20.03.2010
SOL VE İSLAM/8
Birikim dergisinin Şubat 2010 tarihli 250. sayısındaki “Sol ve İlahiyat” başlıklı dosyasından hareketle kaleme aldığım “Sol ve İslam” dizisini sonlandırıyorum. Bu yazılara olağanüstü tepki almış değilim. Dolayısıyla bunları “yanlış zaman ve yerde yazılmış yanlış yazılar” olarak değerlendirenler çıkacaktır. Olabilir ancak İslam-sol ilişkisinin (daha doğrusu ilişkisizliğinin) Türkiye’nin kronik ve önde gelen sorunları arasında yer aldığını; bunu tartışmak için yer ve zaman seçme lüksümüz olmadığını düşünüyorum.
Gelen tepkilerin büyük kısmını, hiç de şaşırtıcı olmayacak bir şekilde sol ile İslam’ın pekala bağdaşabileceği, dindar bir Müslümanın pekala solcu olabileceği tespitinin reddine odaklanmıştı. Kimileri bana solu ve solculuğu; kimileri de İslam’ı anlatmaya ve bu yolla tespitimi çürütmeye çalıştı. İlginçtir, sol ile İslam’ın bağdaşamamasına ana neden olarak solu gösterenlerin çoğu İslamcı; İslam’ı gösterenlerin çoğuysa solcuydu.
Açık konuşmakta yarar var: Her iki türden eleştiriden hiç ama hiçbir şey öğrenmedim. Bir kere bunların hiçbiri yeni değil. Kendimi bildim bileli, her iki uçta yer alan küçük iktidar sahiplerinin, “bilimsel” iddialı değerlendirmelerle sol ile İslam’ın neden asla biraraya gelemeyeceğini, dindar bir Müslümanın neden zinhar solcu olamayacağını açıklama çabalarına tanık oluyorum. Bunlarla bir arpa boyu yol gidemediğimiz de ortada.
Onları kendi katı sol ve/veya İslam yorumlarıyla baş başa bırakıp, daha özgürlükçü, çoğulcu, dayanışmacı, eşitlikçi sol ve İslam yorumlarının olduğunu; yoksa da varedilmesi gerektiğini söylemeye çalışıyorum ve bu noktada yalnız olmadığımı çok iyi biliyorum. Ayrıca en basitinden kendi aile çevremde gözlediğim gibi günümüz Türkiyesi’nde kendilerini itikat olarak tereddütsüz Müslüman, siyasi olaraksa tereddütsüz solcu gören çok sayıda insan var. Öte yandan bir gazeteci olarak yakından tanıma şansını yakaladığım İslami hareket içerisindeki çok kişinin dünyaya ve olaylara aslında soldan baktıklarını, fakat sol siyasi hareketlerdeki İslam karşıtı, hatta yer yer düşmanı tutumlar nedeniyle normalde yaşanması gereken buluşmanın hayata geçmediğini de gözlüyorum.
Korkmayın, tanımaya çalışın
Dünkü yazımda da belirtmeye çalıştığım gibi sol Türkiye’de örgütlü İslam’ı tanımalı, bilmeli, cemaat ve gruplarla belli ilişkiler geliştirmeli fakat önceliği dindar bireye vermeli. Şu ana kadar yazdıklarımı toparlayacak olursak sol hareketler ve solculara İslam, İslamcılar ve dindarlar konusunda şunları öneriyorum:
1) Dini, İslam’ı ve Müslümanları küçümsemeyin, onları ciddiye alın;
Yazının devamı için TIKLAYINIZ.
Yorum :
Elhamdülillah Müslümanız!
Sağ olsun Ruşen Çakır ne güzel sakinleştiriyor insanları. Bir “Dikkat Müslüman çıkabilir!” demediği kaldı. Aslında bütün bu uyarılara hiç gerek olmadığını bilse ne düşünürdü acaba?
Bizim toplumumuzda Müslüman olarak adlandırılan birçok kitle var. Bu kitle çokluğu sağlıklı bir analizi zorlaştırsa da aralarında kabaca bir sınır çizmeye engel değildir.
Kuran’ı hayatın dışına itmiş, pasif, kimseye zararı! olmayan bir kitlemiz var. Bu kitlenin her hangi bir şeyi düzeltme yönünde bir kaygısı yok, onlar var olan cari sistemde yaşamayı, belki üstün bir performans sergileyip bir iki rötuşla bozuk düzene İslami yamacıklar yapıştırmayı hedefleyebilirler. Tabii o bile günümüzde cihat sayılıyor kendilerince.
Başka bir kitlenin insanları kafalarında bir din uydurmuşlar, adı İslam. Ritüelleri özetle namaz, oruç, hac. Ahlaki yapılanması da belli; yalan söylemeyeceksin, hırsızlık yapmayacaksın, en önemlisi komşunu mercek altına alıp günde birkaç kez açlık kan şekerini ölçeceksin. Kuran’ı ise evin ulaşılması en zor yerine koyup iyice koruma altına alacaksın, Onunla çok fazla muhatap olmayacaksın çünkü Kuran’dan işine geleni kabul edip, işine gelmeyeni reddederek, Kuran’ı hayata dahil etmek sıradan değil, daha kıdemli olan dindar Müslümanların işidir. Vallahi bu kadar, bitti. Artık cennet için hazır bir Müslümansın.
Bu Müslümanların sınırları da esnektir (esnek dediysek o kadar da değil, tek rekat sünnet namazını terk etmeyi dahi küfür sayar ama içine sinesine faizli krediyle ev alır), ne de olsa Allah değil kendileri karar veriyor ne yapacaklarına.
Bir de her yıl turistik amaçlı umre ziyareti yapan, başını kapatmayı gericilik sayan(onlara göre örtü emri kavimsel bir gelenek olup, ancak Arap toplumuna hastır), hayvanları kurban etmeyi katliam sayan, ne olduğu belirsiz, kimliğini yitirmiş, kaybolmuş bir kitle var. Onlara ne denmeli ben de bilmiyorum ancak tuhaftır ki onlar da “Müslüman” olarak adlandırılıyorlar.
Görüldüğü gibi toplumda bir kavram kargaşası ve onun doğurduğu bir etiket sorunumuz var. Müslüman’ın kim olduğu Kuran’da açıkça belirtilmişken, hala Müslüman mı değil miyi tartışıyoruz, müminliğe ise daha çok yolumuz var gibi görünüyor.
قُلْ آمَنَّا بِاللَّهِ وَمَا أُنْزِلَ عَلَيْنَا وَمَا أُنْزِلَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَالْأَسْبَاطِ وَمَا أُوتِيَ مُوسَى وَعِيسَى وَالنَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِنْهُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
De ki: “Biz, Allah’a, bize indirilene; İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene; Musa’ya, İsa’ya ve peygamberlere Rablerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbiri arasında ayırım yapmayız ve biz, ancak O’na İslam olanlardanız.”
(Ali-İmran 3/84)
Herkes kendini yoklayıp hangi kitleye dahil olduğunu bulabilir ve ancak o zaman neye, ne kadar teslim olduğunu bilebilir. Elhamdülillah müslümanız ama neye teslim olmuşuz farkında mıyız acaba?
Kötü bir tekrara düşmeyeceğimi bilsem daha önce dergide bazı arkadaşların da değindiği noktaları vurgulamak isterdim ama umuyorum ki bu kadarıyla da derdimi anlatabilmişimdir.