Ermeni oylaması
05.03.2010
Bu satırları yazdığım sırada Amerika’da Ermeni oylaması yapılmamıştı. Sonucun ne olacağını bilmiyorum elbette ama her yıl aynı senaryonun sahneye konulmasından ve bizim “Tasarıyı geçirirseniz milyarlarca dolarlık uçak ve silah alımını durdururuz!” diyerek bir çeşit rüşvet teklif etmemizden fena halde utanıyorum.
Nereye kadar sürüp gidecek bu iş?
Meclis üyesi iken bir emekli büyükelçi milletvekili Britanya’da yayınlanmış bulunan Mavi Kitap’ın yasaklanması için Türk parlamentosunun Britanya parlamentosuna mektup yazmasını ve bu mektubu bütün milletvekillerinin imzalamasını önermişti.
Çok saçma bir girişimdi bu.
Britanya’da parlamentonun kitap yasaklamak gibi bir âdeti yoktu. Bu mektup TBMM’nin kendisini küçük düşürmesiyle sonuçlanacaktı.
Kürsüye çıkıp bunu anlatmak istedim ama izin verilmedi. Zaten bir milletvekili için en zor şey kürsüde konuşabilme izni alabilmektir.
Meclis Başkanı Bülent Arınç’ı odasında ziyaret ettim. Konuyu anlattım, mutlaka konuşmak ve Meclis’i uyarmak istediğimi söyledim.
Bu zorlamalar sonunda kürsüye çıkabildim ve yapılan işin yanlışlığını, bir Batı parlamentosuna ‘kitap yasakla’ diye mektup yazmanın anlamsızlığını belirten bir konuşma yaptım.
Daha sonra bazı çok bilgili ve saygın milletvekilleri dehşet içinde ‘yahu başına bir şey gelmesin!’ dediler.
‘Niçin?’ diye sordum.
‘Tehcir sözünü kullandın’ dediler.
O zaman anladım ki ‘tehcir’in zorunlu göç ettirme anlamına geldiğini ve 1915’te çıkan kanunun adının bu olduğunu bilmiyorlar.
Bilinmeyen sadece bu da değil.
Biz Türkler, tarihimiz konusunda bu kadar bilgisiz olmasaydık, her şeyi daha iyi göğüsleyebilirdik.
Osmanlı’nın yaşadığı en büyük travma olan Balkan Göçü bile ilk kez bir filmde gösterildi. Veda filminde.
Oysa bu konuda sayısız roman, film ve şiir yazılmış olmalıydı.
Ancak o zaman New York’a giden bir Türk genci ‘siz Ermenileri kestiniz!’ suçlaması karşısında afallamaz ve Osmanlı’yı yıkmak isteyen Batılı devletlerin, bu amaç uğruna imparatorluğu oluşturan halkları birbirine düşürerek aralarına kan davası soktuğunu, Balkanlar’daki Türk katliamını, yok oluyoruz korkusuna kapılan aptal İttihat Terakki yönetiminin ve kan içici Teşkilat-ı Mahsusa’nın işlediği suçların sorumluluğunu üstlenmediğimizi anlatabilirdi.
Ama çocuklar iyi yetiştirilmedi. Osmanlı’nın diğer halkları gibi Müslüman Türk ahalinin de korkunç acılar çektiği anlatılmadı.
Sadece ‘biz Türküz, kırarız dökeriz’ hamaseti yapıldı.
Zaten el âlemin istediği de bu ‘terminatör Türk’ imgesini yerleştirmekti. Onların ekmeğine yağ sürüldü.
Oysa o gençler dedelerinin anlattığı hikâyelere kulak verseler onların Balkanlar’da, Kafkasya’da, Orta Doğu’da çektiği korkunç acıları öğrenebilirlerdi.
Bu işin yolu ‘hiçbir şey olmadı, bütün dünya bize düşman’ demek yerine olup biteni kavramaya çalışmak ve Cumhuriyet’i kuran Atatürk ve arkadaşlarının bu konularda ‘ellerinin temiz’ olduğuna dikkat etmektir. Eğer Mustafa Kemal Ermeni işine bulaşmış olsaydı bu Cumhuriyet kurulamazdı.
***
Meclis’te imzalanıp gönderilen mektubun akıbetini mi sordunuz?
Anlatayım.
Altı ay sonra Londra’dan TBMM’ye bir mektup geldi. Mektupta şöyle yazıyordu. ‘Talebiniz ilgili klasöre konmuştur.’
İngiliz diplomasisini bilenler bunun ne kadar nazik bir aşağılama olduğunu çok iyi anlayabilirler.
YORUM:
OKUMADA ÖNYARGILAR YIKILMADAN,
2.Abdulhamit Han Ulu hakan mı Kızıl Sultan mı?İşte bu her söze kulak vermemenin ve
Sözün iyisine uymamanın acı tezahürlerinden birisi.Demek ki daha bizim insanımız kitap
Okumayı bile bilmiyor.Nerde kaldı anlayacak ve gereğini yapacak.
Peki kitap nasıl okunur?
İşte KUR’ANI ANLAMA METODU’ndan;
“Önyargı iki şekilde gerçekleşir:
Birinci önyargı, kendi kafamızdaki bilgileri esas alıp onları kitaba yüklemek suretiyle aslolandan uzaklaşmak, böylece kitabın ifade ettiğini anlamayı önlemek şeklinde gerçekleşir.
Yani kitapta başka şey kastedilmiş olur, ama biz ondan başka bir şey anlarız; veya anlamak isteriz. Oysa, kitaptan doğru bir şekilde yararlanabilmek için onun ne demek istediğini doğru anlamak gerekir. Kitaptaki bilgileri anlamak, onları kabul etmek anlamına gelmez. Yani siz kitabın manasını tahrif ederek başka şey anlayacağınıza, kitabın manalarını doğru anlayıp size uygun olanı kabul eder, uygun olmayanı reddedersiniz. Bilmenin zararı yoktur.
Bilmek, doğrulardan yararlanma ve yanlışlardan korunma, yararlı olanları alma, zararlı olanları atma imkanını verir. Bundan dolayıdır ki bir kitabı okumaya başladığımız zaman, doğru veya yanlış ayırımı yapmadan önce, o kitapta neyin ifade edildiğini anlamaya çalışmak temel esas olmalıdır.
İkinci önyargı, daha baştan kitapta mevcut olan hükümleri doğru veya yanlış kabul etmek şeklinde gerçekleşir. Önce kitabın ne dediğini anlamak, daha sonra da anlatılanları muhakeme ederek ifade edilenlerin doğru veya yanlış olduklarına ondan sonra karar vermek gerekir. Daha baştan hiç bir araştırma yapmadan o kitapta olanların doğru olduğunu kabul etmek veya yanlış olduğuna inanıp reddetmek, o kitabı anlamaya ve ne dediklerini kavramaya engeldir. Bu tutum ve anlayış, kitabın yanlış anlaşılmasına sebebiyet verdiği gibi; aynı zamanda ondan gereği gibi yararlanmanın ortadan kalkmasına da sebebiyet verir. “Kuranı Anlama Metodu;sahife:20.
Sadece O kitabı okumak ve anlamak niyetiyle toplanılmadan ne anlamak nede amel etmek
mümkündür.Çünkü daha baştan O’nun yazarına önem vermiyor,O’nu bir kenara sıkıştırıyorsunuz.Demek ki niyetiniz bozuk.Allahu Teala da bozuk niyetli işleri kabul etmez ve kişinin yüzüne bir paçavra gibi çarparlar.
Demek ki maalesef Zülfü bey haklı.İnsan seviyesine çıkabilmek için çok çalışmalıyız.Merhum Mehmet Akif Ersoy(rh.a)’in dediği gibi hemde canlarla başlarla çalışmalıyız.Bütün kardeşlerime acilen KUR’AN’I ANLAMA METODU’nu en başta okumalarını tavsiye ederim.