'Yan hasar'
…
Aslında Hrant Dink'e yönelik suikastın da darbeyi 'meşru' gösterme amaçlı bir 'sözde' eylem olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor. Azınlık mensubu ünlü birini öldürmek darbeyle düşürülmesi planlanan iktidarı yabancı gözlerde mahkum etmeye yarayacaktı. Sadece Hrant'ın varlığını ortadan kaldırmakla kalmayacak, onun ününü de kullanacaklarmış...
Cenazesinin, bizlerin de katılımıyla, “Hepimiz Hrant'ız” sloganı eşliğinde kaldırılması oyunu bozmuş olmalı.
Hrant Dink benim arkadaşımdı; bir-iki kez Agos yönetimevine gitmişliğim vardır. Şarbonlu mektup hedefi yapılmam işten bile değildi; çünkü 'Agos' abonesiyim... Beykoz'da, Poyrazköy'e fazla uzak olmayan bir yerde oturuyorum... Gazeteye otomobille gidip gelirken çoğu kez Haliç kıyısını izliyor ve Koç Müzesi önünden de geçiyoruz; son 'fasıl' birlikteliğimizi de orada gerçekleştirmiştik...
Bu ülkede 'yan hasar' olmak ne kadar kolay, görüyorsunuz...
Kimbilir kaç hazır manşeti çöpe atmak zorunda kaldılar; bizim de tek tesellimiz bu işte...
Fehmi Koru
f.koru@yenisafak.com.tr
22 Kasım 2009 Pazar
Yorum: İnsan hayatı üzerinden plan yapmak çok basit. Vicdan rafa kaldırılınca geriye sadece bir mühendislik hesabı yapmak kalıyor. Bunu anlamak bir noktaya kadar mümkün; bazı insanlar kendilerini kaybederek böylesi bir noktaya gelebilirler. Asıl vahim nokta ise bazı insanların da böylesi bir tavra/tutuma teşne olması. Bir tarafta koyu bir zulüm diğer tarafta zulmü alkışlamaya hazır bekleyen bir kalabalık! Kalabalığın zulmü ne için, hangi içgüdü ile desteklediğini anlamak güç.
Peki ne yapacağız?
“Zalimin zulmü varsa sevenin Allah’ı var” kıvamında bir kabullenme ile oturup “Mehdi”nin gelip bizi kurtarmasını mı bekleyeceğiz? Yani sonumuz belli belirsiz bir boşlukta sitem ve umutsuzlukla mı geçecek? Ya da iyice karamsarlığa vurup bir cennet hayaliyle kendi cehennemimize odun mu taşıyacağız? Sahi, bu konular neden hep ahiret ile ilgili bir bağlama gelip dayanır? Dünya hayatında elimizin kolumuzun bağlı olduğunu kabul etmekten başka çaremiz yok mudur?
Siyasetimiz dağıtılmış, ekonomimiz işgal edilmiş, ilmimiz dağıtılmış ve dinimiz de eskimiş Midir? Oyun çoktan bitmiş ve biz çorba kaynasın diye koşturan insanlarken sadece kendimizi kandırmak için mi konuşuruz önemli meseleleri? Her şeyin içinin boşaldığı bir anda “önem” aslında “önemsiz ve kabullenilmiş olan”a yapılmış, alışkanlık eseri bir vurgu mudur, sadece?
Velev ki durum bu kadar vahim olsun, yine de sormak gerekmez mi: ne yapılabilir?