Milli Gazete 2007 Yazıları
Reşat Nuri Erol
2007 1.Baskı
1229 Okunma
2007 Temmuz

 

 

 

 

 

 

Muhterem İstanbul Tüccarları!

Reşat Nuri Erol
resaterol@akevler.org

 

TEMMUZ 2007

16.03.2006

 

 

 

 

 

 

 

 

‘Milletimiz Saadet çatısı altında toplanıyor’

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

03.07.2007

Millî Gazete 1 Temmuz 2007 Pazar günü, “Milletimiz Saadet çatısı altında toplanıyor/ Millî Kurtuluş şahlanışı” manşeti ile çıktı. Aynen katılıyorum ve sebebini de hemen yazıyorum.

Bir gün öncesinde yani Cumartesi Seminerimizde biz de çalışma arkadaşlarımızla aynı konuyu geniş bir şekilde tartışmış ve aşağıda bazı detaylarını sunacağım benzer sonuçlara varmıştık.

Millî Gazete haberi özet olarak ne diyor? Önce ona bakalım: “Seçime girmeyen Büyük Birlik Partisi ve Anavatan Partisi tabanının verdiği destek de Saadet Partisi’nin oylarına katkıda bulundu. Son yapılan anketler bu gerçeği ortaya koyuyor. Başkent Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi tarafından yapılan ankette Saadet Partisi oylarını en fazla arttıran parti oldu. 11-15 Haziran 2007 tarihleri arasında 22 ilde 2465 kişi ile görüşülerek gerçekleştirilen ankete göre Saadet Partisi’nin oyları hızla yükseliyor. Sürprizi Saadet gerçekleştirecek/ Araştırmaya göre AKP’deki Millî Görüş oyları Saadet Partisi’ne kayıyor... Saadet Partisi oylarındaki artışta, Millî Görüş Lideri Necmettin Erbakan’ın televizyon konuşmaları ve binlerce vatandaşın katılımıyla gerçekleşen ekonomi konferanslarının etkili olduğu belirtiliyor.

Bilindiği gibi Saadet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan’ın katılımıyla gerçekleştirilen meydan mitinglerinde BBP’liler ve ANAP’lılar kendi bayraklarıyla katılarak Saadet Partisi’ne desteklerini ortaya koyuyorlar. 22 Temmuz seçimleri yaklaştıkça Saadet Partisi’nin oylarının daha da artacağı kaydediliyor.

*

Saadet Partisi ne kadar oy alabilecektir?

Başta da değindiğim üzere, biz de çalışma arkadaşlarımızla bir gün öncesinde 22 Temmuz Seçimi ile ilgili olarak değerlendirmeler yapmış ve önemli sonuçlara ulaşmıştık. Çalışmamızın detaylarına girmiyor, sadece bazı önemli sonuçları sizlerle paylaşmak istiyorum.

Saadet Partisi ne kadar oy alabilecektir?

-Saadet Partisi’nin geçen seçimde aldığı kendi oyu vardır. Bu oy bugünlerde en az % 4’tür. Erbakan’ın konuşmaları ile bir taraftan pekişmekte, diğer taraftan giderek artmaktadır.

-AK Parti’nin oyu -belki- artacaktır ama bu diğer partilerden gelen oylarla artacak, kendi oyunu -yani Millî Görüş oylarını- ise kaybedecektir. Bu oylar da en az % 4 civarındadır.

-ANAP’ın oylarının yarısı Saadet Partisi’ne gelecektir, % 3 de bu etmektedir.

-Genç Parti’nin oylarının dörtte biri Saadet Partisi’ne gelecektir. Bu da % 1.5 eder.

-Büyük Birlik Partisi’nin en az % 0.5 oyu da Saadet Partisi’ne gelecektir.

TOPLAM % 13 eder.

Demek ki % 4 yanılma payı versek, -bu haftaki görüntüye göre- Saadet Partisi 22 Temmuz seçiminde en az % 11 ile yüzde % 15 arasında oy alabilecektir.

Erbakan ve Saadet Partisi bundan önceki seçimde TV5’e sahip değildi.

Bu seçimde TV5 imkânı en iyi ve en verimli şekilde kullanılmalıdır.

Bunun etkisi en az”1973’teki gibi olacaktır. O zaman % 13 oy almıştık.

*

Saadet Partisi Meclis’te neler yapar?

Saadet Partisi başlangıç olarak cumhurbaşkanının seçilmesi sorununu uzlaşmayla çözer.

-Türkiye’yi çok çetin günler bekliyor.

-Bu çetin sorunlar nasıl çözülür?

Bu çetin sorunlar ancak ve ancak “Millî Görüş ve Adil Düzen”le çözülür. Kırk yıllık “Millî Görüş Hareketi”nin gösterdiği çözüm yollarının Meclis’e anlatılması ve uygulanması ile çözülür.

Erbakan’ın anlattığı üzere, iyi bilinmeli ve anlaşılmalıdır ki, bugünkü Türkiye 1973’lerin veya 1997’lerin Türkiye’si değildir.

-Bir defa, 1 Mart Tezkere’sinden sonra sermaye süper güç olmaktan çıktı. Artık süper güç yok. ABD’nin çırpınışı veya debelenmesi bundan. Almanya, Fransa, Rusya ve Çin, Irak Savaşı’nda bizimle bir oldu ve insanlık ABD vahşetine karşı birleşti. -CIA ABD’de etkisini kaybetti, Türkiye’de de eskisi gibi at oynatamıyor. Artık otel odalarında iktidarları değiştiremiyor. -Türk Ordusu artık millete güvenmekten başka yol kalmadığını gördü. Türkiye’nin “Millî Görüşsüz ve Adil Düzensiz” bir yere varamayacağını anladı. Artık ABD’den aldığı talimatlarla tankları yürütmüyor. -Türk iş adamları TÜSİAD’cılar da batıdan ümitlerini kesmiş, AKP’ye bile razı olur hâle gelmişlerdir. Bunlar da “Millî Görüş ve Adil Ekonomik Düzen”e eskisi kadar soğuk bakmıyorlar. Günümüzde gelinen noktada Türkiye’de artık 28 Şubat şartları yoktur. Meclis, Saadet Partisi’nin önderliğinde uzlaşarak Türkiye’ye “Millî Görüş ve Adil Düzen”in gelmesine yol açabilir.

Sonuç olarak diyoruz ki;

-TV5 Erbakan’ın Konuşmalarını günde iki defa yayınlamalıdır.

-TV5’in seyirci kazanması için Saadet’e karşı olan görüşlere de yayında yer vermelidir.

-Saadet Partisi Meclis’e girdiğinde, AK Parti dâhil bütün partilerle koalisyon yapacaktır.

-Saadet Partisi faizli sistemde işler yapmayacak, “Faizsiz Adil Ekonomik Düzeni” kuracaktır.

 

 

***

 

 

 

 

 

‘Ecdadımız Adil Düzeni gerçekleştirmek için çalıştı’

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

04.07.2007

Erbakan konuşuyor, Erbakan’ı dinliyorum; hep beraber dinliyoruz…

Erbakan’ı Türkiye dinliyor, İslâm âlemi dinliyor, dünya dinliyor, bütün insanlık dinliyor…

Erbakan Hocam’ı 1960’lı yıllarda ilk dinlememin üzerinden yıllar geçti. İzmir Atatürk Kapalı Spor Salonu’ndaki İlim ve İslâm Konferansının üzerinden demek ki kırk yıldan fazla zaman geçmiş... Sonra 1970’li MSP yıllarında Ege’nin bütün il ve ilçelerinde, Türkiye’nin pek çok yerinde birlikte geçirilen, benim yine “ilmî siyaset” diyeceğim çok farklı birliktelikler. 1980… 1990… Ve nihayet 2000’li yıllar…

Yıl 2007 ve Erbakan Hoca yine konuşuyor… Aradan yıllar geçmesine geçmiş, geçmiş ama… Erbakan Hoca’yı hâlâ aynı şevk, heyecan, doyum ve sonunda oluşan birikim ile dinlemeler… Ve hepsinden de önemlisi, her seferinde olabildiğince ve tek kelimeyle “ilmî” diyeceğim istifade iştiyakı ve aşkı, her ne hikmetse geçmiyor, bitmiyor, tükenmiyor; aksine, giderek daha da artarak derinleşiyor…

Kur’an’ın “Er’-râsihûne fi’l-ilmi/ ilimde derinleşenler” dediği şey yani ilimdeki en yüksek seviye bu olsa gerek. “İlim” deyip geçmeyin, çünkü ilim her şeyin başı. Son Peygamber’e kadar da insanlığın her konudaki rehber ve önderleri hep peygamberler olmuş. Bundan sonra ise kıyamete kadar peygamberlerin vârisleri “âlimler” olacağına göre, “ilim” işte bundan dolayı çok çok önemli. Yine Kur’an, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” diyor.

Nitekim, özellikle bugünlerde, Erbakan Hocamız’ın ilmî ve siyasî bilgilendirmelerinden sonra, “bilenler” ile “bilmeyenler” arasındaki farkı sadece “şuur” seviyesinde değil, yine Kur’an’ın tabiriyle “va’y” seviyesinde anlayıp idrak edebiliyoruz; elhamdülillah…

*

Nerden nereye?.. İzmir’den İstanbul’a… Millî Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan, son olarak “Millî Kurtuluş Konferansları” serisinin ilkini İstanbul’da gerçekleştirdi. Yeşilköy’deki İstanbul Gösteri Merkezi’nde “İşbirlikçiler ve AKP’nin Ekonomik Yıkımı” adlı bir konferans verdi. Bir bilen, bilge bir başkan, ilmî siyaset yapan bir lider ve bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da milletine öncülük eden bir önder olarak çok önemli ve tarihî hatırlatmalarda bulundu. Sadece ikisini tekrar hatırlayalım:

“BİZ SİYASET YAPMIYORUZ, MATEMATİK YAPIYORUZ.”

54. Hükümet’in Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Lübnan’a asker gönderilmesiyle ilgili ilginç tespitler yaptı ve dedi ki: “Bu AKP işbirlikçidir. 22 Temmuz’da AKP tekrar iktidara gelirse Lübnan’da Hizbullah’ı silahsızlandıracaklar. İncirlik Üssü’nü kullanarak Lübnan ve Suriye’yi istila edecekler. Mevcut yönetimi kullanarak Türkiye’yi İsrail’e vilayet yapmak istiyorlar. 22 Temmuz seçimi var olmak mı, yok olmak mı seçimidir. Onun için Millî Görüş’ün partisi Saadet Partisi’ne destek verin. 22 Temmuz’da AKP’ye oy verdiğinde ertesi gün Suriye’yi, Hizbullah’ı vuracaklar. Bu oyunları Millî Görüş olarak kaç defa bozduk, yine bozacağız Allah’ın izniyle. Biz siyaset yapmıyoruz, matematik yapıyoruz, beni iyi dinleyin, dediklerimi çok iyi anlayın. Narkozlanıyorsunuz, uyumayın, uyumayın!..”

“IMF NE YAPIYOR? DEVLET İÇİNDE DEVLET KURUYOR.”

Türkiye Ekonomisinin kötü yönetildiğini belirten Erbakan bu önemli konuda da şunları söyledi:

“IMF ne yapıyor? Devlet içinde devlet kuruyor. IMF’nin emirleri bellidir; istihdam olmayacak, tarıma destek verilmeyecek, üretim engellenecek, yeraltı ve yerüstü kaynakları ve en önemli kurumlar yabancılara satılacak, sanayi tasfiye edilecek, ihracat yerine ithalat sağlanacak, en yüksek faiz oranı Türkiye’de olacak. Bunlar IMF’nin emirleri. Bunlar IMF’nin talimatları. Bunlar Haim Nahum doktrininin gereğidir. Biz bunu geçmişte değiştirdik, yine değiştireceğiz. Bak bu AKP, at yarışı spikeridir. Enflasyon düştü, şu şöyle oldu, bu böyle oldu diyorsun. Bunları sen yapmıyorsun ki. Sen sadece spikersin. Sen ne oluyorsa onu söylüyorsun.”

*

Bugünlük sonuç kabilinden, Millî Gazete’nin Erbakan ile yaptığı son röportajın başlangıç kısmından bir bölümü sunuyorum:

Biz tarihimiz itibariyle 11 asır yeryüzünde ADİL DÜZENİ gerçekleştirdik. Asr-ı Saadet’ten itibaren. Asr-ı Saadet, Hulafai Raşidin, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar. Ne yazık ki son 3 asırdan beri zahiri güç ırkçı emperyalizmin eline geçmiştir. Allah nurunu tamamlayacaktır, yeniden yeryüzünde hak hâkim olacaktır. Bizim vazifemiz bunu gerçekleştirmek için elimizden geldiği kadar bütün gayretimizle çalışmaktır.

“Oy kullanırken sormanız gereken üç önemli soru:

-Bu partilerin içerisinde hangisi Önce Ahlâk ve Maneviyat diyor. Çünkü maneviyat olmadan hiçbir şey olmaz.

-Bu partilerin içinde hangisi Ben bu soygun düzenini değiştireceğim diyor. Çünkü soygun düzeni bu milleti aç bırakarak, işsiz bırakarak, borca esir ederek yumuşak lokma haline getirmek istiyor.

-Bu partilerin içinde hangisi Biz bu zulüm dünyasını istemiyoruz. Onun yerine adalete dayalı Yeni Bir Dünya kuracağız diyor. Çünkü zulüm dünyasında ırkçı emperyalistlerin dışında, hiç kimseye insanca yaşama hakkı yoktur.”

22 Temmuz’da gereğini yapmak üzere, Erbakan’ı dinlemeye, okumaya ve anlamaya devam edeceğiz…

 

 

***

 

 

 

 

 

‘Bu seçimde oyumu Saadet Partisi’ne vereceğim’

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

05.07.2007

Millî Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ı, gereğini yapmak üzere, dinlemeye, ,okumaya, anlamaya ve kavramaya devam ediyoruz: “Türkiye dünyanın en mühim ülkesidir. İşte böylesine mühim ülkede 22 Temmuz 2007 tarihinde tarihi bir seçim var. Onun için bu seçim sadece Türkiye meselesi değil dünya meselesidir. Bu seçim bugüne kadar yapılmış seçimlerin hiç birisiyle mukayese edilmeyecek kadar büyük öneme haizdir. Bu önem nerden geliyor? Bulunduğumuz tarihi noktadan ileri geliyor. Bu noktayı iyi anlamamız lazım.

Bizim ecdadımızın inancı Haktır. Bu hiçbir şartta değişmeyen doğru demektir. Matematik kuralları gibi; iki kere iki bin yıl öncede dörttü, bin yıl sonra da... Bunun karşısındaki görüş ise batıldır. Hiçbir şartta doğru olmaz. Cenab-ı Hak Adem aleyhisselamdan beri dünyayı Hak ile batılın mücadelesi üzerine yarattı. Bu en güzel yaratılış biçimidir. İzzetli, şerefli insanların Hakkı desteklemesi için bundan daha güzel ne olabilir? Batıl bütün insanlığı ifsad eder. Hak’kın vazifesi ise ifsad değil ıslahtır... Türkiye’mizi yok etme fikri batılı destekleyenlerin imanıdır. Bunun için öncelikli derdi Türkiye olan herkes, Millî Kurtuluş Harekâtı etrafında kenetlenmelidir.

*

Şimdi 20. Haçlı Seferi’ni yapıyorlar…

“Birinci Cihan Harbi’ni, 19. Haçlı Seferi olarak yaptılar. Ana hedef Osmanlı’yı yıkıp, bu topraklardan İslâm’ı yok ederek Büyük İsrail’i kurmaktı. bizim ceddimiz Çanakkale destanıyla bütün insanlığı en büyük felaketten kurtardı. Onlar şimdi 20. Haçlı Seferi’ni yapıyorlar. Maksatları yine aynı. Eğer biz görevimizi yapmazsak onları Çanakkale’den geçirmemiş olmamızın hiçbir manası kalmaz. Önümüzdeki seçimler bu yüzden tarihi bir öneme sahiptir. Eğer 22 Temmuz’da bir kez daha aldanır, -sağcı ya da solcu olmaları bir mana ifade etmez;- işbirlikçileri iktidara getirirseniz, Çanakkale’de kapıdan kovduklarınız bu kez bacadan girmiş olurlar.

Böylece 20. Haçlı Seferi başlamıştır. 19. Haçlı Seferi I. Cihan Harbi’dir. Geldiler, ama ecdadımız onları Çanakkale’den bırakmadı. Hedeflerine ulaşamadılar. Büyük İsrail’i kuramadılar. Çanakkale’yi geçselerdi ne yapacaklardı? İstanbul’u alacaklar, büyük İsrail’i kuracaklar ve dünyayı bugünkü Filistin gibi kan gölüne çevireceklerdi. Ecdadımız bunu bildiği için tıpkı Selçuklular, Osmanlılar gibi, onlar nasıl Haçlı Seferlerini geri püskürttülerse, 19. Haçlı Seferi de böylece dedelerimiz tarafından geri püskürtülerek insanlık kurtarıldı. Fakat 92 sene sonra kapıdan kovduklarımız şimdi bacadan içeri girmeye çalışıyor. Bu seçim bunun seçimidir…

*

Türkiye’ye yakışan bütçeyi Millî Görüş yapabilir

“Bunları milletimiz çok iyi biliyor ve hatırlıyor. Sadece iki kelime ile ifade edecek olursak, milletimize hatırlatmak için söyleyeceğimiz şey şudur: Biz geldiğimiz zaman bütçe 50 milyar dolardı. Böyle bir ülkenin 50 milyar dolarla yönetilmesi mümkün değildir. Ne olacak? Mutlaka bütçeye ilave gelir temin etmemiz gerekiyor. Bu geliri rant ekonomisi ile borç alarak, faiz ödeyerek temin etmek milleti ezmekten başka bir mana taşımaz. Bunun yerine reel ekonomi ile, milletin kendi kaynakları ile bu geliri temin etmemiz lazım geliyordu. Biz ilk 6 ayın içerisinde 35 milyar dolarlık ilave kaynak temin ettik. 50 milyar dolarlık bütçeye 35 milyar dolar temin edildi, bu senede 70 milyar dolar yapar. Yani yıllık bütçe 50 milyar dolar, biz 70 milyar dolarlık kaynak temin edecek şekilde bir büyük hamle yaptık.

Millî Görüş ile işbirlikçilik arasındaki fark

Millî Görüş ile diğerleri arasındaki fark her zaman ortadadır. Ne zaman onlar işbaşına gelmişlerse bu milletin hakkı hep faize ve rantiyeye aktarılmıştır. Ne zaman Millî Görüşçü bir iktidar gelmişse milletin hakkı yeniden millete verilmiştir. Refah Partisi iktidarı bunun en çarpıcı, en açık, en son örneğidir.

Ne demek havuz sistemi?

Devletin bütçesi hazırlanıyor. Üçer aylık arayla takriben 10 bir devlet dairesinin parası gönderiliyor. Bizden önceki yönetimler devlet dairelerine, kamu kurumlarına gönderilmiş olan bu paraları düşük faizlerle özel bankalara yatırıyor. Özel bankalardan da çok daha yüksek faizlerle kendisi alıp kullanıyor. Böylece özel bankaları destekliyor. Rant ekonomisi, dolayısıyla ve ırkçı emperyalizmin, IMF’nin emirleri dolayısıyla.

Biz ne yaptık? 10 bin tane kamu kuruluşunun mâli imkânlarını bir elektronik beyinde topladık. Devletin nesi varsa gördük. ‘Bütün özel bankalardaki paralarınızı devlet bankasına götüreceksiniz’ dedik. Bu elektronik hazırlık yaklaşık bir ay sürdü. Bir baktık ki devletimizin çok parası var. O vakit Devlet Bakanı olarak görev yapan Fehim Adak beye söylediğim sözü hâlen hatırlıyorum. “Yahu Fehim bey, biz ne kadar zenginmişiz. Bu kadar parayı nasıl harcayacağız şimdi?” demiştim. Çünkü devletimizin muazzam imkânı olduğunu gördük.

Sonuç olarak, okuyucum Zehra Hanım diyor ki: Açıkçası, geçen seçimde AKP’ye oy verdim ve bu seçimde de AKP’yi düşünüyordum. Fakat Erbakan Hoca’nın vermiş olduğu konferansların birkaçını dinledim ve gerçekten çok etkilendim. Meğer hiçbir şey bilmiyormuşuz. Yok yok, bu seçimde oyumu kesinlikle Saadet Partisi’ne vereceğim. Oyumun Amerika’ya gitmemesi ve ekonomik yıkımın önüne geçilmesi için SAADET PARTRİSİ.  

22 Temmuz’da gereğini yapmak üzere, Erbakan’ı dinlemeye, okumaya ve anlamaya devam edeceğiz…

TV5’e Not: “Erbakan’ın konuşmaları seçime kadar sürekli ‘TEKRAR’ yayınlansın” talebi var. Katılıyorum.

 

 

***

 

 

 

 

 

Erbakan ve diğerleri

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

10.07.2007

Her şey 1969 yılında Konya’da başladı ve hâlen devam ediyor…

Bu seçim sessiz ve sönük geçiyorken, Erbakan faktörü devreye girdi ve durum bir anda değişiverdi. Hani hocamızın “Millî Görüş partileri ve diğerleri” benzetmesi var ya, işte aynen öyle bir şey oldu ve liderler açısından bakıldığında bir anda Erbakan ve diğerleri konuşulmaya ve yazılmaya başlandı.

1960’lı yıllardan beri değişik vesilelerle defalarca gittiğim farklı Konya toplantılarını hatırlıyor ve yine o eski heyecanları ben de Konyalı Millî Görüşçüler gibi aynen duyuyorum. Son iki yıldır konuşmalar yapmak veya iş görüşmelerinde bulunmak gibi değişik vesilelerle Konya ve civarına gittim, değişik izlenimler edindim, yeni bir başlangıç ve Allah’ın izniyle gelmekte olan başarının izlerini gördüm. Hani, ‘yiğit düştüğü yerden kalkar’ derler ya, işte aynen öyle oluyor. Bunun böyle olduğunu benim gözlemlerimden ziyade, bir başkasının, Ruşen Çakır’ın Vatan gazetesi adına 08 Temmuz 2007 günü yazdıklarından izleyelim.

Ruşen Çakır’ın haber yorumu “Millî Görüş Konya’da tekrar dirilecek mi?” başlığını taşıyor ve şöyle devam ediyor: ‘Necmettin Erbakan ilk kez 1969 yılında, Konya’dan bağımsız milletvekili seçilmişti. Yaklaşık 40 yıl sonra onun liderliğindeki Millî Görüş hareketi yine aynı ilden dirilmeye çalışıyor. Peki mümkün mü? İşte bu sorunun cevabını Konya’da, Saadet Partisi üyeleriyle görüşüp tartışarak bulmaya çalıştık. Karşımızda 1980 sonları 90 başlarının RP’sini andıran bir parti var. Yüzde 10’luk barajı geçip geçmemek kimsenin umurunda değil. 16 milletvekili adayının tümü kolları sıvamış. Yine “seçim karargahı” kurulmuş, yine çoğu genç olan partililer, teknolojinin en son imkanlarını kullanarak hummalı bir kampanya yürütüyorlar. Ve hepsi Erbakan’ın son dönemdeki açıklamalarıyla iyice moral kazanmışlar. SP birinci sıra adayı, Büyükşehir eski Belediye Başkanı Mustafa Özkafa şöyle konuşuyor: “Bizim seçmenimiz 2002’de AKP’ye oy vermişti. Geçen sürede yanlış yaptıklarını anladılar. Ama son cumhurbaşkanlığı kriziyle, kerhen de olsa bir kez daha AKP’ye vermek isteyenler çok oldu. Fakat Hocamızın açıklamalarından sonra bunların çoğu yeniden SP’ye oy vereceklerini söylüyorlar. SP Konya İl Müfettişi İbrahim Erkan ise “2002’de her on kişiden 4-5’inde AKP rozetleri vardı. Şimdi rozetli kimse göremezsiniz” dedi… Konya’da SP’lilerle yaptığımız sohbetlerde de bu trendi doğrulayan öğelerle karşılaştık. Örneğin SP’liler 28 Şubat’ı unutmuşa benziyorlar, TSK’ya toz kondurmuyorlar. İçlerinde “zinde güçler de Millî Görüş hakkında olumlu bir noktaya geldi” diyenler çok.’

*

Diğer partiler zalim düzenin bekçisi

Konya öyle de memleketim İzmir farklı mı? Elbette değil. Geçen hafta da yazmıştım, tekrar hatırlatayım. Türkiye siyasetinde ve Millî Görüş Hareketi tarihinde İzmir ve Ege’nin fonksiyonu bir başkadır, zordur, zorludur; bu bölgede Millî Görüş adına çalışmak daha da zordur. Bunun böyle olduğunu ancak tâ başından beri benim gibi bizzat içinde olanlar iyi bilir; ama Erbakan Hoca en iyi bilir, İzmir’e önem verir.

Nitekim Millî Görüş Lideri ve 54. Hükümetin Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Saadet Partisi’nin İzmir’de düzenlediği mitinge de katıldı. Gündoğdu Meydanı’nda gerçekleştirilen mitinge on binlerce vatandaş katılırken Millî Görüş Liderine uzun süre sevgi gösterisi yapıldı. Oldukça coşkulu ve heyecanlı geçen mitingde sık sık ‘Efsane Başbakan Mücahit Erbakan’, ‘Türkiye seninle gurur duyuyor’, ‘Saadet gelecek, zulüm bitecek’ ve ‘Türkiye yanıyor, Hocasını arıyor’ sloganlarıyla karşılandı. Erbakan, İzmir’in Gündoğdu Meydanı’nı dolduran Saadetlilere, Millî Kurtuluş Harekâtı’na destek verdikleri için teşekkür etti.

Erbakan Saadet Partisi’nin İzmir mitinginde “Çürümüş AB kapısının önünde bekliyorlar. Bizi kapının önüne bağlayın diyorlar. Kendi tarihlerini, medeniyetlerini unutmuşlar. Oysa AB medeniyetinin temeli Hıristiyanlıktır” diye konuştu. Kıbrıs’ın AB uğruna feda edildiğini ve seçimlere sadece iki partinin girdiğini anımsatan Erbakan, Bu partiler Millî Görüş ve diğerleridir dedi. Erbakan, “Saadet Partisi dışındaki tüm partiler bu (zalim) düzenin bekçisi. Bunlar kökü çürümüş ağacın yaprağının tozunu almaya çalışıyor. Buna da IMF izin vermez. Verse bile ağacın kökü çürük, ey dişi çıkmamış çocuk! Kimi aldatıyorsun!” dedi. Refahyol döneminden örnekler veren Erbakan, o dönemde yeni vergi getirmeden, borç para almadan bütçeye ek 30 milyar dolar eklediklerini ifade etti. Bunun sonucunda halkın yüzünün güldüğünü dile getiren Erbakan, yeniden bunları yapmak için Saadet Partisi’nin iktidara geleceğini kaydetti.

*

Erbakan’ın ESAM Konferansları seçime damga vuruyor

Asıl büyük etkiyi TV5 ve diğer bazı kanallardan naklen yayınlanan ESAM Konferansları yapıyor. Erbakan Hoca önceki hafta ilk “İşbirlikçiler ve AKP’nin Ekonomik Yıkımı” konferansını İstanbul’da verdi. Geçen hafta da Ankara’da “Millî Görüş, Ekonomik Kalkınma ve Herkese Refah Nasıl Sağlanacak?” konferansında önemli detaylar anlattı.

Bu hafta ESAM Konferansı için tekrar İstanbul’da... Gelecek hafta yine Ankara’da...

Ne dersiniz; her seçim gibi bu seçim de “Millî Görüş partileri veya Saadet Partisi ve diğerleri” şeklinde geçmiyor mu? Bu seçime ayrıca bir de Erbakan ve diğerleri faktörü eklendi. Gerçek liderlik işte böyle bir şeydir. Evet, Türkiye uçurumun kenarına getirildi ve bu böyle gitmez!..

 

 

***

 

 

 

 

 

Bu böyle gitmez!..  

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

12.07.2007

Seçime birkaç gün kaldı.

Seçim öncesi ilginç gelişmeler oluyor.

Seçime birkaç gün kala sermaye cenahından hiç duymaya alışmadığımız şeyler duyuyor veya okuyoruz. Son olarak sermaye sahipleri ve sermaye yöneticileri CHP’ye oy vereceklerini ama AKP iktidarının devam etmesinden yana olduklarını açıkladılar!

Seçim öncesindeki bu açıklamalar doğruysa, üzerinde durmak, düşünmek ve cevabını bulmaya çalışmak gerekir. Sermaye AKP iktidarının devamını neden ister? Mevcut iktidarın sürmesi sermayeye ne gibi menfaatler sağlar? Acep nedendir diye düşünmeye başlayınca, önce bir kısım sermayenin dış bağlantılarını ve dışa bağımlılığı üzerinde durmak gerekiyor.

3 Kasım seçimi öncesi ve sonrasını hatırlayalım. AKP yöneticileri Batı’da o ülke benim, şu ülke senin deyip, Türkiye’den daha çok yurt dışında dolaşıyorlardı. Siyasi icazeti Türk halkından değil de, yurt dışındaki belli lobi ve mihraklardan almaya özel bir özen gösteriyorlardı. O günleri hafızamızda şöyle kısaca hatırlayıp geçelim ve bugünlere gelelim.

Seçim öncesinde son olarak listeler oluşurken Millî Görüşçülerin tasfiyesi ve birkaç solcunun liste başlarına gecekondu misali konduruluvermesi, özellikle bir yerlere ve birilerine mesaj değilse, nedir? Elbette, parti kurulurken ve 3 Kasım seçimlerine gidilirken verilmeye çalışılan ‘biz gömlek çıkardık, değiştik, yenileştik, farklılaştık’ gibi mesajların günümüzdeki devamından başka bir şey değildir.

Buradaki çelişki, ‘beraber yürüdük biz bu yollarda’ diyen bir anlayışın, kısa zamanda beraber ve birlikte olduğunu iddia ettiği en yakınlarını bile bir safra gibi atmaya başlayan bir zihniyete dönüşmesidir. Bu gidişatın nereye varacağı veya varabileceği ise, pek de uzak olmayan siyasi geçmişimizde ve uzun insanlık tarihinde ibretamiz bir şekilde yer almaktadır. İnsanlığın o engin tecrübelerinden ders ve ibret alınmadığı veya alınamadığı sürece de, tarih maalesef hep tekerrür etmektedir.

*

Halka rağmen istikrar!

Bir ay önceki gelişme ve bilgilerden aktarıyorum.

Ekonomist dergisi iş dünyasının nabzını tutacak bir anket yapmış ve ilginç sonuçlara ulaşılmış. Anket 1600 kişiye gönderilmiş ama sadece 370 kişi cevap vermiş. Anketten AKP’yi memnun etmeyen bir sonuç çıktığı sanılmasın. Kazandıkça daha çok kazanmak isteyen ve kazanca doymayan büyük sermaye sahipleri için AKP, arayıp da bulamayacakları bir nimettir.

İstikrar” kelimesinin arkasına sığınmışlar. Onlarla göre sihirli kelime “istikrar” ama ne adına ve nelere rağmen istikrar? Orasını hiç sormayın, çünkü onlar için orası yani “halk” pek de önemli değil!

Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesi dahil, kendilerine göre istikrarı bozacak hiçbir karar ve eylem istemiyorlar. Siz onların “Türkiye’nin güvenliği her şeyden önce gelir” demelerine de inanıp da aldanmayın. Hamamın namusunu kurtarmak için güya dilleri öyle diyor ama kafalarında sermayelerine sermaye, servetlerine servet katmaktan başka bir düşünce, amaç ve endişe yok. Varsa, yoksa, hep daha çok, daha çok kâr ve kazanç; halka rağmen ve de her ne pahasına olursa olsun daha çok kâr ve kazanç!..

*

26 dolar milyarderi!

Ekonomist dergisi ile başladık… Forbes dergisi ile devam edelim...

Forbes dergisi, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında Türkiye’de 6 dolar milyarderi varken, 2006 sonunda Türkiye’deki dolar milyarderi sayısının 26’ya yükseldiğini yazıyor. Dergi ilginç bir mukayese yapıyor. Türk ekonomisinin 12 katı büyüklükte ekonomiye sahip olan Japonya’da bile bu kadar dolar milyarderi yokmuş. Bu çarpıcı artış, büyük sermayenin neden AKP’den yana olduğunu göstermeye yetmiyor mu?

AKP dört-beş yıl daha iktidarda kalsa, Türkiye’deki dolar milyarderi sayısı daha da artacak 46 veya 56’ya çıkacak demektir! Hattâ bu gidişle Türkiye sayesinde dünyadaki dolar milyarderleri de artacak gibi görünüyor. ‘Özelleştirme’ adı altında yapılan peşkeş çekmelerle elde ne var ne yoksa sattık ya, artık onların yeni sahiplerini de Türkiye ve dünya dolar milyarderleri listesine ekleyebiliriz.

Bütün bunlar olurken, Türkiye ve dünyadaki dolar milyarderi sayısı artarken;

-Halk fakirleşiyor,

-Orta sınıf ortadan kalkıyor ve

-Yoksullar daha da yoksullaşıyormuş; ne gam!

Ama, iyi bilinsin ki; bu böyle gitmez!..

 

 

***

 

 

 

 

 

Millî Görüş, medya ve diğerleri

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

17.07.2007

Medya profesörü Haluk Şahin geçtiğimiz gün (14.07.2007) ‘Partizan basının geri dönüşü’ başlıklı yazısını yazmakta ve devamında çok haklıydı: ‘İleride 2007 genel seçimlerinin tarihini yazacak olanlar şöyle bir arabaşlık kullanacaklardır: Partizan basının geri dönüşü’. Ve şöyle diyeceklerdir: “1960’tan itibaren siyasi partilere doğrudan angaje olma konusunda çok ihtiyatlı bir tutum sergileyen ve ‘hem nalına hem mıhına’ gitmeyi yeğleyen Türk basını, 2007 genel seçimlerinde eski günlere döndü; birçok gazete, bir partiyi hem haberleriyle hem de yorumlarıyla açıkça ve partizanca destekledi.” Bu partinin iktidardaki AKP olduğunu herhalde tahmin ettiniz! Bu partiye adeta o partinin yayın organıymış gibi hizmet veren partizan gazeteleri en azından tahmin edebilirsiniz... Bu konuda yapılmakta olan bilimsel araştırmalar partizanlık olgusunu rakamlarla gösterecektir.’ Bu değerlendirmenin yapıldığı gün gazeteleri taradım. Millî Gazete dışında, Erbakan’ın onbinlerce kişiye hitap ettiği Elazığ Mitingi’nden bahseden gazete yoktu!..

En yüksek tirajlı İslâmcı gazete Zaman bile, Çorum’daki bağımsız bir adayın, tek bir kişinin bile katılmadığı sözde mitinginden birinci sayfa ile iç sayfada söz ederken, Saadet Partisi’nin Erbakan’lı mitinginden tek kelimeyle bile söz etmemiş! Pes doğrusu! Medya profesörü Haluk Şahin haklı, dışında ne demeli?!.  

Aynı gün değerli dostum Ali Haydar Haksal da Millî Gazete’deki köşesindeİslamcı[!] medya, holding medyası kadar tedirginderken, aynı konuya değinmiş: ‘Bir seçim süreci medya gruplarının, özellikle İslâmcı medyanın keyfini iyice kaçırmışa benziyor… Erbakan Hoca konuştukça elleri ayakları birbirine dolanıyor. Doğan medya grubu bu seçim sürecinde Saadet Partisi’nden tek satır söz etmiyor. Onlar da etmiyor. Yönlendirici ve parayla kitleleri etki altında tutan kamuoyu yoklamaları Saadet Partisi’ni hiç göstermiyor. Bazıları hariç. Bu İslâmcı medya da göstermiyor. Onlar da okurlarını ve izleyicilerini manipüle ediyorlar. Doğan medya grubu Akepe’yi hem doğrudan hem dolaylı destekliyor. Bu İslâmcı medya grupları doğrudan destekliyor. Bu İslâmcı medya Akepe iktidarının Müslümanlar adına bir tek adımı olmadığı, 4.5 yılını heba ettiği halde sadece psikolojik bir rahatlamanın ve gevşemenin içindedirler. Ali Bulaç bir makalesinde Koç grubunun 2010 yılında ulaşacağı hedefe 2005 yılında ulaştığını yazdı. Doğan grubu 8 kat büyümüş. Türkiye’nin milyarder zengini 4 ten 26’ya çıkmış. [Demek ki halk adına adil bir paylaşım yok, para birkaç milyarderde toplanıyor.] Peki, bu İslâmcılar bu payın neresinde duruyorlar? Sadece kırıntılarından besleniyor ve buna şükrediyorlar. İslâmcı medya niçin bu kadar tedirgin? Çıkar iktidarını yitirmekten mi korkuyor?’

*

Geçen gün sihirli kelimenin istikrar olduğunu bu köşede hatırlatmıştım. Sadece ben değil, başka yorumcular da bu kelime üzerinde duruyor. Bunlardan biri yine Haluk Şahin. Bakınız, ‘İki yanı keskin bıçak’ başlıklı değerlendirmesinde neler diyor? ‘AKP’nin seçim stratejisinde temel tema istikrar. Yani her şeyin üç aşağı beş yukarı bugün olduğu gibi devam etmesi. Sloganı da bunu ilan ediyor zaten: ‘Yola devam!’ Bu strateji, tabii, seçmenlerin çoğunun durumundan memnun olduğu ve fazla bir değişiklik istemediği varsayımına dayanıyor. Gelin görün ki, Türkiye gibi çok hızlı bir sosyo-ekonomik değişim geçiren ülkelerde bu her zaman tehlikeli bir varsayımdır. AKP’nin 2002 seçimlerinden bildiği üzere, bunca toplumsal dengesizliğin ortasında, değişim isteyenlerin oranı her zaman yüksektir. Bir de, hızlı değişim dönemlerinde daha da canlanan ‘görece yoksulluk’ denen bir şey var. İnsanlar kendilerini eski halleriyle değil, daha ileride gördükleri başkalarıyla karşılaştırıyor ve sahip olduklarıyla yetinmiyorlar. Amerikan toplumbilimcileri 1960’larda keşfettikleri bu psikolojik çarpıtmaya ‘Yükselen beklentiler devrimi’ adını takmışlardı…/ Ne var ki, AKP’nin tamahkârlık ederek cumhurbaşkanlığı seçimini bunalıma dönüştürmesiyle istikrar faktörü tersine döndü. AKP iktidarının şimdiki haliyle devamının ülkede çeşitli siyasal huzursuzluklara ve gerilimlere yol açabileceği endişesi yükselişe geçti (veya geçirildi). Meydanlar hareketlendi, milyonlar sokağa döküldü.

*

Evet, milyonlar sokağa, meydanlara ve özellikle de büyük konferans salonları ile televizyon ekranlarının başına döküldü… Döküldü ve diğerlerini değil, sadece bir lideri, Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ı dinliyorlar… Dinledikçe düşünme ve seçimde kime oy vereceklerini yeniden gözden geçirme gereği duyuyorlar. Oysa, taraflı ya da partizan medyanın söz etmediği mitinglerde önemli şeyler söyleniyor.

Saadet Partisi’nin Bursa’da düzenlemiş olduğu Millî Kurtuluş Harekâtı Mitingi, Millî Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın katılımı ile gerçekleştirildi. 22 Temmuz seçiminin tüm insanlık ve Türkiye için bir kurtuluş zamanı olmasını dileyerek konuşmasına başlayan Erbakan, “Bundan önce iyi ya da kötü yönetimleri seçiyorduk. Artık var mı olacağız, yok mu olacağız? Bu noktadayız” dedi ve şöyle devam etti: /Diğer partilerin hepsi aynı/ “Peki bu kadar anlatıyoruz ama neden Millî Görüş’e oy vereceksiniz? Vatan kurtulsun diye. Seçimde oy verirken kalp gözünüzü kullanın. Seçime 16 parti değil iki parti giriyor. Millî Görüş ve diğerleri. Diğer partilerin hepsi aynı. Saadet dışında hepsi işbirlikçi, ABD, AB, İsrail ve IMF’ci. Ne farkları var? Seçim meydanlarında bazı uçuk vaatler veriliyor. Sen bunları yapamazsın. IMF yaptırmaz. Bunlar ancak Millî Görüş’le olur. Sen bunu yapsan bile ne ifade eder. Sistem çürümüş, sen nelerle uğraşıyorsun. FAİZe ödenen paralar yeniden milletin cebine akıtılmadan bu DÜZEN değişmez.”

 

 

***

 

 

 

 

 

Oylar ADİL DÜZEN için

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

19.07.2007

Prof Dr. Necmettin Erbakan’ın bugünlerde yapmakta olduğu uyarıcı ve derin derin düşündürücü tarihî konuşmaları Millî Gazete dışında sayfalarına taşıyan, TV5 dışında da ekranlara getiren medya yok! Bunun pek çok sebepleri olmakla birlikte, bendeniz dünkü ‘Millî Görüş, medya ve diğerleri’ başlıklı yazımda, bir makale sınırları içinde bu nedenlerin bir kısmını anlattım. Oradan tekrar okuyabilirsiniz.

Saadet Partisi’nin geçen hafta Bursa’da düzenlemiş olduğu Millî Kurtuluş Harekâtı Mitingi en taze bir örnek olarak hatırlanabilir. Bursa Mitingi, Millî Görüş Lideri ve 54. Hükümet Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın katılımı ile gerçekleştirildi. Millî Gazete’nin birinci sayfada manşetten ve içte tam sayfa olarak verdiği miting haberinin bir bölümü, OYLAR ADİL DÜZEN İÇİNara başlığından sonra, aynen şöyle:

‘Diğer siyasi partilerin maneviyat ile hiçbir alakasının olmadığını söyleyen Erbakan, “Öbürlerinin maneviyatla alakası var mı? Maneviyat olmadan bir şey olmaz. Hangisi bunların faizci düzeni değiştireceğiz diyor. Hiçbirisi. Sadece Saadet Partisi diyor. Şuradan ne alsan yarısı Yahudi’ye gidiyor. Hacca gidiyorsun IATA’ya para veriyorsun. Ona vermeden hacca gidemiyorsun. IATA Yahudi’nin. Dolarla dünyayı sömürüyorlar. Bütün ticaretin üçte biri Yahudi’ye gidiyor. Dünyanın düzeni bu. Biz 11 asır dünyanın efendisi idik. Bunlar maddi gücü ele geçirdi. Senin nefes alman mümkün değil. Bu düzen değişmedikçe, yeni bir dünya kurulmadıkça bu olmaz. Kim maneviyattan bahsediyorsa, kim adil bir düzen kuracaksa, kim yeni bir dünya kuracaksa oyunu ona ver!” ifadelerini kullandı.’

*

Millî Görüş Hareketi’nin ve Saadet Partisi’nin Millî Kurtuluş Mitingleri’nden genel olarak medya hiç söz etmezken, ajanslar da kısaca geçiştiriyorlar. Bakınız, tarafsız olması gereken devletin ajansı AA bile, Düzce Mitingi’ni ne kadarla geçiştirmiş. Aynen aktarıyorum:

Kutan, partisince Düzce’de Anıtpark’ta düzenlenen Millî Kurtuluş Mitingi’nde halka seslendi. Mitinge, Kutan’ın yanı sıra SP Düzce ve Bolu milletvekili adayları, il ve ilçe teşkilatları ile çok sayıda partili katıldı. Necmettin Erbakan Hükümeti döneminde, işçi ve memurun yüzünün güldüğünü ifade eden Kutan, “Bunlar, ‘bizim zamanımızda ekonomi canlandı, üst seviyelere vardı’ diyorlar. Sizin ekonomi politikanız bile yok, her şeyiniz IMF'ye teslim edilmiş, neyi düze çıkardınız?” diye konuştu.

AK Parti hükümete geldiği zaman Türkiye'nin dışarıya olan borcunun 200 milyar dolar iken şimdilerde 400 milyar dolar olduğunu savunan Kutan, şunları kaydetti:

“Peki 200 milyar dolar borç yaparken, Türkiye’ye ne kazandırdınız, bir tesis mi yaptınız? Tesis yapmak şöyle dursun, elimizde bulunan mevcut tesisleri de haraç mezat başkalarına sattılar. Ekonomiyi tam anlamıyla batırdılar. 22 Temmuzda herkesin sandığa gitmesi gerekiyor. Başka kurtuluş yok!”

*

Seçimden önce yapmakta olduğumuz bu son değerlendirmelerde genel olarak görüyoruz ki, Türkiye geçmiş on yılda yani 1997-2007 döneminde başarısız sınavlardan geçmiştir.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yaptıklarına derinlemesine dikkatle bakıldığında başarısızdır. Ülke için ve kendisi için tehlikeli girişimlerde bulunmuş ve başarısız bir sınavdan geçmiştir.

Muhalefet partisi ve diğerlerinin tamamı başarısız sınavdan geçmiştir. Devlet başkanı yani cumhurbaşkanı, Ordu ve Anayasa Mahkemesi başarısız sınavlardan geçmiş; sonunda erken seçime gidilmiştir.

Öyle ümit ediyoruz ki; yukarıda isimlerini saydığımız taraflar bu başarısız sınavdan ders alarak akıllarını başlarına toplar ve seçimlerden sonra Türkiye’nin sorunlarını çözmeye çalışırlar...

*

Millî Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan ve Saadet Partisi bir yana bırakılırsa, seçim çalışmaları esnasında diğer siyasi partilerin ortaya koydukları konuşmalardan ve sözde çözüm önerilerinden anlıyoruz ki, siyasi partilerimiz asla uslanmamış, yine eski başarısızlıklarıyla yola devam etmektedirler.

-AKP yani Recep T. Erdoğan hâlâ ‘Meclis dışından aday olmaz’ diyor.

-CHP yani Deniz Baykal oy almadan iktidar olma ümidi ile konuşmaktadır.

-MHP yani Devlet Bahçeli o bildik usulle hâlâ korkutarak barajı geçme telaşında.

-ANAP bir yana, Demokrat Parti ve diğerleri de çoktan ortadan çekilmiş görünüyor.

Cumhurbaşkanı ise bu olumsuz hengâmede sessiz durarak biraz daha o makamda kalmanın hesaplarını yapıyor. Ordunun ne düşündüğünü bilmiyoruz. Hâsılı, önümüz sisli bir durumdadır.

Bu arada hâlâ;

Seçim olacak mı? Seçim olsa bile, seçimden çıkan sonuçlar kabullenilecek mi?

Yoksa Gürcistan, Ukrayna ve Kazakistan’da olduğu gibi sokak hareketleri ile meclis basılacak, uydurma seçimle ABD’nin atadığı vali mi gelecek?

Meclis cumhurbaşkanını seçebilecek mi? Seçemezse tekrar seçime mi gidilecek?’

soruları uçuşuyor!

Bu soruların cevapları olumsuz olursa, seçim öncesi kaos devam edecek mi?

Bunların hepsi şimdilik karanlıklar içindedir. Bekleyip göreceğiz…

 

 

***

 

 

 

 

 

Osmanlılar, Türkiye ve ibret

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

21.07.2007

Millî Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan başta olmak üzere, bütün Millî Görüş Çalışanları ellerinden geldiğince tarihî, ilmî, sosyal ve siyasî gerçekleri dile getiriyor ve hatırlatıyor. Bendeniz de, seçim öncesi bu son yazımda işte böylesine derin tahliller yapmaya çalışacak ve meselenin ehemmiyetine dikkatlerinizi bir defa daha çekmeye çalışacağım. Aynen, Mehmed Şevket Eygi’nin, 15 Temmuz 2007 Pazar günkü Kimler Galip Gelecek? Müslümanlar mı, Haçlı-Siyonistler mi?’ başlıklı yazısında yaptığı gibi. Siz sözkonusu yazının tamamını okumaya çalışın, ben sadece başını ve sonunu hatırlatıyorum:

2007’yi yarıladık...Bu yılın geri kalan aylarında Ortadoğu’da çok büyük hadiseler olabilir. İslâm bilgeleri, zalim bir rejimin, çöküşünden önce zulmünü ve kötülüklerini çok artıracağını yazıyor. Pakistan’daki Lal Camii katliamı ibret ve esef verici bir faciadır. Amerikan yanlısı diktatörün askerleri kutsal camide 100’den fazla Müslümanı şehid etmişlerdir…

2007’de ve onu takip eden yıllarda Türkiye’nin durumu ne olacaktır? ABD ve İsrail taraftarı düzen ülkemizin bütünlüğünü, devletimizin selametini, halkımızın güvenini sağlayabilecek midir?’

*

Tarihin tekerrür etmemesi için, tarihin ibret sayfalarını kısaca hatırlayalım.

Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkan dört temel sorun vardı:

-Dış borçlar ödenemez hâle gelmişti.

-Ülkenin tüm sanayi ve ekonomisi düşmanların elindeydi.

-Her tarafta eşkıyalar türemiş, Osmanlı toprakları anarşi içindeydi.

-Din, mezhep ve ırk çatışmaları ile imparatorluk parçalanmış, ulus kavramı bile yok edilmişti.

*

Cumhuriyet kurulduktan yani Osmanlı yıkıldıktan sonra, yukarıda saydığım bu sorunlar teker teker çözüme kavuşturulmaya çalışılmış ve çözülmüştür.

-Dış borçlar tasfiye edilmiştir.

-Yabancı sermaye devletleştirilerek tasfiye edilmiştir.

-Zorunlu tehcir ve şiddetli baskı yolları ile ülkede güven sağlanmıştır.

-İnkılaplarla saltanat devletinin yerini ulus devleti almış, ülkede din ve millet birliği sağlanmıştır.

*

1950’den sonra gelen işbirlikçi” iktidarlar, Cumhuriyet Halk Partisi’nin din düşmanlığını istismar ederek halkı yanlarına almışlar ve zamanla Türkiye’yi, geçen yüzyılın başında çökmekte olan ve kısa bir müddet sonra yıkılan Osmanlılar zamanına çevirmişlerdir.

Son 57 yılda Türkiye ne hâle getirilmiştir?

-Ülke yeniden dış borçlara boğulmuştur.

-Özelleştirme yoluyla tüm millî değerler yabancılara peşkeş çekilmiştir.

-İnsan hakları yutturmacası ile ülkedeki güvenlik sistemi eski hâlini almıştır.

-Ulus devlet kavramı zedelenmiştir. Partilerin biri ‘ulus devlet’ deyince ‘ırkçı devlet’ anlamaktadır; bir diğeri ‘ulus devlet’ deyince sadece ‘kendi iktidarını’ anlamaktadır; bir başkası veya birkaçı ise ‘ulus devlet’ deyince ‘Avrupa Birliği’ anlamaktadır!

Bu partilerin ülkeyi Cumhuriyet öncesi Sevr şartlarına götürmekte olduklarını görmek için vasat akla bile gerek yoktur. O halde ne yapılmalıdır?

Şimdilik güçlü ordumuz var. Yakın zamanda Türkiye’yi yıkamazlar. Bu bakımdan oylarınızı verdikten sonra, oy verdiğiniz partilerin karşılarına geçin ve uzaktan seyredin. Ordumuz yerinde durduğu için Türkiye’nin yıkılacağı kaygısı duymayın. Kur’an’ın tabiriyle söylüyorum; bırakın onlar havuzlarında oynasınlar.

Seçim öncesinde şunu çok iyi bilelim ve anlayalım ki;

Bu böyle gitmez!..

*

Yarın Türkiye öyle bir duruma gelir ki, bakmışsınız ordu da bu gidişe dur diyemez hâl alır. Nitekim Osmanlılar zamanında da öyle oldu. Böyle bir durumda iş başa kaldı demektir, o zaman biz kendimizi kurtarmalı, halk olarak örgütlenmeli ve kendi kendimizi kurtarmalıyız.

Bunun için bulunduğumuz şehirde, İstanbul’da ve Türkiye’nin herhangi bir kentinde halk olarak yapabileceklerimiz vardır. Ekonomik birliktelikler oluşturmalıyız.

-İstanbullular ve herhangi bir şehirde yaşayanlar, kendi aralarında bir internet birliği kurmalıdır. Tüm mallar, adresler ve firmalar burada bulunmalı, İstanbul (ve o şehir) ticaret merkezi olmalıdır. Tüm İstanbul bu bilgisayar ağıyla adeta tek firma hâline gelmelidir.

-İstanbullular ve herhangi bir şehirde yaşayanlar, mala-mal yani takas marketler zincirini kurmalı ve ekonomik istikrara ulaşmalıdır.

-İstanbullular ve herhangi bir şehirde yaşayanlar, bir inşaat şirketleri birliği kurmalı, İstanbul’u/ şehirlerini depremlerde ve savaş dâhil her türlü âfetlerde koruma yollarını aramalıdır.

-İstanbullular ulaştırma vakıfları dâhil her türlü vakıfları kurup dünyanın her yeri ile İstanbul’u bağlamalıdırlar.

Hâsılı; halkımız örgütlenerek kendi sorunlarını bizzat kendisi çözmeli, Millî Görüş Hareketi bu oluşumlarda halkımıza öncülük etmelidir.

 

 

***

 

 

 

 

 

Vaatler ve gerçekler

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

28.07.2007

Bu seçim dönemi bir kere daha gösterdi ki, partilerimizin programlarına ve seçim beyannamelerine bakıldığında, aslında birbirlerinden pek bir farkları yok.

Son kırk yılda Millî Görüş partileri farklı şeyler söylediler ama bu söylemler de halk tarafından yeteri kadar anlaşılamadı veya anlatılmasına fırsat verilmeden partiler kapatıldı.

Son olarak Saadet Partisi de böyle bir engelleme ve ambargoya kurban edildi.

Son seçim sonuçlarına bir de bu pencereden bakmak gerekiyor.

Bu vesileyle partilerimizin neler söylediklerini bir kere daha hatırlayalım.

Sağlı-sollu tüm partilerimiz;

-İşsizlere iş bulacaklar, -İstihdamı çözecekler, -Yatırımları artıracaklar, -Büyümeyi hızlandıracaklar…

-Faizleri düşürecekler, -Enflasyonu indirecekler, -Dış borçları düşürecekler, -Cari açıkları ve bütçe açıklarını azaltacaklar…

-Terörü durduracaklar, -Tarımı destekleyecekler, -Emekliye zam yapacaklar, -Özelleştirmeyi hızlandıracaklar…

-Reformları sürdürecekler, -Gelir dağılımını düzeltecekler, -Fakirliği ve açlığı ortadan kaldıracaklar, -Geri kalmış ve az gelişmiş bölgeleri kalkındıracaklar…

-IMF ve Dünya Bankası ile iyi ilişkileri(!) geliştirerek sürdürecekler, -ABD’yle stratejik ortaklığı(!) iyileştirecekler ve her şeyi düzeltecekler!.. -AB’ye mutlaka girmemizi sağlayacaklar, -Sermayeyi yeterince ülkemize getirecekler…

-Hortumlamaları, hırsızlıkları, yolsuzlukları, soygunları, kap-kaçları, kaçakçılıkları önleyecekler…

Vaatler böylesine birbirinden pek de farklı olmayan ve kopyalanmış görüntüsü veren benzer programlarla sıralanınca, sağlı sollu partilerin ayırıcı özellikleri de kaybolmuş oluyor.

*

Bu seçim dönemi de, yukarıda kısaca özetlediğim işte bu gibi kelime ve kavramları bütün partilerden adeta klasikleşmiş standartlar olarak bir kere daha dinlememizle gelip geçti. Son günler ise ses ve bilgi bombardıman kirliliğine dönüştü. Bu arada gerçekleşmesi imkânsız olan birkaç uçuk vaat da sönük geçmekte olan kampanyalara güya renk kattı!

Oysa, geçmiş seçimler ve sonuçları incelenince görülen şudur: Bu kulağa hoş gelen iyi dilekli güzel ekonomik, siyasi ve sosyal kavramları tüm siyasetçilerimiz erken yaşlarda öğrenmekte ve özellikle her seçim döneminde bıkıp usanmadan yinelemektedirler. Ama iktidara giden yol, bunların ayrıntılarına inen ve bu ayrıntılarla kendini başkalarından ayırabilen, bu ayrıntıları uygulama gücüne sahip olduklarına halk çoğunluğunu inandırabilen siyasetçiler için açılabilmektedir.

Siyaset tarihimiz göstermektedir ki, halkımızı bir şekilde inandırıp oylarını almak suretiyle iktidarı ele geçirdikten sonra, iktidardayken seçimden önce söylediklerinin tam tersini yapan partilerimiz ve siyasetçilerimiz çok olmuştur. Örnek olarak, eski siyasetçilerimiz arasında, enflasyonu sıfıra indireceğini söyleyen veya ülke borçlarını ödeyeceğini vaat eden ama iktidarı elde ettikten sonra da ekonomi tarihimizin en yüksek enflasyonunu yapan veya ülke borçlarını ikiye katlayan siyasetçiler de vardır.

*

Seçim günlerindeki vaatler dönemi bitti ve ülke gerçekleri ile baş başa kaldık.

Şimdi bu vaatleri olabildiğince gerçekleştirme dönemi başladı. Biz de gazeteci ve yazar olarak halkımız adına bu vaatlerin gerçeğe dönüşmesinin takipçisi olacağız. Görevimiz ve misyonumuz budur. Önümüzdeki günlerde ve haftalarda bu görevimizi en iyi şekilde yerine getirmeye çalışacağız.

Seçmenin yani halkın iktidara gelen partiden yani hükümetten bekledikleri ve beklentileri, aslında pek de bilinmeyen veya gerçekleştirilmesi imkânsız ya da çok karışık şeyler değildir.

İşsizler , aşsızlar , eşsizler , evsizler ev bekliyor. Açlık sınırında olanların durumu daha bir aciliyet kesbediyor. İşçi, memur, emekli ve diğer maaş alan kesimler, az ücret alma mağduru olarak hayat pahalılığı oranında maaşlarının iyileştirilmesi beklentisi içindeler.

Çiftçi ve köylümüzün durumu malum...

Ziraat ürünleri para etmez oldu.

Yürütülen tarım politikaları ile tarım arazilerini ekmemek daha kârlı hâle getirildi!

Köylü arazisini ekmeyince hiç olmazsa zarar etmiyor. Ama ya birkaç yıl sonrası?!.

Orman köylülerimizin durumu ise daha da içler acısı...

Hülâsa; seçim döneminde vaatleri dinledik ve şimdi ülke gerçeklerimizle baş başa kaldık. Onlar orada, bizler buradayız ve bizler kaldığımız yerden halkımız adına yapılması gerekenleri hatırlatmaya devam edeceğiz, inşaallah…

 

 

***

 

 

 

 

 

Yeni ekonomik dönem

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

31.07.2007

Geçen gün ‘vaatler ve gerçekler’ başlıklı yazımda yazdığım üzere, seçim günlerinde bol keseden dinlediğimiz ‘vaatler dönemi’ bitti, şimdi tekrar ‘ülke gerçekleri’ ile baş başa kaldık.

Halkımız ve iş adamları kendi aralarında konuşuyorlar veya sesini kamuoyuna bir şekilde duyurabilenler yapılması gerekenleri kendilerince sıralıyorlar.

Ekonomi ateşi başta olmak üzere, her türlü siyasi ve sosyal sorunların harareti etrafına ısı yayarak rahatsız etmekle beraber, meşhur ifadeyle söylersek ‘ateş düştüğü yeri daha çok yakıyor’, herkesin derdi kendine. Herkes meseleye kendi açısından bakıyor ve taleplerini de ona göre dile getiriyor. Bizler de gazeteci ve yazar olarak bu talepleri hatırlayıp hatırlatıyor, ilgili yöneticilerimize çözüm önerilerimizle birlikte olabildiğince sunuyoruz.

Halkımız iş, aş ve varolan ülke kaynaklarının adil paylaşımı derdinde.

İş adamlarımız istihdamı artırmak için işlerini daha da geliştirme sevdasında.

Esnafımız her türlü olumlu ve olumsuz iç ve dış etkenlere rağmen ayakta kalma çabasında.

*

İş dünyamızın, işçilerimizin ve halkımızın reel ekonomi ile ilgili taleplerini şöyle özetleyebiliriz:

-İşsizliği azaltmak için istihdam üzerindeki vergi yükleri azaltılmalı.

-Sosyal Güvenlik Reformu artık sonuçlandırılmalı ve Ocak 2008’de uygulamaya geçmeli.

-Sanayi envanteri çıkarılmalı ve bunun için TOBB ve ilgili diğer kuruluşlar yetkilendirilmeli, mevcut Teşvik Kanunu değiştirilmeli.

-Elektrik-elektronik, taşıt araçları, tekstil ile makine ve aksamı gibi stratejik sektörlerde bilhassa üretimi ve ihracatı teşvik edici gelişmeler sağlanmalı.

-İpotekli Konut Finansmanı Kanunu’nun (Mortgage) ikincil mevzuatı tamamlanmalı, faizler indirilmeli ve yoksul halkın konut sahibi olması sağlanmalı.

-Elektrikte TRT payı kalkmalı, enerji üretimi artırılarak dünya standartlarında ucuzlamalı, cep telefonu ve internet üzerinden alınan vergiler AB seviyesine çekilmeli.

-Avrupa Birliği konusunda her şeyin bir an önce netleşmesi için müzakereler hızlandırılmalı ve Türkiye AB konusundaki tavrını genel hatlarıyla yani kırmızıçizgileriyle netleştirmeli.

-Tarımda mazot, gübre, elektrik ve benzeri bütün girdilerin maliyetleri düşürülmeli, tarım teşvikleri de ülke yararına olacak şekilde dünya standartlarına yükseltilmeli.

-Kayıt dışılığın önüne geçilmeli, Gelir Vergisi Reformu tamamlanmalı, bütçe açıklarında AB’nin Maastrich Kriterleri’nde yer alan oranlardan taviz verilmemeli ve bütçenin kara delikleri tıkanmalı.

-1982 Anayasası miadını doldurdu. Dünya ülkeleri ve bölge gerçekleri ile uyumlu, daha demokratik, daha özgürlükçü ve sivil bir Anayasa hazırlanmalı...

*

Yeni ekonomik dönemde görev alacak hükümetin çözmekte zorlanacağı konuların başında bütçenin kara delikleri arasında gösterilen sosyal güvenlik açıkları geliyor.

Sosyal Güvenlik Reformu’nun hayata geçirilmesi, yeni hükümetin en önemli gündem maddelerinden biri olacak gibi görünüyor. Anayasa Mahkemesi tarafından bazı maddeleri iptal edildiği için sadece Genel Sağlık Sigortası ayağı hayata geçen reformda değiştirilmesi istenen maddelerin görüşülerek Meclis’ten geçmesi gerekiyor.

Mesela, sosyal güvenlik uzmanı Ziya Perver, sorunları sıraladıktan sonra, kayıt dışı istihdamdan başlayarak sosyal güvenlik açığına kadar acil çözüm bekleyen ana sorunların Sosyal Güvenlik Reformu ile aşılacağını belirtiyor ve diyor ki; “Türkiye’nin gelecek 10 yılı için hayati önem taşıyan mesele sosyal güvenlik. İşçi, memur ve esnaf arasındaki farkların da ortadan kalkması için reformu bütün ayaklarıyla uygulamaya koymak gerekiyor.”

İşveren üzerindeki prim yüklerinin ve zorunlu işçi çalıştırma şartının kayıt dışı istihdamı körüklediğini belirten Türk-İş Başkanı Salih Kılıç ise, “İşveren üzerinde bulunan yüzde 42’lik kesintiler yüzde 20’lere indirilmeli. İşsizlik en büyük problemimiz ise bunu yapmak zorundayız. Böyle yaparsak kayıtlı istihdamı teşvik etmiş oluruz.” Salih Kılıç’ın bu görüşlerine kısmen katılıyorum.

İşsizlik resmi rakamlara göre hâlâ yüzde 10 gibi yüksek bir mertebede ama bana göre ülke çalışabilen nüfusunun yarısı işsiz. İşsiz sayısını azaltmak için istihdam üzerindeki vergi yükleri ve sigorta primleri önce tedricen aşağıya çekilmeli, daha sonra da tamamen kaldırılmalı.

Yeni ekonomik dönemde gerçekçi bir istikrar programına geçilmeli ve reel ekonomi odaklı yeni bir kalkınma hamlesi hiç geciktirilmeden başlatılmalı.

Her şeyin gönlünüzce olması duâ ve dileklerimle…

 

 

 

***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Milli Gazete 2007 Yazıları
1-2007 Ocak
1131 Okunma
2-2007 Şubat
1221 Okunma
3-2007 Mart
1194 Okunma
4-2007 Nisan
1093 Okunma
5-2007 Mayıs
1087 Okunma
6-2007 Haziran
1142 Okunma
7-2007 Temmuz
1229 Okunma
8-2007 Ağustos
1228 Okunma
9-2007 Eylül
1103 Okunma
10-2007 Ekim
1228 Okunma
11-2007 Kasım
1328 Okunma
12-2007 Aralık
1112 Okunma