MEMLEKETİN herhangi bir köşesinde bir “isyan”, bir “kalkışma”, bir “dağa çıkma” vakası zuhur ederse...
Devlet o “isyan”ı, o “kalkışma”yı bastırır...
Buraya kadar anlaştık mı?
Ama durun bir dakika!
Devlet, “isyan”ı ya da “kalkışma”yı bastırırken, isyan bölgesinde yaşayan herkesi, çoluk çocuk demeden katletmez.
Mağaralara sığınmış zavallı insanları fare gibi zehirlemez.
Yediden yetmişe herkesi kesmez...
Munzur Çayı'nın kan akmasına yol açmaz.
İsyan çıkan bölgeyi havadan bombalayarak haritadan silmeye kalkışmaz.
Kısacası devlet canilik yapmaz.
Hata hatadır... Zulüm zulümdür...
Cinayet cinayettir... Ayıp ayıptır...
Ve hiç kimse ama hiç kimse hatadan münezzeh değildir...
Bir milletin yok oluş anında ortaya çıkan büyük bir “kahraman” da hata yapar.
Celal Bayar da yapar... Saraçoğlu da yapar... Menderes de yapar...
Onların yaptıkları hataları yorumlarken...
“Sene 1937 idi... O dönemde en medeni ülkelerde bile isyanlar böyle bastırılır idi...” dersin...
“Konjonktür” dersin...
O dönemde başka ülkelerde yapılan katliamları sayar dökersin...
“Geçmişi bırakalım / İleriye bakalım” dersin...
Dersin oğlu dersin...
Ama 2009 yılında...
“Ne de güzel bastırılmıştı isyan... Ne de güzel başka çare aranmadan fare gibi zehirleme yapılıyordu” diyemezsin.
Dersen, sonuçlarına katlanırsın.
* * *
2009 yılındayız...
Türkiye'nin en “tahsilli”, en “karıncaezmez”, en “janti”, en “centilmen”, en “kadınları dansa kaldırma konusunda üstat”, en “diplomat”, en “dil bilen”, en “kibar”, en “uygar” adamlarından biri...
Milletin Meclisi'nde...
“Bir isyan nasıl bastırılır?” konusunun tartışıldığı bir oturumda...
İnsanların yediden yetmişe fare gibi zehirlendiği bir katliamı örnek gösterirse...
Dünyanın her medeni ülkesinde...
O adamı tefe koyarlar...
İnsan içine çıkamaz hale getirirler...
Adama Hitler bıyığını da layık görürler, Mussolini çizmesi de giydirirler...
En hafifinden “gereğini yap arkadaş” derler...
* * *
Ama merak buyurmayınız efendiler...
O “medeni diplomat”, bizim memleketimizde ne yalnız kalır, ne de sahipsiz...
“Genel Başkan” çeker yanına “medeni diplomat”ı, verir fotoğrafı ve herkes mesajı alır...
Bir iki Alevi örgütü bir süre daha devam ettirir tepkiyi...
Sonra da olay, milletimizin meşhur “unutkan hafızası”na tevdi edilir.
Seçime kadar da hatırlayan kalmaz. Yani endişeye mahal yoktur efendiler...
Onur'a bir şey olmaz...
Olan yine Dersimli'nin incitilmeye alışkın onuruna olur vesselam...
Yazının tamamı için tıklayınız.
Yorum:
Ahmet Hakan çok güzel açıklamış. Evet, isyanı bastırmanın yolu anaları ağlatmaktır. Kuran’da da böyledir, hayatta da böyledir. Başka yolu yoktur. Ama anaları ağlatmaktır. Anaların analarını ağlatmak değildir. İsyan eden öldürülür, isyan edenin anaları, çocukları, dedeleri, nineleri değil. Onur Öymen başlangıçta sadece isyanın bastırılmasını kastetti diye düşünüyordum. Çünkü tek örnek değil, iki örnek veriyordu. Şeyh Sait ve Dersim isyanını birlikte örnek olarak veriyordu. Ancak daha sonra tepkiler gelince buna dair bir açıklama yapmadı. “Dersim isyanının bastırılış şeklini kastetmedim, bu nedenle iki örnek verdim, kastettiğim isyanın bastırılması isyancıların öldürülmesi ile olur ve bu nedenle isyancıların anaları ağlar.” şeklinde açıklama yapmasını bekledim. Ama Onur Öymen Dersim isyanı ile ilgili Atatürk arkasına sığınma metodunu kullandı, isyanı bastırma yöntemini savundu. Başlangıçta Kemal Kılıçdaroğlu gereğini yapmasını istedi, yani istifasını istedi. Ancak daha sonra klasik bir politikacı davranışıyla Alevileri kışkırtanlar dış güçlerdir diye saçma sapan bir açıklama ile çark etti. (Bakınız 23. Sayı: Politikacı sendromu)
Dersim isyanının nasıl olduğu konusu, olayların ayrıntıları herkes tarafından o kadar derinlemesine anlatılıyor, yazılıyor ki ben onlardan bahsetmeyeceğim. Beni ilgilendiren toplulukta meydana gelen değişim ve değişime karşı CHP’nin direncinin sebebi.
İki devlet anlayışı: hakim devlet, hadim devlet. Türk toplumu değişiyor, CHP direniyor.
Devlet anlayışının iki ucu vardır: hakim devlet, hadim devlet. Bunlar bir yelpazenin iki ucudur. Bir devlet bu ikisinden biridir veya bu ikisi arasında bir noktadadır. Tam hakim devletler genellikle üçüncü dünya ülkelerinde görülür, tam hadim devleti ise ben henüz görmedim. (Hakim: hükmeden, hadim: hizmet eden)
Hakim devlet anlayışında asıl olan devlettir, vatandaş devletin var olması için vardır. Devletin varlığı o kadar önemlidir ki vatandaşın yarısı yok olsa bile önemi yoktur. Hadim devlet anlayışında ise asıl olan vatandaştır. Devlet vatandaş için vardır. Vatandaşın iyiliği, rahatlığı, mutluluğu ön plandadır. Vatandaşı mutsuz, huzursuz olduğu zaman devlet bir işe yaramaz bu anlayışta.
Hakim devlet hakimiyetini memurlarla sağlar. Memurlar o kadar kıymetlidir ki bu devlet anlayışında, halkın üst tabakası olmalıdırlar. Eğer devlet büyükse memur sayısı fazla olduğu için önemli olan üst düzey memurlardır. Üst düzey memurlar bu katı devlet anlayışını benimseyen kimselerdendir ve zamanla toplumun zengin kesimi haline gelirler. Memurların temel görevi vatandaştan devleti korumaktır. Bu memur sayısı zamanla o kadar çoğalır ki toplumun diğer kesiminin vergileri sadece bu memurların maaşı için bile sürekli artırılır. Hadim devlet anlayışında memur vatandaşa hizmet için vardır, vatandaşı ezmek, devleti vatandaştan korumak için değil.
Hakim devlet anlayışında “Vatandaş her zaman suç işler ya da suç işleme potansiyeline sahiptir, yalan söyler” düşüncesi vardır. Vatandaşı bu suç işleme riskinden korumak için her tür hakkını engelleyici yasaklamalar getirilir. Hakim devlet anlayışı ülkeyi bir yasaklar ülkesi haline getirir. Hadim devlet anlayışında ise “Vatandaş potansiyel olarak suç işlemez, doğru söyler” anlayışı hakimdir. Aksi ispatlanmadıkça vatandaş doğru söylüyordur. Bu anlayışta ülke bir özgürlükler ülkesidir. Yasaklar çok az sayıdadır ve yasaklananlar da ancak başka vatandaşa zarar veren fiillerdir. Sadece kendine zarar verecek fiiller kişinin kendini ilgilendirir.
Hakim devlet anlayışı kişinin eğitimini de karışır. Neyi öğreneceğini, neyi öğrenmeyeceğini belirler. Vatandaş devletin izin verdiği müfredat dışında bir şey öğrenemez. Öğrense bile işine yaramaz hale getirilir ki öğrenmesin. Bunun için bilgi resmileştirilmiştir. Hadim devlet anlayışında tevhid-i tedrisat yoktur. Kişi ne öğrenmek istiyorsa onu öğrenir. Eğitimi de kişinin kendi özgür iradesine bağlıdır.
Hakim devlet anlayışının en önemli güvencesi mahkemelerdir. Çünkü devleti koruyan en önemli müessese devletin memuru olan hakimlerdir. Devletin bekasını tehlikede gördüklerinde ki genellikle bu tehlike kendileri gibi düşünmeyen kesimdir, bu kesim hakkında kanunlara uymayan, bir çocuğun bile saçma diyeceği gerekçelerle kararlar alırlar. Hakim devlet anlayışında bu kesimin yeri çok önemli olduğu için hadim devlet anlayışını savunacak düşüncede olan kimseler kolaylıkla buralara yaklaştırılmamalıdır. Hadim devlet anlayışında hukuk, devleti vatandaştan korumak için değil, adaleti sağlamak için vardır. Bu da sadece ve sadece hakemlik sistemi ile sağlanabilir.
Hakim devlet anlayışının önemli araçlarından biri de korkutma ve sindirmedir. Vatandaşı sürekli başına bir şey geleceği korkusu ile tedirgin eder ve böylece kendini emniyette hisseder. Bunun için bazı insanların diğer insanlara ders olacak şekilde cezalandırılması gereklidir. Hadim devlet anlayışında vatandaş devletinden korkmaz, devletini sever.
Hakim devlet anlayışında sürekli olarak vatandaştan kendini koruma ihtiyacı olduğundan bunu sağlayacak illegal kuvvetler ve legal kuvvetler içine yerleştirilmiş gizli çeteler bulundurulur. Bu kuvvetler ihtiyaç görüldüğü anda devleti tehlikeli gördükleri vatandaşlara karşı korumaya alırlar. Hadim devlet anlayışında ise vatandaşa karşı gizli güçler yoktur. Ancak askeri amaçla dış tehlikelere karşı gizli güçler bulunur.
Hakim devlet anlayışı vatandaşının inancını da belirler. Vatandaş devletin istediği gibi inanmalıdır. Bunun için resmi din adamları vardır. Resmi mezhep vardır. Bunun dışında olan inançlara ya müsaade edilmez ya da müsaade edilse bile devlet tarafından desteklenmez. Resmi din görevlileri devletin varoluş politikasına uygun olarak fetvalar verirler ve vatandaşı devletin istediği yere yönlendirirler. Aslında hakim devlet anlayışının kendisinin bir inancı yoktur. O dönemde hangi inanç desteklenmeli, hangi inanca sahip olanların ezilmesi gerekliyse o yapılır. Bazen A inancı desteklenir, bazen B inancı desteklenir, bazen A inancına sahip olanlar cezalandırılır, bazen de B. Önemli olan o sırada devletin bekası için gerekli olan ne ise onun yapılmasıdır. Devlet için tehlikeli görülen inanç ne ise onun yıkılması, faydalı görülen inanç ne ise onun desteklenmesidir. Hadim devlet anlayışında ise resmi inanç yoktur. Herkes istediği gibi inanır, istediği gibi yaşar. İnanç özgürlüğü tamdır. Bu nedenle resmi din adamı da yoktur.
Türkiye Cumhuriyeti genç bir devlettir. Osmanlı Devletinin temelleri üzerinde kurulmuş ve tamamen yeni bir düzen getirmiştir. Bu düzen bir çok kimse için rahatsız ediciydi ve devleti vatandaştan koruma ihtiyacı çok fazlaydı o dönemdeki konjonktürde. Bu dönemde CHP bir devlet partisi olarak kuruldu ve hakim devlet anlayışının temsilcisiydi. Zaman ilerledi, tek partili dönem bitti. Çok partili dönemde hakim devlet anlayışından bıkan, sürekli ezilen vatandaş Demokrat Partiye öyle bir sarıldı ki CHP sandıktan silindi. Ancak hemen hakim devlet refleksleri devreye girdi ve DP başkaları için “ders olsun” idamları eşliğinde saf dışı bırakıldı. Vatandaşın devlet için olan tehlikesi devre dışıydı artık. Ancak zaman yine ilerliyordu ve vatandaşın kafası değişiyor ve giderek daha çok hakim devlet anlayışından uzaklaşmak istiyordu. 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat şeklinde üç ciddi dönem daha yaşandı. Bunlardan 28 Şubat bir dönüm noktasıydı. Sanki son çırpınıştı. Artık devir değişmişti. Vatandaşın devlet için olan tehlikesine karşı son büyük oyunlar o dönemde oynandı. Ancak hakim devlet anlayışına sahip olanların fark etmediği bir şey vardı. Yeni bir nesil gelmişti ve bu nesil dünyayı görüyor, tanıyor, biliyordu. İletişim araçları, internet, bilgisayar çağı artık insanların her şeyi görmesini sağlamıştı. Artık kimse hakim devlet anlayışını istememeye başlamıştı.
Bugün 28 Şubat’ın baş aktörleri olan basının bile artık darbeleri savunmadığını, özgürlükten yana olduğunu, vatandaşı ezen hakim devlet anlayışından hoşlanmadığını görmekteyiz. Evet, artık Allah gönülleri çeviriyordu. Ancak bir grup var ki onlar vazgeçmiyor. Bu kaymak tabaka hakim devlet anlayışından besleniyor. Barolar ellerinde, üst düzey hakimler onlardan. Asker içinde olanları yavaş yavaş temizleniyor. Polis içinde artık bir varlıkları kalmadı. Bu grubu temsil eden bir parti de olmalı. Zenginlikleri ise dedelerinden beri devam eden üst düzey bürokrat olmanın kaymağını yemekten kaynaklanıyor. Bakarsanız, çoğunun sahil kenarlarını mesken tuttuğunu görürsünüz. Zaten son yerel seçim haritası bunu gösteriyor.
Halk değişti. Halk artık hakim devleti istemiyor. Hakim devlet anlayışının temel mantığı olan sindirme, korkutma, ezme politikalarından son derece rahatsız. Dersim isyanının bastırılma şeklinin sanki yeni olmuş gibi halkta uyandırdığı rahatsızlık, darbecilere karşı duyduğu rahatsızlık, hukuk dışı uygulamalara, kendi düşüncesinde olmayan insanlara karşı yapılan adaletsizliklere verdiği tepkiler bunun göstergelerinden birkaçı. CHP ise direniyor. Direnmek zorunda, çünkü varlık sebebi hakim devlet anlayışından kaynaklanıyor. Bu nedenle hakim devlet anlayışına dokunacak her tür hareket onlar için son derece rahatsız edici. Bütün dünyada sol partilere halkın fakir kesimi oy verirken CHP’ye zengin kesimin oy verme sebebi de CHP’nin gerçekte sosyalist bir parti değil, katı devletçi, bürokrat odaklı diye özetleyebileceğimiz hakim devlet anlayışına sahip olmasıdır.
Asıl sevindirici olan halkın artık hadim devlet anlayışını istemesi. Çünkü hadim devlet anlayışı İslamiyet’ten başka hiçbir düzende yoktur. Bu da bizi şu sonuca götürüyor: Adil Düzenin gelmesi yakındır.