Ebû Hanife’nin İlmi ve Siyasi Mirası Ne Oldu? - 2
Ebû Hanife’nin siyasi mücadelesi ve siyasi fıkhı kendisine nispet edilen Hanefi mezhebi ileri gelen mensuplarınca dikkate alınmamış, bir şekilde gizlenmeye ve örtbas edilmeye çalışılmıştır.
Durum böyle olunca Ebû Hanife’nin fıkıhta, kendisini bile geride bırakacak öğrencileri olmuş olsa da; bu öğrenciler tarafında onun ortaya koyduğu siyasi mücadelesinin mirası görmemezlikten gelinmiş, önem verilmemiş ve devralınmamıştır.
Ebû Hanife’nin siyasal mirasının böyle yetim kalışı, Hanefiliği de içinde barındıran Ehli Sünnet ve’l Cemaat kanadının yönetim/otorite ile bağlantıları, Nisa, 4/59. ayeti kaynak gösterilerek emir sahipleri lehine münasebetlerin sürdürmesine neden olmuştur. Bugün de aynı anlayış devam etmektedir. O Ayette:
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin, sizden olan ulü’l-emre de. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu, Allah’a ve peygambere götürün. Bu, elde edilecek sonuç bakımından hem hayırlıdır hem de en güzelidir.” (Nisa, 4/59) Bu ayette; Allah’a, Resülullah’a, ulü’l-emre itaat kayıtsız şartsız aynı seviyede tutulmuştur.
Hâlbuki bu ayette Allah’a ve Peygamberine “İtaat ediniz” emri ayrı, ayrı tekrarlandığı halde; bu emir tekrarlanmadan “ulü’l-emre de…” denilmesi, bunlara itaat yükümlülüğü bakımından Allah ve resulü gibi olmadıklarına; ayrıca “sizden olan” ibaresi ile emirleri meşru (Allah ve resulünün talimatına uygun) olmadıkça kendilerine itaat edilmeyeceğine işaret etmektedir.
“Hiçbir mahlûka, Allah emrine uymadığı takdirde itaat edilemez”, “Ancak maruf (meşru) olan emre itaat edilir”, “Allah’a itaatsizlik sayılan emre itaat edilmez” (Buhârî, “Ahkâm”, 4, “Megazî”, 59; Müslim, “İmâre”, 39) mealindeki hadisler bu kaideyi açıkça ifade etmektedir.
Ayetin nüzul sebebi de aynı kaideyi destekler mahiyettedir: Hz. Peygamber bir gruba (seriyye) askerî görev vermiş, başlarına da Abdullah b. Huzâfe’yi geçirmişti. Abdullah bir sebeple öfkelenmiş, emri altındakilere odun toplayıp yakmalarını, ateş olunca da içine girmelerini emretmişti. Emri alanlar tereddüt içinde kaldılar. Bir kısmı “Komutana (ulü’l-emre) itaat edilir” diye ateşe girmeye teşebbüs ediyorlar, bir kısmı ise “bu itaatin, buyruğun meşru olmasına bağlı bulunduğunu” düşünerek onları engelliyorlar, “Biz ateşten kaçarak Peygamber’e katıldık” diyorlardı.
Bu çekişme devam ederken ateş söndü, seferden dönünce durumu Resulullaha arz ettiler. “Ateşe girseydiler kıyamete kadar ondan kurtulup çıkamazlardı. İtaat ancak meşru emre olur.” buyurdu (Buhârî, “Ahkâm”, 4,), (Diyanet, Kur’an Tefsiri)
İmamı Azam Ebû Hanife’nin görüşü ve fetvaları bu düzlemde idi. O yüzden Ebû Hanife’nin örnek siyasi mücadelesi, akla, bilgiye, özgürlüğe hak, hukuk ve adalete verdiği değer yerine, ne yazık ki, kendisinden sonra, Hanefiliğin salt iman, ibadet ve muamelat unsurları İslam dünyasına hâkim olmuştur.
Bu durum hem zihni bir kısırlık dönemi başlatmış hem de adalete dair tüm nasihatname ve söylemlere rağmen, böyle bir siyasi fıkıh anlayışı olmayınca, İslam dünyasında çoğunlukla baskı ve zulmü esas alan yönetimler işbaşında olmuş ve Ehli Sünnet ve’l Cemaat çevreleri tarafından, yukarıdaki ayet kaynak gösterilerek bu yönetimler desteklenmiştir.
Sonuç olarak, İslam âleminin bu çıkmazdan kurtulması, Ebû Hanife’nin ölümü pahasına savunmuş olduğu şûra, adalet, liyakat temelli değer ve ilkelerin siyasete temel olması, siyasi fıkhın yaygınlaşması ile imkan dâhiline olabilecektir. Aksi halde, İslam toplumlarında; Kur’an’a ve Resulullahın uygulamalarına rağmen, baskı, nepotizm, zulüm, eşitsizlik, hoşgörüsüzlük, bağnazlık, ayrımcılık ve çatışmalar var olmaya devam edecektir.
Kaynak: Dergipark, Adem ÇAYLAK, Rabia Nur KARTAL, “İslam Siyasi Tarihinde Bilgi (Ulema) İktidar (Umera) İlişkisi: Ebû Hanife Örneği”.