23.11.2009
Devleti oluşturan en önemli unsur kuvvettir. Bu gerçeği ünlü Yusuf Has Hacip; "Yaban eşeğini alt etmek için aslan olmak gerek" gibi cümlelerle ifade etmiştir. Ama devleti oluşturan gücü zorbalıktan ancak kanun hakimiyetine dayanması ayırır. Kuvvet ve kanun bir arada olunca, hak duygusuna sahip yargıçlar da görev başında bulunurlarsa, “adalet”in tecelli etmesi için bir engel kalmaz. Biz devletten, şefkatten önce adalet bekleriz; adaletten yoksun olan şefkat en büyük zulümdür; çünkü birine müşfik davranılırken diğerinin hakkı ketmedilir.
İnsanlar her şeye katlanırlar; fakat ayrı muameleye tahammül edemezler. Bütün ceberut devletleri tarumar eden zelzelenin temeline bakan, tebaasına farklı muameleyi görür. Bu topraklarda ebediyete kadar hükümran olmak istiyorsak, tebaamıza farklı muamele yapmamaya özen göstermeliyiz. Baklava çalan çocuğa bilmem kaç yıl ceza verilir, anayasa ile güvence altına alınmış milletin iradesini zorla ortadan kaldırmak isteyenin sırtı sıvazlanırsa, adaletten söz etmek mümkün değildir. Bir mahkeme tutukluyor, diğeri serbest bırakıyor; bu hukukçular aynı fakültelerde okudular; aynı bilgilerden sınavlara girdiler; mesele gelip adalet nosyonuna ve vicdana dayanıyor. Bir de işin içine ideoloji karışıyorsa, yandı gülüm keten helva.
Montesquieu, "Geri kalmış milletler ordularının işgali altındadır." demektedir. Günümüzde milletimiz yeteri kadar gelişmemiş olabilir; ama ordumuz Mete Han'dan beri sürüp gelmiş, çok ileri imparatorluklarımızın savunuculuğunu yapmıştır. Bunun için ordumuz geri kalmış bir milletin ordusunun mantalitesine sahip değildir; olmamalıdır. Dolayısıyla Montesquieu'nün veciz ifadesi bizim millet ve ordu münasebetimizi ifade edemez; etmemelidir.
Bir gücü büyük kılan bizatihi kuvveti değildir; dev gibi kuvvetli olmak, övünülecek bir meziyet olabilir; ama o kuvveti dev gibi kullanmak utanılacak bir durumdur. Gücü yüceleştiren, bağlı olduğu gayedir. Anayasal düzenin en belirgin unsuru millet hakimiyetidir; ordunun görevi de ülkenin sınırlarında kale misali durup milletin hakimiyetini özgürce kullanmasını sağlamaktır. Vasi kim olursa olsun, vesayet altına giren hakimiyet artık hakimiyet değildir. Demokrasinin diğer devlet sistemlerine üstünlüğü, milletin şahsiyet kazanmasına yardımcı olmakta, milyonlarca kişinin tecrübesini devlet hayatına katmakta görünür. Vesayet altına giren bir hakimiyette bunların hiçbiri kalmaz. Vesayet altındaki demokrasiler de mürai ve şarlatanların rejimine döner.
Modern kanunlar yapmak kolaydır; yapamayan dışarıdan kopya eder; iş onu gayesine uygun bir şekilde uygulamaktır. Adaletin tevziinde, görev yargıçlara düşmektedir. Yargıçta bilgi ikinci plandadır; bilmediği bir konuda kitapları açar, bakar. Yargıçta bilgiden önce, vicdan ve adalet nosyonunun teşekkül etmesi gelir. Bunlara sahip değilse, yasaları ihtirasına ve ideolojisine uygun olarak tatbik eder. İşte bu, içinden çıkılmaz bir felakettir.
Hukuk devletinin en önemli özelliği de şeffaflıktır; çünkü vicdanına hesap verebilen, kâinata hesap verir. Televizyon ekranlarında dudaklarının okunmaması için elleriyle ağızlarını kapayıp konuşan adalet mensuplarını gördükçe, nasıl bir ortamda yaşadığımızı daha derinden idrak ediyoruz.
Sofist Trosimaque'nin; "Adaletin, en kuvvetlinin hoşuna gitmekten başka bir şey olmadığını temin ederim." sözü demokrasi hariç bütün rejimlerdeki menfiliği belirtmektedir. Zira demokrasilerde en kuvvetli olan millet hakimiyetidir; o da yasalarda ifadesini bulur. Dolayısıyla demokrasilerde en kuvvetlinin hoşuna gitmek isteyenler, lafzı ve ruhuyla temas ettiği hususlarda, kanun koyucunun iradesine uygun olarak kanunu tatbik ederler.
Sır gibi saklasalar da bütün Batı bilim âlemi, İngiltere Kralı VIII. Henry'nin ülkemize bir heyet gönderdiğini, adalet kurumumuzu incelettiğini ve bu heyetin raporuna dayanarak ileride cihana örnek olabilecek adliyesinde gerekli ıslahatları yaptığını bilmektedir.
Ey insanların yüzünü güldüren, en garibe yaşama sevinci veren, acezenin hakkını, kılıcından kan damlayan kraldan söküp alan ADALET; ne zaman ülkene döneceksin!