Kadınlara şiddet
1155 Okunma, 0 Yorum
Hayrettin Karaman - Yeni Şafak
Hilmi Altın

 

Hayrettin Karaman, hkaraman@yenisafak.com.tr, 07 Mart 2010 Pazar

 

Kadınlara şiddet

 

İslam'dan önceki Arapların kadına, kız çocuğuna, soyca düşük saydıklarına, gariplere, kölelere... karşı haksız, sert, insafsız, ölçüsüz davranışları vardı. İslam bunları yasakladı, peygamberimiz de yeni topluluğun "sevgi, barış, merhamet ve dayanışma" dini olan İslam'ı, özümseyerek yaşamaları ve gelecek nesillere aktarmaları için bir ömür boyu gece gündüz gayret etti, çaba gösterdi. Buna rağmen eski kötü huyları ve alışkanlıklarına dönenler olurdu ve Peygamberimiz onları "Sende hala İslam öncesi kültürün izleri var" diye uyarırdı.

 

Peygamberimiz ile O'nun eğittiği seçkin ve örnek nesillerden sonra Müslümanların, hem İslam öncesi kültürlerinin hem de farklı çevre kültürleri ile temas sonucu bunların tesiri altında kalmaya ve aslında İslam'a aykırı olan bazı davranışlarını ya hadis uydurarak, ya ayetleri ve hadisleri yanlış yorumlayarak meşrulaştırmaya çalıştıklarını görüyoruz.

 

Bu faaliyetin odaklandığı noktalardan biri de aile ve erkek-kadın ilişkisi oldu. Ailede erkekler, ekonomik ve fizik güçlerini kullanarak mutlak otorite olmaya yöneldiler. Aile reisliği "huzurlu ve mutlu bir aile için gerekli olan düzen"in bir aracı olmak yerine tahakküm aracı haline geldi. …

İlgili nasların bağlamlarını, şartlarını göz önüne almadan, Kur'an'ı ve Sünnet'i bir bütün olarak ve mutlaka maksadı da gözeterek anlamaya çalışmadan "Sünnettir diye birden fazla evlenmeye, Kur'an izin veriyor diye kadın dövmeye" kalkıştılar. Kızları kadınları ya mirastan mahrum ettiler veya "kızların daha az pay almalarına karşı erkelere yüklenen mali ödevleri" yerine getirmediler...

 

Bunları niçin yazdım?

İşte sebebi:

Kadın sorunları ile ilgili kurum tarafından yapılan araştırmaya göre, Türk kadınların yüzde 39'u 'tokatlanma, itilme, yumrukla vurulma, boğazının sıkılması, bir yerinin yakılması, silah, bıçak gibi aletlerle tehdit edilme ya da bunların kullanılması' sonucu fiziksel şiddete uğruyor. Başka bir ifadeyle her 10 kadından 4'ü eşi veya birlikte olduğu kişi tarafından fiziksel şiddete maruz kalıyor…

Yazının tamamı için bakınız: http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=21234&y=HayrettinKaraman

 

YORUM:

Şiddetin oluşumunda şiddeti yapanın belirlenmesi, cezalandırılması şiddetin önlenmesi için ne kadar önemli ise şiddete neden olan sosyal-ekonomik yapılar da en az o kadar hatta şiddetin kaynağı olmaları nedeniyle daha da önemlidir.

 

Sistemler, insanların davranışlarını etkiler. Sistemlerin oluşturduğu hukuk, ekonomi, inanç, yönetim anlayışları kişileri ve toplumları şekillendirir. Tarih boyunca çatışmacı sistemler, yalnızca toplumları birbirine çatıştırmakla kalmamış, kişileri, grupları, devletleri de çatışma ortamına itmiştir. Çatışmacı yapı; dayanışma yerine tek yönlü salt çıkarcılığı, uzlaşma yerine çatışmayı, hak yerine kuvveti yeğleyen zalim birey ve toplumlar üretmiştir.

 

Herkes, haklıdan yana olduğunu, dayanışma istediğini, şiddetten yana olmadığını söylemektedir. Hiç kimse moda olmayan, beğenilmeyen, kınanan v.b bir davranışı benimsediğini söylemez. Bu anlayış yalnızca kişilerde değil toplumlarda, devletlerde, bloklarda ve insanlıkta da modadır. Buna karşın, kişiler ve toplumların şiddetin olmadığı bir yapıyı nasıl kuracakları ya da şiddeti nasıl engelleyecekleri konusunda “nasıl” ı içeren çözümler yoktur. Bunun mekanizmasından bahsedilmez.

 

Tarihsel modelleri günümüzde uygulamakla kadınlara şiddet konusunu çözmek mümkün değildir. İnsanlık, göçebe döneminden tarım dönemine, tarım döneminden sanayi dönemine ve sanayi döneminden elektronik döneme geçmiştir. Bir dönemden diğer döneme, özellikle sanayi ve elektronik döneme geçişte teknik alanda insanın hafızasının zorlandığı üstün gelişmeler olmuştur.  İnsanlığın teknikte bu denli ilerleme sağlamasına karşılık sosyal alanda göçebe ve genelde tarım dönemi aşamasındaki sosyal çözümlerle hayat sürmektedir. Yönetim mekanizmaları çoğunluğa dayalıdır. Yani çoğunluğu elde edene göre hukuk şekillenmiştir. Daha açık bir anlatımla haklar gücü elinde bulundurana göre belirlenmektedir. Kişi ve toplumlardaki şiddetin genel kaynaklarından biri budur. ‘Kuvvetli olan, çoğunluğu eline geçiren haklıdır’ anlayışı sosyal sorunların kaynağı olmuştur. Bunun devamında kaçınılmaz olarak tekelci yönetim anlayışı ve baskıcılık da gelince eklenince kaçış bulamayan ortamlarda şiddet kaçınılmaz olmaktadır.

 

Kadınlara şiddetin oluşmaması ve önlenmesi için en gelişmiş örnekler veren peygamberler sisteminin ve onun en sağlıklı aktarımı olan son aşama İslam anlayışı zamanla kaçınılmaz sosyal yasalar gereği zamanla geleneksel katı ve bozuk bir anlayışa dönüşmüştür. Çevre kültürlerinden olumsuz etkilenmesiyle değişmiştir, dönemsel değişikliğe ayak uyduramamıştır, gelişememiştir. Şiddet konusunda başkaca çözümleri de üretememe toplumları ve kişileri umutsuzluğa düşürmüştür. Çözümün üretilememesi, üretilenlerin devreye sokulamaması için ciddi engellemeler olmuştur. Ölmüş insanların üzerinden inançlar istismar edilmiştir. Görüşleri/ mezhepleri tekele indiren baskıcı anlayış, mezhepsizliğe giden karışık anlayış öne çıkarılmıştır. Yeni model anlayışlara, çözümlere yer verilmemektedir.

 

Çözüm; öncelikle İslam olmak üzere bütün anlayışları tabu olmaktan çıkarmak, tekel olmaktan kurtarmak bilimin rehberliğine, denetimine vermek, yetki ve sorunluluklarıyla rekabet ortamına sokmaktır.

 

Kutsal kitapların, Peygamberlerin öğretisinin, Kur’an’ın evrensel ilkeleri içeren anlayışlar olduğu genel anlayışı terkedilmiştir. Bunun yerine, vahyin örneğin Kur’an’ın dönemsel, yöresel, donuklaşan yorumları evrensel, değişmez ilkeler olarak gelenekselleşmiştir. Bu genel anlayış bozukluğu, özgürlükleri sınırlamakla kalmamış şiddetin oluşmasına temel dayanaklardan biri olmuştur. İnsanı ruh ve bedenini bir bütün olarak gören İslam anlayışı inanç (akait,  tasavvuf) ve fıkıh açılımlarıyla bin yıllık dönemde şiddetin oluşmamasında önemli gelişmeler sağlasa da bu açılımlar zamanla katılaşıp pörsümüş ve insanların karşısına engeller olarak çıkarak insanlığın önünü tıkamıştır. 

 

Doğu mantığı, donuklaşan, kalıplaşan sosyal anlayışların merkezine dönüşmüştür. Batı dünyasının maddeci yaklaşımına karşı kendi dinamiklerini tepkisel olarak şiddete yönelik algılamıştır. Doğu dünyası kendi ruhsal dinamiklerini ruhçuluk aşırılığı ile kısırlaştırmıştır. İnsan ölçeğinde kurulması gereken ruh beden dengesi, erkek kadın dengesi doğu dünyasında körelmiş ve hakların kullanımına açılan kapılar insanların nefeslerini bile özgürce alamadıkları katı odalara çıkışı tıkayan duvar olmuştur.

 

Batı dünyası, genel olarak tekelci, kuvvete dayanan, hakları sınırlı tutan ve görevleri öne çıkaran, salt çıkar üzerine kurulu bir yaklaşıma sahiptir. Böyle olunca hakları belirlemekte, görevleri saymamaktadır. Hürriyetleri sınırlandırmaktadır. Oysa esas olan görevlerin sayılması ve hakların serbest olmasıdır. Haklar sayılınca kalan durumlar güç, kuvvet sahipleri tarafından görev alanı olarak doldurulmaktadır. Böylece güç kuvvet sahipleri insanlar arasındaki hakları istismar ederek kullanmıştır.

 

Günümüz dünyası henüz hakkın üstün tutulduğu bir yapılanmaya geçememiştir. Her alanda olduğu gibi şiddet konusunda da genel geçerli çözüm üretememiştir. Savaş ve çatışmanın kaçınılmazlığı gerekçesini istismar eden çatışma ve kuvvet yanlılarına kendilerine göre şekillendirdikleri sosyal yapılanmada kuvvetsiz düşen kadını eş ve ortak görme yerine köle konumuna yerleştirmişlerdir. Henüz yerleşik tarım dönemi geleneksel hukukuna göre muamele görmektedir. Kadınlığı istismar edilmektedir. Kadınların hukuk ve toplum karşısında savunması ve güvenceleri yoktur. Yalnızca kullanılabilen cinsel dişi bir obje olarak görülmeye devam edilmektedir. Bunun en önemli nedenlerinden biri cinselliğin yalnızca geçici tatmin aracı olarak görülmesidir. İnsan neslinin sağlıklı devamında cinselliğin önemi ve hakkı henüz verilememiştir.  Gelişmiş bir hayat yapısına geçilmesiyle birlikte kadına şiddet konusunun ve kadının değeri konusunun çözümü beklenirken sonuç beklenildiğinin tam tersi olmuştur. Kadın eşya muamelesine tabi olmakta ve eşyalardaki kullan at devri gibi kadınlar için de kullan at anlayışı seviyesine düşülmüştür. Kadına şiddetin önlenmesi yönündeki çabalar kadın hareketleri batı mantığı ile yapıldığından kalıcı ve haklı çözümler üretememektedir. Örneğin, kadın özelliklerine göre hak ve görevler belirlenmesi gerekirken erkekle çatışabilecek güce kavuşturulan kadın imajı oluşturulmuştur. Çocuk doğurma, büyütme, yetiştirme, aile olma yerine batı mantığı ile kurulmuş ekonomik yapıda ömür boyu ayakları üstünde durmaya çalışan ve bu uğurda bütün özelliklerini kaybeden kadın tiplemesi yerleştirilmiştir.

 

Günümüz dünyasında en önemli sorunlardan biri de şiddetin kişilerin yanında kar kaldığı anlayışının uygulamada ve zihinlerde hüküm sürmesidir.

 

Tarihsel dönemden miras kalan kuvvete dayalı yapılanmaya sağlıksız yargılama eklenince şiddet yerleşik hal almıştır. Onlarca yıl süren davalar ailenin sorunlarını çözeceğine sorunlarına sorun katmakta, şiddeti artırmaktadır. Güç ve kuvvet sahiplerinin yanlış yapmalarını engelleyecek bir yargı mekanizmanın olmaması, haklı olanın hakkını savunacak yargı mekanizmasının da kuvvete göre oluşması şiddetin boyutunu daha da artırmış ve önlenemez duruma getirmiştir. Bunun geri dönüşümü şiddetin artarak yargı güvencesinde devam etmesidir. Aile hukukunun “mihir” gibi şiddet ve mağduriyete karşı ön hazırlığı dikkate almaması ve şiddeti önleyici mekanizmaları dışlaması, anlaşamamazlıklarda “hakemlik” modelini seçenek olarak devreye koymaması, boşanmalarda sosyal mağduriyeti önleme anlayışını yerleştirmemesi şiddetin ve mağduriyetin kanıksanmasını ve pekişmesini sağlamıştır. Buna ek olarak dinlerin toplumsal dengenin sağlanması, kişilerin birbirine kenetlenmesi vida cıvata misali oluşturulması gereken sosyal ve ekonomik haklar zamanla haksızlıkların kaynağı olmuştur. İslam’da kadının ekonomik mağduriyetinin önlenmesine yönelik tedbirlerden olan kadına mihir verilmesi, ailede ekonomik sorumluğunun erkeğe verilmesi gibi dengeler zamanla pörsümüş, işe yaramaz gelmiştir. Çatışmacı yaklaşımla kadının ekonomik alandaki mağduriyetinin kendisi tarafından giderilmesi yöntemine başvurulmuştur. Sorumluluklar artmış ama haklar hala verilememiştir. Sebep olarak da erkekler gösterilerek çatışmacı yaklaşım körüklenmiştir. Genel düzenlerin sömürüye dayanması nedeniyle halka intikal etmeyen ekonomik haklar zamanla halkın kendi içinde çatışmasına neden olmuş ve kadın erke zıtlaşması da bu ekonomik sömürüden nasibini almıştır. Ekonomik olarak çöken erkekler kolay kazanma yolları, hırsızlık, ezebildiğini ezme gibi şiddet ve haksızlıklara yönelmiştir. Bu şiddet en yakın yer olan eşte en büyük hasara neden olmuştur. Bu şiddet, sosyal baskıların azaldığı yerlerde ailelerin kavga ile dağılmasına, sosyal baskının az da olsa henüz devam ettiği yerlerde aile içi şiddet ve kavgalara ve sosyal baskının fazla olduğu yerlerde huzursuzluklara neden olmaya devam etmektedir.

 

Çıkış yolu, halka dayalı ve tam demokratik yasamayla yola çıkmaktır. Yönetimde, yerel, yerinden yönetim anlayışının güçlendirilmesidir. Yasamanın bilimin emrine verilerek bilimselleşmesidir. Bağımsız, etkin saygın, yansız demokratik yargıya geçmektir. Bu da tarafların seçecekleri hakemlik sistemi ile gerçekleşir. Ekonomik yapıların sömürü ve faiz ekonomisinden emeğin değerlendirildiği adil bir ekonomik yapıya geçmek gerekmektedir.

 

Bunlara ek olarak seçeneksiz, iradesiz aile yapılanması da aile içi şiddetin temel nedenlerindendir. Aile olma aşamasında uygun eşlerin birbirini bulamaması, sosyal yaşamın ilkel kalması sorunları önemli etkenlerdendir. Bir taraftan kapalı toplumun temel sorunlarından olan uygun eş olabileceklerin birbirini tanıma ve uygunların birbirini tercih etmesindeki sorunlar, diğer taraftan da çözülen ailenin sorunlarından biri olan eşleşmeye doğru giden yolda tanıma, tanışma, görüşme, belirleme, sözlenme, nişanlama basamakların yasal ve uygulama boyutlarının geçerliliğinin olmaması veya atlanması aile oluşumunda temel sorun olmaya devam etmektedir.

 

Bu konuda sosyal yaşamda serbest ortamda oluşan düzenlemelere gereksinim vardır. Dinlerdeki ibadetlerin fonksiyonlarından biri de budur. Örneğin İslam’daki namaz ibadeti sosyal kaynaşma ve tanışmanın gerçekleştiği ortamlardır. Dinlerin ibadet olarak sunduğu sosyal yaşam önerileri zamanla deforme olmuş ve çözüm olacağına problem olmaya başlamıştır. Bu konuda bütün dinlerin ve sosyal anlayışların yeni projelerle insanlığın karşısına çıkmaları gerekmektedir.

 

Eş veya aile olma durumlarından sonra, anlaşamamazlık durumlarında ayrılamama, kavgalı ayrılma sorunları şiddetin başka bir kaynağıdır. Aile hukukunun hakları haklıya verme yerine kuvvetli olana verme mekanizmasının geleneksel yapıyla pekiştirilmesi yerleşik hal alması şiddetin bir diğer kaynağıdır. Ayrılmayı işkence haline getiren yasa ve gelenekler aile içi şiddeti yerleşik ve alışkanlık haline getirmiştir. Anlaşamayan iki insanın ayrılması gibi doğal bir durum yerine kavga olsa da, şiddet olsa da, kuvvetli olan haklı olanı ezse v.b bütün bu şiddete yönelik durumlarda evli kalmanın kısmen hukukta yerini bulması ve geleneksel yapının bu yönde kemikleşmesi aile içi şiddetin temel dayanağı olmuştur. Başta eş ve çocukların ekonomik ve sosyal haklarının koruma altına alınmaması ve bu durumun tolumda gelenekselleşmesi sorunun temel ve kalıcı nedenleri arasında yer almaya devam etmektedir.

 

Özellikle dişi bireyin hamile kalma özelliği, görev ve hakların oluşumunun temeli olması gerekirken kadının mağduriyet ve istismarının temel nedeni olmuştur. Tekelci eşlik sözleşmelerinde bu durumun baştan dikkate alınmaması ve güce dayalı toplumsal yapılanma kadının sürekli mağdur olması, şiddete maruz kalması ile sonuçlanmaktadır. Aile ortamında en büyük mağduriyet kadın ve çocuklara yapılmaktadır.

 

Gecekondu yapılanması ile oluşan tarım dönemi alışkanlıklarından kalma taşınmazların bölüşüm sorunları günümüz ailesinin çökmesinde temel sorunlarındandır. Taşınmazların değerlendirilmesinde bölünme ve değersizleşmenin önlenememesi aile içi şiddetin bir diğer nedenidir. Taşınmazların bölüşümünün aile hukuku ile paralel çözülememesi, özellikle miras paylaşımındaki kadın erkek haksızlığı aile içi şiddetin başka bir nedeni olmuştur.

 

Özetle, insanlık yeni bir döneme girmiştir.

Bu yeni dönemde yeni hukuk anlayışları: örneğin; hukukun halka dayalı bilim adamları tarafından çoğulcu hukuk anlayışları ile çözümlenmesidir.

 

Yeni yargı mekanizması: örneğin, tarafsız, etkin saygın, yansız, hakemliğe dayalı demokratik yargıya gereksinim vardır. 

 

Yeni sosyal ve ekonomik yapılanma: Örneğin, çoğulcu, dayanışmacı, hakların görevlere göre oluştuğu etkin saygın gruplarla oluştuğu, yerel yönetim anlayışına göre oluşmuş, Bucak ölçeğinde özgür sosyal yaşamların oluşabildiği sosyal yapılanma gereklidir. Karın hak ve meşru, faizin haksızlık ve meşru olmadığı temelde şekillenen bir ekonomik yapının da seçen olduğu bir ekonomik yapıya geçilmelidir.

 

Yeni savunma örgütleri gereklidir: Örneğin, ordunun halka dayalı yapısının daha da yaygınlaştırılarak, halka dayalı savunmanın tam gerçekleştiği, savunmaya katılanların savunma donanımlarına eriştiği, bedelli olmanın da seçenek olduğu güvenlik yapısının tüm halkı kucakladığı bir güvenlik ağına ihtiyaç vardır.     

 

Hilmi Altın






Sayı: 39 | Tarih: 7.03.2010
Yılmaz Özdil
Her şey vatan için!
1281 Okunma
Leyla Okta
Ruşen Çakır
Bu yasak bitsin artık!
1194 Okunma
Tayibet Erzen
Mahir Kaynak
Tescilli cahil
1193 Okunma
Süleyman Karagülle
Ahmet Hakan
Olası referandum oyumu açıklıyorum
1161 Okunma
5 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Toktamış Ateş
Oybirliği...
1157 Okunma
1 Yorum
Osman Eskicioğlu
Hayrettin Karaman
Kadınlara şiddet
1155 Okunma
Hilmi Altın
Mehmet Şevket Eygi
Kimliğim ve medeniyetim
1150 Okunma
Emine Hocaoğlu
Dücane Cündioğlu
Sanat ve Devlet
1148 Okunma
1 Yorum
Abdülkadir Altınhan
Zülfü Livaneli
Ermeni oylaması
1142 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ebubekir Sifil
Mescid-i Aksa ve Dinler Bahçesi
1120 Okunma
4 Yorum
Zafer Kafkas
Nazlı Ilıcak
CHP ve kara çarşaf
1076 Okunma
1 Yorum
Fatma Karuç
Can Ataklı
Eşitlik biri düşünce aklımıza geliyor
1072 Okunma
Mesut Karaaytu
Fehmi Koru
Model ortaklık sınanırken
1070 Okunma
Ahmet Kirtekin
Bekir Berat Özipek
Ahlaksız bir teklifin yıldönümü
1036 Okunma
1 Yorum
Bünyamin Demir
Mehmet Altan
Otoriter ve totaliter ruh her yanda
1033 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Mehmet Niyazi
Leylak Mevsimi'nin hatırlattıkları
1028 Okunma
Abdurrahman Erol
Ali Bulaç
CHP Korkusu
1011 Okunma
Ahmet Yasir Erol
Reşat Nuri Erol
Kapitalizmin dini imanı para
962 Okunma
Ilker Ardic
Oktay Ekşi
Demokratlarımız
929 Okunma
Vahap Alma