“Enerjiyi Kontrol eden, dünyayı kontrol eder.” (1)
Akıl dışı gelse de bilim insanları, nesil aktarımlı bayrak yarışı ile araştırmaları sürdürüyor. Atom denilen muammanın ilki olan hidrojen atomu; tıpkı bir incirin içindeki toplu iğne başından küçük çekirdeği, bir incir ağacını ve her mevsim yenilenen yüzlerce inciri oluşmasının başlangıcı sayabilir miyiz?!

Evet sayabiliriz. Bilinen kimyasal element sayılı 118; bunlardan 92 doğada saf olarak bulunuyor. Bilim insanları bu “işin” Ademi’ne Hidrojen atomu diyor: Bir çekirdek içinde bir nötron, bir proton ve çevresinde dolanan bir elektron; bu hidrojen atomudur.
Atomu bir “hane”ye, atom çekirdeği içindeki Protonu pozitif yüklü babaya, Netronu negatif değerli anneye; her ikisinin toplamına atomun kütle numarasını ise hanenin etki alanına benzetebiliriz. Kimyasal element cetvelinde atomlar, bu yüzden nötron sayısına göre sınıflanmış. Dizge birden, yüz on sekize kadar, fakat elementlerin içerikleri de gözetilerek yapılmış.
Bir atom çekirdeğin içinde iki proton, iki nötron ve çevresinde iki elektron olduğunda, Helyum; yine bir çekirdeğin içinde üç nötron, üç protonu olan Lityum, beş protonu olan Bor, altı protonu olan Karbon, yedi, Azot; sekiz olanı Oksijen atomudur… Bütün elementler hidrojen atomunun atom altı quarkların devinimi ile oluşan hidrojen varyasyonu; ardından bu varyasyonların elementlere dönüşmesiyle oluştu. Elementler içerdikleri elektronların riskli atılımlarıyla diğer elementlerle çeşitli bağlar kurup zenginleşiyor. Yani, “ aşağıda ne varsa, yukarıda o var.” ilkesinden; hidrojenin atom altını oluşturan quark ailesinin sağladığı varyasyon atılımı, hidrojenin güvencesini sağlayacak risk olduğu sonucuna ulaşıyoruz.
Elektronlara gelirsek: Atom çekirdeğinin oluşturduğu “hane”nin çevresinde kademeli yörüngelerde dolanan elektronları ise çekirdekteki proton ve nötronun çocukları sayabiliriz. Devam edelim. Atom çekirdeğinin ( proton ve nötron : nükleon) altında da ayrı bir evren var. Proton ve nötronunun soy ağacı diyebileceğimiz quarkların sonu, şimdilik teori düzeyinde; atomun en altı için belirsizlik sürüyor. (2)
Konumuz bağlamında, atom çekirdeğindeki proton ve nötron bağından bazı çıkarımlar yapmak istiyorum. Bilindiği üzere, mıknatısta iki kutup var; kuzey(+) güney(-). Pozitif ve negatif kutupları birbirini çekiyor. Aynı kuvvetler birbirini itiyor. Mıknatısın uçlarında birbirine zıt olan kuvvetler, mıknatısın bütününde manyetik alan oluşturuyor.
Sosyal teori bunun tersi olabilir mi; sanmıyorum. Bu yüzden ilginç buluyorum. Çünkü günümüz ulus devletleri toprak, ülke, amaç (ülkü) birliği ile varlığını sürdürüyor. O devleti yönetmeye aday siyasiler bu birliği “birlik beraberlik” çağrıları ile güncelliyor. Bu aynılığı telkin eden zorlayan oluşumlar o ülke için sağlıklı görülse de evrensel yasalarla çelişiyor. Mekânsal “aynılığın” (ki yerel dışında bu da yanıltıcıdır) eş dağılımsız (heterojen) topluluğa telkin edilmesi, kesilmeyen rüzgarlar ve dalgalanmalara sebep oluyor.
Belki mekânsal aynılık, tüm ayrılıkları, o mekandan yaşamın idamesinden dolayı aynılığa dönüştürmüş olabilir. Böyle bir durumda, yani aynı amaç, ülke, toprak birliğinin aynılığı; sözünü ettiğim fiziksel yasaya göre birbirini çekmesi değil, itmesi gerekmez mi? Yoksa sosyoloji, evrenin işlerliğindeki bu “temel” yasadan muaf mı?! “Temel” kelimesini, atom çekirdeği ölçeğinde, atomun temel yapısını oluşturan protonların birbirini itmesi, nötronların bu itmeyi dengeleme işlerliği sebebiyle kullanıyorum.
Doğrulamasını yapabilir miyiz: imparatorluklar uluslara dönüşürken ve uluslar döneminde yer yüzündeki en büyük savaşlar gerçekleşti: Birinci, ikinci dünya savaşları. Daha sonra, “bir daha yaşanmasın,” diye Birleşmiş Milletler kuruldu. Eşitsiz gelişimin ve galibiyetin sonucu, BM leri daimi üyeler “yönetti”. 1945 yılından, 1991 yılına kadar “Soğuk Savaş” kapsamında; 1991 sonrası, yine emperyalist etkilerle günümüze kadar devam etti; eşitsiz savaşlarla devam ediyor.
Teknoloji ilerliyor; bilgi, para, mal akışı neredeyse sınır tanımıyor. Siber gelişim bu sınırsızlığı teşvik ediyor. İster istemez, sınırlar geçişli plazmatik sürece girdi. İleride ülkelerin sınırları sıvı, sonrasında gaz modellerine dönüşecek. İşte ulusçuluk, bunun sancısını yaşıyor. Bilgi ve paranın sınırsız akışı, mal ve hizmeti de yanına çekecek. Bunun için atlama rampaları diyebileceğimiz serbest bölgeler, gümrüksüz şehirler, serbest ticari topluluklar, nihayet ikili üçlü anlaşmalar işler durumda.
Şu anda küreselciler ulusçuluğu; ulusçular, küreselcileri şeytanlaştırdı. Yer yüzünde hiçbir anlaşma kararlı ve kalıcı değil. Ulusçuluk yukarıda açıklamaya çalıştığım sebepten dolayı, fiziki engellerle boğuşmaktan kurtulamıyor. “Aynılığın” atılımı olanaksız; bu yüzden, imparatorluk bakiyesi olan ülkemiz, tüm olumsuzluklara rağmen gelişimi sürecek. Dikkat edin; emperyalistler kontrol etmek istedikleri ülkelerde aynılık misyonu diyebileceğimiz aşırı misyonları, o ülkelerde Truva atı olarak kullanıyorlar. Ülkede onların lehine ne karar alınmasını isteniyorsa, o karara en muhalifi öncü kılıyorlar. Demek ki birbirini “çeken” (çünkü biri varsa, öteki olacak) aşırılıklar, “bütüncülüğün” (emperyalizm) manyetik alanı olarak kullanılıyor.
Aşırılıkların bir ülkede kuzey- güneyi kutupları oluşturması; arada farklı unsurlar olmadığında, “buluşma”, çatışmanın kaçınılmaz olduğunu ABD iç savaşı, Sudan, Irak, hatta Suriye bölünmesinde ve Rusya-Ukrayna çatışmasında incelenebilir.
İleri teknolojinin otonom silahları ve buldozer güçlü asker robotlar “az sonra” sokaklarda, cephelerde ortaya çıkaracak. Burada önemli husus, insanın hem türüne yönelik yamyamlığına çare bulunamaması. (3)Yoksa öldürmenin teknolojisi bitmeyecek.
İster bilinen atomu; ister anlaşılması amacıyla indirgediğimiz “hane” benzetmesini ele alalım; atomun çekirdeğindeki proton(baba), nötron (anne), birden çok sayıya ulaşıp, aynı çatı altında yaşayan geniş aile (birleşik aile) olduğunda; pozitif yüklü protonlar, her zaman birbirini iterler. Negatif yüklü nötronlar ise çekirdekteki birden fazla protonun birbirini iterek atomun dağılmasını engelliyor. Savrulmaya karşı amortisör (hareket yönünün tersi hız ile orantılı direnç) görevini yerine getiriyor. (4)
Ayrıca bu nötronlar, büyük yıkımların veya büyük enerji elde etmenin ajanı olarak ta kullanılıyor. Buna “fırlatma” deniyor. Laboratuvar ortamında nötronlar, parçalanması istenilen atomun içine “fırlatarak”, atom çekirdeği içindeki nötronların sabitlediği yapıyı bozup, atomu parçalıyor; bilinen atom bombasını imal ediyorlar. Nükleer fizyon (ayırma)dedikleri de bu. (5)
Açıklamalar:
(1)Enerji ve kontrol; bir birini iten iki kavram. İkisini elde eden, insanlığa hükmediyor. Hangisi diğerini oluşturdu; enerji kontrolü mü , yoksa kontrol enerjiyi mi oluşturdu. “Tavuk yumurta” örneğindeki hangisi diğerini meydana getiriyor, sorusuyla eşleşiyor. Akla gelen ilk yanıt, görece tekâmül edeni diğeri yani, daha “ham” olan oluşturmuş olabilir. Enerji evrimleşerek kontrolü oluşturdu. Kontrol enerjinin daha eterik hali olduğundan onu sevk ederken, iç benzerliği dolayısıyla onunla çelişti; benzerlerin birbirini itmesi.
(2) Atom çekirdeğini oluşuran proton ve nötronu oluşturan etkileşimlerini sağlayan foton, bozon, mezon, fermiyon, baryon, graviton,..bunların üçlü , zıtlı ve simetrik varyasyonları, bilinen boyutun dışında boyutları, bunların geçişlerini, değişkenliğini, belirsizliği zorunlu kılıyor.
(3) Yayamlık (kanibalizm) ,aynı türden başka bireyi “yiyecek” olarak tüketmek. Yamyamlık hayvanlar aleminde de yaygın ekolojik etkileşim. 1500’den fazla tür içinde gözlemlenmiş. Oturup insanı öldürüp veya ölmüş insanı yemekten söz etmiyorum. İnsanın yaşamsal değerlerini , yaşam hakkını emeğini , yaşam adadıklarını kuvvet yoluyla alıp kendi ihtiyaçları için kullanmaktan söz ediyorum. Kanımca bunun en büyük sebebi et ile beslenmektir. Etobur kesilmiş hayvanın yaşamı son bulurken tanık olduklarını henüz çürümemiş etinde taşıması ve o ölüm enerjisinin işlenmiş veya işlenmemiş etle yiyene geçmesidir.Kısaca istismar, sömürü, zulüm,… insanın yamyamlığıdır.
(4)Nötronlar nötr olduğu için elektron dizilimine etki etmezler ; fakat protonla beraber nükleonun kütlesini oluştururlar. Atam numaraları aynı içerdiği nötronlar farklı olan atomlara izotop deniyor. İzotoplar kimyada joker gibi işlev görüyor. Yunanca “Aynı yer, eş yer” kelimelerinden türemiş.
Özelliği şu aynı kimyasal fakat farklı fiziksel özellik gösteriyorlar. Kimyasal özellikleri aynı çünkü elektron sayıları aynı. Fizik özellikleri farklı çünkü atom ağırlıkları farklı. Joker çünkü bunlar çeşitli elementlerin maddelerin yoğunluğu belirleniyor. İşlevi sebebiyle izotoplara elementler evreninin ara bulucusu diyebiliriz.
(5) Paylaşmadan ve iyilikle anmadan geçmeyeceğim: Lise Meitner, Viyan doğumlu Yahudi kökenli nükleer fizikçi. Hitler’in zulmünden İsveç’e sığındı. Yeğeni Otto Hahn Fritsch ile Uranyumdan daha ağır element ararken; uranyuma fırlattığı nötronlarla daha hafif Baryum’u keşfetti. Bu başlangıç onun nükleer fizyonu bulmasını sağladı. Protonları birleştirerek enerji etme (füzyon) çalışmaları ise günümüzde devam ediyor. Ne yazık!.. Lise’nin bu buluşunu; 1944 Nobel Kimya ödülü tarafından kendisi hiçbir şekilde anılmayarak yeğenine verildi. Küresel silahtarlara karşı, buluşunun silah olarak kullanmasını engellemeye çalıştı. Daha sonra yaptığı bir çok buluşlar için Nobel’e aday gösterilmesine rağmen, kendisine Nobel ödülü verilmedi. Silahtar zindeler günümüzde yine her bakımdan her yerdeler.
Atom silahı, günümüzde hükümranlığının inişine tanık olduğumuz ABD’nin o dönemdeki yönetimi, 6.8.1945 sabahı Little boy (küçük çocuk) od isimli uranyum tipi silah Japonya’nın Hiroşima; üçüncü günü Fat Man (şişman adam) kodlu plütonyum tipi ikincisi Nagasaki kentlerine atılmış; 132 bin insan yaşamını yitirmiş, bölgede on yıllarca radyasyon sakatlanması sürmüştür.