Demokratlarımız
KAÇ gündür yargı reformu ile ilgili düşüncelerimizi sizinle paylaşmak istiyoruz ama önümüze ya “paşaların gözaltına alınması” olayı, ya Cumhurbaşkanı'nın, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı'yla görüşmesi çıkıyor. Bugün de Başbakan'ın -mutat üzeremedya patronlarına, “Atın o sütun yazarlarını işten!” mesajı içeren konuşması çıktı.
Biliyorsunuz bazı meslektaşlarımıza ve üniversitede hocalık yapan bazı aydınlarımıza göre demokrasimiz müthiş bir gelişme içindedir.
Doğrusu demokrasinin gelişmesi bizim de özlemimiz ama galiba demokrasi deyince bu arkadaşlar ve Başbakan başka şeyden, biz başka şeyden söz ediyoruz. Hani derler ya, “Maksud (maksat) bir ama rivayet muhtelif” diye... Bunun tam tersi söz konusu, çünkü burada, “Rivayet bir ama maksud muhtelif!.”
Sebep basit:
Biz, her insanın kendi düşüncesini özgürce ifade ettiği, bu yüzden ekmeğiyle oynanmadığı, baskı altına alınmadığı, hapsedilmediği bir rejimin adının “demokrasi” olabileceğini söylüyoruz.
Bizim bildiğimiz demokrasilerde de başbakanlar medyaya sık sık kızar. Yeri gelir eleştirir de... Ama medya patronlarına, “Sen nasıl patronsun? Adamlarına söz geçiremiyor musun?” demezler. Çünkü bunun denebildiği yerde “demokrasi”den söz edilemeyeceğini herkes bilir.
Başbakan Erdoğan bir süre önce “Yalan yazıyorlar” yahut “Gerçekleri çarpıtıyorlar” diyordu. Böylece olayları kamuoyuna kendisinin istediği gibi sunmayanlara kızdığını anlıyorduk.
Belki bazı örneklerde de haklı idi.
Anlaşılan sıra şimdi, onun istediği gibi düşünmeyen, beklediği yorumu yapmayanlara geldi. Onları da işten attırabilirse sıra, kendisi alkış beklerken susanlara gelecek.
Sonra da birileri Türkiye'de demokrasinin geliştiğini savunacak.
Sadece Başbakan değil, işin tuhafı karşımıza geçip “demokrasi havariliği” taslayan bazı yazarlar da aynı telden çalıyorlar. Örneğin özellikle bir iki kalem beğenmedikleri -veya karşıt görüşte oldukları- sütun yazarlarını ve gazete yöneticilerini sistemli kampanya açarak o medya grubunun patronuna şikâyet ettiler. Onunla kalmayıp “Şu adamları o görevden uzaklaştır” yahut “kov” mesajı verdiler.
Bunun “demokrasi”den vazgeçtik en basit insan -ve özellikle iş- ahlakı ile bağdaşması mümkün değildir. Dahası pek de parlak olmayan medya tarihimizin en kirli sayfalarında bile bu ahlaksızlığın örneğini bulmak imkanı yoktur.
Yorum:
Demokratları-n-ız
İnsanların duygularını en çok etkileyen adaletsizlik çeşidi, kendisinin yapmadığı bir suçu ona yüklemektir. Oktay Ekşi ve O’nun gibi düşünenler (CHP mantığı) hep bu yola baş koymuş ve saçmalamayı ilke edinmişler.
Türkiye tarihi itibariyle çok önemli bir dönemeçten geçiyor. Bir yanda ‘’Şanlı İstiklal Gazisi Türkiye’’ öte yanda ‘’karanlık ve de cerahatli yaraların deşildiği ve kurumların dokunulmaz yapılarının içindeki kırılmalara diklenen Türkiye’’. ‘’Eski’’ Türkiye’yi taşıyamaz oluyor, ‘’yeni’’de henüz tam olarak kurumsallaşamadığı için kifayetsiz kalıyor.
İnsanlar belli bir dönem içinde mutlaka saf tutmak zorunda kalıyor. İnsanların öteki yüzü tam da bu noktada ortaya çıkıyor.
Siyasetin yeni temsilcisi AKP olurken, kendilerini modern sanan okumuş-yazmış seçkinler tutuculuğu sahiplenir olmuş. Uzunca bir dönem yakın çevrelerini bırakın kendilerine bile kendilerini ‘’çağdaş’’ olarak yutturan bu insanlar şimdi ‘’gerici ve tutucu’’ olmaktan kurtulamıyor.
İlerici olup tutucu davranmak, demokrat olup gerici davranmak, adil olup hukuksuz davranmak istiyorlar. Bunu da kısmen başarıyorlar. Öteki yüzlerini görmemizi hep AKP perdesi engelliyor.
Korku, yorgunluk, oy doyumsuzluğu mu bilmiyorum, dimdik ve istikralı gidemeyen AKP onlara koz veriyor. Çünkü genel anlamda bakıldığında AKP’nin olumlu yanları olumsuz yanlarından fazla. İstikrarlı gidemeyen ve bazı fikirlerini sonlandıramayan AKP, Kürt Açılımı’nı başlatan, Alevi Sorununa el atan, anayasayı değiştirmek isteyen, yargı reformunu savunan, Avrupa üyeliğini tek başına ciddiye alan, eğitim ve sağlıkta ciddi reformlar yapan, kısacası olumlu yanları daha derin izler bırakacak bir partidir. İşte tam da bu noktada ‘’ilerici tutucular’’ AKP’nin bu olumlu yanlarını görmeyip olumsuz yanlarını bahane olarak kullanıyorlar. Sonra da gidip CHP’nin ‘’ilerici-tutucu’’ ya da ‘’tutucu-ilerici’’ çizgisine yapışıyorlar.
12 Eylül Anayasası’nın değişimine karşı çıkmak, Kürt Açılımı’na destek olmamak, yargı reformunu yanlış bulup hukuksuzluk yapmak, sırf AKP yapacağı için AKP’nin bütün faaliyetlerini reddetmek ve yanlış bir muhalefete sığınmak onlar için öteki bir yüz olmaktan başka bir şey değildir.
CHP daha doğrusu Deniz Baykal’ın çizgisi size nasıl bir ilericilik mantığı sağlıyor? Demokratlıksa amaç demokrat olun. CHP’li iseniz CHP’li olun. İkisi bir arada imkansız gibi duruyor.
Saygılar…