19 Kasım Perşembe 2009
Prof. Dr. Halil İnalcık, uluslararası saygınlığa sahip, hocaların hocası bir tarihçimiz. Prof. Dr. İnalcık, geçtiğimiz günlerde önemli bir uyarı yaptı. Arkadaşımız Şükran Pakkan’ın sorularını yanıtlayan İnalcık’ın sözleri Milliyet’te “Osmanlı uyarısı” manşetiyle kamuoyuna yansıdı.
‘Temel sarsılıyor’
Prof. Dr. İnalcık, açılım sürecindeki tartışmaları değerlendirirken şu uyarıyı yapıyordu:
“Türkiye Cumhuriyeti temelinden sarsılıyor. Üçüncü nesil büyük problemlerle karşı karşıya ama bu tabii bir gelişmedir. Bunu nasıl halledeceğiz bilmiyoruz. Biz Osmanlı değiliz. Aynı şeyi biz yapalım, olmaz. Milli bir devletiz. O bir imparatorluktu. Sultanın hâkimiyetini kim tanırsa tebaası oluyordu. Bu bunalım çok kötü neticeler verebilir.”
İnalcık Hoca, bu uyarısını da şu saptamaya dayandırıyordu:
“Türk milletinin bir parçası değiliz hissiyatı doğdu. Onlara kimlik verdi. Türkiye Cumhuriyeti bu realite karşısındadır bugün. Bugün bir bunalım içindeyiz.”
Halil İnalcık Hoca, bugün yaşadığımız sürecin ve tartışmaların özünü bilim adamı objektifliği içinde ortaya koymuş durumda. Siyasetçilerimizin de kendilerini kandırmadan bu gerçeği olduğu gibi görmeleri gerekir.
Milli devlet
İnalcık Hoca’nın da anımsattığı gibi, Türkiye Cumhuriyeti, milli bir devlet olarak kurulmuştur. Osmanlı, içinde birden çok millet ve din barındıran bir imparatorluktu. Türkiye Cumhuriyeti ise bir imparatorluk değildir. Bu nedenle sorunların çözümünde Osmanlı dönemine özenmek gerçekçi değildir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün karşılaştığı sorun milli devlet niteliğiyle ilgilidir. Sorunun etnik ve kültürel kimliğin tanınması olarak tanımlanması, sorunun ulaştığı gerçek boyutuyla tam olarak örtüşmüyor.
İnalcık Hoca’nın, “Türk milletinin parçası değiliz” diye ifade ettiği gerçek, PKK-DTP çizgisinin etnik ve kültürel tanımı aşan “ayrı millet” tezi ve talebidir. Bu çizgide olanlar için sorun, Türk milleti olgusunun bir parçası olarak, demokratik içeriğe kavuşturulmuş üniter devlet yönetimi altında, etnik kimliği ve kültürü yaşamakla sınırlı değildir. Nihai talep Türkiye Cumhuriyeti’nin iki milletli bir devlet olarak yeniden yapılandırılmasıdır. Bugünkü koşullarda bu talep geri çekilmiş gibi görünse de değişmiş değildir. Belki bir ertelemeden söz edilebilir. Bu amaca ulaşmayı kolaylaştıracak her adım bir kazanım sayılacağı için şimdilik hedef küçültülmüştür. Nitekim PKK silahla bağımsızlığa ulaşamayacağını anladığı içindir ki önce bağımsızlık, sonra federasyon tezinden vazgeçtiğini açıklamış, “üniter yapı içinde anayasal tanıma” çizgisine çekilmiştir.
Halil İnalcık Hoca, “Türkiye Cumhuriyeti temelinden sarsılıyor” derken, bu gerçeğe parmak basıyor.
Liderler meydanlara çıkacak
Türkiye önümüzdeki dönem bu konuyu tartışacak. Siyaset bu konuya odaklanacak.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 81 ile giderek açılımın neden zorunlu olduğunu anlatacak. Buna karşın MHP lideri Devlet Bahçeli de meydanlara çıkarak karşı kampanya yürütecek. CHP lideri Deniz Baykal da her fırsatta halka giderek bu konudaki görüşlerini paylaşacak, sürecin taşıdığı riskleri anlatacak.
Liderlerin bu konuya kısa vadeli siyasi kaygıların üzerine çıkarak bakmaları ve İnalcık Hoca gibi bilim adamlarına kulak vermeleri gerekiyor.
Y O R U M :
İSLAMSIZ TÜRKÇÜLERİN ÇIKMAZI
09.09.2009 tarihli yazımda “Türk kimliği” hakkında açıklama yapanları cahillikle suçlamıştım. Haklıydım ama ifadelerimden rahatsız olduğumu söylemeliyim.
Şimdi yine benzer bir ruh hali yaşıyorum.
Halil İNALCIK Hoca kelam etmiş “Türkiye, Osmanlı gibi bir imparatorluk değil” diye. Biz “ulus devlet”mişiz!
Allah ömrünüzü artırsın Hocam, bu hakikati sizden daha önce de duymuştuk!
Ama nedense bu ulusun ırka mı yoksa Müslümanlığa mı dayandığını kanıtlarla açıklamanızı beklemiştik. Hala da bekliyoruz ama nafile! Bu yaşa geldiniz hala tık yok. Ve ben de ümitlerimi yitirmiş durumdayım, haberiniz olsun!
Sayın Hocam, neden Türkü, Kürt gibi bir ırk olarak anlamakta ısrarlısınız? Lozan Antlaşmasından bunları mı anladınız?
Yoksa siz de İSLAMSIZ TÜRKÇÜLERİN stratejik tahrifatları yerin de mi buluyorsunuz?
Otorite olarak bilinen bir tarihçi olarak bir çok konuda konuşabilirsiz, buna kim itiraz edebilir ki?
Ama Üstadım, ilgi alanınıza giren bir konuda konuşuyorsanız, onun da doğrusunu kamuoyuna açıklamakla yükümlüsünüz.
Üstattan beklediğimiz, Lozan Antlaşmasında “Türk”ün ve “Gayrimüslim”in ne anlama geldiği ve Kürdün bu kavramlar dizisinde nereye oturduğunu açıklamak oldu.
Buna biraz da Cumhuriyet tarihinde gün be gün yaşadığınız ve kimliğe ilişkin gördüklerinizi yeni kuşaklara aktarmanız inanın çok daha olacak.
Ne yazık ki, bunları hiç bilmiyormuş ve yaşamamış gibi bilgiden uzak ve son derece politik açıklamalar yapıyorsunuz.
***
Üstad ,T.C.’nin kuruluş sözleşmesine değinmeden, çok sonraları iç iktidar çatışmalarında geliştirilen İslamsız Türkçülüğü benimsemiş bir düşünce adamı gibi Hükümeti uyarma ihtiyacı hissediyor.
Ama Sayın İNALCIK söylediklerine ciddiyet kazandıracak yasal ve tarihsel bir kaynak göstermiyor.
T.C.’nin Osmanlı olmadığı ancak Lozan Antlaşmasına değinilerek açıklanabilir. Üstadın bu konulara girmeye ise pek niyeti yok.
***
Geçen hafta bir başka yorum da Metin HEPER’den geldi. Sayın HEPER, 20.11.2009 tarihli Radikal Gazetesi’ndeki yazısında Erdoğan, Baykal ve Bahçeli’nin PKK-DTP’nin taleplerine nasıl yaklaştıklarını yazmış.
Okudum; keşke okumaz olsaydım…
Bir ülke kuruluş sözleşmesini bu kadar mı ihmal eder?
İnanamıyorum.
Devlet adamları, bilim insanları, siyasetçiler, aydınlar, resmi-gayri resmi tarihçiler, marjinal düşünenler…
Aylardır Demokratik – Kürt Açılım konuşuluyor. Buna Alevi Açılımı eklendi ve yenileri de eklenecek.
Bizim 1990’dan beri konuştuğumuz, yazdığımız, her hükümete taşıdığımız ama en çok da AK Parti ve Hükümetlerini usandırırcasına rahatsız ettiğimiz Alevi Açılımı konusunda da ileri günlerde bir şeyler yazmamız gerekecek.
En azından Demokratik Açılım ve Laik Açılım konusunda kelam edenlerin Lozan’ın 39. ve 44. maddelerinin, ve 1926’da çıkan Türk Ceza Kanunun 159. maddesindeki “Türklük” kavramının ne anlama geldiğini, Atatürk döneminde kimlere nasıl uygulandığını açıklamaları gerekir.
Bunu kimse yapmak istemiyor. Çoğu cahillikten; bilen birkaç kişi de hinliğinden yapmak istemiyor.
Yakın zamanda TCK’nın 301. maddesinde yer alan “Türklük” kavramında değişiklik yapıldı, kimse bu konulara değinmedi.
Hükümet, 301’deki Türklüğün ne anlama geldiğini millete açıkladıktan sonra da değiştirebilirdi; ona bile cesaret edemedi.
Bir millet okumuşu ve cahiliyle geleceğini karartma konusunda bu kadar ısrarlı ise ona kimse yardımcı olamaz.
Kısa ve öz olarak karşımıza şu sonuç çıkmıyorsa ben bu tartışmada yokum:
Lozan Antlaşması’nda Türk Müslüman olarak kabul edilmektedir. Bu anlamda ülkemizde yaşayan asli tüm unsurların ırkı ve etnik kökeni ne olursa olsun hepsi MÜSLÜMANdır.
Müslümanlık Türkiye’nin tek birleştirici kimliğidir. Uluslararası antlaşmalarla ve iç hukukla pekiştirilmiş Müslümanlığa dayalı asli unsurun kimliği, bilinçli çabalarla Türkün içindeki İslamlığı alıp Türk kavramının geçtiği her cümlenin anlamı değiştirilerek tüm siyasal kavramlar ters yüz edilmiştir.
“Ne mutlu Türküm diyene”yi “Ne mutlu Müslümanım diyene”,
“Bir Türk dünyaya bedeldir”i “Bir Müslüman dünyaya bedeldir” şeklinde de anlaşılabilirdi. Ve hiçbir Kürt de bundan rahatsız olmazdı.
Neden yurt dışından bakıldığında Türk, Lozan’da yazıldığı gibi Müslüman şeklinde anlaşılıyor da, ülke içinde alimi ve cahiliyle Türkü ırk olarak anlıyor?
Ne yapılmak isteniyor bu ülkede, bunu kim anlatacak?
Dünyada hukuk metinlerinin hiçbir işe yaramadığı bizim gibi bir ülke tarihte kaç yıl yaşamıştır, bileniniz var mı?
Lütfen bana yardımcı olun.
Not :
Sayın Reşat Nuri EROL'un katkı amaçlı yazısına teşekkür ederim.
Yazımızda düşüncelerimizi doğrulayacak başka ek bilgiler de verebilirdik. Örneğin bu yazımda değinmediğim "MUBADELE" konusu var.
Anadolu'da yaşayan Rumların, Balkanlarda Türkçe bilmeyen ama Müslüman olan Boşnak, Arnavut, Makedon, Pomak...larla değiştirilmesi üzerinde durulması gereken kaziye-i muhkemelerden biridir. Tezimizi doğrulayacak başka bilgiler de var.
Ama ne yazık ki, insanlar bilim adamı da olsa politik ve konjönktürel konuşuyor ve yazıyor.
Elbet birgün gerçeklerin koşulduğu ve bizim yine gerçekler meydanından zorla kovulduğumuz yeni günler gelecek...