İnsan İnsan Ola ki Uslubunca Öle
1250 Okunma, 3 Yorum
Dücane Cündioğlu - Yeni Şafak
Abdülkadir Altınhan

— "Söylentiye göre, ağ, büyüklüğüne, genişliğine, biçimine, sağlamlığına, tuzaklara göre kendisi için gerekli örümceği örermiş."

Villa Amalia'da böyle söyler Pascal Quignard.

Hani şu, "Dünyanın Tüm Sabahları" adlı muhteşem filmin kendisinden uyarlandığı romanın sessiz yazarı.

Ne kadar da doğru!

Hakikaten de ağı ören her ne kadar örümcekse de örümceğe karakterini kazandıran da bir o kadar ağın kendisi değil midir?

Öyledir.

* * *

İmdi, Georges-Louis Leclerc'in üslûb hakkındaki o ünlü vecizesini hatırlamanın tam da sırası.

Buffon Kontu, Fransız Akademisi'ne seçilmesi vesilesiyle îrad ettiği "Discours sur le style" (25 ağustos 1753) başlıklı nutkunda aynen şöyle der:

— "Le style c'est l'homme même!"

Bu vecizenin Osmanlıcasının, hakikate tanıklık etmek bakımından aslından hiç ama hiç farkı yoktur:

— Üslûb-ı beyan aynıyla insan!

Yani hiçbir kepçe, kazanda olmayanı dışarı çıkaramaz.

VE nefis en çok dil sürçmelerinde tecellî eder; kişinin kendini kontrol edemediği anlarda... neyse o olduğunda... doğal olduğunda... kendi olduğunda...

İnsan en çok ne zaman doğal olur ve/veya en çok ne zaman kendi olur?

Elbette, kızıp öfkelendiğinde ve/veya şiddetle arzuladığında...

Niçin?

Çünkü insan ancak kendini (akıl yoluyla) kontrol edemeyecek denli duygularının tesirinde olduğu zamanlar tüm çıplaklığıyla bâtınını gözler önüne serer. En doğal ânı, hakikatte en duygusal ânıdır.

En kontrolsüz olduğu an!

Bu nedenledir ki ne kadar baskılamaya çalışırsa çalışsın, üslûbu, muhakkak kişinin mizac ve karakterini ele verir.

Zuhurun şiddeti, zuhur edecek olanın (zahir'in) varlığa gelmek iştiyakının şiddetincedir. Varolmak iştiyakı şiddetten yoksun olduğunda, ortada ne cilveden, ne tecelliden eser kalır.

Yaratılan aynı zamanda yaratandır, kaçınılmaz olarak.

* * *

"Duygular, yaşam üslûbuyla aslâ çelişmez!" derken Alfred Adler'in de söylemeye çalıştığı budur aslında.

Balzac yaşadığı gibi yazdı, Hugo da öyle. (Balzac, Hugo'nun tam da aksine güçlü olanı önceden teşhis edip yanında almayı ömrü boyunca beceremedi. Hep geç kaldı.)

Tevfik Fikret'le Mehmed Akif'in şiirleri arasındaki farkı ortaya çıkaranın kişilikleri olduğunu söylediğimizde, acaba o kişilikleri ortaya çıkaranın ne'liğini merak etmekten vaz mı geçeceğiz?

Şairler şiirlerini şekillendirdikleri kadar şiirleri de onları şekillendirir. Her daim yaşama biçimlerinin içinde saklıdır şiiriyetleri.

Bunda kuşku yok!

David'in veya Ingres'in üslûbuyla Delacroix'nın veya Turner'ın üslûbu, sadece sanatlarıyla değil, yaşamlarıyla da belirlenmiştir.

Van Gogh'la Paul Gauguin'i, Henri de Touluse-Lautrec'le Edgar Degas'yı bütünüyle birbirinden ayıran üslûb farklarını acaba nerede arayıp bulacağız? Tablolarında mı, yaşamlarında mı?

* * *

Soru ne yapıp edip kendisini gözönünde tutmaya devam ediyor.

Bu kaçınılmaz. Çünkü eser ile müessir arasında olduğu gibi, örümcek ile ağ arasında da diyalektik bir ilişki var. Eser sahibi eserinin mahiyetini nasıl etkiliyorsa, eser de aynı şekilde sahibini etkiliyor ve hatta belirliyor.

Ne var ki akıl burada kendi yasasını dayatabilir: "Bir şeyin nedeni olan şeye, neden olduğu o şeyin kendisi neden olamaz!" (Başka bir ifadeyle: "İllet olan şey kendi malûlü için malûl olmaz.")

Füsus'ul-Hikem şarihi Ahmed Avni Konuk'un bu yasa hakkında yaptığı yorumun nazar-ı dikkatten kaçmasına izin vermeyelim:

Kendisi, Tecellî İlmi'nin aklın bu hükmünü feshettiğini söyler; ve zikredeceği misâlin, Batılıların skolastik tabir ettikleri kıyl u kal cinsinden olmayıp bir hakikat-ı zahire olduğunu bilhassa belirtir:

Zikrettikleri misâli, kendi ifadeleriyle aynen aktarıyorum:

— "Bir hattatın yazdığı levhanın illeti o hattatın vücududur. Zira hattatın vücudu olmasa o levha mevcud olmaz idi. Binaenaleyh hattatın vücudu illet ve levhanın vücudu da o illetin malûlüdür. Fakat o kimsenin nisebinden bir nisbet olan hattatiyet [hattatlık] sıfatı olmayıp da bu sıfat ondan bir levha yazıp izhar etmesini lisan-ı isti'dad ile taleb etmese, o şahıstan bu levha zuhûra gelmezdi. Şu hâlde levhanın icadına sebep olan şey kendi mucidinden vücudunu taleb etmesidir. Bu surette levha malûl iken, emr-i ızharın (tecellînin) illeti olur; ve bu vechile illet olan hattatın vücudu, emr-i ızharda kendinin illeti olan levha-i malûlün illeti olmuş olur. (Yani hattatın vücudu emr-i ızharda malûl ve hem de levhanın icadına illet olduğu gibi, levhanın vücudu dahi hem illet ve hem de malûl olur.)"

Keşke daha anlaşılır bir Türkçe kullansaydı diye düşünüyorsan ey talib, dikkat et, çünkü sözün özü şu:

Bir şeyin nedeni olan şeye, neden olduğu o şeyin kendisi pekâlâ neden olur.

Dilersen, aynı hakikati, seni etkileyeceğini bildiğim bir Alman düşünürden de aktarabilirim; Martin Heidegger'den...

— "Der Künstler ist der Ursprung des Werkes. Das Werk ist der Ursprung des Künstlers. Keines ist ohne das andere." (Sanatçı eserin sebebidir. Eser de sanatçının sebebidir. Biri olmaksızın diğeri olmaz!)

* * *

Demek oluyor ki cilve ve tecellinin bilgisini her şeye rağmen akıldan değil, aksine şehvet ve öfkenin özünden temin edeceğiz.

Masumiyeti bize günahlarımız öğretecek. Güya sultanı olduğumuz şu ağ! Gerçekte varlık sebebimiz.

 

 Yorum:

                                 Âyinesi  İştir Kişinin Lafa Bakılmaz

  Bir siyasi ve sanatçının sözüdür bu başlık. Ziya Paşa’nın muhteşem vecîzelerinden biridir. Halkın atasözü niteliğinde gördüğü; Ziya Paşa sözlerinden bir incidir, bu kelam. Mehmet Akif’in tahkîr ettiği bir adamın sözüdür. Kişileri konuşmak şu an bize bir fayda vermez o yüzden bu sözün bugün ne uyandırdığını ve bu ülke de ne anlama geldiğine bakmalıyız.

    Maalesef ki yaşadığımız şu toplumda insanımız her zaman kimin ne yaptığına değil onun hakkında söylenilenlerin nasıl olduğuna bakmakta ve bu söylentiler neticesinde o şahıs, kurum ve sistemi yargılamaktadır. Bundan nasibini alanlar da genelde islami parti, kurum ve kuruluşlar olmuştur. Ve şu an hükümet bu yaranın ağır sancılarını çekmekte ve onu bir zamanlar destekleyenler daha çok ona köstek olmaktalar ve ilk anda onun yanında saf almayıp ona reddiyelerde bulunanlar, şu vakitte daha çok hücuma kalkışmaktalar kaynak aynı olmasına rağmen.

      Hükümeti her daim eleştirmek ona sahici muhalafet olmak politikasını değil onu yıpratma politikasını esas almaktan öte bir şey değildir artık.

    7 senede yapılanlar unutulmuş ya da hiç görülmemiştir. Peki neden, niçin? Sebeb belli hükümet artık palazlanınca Türkiye Cumhuriyeti son ekonomi-politik olaylarla dışarıda palazlanınca ve gücünü gösterince bu coni ağabeylerin hoşuna gitmemiş ve içerideki laicous taifenin 80 yıllık iktidarını da sarsmış ki kartel basınla onu hiçe sayma siyaseti oynanmıştır. Bu olanlar neyse bu düşmanlarımızın temel doktrinidir zaten peki bizim kardeşlerimiz saygıdeğer Milli Görüşçü arkadaşlarımız niye farksız niye hala görmüyorlar. Katsayı zulmünün büyük bir oranla çözüldüğünü, niye hala görmek istemiyorlar hocamızı deviren taifenin üzerine gidip hesap sorulduğunu, neden yüz çeviriyorlar ve inanmıyorlar IMF’ye rest çekildiğine, ne çabuk unuttular 200 senedir ezilmiş bir Türkiye politikasının Davos fethiyle daha geçen sene son bulduğunu.

Neden Ak partiyi bu işlerle yorumlamıyorlar ey kâri?

 

 

Abdülkadir Altınhan


YorumcuYorum
Ali Bülent Dilek
23.03.2010
12:24

Ben saadet partili değil REFAH PARTİLİYİM.bence film orda koptu çünkü fazilet ve saadet partililer adil düzeni terk ettiler.ak partiye gelince gerek r.p.deki tayip erdoğanın taban ve delege çalışmaları(ki bu çalışma İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI’ykende DEVAM ETTİ.)gerek r.p.li prenslerin çalışmaları ve de ak parti kurulurken İLÇE VE İL YÖNETİCİLERİNİN KİMLER OLDUĞUNU BİLDİĞİMİZDEN.(eski anap’lı iş bitiriciler).ak partiyi daha ince bir süzgeçten geçirme gereği duyuyorum.AK PARTİ kurulunca ERBAKAN HOCA;”çoluk,çocuk”demişti iki kelime.SÜLEYMAN KARAGÜLLE üstadımızda;”balon”dedi.tek kelimeyle.işte ilim adamlığıyla,eylem adamlığının farkı.1/2

Yani en azından.ben hep şuna dikkat etmişimdir.dışardan bir örnek;hasan el benna’yla,seyyid kutup mukayesesi,teşkilat başındakinin ilmi az eylemi çok çünkü vakti az,teorisyeninin ilmi çok eylemi az çünkü vakti çok.bunun Türkiye versiyonunu da şöyle düşünürdüm.(karagülle üstadımı ve akevleri tanımadan önce).ERBAKAN HOCANIN İslami ilmi az eylemi çok,NECİP FAZIL KISAKÜREK’in İslami ilmi çok eylemi az.bunların bir ortası olsa ne iyi olur diyordum.işte O kişiyi bekliyor Türkiye ŞERİAT ilimlerini (usul u fıkıh,fıkıh,içtihat,kuran Arapçası)hem de teşkilatını (ADİL DÜZEN PARTİSİ’ni)ona göre kuracak ve yönetecek.aktüel gündemi (ak parti,saadet partisi)takip edelim ama gerçek gündeme daha çok zaman ayırıp çalışmasını yapalım inşallah.ADİL DÜZEN PARTİSİ,ÖN PROGRAM VE TÜZÜĞÜ BİLGİ İÇİN ( akevleradilduzen(at)gmail.com şifre:suleyman1928) mail adresinden ve diğer yazı dosyaları indirilip okunabilir.”MİLLİGÖRÜŞ TARİHİ”YLE İLGİLİ BİLGİ VE BELGE VE ANILARINIZ (1969 BAĞIMSIZLARDAN BUGÜNE AK VE SAADET PARTİSİNE)o mail adresine yollanırsa birleştirip bir külliyat oluşturmamız gerekir diye düşünüyorum.allah(cc) muvaffak etsin.

ahmet
23.03.2010
23:18

Necip Fazıl’ın islam bilgisini tarışalım mı; isteyen elbet tartışacak, fakat faydası ne olacak? Kişileri tartışmak yerine neden yapılan işe bakmıyoruz? Yapılan bir iş doğru, güzel, faydalı ve iyi ise bu takdir etmek gerekmez mi? Aksi ise bunu da yermek gerekmez mi? Adaletin bir yönü de hakkı sahibine vermekse bu konularda uzlaşmak gerekir. Aksi halde hep tekfir-takdis sarmalında döner dururuz.

ahmet
23.03.2010
23:23

İslam kelimesini hangi manada ve hangi bağlamda kullanıyoruz? Ben Karagülle’nin yazılarında bir din devletinden bahsettiğini görmedim. Dine dayalı devlet diye önceki kuşakların bir derdi var. Bakın Ahmet Hakan bile bunu gündeme getirmekle ilgiyi üzerinde topladı. Bunu ilgi toplamak için yaptı demiyorum, aksine bir kuşağın böyle bir gündemi ve zihin yapısı vardı, bunu görmek gerekiyor. Fakat yeni kuşakların böyle bir zihin yapısından gelmediğini de görmek lazım. Sloganlara inanan nesiller bugün artık boşa çıkmış görünmektedir. İçeriği doldurulmamış, uygulamaları görülmemiş, yaygınlaşmamış bir savın marjinalleşmesi kaçınılmazdır. Kanaatimce temeller sorgulanarak bu alanlarda ciddi çalışmalar ortaya konulmalıdır, aksi halde daha iyisi ortaya konmadıkça yapılacak eleştiriler bir anlam ifade etmeyecektir.





Sayı: 41 | Tarih: 21.03.2010
Zülfü Livaneli
Atatürk’le ilgili bilinmeyen bir anı
2137 Okunma
3 Yorum
Ali Bülent Dilek
Ebubekir Sifil
Filistin Davası
1926 Okunma
15 Yorum
Zafer Kafkas
Ahmet Hakan
İmanımı kurtar Ekrem
1855 Okunma
10 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Reşat Nuri Erol
Vergi adaletsizliği
1477 Okunma
3 Yorum
Ilker Ardic
Mümtazer Türköne
Balkan Savaşları'nın ordusu
1404 Okunma
1 Yorum
Arif Ersoy
Hayrettin Karaman
Yoğun ibadetli zamanlar
1332 Okunma
3 Yorum
Hilmi Altın
Mahir Kaynak
Tepki siyaseti
1306 Okunma
Süleyman Karagülle
Ali Bulaç
Feryat edenler!
1301 Okunma
Ahmet Yasir Erol
Mehmet Altan
Siyasal milliyetçilik önce AK Parti’yi vurur
1273 Okunma
5 Yorum
Mehmet Hikmetumut
Ruşen Çakır
Solculara İslam konusunda pratik öneriler
1266 Okunma
1 Yorum
Tayibet Erzen
Dücane Cündioğlu
İnsan İnsan Ola ki Uslubunca Öle
1250 Okunma
3 Yorum
Abdülkadir Altınhan
Oktay Ekşi
Sürahi Çatladı mı?
1248 Okunma
Vahap Alma
Rahmi Turan
Nemrut Mustafa Mahkemesi
1192 Okunma
1 Yorum
Serdar Turan
Mehmet Niyazi
Kütüphanemizdeki hazine
1156 Okunma
Abdurrahman Erol
Fehmi Koru
Gönlünde merhamet, gözünde iki damla yaş...
1117 Okunma
1 Yorum
Ahmet Kirtekin
Can Ataklı
ABD 250 yıllık geleneğini Türkiye’nin hatırı için
1092 Okunma
Mesut Karaaytu
Mehmet Şevket Eygi
Bir Devir Sona Ererken
1086 Okunma
Emine Hocaoğlu