Normal 0 21 false false false TR X-NONE AR-SA
Sanat ve Devlet
Bir sohbet meclisi... Halktan, alelâde insanlar... ve içlerinde de bir derviş, öylece oturmuşlar, kendi aralarında konuşuyorlarmış.
Derken, devlet ricalinden bir zat-ı muhterem, birdenbire meclise dahil oluvermiş. Pek tabii ki o anda hemen herkes ayağa kalkıp hürmet göstermiş kendisine!
Lâkin, bir tek derviş müstesna. Sadece o kalkmamış yerinden. Orada öylece oturmaya devam etmiş.
Rical-i devletten olan zat, dervişin bu saygısızca hareketine çok sinirlenmiş ve biraz da hışımla, "Sizler, hem Kur'an'da, "Allah'a, Rasûlüne ve yöneticilerinize itaat edin/bağlılık gösterin!" ayetini okuyup duruyorsunuz, hem de yanınıza bir yönetici geldiğinde ona saygı göstermek için ayağa bile kalkmıyorsunuz! Ey müslüman, bu ne yaman çelişkidir!" diye kınar dervişi, tam da rakibini en hassas yerinden yakaladığı zannıyla..
Derviş ise hiç istifini bozmaz ve zat-ı devletlilerine şu cevabı verir:
— "Efendim, biz o ayeti okurken Allah adını telâffuz eder etmez öyle bir hayrete düştük, öyle bir zevke daldık, öyle kendimizden geçtik ki 'rasûlü'ne bile sıra gelmedi, nerde kaldı yöneticiler?!"
Şems-i Tebrizî'nin anlattığı bir kıssadır; tefekkür etmek yetmez bu yüzden, biraz da zevk etmek gerek!
* * *
Bir sanatçı sanatına, bir düşünür düşüncelerine, herhangibir siyasî iradenin müdahalesini hoş görebilir mi?
Aslâ!
Düşünür veya sanatçı, kendi istiklâlini korumak adına değil sadece, bilâkis düşüncenin ve sanatın haysiyetini korumak maksadıyla da böylesi bir müdahaleyi hoş karşılamaz. Karşılayamaz.
Bu nedenledir ki düşünce veya sanat adamları, ehl-i siyasetin sadece olumsuz değil, olumlu desteklerinden de uzak durmayı bilmelidir.
Aksi takdirde, ehl-i siyasetin, verdiği bu desteğin bedelini düşüncenin ve sanatın kendisinden tahsil edeceği aslâ unutulmamalıdır.
Alınan destekler, ister istemez, bir süre sonra düşüncenin ve sanatın namusu paymâl edilerek ödenir.
Tıpkı ehl-i hikmetin dediği gibi: Sultana yaklaşma, yanarsın! (Kurb-i sultan âteş-i suzan!)
* * *
Sanat aracılığıyla bazıları mesaj vermeye, bazıları telkin ve tebliğ etmeye çalışıyor. İdeolojik sanatın vasf-ı mümeyyizi bu işte: Mesaj vermek!
Kime? Herkese. Dosta ve düşmana. Hem de topluca. Bir taşla bir sürü kuş.
İdeolojik sanat, özel mesajları olan bir etkinlik türü. Daha baştan tebliğ ve telkin amaçlı. Seçme hakkı vermez, yönlendirir. Baskılar, baskılandırır. "Bak, ben böyle düşünüyorum veya hissediyorum!" demekle yetinmez, bilâkis "Sen de böyle düşüneceksin veya böyle hissedeceksin!" demeyi marifet sayar.
Mesajı vardır, ve bu mesaj bellidir. Kişisel değil, bireysel hiç değil, toplu bir mesajdır bu! Bir toplumun değil, bir topluluğun mesajı.
Muayyen bir duygu ve düşünceyi muhatablara tebliğ ve telkin. Bir tür propaganda. Sanat da bu telkin ve tebliğin fiyakalı aracı.
Siyasetin düşünceye ve sanata ilgisi, düşüncenin ve sanatın kendisinden dolayı değildir; aksine düşünce ve sanatın gücünü propagandaya elverişli bulmasındandır.
Düşünce ve sanatı siyasetin hizmetine sunanların amacı da düşüncenin veya sanatın kendisi değildir; bu güç aracılığıyla elde edilecek olan çıkar ve menfaatlerdir.
* * *
Türkçe'de yayımlanan estetik kitaplarının çoğu, aslında 'Marksist Estetik' üzerinedir. Sanatın teorisini sosyal gerçekliğe dayanarak açıklamaya çalışan bu çizginin ideolojik ısrarcılığı, karşıtlarından çok, bu ısrarın yandaşlarına zarar vermiştir. Toplumsal diyalektiğin ilerici kutbu olan işçi sınıfının sanatsal duyarlılığından dem vuran, burjuva sanatının güya uçuşlarını (!) hafife alan, çoğu derinlikten uzak, naif metinlerdir bunlar. Gerçekçidir. Toplumcudur. Telkincidir. Ama hepsi bu kadar!
90'lı yılların o kişiliksiz, omurgasız, bayağı ürünleriyle piyasanın dolmasına neden olan, gerçekte bu ideolojik sanat yorumudur.
30'lu, 40'lı yıllardaki devlet baskısı nasıl arabesk curcunasını ortaya çıkardıysa, işçi sınıfının gerçekçiliği lâflarını ağızlarından düşürmeyen sol intelijensiya da tam karşıtını yarattı: devrimden ümidini kesmiş, ütopyası kalmamış lümpen sanatını. O Cihangirâne gevşekliği.
(Haksızlık etmemek için belirtmeliyim ki Türk solu, kendini toparlıyor. En azından sanatı, hiç değilse sanatın teorisi alanında daha ciddiye alıyor.)
* * *
Sağ estetik olmaz. İşin bu tarafını geçelim. "Dinî estetik"e gelince, ülkemizde bu terkibin sadece lafzı değil, kavramı da yok ne yazık ki.
Olamaz mıydı? Olabilirdi. O zaman bizler de dinî estetik yorumlarını gönül rahatlığıyla hem temaşa, hem tahlil edebilirdik; yani hem yapabilir, hem de üzerine düşünebilirdik.
Ne var ki siyaset bir türlü izin vermiyor: hem lâ-dinî siyaset, hem dindar siyaset!
Ya köstekliyorlar, ya destekliyorlar. İki hâlde de düşüncenin ve sanatın kendine has eserler sunmasını engelliyorlar. Neticede, ortaya çıkan olumlu veya olumsuz bir tebliğ ve telkin edebiyatından başka bir şey değil.
Bir kompleks edebiyatı. Bu yüzden de bir tebliğ ve telkin edebiyatı!
* * *
Kısaca, bu ülkede düşünce ve sanatın devlet adamlarına ihtiyacı var, devletin adamlarına değil!
Eh tabii ki biraz da haysiyet sahibi düşünür ve sanatçıya. VE fakat kesinlikle tac ile hırkaya değil.
*******
Yorum:
Kurb-u Sultan Ateş-i Sûzanmıdır Aceb ?
İnsan; biyolojik olduğu kadar psikolojik bir varlıktır da. Ve mekanın içinde zamanı yaşar bu fakir insanoğlu. Bir iş içinde ihtiyaç duyar, madde ve güce. İşte bunların hepsi aslında mevcuttur kendi iç bünyesinde. Bir özden başlar her şey his, fikir, irade ve ünsiyetle başlar medeniyet çünkü insan bu taşıdıklarını ifadelendirmeye ihtiyaç duyar.
Tam bu noktada ortaya aradıklarımız çıkar ey kâri nedir onlar bilir misin?
Bu garip ifadelendirmeler şudur ey kâri: sanat hislerin, dil fikirlerin, teknik iradenin, hukuk ise ünsiyetin ifade aracıdır. Peki bu ifadeler bir kültür olabilir mi? Orası benim katımda mechuldur. Lakin bu zübdelerin bir de içtimâileşmiş şekli vardır ki onlarda; Din, İlim, Ekonomi ve Siyasettir.
Tarih ise bu kutubların öne çıkması ve bunun aksine denge halinde olması ile örülmüş çift kutuplu bir medeniyetler silsilesine sahiptir. Ve bugün ise Avrupa son olarak ekonomik gücü ön plana çıkarmış bunu da siyasetle etkili hale çevirmiş ve halka da din/sanat yoluyla halka kabul ettirmeye çalışmıştır aslında bu olay hadîs bir olay değil kadîm bir olaydır. Her güce dayalı uygarlık bunu kendine esas kıllmıştır. Nitekim 60’lı yılların Müslümanları da bu kuvvetlere sahip olalım demişler ve yola çıkmışlardır. Büyük bir kısmıyla da başarılı olunmuştur televizyonları olmuş, siyasi partileri olmuş, bankaları olmuş ama bugün sonuç hüsran olmuş yaptığımız her şey bir rüya olmuştur. Çünkü biz de fakir olan halkın adaleti getirmesini değil gücü ele almasını istemişizdir. Sonuç ise bizi onlardan farksız kılmış ve abdestli kapitalist eylemiştir. Kısaca kurb-u sultanın ateş-i sûzan olduğunun canlı aktörleri olmuşuzdur.
Peki çözüm ne ey kâri biz ne diyoruz?
Biz diyoruz ki; evet bunlara sahip olmalıyız ama nasıl neyle ilk olarak nereden yola çıkmalıyız?
Yola, ilimden çıkmalıyız ey kâri; ilim ile bu güçlerin adil prensiplerini ve adaletli paylaşımını sağlayacak hükümler üretip uygulamalıyız. Ancak ilmin prensibi, ekonominin üretimi ve siyasetin paylaştırması ardından dinin kontrolüyle seraptan çıkıp çöldeki o yeşil vahalara ulaşabiliriz ey kâri. Belki çok acı çekeceğiz bu uğurda. Belki bunu biz getiremeyeceğiz ama getirenlere basamak taşı olacağız ey kâri bu yetmez mi?
Önce ne yapmalısın ey kâri bilir misin?
Eğer sanatçıysan bu’du sultan ol kurbu sultan değil
Eğer tüccarsan hakkı gözet hissi değil
Eğer siyasiysen emrolunduğun gibi dosdoğru ol hak yolda
Eğer ilim adamıysan tanımını yap ve ispatını sun ey kâri . . .
Şimdi NE’sin kararını ver ve yola çık yol açık …
ey kâri belki bunlar sana basit gelebilir ve bununla mı diyebilirsin ama unutma ki; bir çiçekle bahar gelmez ama her bahar bir çiçekle başlar
ves'selam