Sadaka
Vergi Sistemi,
Kamu Maliyesi
Geleneksel anlamda “Sadaka nedir?” sorusuna verilebilecek en basit cevap: “Sadaka, Allah için gönüllü olarak yapılan her türlü bağış ve infakı içermektedir. Özelde zekât, genelde ise sadaka İslam’ın, bireylerin ve toplumun maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamalarını sağlamada sosyal yardımlaşma aracı olarak devreye soktuğu ekonomik bir sistemi de ifade etmektedir.”[1] şeklinde olabilir.
Böyle bir anlayış, her şeyden önce metodolojik hatadır. Çünkü eğer “Sadaka” ve “Zekât” kavramları birbiri ile aynı anlamda ise, o hâlde neden ayrı ayrı kelimeler ve kavramlar ile ifade edildiği açıklanamaz. Hiç kimse, sözün sahibine “Ne demek istiyorsun?” diye sorma ayrıcalığına sahip değildir. Böyle olunca yapılacak tek şey, metne bakmaktır. Eğer kavramlar birbirlerinin yerine kullanılıyor ise, hangi kavramın neden kullanıldığını bilmek imkânsız olacaktır.
Ne var ki, bu tür tanımlamalar veya kabuller, Kur’an temelli olmayıp geleneğin süreç içerisinde ortaya attığı rivayetlere ve daha çok mitolojiye dayanan yorumlardan meydana gelmiştir. Çünkü metinde her kavram, kendi bağlamı içerisinde farklı bir fonksiyonu anlatmak amacıyla kullanılmıştır. Zekât ve sadaka kavramları kullanılıyor ise, bu iki kavram asla birbirinin aynı değildir. Çeşitli nedenlerle ilişkili olması aynı olduğu sonucunu doğurmaz. Örneğin ekonomik sistem ile vergi sistemi birbirinden farklıdır ama ikisi de nihayetinde maddi değerlere dayanır ve iktisadi faaliyetler sonucunda ortaya çıkar. Ancak toplum bir ekonomik sisteme sahip değilse, yani üretim yoksa istihdam yoksa “gelir” de yoktur. Şu hâlde vergiden de söz edilemez.
Sadaka, iktisadi faaliyetlerin bir sonucudur denilebilir. Bu doğrudur; ancak gerek metin ve gerekse uygulama açısından, iktisadi sistemin devlet/toplum kanadını besleyen bir yapılanma olduğu açıktır ve iki farklı kurum olarak karşımıza çıkar. Çünkü devletin geliri yoktur, devlet bütün faaliyetlerini veya hizmetlerini iktisadi faaliyetlerden elde edilen kazanımlardan aldığı pay ile yürütür.[2] Şu hâlde devletin karşılıksız olarak aldığı bu payı hangi şartlarda alacağı, nerelerde ve nasıl kullanacağı konusu gündeme gelir. Bu sorulara verilecek cevaplar ise, kamu maliyesini oluşturur.
Oysa genel mânâda ekonomi, toplumun toplam gelirini oluşturan süreçleri ifade eder. Üretimin nasıl yapılacağı, istihdamın nasıl gerçekleşeceği, gelir dağılımının nasıl sağlanacağı, kaynakların nasıl değerlendirileceği gibi temel konular ve bunlara bağlı uygulamalar, tamamen iktisadın konusudur ve devletten ayrıdır. Vergi de bu süreçler sonucunda ortaya çıkan faydanın genel hizmetlerin yerine getirilmesi için topluma aktardığı paydır. Daha doğrusu toplumun kendi ortak harcamaları için aktarmış olduğu fondur. İktisadi sistemin ve vergi sisteminin gerek kurumsal gerekse işlevsel olarak farklı nitelik ve yönetim mekanizması gerektirdiği göz ardı edilmemelidir.
Vergi Nedir?
Modern anlamda vergi, “ekonomik birimlerden siyasi cebir altında ve karşılıksız olarak devlete kaynak aktarılmasıdır. Kamu hizmeti yapmak durumunda olan devlet, bunu yaparken mal ve hizmet üretiminde bulunur. Gerekli üretim faktörlerini sağlarken kamu fonlarını kullanır.” Tanımdan da anlaşılacağı üzere, verginin niteliğinden ayrılamayan, aynı zamanda onu devletin diğer gelir türlerinden ayıran iki unsur vardır. Bunlardan birincisi verginin cebri (zorunlu) bir ödeme olması, diğeri karşılıksız alınmasıdır.
Vergi siyasi cebir altında tahsil edilmekte, yani kanunla konulmakta ve kanuna uyulması müeyyidelere (yaptırımlara) bağlanmış bulunmaktadır. Gerçekten devlet, bu kanunlara dayanarak vergi yükümlülüğünü tek taraflı olarak koymaktadır. Ekonomik birimin mükellef olarak vergileme faaliyetine katılması, devlete yardım, devletin işini kolaylaştırma anlamındadır; yoksa vergileme faaliyetinde "yetki paylaşma" anlamında değildir. Zaten bu faaliyete katılmanın şeklini de maliyetini de kanun düzenlemiş ve onu mükellef için yapılması zorunlu bir görev şekline sokmuştur. Verginin, mükellef bakımından ödenmesinin hukuken zorunlu olması nedeniyle ödenmemesi hâlinde devlet, zorla tahsil ya da cezalandırma yoluna gidebilir. Bu yüzden mükellefler, vergiyi kendiliklerinden ödemekle zor yoluyla tahsilden ve ceza kovuşturmasından kendilerini korumuş olurlar.
Modern devlet anlayışında vergiler, sosyal devletin gereklilikleri için alınır. Kamu hizmeti gören devletin hizmetlerini sürdürebilmesi için gerekli görülmektedir. Aslında referans metin açısından da durum farklı değildir. Harcama yerleri[3] belirlenirken bir bakıma sosyal devletin yükümlülükleri de tanımlanır. Yani devletin veya toplumsal mekanizmaların vergi yoluyla hangi alanları destekleyeceği veya finanse edeceği açıktır. Elbette üretilen hizmetlerin toplumsal bir kazanımı olacaktır. Ancak bu kazanımlar dolaylıdır. Zekât ve infak uygulamalarında olduğu gibi “reel” kazanımlar değildir. Ancak, yatırımların da vergilerden karşılanıyor oluşu, “İslam Teorisi” ile önemli bir fark oluşturmaktadır. Çünkü referans metin, “kamu sermayesi” ile “hizmet (üretim) sermayesi”ni ayırmaktadır.
Vergi Sistemi Olarak Sadaka – Kamu Maliyesi:
Ggerek tarihsel anlamda ve gerekse günümüz dünyasındaki reel uygulamalar açısından “sadaka” kavramının bir “vergi” olup olmadığını tespit etmek için kavramın içeriğine bakmak gerekir. Bu manada “sadaka” kavramını “doğru” tanımlamak, İktisat Teorisi açısından kurumsal yapının belirlenebilmesi ve devlet-halk ayırımının yapılabilmesi için önem kazanmaktadır. Bu bağlamda Sadaka’nın vergi olup olmadığına yönelik olarak temel gerekçeleri şöyle tespit etmek mümkündür:
1. Cebrilik[4]: “Sadaka” zorla ve karşılıksız olarak alınan bir şey midir? Sorusunun cevabı açıklıkla verilmektedir. “Beyan esasına” yani “gönüllülük”[5] esasına dayanıyor olmakla birlikte, gerektiğinde devlet tarafından zorla alınabilen bir şeydir. “Onların mallarından al” ifadesinin emir kipiyle kullanılıyor olması, uygulamanın cebri olduğu anlamına gelir. Yani cebrilik vardır ve bu nedenle de vergidir. Eğer sadaka, sadece gönüllü bir faaliyet olsaydı, bu durumda “zorla” almak düşünülemezdi. Eğer cebri bir uygulama söz konusu ise, bu bir yardım değil, bir vergi olur. Cebri uygulamanın şekli tartışılabilir, ama bu başka bir konudur.
2. Açıklık[6]: Öte yandan sadaka “maldan alınan” bir şeydir. Yani, gelirden değil; doğrudan üretimden alınmalıdır. Ancak verginin ne miktarda alınacağı ve üretim üzerinde hangi ölçüde yük oluşturacağı önceden bilinmelidir. Vergi talep edenler ne kadar vergi talep ediklerini açıkça beyan etmek zorundadırlar. Çünkü vergi talep edenler kurallara göre hareket etmek zorunda olacaklardır ve keyfilik yoktur.
Mal: Doğada bulunan şeylerin emek yoluyla işlenerek fonksiyonel hâle getirilmiş olan her türlü eşya veya hizmet ifade eder. Emek ile üretilmiş ve fonksiyonel olan şeylerin tümüdür. Belli bir amaç ve planlama sonucu üretilen şeyler.
Doğada kendiliğinden bulunan şeyler, toprak ve doğal kaynaklar “mal” değildir; dolayısıyla vergi konusu da değildir. Bunlar ancak emek ile birleştiğinde mal olur. Bu bağlamda verginin neden alınması gerektiği de anlaşılır:
· Emek yoluyla üretilen mal ve hizmetler,[7]
· Toprağın işlenmesi ile elde edilen her türlü ürün,
· Madenler ve doğal kaynakların işletilmesi sonucu elde edilen yarı mamul veya mamuller.
3. Yasallık[8]: Verginin hangi alanlardan alınacağının belirlenmiş olması yeterli değildir. Yasal, yani hukuki dayanağının da olması gerekir. Bu yasal dayanak ile alınan vergilerin hangi alanlarda kullanılacağı da belirlenmiş olmalıdır.
Birr (البرّ)[9]: Hukukilik ifade eden, yasal dayanak veya yasallaştırma, doğruluk anlamına gelen “BRR - برر” kökünden türemiş olup belirgin bir şekilde ayrılan yasal dayanağı olan şeydir.
Sadakanın hukuk açısından tanımlanıyor oluşu, yasal düzenleme gereğini ortaya çıkarır. Yani yasallık da vardır.
4. İlkesellik[10]: Vergi, nitelik ve uygulama bakımından eşitlik ilkesi içerisinde herkes için geçerli bir uygulama olmalıdır. Çeşitlilik olmasına rağmen yasallık gereği vergilendirilen her birimin net olarak belirlenmiş ve ilan edilmiş olması gereği vardır. Yani vergi, ilkelere göre alınabilen bir şeydir. Keyfilik yoktur.
5. Kurumsallık[11]: Vergilerin tespiti ve uygulamanın kimler tarafından nasıl yerine getirileceği de belirlenmiş olmalıdır. Buna göre sadaka, uygulama bakımından kurumsal ve profesyoneldir. Devletin veya toplumun bu amaçla görevlendirdiği uzman kimseler tarafından yerine getirilmelidir.
6. Kamusallık[12] : Vergiler ancak kamunun yararı varsa alınabilir. Yani kamu çıkarı olmak zorundadır. Nihayetinde vergi ödeyenler, ödedikleri bu verginin karşılığında devletin kendilerine sağlayacağı hizmetlerden bedelsiz olarak yararlanabilmeli ve genel olmalıdır. Yani vergi toplumun çıkarları içindir.
Genel olarak “sadaka”, vergi ile tanımlanmış olan bütün ilkeleri ihtiva eden bir uygulamadır. Kavrama dair nitelikler varsa, kesin olarak tanımlamak da mümkün hâle gelecektir. Öyleyse sadakayı şöyle tanımlamak mümkündür:
Sadaka (صدقة )[13]: Toplumsal bağlılık ve vatandaşlık görevinin bir gereği olarak toplum için mal ve üretimden alınan vergidir. Kurumsal olarak “kamu maliyesi”dir. Yani sadaka, vatandaşlık haklarından yararlanma şartıdır. Kişiler vergiye tâbi mallarını beyan etme sürecinde gönüllülük esasına göre hareket ederler; fakat yalan veya eksik beyan durumunda cebri bir uygulamalara da başvurulabilir. Sadakanın harcama alanları bellidir.
Sadaka (الصّدقة)- Kamu Maliyesi: Sadaka, “ni’met”[14] konusu olan mallardan, yani üretimden alınan kamu payıdır. Bir kurum olarak kamu maliyesini ifade eder. Sosyal dengenin kurulması ve sürdürülebilmesi içindir. Yani “rızk”tan yani geçim kaynağı olan girdilerden sadaka/vergi alınamaz.
Sadakat (الصدقات)- Vergiler[15]: Emek sonucu edinilmiş olan mallardan ödenen vergi. Beyan edilen ve vergiye tâbi mallar üzerindeki kamu payının vergi olarak ödenmesi. Vatandaşlık görevinin yerine getirilmesidir. (Kavramın kullanılış şekli gereği vergi çeşitliliği de olmalıdır.)[16]
Niçin vergi alınmalıdır sorusu önemlidir. Burada, “Devletin işletmelerden aldığı toprak kira payıdır.” Cevabı verilebilir. Ancak eğer böyle ise, bu pay “yaşam hakkı” için ayrılması gereken bir şeydir. Vergi harcamaları için kullanılamaz. Kaldı ki toprak mal değildir. Dolayısıyla topraktan “sadaka” başlığı altında vergi talep edilemez. Topraktan bir kira alınması gereklidir ancak, bu kira, örneğin tarım işletmeleri için tahsis edilmiş alanlardan talep edilebilir. Doğal kaynaklar (madenler, yeraltı yerüstü doğal kaynaklar) ve bunların üretime tahsis edilmesinden dolayı elde edilecek gelir de yaşam hakkı için ayrılmalıdır.
Her şey, topraktan üretilir. Toprak sermayenin asli unsurlarından biridir ancak, toprağın kendi hâlinde durması, bir anlam taşımaz. Oradan emek yoluyla bir ürün ortaya çıkarıldığı zaman “mal” hâline gelir. Yani toprağı ekip oradan mahsul elde edildiğinde emekle birleşmiş ve bir ürün ortaya çıkmış olur. Bu ürün üzerinde mülkiyet hakkı vardır ve vergi de buradan alınır.[17] Yani, üretilmiş olan üründen vergi talep edilebilir;[18].
Sonuç itibariyle devlet “üretici veya tüccar” değildir ve “iktisadi faaliyetler”in içinde yer almaz; ancak bu faaliyetlerin yürütülebilmesi için gerekli hizmetleri sağlar. Bu nedenle devlet “yatırım” yapmak zorunda değildir; sadece yatırımların sağlıklı bir şekilde yapılabilmesi için gerekli olan şartları hazırlar. Böylece yatırım yükünden kurtulan devlet, hem vergi gelirlerinde artış sağlayacak hem de yaygın yatırım ve üretim olanaklarının gelişmesi[19] sonucu artan refahla birlikte daha yüksek standartlarda bir hizmet sunabilecektir. Daha az vergi ile daha çok hizmet verebilir duruma gelecektir. Bunun sonucu olarak bireysel hakların karşılanması için yeterli gelire sahip olacak, topluluğun refahı için gerekli olan çalışmaları yapabilecektir. Yani devlet, gerçekten “sosyal devlet” olabilecektir.
Bu bağlamda “sadaka”, vatandaşlık bağının bir gereği olarak ödenen vergi olarak karşımıza çıkar. Buna “vatandaşlık hakkından yararlanma şartı” da denilebilir. Buna göre “sadaka”nın kurumsal yapısı da ortaya çıkmış olur:
*Bir vergi olarak Sadaka
Vergilendirme Esasları:
Yatırım sorumluluğu bulunmayan devletin, hareket alanında da genişleme meydana gelecektir. Devletin yatırımlarını azaltması veya yatırımdan çekilmesinin istihdamı ve dolayısıyla ekonomiyi olumsuz etkileyebileceği zannedilebilir. Gelişmiş toplumlarda devletin yatırımları azaltıyor olmasına rağmen, özel sektör yatırımlarının ivmesel olarak azalan miktardan çok daha fazla oranda yatırım gerçekleştirdiği gözlemlenmiştir. Bu durum gelişen toplumlarda artan refah seviyesine paralel olarak tasarruf alışkanlığının artması ile ortaya çıkmaktadır. Yani sorun devletin yatırımlarını azaltması ile değil, tasarruf eğiliminin gelişmesi ile ilgilidir.
Öte yandan, zekât kurumunun iktisadi faaliyetleri nedeniyle yatırımların artması ve üretimin çoğalması, devletin vergi gelirini de artıracaktır. Burada tartışılması gereken devletin ne kadar vergi alacağı meselesidir ki, referans metinde bu konuda net bir oran bulunmamaktadır. Öyleyse bu, toplum tarafından, üretim ve yatırım şekline, gelişmişlik oranına ve ihtiyaçlara göre belirlenmesi gereken bir husus hâline gelir.
Vergilerin harcama yerleri belli iken, hangi ürünlerden veya mallardan vergi alınacağı da belirlenmiş olmalıdır. Eğer, vergiden kasıt, sermayenin sınırlandırılması ise, burada özgür ticaret veya kişisel mülkiyetten de söz etmemek gerekir. Çünkü eğer ticaret öneriliyor ve zenginlik eleştirilmiyorsa, sermaye üzerinde kurulacak baskılar da meşru olmaktan çıkar. Bu sebeple belli sınırlamalar da kaçınılmaz olarak kendiliğinden ortaya çıkmış olur. Özetle üç temel ilkeye göre vergi alınır:
1. Üretim Vergisi: Vergi, üretim sonucu ulaşılmış olan “ni’met”ler üzerinden alınan bir paydır.[20] Yani temel ihtiyaçların dışında üretim mallarından alınır. Üretimin her türlüsünden vergi alınır. Ancak bu vergi, üretim maliyetlerinin pazardaki rekabet olanaklarını bozmamalı ve dengeyi etkilemeyecek düzeyde kalmalıdır.
Daha yalın bir ifade ile üretim sonucu elde edilmiş olan ve “mal” niteliği taşıyan her şey, vergiye tabidir. Bunlar sınırlı değildir; devletin ihtiyacına göre bir oran belirlenerek uygulanır. Özetle, üretim dışı vergi yoktur. Buna göre tarımsal üretimler, sanayi veya hizmet üretimlerinin tamamı, vergiye tabidir.
2. Vergi Miktarı: Vergi oranı, nüfus ve ihtiyaçlara göre belirlenecek olan bir konudur. Metinde net bir oran yoktur, dolayısıyla bu husus mevcut şartların gerektirdiği ihtiyaç oranında belirlenir.
3. Vergi Çeşitliliği: Farklı üretim alanlarından farklı oranlarda vergi alınabilir; çünkü vergi çeşitliliği vardır. Ancak üretim dışı vergilendirme yoktur.
Böylece verginin nasıl tahakkuk ve tahsil edileceği de açıklıkla ortaya çıkmış olur. Vergi, toplumun ortak yükümlülüğüdür ve dengeli olmak zorundadır. Üretime emeği ile katılmış olan birey, aynı zamanda toplumun gelişmesini sağlayacak kaynakları da beslemiş olacaktır. Dolayısıyla gerçekleştirdiği üretim kadar vergilendirilmiş olacaktır.
Devlet ise sadece bir hizmet kurumudur ve ekonomik faaliyetlerde bir aktör olarak yer almaz. Bu nedenle vergi sadece sosyal hizmetlerin veya devletin yükümlü olduğu faaliyetlerin yerine getirilebilmesi için ödenen bir pay olacaktır. Bu, devletin iktidar gücü sebebiyle değil; toplumun ondan elde edeceği faydaya bağlı olarak gelişen bir durumdur. Yani birey, devletten sağlayacağı menfaatler karşılığında vergisini öder.
Vergi dışı alanlar:
Vergilendirme ilkeleri belli olduğuna göre, vergi dışı uygulamalar da kendiliğinden anlaşılmış olacaktır:
A. Toprak ve Doğal Kaynaklar: Toprak ve doğal kaynaklardan vergi alınamaz; bu kaynakların tahsisi ile talep edilecek olan kira bedeli zaten yaşam hakkı için ayrılması gereken gelirlerdir. Toprağın veya doğal kaynakların işletilmesi sonucu elde edilen üründen ise vergi alınabilir.
İster yer altı ister yer üstü kaynakları olsun her şekilde toprak üzerinde yapılan faaliyetlerden elde edilecek olan gelir, yani tahsis gelirleri yaşam hakkı içindir. Bu aynı zamanda kişi özgürlüklerinin de garanti edilmesini sağlayan bir noktadır. Böylece hiç kimse umutsuz ve aç kalmayacak, herkesin barınmak ve yaşamak için bir dayanağı olacaktır. Şu hâlde:
1. Doğal kaynakların işletilmesinden dolayı vergi ihdas edilemez. Ancak bu kaynaklardan elde edilen ürün ve girdiler ile yapılan üretimler üzerinde vergi söz konusu olabilir. Çünkü bu kaynaklar, yaşam hakkı içindir ve devlete sadece emanettir.
2. Yaşam hakkı için ayrılmış olan toprak ve konutlarda vergi ihdas edilemez. Üretim için kiralanmış olan alanlardan yaşam hakkı için pay/kira vardır. Bu vergi değildir.
B. Emek: Üretime katılan emeğin vergisi de yoktur.[21] Emek zaten “değer” üreten şeydir. Dolayısıyla gelir vergisinden de söz edilemez. Tüketiciye ulaştırılan fiyat üzerinde, yani malda vergi vardır. Emek de bunun içindedir.
· Emek üzerinden vergi alınamaz; çünkü emek ile üretilmiş olan mallar, zaten vergiye tabi olacaktır; emek ise kişiseldir. Burada yapılacak bir talep kişi haklarına tecavüz anlamına gelir.
· İnfak edilmiş olan tasarruflar her türlü vergiden muaftır, çünkü bu tasarruflar ile gelişen üretim ve üretim sonucu ortaya çıkan mallardan zaten vergi alınmaktadır.
· Kişisel kazanımlar vergi dışıdır. Çünkü kişisel kazanımlar zaten infak yoluyla dolaşıma kazandırılmaktadır.
· Kişilerin edinmiş oldukları mal, eşya veya ziynet niteliğinde olan eşyalardan vergi alınamaz. Çünkü bir mal üretilmiş olması sebebiyle zaten vergilendirilmiştir.
C. Sermaye: Sermayeden veya paradan yani birikmiş (emek sonucu) varlıklardan vergi alınamaz. Duran şey, değer ifade etmez; çalışan şey değer ifade eder. Kaldı ki, sermaye denilen şey, toprak ve insanın kendisidir. Bu manada değer ifade eden veya ölçme ve değiştirme aracı olan enstrümanlardan vergi alınamaz. Sermayeden vergi almak; sermaye üzerinde baskı oluşturmak demektir ve bu, üretimi yok etmektir. [22]
Zorunlu Harcama Alanları:
Sadakaların harcama kalemlerine[23] ilişkin olarak yapılan tanımlamaların doğru olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü toplumda kişi haklarının tanınmış olduğu temelinden hareket edildiğinde, bilinen anlamda “fakir”liğin oluşması mümkün değildir. Çünkü herkesin yaşama hakkı sayesinde geliri vardır ve açıkta değildir. Dolayısıyla bu kavramları tanımlarken fakirlik ve yoksulluk üzerine bir sistem öngörmek mümkün olmaz. Kaldı ki, zaten bir fakirlik söz konusu ise, bu toplumun sorumluluğunda olan bir şeydir. Onun giderilebilmesi için, herkese fırsat eşitliği tanınmakta yaşam hakkı ve çalışma hakkının karşılanması öngörülmektedir. İstihdam önerilmektedir. İhtiyacı olanı desteklemek devletin görevidir.
Ancak yoksulluk veya darlık, genel mânâda bilgi eksikliğinden ve kişi haklarının kısıtlanmış olmasından kaynaklanır.[24] Var olan imkânları kullanabilmek için bilgiye ihtiyaç vardır. Yeterli bilgi yoksa doğadaki imkânlardan yararlanmak da mümkün olmaz. Buna bağlı olarak toplumun sıkıntıya düşmesi, darlıkla karşılaşması doğaldır. Bu mânâda yoksul olandan kastedilen şey, işi ve geliri olmasına rağmen harcamalarını dengeleyemeyen veya kontrol altına alamayıp gelirini verimsiz bir şekilde kullanmak suretiyle yetiremeyen kimsedir. Bu durumun sorumlusu başkaları değil kişinin kendisidir.
Burada asıl sorun, devletin veya toplumun, hangi alanlarda vergileri harcayacağı ile ilgilidir. Kavramlar ve ihtiva ettikleri anlamlara göz attığımız zaman, şeriat algısının aksine oldukça gerçekçi ve mantıklı bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Buna göre verginin harcanacağı yerler de belli olmuş olur. Toplanan vergiler, toplumun gelişmesi, eksiklerinin giderilmesi ve ilerlemeye katkı sağlamak için harcanacaktır. Yani vergi geliri, sosyolojik açıdan üç temel esasa göre harcanır:
1. Fukera’i (الفقراء) - İktisadi Yetersizlik[25]: Herhangi bir sebeple iktisadi yetersizlik içinde olanlar. Bunlar akli yeteneklerinin eksikliği veya yoksunluğu sebebiyle harcamalarını düzenleyemeyen veya gelirleri bir şekilde yok olmuş olanlardır. Aslında bunlar fakir değillerdir. “Yaşam hakkı” çerçevesinde gelirleri vardır ama bu gelir yeterli değildir.[26]
Yani bir şekilde bakıma ihtiyaç duyanların sorumluluğu kamuya aittir. Finansal durumlarına bakılmaksızın bakım hizmeti sağlanmalıdır.
2. Amilin (العاملين) - Kamu Yararı/görevliler[27]: Kamu görevlilerinin ücretleri de vergilerden karşılanır. Kamu adına faaliyet gösteren, sorumluluk alan veya iş gören herkes yine topluluğun sorumluluğundadır ve onların geçimi vergilerden sağlanır. Bu bağlamda bilim adamları ve her türlü araştırma personeli de bu kavramın kapsamında “amil”dirler.[28]
Öte yandan, kamu hizmetleri gerek altyapı hizmetleri olsun, gerek sosyal hizmetler olsun hepsi bu başlık altında değerlendirilir. Çünkü bütün bu faaliyetler toplumun gelişmesini sağlayan, kamu yararı içeren faaliyetler olacaktır.
3. Mesakin (المسكين) - Fiziki Yetersizlikler[29]: Bakıma muhtaç olanlar, yaşlılık veya herhangi bir fiziki kusur sebebiyle kendi bakımını sağlayamayan ve çalışamayan kimselerin sorumluluğu topluma aittir. Bunlar da vergilerden karşılanır.[30]
Miskin, “fakir” değildir. Teorik olarak toplumda fakir olması da mümkün değildir. Çünkü bunun ortaya çıkacağı şartlar yoktur. Kaldı ki, verginin harcama yerleri sayılırken ayrıca “fakir” kavramı da kullanılmıştır. Miskin, yoksulluğu değil, fiziki yetersizliği ifade eder. Örneğin yaşlılık gibi bakım gerektiren durumlarda kişinin sorumluluğu topluma aittir. Öyleyse yerleşik ve yetersiz olanlar da vergi gelirlerinden yararlanırlar.
Ancak, daha da önemli bir nokta vardır ki, toplumun gelişmesi için gerekli olan bilimsel veya fiziki altyapının da kamu tarafından desteklenmesi gereğidir. Bu konu da çok açıktır. Buna göre:
a. Müellefet-i Kulüb (المؤلّفة قلوب) - Araştırma Merkezleri[31]: Araştırma merkezleri, her türlü bilimsel araştırma yapan, kurum veya kuruluşlar, laboratuvarlar veya araştırma istasyonları vergilerden desteklenirler. Bu merkezler toplumun geleceği için vardır. Bu bağlamda üniversiteler ve benzeri bilim kuruluşları da sayılabilir. Sınırlı değildir.[32]
b. Müellefet (المؤلفة) - Tasnife Dayalı Eser/Eser Sahipleri[33]: Herhangi bir eser meydana getirmiş olanlar ve bu eserler sebebiyle toplumun fayda temin ettiği her türlü faaliyet sonucu eserin sahibi gözetilmeli ve korunmalıdır. Bu bir çeşit telif hakkıdır ki kamu tarafından finanse edilmesi gereken bir husustur. Eseri tescil etmek yeterli değildir. Eser sahibi de faydalanmalıdır. Bu da vergilerden karşılanır. Pratikte buluş sahipleri, sanatçılar gibi değerlendirilebilir.
c. Fi-sebilillah (فى سبيل الله ) - Bilimsel Araştırma/Bilim Adamları[34]: Her türlü bilginin gelişmesi için yapılan araştırma çalışmaları, bilimsel çalışmalar ve bilimsel çalışmalar sonunda elde edilecek gelişmelerin kazanımlarının paylaşılması, bilim adamları ve araştırmacıların desteklenmesi, bilginin sürekliliğinin sağlanması için destek. Bilgi üreten, yararlı olan her türlü faaliyet. Bilgi işlem.
Toplumun ilerlemesinin temel taşlarını temsil eden bilim adamlarının desteklenmesi gerekir. Bilimsel gelişmeler sayesinde topluluklar gelişir ve ilerler. Bu nedenle bilim adamlarının finansmanı da kamuya aittir.
d. Garim (الغارمين) - Araştırma Zararı[35]: Başarısız olmuş olsalar bile, o araştırma için yapılan harcamalar da vergilerden karşılanır. Çünkü bir araştırma veya bilimsel çalışma her zaman doğru sonuçlar vermeyebilir. Sonucunda araştırmacılar sahip oldukları her şeyi kaybedebilir. Bu durum toplum açısından sorunlu olduğu kadar, araştırmacılar açısından da sıkıntılıdır. Bu nedenle başarısız olsa bile araştırma giderleri vergilerden karşılanır.[36]
Kamu adına taahhüt edilmiş olan bir araştırmanın veya çalışmanın başarısız olması nedeniyle ortaya çıkan zarar sebebiyle sorumluluk altına giren kimseleri ifade eder. Bir iş yapmayı taahhüt edip o işin sonunda zararın meydana gelmesi. Bu kavram daha çok, bilimsel araştırmanın sonuçsuz kalması sebebiyle yapılan harcamalardan dolayı sorumluluk altına girenleri ifade eder. Örneğin maden arama, bilimsel araştırmalar gibi sonuç alınamayan faaliyetlerden dolayı yüklenicinin sorumluluğu.
e. İbnissebil (السبيل ابن) - Araştırma Personeli[37] : Bilimsel araştırmaya katkı sağlayanlar, araştırmada görevli olanlar, teknik destek sağlayanlar. Ayrıca rekabetin geliştirilmesi, yeni ürün yahut hizmetlerin keşfedilmesi, olası ihtiyaçların veya pazarı etkileyebilecek mal ve hizmetlerin pazara girmeden önce tespit edilerek üretim olanaklarının geliştirilmesi için çalışanlar.
f. Rikab (الرقاب) - Gözetilmesi Gerekenler[38]: Gözetim sorumluluğu topluma ait olanlar, orijinal bir yapıt veya eserden dolayı rekabet etmek zorunda olanlar, eserin faydaları sebebiyle eser sahibinin korunması
g. İhsan (أحسن) - Geliştirme/İyileştirme[39]: Bir şeyin geliştirilerek daha iyi hâle getirilmesi, gelişim sürekliliğinin sağlanmasıdır. Belli standartlar ve ölçüler çerçevesinde fiili olarak geliştirme süreci. Araştırma-geliştirme faaliyetlerinin tümü. Denetimli/kurallı yarışma.
İhsanın gerçekleşebilmesi için belirli şartların oluşması gerekir; bu şartlar, şu şekilde özetlenebilir:
1. Düzen (دينا)[40]: Standart ve düzenli bir süreç içerisinde – gerek gelir düzeni, gerekse uygulama düzeni- kişinin sahip olması gereken asgari standartları haiz olmalıdır. Uygulama sonucunda ölçülebilir denge oluşmalıdır.
2. Kişisellik (نفس)[41]: Kişisel çabaya dayalı olmakla birlikte çıkar paralelliği oluşturan bir faaliyet olmalıdır.
3. Pozitif fayda (زيادة)[42]: Yapılan işin sonucunda pozitif fayda gerçekleşmeli, katma değer üretmelidir. Uygulandığı şeyde artış meydana gelmelidir.
4. Karşılık (جزي)[43]: Toplumsal çıkarlar söz konusu olmalıdır. Uygulama toplumda karşılık bulmalı, bireye fayda temin etmelidir.
5. Seçicilik (خيرا)[44]: Sonuçları itibariyle tercih edilebilir iyileşmeye neden olmalıdır. Bir şeyin geliştirilmesi veya iyileştirilmesi ile hem topluma hem de bireye pozitif katkı sağlamalıdır.
6. Standart Süreç (حقّا)[45]: Rasyonel standartlara bağlı olmalıdır. Uygulama süreci ölçülebilir, standart ve pozitif sonuçlara yol açacak yöntemlerle gerçekleşmelidir.
7. Bilimsellik (حكمة)[46]: Bilgiye dayalı, bilimsel süreçler içerisinde gerçekleşmelidir. Hikmet içermelidir. Yani bilgiyi kullanarak tedrici olarak ilerlemeyi sağlayan bir süreç olmalıdır.
Genel olarak ihsan, uzmanlık gerektiren, kamu yararı içeren ve gelişmeyi öngören bir faaliyettir. Kişisel çaba ile gerçekleşmiş olması karşılıksız olduğu anlamına asla gelmez. Temelde toplumsal bir karşılık öngörülmüştür. İhsanın hem pozitif anlamda kişisel kazanıma neden olması hem de toplumsal karşılığının olması gerekir. Belli bir standart ve düzen içerisinde gerçekleşmesi zorunludur.
Esasen “ihsan” iktisadi bir kavram değil; toplumsal gelişimin gereği olan bilimsel faaliyetleri genel itibariyle tanımlayan bir kavramdır. Bu nedenle sadakanın konusudur. Bu faaliyet sonucunda ni’met, yani yaşam konforu öngörülmeli, bu yaşam konforundan herkes yararlanabilmelidir. Elbette bilimsel bir faaliyet uzmanlık gerektirecektir. Bu nedenle ihsan “mümin/uzman” olanların görevidir.
Muhsin (المحسن): Geliştirici[47]: İhsan için gerekli olan süreçlerin tümünü karşılayabilen kimse. Bilimsel araştırmayı yapan kişi. Toplumun gelişmesine veya ilerlemesine katkı sağlayan kimse.
Bu nedenle ihsan, zannedildiğinin aksine yardım veya yardımlaşma olmayıp sosyolojik mânâda bir iyilik de değildir. “Yardım”[48] kavramı zaten kullanılan bir kavram olup, sosyolojik değere sahiptir. Oysa “ihsan” bilimsel bir süreci ifade eder ve sonuçları itibariyle pozitif gelişmeyi gerektirir. Yani bir eylemin ihsan olarak nitelenebilmesi için onun, toplumsal çıkarları desteklemesi, gelişmeyi öngörmesi ve sosyal barışın gelişmesine katkı sağlaması gerekmektedir. Bu nedenle iktisadi bir süreç değildir ve vergi kaynaklarından karşılanması gerekir. Yani ihsan için (araştırma-geliştirme) gerekli olan kaynak, vergilerden karşılanır.
Kişisel tercih sebebiyle borçlanmış olanların sorumluluğu kamuya ait değildir. Herkes kararlarının sonuçlarına katlanmak zorundadır. Klasik anlamda fakirlik, temel hakların karşılanması sebebiyle zaten söz konusu değildir. Seyahat özgürlüğü vardır ancak seyahat harcamalarının toplum tarafından karşılanması da söz konusu değildir. Herkes gücü ölçüsünde seyahat eder. Eğer bir seyahat, bilimsel araştırma sebebiyle yapılıyorsa bu zaten bilimsel araştırma kapsamında desteklenen bir şeydir. Bunun dışında yapılan seyahatler, -ticari veya turistik- kişiseldir ve kişisel tercihlerle yapılan bir şeydir. Bu kamuyu ilgilendirmez.
Devletin faaliyet alanları da temel prensiplere bağlı kalınarak tespit edilir. Ancak sınırlı olmamakla birlikte zorunlu olan yükümlülükler, ortadan kaldırılamaz. Bunun dışında yerel hizmetlerin nasıl yapılacağı, çeşitli kamu hizmetlerinin nasıl yerine getirileceği ve bu alanlara kaynakların nereden sağlanacağı tartışılabilir ve karara bağlanabilir. Burada herhangi bir sınırlama yoktur ve genel prensipler geçerlidir. Yani devletin yapmak zorunda olduğu şeyler ile yapılabilecekler karıştırılmamalıdır. Sermaye, yani finansman kaynakları beslenmeli ve büyümesine olanak sağlanmalıdır. Finansal durgunluk, refahı doğrudan ve olumsuz etkileyen bir unsur olacaktır. Yani, vergilendirmenin de belli kuralları vardır. Sermaye üzerinden vergilendirme olmaz.
Sosyal Devlet İlkesi:
İlkesel olarak sadaka, sosyal devlet gereksinimlerine göre belirlenmiş bir uygulama olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle harcama alanlarına bakıldığında bu husus açıkça anlaşılabilmektedir. Buna göre, sağlık, eğitim ve sosyal hizmetler vergilerden karşılanması gereken ve ücretsiz olan kamu hizmetleri kapsamındadır.
Sosyal devletin yükümlülükleri göz ardı edilemez elbette. Ancak devletin hangi alanlarda etkin ve yükümlü olduğu da tespit edilmelidir. Sosyal güvenlik, zaten devletin sorumluluğundadır. Böyle olunca çalışanların sosyal güvenliklerinin ne olacağı tartışılamaz. Sağlık ve eğitim de öyledir. Kaldı ki metin, hangi alanların mutlaka desteklenmesi gerektiğini söyleyerek bir kesinlik de ortaya koymaktadır. Bu genişletilebilir. Ancak “olması gerekenler” ile “olabilir”lik farklı şeylerdir. Toplum verdiği bir karar neticesinde belli bir şeyi destekler ve bu engellenemez. Ne var ki devletin yükümlü olmadığı bir alanda faaliyete zorlanması başka bir şeydir.
Sağlık ve sosyal güvenlik bir insanlık hakkıdır ve topluluk bunun tesis edilmesinden sorumludur. Devletin vergilerden elde ettiği gelirin bir bölümü, bu hakkın karşılanması için kullanılır ve bireylerden “sosyal güvenlik ödemesi” talep edemez. Çünkü bu, zaten devletin var oluş nedenlerinden birisidir. Yani, devletin/topluluğun sorumluluğunda olan haklar, topluluk tarafından gözetilir ve bunlar için tahsis edilmiş kaynaklardan beslenir. Devlet, bu hakların yerine getirilmesi nedeniyle vatandaşından ayrıca ücret talebinde bulunamaz. Buna göre:
· Sosyal güvenlik bir insanlık hakkıdır ve devlet tarafından karşılanır.
· Sağlık ve sağlık hizmetlerinden yararlanma bir insanlık hakkıdır ve bunun tesis edilmesi, topluluğun sorumluluğundadır.
· Fakirliğin giderilmesi veya bunların ihtiyaçlarının karşılanması devletin sorumluluğundadır. Birey bundan sorumlu değildir.
· Devletin yerine getirmek zorunda olduğu genel hizmetler sebebiyle herhangi bir ücret talep edilemez.
· Bu alanların finansmanı, vergilerden sağlanır. Vergi ödemedeki temel amaçlardan birisi budur. Vergi doğal kaynaklardan yararlanma nedeniyle ödenir. Ancak, vergi yükümlülüğü nedeniyle ortaya çıkacak cebir, doğal kaynaklardan yararlanma hakkına dokunmayacak niteliktedir.
Burada, sosyal güvenliğin nasıl sağlanacağı hususu tartışma konusu olabilir. Aslında bu çok zor bir süreç değildir. Çünkü yatırım sorumluluğundan kurtulmuş olan devletin vergi gelirlerinde de önemli artışlar olacaktır. Zira bu süreçte yatırımlar çoğalmaya başlayarak vergi gelirlerinin artmasını sağlayacaktır. Asıl olan, temel hakların tanınması ve yerine getirilmesidir; ancak bu bir süreç meselesidir ve zaman alacaktır. Bu süreç içerisinde sosyal güvenlik, sağlık gibi temel haklara yönelik hizmetlerin yerine getirilmesi, vergi gelirlerinden karşılanır ve çalışanlardan herhangi bir ücret talep edilmez. Sistem tam olarak uygulamaya başlandığında vergi gelirlerinin bu alanda kullanılması da sona ermiş veya asgari düzeye inmiş olur.
Öngörülen harcama kalemleri “sosyal devlet” ilkeleriyle örtüşen bir yapıda olup sınırlı da değildir. Sadece zorunlu harcama alanları belirlenmiş; buna bağlı olarak geniş bir tanım alanı bırakılmıştır. Yani, hizmet alanları çeşitlendikçe, harcama kalemleri de çeşitlenmiş olur. Ancak vergilerin tespitine konu olacak oranlar, vergi verenin bütün varlığını kapsayamaz, “denge” her açıdan gözetilmeli ve korunmalıdır.
Genel Yorum Sorunları:
Sadaka, “iktisadi” faaliyetlerin bir sonucu olarak anlaşılabilmekle birlikte “zekât” kavramının dışındadır. Makro iktisat açısından devletin aldığı vergiler, güvenlik, sosyal denge gibi sebeplerle iktisadi faaliyetlerin içinde düşünülebilir. Gerçekte devlet, sadece iktisadi faaliyetlerin güvenlik içinde gerçekleşmesini sağlayan bir organizasyondur. Doğrudan faaliyetin içinde değildir; karar alma süreçlerinde de bulunmaz. Yani sadece iktisadi faaliyetlerin sürdürülebilir olması için zemin hazırlar.[49]
Sadaka kavramının, “zekât” ile karıştırılmasına neden olduğunu düşündüğümüz ayette,[50] “çoğaltmak, artırmak” olarak anlaşılan kelime (yurbi - يُرْبِي – riba ) gerçekte “eğitim, deneyim” yoluyla verimlilik artışını ifade eder. Bu nedenle her iki kavram arasındaki ilişkiyi tespit edecek olan karinenin mevcut olmadığı açıktır.
“أثيم كفار كل يحب لا والله الصدقات ويربي الربا الله يمحق”
Yemhakullâhur ribâ ve yurbîs sadakât, vallâhu lâ yuhibbu kulle keffârin esim.[51]
(ربّي- تربية) Rabbi- Terbiye: Eğitmek, beslemek, büyütmek, yetiştirmek, geliştirmek, aklını fikrini geliştirmek, sabırlı bilgin.
(يربي)- Yurbi: Yetiştirme, besletme (ribalaştırmak-fiil).
(الربا)- Riba: Tefecilik, hırsa dayalı aşırılık.
Buna göre “sadaka” ihtiyaçlara veya gerekliliklere göre evirilebilecek ve geliştirilebilecek bir şeydir. Sadakada, herhangi bir çıkar veya bireysel kazanç söz konusu değildir ve devletin cari hizmetleri içindir. Elbette devletin sağladığı hizmetler de toplum içindir ve dolaylı bir kazanım da vardır. Örneğin iktisadi faaliyetlerin yerine getirilmesi için gerekli olan destek mekanizmalarının finansmanı vergilerden karşılanır. Sonuçta faydanın çoğaltılmasına da katkı sağlamış olur. Ancak bu dolaylı bir katkıdır. Oran belirtilmemiş olması, alınacak miktarın kanunla belirlenmesi gereğini ortaya koyar. Çünkü devlet kuralsız işlem yapamaz.
Bu noktada devletin ne kadar vergi alacağı, bunun sınırının ne olması gerektiği gibi bazı konular tartışılmaktadır. Ancak bu da mantıklı değildir. Çünkü toplum geliştikçe devlet küçülür. Doğal olarak giderler de küçülür. İhtiyaç yokken devletin vergi alması için bir neden de yoktur. Çünkü harcayabileceği bir alan yoktur. Kaldı ki devlet, kurallara göre var olan bir organizasyondur. Kurallar işliyorsa, devletin yapacağı ilave bir şey de olmaz. Bu manada şer’i oranlamaların doğru ve efektif olmadığı açıktır. Değişen şartlara göre devletin ihtiyacı olan miktarın belirlenmesi ve vergilendirmenin buna göre yapılması esas alınmalıdır.
Örneğin 200 milyar dolar bütçesi olan bir toplumun bu bütçeden yatırımlara ayırdığı miktar sadece %10’dur. Oysa tasarruf miktarı, bütçeden yatırımlar için ayrılan miktarın en az 4 katı büyüklüğündedir. Aynı şekilde %10’luk bütçesini yatırımlara ayırmış olan devletin yaklaşık olarak %10 da bütçe açığı vermesi beklenir. Oysa küçülen ve profesyonelleşen devletin vergi ihtiyacı da azalacak, buna karşılık üretim olanaklarının geliştirilmesi[52] ile vergi gelirlerinde artış gerçekleşecektir. Buradan hareketle kırkta bir verginin zekât sayılması mantıklı değildir. Bunun bir dayanağı da yoktur. Kaldı ki, kırkta bir vergi ile bir toplumun temel hizmetlerinin karşılanmasının nasıl mümkün olacağı ise açık değildir. Bu en başta kamu giderleri için yetersiz kalacaktır.
Bugün artık devenin sayısına göre vergi ihdas etmeye kalkmak veya böyle bir vergi önermek herhalde mantıklı değildir. Sanayi toplumunda üretim olanakları çok daha farklıdır. Konvansiyonel uygulamalardan farklı olarak devlet, vergiyi sadece hizmet harcamaları için talep eder. Yatırım sorumluluğu yoktur. Bu nedenle bireysel hakların geliştirilmesi, yani özgürlüklerin geliştirilmesi ve yaşam hakkı çerçevesinde bireyin varoluş ve yaşam koşullarının asgari düzeyde karşılanabilmesi için vergi gereklidir. Öngörülen ve önerilen şey budur.
Öte yandan devlet bölüşümü sağlamakla yükümlü değildir. Kaynakların bölüşülmesi toplumun iktisadi faaliyetlere katılması sonucu gerçekleşir. Yani halk, sistem içerisinde kendi ürettiğini kendisi bölüşür. Ne var ki bir üretimin gerçekleşebilmesi için, kamu kaynaklarının/toprağın kullanılması gereklidir. Bu nedenle vergi yükümlülüğü doğar. Çünkü devlet, kamu kaynaklarının birey lehine tahsisi ve gözetilmesi için vardır. Bu görevinden dolayı, güvenlik, sosyal hizmetler, altyapı hizmetleri gibi temel yükümlülükler ortaya çıkar.
Sonuç itibariyle sadaka, açıkça anlaşılabildiği gibi vergi sistemini, yani kamu maliyesini tanımlayan ve esaslarını belirleyen bir kavramdır. Devletin ve dolayısıyla toplumun desteklenmesi ve sürdürülebilir olabilmesi için gereklidir.
Doğal kaynaklardan elde edilen gelirin yaşam hakkı için ayrılması, toprakta varoluşsal olarak bireyin hakkı ve sosyal devletin gereksinimleri için ihdas edilen vergiler, birlikte değerlendirildiğinde ortaya net bir tablo çıkmaktadır. Bu, hiç kimsenin bir başkasına muhtaç olmadan yaşama olanağına sahip olduğu seçenektir. Çünkü herkesin geliri vardır ve açlık korkusu yoktur. Herkesin kendisine tahsis edilmiş ve hayatı boyunca üzerinde özgürce yaşayabileceği bir toprağı vardır. Barınmak amacıyla bir konut edinmek için hayatını harcamak zorunda olmadığı gibi beslenmek için dilenmek zorunda da değildir. Geriye sadece yaşam kalitesini iyileştirmek ve daha iyi yaşam için doğada bulunan olanaklardan yararlanmak kalır.
[1] Geleneksel Tanım.
[2] “Devlet” kelimesinden kasıt “toplumsal mekanizmalar”dır.
[3] Tevbe: 60.
[4] Tevbe: 103.
[5] Baqara: 271.
[6] Baqara: 177, Tevbe 60.
[7] Al-i İmran: 3, 50, Maide: 48, Enam: 92, Mucadele: 13.
[8] Baqara: 44, 177, 224, 263, Al-i İmran: 81, 198, İnfitar: 13, Mutaffifin: 18, 22.
[9] Baqara: 44, 177,189, Al-i İmran: 92, Maide: 2, 96, Enam: 59, 63, 97, Yunus: 22, İsra: 67, 68, 70, Neml: 63, Ankebut: 65, Rum: 41, Lukman: 32.
[10] Baqara: 264.
[11] Mucadele: 12.
[12] Nisa: 92, 114, Ahzab: 35, Mearic: 70.
[13] Baqara: 196, 263, Nisa: 114, Tevbe: 103, Mucadele: 12.
[14] Baqara: 271.
[15] Baqara: 271, 276, Tevbe: 58, 60, 79, 104.
[16] Sadaka; “özünde güçlü ve sağlam olmak” olan ‘’Sıdk (صدق)’’ kökünden türetilmiştir. Gerçeklik, hakikat, gerçek, sıddık, doğruluk, dürüstlük, rast ve doğru olmak, sözünde durmak, verilen sözün de sahibi olmak anlamlarına gelir. (الصدقات) ise, dostça bağlılık, ders notları, dökümantasyon, bildiriler, çalışma kağıtları anlamlarına gelen bir kavramdır-çoğuldur-. Bu nedenle tek vergi değil, vergi çeşitliliği de vardır.
[17] Enam: 141.
[18] Zuhruf: 19.
[19] Baqara: 29, 168, Maide: 88, Âraf: 31, 32.
[20] Tevbe: 103, Zariyat: 19.
[21] Tevbe: 103, Zuhruf: 32, Zariyat: 19, Tur: 21, Necm: 39.
[22] Sermaye baskılandığında yatırımlar aksamış olur; üretim olmaz ve istihdam gerçekleşmez. Kaldı ki, verginin hangi şartlarda ve nereden alınacağı da Kur’an’da açıkça belirtilmiştir. Buna rağmen “sermaye vergisi”nden söz etmenin imkânı yoktur. Sermayenin gelişmesini önleyecek nitelikte bir vergi ihdas edilemez. Sermaye gelişmeli ve üretim olmalıdır ki vergi alınabilsin. Refaha ulaşılabilsin
[23] Tevbe: 60.
[24] Enam: 42.
[25] Baqara: 271, 273, Tevbe: 60, Nur: 32, Şuara: 199, Fatır: 15, Muhammed: 38, Haşr: 8.
[26] Fukera’i (الفقراء), Kelime anlamı itibariyle: Biçare, çok az yiyeceği olan, çır çıplak, omurgası kırık, musluk –yani yiyeceği var ama yetersiz- anlamlarına gelmektedir.
[27] Al-i Imran: 136, Tevbe: 60, Ankebut: 58, Zumer: 74.
[28] Amilin (العاملين), Kamu yararına çalışan personel, devlet personeli, memurlar, kamu için işgörenler, bir işle görevlendirilmiş olanlar, sorumluluk alanlar. Kamu adına çalışan her türlü görevliler. Anlamlarını içermektedir. (Kamu çalışanları, süreçte etken olmaları değişikliğe müesser olmaları sebebiyle amil’dirler.)
[29] Baqara: 184, İsra: 26, Rum: 38, Mucadele: 4, Kalem: 24, Hakka: 34, İnsan: 8, 44, Fecr: 18, Beled: 16, Maun: 3.
[30] Mesakin (المسكين), Aciz olanlar, zayıf, güçsüz, bakıma muhtaç olanlar. Fiziksel anlamda yetersiz ve çalışamayacak durumda olanlar. “Mesken” de aynı kökten gelen bir kelimedir. Buna göre, acziyetin veya zayıflığın “yerleşik” nitelikte olması gerekir. Bu da bireylerin çeşitli sebeplerle yetersiz hale gelmelerini ifade eder. Hastalık veya sakatlık gibi.
[31] Tevbe: 60.
[32] Kulub (قلوب ): Merkezler: Bir faaliyetin veya etkileri olan bir şeyin merkezi, idari veya fiziki merkez. (Tekil olarak bir şeyin içi, ortası, özü, yürek, gönül, akıl, merkez, orta, güç merkezi, tahvil etmek, çevirmek, değiştirmek, devirmek, döndürmek -çoğul-.) Kalb (قَلَبَ - قَلْب ا): Merkez: Bir şeyi baş aşağı çevirmek, sağını soluna, içini dışına döndürmek, devirmek, döndürmek, bir şeyin altını üstüne getirmek, alt-üst etmek, değiştirmek, alabora etmek, kumaşı krıştırmak, kalp hastalığına tutulmak, bir kimsenin kalbine vurmak
[33] Müellefet (المؤلفة): Tasnife Dayalı Eser: Belli bir araştırma ve bilgi birikimi sonucu ortaya çıkan eser. (Yazılmış, yazılan eser, tasnif edilmiş kitap, oluşan eser.)
[34] Baqara: 154, 190, 195, Tevbe: 60, vd. (70 kez kullanılmıştır.)
[35] Tevbe: 60, 98, Tur: 40, Vakıa: 66, Kalem: 46.
[36] Garim (الغارمين): Bir şeyin edasına lazım olmak, ticarette zarar etmek, para cezası ödemek, yitirmek, kayıp etmek, zarar ziyan etmek, başkasının borcunu yüklenmek anlamları vardır. Bu nedenle başarıısz bilimsel araştırmalar sebebiyle kefalet yoluyla cezaya düşenler, yüklenici olan kimseler. Kamu adına yapılan ve sonuçsuz kalan araştırmalardan doğan yükümlülükler sebebiyle zarar eden kimseler
[37] Baqara: 177, 215, Nisa: 36, Enfal: 41, Tevbe: 60, İsra: 26, Rum: 38, Haşr: 7.
[38] Baqara: 177, Tevbe: 60, Muhammed: 4.
[39] Baqara: 195, Al-I İmran: 172, Nisa: 59, 125, Maide: 50, 93, En’am: 162, 154, Âraf: 154, Tevbe: 121, Yunus: 126, Hud: 7, Yusuf: 3, 100, Nahl: 30, 96, 97, vd.
[40] Nisa: 125, Enam: 152.
[41] Yusuf: 23.
[42] Tevbe: 121, Yunus: 26, Nahl: 30, 96.
[43] Nahl: 97.
[44] Nahl: 30.
[45] Yusuf: 100.
[46] Nahl: 125.
[47] Baqara: 195, Nisa: 125, Maide: 93.
[48] “iyilik” düzeltici, eksiği giderici şey ile ilgilidir. Metinde SLH (صلح) kökü ve türevleri bu anlamda zaten kullanılmaktadır. Öte yandan “Yardım” mutluluk sağlayan şeyi ifade eder ki bu anlamda S’AD (سعد), saadet, mutluluk anlamına kelen kelimenin türevleri ile MAUN (معن) faydalı şey, veya fayda sağlayan şey anlamına gelen kelime türevleri ile metinde vardır.(Ma’un gibi - الماعون). Bu nedenle “ihsan” kelimesine “yardım veya iyilik” anlamı yüklemek imkansızdır.
[49] Akebut: 67.
[50] Baqara: 276.
[51] Baqara: 276.
[52] Baqara: 29, 168, Maide: 88, Âraf : 31, 32.