27.09.2009
Son yıllarda Türkiye’nin konumunda önemli değişiklikler gözleniyor. ABD’de gerçekleştirilen toplantılarda yerimizin ön sıralara taşındığı, gelecek tahminlerinde iyimserliğin ağır bastığı görülüyor. Bu olumlu değerlendirmelerin eksik yanı geçmişteki değer yargılarıyla yapılması ve yeni idealler ve değerler üzerine inşa edilmemiş olmasıdır. Yani milli gelirimizin ne olacağı, askeri gücümüzün etkinliği gibi kriterler kullanılmakta ama dünya görüşümüzün ne olacağı ve yeni düzene düşünce boyutunda bir katkımızın olup olmayacağı tartışılmıyor.
Mesela Yahudi sivil toplum örgütlerinin muhatap alınması ve onların desteğinin önemsenmesi tartışılmaya değer. Burada itirazımız örgütün Yahudi kimliğine değil. Bir ırka ya da inanca dayalı örgütlenmelerin ve dayandığı kimlikleri savunup diğerlerini dışlayan anlayışın yerine insanların yaradılışından sahip olduğu kimliğe saygı duyan ancak bir düşünce etrafındaki birleşmeleri destekleyen bir konumda olmamızın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Zaten demokrasi açılımı olarak adlandırdığımız girişim insanları ırk ve inanç kriterlerine göre sınıflandırmayan bir anlayışa dayanıyor. Bizim insanlığa katkımız, geçmişte de yaşadığımız, bu anlayışın gelişmiş biçimini uygulamak ve yayılmasını sağlamak olmalıdır.
Bu konuda bir yanlışlık yapıldığını düşünüyorum. Kültürümüzde ayırımcılık olmamasının bir gücün diğerini hoş görmesi olarak yansıtılması yanlıştır. Ortada üstte olan birinin alttakine tahammül etmesi, onun yanlışlarına göz yumması söz konusu değildir. Birinin sahip olduğu değerlerin diğeri tarafından kabul edilmesiyle gerçekleşen bir birliktelik olarak algılamak yanlıştır. Tüm değerler karşılıklı etkileşim ve doğru olanın seçilmesiyle oluşmuştur. Bu değerleri bir soya ya da inanca bağlamak doğru değildir ve yaratılan ortak değerlerin hiçbir inançla çatışmadığı gerçeği de ortaya çıkmaktadır. Yani tüm dinlere saygı hepsinin ortak hedefleri olmasından kaynaklanmaktadır yoksa birindeki yanlışlık ya da kötülüğün hoş görülmesi söz konusu değildir. Bu nedenle tavrımızı hoşgörü olarak nitelemek yerine doğru olanı birlikte araştırmak olarak nitelemek daha doğru olur.
Bugüne kadar her yeni düşüncenin dışımızda oluşacağını ve bizim bunları alarak gelişeceğimizi düşündük. Bu sadece teknoloji transferi değil aynı zamanda dünya görüşü oluşturmak amacını taşıyordu. Dışarıdan düşünce olarak ne bulursak ithal ettik. Kapitalistlerimiz, sosyalistlerimiz, faşizme varan milliyetçilerimiz, dini siyaset aracı olarak kullananlarımız oldu ama kökleri bu topraklarda olan insan odaklı dünya görüşünü zamanın ruhuna uygun olarak geliştiremedik. Çünkü düşünce üretmek mal üretmek gibiydi ve en iyisini büyük ülkelerin vatandaşları yapardı. Yani bir ülkenin gücü ve kapasitesi o ülkede yaşayan insanların düşünce sınırlarını da belirlerdi. Şu sırada ülkemizin ön plana çıktığını görünce düşünce üretenlerimiz olabileceğini, daha doğrusu düşüncenin para kadar önemli sayılacağını düşündüm ve sevindim.
Yazının Özeti:
“Türkiye projesi” yazısında;
Dış ilişkiler din ve ırka dayanmamalıdır. Devlet doğrunun ve iyinin yanında yer almalıdır. Yerli düşünce üretilmelidir. Başlamış gibi. Seviniyorum.
Yorumcunun özeti:
Adil Düzen yerli üründür. Mahir bey ilgilenmiş mi?
“Cevapsız sorular” yazısında;
İran atomu kime karşı, ABD İsrail’e atom bombasını niye satıyor. Az silah saldırıya bahane olmaz mı, yoksa saldırıya bahane olsun diye mi bunlar yapılıyor.
Özet yorum:
Tekel Sermaye Dünyayı birbirleriyle savaştırarak kendi tekelini sürdürmek istiyor. Onun için İran kadar İsrail de araçtır.
Tek Başına yazısında;
Uluslararası ilişkilerde haklılığa göre değil güce göre denge oluşur. İran haklı olsa da güçlü değildir. Sıra Pakistan, İran ve Afganistan’a gelmiştir. ABD Rusya ile bu konuda anlaşabilir. Çin dolarları diğer ülkelere sokar, ülkeler de füzeler alarak dolar sorunu çözülebilir.
Özet yorum:
Kâinatın sahibi Allah’tır. Haklı her zaman galip gelir. Mağlup olunuyorsa hakkı tam olarak temsil edememiş demektir.
Yorum:
Kuran nazil olmaya başlayınca insanlar merak saldılar. Böylece bir cemaat oluştu. Medine’ye gidilince Kuran’ı Peygamber uyguladı. İslam devleti oluştu. Halifeler döneminde istişare ile yönettiler. Hilafet saltanata dönünce herkes kendisine bir fetvacı aradı. Böylece fıkıhçılık revaç buldu. Bu sayede fıkıh ilmi doğdu. Fıkıh ilmi kıyası şer’iye dayanır. Yani tümevarıma dayanır. Gerek İslam medeniyeti gerekse Avrupa medeniyeti bu sayede oluştu.
Türkiye Projesi
(İnternetten alınacak)
Kuran nazil olmaya başlayınca insanlar merak saldılar. Böylece bir cemaat oluştu. Medine’ye gidilince Kuran’ı Peygamber uyguladı. İslam devleti oluştu. Halifeler döneminde istişare ile yönettiler. Hilafet saltanata dönünce herkes kendine bir fetvacı aradı. Böylece fıkıhçılık revaç buldu. Bu sayede fıkıh ilmi doğdu. Fıkıh ilmi kıyası şer’iye dayanır. Yani tümevarıma dayanır. Gerek İslam medeniyeti gerekse Avrupa medeniyeti bu sayede oluştu.
Avrupalılar İslam medeniyetini kendilerine göre değiştirerek hak medeniyetini kuvvet medeniyetine dönüştürdüler. Demokrasiyi ekseriyet, laikliği dini dışlama, liberalliği tekelleşme, sosyalliği şirketleşme şeklinde anladılar. Sonunda hukuk devleti adı altında hâkim devletini benimsediler.
Birinci Kuran uygarlığı o günkü teknolojik imkânlarla uygulanabildiği kadar uygulandı. Kadılık, saltanat, hilafet, kanunnameler gibi sonradan çıkan müesseselerle Osmanlı uygarlığı ömrünü tamamlayarak tarih olmuştur.
İzmir’de başlatılan, sonraları Erbakan’ın başkanlığında geliştirilen ve tüm dünyaya duyurulan adil düzen ise batının çarpıtarak benimsediği demokratik, laik, liberal ve hukuk devletine açıklık getirmiş ve bunların uygulanabilmesi için mekanizma ve müesseseler önermiştir.
Demokraside içtihat sistemini getirmiştir. Yerinden yönetimi, hakemlik sistemini, nispi sistemi benimsemiştir. Laiklikte sosyal kurumları dayanışma ortaklıkları olarak ortaya koymuş, zorlama yapmaksızın yönetimin dayanışma ortaklıklarına verilmesini önermiştir. Liberallikte, faizsiz kredileşmeyi kamu girişimciliği olarak, üretim ve ticareti ise halk girişimciliği olarak önermiş ve tekelciliği önleyen müesseseler getirmiştir. Sosyallikte aidatsız vergi payı ile genel yardımlaşmayı ve dayanışmayı önermiştir. Hukuk düzeni anlayışında halkın mevzuata gönüllü olarak uymasını, cebri icranın kaldırılmasını borçlanmada iflası, cezada tenkil sistemini savunmuştur.
Örnek olarak cinayette kısas hükümlerini getirmiştir. Af, hata, denksizlik ve yöreyi terk hallerinde diyete dönüştürmüştür. Cezada kesin ispat külfetini getirmiş hukuk ve tazminatlarda ise sıradan ispat külfetini yeterli saymıştır. Kişilere mallarını, canlarını ırzlarını ve işlerini savunma hakkını tanımış ancak diyetin tediyesini dengelemek için diyetin tediyesini gerekli görmüştür.
Tamamen batı düşüncesine alternatif bir düşünce üretilmiştir. Ancak Devlet kooperatife ve partilere saldırmış ve onlara gelişme imkânını vermemiştir. AK Parti gibi bir ucubenin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. İlim adamları da onu yok saymış ve ağızlarına bile almamışlardır. Oysa yarım asırlık uğraşıdan sonra adil düzen ülke içinde iktidar olmuş dünyada da etkiler yaparak inkılâplar yapmıştır.
Yerli düşüncelere pazar bulunmazsa onu kim üretir? Burada sorumlu olan siyaset adamları değildir. Onlar mücadele ederek buraya geldiler. İlim adamları ise zalimlere alkış tutmuşlar ve Menderes’in asılmasına siyasileri zorlamışlardır. Burada sorumlu olan ilim adamlarıdır. Yani Mahir Kaynak’tır. Neden adil düzeni öğrenmiyor ve değerlendirmiyorlar. Yanlışlarını göstermiyor, eksikliklerini tamamlamıyorlar.