MESCİD-İ AKSA VE DİNLER BAHÇESİ
Son zamanlarda ilgi çekici biçimde hız kestiği görülen Dinlerarası Diyalog faaliyetlerinin İslam Dünyası'nın hangi derdine deva olduğu sorusu hiçbir zaman sahici bir cevap bulmadı. Buna mukabil Müslümanlar'ın bilinçaltında yol açtığı tahribatın semerelerini geçen zaman daha net gösterecek.
Cami ile kilise ve havrayı aynı ortam içine almanın, "yok aslında birbirimizden farkımız"ın kabullenilmesini mümkün kılan, ustaca kurgulanmış bir bilinçaltı atraksiyonu işlevi görmediğini kim söyleyebilir?
Böyle dendiğinde "Bizim geçmişimizde cami ile kilise ve havra zaten bir arada yaşamıyor muydu?" karşılığını vererek ikinci bir atraksiyona başvurulur genellikle. Oysa bizim geçmişimizde cami ile kilise ve havranın bir arada bulunabilmesinin, tamamen İslam hakimiyetinin sağladığı bir imkânla mümkün olduğu asla göz ardı edilemez, bir.
Söz konusu imkânın sağladığı hayat tarzı, farklı din ve kültür mensupları arasında bugünkünden çok daha fazla şeyin paylaşımını –hem de "mecburen" değil, "gönüllü katılım"la!– mümkün kıldığı halde, bugün olduğu gibi inançlar arasındaki sınırların flulaştırılması gibi bir duruma asla rastlanmaz, bu da iki…
Diyalog faaliyetleri söz konusu olduğunda gözden kaçırıldığını düşündüğüm çok hayatî bir noktanın yansımalarından birisidir burası. O nokta, Diyalog faaliyetleri zımnında yapılanlardan/söylenenlerden, yani işin "görünen yanı"ndan daha çok, bu faaliyetlerin Müslümanlar'ın bilinçaltında yaptığı yıkıcı etkidir.
Diyalog faaliyetlerinin diğer tarafları için çok fazla önem arz etmeyebilir, ama "mutlak hakikat" ile sahici bir "mensubiyet" ve "temsil" ilişkisi içinde bulunan Müslüman'ın, bilincini oluşturan kodlarla böylesine aymazlıkla oynanmasına müsaade etmesi söz konusu olamaz. Müslüman, Efendimiz (s.a.v)'in ifadesiyle "Allah'ın yeryüzündeki şahidi"dir ve bu konumun en temel özelliği izafiliğe kapalı oluşudur. Dolayısıyla bir müslümanın, "Ben hakikatin tek şahidi değilim" demesi eşyanın tabiatına aykırıdır…
www.filistinetkinlik.com sitesinde bir haber: İsrail, Camp David ve Oslo anlaşmasıyla Mescid-i Aksa ve el-Halil'e 400 metre mesafede kalmayı taahhüt etmişken, şimdi Mescid-i Aksa sınırları içinde bir sinagog inşa etmeye başladı. Bu yıl içinde tamamlanması planlanan sinagog, üstelik de bir camiin sınırlarını tecavüz ediyor…
Diyalog penceresinden bakıldıkta, İsrail'in bu girişimini "Dinler bahçesi" projesinin yeni bir versiyonu, hatta İsrail'in söz konusu projeye "katkısı" olarak okumak –en azından "tutarlılık" adına– mümkün olsa gerek! Eğer böyleyse ya "çevresi mübarek kılınmış" Mescid-i Aksa için yeni bir konum belirlenme, ya da "mübarek kılınmış çevre" içine bir sinagogu da dahil etme zarureti kendini gösterir!.. Neresinden baksanız problem!..
Şu bir gerçek ki, Filistin meselesi hiçbir zaman bizim Diyalogcular için gündeme getirilmeyi hak edecek öneme sahip olmadı! Filistin'in, Mescid-i Aksa'nın, orada akan kanın ve yaşanan vahşetin bizimle hiç ilişkisi yokmuş gibi davranmayı tercih eden dünyanın bir parçası olmak nasıl bir şeydir?!..
Yorum:
Dinlerarası diyalog faaliyetlerinin İslamın diğer din mensupları tarafından daha iyi ve doğru tanınması açısından faydalı yönleri olduğunu düşünmekteyim. Lakin konunun politik birtakım hesaplar için kullanılması veya yahudilik ve hristiyanlığın da Müslümanlar gözünde hak din olarak algılanmasının sağlanması yönünde çalışmalara medar olması hakka batılın karıştırılması , islamın sulandırılması anlamına geleceği aşikardır.
Herkesin dininin kendine değerli olması ve kendi için üstün olması yada inancını istediği gibi yaşaması , tebliğ etmesi , inancına uygun giyinmesi ,inancına uygun düzen kurmak istemesi olması gereken bir durum olmakla beraber , Müslümanların müsamaha anlayışlarının ve düzen anlayışlarının da gereğidir. Fakat bu bakış açısının dışına çıkıp müsamaha anlayışını saptırmak yani , her biri değişik görüşler ileri süren ve birbirleriyle çelişki içinde bulunan kimselerin hepsini birden tasdik etmek müsamaha değil aksine ikiyüzlülüktür. İnanç noktasından baktığımız zaman da durum , belirli bir akideye iman ettikten sonra sırf gönülleri hoşnut etmek için inancımıza yüzde yüz zıt inanç ve ideoloji sahibi insanlara ,siz de haklısınız dememiz veyahut belirli bir hayat tarzını kabul ettikten sonra , bizim yaşayışımıza uymayan yollara insanları davet eden kimseleri tasdik etmemiz ,hiçbir şekilde müsamaha ile yorumlanması mümkün olmayan bir nifak alametidir.
Şöyle ki dinlerden birisi Allah birdir derken ,bir diğeri iki ilah kabul ediyor,üç ilah olduğunu söyleyen dinler var. Bazı dinlere göre ilahlıkta eşit seviyede olan birtakım kuvvetlere inanılır. Hatta ilah tanımayan dinler mevcut.Şimdi bütün bu dinlerin aynı çizgide hak dinler olması mümkün mü? Biri insanı tanrılaştırıyor , diğeri Allahı insan mevkiine indirgiyor. Biri kurtuluşun tek yolu ameldir derken diğeri imandır diyor. Bir diğeri ise hem ameli hem imanı şart koşuyor. Nasıl olur da bu üç dinin üçü de haktır denilebilir?
Olması gereken inandığı akidesine ,sadakat ve dört elle sarılarak ,inandığı davasına insanları cesaretle davet etmektir. Yalnız, hiç kimseyi kırmadan ,sataşmadan ,başkalarının inaçlarına saldırmadan ve kimsenin ibadetine engel olmadan bu işi yapacak ve kendi dininin doğruluğuna ikna etmeden önce hiç kimseyi bu dine kabule zorlamayacaktır. Lakin Hakk’ın hak olduğunu söylememek ,batıla da batıl olduğunu bildiği halde ‘Hakdır ‘ demek hiçbir şekilde dürüst ve cesur insanın yapacağı bir iş değildir.
{Yahudiler ve Hristiyanlar ,sen onların dinine uymadıkça katiyen senden hoşnut olmazlar.De ki : Allahın hidayeti gerçek hidayettir.Eğer sana gelen bunca ilimden sonra ,onların hevalarına tabi olursan ,o zaman Allah’a karşı seni koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulursun.} (bakara suresi 120)