Milletimizin dindarlık karnesine tepkiler
925 Okunma, 0 Yorum
Hayrettin Karaman - Yeni Şafak
Hilmi Altın

02 Ekim 2009 Cuma

 

 

Hayrettin Karaman gelen tepkileri üç grupta toplayarak değerlendirmiştir.

1. Gelişmeden memnun olanlar ve her şeye rağmen bu ölçüde dindarlığın kalmış olmasını şükranla karşılayanlar var.

2. Benim yaptığım yorumları göz önüne alarak ve tabii anlamayarak şöyle diyenler var: “H.K. gerçeği söylemiyor, öyle kendini dindar hissetmekle, devamlı veya bazen namaz kılmakla… Müslüman ve dindar olunmaz; din bir bütündür, siyasi, hukuki, sosyal… kuralları ihmal ve ihlal edenler ile bunlara ses çıkarmayanlar Müslüman da, dindar da değildir…” diyenler var.

3. Bu ölçüde de olsa dindarlaşmadan, %92 oranında insanımızın hayatında dinin önemli bir yerinin olmasından, önemli sayıda insanımızın namazında niyazında oluşundan ve çocuklarını da dindar yetiştirmek istemelerinden… rahatsız olanlar var.

Hayrettin Karaman dördüncü olarak “4. Ocak 2006 da yapılan güvenlik toplantısında KKK Büyükanıt'ın, başbakana verdiği bir cevapta ifade edilen rahatsızlık oldukça düşündürücü idi: “ şeklindeki açıklamayı aktararak konuyu yorumlamıştır:

“Belki de farklılığımız buradan kaynaklanıyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin iki temel tehdidi mevcuttur. Bölücü terör ki, bunun altında etnik milliyetçilik vardır. İkinci tehdit olan irticada ise devletin esasını din temelleri üzerine oturtmak vardır. (...) Din konusuna saygılıyız. Tartışılacak bir noktası yok. Ulus devletin üç temel niteliğinden (ülkü, dil, kültür birliği) başka bir niteliğin ön plana çıkmasına irtica diyebiliriz. Elimde bir araştırma var. Bilimsel olduğu iddia edildiğinden bilimseldir diyebiliriz. (TESEV'in raporu) Soru şu: Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Yüzde 44.6'sı öncelikle Müslüman olarak tanımlıyor. Atatürk'ten sonraki bütün nesillerin suçudur bu. Bu bizi rahatsız ediyor.”

Eğer farklılık içinde bir çeşit birlik ve beraberlik kurulacaksa, bu ülkede kimse kimseye kendi inanç ve ideolojisini dayatmayacaksa, huzurun ve barışın şartı bu ise… asker de, sivil de farklı inanç, ideoloji ve hayat tarzından rahatsız olmayacak, bunları ortadan kaldırmak için herhangi bir gücü kullanmayacaktır.

Halkın yüzde 92.6 sının hayatında önemli bir yeri olan dinin, ferdi ve cemiyeti şöyle veya böyle etkilemesi tabiidir. Buna karşı çıkmak, rahatsız olmak ve engellenmesini istemek kadar insan haklarına yabancı ve milli birliğe zararlı bir tavır düşünülemez.

 

 

YORUM:

Sosyal olaylara karşı tepkiler genel olarak üç grupta toplanır. Normal karşılayanlar, aşırı bulanlar, yetersiz bulanlar.

 

Hayrettin Karaman’ın yazısı incelendiğinde de, Türkiye’deki dindarlaşmadan memnun olanlar, mevcut dindarlaşmayı yetersiz bulanlar ve aşırı bulanlar şeklinde tepkilerin üç grupta incelendiği görülür. Dindarlaşma konusundaki tepkilerin doğru anlaşılması için bu görüşler ayrıntılı araştırılmalıdır. Burada özellikle dindarlaşmanın nasıl tanıtıldığı, nasıl yansıdığı, nasıl geliştiği,  dindarlaşma algısı ile başkalarının inanç ve görüşlerine müdahale etme, baskı yapma arasındaki ilişki konusu üzerinde titizlikle durulmalıdır.  Bütün bunların ötesinde laiklik/din özgürlüğü ekseni ölçütüne göre bulunulan konum ile dindarlaşmaya karşı tepkiler arasındaki ilişki üzerinde durulmalıdır. Örneğin, eksik bulanların dindarlaşmadan anladıkları, kendi din anlayışlarını baskın kılmak mı? yoksa genel olarak din özgürlüklerinin serbest olması ve serbest ortamda dinlerin gelişmesi mi?  Dindarlaşmayı fazla bulanların da dine karşı tavırlarının nedenleri üzerinde durulmalıdır.

 

Hayrettin Karaman yazısında, Ocak 2006 da yapılan güvenlik toplantısında dönemin KKK Yaşar Büyükanıt'ın “Türkiye Cumhuriyetinin iki temel tehdidi olarak etnik milliyetçiliğe dayanan etnik terör ve devletin esasını din temelleri üzerine oturtan irticadır”  ifadesini kullandığını belirtmektedir.

 

Bana göre dönemin KKK Büyükanıt’ın ifadelerine karşı yapılan yorumlardan farklı yorumlar da yapılabilir. Güvenlik sıfır hata ile çalışır. Genel Kurmay güvenlikten sorumlu birimdir. Milli güvenlik kurumunun en küçük tehditten en büyük tehdide kadar bütün olası tehditleri değerlendirmesi gerekir. Tehditler ve tehditlerin giderilmesi çalışmalarının yapılması da çok doğaldır.  Çünkü güvenlik bir hata ile çöker yani bir hatayı da kabul etmez.

 

Türkiye’deki dindarlaşmanın çözümlenmesi gerekir. Bu çözümlenmeden tehdit olur veya olmaz demek yanlıştır. Mevcut dindarlaşmanın uluslararası gizli stratejik planlamalarla ilişkili olup olmadığı, bu dindarlaşma ile siyasi bazı entrikalar oluşturulup oluşturulmadığı konusu üzerinde durulmalıdır. Örneğin bazı din, mezhep, tarikat, cemaat anlayışları desteklenip yönlendirildi mi? Yönlendiriliyor mu? Bazı anlayışlar, görüşlerin önü tıkanıyor mu? Tekelci bir anlayış baskın kılınmaya çalışıyor mu? Sadece benim görüşüm, benim cemaatimin görüşü doğru diğerleri yanlış, o görüşlerin önünü kesmek lazım, gibi imajlar oluşturuluyor mu? Bir din/inanç anlayışını egemen kılıp diğer anlayışları ezme entrikaları var mı? Bilime, laikliğe aykırı bozuk din anlayışları v.s bir şekilde destekleniyor mu? Tehdit oluşturup oluşturmadığı veya oluşturmayacağı konuları üzerinde durulmalıdır. Sonunda Türkiye’deki dindarlaşmayı bozuk dindarlaşma olarak geliştirip ileride Türkiye’nin çökertilmesinde kullanılıp kullanılma durumlarının söz konusu olup olmayacağı üzerinde başkalarının değil bizim ülke güvenliğimizden sorumlu Milli Güvenliğin doğru çalışması gerekmektedir. Gemi batarsa hepimiz batarız.

 

Etnik terör ve irtica son dönemde azalsa da bana göre Türkiye Cumhuriyetine yönelen temel tehditler arasında yer almaktadır. Çünkü Türkiye her iki konuda net çözüm ortaya koyamamıştır. Konuyla ilgili yasal değişiklikleri yapamamıştır, kamuoyunu rahatlatamamıştır. Konu üzerinde çalışma yapılmalıdır.

 

Türkiye’de 30 yıla yakın bir zaman diliminde birinci derecede konu etnik milliyetçiliğe dayanan terördür. Türkiye’de Türk halklarının, Türkiye ulusunun,  Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının ortak ifadesi olan Türk ile etnik kökeni ifade eden Türkmen karıştırılmaktadır. Bu yanlış anlama iki uç vermiştir. Birinci uç, etnik farklılıkları, insanların farklı ırklardan olmalarını yok sayma, görmemezlikten gelme, farklılıkları yok etme anlayışıdır. Bu şekildeki tehditte doğal bir durum olan insanların tek atadan gelme olayı ile yine doğal bir durum olan zamanla insanların farklı yörelerde farklı topluluklar, ırklar şeklinde geliştiklerini inkar ve onlardan birini üstün görme diğerlerini de yok sayma, en azından alt sınıf görme vardır. İkinci uç yine Türklüğü Türkmen gibi algılayıp ona karşı diğer Türk halklarını ayırmaya kalkma, koparmaya çalışmadır. Özetle ya herkes Türkmen olacak ya da Türk halklarından her birinin ayrı devleti olacak şeklinde yanlışlar etnik terörün iki temel sebebidir.   

  

Kavramların tanımlarının netleştirilmesi, yasalarda Türklük kavramının ulusun bütün halklarının ortak ifadesi olduğunun net belirtilmesi ve uygulamada bu durumun iyi anlatılması gerekir.

 

Etnik milliyetçilik ve buna dayalı oluşan terör merkeziyetçi yönetimlerin temel sorunudur.   Türkiye merkezi yönetim modeline dayanan yapısı yanında yerel yönetim desteğini de seçmiş bir yönetim yapısına sahiptir. Kuruluş yıllarında örneğin 1921 Anayasasında yerel yönetimin birinci ve en önemli ayağı olan Bucak modeli benimsenmesine rağmen, zamanla merkezi yönetim anlayışı etkili olmuştur. Yerel yönetim çalışmaları yetersiz kalmıştır. Kuruluş dönemlerinde merkezden yönetimin bazı anlatılabilir yönleri olsa da gelişen teknoloji, sosyal-ekonomik olanaklar oranında yerel yönetim dengesi sağlanamamıştır. Merkezi yönetimin aşırı ağırlığının olduğu bir yapılanma etkinliğini baskıya dönüştürmüş, ekonomik ve sosyal sorunların kaynağı olmuştur.

 

Çözüm olarak önerilen federal yapılanma modelleri ağırlıkla bölge seviyesinde federal yapı modelinde temellendirilmiştir. Hangi ihtiyaç, hizmet v.b konu için hangi büyüklük ideal büyüklüktür konuları çalışma alanına alınmamıştır. Moda yapılan yapılanmalarla ya merkeziyetçilik ya da parçalanmayı hazırlayıcı bölgesel büyüklüklerde federatif yapı çözümleri desteklenmiştir. Buna karşı konuyla ilgili bilimsel çalışmalar ya yapılmamış ya da desteklenmemiştir. Örnek modeller oluşturulmamıştır.

 

Kişiden devlete, insanlığa kadar sosyal yapılanmaya ihtiyaç olup olmadığı, niçin ihtiyaç olduğu bilimsel çalışmalara yeterince konu olmamıştır. Hangi seviyede, hangi sosyal, coğrafi, ekonomik büyüklükte hangi birim gereklidir konuları teori ve uygulamada neredeyse söz konusu bile olmamıştır.  Adil Düzen olarak meşhur olan Akevler’deki Bilimsel çalışmalarda konuyla ilgili model çalışmalar yapılmış ve önerilmiştir. Konuyla ilgili ayrıntılara o çalışmalardan ulaşılabilir.

 

Bana göre, bölge seviyesinde federatif yapının bazı sakıncalarını burada belirtmek gerekir. Bölge seviyesinde bir federatif yapı, üniter yapıyı, ulusun bütünlüğünü, birliğini bozar, ulusun savunmasını zayıflatır. Bölge seciyesinde federatif yapılanma ayrımcılığı, yetersiz olduğu halde (bölge olduğu halde) devlet hayaline kapılmayı, kaptırılmayı körükler. Bulunduğu ülkeye sorun olma yanında ayrımcılık zemininin oluşumuna meyleder ve dış tehditlere yer verir. Ülke büyüklüğü, devlet olma özelliklerini taşımadığı için bölgede sorunların kaynağı olur. Bölge ölçeğindeki bütün sosyal yapılanmalar bu açıdan yanlıştır. Örneğin o bölgede farklı dilleri konuşanların bölge ölçeğinde tek bir dil etrafında şekillendirilmeye çalışılması hem diğer dillerin kaybolmasına hem de ulusal resmi dil anlayışına sorun oluşturur. Ulusun ortak dili, ülke halkının devlet olarak ortak haberleşme, anlaşma aracıdır. Halk dillerinin birbirini itmeden bucak, ilçe ve il seviyesinde ek diller olarak yapılandırılması gerekir.  Bucak seviyesinde ilköğretim, il seviyesinde orta öğretim resmi dile ek dillerin eğitimi verilebilmelidir.  Resmi dile ek olarak yazılı, görsel yayınlar ek olarak bu dillerle o yörede yapılabilmelidir. Ulusal yayınlar resmi dille yapılmalıdır. Halkların özgürlükleri ile ulusun bütünlüğü dengesi gözetilmeli, uygulamalarla bu denge sağlanmalıdır.

 

İrtica olarak anlatılmaya çalışılan ve devletin temel düzenini dini/inanç kurallarına dayandırmada Türkiye için tehdittir. Bu konu en çok Yahudiliği ve İslamiyet’i ağırlıkla benimseyenlerin ve ilgili ülkelerin sorunudur. Çünkü özellikle iki inanç ve inanç sahipleri din/inanç ve din/düzen ayrımında sorun yaşamaktadır.  Diğer inançlarda düzen konusu sorun olsa da birinci derecede sorun olarak görülmemektedir.

 

İnsanlığın gelişim çizgisinin iyi anlaşılamaması yönetim sorununun çözülmesini de geciktirmektedir. Bir insanın gelişim dönemleri gibi insanlığın da gelişim dönemleri olduğu gerçeği atlanmaktadır. Medeniyetlerin de yaşları olduğu unutulmaktadır. Her medeniyetin ayırıcı temel özellikleri olduğu unutulmaktadır. Zamanla bozulan, gelenekselleşen, kendini yenileyemeyen bir din anlayışının hâkim olması sorunların da kaynağı olmaktadır. Bilime dayalı olarak gelişmeyen önemli ölçüde hurafe içeren ve hatta hurafe yönü ağır basan geleneksel din anlayışına, uygulamalarının din diye yerleşmesi sömürü sermayesinin işini kolaylaştırmaktadır. Doğal olarak da dine duyulan tepkiler içerisinde hurafeleşmiş din anlayışının topluma yerleştirilmesinin önemli bir payı vardır. Merkeziyetçi sosyal yapılanmalar da dinin itici olmasında veya yanlış gelişmesinde önemli etkiye sahiptir.

 

Türkiye’de Müslümanlığın ve Müslümanların en önemli sorunu Kur’an kavramları ile tarihsel süreç içinde bozulan ve günümüzde kullanılan kavramların içerik olarak karıştırılmasıdır. Örneğin Kur’an’da inanç anlamında “ittika” kavramı, düzen anlamında “din” kavramı ile karışmıştır. Klasik tabir ile dini (inanç) hükümlerle kazai (hukuksal, düzene ait) hükümler karışmıştır. Din deyince hem inanç hem de düzen anlayanlar, din deyince sadece din anlayıp onu düzen olarak savunanlar, din deyince sadece din anlayıp İslam’da düzen olmadığını savunanlar şeklinde ağırlıklı olarak üç anlayış oluşmuştur.

 

İslam sadece inanç olarak algılandığında inancı benimseyenler ile inancı benimsemeyenlerin ciddi sorunları, tehditleri ortaya çıkmaktadır.  Türkiye’de devletin düzenini tehdit eden anlayış İslam inancını (düzenini değil) düzen haline getirme anlayışıdır. İslam’ı inanç olarak benimseyip bunu da düzene dönüştürmeye, devletin temel düzenine dönüştürmeye çalışanlar tehdittir. Çünkü kendi inançlarını ülkenin düzeni haline getirmeye çalışmaktadırlar. Diğer inanç sahiplerine sadece olsa olsa lütufta bulunurlar. İslam’ı inanç olarak kabul edip onu benimsemeyenler de ülke, devlet için tehdittir. Çünkü onlar da İslam’ın din düzen ayırımını bilmemektedirler ve İslam inancını İslam düzeni sanıp İslam’ın doğru öğrenilmesini, din düzen ayırımını engellemektedirler. İnsanlığı tekel, baskıcı sermaye veya tekel, baskıcı yönetim kıskacına, o da yetmezse düzensizliklere mahkûm etmektedirler.

 

Bilimsel değerlendirmelerle İslam incelendiğinde, İslam düzeni ve İslam inancı kavramlarının ayrı kavramlar olduğu görülür. İslam/barış düzeni, barışın temel alındığı düzendir. Toplumsal ilkelerin barışın tesis edilmesi ve işlemesi için kurulduğu ve devam ettiği düzendir. İslam düzeni, demokratik, laik, bağımsız, yansız, etkin, saygın yargıya dayanan, liberal, sosyal, bilimi rehber edinen bir düzendir. Daha açık bir anlatımla günümüzde insanlığın ışığını gördüğü, müspet ilimle ulaşmaya çalıştığı, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olarak ifade edilen, bilimsel yöntemlerle geliştirilmesi gereken düzendir. Herhangi bir inancı baskın kılmayan, bütün inançlara eşit yakınlıkta bulunan, bütün inançların insanlığın gelişmesi, ahlaklı insan ve toplum olma yolunda yarıştığı bir sistemdir. İnanç anlayışlarını (inançsızlık anlayışları da dâhil ) silmeye, sindirmeye çalışmayan, inançların bilimle kendilerini geliştirmeleri için ortam hazırlayan, inançların bilimi rehber edindiği düzendir. İnanç temeline ve ilkelerine değil, düzen temeline ve ilkelerine dayanır. İslam dini ile İslam inancı kavramlarının ayrı kavramlar olduğu konusu üzerinde çalışılmalıdır. Çalışanlar baskı altına alınmamalıdır. Bütün dinlere, anlayışlara, görüşlere adil yer verilmelidir.(tabi bu arada bu anlattığım görüşe de yer verme unutulmamalıdır). Bu yer verme sadece bir din(inanç), inanç mezhebi, inanç cemaat görüşünün bir gereği olarak görülmemelidir. Bütün anlayışlara eşit yakınlıkta olma, inançların üstünde olma, inançları da içine alan bir sistem, düzen, devlet düzeninin bir gereği olarak düzen tarif edilmelidir. İslam müspet ilimle anlaşılırsa doğru anlaşılır, doğru anlamalar olur, tehdit olmaz, barış/islam olur.   

 

 

 

Hilmi Altın






Sayı: 17 | Tarih: 4.10.2009
Mehmet Şevket Eygi
Lüks ve İsraf Haramdır
1438 Okunma
Emine Hocaoğlu
Toktamış Ateş
Osmanlı özentisi
1334 Okunma
Osman Eskicioğlu
Mehmet Niyazi
Tarih ve din (medeniyet ve insan)
1145 Okunma
Abdurrahman Erol
Zülfü Livaneli
Jacques Brel’in adası
1130 Okunma
1 Yorum
Ali Bülent Dilek
Ahmet Hakan
Sevilmeyecek bir yazı
1126 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Fikret Bila
Gül'ün şifreleri
1112 Okunma
Harun Özdemir
Mahir Kaynak
Türkiye projesi
1107 Okunma
Süleyman Karagülle
Ruşen Çakır
Gül’ü dinlerken
1101 Okunma
Tayibet Erzen
Nazlı Ilıcak
Acı birike birike göl oldu
1092 Okunma
Fatma Karuç
Ahmet Altan
Göbeğini kaşıyan gazeteci
1091 Okunma
Özer Ataç
Yılmaz Özdil
Mustafa Kemal Atatürkiyeli...
1082 Okunma
Leyla Okta
Oktay Ekşi
Acil sorunumuz
1041 Okunma
1 Yorum
Vahap Alma
Mehmet Altan
‘Liberal, Türk, Müslüman...’
1028 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Bekir Berat Özipek
Darbeci generale serzeniş
1024 Okunma
Bünyamin Demir
Reşat Nuri Erol
Faizli düzen muhafazakârları
1013 Okunma
Ilker Ardic
Can Ataklı
Bayılıyorum Başbakan’a vallahi
965 Okunma
Mesut Karaaytu
Fatma K. Barbarosoğlu
“Katil zanlısı”na bu kadar yakın olmak zorunda mıy
963 Okunma
1 Yorum
Fatma Zafer
Hayrettin Karaman
Milletimizin dindarlık karnesine tepkiler
925 Okunma
Hilmi Altın


© 2024 - Akevler