Yoğun ibadetli zamanlar
1336 Okunma, 3 Yorum
Hayrettin Karaman - Yeni Şafak
Hilmi Altın

 

Hayrettin Karaman
hkaraman@yenisafak.com.tr

25 Mart 2010 Perşembe



http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=25.03.2010&y=HayrettinKaraman

Müminlerin hayatı, kulluk bilinci ve bu bilince uygun davranış bakımından bölünemez. Müminin biri "dini çerçeve içinde, Allah kulu olarak", diğeri "din dışı, nefsinin veya başka birinin kulu olarak" iki hayatı olamaz. Mümin belli zamanlarda, belli şekillerde Allah'a ibadet eder; bu özel manada ibadettir (tapma, tapınma). Bu zamanlar ve şekiller dışında dünyadaki hayatının gerekli kıldığı faaliyetlerde bulunurken de Allah'ı, dini unutmamak, davranışlarını Allah'ın izin ve rızası çerçevesi içinde tutmak yükümlülüğü vardır. Böyle bir şuur, sınır ve hassasiyet içinde olduğu sürece mümin yine kulluk vazifesini yapmaktadır ki, buna da "genel manada ibadet" diyebiliriz.

Bir namazdan diğerine, bir cumadan diğerine, bir Ramazan'dan diğerine, bir umreden, bir tavaftan diğerine kadar geçen sürede mümin, "genel manada ibadet"in şartlarına riayet ettiği sürece hep bu adı geçen "özel ibadetleri" yapıyor gibi değerlendirilir; bu ibadetlerin sevap, feyiz ve etkisine nail olur.

Müminin -uykusu dahil- bütün hayatının bir tek Allah'a kulluk olarak geçmesi ve böylece "yaratılış amacını gerçekleştirmesi" yukarıda açıklanan özel ve genel ibadetlerine bağlıdır. Genel ibadet (kulluk) halinin elde edilmesi, namaz, oruç, hac, umre, itikaf, tasadduk, kurban gibi özel ibadetlerin yapılması ile sıkı bir ilişki içindedir.

Günümüzde insanların özel ibadetlere ayırdıkları zaman ve şuur ile dünya işlerine ayırdıkları zaman ve şuur arasındaki denge iyice bozulmuş, "dünya için azami", "ibadet için asgari" zaman ve çaba hali oluşmuştur. …

...Bugünün dünyasında bu zamanları kullanmayanları bekleyen tehlike, her günlük hayatları içinde sık sık (gizli, ince) şirke düşmek, bir Allah'a kulluktan çıkarak başkalarına ve başka şeylere kulluk etmektir.

YAZININ TAMAMI İÇİN BAKINIZ: http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=25.03.2010&y=HayrettinKaraman

YORUM:

Kavramların anlamları da insanlar gibidir. Doğar, büyür, yaşlanır ve ölürler. Kavramlar bir yönüyle de toplumlar, devletler gibidir kavramlar. Kavramlar özellikle, doğarken, gelişirken, olgunlaşırken, yaşlanırken ve ölürken büyük sorunlar ortaya çıkar. Önceki toplumun bozulan, kokan son dönem teori ve uygulamalarından kurtulamayan yeni toplumu gibidir. Köhnemiş kurumlar, anlayışlar o devleti yıktığı gibi ondan sonra kurulan devletin de başına sürekli sorun olmaya devam eder. Bu durumların yararlı yönleri yanında doğru yararlanılmazsa çok büyük zararları da vardır.



610 yıllarında yeni bir medeniyet olarak doğan İslam medeniyeti ve onun yeni anlamları ile doğan kavramları da zamanla dışarıdan içeriden yıpranmış, hastalanmış, yaşlanmıştır. Yaşlandıkça tedavi olmaya çalışsa da hastalıklara karşı koyamamıştır.



Bu durum diğer kavramlar gibi ibadet kavramı için de geçerlidir. İnsanın bilinçli tüm ruhunun, bedeninin davranışlarının en optimum bir şekilde nasıl değerlendirilmesi gerektiğini ifade eden “ibadet” kavramı zamanla meyveleri dökülmüş, yaprakları dökülmüş, dalları kırılmış ve gövdesi çürümeye başlamıştır. Elde kalan tohumu da uygun yer ve zamanda ekme yerine elden ele dolaştırıp seyretme moda olmuştur.



Başta namaz ibadeti olmak üzere ibadetlerin tümü fonksiyonlarını kaybetmiştir. Zamanın nasıl planlanacağı, geçirileceği, sosyal hayattın nasıl oluşacağı gibi birçok özelliği içeren namaz ibadetinin bırakın binasını, tefrişatını, kullanım özelliklerini, iskeleti hatta temeli bile bozulmuştur. Arap toplumunu 10 yılda (622-632) en dipten en yükseğe çıkaran güzelim namaz ibadeti bugün meyve vermeyen dibindeki meyveleri de çürümüş ağaç durumuna düşmüştür. Muhteşem diye anlatılan binanın yanına geldiğinizde yerinde gelenek yelleri esmektedir. Namaz ibadeti, yıpranmış, bozulmuş, odaları kalmamıştır. Kalan bir odası da yanlıca eğilip- kalkma, birkaç dua (dua okuma da bozulmuş…) okuma gibi loş, tozlu bir durumdadır.



Bilimsel gelişmelerle planlanmış, sosyal v.b hayatın kaynağı olması gereken namaz, kısmen toplumsallaşma ve ahlak verme, inanca bağlama özellikleri dışında özelliklerinin çoğunu yitirmiştir. Namazı tanımayanlara (bildiğiniz kadarıyla ve eksik de olsa) namazı anlattığınızda gördüğü, duyduğu hatta kıldığı namazla hiçbir ilgisinin olmadığını hemen fark eder ve haklı olarak şöyle tepki verir: “Bu anlattığınız namaz nerede…”.



Özetle, ibadet anlayışında gelenekler ibadetleri sarmıştır, boğmuştur. Tapınma ile hayat birbirinden kopmuştur, birbiri ile çelişmeye başlamıştır. Tapınma, ya yaratıcının bir ihtiyacı gibi görülmeye başlanmış ya pörsümüş haliyle mizansen, tiyatro sahnesindeki gerçeği olmayan görüntüler duruma düşürülmüştür ya da kişinin yaratıcısını anlama, onun evrendeki düzenini, fiziksel, sosyal, biyolojik yasalarını öğrenip ona göre yaşama yerine ondan torpil beklenilen bir sahte bir yakarışa dönüşmüştür.



Örneğin, namaz ibadeti, insan hayatının uyku dahil bütün zamanlarını ve davranışlarını evrensel yasalara göre yönlendirdiği bir olması gerekirken, okuması, hareketleri, işi, gezmesi gibi hayatının her anının nasıl geçirileceğini ifade etmesi gerekirken, yalnızca pörsümüş bir yakarma seviyesine indirgenmiştir. Namazda Kur’an okumak farz ama niçin, ne okunuyor, bunlar nasıl uygulanacak v.b tarafları kaybolmuştur. Namazın zaman planlaması özelliği ile mesai saatlerinin güncel, bilimsel planlanmasına bir kolaylık ve yardımcı olması gerekirken çalışan kişilerin kaytardığı, çalıştıranların da mesaiye engel gördüğü bir duruma dönüşmüştür.



Namaz ibadetinin bir özelliği de çalışmada ve yaşamada birbirileri ile anlaşabilen insanların sosyal, ekonomik yaşamlarını açık, şeffaf toplantılarda birlikte nasıl planlayacaklarının ifadesidir. Namaz, insanların sosyal varlıklar olduğu, birlikte yaşamın doğru bir uygulaması ve gereği olan toplantılar yapma, tam katılımla karar alma, yönetişim ve sorunlulukları paylaşma v.b durumların yani günümüz ifadesi ile demokrasinin kaynağı, uygulama örneği olması gerekirken engeli olarak gösterilmeye çalışılacak duruma düşürülmüştür.



Namaz, bir eylemden diğerine geçerken, bir ortamdan diğerine geçerken dinamik kalmadır. Namaz, günü öldürmememdir. Namaz, toplantıları, o topluluğun genel kurulu olarak görme ve alınan kararlara uymadır. Namaz, bilimsel olarak sosyal hayatın nasıl planlanacağını, nasıl yaşanacağını açık toplantılarda, herkesin her yönüyle katıldığı bir eylemdir. Namazın en büyük özelliklerinden biri; dinamik, kararları kendisinin aldığı, başkalarına kul köle olmadan alan topluluğu oluşturmaktır.



Şu anda ibadetler hakkında ne söylersek söyleyelim çok fazla bir şey ifade etmiyor. Bu nedenle bütün görüş sahipleri kendi görüşlerini ortaya koysunlar, planlasınlar, projelendirsinler, uygulasınlar hangi görüş sosyal ve ekonomik hayatta daha verimli sonuçlar veriyorsa insanlar zamanla o görüşleri benimsemeye başlar.



Kur’an’ın yeniden, bilime göre, geleneklerden, hurafelerden ve diğer önyargıdan uzak olarak anlaşılması ve uygulanması duası ile…

 

Hilmi Altın


YorumcuYorum
zkafkas
26.03.2010
11:54

Allah razı olsun,her zamanki gibi çok güzeldi.

Hayatın namaza göre planlandığı günleri görmek inşallah nasip olur.

Hilmi Altın
26.03.2010
20:09

zkafkas’a

Allah sizden razı olsun.

Yazıyı yolda yazdım. Baız eksiklikler var. Örneğin, önerilerin Bucak seviyesinde bir öneri olarak değerlendirilmesi gerektiğini anlatamamışım. İslam zorlamacı, tekelci bir anlayış değildir. Herkes sosyal hayatın daha iyi insanların daha huzurlu olması için öneride bulunur. İsteyenler kendi bucaklarında bunu denerler. Başarılı olan bucakları halk benimser. O anlayış yaygınlaşır.

zkafkas
26.03.2010
21:40

Haklısınız, bu şekilde bir hayat tarzını kimseye dayatamayız. Bizce böyle doğrudur bir başkası kendi uygulamasını doğru kabul eder ona göre yaşar.

Ama gerçekten alışılmışın dışında düşünmeyi kabul etmek çok zor. Ben merkeziyetçi anlayışı terkedene kadar çok çatışma yaşadım kendimle ama sağolun sizin gibi abilerimizin açıklamaları beni tatmin etti şu an herkesin istediği hayatı yaşaması gerektiğini düşünüyorum.





Sayı: 41 | Tarih: 21.03.2010
Zülfü Livaneli
Atatürk’le ilgili bilinmeyen bir anı
2141 Okunma
3 Yorum
Ali Bülent Dilek
Ebubekir Sifil
Filistin Davası
1930 Okunma
15 Yorum
Zafer Kafkas
Ahmet Hakan
İmanımı kurtar Ekrem
1859 Okunma
10 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Reşat Nuri Erol
Vergi adaletsizliği
1480 Okunma
3 Yorum
Ilker Ardic
Mümtazer Türköne
Balkan Savaşları'nın ordusu
1407 Okunma
1 Yorum
Arif Ersoy
Hayrettin Karaman
Yoğun ibadetli zamanlar
1336 Okunma
3 Yorum
Hilmi Altın
Mahir Kaynak
Tepki siyaseti
1309 Okunma
Süleyman Karagülle
Ali Bulaç
Feryat edenler!
1305 Okunma
Ahmet Yasir Erol
Mehmet Altan
Siyasal milliyetçilik önce AK Parti’yi vurur
1277 Okunma
5 Yorum
Mehmet Hikmetumut
Ruşen Çakır
Solculara İslam konusunda pratik öneriler
1269 Okunma
1 Yorum
Tayibet Erzen
Oktay Ekşi
Sürahi Çatladı mı?
1254 Okunma
Vahap Alma
Dücane Cündioğlu
İnsan İnsan Ola ki Uslubunca Öle
1254 Okunma
3 Yorum
Abdülkadir Altınhan
Rahmi Turan
Nemrut Mustafa Mahkemesi
1196 Okunma
1 Yorum
Serdar Turan
Mehmet Niyazi
Kütüphanemizdeki hazine
1160 Okunma
Abdurrahman Erol
Fehmi Koru
Gönlünde merhamet, gözünde iki damla yaş...
1122 Okunma
1 Yorum
Ahmet Kirtekin
Can Ataklı
ABD 250 yıllık geleneğini Türkiye’nin hatırı için
1095 Okunma
Mesut Karaaytu
Mehmet Şevket Eygi
Bir Devir Sona Ererken
1090 Okunma
Emine Hocaoğlu