Hayrettin Karaman, hkaraman@yenisafak.com.tr, 19 Kasım 2009 Perşembe
Paket Tartışması
Demokratik açılım konusu Meclis'e getirildi, iktidar “amacın, bir süreç içinde demokratik olmayan bütün mevzuat ve uygulamaların ortadan kaldırılması, milli birlik ve beraberliğin sağlanması, akan kanın durdurulması” olduğunu, bunun için yola çıktıklarını ve şimdilik şunları şunları yapmayı düşündüklerini ve bir kısmını da yaptıklarını” açıkladı. Daha ortada paket maket yok iken bir takım yakıştırmalar, vehimler ve uydurmalarla açılıma karşı çıkanlar, “ne yapalım” konusunu müzakereye bile yaklaşmayanlar bu defa “dağ fare doğurdu”, “ortada açık seçik bir teklif, bir proje yok” diyerek yaygara kopardılar ve muhalefetlerini devam ettirdiler.
Cumhuriyet dönemi boyunca millete dayatılan ama bir türlü tutmayan, devamlı arıza çıkaran bazı düzenlemeler ve uygulamalar vardır. Bunların da amacı ümmeti ulusa, bin yıllık kültürü ve medeniyeti yabancı kültür ve medeniyete çevirmek, kısacası batılılaşmaktır.
“Ümmeti ulusa çevirme” projesine bakalım. Bu halk ümmet bilincine sahip iken iyi kötü, güçlü zayıf dönemleri olsa bile genellikle dinini, din bağını, etnik aidiyetinin önünde ve üstünde tuttu. Devletine bile “Türk, Arap, Fars…” demedi, hakim hanedanın adı devletin de adı oldu (Osmanlı, Selçuklu…).
İçten ve dıştan amansız bir yıkma mücadelesi sonunda imparatorluk dağıldı, topraklarımızda otuzdan fazla devletçik kuruldu. Bu devletçiklerin tamamı ulus devlet formatını benimsedi, ama hiçbirinin halkı, bir tek etnik aidiyeti temsil etmiyordu. Hakim olan çoğunluk diğerlerini yok sayınca, kültür olarak yok etmek (asimilasyon) için çeşitli tedbirlere başvurunca, isteyerek veya istemeyerek insanlarda “etnik aidiyet bilincini” uyandırdı. Bu bilinç silah zoruyla, ceza tehdidi ile bastırıldıkça daha da güçlendi. Demokrasi silahı ve baskıyı halkın üzerinden her nerede kaldırdı ise, kaldırdığı ölçüde bu bilinç açığa çıktı, kendini ifade etmek ve gerçekleştirmek üzere harekete geçti. Hasılı cin şişeden çıktı, artık onu geri sokmak mümkün değildir, onun da varlığını bilerek, tanıyarak, meselelerini var sayarak birlikte, huzur içinde, hak ve adalet çerçevesinde bir hayatın formülünü aramak ve bulmak durumundayız. Bu vazife iktidar, muhalefet, medya, etnik grup gibi bir tarafa, yalnızca onlara ait değildir; ülkesini ve halkını seven, birlik ve beraberlikten yana olan, bölünmeyi istemeyen her vicdanlı vatandaşa aittir.
Yazının tamamı için bakınız: http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/Default.aspx?i=19599&y=HayrettinKaraman
Hayrettin Karaman, hkaraman@yenisafak.com.tr, 20 Kasım 2009 Cuma
Demokratikleşme Paketi
Bu ülkede, insan hak ve özgürlükleri temelinde kamil bir demokrasinin olmaması ve yapılan yanlışlıklar yüzünden mağdur olanlar yalnızca Kürtler ve Alevîler değildir.
İşsizler mağdurdur.
Yoksullar mağdurdur.
İnandığı gibi yaşamak isteyen dindarlar (çok sayıda Sünni Müslüman) mağdurdur.
Son yıllarda sesleri daha fazla çıkmaya başladığı için Aleviler ve PKK belası yüzünden Kürtlerin mağduriyeti gündemi işgal etmeye başladı.
Hükümet, toptan retçilerden ürktüğü için daha ileri gidemiyor, daha ziyade psikolojik etkisi olacak bazı tedbirlerle işe başlamak istiyor. Eğer bu hazmedilirse arkadan başka adımları da atacağını, bunun bir süreç olduğunu söylüyor.
Hükümetin zincirleri var, daha hesaplı kitaplı hareket etmek mecburiyetinde. Ama düşünürlerin, yazarların, bilim adamlarının iyi ki böyle zincirleri yok ve düşündüklerini -hapisten, işkenceden, vazifeden atılmaktan, sürülmekten korkmaksızın- söyleyip yazabiliyorlar.
Bu yazıda, Kürt meselesinin çözümü konusunda, farklı kulvarlardan üç zatın tekliflerini yan yana getirmek istiyorum.
Prof. Dr. Mustafa Erdoğan (Star, 29 Ağ. 09):
"Daha önce işaret ettiğim gibi, bana göre, Kürt sorununun demokratik çözümünün anayasal-hukuki çerçevesi şu beş esasa dayanmalıdır: (1) etnik tarafgirliğin reddi, (2) kültürel çeşitliliğin tanınması, (3) kültürel haklar, (4) idari adem-i merkeziyet, (5) demokratik katılımın güçlendirilmesi.
"Etnik tarafgirliğin reddi"nden kastım, dibacesinden başlayarak baştanbaşa Anayasa'nın her türlü etnik imadan arındırılmasıdır. Bunun için en başta, milliyetçi söyleminin zirve noktasını teşkil eden Anayasa'nın Başlangıç kısmının tümüyle kaldırılması gerekir. Ayrıca, devletin adı konusundaki belirsizliğin (m.2: "Türkiye Cumhuriyeti", m.3: "Türkiye Devleti"; m.66: "Türk Devleti") kaldırılması ve sadece "Türkiye Cumhuriyeti" teriminin kullanılması (resmi söylemin de buna göre değiştirilmesi), "Atatürk milliyetçiliğine bağlı" devlet başta olmak üzere milliyetçiliğe yapılan atıfların kaldırılması ve nihayet halihazırdaki etnik esaslı yurttaşlık tanımının (m.66) Anayasa'dan çıkarılması gerekmektedir…"
Sosyalist Kürt aydını Enver Sezgin Öcalan'ın şunları önereceğini söylüyor (Neşe Düzel röportajı):
1. Devletle PKK arasında ateşkes yapılması, 2. Demokratik bir ayasa hazırlanması, 3. Hakikatleri araştırma komisyonu kurulması, 4. Kürtçe eğitim hakkının tanınması, 5. Dağdan inenlere siyaset yapma hakkı verilmesi, 6. Koruculuğun kaldırılması, 7. Akil Adamlar Kurulu'nun oluşturulması, 8. Dağdan inmeyi kolaylaştıracak bir yasal değişikliğin yapılması (bir çeşit af).
İslami bakış ve görüş sahibi Altan Tan:
"Terör ayrıdır, terörizm ayrıdır, teröristle mücadele ayrıdır… Onun için Kürt sorununu ayrı çözmek lazım. PKK'yı dağdan indirmek ve ovada siyaset yapmasının şartlarını ayrı oluşturmak lazım, teröre giden yolları kesilmeli. Teröristle ve terörizmle mücadele ayrı bir mücadele yapılmalı.
Siz Kürt sorununu, PKK ile Genelkurmay arasına sıkıştırırsanız Kürt sorununu terörize etmiş olursunuz. Kürtlerin etnik taleplerini ortadan kaldırmış olursunuz. Ve sorunu çözümsüzlüğe mahkûm edersiniz.
Dünyanın yeni şartları içerisinde Türkiye'nin kendi tarihi kodlarıyla barışık bir paradigma inşa etmesi lazım. Bu yeni paradigmada bu çarpık laikçilik anlayışını değiştirmesi lazımdır. Çarpık tek ırk, tek millet çerçevesinde ifade edilen ulusalcı, ırkçı anlayışını değiştirmeli.
Yeni bir paradigma, yeni bir anayasa, toplumun tüm kesimlerini kapsayacak yeni bir toplumsal sözleşme olmalıdır. Türkiye bunları yapamazsa ayağa kalkamaz.
Eğer siz bir İslam hukukuna göre Kürtlerin haklarını belirliyorsanız daha alacakları çok şey var. Anadilde eğitim hakkı var, özel televizyonlarda yayın hakkı var, değiştirilen köy ve kasaba isimleri var, boşaltılan köylerin tekrar iadesi var, Kürdoloji enstitüleri kurulamıyor. Bir genel siyasi af olması meselesi var. Yani İslam hukukuna göre değerlendiriyorsanız daha Kürtlerin alacakları çok şey var. Liberal demokrasiye ve sosyal demokrasiye göre belirliyorsanız hâlâ Kürtlerin alacakları var." (Salih BİLİCİ röportajı, 09.11.2008 23:25)
İşte size üç paket taslağı, karşınızda iktidar da yok, bu teklifler iyi niyetle, ehliyetle, hasılı gerektiği gibi tartışılsın, siyasilerin bu teklifler karşısındaki tavırları belli olsun, çıkan sonuçtan iş başındakiler de istifade etsinler.
Yazının tamamı için bakınız: http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/Default.aspx?i=19620&y=HayrettinKaraman
YORUM:
Bu hafta, Hayrettin Karaman’ın 19-20 Kasım günlerinde Yeni Şafak’taki yazılarını yorumlarken; metot olarak yazıda değinilen her konuya alternatif yorum yazmayı deneyeceğim. Ancak; Hayrettin Karaman’ın ilgili yazılarının yayın haklarını Diyalog Gazetecilik San. Ve Tic. A.Ş. almıştır. İlgili şirketin ‘Köşe yazısının tamamının özel izin dışında yayınlanamayacağı’nı belirtmesi nedeniyle yazının tümünü yayınlayamıyorum. Bu nedenle yorumum içinde konu olarak kopukluk olabilecektir.
Yazıda ilk konu “paket” konusudur. Farklı imaj ve adlarla çalışıldığı söylenen ve sonunda “demokratik açılım paketi” olarak ifade edilen paket, sınırlı ortamda sınırlı kimselerle tartışılmıştır. Demokratik açılım konusu meclise doğru yöntemlerle getirilmemiştir. Başbakan, demokratik olmayan mevzuat v.s.yi değiştireceğini söylese de bunu hükümet içinden ve dışından çevrelerin engellediğini düşünüyorum. Daha işin başında halkın önemli bir kısmı devre dışı bırakılarak demokratiklik ilkesi çiğnenmiştir. Örneğin; sadece Türkiye’de değil dünyada tartışılan Adil Düzen çalışmaları/görüşü her ne hikmetse bu açılımda söz konusu bile edilmemiştir. Ne hükümet ne bir gazete, ne de bir TV bu konuyu gündeme getirmemiştir. İlgili çevreler elbirliği ile dışlayarak özellikle başbakanın ilgilenmemesini sağlamışlardır. Hatta başbakan ilgilenirse işin renginin değişeceği izlenimini vererek konuya uzak kalması sağlanmıştır. Sn. Karaman, ‘Demokratikleşme paketi önce yoktu, sonra hazırlandı’ diyor. Bana göre tespit doğru ama hazırlanışı demokratik değildir. Pakette yine birkaç bildik, yine ezberlediğimiz, tekelci olan, kapsayıcı olmayan, özgürlüğü tam anlatmayan, birliği sürekli kılmayan şekilde yine egemen gösterilmeye çalışılan ve güç olması istenilen görüşler dinlenmiş, dillendirilmiştir, öner çkıkarılmıştır. Tv’lerde, gazetelerde, toplantılarda, paketlerde, danışılan hep aynı kişiler, konuşturulan aynı kişiler, yazdırılan aynı kişiler, görüştürülen aynı kişiler. Yani aynı görüşler… Kısaca, ‘sen ben bizim oğlan’ ve bir de göz boyama adına yine bizim oradaki aynı kafadan bizden oğlan. Birileri hükümeti, Kürt kökenli halkımızı paketlemiş, ulusu da paketliyor. Nereye gidileceği de belli değil.
Hayrettin Karaman, ümmetçiliği ve devlet ismi olarak da hanedanın isminin konulmasını doğru buluyor. Cumhuriyet öncesi ümmete, İslam diye dayatılan ve İslamiyet’in istismar edildiği baskıcı, totaliter, kardeşini bile katlettiren krallık versiyonu padişahlık sistemi sahte olarak İslami sistem diye insanlara yutturulmuştur. Bu düzenlemelerin ve uygulamaların bir kısmı yön değiştirse ve azalsa da cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. Kısmen tarihi akışın bir gereği gibi olarak görülse de dönemin yanlış model ve uygulamalarının bugün İslami model diye önerilmesi her açıdan çok yanlış ve sakıncalıdır.
Cumhuriyetin kuruluşunda Mustafa Kemal Atatürk’ün “önceleri çağdaş medeniyetler seviyesine çıkma” hedefini ve onu yakalayınca da “çağdaş medeniyetler seviyesinin üstüne çıkma” olarak özetlediği hedef, zamanla sadece çağdaş medeniyetleri taklit etme veya batılılaşma şeklinde yorumlandı ve uygulandı. Türkiye olarak hedefin “çağdaş medeniyetler seviyesinin üstüne çıkma” olduğunu Adil Düzenciler ifade edene kadar hedefin hep “çağdaş medeniyetler seviyesine çıkma” olduğu belirtiliyordu. Adil düzenciler bu yanlışı düzeltti ve bu görüşün gereğini de ilk kez bir proje ile tüm ulusun hatta insanlığın katılımı ile oluşacak olan yeni bir medeniyet anlayışının “çağdaş medeniyetler seviyesinin üstüne çıkma projesi” olduğunu (Adil Düzen’i) ortaya koydu. Halkın tamamının katılımı ile oluşturulacak olan Adil Düzen’i, Refah Partisi (Sadece Necmettin Erbakan ve bazı ilim sahipleri) çalıştı. Refah Partisi iktidara gelmek için kullandı. Adil Düzen ile iktidara geldi. Bazı çevrelerin hem de -İslam adına gizli çalışma ve raporlar hazırlayan bazı çevrelerin- etkisi ile projenin dışlanması için uğraşıldı. Daha sonra, bazı çevreler tarafından (muhtemelen parti içi ve dışı, ülke içi ve dışı güçlerin) kısır, çarpık bir siyasi söyleme dönüştürme süreci yaşandı. Refah Partisi hükümet olunca (REFAHYOL) hiç gündeme bile almadı. Refah Partisi iktidardan düşünce, Adil Düzen aklına geldi ama iş işten geçmişti. Refah bitti, Fazilet aynı çizgide devam ederek bitti, Saadet de aynı yolda... AK Parti hükümet oldu, belki hükümet içinden veya dışından birilerinin etkisiyle Adil Düzen teorisyenlerinden uzak tutulmaya, Ak Parti bitirilmeye çalışılıyor. Başbakanın dediği gibi "Korkaklar hiçbir zaman zafer anıtı dikememişlerdir", "Korku üzerine ülke inşa edilemez. Korku üzerine gelecek inşa edilmez. Korku üzerine demokrasi bina edilemez" . Sn. Başbakanın bu iyi niyetli bakışı, bütün görüşleri dinlemeden(bu arada Adil Düzeni de dinlenmeden) özellikle bütün görüşleri dinleme mekanizması içeren model getirilmeden çözülemez. Bunun için bir üst kurul asla olmaz. ALT KURUL/ İTİLEN GÖRÜŞLER/ ENGELLENEN GÖRÜŞLER OKULLARI oluşturmalıdır. Ama en doğrusu “GÖRÜŞLER AR-GE MERKEZİ” oluşturulmalıdır. Bu kurul, şimdiye kadar altta kalmış bütün görüşleri dinleme birimi olacaktır. TV, Gazete, Hükümet, Siyasi parti, Holding v.b üste çıkamamış bütün görüşler de burada temsil edilmelidir. Örneğin bir TV, Gazete, Dergi, İnternet Dergisi/Gazetesi, Okul sadece sosyo-ekonomik görüşler, projeler için ayrılmalıdır. Şayet bu yapılamıyorsa hiç olmazsa mevcut basın yayın organlarından %10’u bu görüşlerin özetlerine ayrılmalıdır. Bunun için ya basın yayın organlarından vergi alınmamalı ya da ilgili sayfaya verilen reklâmlardan gazeteler yararlandırılmalıdır.
‘Önerisi olan ortaya çıksın’ sözünün gerçekte bir anlam ifade edebilmesi için önerileri olanların kendini ifade edebileceği ‘benim bir görüşüm var diyenlerin’ katılacağı görüşler okulu /merkezi şeklinde organize olması gerekir. Kişiden devlete hatta insanlığa kadar ekolleşecek olan bu fikirlere ekol olma olanağını sağlayacak metot geliştirilmedikçe “çözümü olan söylesin..” atışları nafiledir. Başbakan ve Ak Parti hoş, sakin bir girdaba sürükleniyor gibi geliyor bana.
Osmanlı, Selçuklu benzeri hakim hanedanın adının devlet adı olması yanlıştır. Doğal olarak İslami de değildir. Bundan kastedilen nedir? Muhammed, Atatürk, Menderes devleti veya imparatorluğu mu yoksa başka bir şey mi? Herhalde ben bu konuyu yanlış anladım. Düşünün ki, Türkiye (bir ırk ifadesi olarak kullanılmamış olmasına rağmen) ifadesi dar geliyor ise nasıl olacak da bir insanın adı geniş gelecek bunu hangi sistem diye anlatacağız? Türkiye’yi ırk olarak alacaksınız, bir de o ırktan geldiğine bakılan birinin adına devlet v.s kuracaksınız. Bu olmaz hocam hem de hiç olmaz. Türkiye (yanlış değerlendirme ile ırk olarak kabul edilip) olmuyorsa biri adına devlet hiç olmaz. Zaten problem de buradadır. İnsanlık hala kişicilikten kurtulamadı. Eee kolay da değil. İnsanlar on binlerce yıl peygamberlerle idare edilmiş. Bir gün yaratıcı diyor ki, artık büyüdünüz, kendi başınıza idare edin. Size evrensel yasaları gönderdim. Yazı ile isterseniz yazıyı, söz ile isterseniz sözü, tabiat şeklinde isterseniz tabiatı size verdim. Doğal yasa deseniz, sosyal yasa da deseniz, sünnetullah da deseniz, ilahi yasa da deseniz yasalar bunlardır. Hadi bakalım ilim gelişti. Artık sosyal, yasaları keşfedin, yaşam ilkelerinizi çıkarın dese ve serbest bıraksa da bu hemen gerçekleşmiyor. Evden yeni çıkmış ve okula yeni başlayan çocuklar gibi bir türlü kendi başına hareket etmeyi öğrenemedi. Ya da okulu bitirdiği halde bir türlü iş kurmayı beceremiyor. Ya da birilerinin iş kurmasını birileri engelliyor.
Kişi isminin devlet adı olması kapsayıcılık açısından olmaz. ‘İstismarın alası olur’ nedeniyle olmaz. İslam’a Muhammetçilik demek gibi bir şey olacağı için olmaz. Medine devleti yerine Muhammet (devleti) demek gibi bir şey olduğu için olmaz. Kısaca bana göre olmaz.
Osmanlı’nın dağılması kaçınılmazdı. Yaşlanan, kendisini yenileyemeyen her varlık gibi hastalanmıştır, mikroplara yenik düşmüştür. Osmanlı devleti dönemi tarım toplumu dönemine ait bir devlettir. Sanayi dönemi özelliklerine göre kendisini yenileyememiştir. Belki de yenileyemezdi. İnsanla mukayese edildiğinde de altmış (devletler için bu 600 yaş demektir.) yaşlarında vefat etmiştir.
Hayrettin Karaman, “huzur içinde, hak ve adalet çerçevesinde bir hayatın formülünü aramak ve bulmak durumundayız. Bu vazife iktidar, muhalefet, medya, etnik grup gibi bir tarafa, yalnızca onlara ait değildir; ülkesini ve halkını seven, birlik ve beraberlikten yana olan, bölünmeyi istemeyen her vicdanlı vatandaşa aittir” diyor. Bu sözler çok güzel ama bir şey ifade etmiyor. Hak ve adalet çerçevesinde bir hayatın formülünü aramayalım bulmayalım diyen var mı? Ya da bu vazife her vicdanlı vatandaşa ait değildir diyen var mı? Önemli olan bunun NASIL gerçekleştirileceği konusunda çalışmaktır, nasıl olacağı ile ilgili proje sunmaktır. En azından proje sunanlara engel olmamaktır. Şimdi denecektir ki, engel olan mı var? Bir zamanlar Sayın Demirel de “vatandaşın dini yaşamasına engel olan mı var?” demişti. Proje sunma mekanizmasını hükümet olarak ortaya koyamamışsanız ya da proje sunma mekanizmaları olanları dinleyememişseniz engel olan var demektir. Eğer neredeyse 8 yıl iktidarda kalmışsanız ve hala insanlar size önerilerini ulaştıramıyorsa ya sizde ya da size gelen yollarda ciddi engeller var demektir.
Etnik aidiyet bilinci söz konusu ediliyor. Etnik aidiyet bilincinin yararlı olduğu ölçü vardır, zararlı olduğu ölçü vardır. Etnik aidiyet bilinci tansiyona benzer. Az olduğunda da zararlıdır, fazla olduğunda da zararlıdır, dengeli olmalıdır. Dünya sisteminin etkili olması kadar toplumların sistemlerinin de bu dengede etkileri vardır. Dünya sisteminde ülkenin durumu ne ise ülkede de yerel yönetimlerin durumu aynıdır. Yerel yönetim merkezi yönetim dengesi gereklidir. Bu da sosyal yapılanmada dışa karşı devletin savunma görevi kadar içe karşı da koruma görevi vardır.
İşsizlerin ve yoksulların mağdur olduğundan bahsedilmektedir. Bir hükümetin işsizliği çözme programı yoksa hükümet olması yanlıştır. Programı bunca yıl sorunu çözememişse gidişat çok kötü durumda demektir. Hadi hükümet oldunuz ve düzgün bir programınız yok!.. Programı olanların dinlenilmemesi, programı olanları dinleme mekanizmasını geliştirmemesini ne ile açıklayacağız?
İşsizliğin önlenmesi için acilen,
Sağlık güvencesi başta olmak üzere sosyal ve ekonomik güvencelerin sağlanması gerekir. Bu konuda olumlu gelişmeler olmuştur. Ancak sistemli, adil, demokratik ve yeterli değildir.
Yatırım sektöründe istihdam edilmek üzere bütün işsizlerin istihdam edilmesi gerekir. Bu konuda hiçbir engel konulamaz. İnsanlar işsiz, bugünkü teknoloji ile verim çok büyük bir artış göstermiştir. Doğal olarak da üretim alanında istihdam da başta sıkıntı olabilir. Ancak her zaman yatırım alanında emeği değerlendirmek mümkündür.
Bir kişinin, bir ailenin asgari geçim, yaşam standardında bir geliri olmaması demek o kişiyi hukukun, meşruiyetin dışına itmek demektir. Milyonlarca insan akşama kadar oturup yanlış alışkanlıklar edineceğine, hasta olacağına, dedikodu yapacağına hangi alanlarda yatırım gerekiyorsa o alanda çalışmaları sağlanmalıdır. Örneğin üretim-yatırım dengesinin sağlanması için ihtiyaç ve imkan grafiği hazırlanmalıdır.
Örneğin, yaklaşık on yıl önce, tarım bilgi sistemi, hayvancılık bilgi sistemi konularında çalışmamız oldu. Çalışmamızda hayvan sayımız, hayvanların özellikleri, imkanlarımız belirlensin. Her hayvanın bir barkodu olsun. Ahırda doğunca özellikleri ile (hangi ahırda, hangi hayvandan, hangi özelliklerle doğduğu v.b konular online bilgisayara girilsin. Sonra hayvan için hangi işlemler yapıldı, nereye gitti, nerede ve kim kestirdi ve de kim kesti nereye gitti/kimlere dağıtıldı bilelim. Kurbanda da sahte kesimler olmasın, yalandan kesimler olmasın, insanlar kandırılmasın. Yüz kişiden para alınıp bir hayvan kesilip insanlara kurbanınız kesildi denilmesin, ya da 40 kg havyan alınıp 7 kişiye kurbanınız kesildi denilmesin. En azından böyle kaygılara neden olunmasın. Sadece bunun için değil, esas olarak sağlıklı hayvan yapılanması için bu gereklidir. Eğer hayvan sayısı azalmış ve yeterli değilse tedbirler önceden alınır. Kurban bayramı haftasında -hayvan mafyalarına hayvanlar ulaştıktan sonra- insanlara iki kat fiyatla hayvan satılmasına yol açılmamalıdır.
Bir tarafta tarım, orman, meyvecilik, sebzecilik için araziler duruyor, bir tarafta işsiz insanlar. Bir tarafta %70 ev sahibi olamayan insan ve bir tarafta işsiz insanlar. Boş duran yerleri verin, proje hazırlatın, inşaat malzemesi de verin, bari insanlar kendilerine ev yapsınlar. Araziler boş duruyor, su verin sulasınlar yeşil olsun. Fidan verin aşılasınlar meyve olsun. Fide verin diksinler. İnsanlar yemezse hayvanlar yer. Bütün ormanlar araziler meyve sebze olsun. Her taraf orman olsun. Tabi böyle yapınca orman mafyaları ne iş yapacak? Sonra insanlardan nasıl para alınıp bir hafta sonra kuruyacak cılız fidanlar dikilecek? Ya da kurbanlarda olduğu gibi sanal kesim yapılacak? Gelin bunu da barkod sistemi ile ve boş emekle, pilot projelerle yapalım. Hangi proje yaygın hale gelirse (getirilirse değil!) o gelişsin. Kişilerin mazereti olabilir ama devletlerin mazereti olamaz.
Hayrettin Karaman, hükümetin zincirleri var diyor. Öyle hükümet olamaz. Eğer böyle ise halkın ve hakkın koymadığı bir zinciri kim koymuştur? Ya da hükümetin bile kırmadığı zinciri nasıl olacak da biri kıracak? Çözüm üreten bilim adamlarının önünü açmak, çözümlerini araştırıp, değerlendirip, uygulamaya koymak kimin görevidir? YÖK değişikliği ne oldu? İlim adamları, rektörler, dekanlar ne iş yapıyor? Hangi projelerle ilgileniyorlar veya hangi projeler isteniyor?
Hayrettin Karaman, “Kürt meselesinin çözümü konusunda, farklı kulvarlardan üç zatın tekliflerini yan yana getirmek istiyorum” diyerek Prof. Dr. Mustafa Erdoğan’dan (Star, 29 Ağ. 09): "Daha önce işaret ettiğim gibi, bana göre, Kürt sorununun demokratik çözümünün anayasal-hukuki çerçevesi şu beş esasa dayanmalıdır: (1) etnik tarafgirliğin reddi, (2) kültürel çeşitliliğin tanınması, (3) kültürel haklar, (4) idari adem-i merkeziyet, (5) demokratik katılımın güçlendirilmesi” görüşünü aktarıyor.
Etnik tarafgirliğin reddi diyor, AMA NASIL’ı yok! Kültürel çeşitliliğin tanınması ama NASIL’ı yok! Kültürel haklar ama NASIL’ı yok! İdari ademi merkeziyet ama NASIL’ı yok! Genel ve nasılı olmayan, sistemden uzak cümlelerle çözüm olmaz. Gerçi Mustafa Erdoğan’ın başka yazılarında sitem ölçeğinde olmasa da bazı çözümlerde nasıllar da belirtiliyor. Ama Hayrettin Karaman’ın önemsediği bu ifadeler geneldir ve NASIL’ı yoktur. Bu üç görüş gibi diğer görüşlere ne zaman yer verecek? Örneğin hükümete akıl verirken Adil Düzen’in de farklı ve tartışılması gereken her görüş gibi değerli bir görüş olduğunu gazetede ne zaman yazacak?
Örneğin Türkiye Cumhuriyeti ile ilgili Türkiye Devleti, Türk Devleti adlarının kaldırılması öneriliyor. Anayasadaki bazı maddeler yürürlükteki Anayasanın köklerinden gelmektedir. Bu adların bazıları kurucuların oy birliği veya bazıları kuruluş döneminde konulmuştur. Dolayısı ile her konan kural, yasa v.s hangi yöntem ve seviyede konmuş ise o seviyede değiştirilmesi gündeme gelir. Eğer bu konuda sorun varsa yani kurucuların oy birliği, kurucular döneminde konulmamışsa bu konu incelenebilir. İnceleme kararı siyasi partilerin, %1 oy alanlar dahil, (%1’lerin birleşerek %5 şeklinde gruplaşmaları önerisi de değerlendirilmelidir. Böyle olduğunda %5’ın altındaki itirazlar devre dışı bırakılabilir) oybirliği kararı ile yapılabilir. Partiler seçecekleri bilim adamlarının oybirliği ile bu çalışmayı yapmalıdırlar. Kararlar oybirliği ile geçerli olmalıdır. Bu adlandırmalarda sorun olduğu oy birliği ile kabul edilirse bu durumda isim değişikliği gündeme gelmelidir. Bu durumda değişiklik ancak %1 oy alanların da katılımı sağlanarak oy birliği ile ad değişikliği önerilebilir. Yine ad değişikliği de oy birliği ile teklif edilebilir ve kabul edilebilir.
Hayrettin Karaman, çözüm modellerinden biri olarak da “Sosyalist Kürt aydını Enver Sezgin Öcalan'ın şunları önereceğini söylüyor (Neşe Düzel röportajı)”: ifadesini aktarıyor.
1. Devletle PKK arasında ateşkes yapılması, 2. Demokratik bir anayasa hazırlanması, 3. Hakikatleri araştırma komisyonu kurulması, 4. Kürtçe eğitim hakkının tanınması, 5. Dağdan inenlere siyaset yapma hakkı verilmesi, 6. Koruculuğun kaldırılması, 7. Akil Adamlar Kurulu'nun oluşturulması, 8. Dağdan inmeyi kolaylaştıracak bir yasal değişikliğin yapılması (bir çeşit af).
Devletle PKK arasında ateşkes yapılması öneriliyor. Devletle terör örgütünün eşit tutulması nasıl bir mantıktır!? Bunu anlamak mümkün değildir. Bu düşünce sadece Türkiye Cumhuriyeti’ne değil PKK örgütüne katılmak zorunda kalanlar için de tehlikelidir. Masaya oturma adına yanlış hareket ettirilme tarzını gündeme getirir. Geçerli yolun şiddet olduğunu ima etmek çok yanlıştır. Birileri PKK örgütüne çok çirkin bir işte kullanıldıklarını anlatmalıdır. Bu aydınlarımız /ben dahil bakıyorum da hep devlete akıl veriyorlar. Son günlerde PKK örgütü ve üyelerinin mahkum olduğu bataklıktan çıkmaları gerektiği konusundaki çözümler kimsenin aklına gelmiyor. Devlet bir aileden oluşmaz. Bu sorunlar nedeniyle Kürt kökenli halkımız çok zor durumdadır. Örgüt uluslar arası destekle çok büyük gösterilerek sanki Kürt kökenli halkımız da onlar gibi düşünüyor, onlara destek veriyor, onlarla bir oluyor, olacak izlenimi verilmeye çalışılıyor. Süreçte PKK’ya zorla katılmak zorunda kalan Kürt kökenli bazı kimselerin kimliklerinden yararlanarak ve şimdi de “bakın sizin adınıza çatıştık, size haklar elde ettik, işi başardık, artık bizi dinleyin” politikasına dönüştürülerek, halk onlara mahkûm ve mazlum edilmeye çalışılıyor.
Tekel sermaye servisleri, yıllarca çalıştıkları Güneydoğu, Kuzey Irak bölgesinde çalışmalarında PKK örgütünü kullanmıştır. PKK’nın uyanması ile sıkıntıya giren ilgili servisler şimdi PKK’yı ileride kullanmak için meşgul etmeye çalışmaktadırlar. PKK’nın kullanılmaması için tabii ki sosyal ve ekonomik tedbirler paketi lazımdır. Pakete gerek yok diyen var mı? Bu konuda öncelikle iktidar kadar DTP’ye önemli görevler düşmektedir. DTP siyasi parti olarak “Bucak Modeline” nasıl bakıyor. MHP nasıl bakıyor, CHP bu işe ne diyor. Ya daha az oy alan siyasi partiler bilimsel çalışmaların bir ürünü olan Adil Düzen projesini incelediler mi? Yoksa onların projeleri mi var? Nedir bu projeler? halk bir dinlesin. Sadece şöyle olmaz, böyle olmaz, bu hiç olmaz, o da olmaz deyip olmazlar projesi mi söz konusu olacak? Ya da birilerinin sürekli insanların gözünü kamaştıran ve kör edecek olan ışınların ışık diye reklam edildiği ve NASIl’ı olmayan, sistemden uzak, model olma özelliği olmayan, parçacı ve içi boş yaklaşımlar mı çözüm olacak? Yani ya dağılma, bölünme ya da merkezi sistemin diktatörlüğü mü yani sahte çözümler mi empoze edilecek?
Tabi ki, Türkiye Cumhuriyeti hanedanlık da değildir. Türkiye Cumhuriyeti, kurtuluş savaşını veren, burada kalmayı kabul eden ve burayı savunmayı kabul eden herksin devletidir. Böyle olması için yeterli ve doğru çalışılmamıştır. Burada devletin, kurumların hataları hem de büyük hataları da vardır. Yönetim yapısının yanlış olduğu ve bunlara neden olduğu zaten ortadadır. Bu konuda sorun olduğu onlarca yıldır yönetim yapısı konusundaki sistem çalışmalarımızın değerlendirilmemesinden de anlaşılıyor. Adil Düzen’de “Bucak” ölçeğinde sosyal yapılaşma önerilerinin değerlendirilmemesi, hatta üstünün örtülmesi, buna karşılık “bölge” ölçeğinde çalışmaların dillendirilmesi ve meşhur edilmesi de dikkatle izlenmelidir. Konuyla ilgili Adil Düzen çalışmaları çokça mevcut olduğu için konuya burada tekrar değinmeyeceğim. Ama merkezi yönetim yerel yönetim dengesi sağlanması için model çalışmalarına ve bunları değerlendirecek birime ihtiyaç vardır. Devletin planlama teşkilatı var. DPT’ deki durum nedir, bu işlerde sesi soluğu nerededir bilmiyorum. Ama her alanda olduğu gibi DPT de demokratik yapılanma şarttır. Bölge ölçeğindeki çözümün yanlış olduğu, riskler taşıdığını belirtmiştir. Var sayalım bölge ölçeğindeki sosyal yapılanmalar az bir ihtimalle yanlış olsun. Ama yanlış olduğunda çözümünüz nedir? Bu konularda olayın içinde hiç olmayan insanları PKK adına bölge ölçeğinde getirilen çözümlere mi zorlanacak?
Siyasi yapılanma konusu zaten kendi sorunumuzdur. Ama sorun çözmede barışla hareket edenlere hak yok çatışanlara hak çıkar mantığı çok tehlikelidir. PKK silah bırakır, teslim olur, ondan sonra vatandaş olarak, dernek olarak, parti olarak, vakıf olarak v.s önerisini ortaya koyar. Bu ülkede bu mantığın sonu bütün etnik gruplara isyan ettirme ve sonra da devletle pazarlığa oturtma azgınlığına gider. Yani diğer vatandaşlarımız isyan etmedi, terör örgütü kurmadı, devletle çatışmadı diye haklarını yasal yollardan istedi diye yanlış mı yaptı? Hayrettin Karaman’ın özetlediği E.S. Öcalan’ın söylediği diğer 2,3,4,5,6,7,8. öneriler NASIL ı olmayan, sistem içermeyen, sonu da belli olmayan önerilerdir. Örneğin “Akil adamlar kurulu” ama NASIL ve KİMLER? Yine köşe başını tutanlar, sen ben bizim oğlan mı? Aptal adamlar kurulunu öneren yoktur. Bu konuda da gruplaşma, ekolleşmeye dayalı çoğulcu yaklaşım metodu gündeme getirilmelidir. Yalnız paket açılımında olduğu gibi, güçlerin istedikleri, reklamcıların istedikleri, tekel sermayenin istedikleri ile değil, bütün görüş, ekol sahiplerinin temsilcileri ile bu kurul oluşturulmalıdır.
Hayrettin Karaman’ın yine Salih BİLİCİ röportajı, 09.11.2008 23:25’ından İslami bakış ve görüş sahibi Altan Tan: tanıtımıyla aktardığı görüşler ilk iki görüş gibi (Mustafa Erdoğan ve Enver Sezgin Öcalan’ın) genel ifadeler içermekte, sistematik değil, NASIL kısmı ise neredeyse hiç yoktur. Örneğin tüm toplumu kapsayacak anayasa hazırlığı nasıl olacak? AK Parti’nin bir kişi başkanlığında üç kişiye hazırlattığı anayasa tam kapsayıcı mı oldu? Buna itiraz edenler kapsayıcılığa mı itiraz ettiler? Örneğin AK Partiye oy verenlere ölümü gösterip üç kişiye hazırlatılan sıtma anayasası teklifi ile esir olmuş ve işkence çekerek teslim olmak durumunda kalacak bir anayasa kapsayıcı ve tüm halkın toplumsal sözleşmesi olur mu? Niye Diller Enstitüsü değil de Kürdoloji enstitüsü? Diğer diller ne olacak? Onlar isyan etmedi ve çatışmadılar diye mi unutuluyor. Onlar köylerdeki halkı korkutmadı, basmadı, evlerini yakmadı, gece eve gelip çocukları kaçırmadı diye mi dillerini okutmayacağız? Ya da hepsini ana dil olarak okutacak isek NASIL? Ya da yanlış bir yöntemle milletimizi ayakta tutan resmi dilimizin resmi olma özelliği zedelenirse bu yanlışın hesabını ki verecek?
Adil Düzen çalışmalarında diller konusunda devletin resmi tek dilinin olması gerektiği konusu ve ek veya ana dillerin Bucak’ta, İl’de, Devlet’te NASIL olacağı konusunda yüzlerce sayfalık proje, sistem önerileri var. Hayrettin Karaman hocamızın (Bir Varmış Bir Yokmuş, İz yayıncılık), Sebahattin Zaim hocamız ve birkaç istisna hocamız dışında nedense bu konuda iz kaybettirme dışında bahseden bir kimse yok.
Demokratikleşmenin NASIL olacağı konusunda ilk gündem maddesi Anayasa hazırlığı çalışması olmalıdır. Her parti, %1 oy toplayanlar dahil, %1’in antlında oy toplayanlar birleşerek %1’i topladıklarında anayasa merkez komisyonuna her %1 için bir bilim adamını seçmelidir. Bir parti %20’den fazlasını seçmemelidir. Bu bilim adamlarının her birinin 10 kişiden oluşan kurulu olmalıdır. Bu bilim adamları farklı sistem yaklaşımı olanlardan oluşmalıdır. Bu kurul üyeleri herhangi bir alanda 10 profesörü kendisine bağlayan kişilerden oluşmalıdır. Konuyla ilgili farklı yorum/yaklaşımlar için Akevler.org’da ve Adilduzen dergisindeki yazılara bakılabilir.