğlu
06.05.2010
10:25
| “Yestemiune-l kavle fe yettebiune ahsenehu” ayetindeki “yestemiune” istifal babından değil iftial babından gelir. İftial babının etkilerinden çabalamak (içtihad) etkisi nedeniyle SME kökünden “İstemee” şekline dönüşmüştür. SME işitmek iken “İstemee” kulak vermek anlamındadır. Yani işitme anlamına çabalama etkisi ile anlamı “kulak vermek” şekline dönüşmüştür. “El-kavl” kelimesi ise ahd için olamaz. Çünkü ayetin devamında “ahsenehu” ibaresi geliyor. Ahsen ismi tafdildir. En güzeli demektir. İzafetle gelince muzafun ileyhinin en güzeli demektir. Muzafun ileyhi el-ahd’e raci olan zamirdir. Ahsen ona izafet olduğu için el-kavl tek bir sözü ifade edemez. Bu nedenle el-kavl istiğrak içindir. Bütün sözler demektir. Çünkü tek bir sözün en güzeli olamaz. Sözlerin en güzeli olur. Eğer ahd için olsaydı yani tek bir sözü ifade etseydi ayetin devamı fe yetteebiunehu şeklinde olmalıydı.
|
Reşat Nuri Erol
06.05.2010
11:14
|
BUYRUN, Türkiye’de olan gelişmelere bir de bu pencereden bakın; bakalım ÜSTAD SÜLEYMAN KARAGÜLLE’nin bakışı ile örtüşüyor mu?
mesud akgül / 2010-05-06 09:14:49 MİLLİ DEVRİM-10
bütün her şey meşruiyet sınırları içerisinde yapılmaktadır. İnsanlık tarihi Türkiye’de yaşanmakta olan bu büyük MİLLÎ DEVRİM gibi kapsamlı ve köklü bir değişim ve dönüşümün bunca suhuletle, hiçbir kırıp dökmeye, yakıp yıkmaya meydan verilmeden gerçekleştirildiğine ikinci kez şahit olmaktadır. İlki, bundan 14 asır önce tek bir ok attırmadan, tek bir kılıcı kınından çıkarttırmadan, içinden sökülüp çıkarıldığı Mekke’yi dönüp fethederek İslam adaletini tesis eden Hz. Muhammed tarafından yapıldı.
mesud akgül / 2010-05-06 09:14:29 MİLLİ DEVRİM-9
Y e n i B i r D ü n y a sayesinde yaşayacaktır. Gelişmeler içeride ve dışarıda hızla bu doğrultuda ilerlemektedir. Takriben bir asır önce dünya liderliğini Siyonizm’e kaptıran milletimiz bunun rövanşını her sahada her gün yeni bir hamle ve zafer ile çatır çatır almaktadır. Ama şiddete başvurmadan, zor kullanmadan, kan dökmeden, kimseyi haksız yere mağdur etmeden, daha önce konulmuş mevcut kuralları çiğnemeden ve gerektiğinde onları yine daha önce konulmuş kurallar içerisinde kalarak değiştirerek
mesud akgül / 2010-05-06 09:14:09 MİLLİ DEVRİM-8
tüm dünyayı etkileyecek ve Y e n i B i r D ü n y a kurulması için hızlı bir değişim ve dönüşüm süreci başlatacaktır. Siyonizm’in dünya hâkimiyeti uğruna art arda iki büyük küresel savaş yaşayan, kanlı ideolojik kavgalarla, darbeler ve ihtilâllerle büyük zulümlere, haksızlıklara, korkunç sömürülere sahne olan insanlık duçar kılındığı dayanılmaz acılardan, korku ve ıstıraplardan kurtulup ikinci bir Saadet Asrı yaşayacaktır. Bunu insanlık Y e n i d e n B ü y ü k T ü r k i y e liderliğinde kurulacak İslam Birliği ve
mesud akgül / 2010-05-06 09:13:42 MİLLİ DEVRİM-7
Dış güçler ve içerideki işbirlikçileri tarafından millî iradenin önüne konulmuş her türlü engel ortadan kaldırılıp açık, şeffaf ve gerçek bir demokrasi tesis edilecek. Bağımsız bir ülkenin özgür halkı olarak serbestçe oluşan millî iradenin destek verdiği her türlü değişim ve dönüşüm artık süreklilik kazanacak ve milletimizin her türlü çağdaş gelişmenin dışında tutulması imkânı kalmayacaktır. Türkiye’nin gerçekleştirmekte olduğu bu büyük MİLLÎ DEVRİM başta İslam Âlemi olmak üzere tüm
mesud akgül / 2010-05-06 09:13:22 MİLLİ DEVRİM-6
ile artık sadece herkese ADALET dağıtmak ve ülkede barış, huzur ve güven ortamına imkân sağlamakla görevlendirilecek. Yargı, rejimi koruma ve kollama gibi akla ziyan ilkel bir misyon yüklenmekten kurtarılacak. Öte yanda disiplin suçları dışında her türlü suça bulaşmış ordu mensupları sivil yargı önünde hesap verecek, darbe girişimleri ve planları yapma dönemi tarihe karışacak. Askeri şura kararları da yargıya açılacak ve ideolojik amaçlı ordu oluşturma çabaları imkânsız hale getirilecek.
mesud akgül / 2010-05-06 09:13:03 MİLLİ DEVRİM-5
daha da berkemal hale getiriliyor. Hukukun üstünlüğü ve kanun hâkimiyeti her geçen gün daha de etkili hale getiriliyor. TBMM’den geçirilen anayasa değişikliği paketi ile de kurucu irade tarafından oluşturulan mevcut hile rejimi ve köle düzeninin A’dan Z’ye kadar değiştirilip yerine A D İ L D Ü Z E N kurulması için konulmuş tüm engeller ortadan kaldırılmış olacak. Kast sistemine göre oluşturulup resmi ideoloji ve rejimi koruyup kollama misyonu yüklenen yüksek yargı tüm kurumları ile artık sadece
mesud akgül / 2010-05-06 09:12:36 MİLLİ DEVRİM-4
birçok olaylara yol açan Nevruz kutlamaları bu yıl bütün ülkede herhangi bir önemli güvenlik olayı yaşanmadan gerçekleştirildi. En son olarak da 33 yıldan beri 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlamalarına kapalı tutulan Taksim Meydanı bu kez sonuna kadar açılarak yüz binlerin her türlü özgürce gösterilerine sahne oldu. Türkiye’de bir yandan tüm dünyayı etkileyecek büyük bir MİLLÎ DEVRİM yaşanırken ve buna karşı yürütülen sınırsız ve sorumsuz bir inatçı mücadele verilirken; diğer yandan giderek asayiş
mesud akgül / 2010-05-06 09:12:19 MİLLİ DEVRİM-3
olanca hızıyla devam ediyor. Süreç yürütülürken ne sıkıyönetim, ne herhangi bir yasak getiriliyor; ne de olağanüstü bir yöntem ve önleme başvuruluyor. Her şey mevcut yasalar ve yürürlükteki sistem içerisinde kalınarak meşruiyet içerisinde yapılıyor. Buna rağmen karşı konmaz bir siyasi güç ve irade sergilenerek her türlü istismar ve suiistimal çabalarına karşın hukuk ve kanun hâkimiyeti sağlanıyor, ülkede en ufak bir asayişsizliğe bile fırsat verilmiyor. Dahası her yıl istenmeyen birçok
mesud akgül / 2010-05-06 09:11:58 MİLLİ DEVRİM-2
bir bir düşüyordu! Ancak asıl gürültü Ergenekon Soruşturması sonunda dava açılınca koptu. Deve dişi gibi adamları tutuklanınca adeta yer yerinden oynadı. Bu süreç halen zaman zaman yapılan büyük ileri hamlelerle ve Mehter bölüğü gibi iki ileri bir geri tempoda büyük kıyametler koparılmasına vesile olmaya devam ediyor. Ancak şiddetli tartışmalara, koparılan büyük gürültülere rağmen son derece geniş bir özgürlük ortamında kamuoyunda her şey açıkça eleştirilerek büyük MİLLÎ DEVRİM süreci
mesud akgül / 2010-05-06 09:11:31 MİLLİ DEVRİM-1
Türkiye böylece dışarıdan müdahalelere karşı yürüttüğü bu aktif dış politikalarla set çektikten sonra içerideki işbirlikçi yapılanmayı tasfiye sürecini hızlandırdı. Merkez Bankası Başkanlığına Durmuş Yılmaz, Cumhurbaşkanlığına Abdullah Gül gibi buram buram Müslüman Anadolu çocukları getirilince kızılca kıyametler koparılmak istendi ama sonuç alınamadı. YÖK başkanlığına Yusuf Ziya Özcan’ın getirilmesi de büyük gürültülere neden oldu ama nafile… Böylece kendi tabirleriyle en önemli kaleleri bir
|
Reşat Nuri Erol
06.05.2010
12:16
|
BİGİLERİNİZE...
"İLİM" İLE "AMEL", "TEORİ" İLE "PRATİK" BİR ARADA OLMALI...
TEBLİĞ, İRŞAD, DÂVET VE "ADİL DÜZEN ÇALIŞANLARI"NI OLABİLDİĞİNCE ARTIRMAK...
BİRAZ DA BU YÖNDE ÇALIŞMALAR YAPMAMIZ GEREKMİYOR MU?..
- DÜN (5.5.20109) ARAPÇA ÖĞRENİMİNE ÇOK ÖNEM VEREN BÜYÜK BİR CEMAATİN ÖNDE GELEN HİZMETKARLARINDAN/YÖNETİCİLERİNDEN BİRİYLE GÖRÜŞTÜM; GÖRÜŞMEYE DEVAM EDECEĞİZ...
(LÜTFİ BEY GÖRÜŞMEDEN KISMEN HABERDAR; DETAYLARI SONRA GÖRÜŞECEĞİZ, İNŞAALLAH...)
GAYRET/ÇALIŞMAK BİZDEN, TEVFİK/BAŞARI ALLAH’TAN...
Adil Düzen Çalışanı
REŞAD NURİ EROL
|
Reşat Nuri Erol
06.05.2010
12:54
|
"ADALETSİZ DÜZEN" Avrupa başkentleri ateşe verilebilir!
...
Dün Atina’da Parlamento’yu basanlar, bankaları ateşe verip ölümlere sebep olanlar, aslında dünyaya bir gerçeği haykırıyordu. Dış borç, kamu borcu nedeniyle ülkelerin iflasa sürüklenmesinin tek sebebi varolan küresel ekonomik sistemdi. Bu sistem, ülkelerin milletlerin zenginliklerini yağmalama üzerine kurulmuştu. Bir çok ülkenin zenginliği üç beş ailenin, çevrenin veya bankanın tekelinde ise, bu ADALETSİZ DÜZEN krizleri de yeni yağma fırsatı olarak görüyorsa, devletler bu çevrelerin kontrolündeyse kitlelere isyan etmekten başka yol kalmıyor demektir.
Avrupa’da iflas eden ilk ülke olan Yunanistan’ın toplam borcu 236 milyar dolar. Portekiz’in 286 milyar dolar. Yunanistan gibi olacağından endişe edilen İspanya’nın 1.1 trilyon dolar. Yine krizin kıyısında bulunan İtalya’nın borcu 1.4 trilyon dolar. Bütün Güney Avrupa ülkelerinin borçlu olduğu üç ülke Almanya, Fransa ve İngiltere. Yunanistan’dan İspanya’ya uzanan Güney Avrupa ülkeleri Avrupa Birliği’nin merkez ülkeleri tarafından alabildiğine sömürülüyor. Kamuoyu bunu böyle algılayacak. Peki o zaman ne olacak Avrupa Birliği’nin geleceği? Ne olacak 21. yüzyıla dönük o parlak projenin geleceği? Öfke nereye yönelecek dersiniz!
Bu ekonomik kriz değil, sistemik krizdir, ülkelerin çöküşüne yol açacaktır dedik. Küresel güç kaymalarına, jeopolitik çözülmelere yol açacaktır. Bir çok ülkenin batışına, yeni aktörlerin doğuşuna sebep olacak dedik. Öyle de oluyor.
Yunanistan şu an için Avrupa’nın Lehman Brothers’ı haline geldi. Bu sonbahara doğru, çok daha büyük şok dalgaları bekleniyor. Yunanistan’ın Avrupa’ya maliyeti 160 milyar dolar civarında. Ama İspanya’nın maliyeti 500 milyar doları geçecek. Kim kimi kurtaracak, nasıl? Bugün için Avrupa’nın hazırlamak zorunda olduğu yardım paketi en az 800 milyar dolar civarında. Kriz derinleştikçe trilyon dolarlık yardım paketleri konuşuyor olacağız...
Tarihi neo-liberalizmin zaferi olarak noktalayanların, bugünkü çıkmaza ilişkin hiç bir sözü olamaz. On yıldır kimlik savaşlarını tartışıyorduk ama artık açlık savaşlarını tartışacağız. Aç insanların öfkesini bastırmak için, yeryüzü kaynaklarının adil paylaşımını engellemek için güç kullanmayı tek yol görenlerin kaostan başka gelecek öngörüleri yok. Küresel finans sistemini kurtarmak için milyarların ekmeğini çalma yoluna giderlerse, ki böyle olacak gibi, tarihin en kötü tercihlerinden birini yapmış olacaklar...
İnsanlığı bankerlerin, finans baronlarının insafına terk edenler siyasi açıdan çok ağır bedeller ödeyecek. İşte o zaman Atina’dan Paris’e kadar sokaklar ateşe verilecek demektir!
İbrahim Karagül / Yeni Şafak’taki köşesinden ilgili kısım
NE DERSİNİZ; BU "MUSİBETLER" ZAMANLA "NASİHAT" OLUP "ADİL DÜZEN"İN GELMESİNE VESİLE OLMAK İÇİN MİDİR?..
|
Reşat Nuri Erol
06.05.2010
15:00
|
YORUMSUZ...
‘USUL’Ü DE TARTIŞIYOR
"Ahir Zaman İlmihali"ni de yazdı!
Hayri Kırbaşoğlu’nun Ahir Zaman İlmihali kitabı nelerden bahsediyor? Kimler okumalı bu ilmihali?05 Mayıs 2010 Çarşamba 16:21
Bizim lise ve üniversite yıllarımız tartışmalı yıllar olarak geçti. Hemen her şey tartışma konusu idi. Bilen de tartışıyordu bilmeyen de. İran devrimi başta olmak üzere, tasavvuf, Cuma namazı, zuhr-u ahir, ‘bu iş parti ile olur mu olmaz mı’, ‘görev alınır mı alınmaz mı’ gibi onlarca konu teşrih masasına yatırılıyordu. Kitaplardan fetvalar seçiliyor, fetva bulunmazsa kitabına uyduruluyordu. Bu dönemin başat yazarları Seyyid Kutup, Ali Şeriati, Mevdudi, Kelim Sıddıki, Said Havva; kitapları da Yoldaki İşaretler, Dine Karşı Din, İslam idi.
Neden bunlar okunurdu?
Bu ve benzeri ilim ve fikir adamları neden revaçta idi? Çünkü yerli ve geleneksel eserler ‘zamanın ruhuna uygun şeyler söylemiyor’ diye maluldü. İnsanların ne Ömer Nasuhi Bilmen, Hamdi Yazır, A.Hamdi Akseki okumaya mecali vardı ne de dili.
Dünya ve memleket meseleleri yani ümmetin sorunları evrenseldi, mesajımız da öyleydi; ‘öyleyse bölgesel sorunlar aslında evrenseldir’, deyip kim, nerde, ne yazmışsa okuduk, tartıştık. İslam’ın siyasi yorumu ile itikada dair konular aslında iç içe idi. Bu ayrımı birleştirenler öne çıkmıştı. Seyyid Kutub’un Yoldaki İşaretler’i kelime-i tevhid’i, cihad’ı yeniden tanımlamıştı. Mevdudi’nin Dört Terim’i kavramlara yeni bir bakışla yaklaşımı sağladı. Said Havva’nın İslam’ı farklı bir ilmihal olarak temayüz etmişti. Bu arada müstakil, küçük kitaplar da yayımlandı imana dair.
Mesela, Teymiye’nin İman ve itikat üzerine kitabı yayımlandı. Faruki’den Tevhid tercüme edildi. İslam Dünyasında İnanç Sorunları yine bu dönemin önemli kitaplarındandı. Bendeniz bu dönemde adı geçen kitaplarla yetinmedim, İmam Maturidi’nin Kitab’ut Tevhid’ini okudum. Mehmet Zihni Efendi’den Nimet’ül İslam, Ömer Nasuhi’den Ashab-ı Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikadları, Yusuf Kerimoğlu’dan Emanet ve Ehliyet’i bulundurdum elimin altında. Muhammed Ebu Zehra’nın kitapları en önemli kaynaklarım arasında idi. Hâlâ öyledir.
Bu kitap onların hülasası gibi
Bütün bunları neden sıraladım. Çünkü son günlerde yayımlanan bir kitap bütün bu kitapların hülasası gibi. Hadis çalışmalarıyla tanıdığımız Hayri Kırbaşoğlu’nun, OTTO’nun ’YayınEvi’ serisinden çıkan ve son bir ayda best-seller olan Ahir Zaman İlmihali kitabını merak saikiyle ben de okudum. Dinin tanımından tutunuz, İslam, tevhid, müslüman kavramları çevresinde cihadın, namazın, orucun yanında bütün sosyal olayların aktivist bir bakış açısıyla yeniden yorumlandığını gördüm. Modern insana özgü kavramlar çevresinde dönen bir üslupla yazılan kitap Begoviç, Şeriati ve İkbal gibi ilim ve fikir adamlarını referans alıyor.
Hoca bu kitabıyla usul tartışması açıyor
Eseri elime alınca gayet heyecanlı bir üslup buldum. Kitapta, yazıya geçirilmiş vaaz üslubu ile televizyonlarda şahit olunan tartışma üslubu birleştirilmiş. Konu ile ilgili ayet ve hadisler yanında, dünya olayları ve yazarın çıkarımları (içtihad) da delil olarak sıralanıyor.
Ama Hayri Kırbaşoğlu Hoca, ilmihalin çerçevesini öyle geniş tutuyor ki bu ister istemez kelamî, felsefî, siyasi tartışmaları da gündeme getiriyor; resmen usul tartışması açıyor Hoca. Hadis usulü de dahil buna; mevlit, tasavvuf, tefsir ve fıkıh usulü de. Böyle olunca adı geçen ilimlerden, eser ve kişi isimlerinden, olaylardan haberdar olmayanları bir boşluk içinde bırakıyor yazar. Okuyucu anlıyor ki bu “Ahir Zaman” çok karışık, kaosun hakim olduğu bir zaman. Bu kaos bu ilmihal ile aşılamaz; ya başka ilmihaller yazmak gerek ya da bu ilmihali süzmek, tartışma metni olmaktan çıkarıp hap yapmak gerek.
Herkese göre değil
Ayrıntılara girip eseri tartışacak değilim. Ben, kitabı zihnimde bulundurduğum zincir, takoz ve çekme halatı ile okuduğum için tartışmalı konulara rezerv koyuyorum. Ama her okuyucu için böyle bir durum olmadığı için eseri herkes okumalıdır, diyemem, diyemiyorum. Ne dediğim anlaşılsın diye bir örnek vereyim.
Hayri Hoca, 32 farzı da 54 farzı da hem geleneksel bulduğundan hem de günün meselelerine bu maddeler arasında değinilmediği için insanımızı yanlış yönlendirdiğinden hareketle, geçmiş ulemaya, medeniyete, geleneğe karşı kalemin ucunu oldukça sivriltiyor. Ben Hayri Hoca yerinde olsaydım, 32 Farzı, 54 Farzı şekil olarak korur, maddelerin yanına “ve” koyar, onları genişletir ve gelenekten hareketle İslam’ın bütün zamanları kuşattığını, zamanın ruhuna cevap verdiğini gösterirdim. Böylece üzümü önceler, bekçiyi Allah’a havale ederdim.
Adı üzerinde “ahir zaman”dayız; yani kıyamete yakınız. Eser, adıyla hem bu geleneği hem de en son yazılan ilmihali çağrıştırıyor. Dediğim gibi göz ardı edilmeyecek bir kitap ama işin aslını, literatürünü bilenlere; herkese değil….
Kamil Yeşil duyurdu
|
Cüneyt Özcan
06.05.2010
17:01
| İTTİHATÇI ZİHNİYET TASFİYE EDİLİYOR-10mesud akgül
Partisi ile vizyona koymaya çalıştı. Ancak bu kez de siyasi yasaklı hale getirildiği için SP’nin başına bir Sabetayist olan Numan Kurtulmuş getirilerek çıkmaza sokuldu. Türkiye’de SAĞ-SOL ayırımı bitti. Onun yerine HAK-BATIL anlamındaki MİLLÎ-GAYRİ MİLLÎ ayırımı ikame edilmiş bulunuyor. Yani siyasal ortam ve yelpaze uygun durumdadır. AKP Batıcı gayri milli kesimi, SP ise Millî Görüş’ü temsil edecek ve Türkiye demokrasisi bu eksen üzerine inşa edilecektir.Numan Kurtulmuşun sonu ise çok yakındır.
İTTİHATÇI ZİHNİYET TASFİYE EDİLİYOR-8mesud akgül
Şimdi ise bu duruma resmiyet ve hukukilik kazandırmak istemektedir. Demokratik siyasal alana gelince tıpkı İttihat ve Terakkiden CHP ve DP çıkarıldığı gibi Erbakan da Millî Görüş’ten iki parti çıkarıp Türkiye demokrasisini tek merkezden yönetmeyi planladı. Ancak bu şimdiye kadar pek mümkün olmadı. Önce 12 Eylül sürecinde bunu ANAP ve Refah Partisi ile yapmaya çalıştı. ANAP bir Sabetayist olan Mesut Yılmaz’ın eline geçince bu mümkün olmadı. Sonra 28 Şubat sürecinde bu planı AKP ve Saadet
İTTİHATÇI ZİHNİYET TASFİYE EDİLİYOR-5mesud akgül
partili bir dikta rejimi tesis ettiler. Sonra oluşan muhalefeti kontrol altına almak üzere DP’yi kurdular. Böylece Sabetayist Yahudi Toplumu bir zümre oligarşisi oluşturup muvazaalı iki parti ile dışarıdan güdümlü Türkiye Demokrasisini işletmeye aldı. Kantarın topuzu fazla kaçınca demokrasiye ayar vermek için 27 Mayıs 1960 darbesi yapıldı. Sonra toplumu sağ-sol diye ayırıp bu siyasal zemin üzerinde CHP-AP muvazaası ile demokrasiyi işletmeye çalıştı. Peki, Erbakan ne yaptı?
İTTİHATÇI ZİHNİYET TASFİYE EDİLİYOR-6mesud akgül
Önce ordu içerisinde millî derin devlet oluşumunu gerçekleştirdi. Ecevit bunun farkına vardığında kontrgerilla diye niteledi. Sonra Millî Görüş mesajını topluma yansıtmak üzere siyasi partiler kurdu. SAĞ-SOL ayırımı yerine HAK-BATIL ayırımını ikame etmeye çalıştı. ABD farkına varınca, 12 Mart Muhtırasını Erbakan’ın devlet içindeki bu derin yapılanmasının kökünü kazımak için planladı. Ancak Erbakan bu süreci millî derin devlet ile kontrol edip yönetti. Bunun üzerine ABD yeni bir darbe planı
İTTİHATÇI ZİHNİYET TASFİYE EDİLİYOR-7mesud akgül
planı yaparak bu gidişe kesin bir son vermek istedi. 12 Eylül 1980 darbesi bu amaçla planlandı. Erbakan millî derin devlet aracılığıyla bu süreci kontrol edip yönetti. Erbakan bu süreçte Refah Partisi’ni birinci yapıp 54. Hükümeti kurunca ABD bu kez 28 Şubat 1997 post modern darbe sürecini başlattı. Erbakan bu süreci de millî derin devlet eliyle kontrolüne geçirip tersyüz ederek tamamen devleti ele geçirdi. Böylece millî derin devlet legal hale getirilerek MİLLÎ DEVLET konumuna getirildi.
11 Mart 2010 Perşembe 12:38
|
Lütfi Hocaoğlu
06.05.2010
18:43
| Cengiz Bey,
Ahd için gelen kelime tekil ise tekil, çoğul ise çoğul anlam verilir. Tekil kelime ahd için gelirse çoğul anlam verilemez. Ahd 3 şekilde olur:
1. Ahd-i zihni: muhatap bahsedilenin ne olduğunu anlamaktadır. En çok olan budur.
2.Ahd-i zikri: Daha önceki cümlede geçen bir kelimedir. O kelime kastediliyordur. Ama buradaki kural, önce geçenin nekre olması gerekliliğidir.
3.Ahd-i huzuri: Konuşma sırasında kastedilen varlık oradadır. Yani ahd cins ile karıştırılmamalıdır.
Cins için gelmesi için tekil gelmelidir. Çoğul gelen durumlar cins için olamaz. Cins için gelince tekil gelince çoğul anlam verilebilir. Cins için gelen durum da üçe ayrılır:
1.Lamu-l cins: Bir varlığı değil, varlığın doğrudan cinsini ifade eder.
2.Lamu-l hakiki: O cins içinden tek bir varlığı ifade eder.
3.Lamu-l istiğrak: O cinsin tüm varlıklarını kapsar. Bu da ikiye ayrılır: Birincisinde tüm varlıkları kapsar (lamu-l istiğraki hakiki), ikincisinde lokalizedir (lamu-l istiğraki örfi). Örfi olan belirli bir yerdeki tüm varlıkları kapsar. Muhtemelen sizin ahd diye kastettiğiniz “el-kavl (sözler)” bu grup. Yani terminoloji farklılığımız var. Üstad Süleyman Karagülle’nin söylediği “el-alemin” kelimesi bu nedenlerle istiğrak için olamaz. Çünkü çoğuldur, cins için gelemez. Bu nedenle istiğrak olamaz. Ahd için olur.
Sizin ahd olarak kastettiğiniz “lamu-l istiğraki örfi” ise bir bölgedeki sözleri dinlemektir ki belagat kurallarına uygun olur.
Daha önceden Süleyman Karagülle bu ayetin tefsirini yaptığında şunu söylemişti: “Biz her söze kulak verme mekanizmasını kurmalıyız. Topluluk içinde bu işle görevli kimseler olmalı ve haberleri almalı, süzmeli ve bizi ilgilendirenleri değerlendirmeli.” Buradaki her söz lokal olarak değerlendirilince bu lokalizasyon size göre bir grup, bize göre tüm Türkiye olabilir. Lokal değil umumi olarak değerlendirirsek tüm dünya olur.
Bunların her biri içtihat konusudur. Herkes kendi içtihadına göre hareket eder. Herkes kendi içtihadından sorumludur.
Süleyman Karagülle bugün göz ameliyatı olduğu için yaklaşık 1 hafta boyunca yorumları okuyamaz.
Allah işinizi rast getirsin, selamlar.
|
Cüneyt Özcan
07.05.2010
09:01
| Süleyman hocaya geçmiş olsun. İnşallah cc. gözleri açılır.
Cengiz bey ve Lütfi beyden Allah cc. razı olsun.
|
Vahap Alma
07.05.2010
15:59
| Allah Süleyman Hoca’ya acil şifalar versin ve O’nun ilminden daha nice yıllar faydalanmayı nasip etsin.
|