Havanda su dövdük
SİYASİ iktidarın “Açılım” projesinin Meclis'teki görüşmelerini izleyenler gördüler:
Tamamı 20 dakikaya, hadi bilemediniz yarım saate sığacak düşünceler için tam 7 saat harcandı. Ve hiçbir şey söylemeden
çok şey söylemiş gibi görünmeyi “hatiplik” sanan liderler, böylece bir günümüzü daha heba ettiler.
Tabii içi boş olan görüşmeleri değerlendiren kalemlere de baktık, kulak vermeye değer bir şey bulamadıklarını, lafı dolandırarak ifade etmişler.
Gerçekten, İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın “Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu” isimli bir birimin kurulacağına, Başbakanlık bünyesindeki “İnsan Hakları Başkanlığı”nın bağımsız, sivil bir “İnsan Hakları Kurumu”na dönüştürüleceğine ve bir de Türkçeden başka dillerin (tabii Kürtçenin de) her ortamda kullanılmasına engel olan hükümlerin yasalardan çıkartılacağına ilişkin sözleri dışında, ne “yeni” bir öneri vardı ne de “Açılım” iddiasına uygun bir sonuç.
Hele Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, dün Meclis'teki sözleri eğer ciddi ise ve kendisinin 5 Ağustos 2005 tarihinde Diyarbakır'da yaptığı konuşmadan beri bu konu üzerinde yoğun şekilde çalışıyorlarsa...
Ortaya çıkan öneriye, “Dağ fare doğurdu” demek bile bir iltifattır.
Nitekim Başbakan'ın konuşmasında, “demokrasiye bağlılık” gibi, Atatürk'e hayranlık gibi zerre kadar inandırıcı olmayan sözlerini bir kenara bırakırsanız kayda değer hiçbir cümlesi yoktu.
Tabii CHP'lilerin infialine ve Meclis'i terk etmelerine yol açan “Şiddet üzerinden, şehit cenazeleri üzerinden siyaset yaptığını zannedenler var. Bunlar tabii ki bu sürece karşı çıkıyorlar. Hatta, ‘Şehitler gelsin de biraz daha bağıralım' diye bekleyenler var” cümlesini saymazsanız.
Ne dersiniz? “Kişi herkesi kendisi gibi bilirmiş” sözü bu durumlar için mi söylenmiş?
İktidar öyle de muhalefet çok mu farklı?
Dünkü konuşmaları tek tek taradık. Hatipleri dinlerken, hoşunuza giden bir cümle sizi heyecanlandırıp, “Helal olsun! Bu, ancak böyle söylenebilirdi” diyebilirsiniz.
Nitekim hem Ahmet Türk'ün, hem de Devlet Bahçeli'nin ve Deniz Baykal'ın konuşmalarında Parlamento hitabeti yönünden parlak cümleler var. Ama “Öz olarak ne dedi?” sorusu ışığında bir değerlendirme yapınca elinizde hemen hemen hiçbir şey kalmadığını görüyorsunuz.
Örneğin Ahmet Türk'ün “TBMM'de bulunan bütün partilerin temsil edileceği bir komisyon kurulmasını” ve bu komisyonun -kendi ifadesiyle- “Tersyüz edilmiş tarih anlayışını sorgulayarak gerçekleri ortaya çıkarmasını” öneren sözleri dışındaki tüm lafları vakit doldurmaya yarıyordu.
Ancak Türk'ün bu “komisyon” önerisiyle yeni bir gerginlik yaratmayı isteyip istemediğini doğrusu merak ediyoruz.
Bahçeli zaten “PKK'lılar gelip teslim olsun” diyerek kestirip attı.
Baykal'ın, hükümetin “PKK ile dirsek teması” içinde olduğunu dile getiren eleştirileri dışındaki sözleri ise sadece “iyi hatip” performansının örneğiydi.
Sonuç olarak bu defa da az gittik, uz gittik, sonunda bir arpa boyu bile yol almadık.
Yorum:
Keşke havanda muhalefet dövsek
Onlarca yıldır süren bir sorunun çözümüne ilişkin görüşmeler yarım saat sürecekmiş. Biraz abartı bir zaman dilimi. Sanki Başbakan’ın görüşmeleri yaptığı veya yapmak istediği kişiler dinliyormuş gibi. Baykal’ın başına taş düşmedi ki ağızlarından bir ‘’evet’’ çıksın. Onlar muhalefet(!) gereği ‘’hayır’’ dediler bir kere. Onlar için Başbakanın mesajı veya projesi önemli değildir. Kalıp düşünceler hâkim bir kere. Çünkü bu siyaset türü 80 ve öncesi siyaset türüdür. Bununla başarılı olabileceklerini düşünseler de tarih onları hep ikinci olmaya mahkûm ediyor. Çünkü sunacakları yeni bir şey yok. Çünkü onlar ‘’hayır’’ demeden duramazlar. Bunu da iyi bildiklerinden veya kendi ideolojilerinin peşinden koştuklarından değil çekememezlikten yapıyorlar. Gerçeği bilmelerine rağmen yapıyorlar. Türkiye için hayırlı olacağını bile bile yapıyorlar. Bu açılımı kendileri düşünemedi diye yapıyorlar.
Kameralar karşısına geçip, ‘’kahraman ordumuz sınır ötesi operasyona çıktı’’, ‘’terörün kökünü kazıyacağız’’, ‘’ya bitecek ya bitecek’’ deyip, ‘’??? sayıda askerimiz şehit oldu’’ altyazılarıyla insanların milli duygularını köreltip tektipleştiren ve daha sonrada tek çarenin ölmek-öldürmek olduğunu çaresizce halkına duyuran lider tipiydi bunlar.
Bütün bunlardan sonra mecliste sağlıklı bir görüşme umulabilir mi? Çözüm sağlanabilir mi? Hatta orda kimse kimseyi anlayabilecek mi? Elbet yedi saat sürecek. Elbet bir sonuca varılamayacak.
Başbakan’a düşen görev, inandığı doğrular için sabredip, Allah’ın emri gelene kadar affetmek.
سَوَاءَ السَّبِيلِأَنفُسِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ الْحَقُّ فَاعْفُوا وَاصْفَحُوا حَتَّى يَأْتِيَ اللَّهُ بِأَمْرِهِ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ(109)
Kitap ehlinin çoğu, hak kendilerine apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki çekememezlikten ötürü, sizi, inandıktan sonra küfre döndürmeyi isterler. Allah’ın emri gelene kadar onları affedin, geçin. Allah muhakkak her şeye kadirdir. (Bakara - 109)