İŞÇİ-İŞVEREN İLİŞKİLERİ
Süleyman Akdemir
1150 Okunma
TOPLU TENKİTLER-1-ARİF ERSOY

 TOPLU TENKİTLER-1

 

 

Doç. Dr. Arif ERSOY

       Bilindiği gibi günümüzde sanayileşme süreci içinde bulunan hemen her ülkede toplumun büyük bir bölümünü işçi ve işverenler oluşturmaktadır. Karşılaştığımız insanların büyük bir bölümü ya işçidir; ücret karşılığında başkasına ait bir işyerinde çalışmaktadır. Ya da işverendir; kendi işyerinde ücret ödeyerek mal ve hizmet üretmektedir. Bu nedenle işçi ve işveren ilişkilerinin düzenli bir şekilde sürdürülmesi ve iş barışının sağlanması hemen her ülkenin önemli bir meselesidir. Başka bir ifade ile günümüzde ülkelerin yurtiçi huzuru ve refah düzeylerinin arttırılması iş barışının sağlanmasına bağlı bulunmaktadır.

Sanayileşen ülkemiz için de iş barışının sağlanması, işçi- işveren ilişkilerinin dengeli bir şekilde sürdürülmesi hayatî öneme sahiptir. Sanayileşmeye bağlı olarak toplumumuzun sayıları  artan büyük bir kesimini oluşturan bu insanlar arasında dengeli ve âdil ilişkilerin kurulması iktisadî açıdan gelişmiş ve refah düzeyi yüksek bir toplum hedefimizin temelini teşkil etmektedir. Bundan dolayı böyle bir meselede görüş beyan etmek, yeni çözümler geliştirmek amacıyla ülkemizin seçkin bilim adamlarını bir araya getiren İslâmî İlimler Araştırma Vakfı'nın yöneticilerini tebrik eder, bu tür yararlı hizmetlerinin devamını dileriz.

Hele bu konunun yeni ve eski hukuk sistemlerimiz açısından ele alınması, toplumumuzun kültür ve tarihî birikiminin de incelenmeye konu edinilmesi, işçi-işveren ilişkileri alanında karşılaşılan meselelerin ortaya konması ve yeni çözümlerin gündeme getirilmesi toplantının önemini bir kat daha artırmaktadır. Çünkü, işçi-işveren ilişkileri sanayileşmiş ülkelerde büyük sosyal ve siyasal çalkantıları yansıtan bir tarihe sahiptir. Ülkemizde de yakın geçmişte benzer olaylarla karşılaşılmış ve işçi-işveren ilişkilerinin dengesizliği iş barışını bozduğu gibi yurtiçi huzurunu da önemli ölçüde sarsmıştır.

       Birer ilmî araştırmanın ürünleri olan tebliğlerin tetkikinden yararlı bilgiler edindim. Bize işçi-işveren ilişkileri konusunda farklı iki hukuk sistemi açısından oldukça yararlı bilgi sunan sayın tebliğ sahiplerine teşekkür etmek isterim. Burada önce, seminere sunulan tebliğlerin genel kritiğini yapmak istiyorum. Daha sonra tebliğlerde yer almayan işçi-işveren ilişkilerinin tarihî seyri ile farklı iki hukuk sisteminin dayandığı dünya görüşleri arasındaki temel farkları belirterek sınırlı bilgimle bazı katkılarda bulunmak istiyorum. Burada Batı Hukuk Sistemi'nin işçi-işveren ilişkilerini düzenlemede dayandığı prensiplerle İslâm Hukuk Sistemi'nin dayandığı temel prensiplerin açıklanması seminere sunulan tebliğlerin anlaşılmasını kolaylaştıracaktır. Bundan başka sunulan tebliğlerle ilgili görüşlerimi arz etmeye çalışacağım.

 

I. TEBLİĞLERİN GENEL KRİTİĞİ

Seminere sunulan tebliğlerin yoğun bir araştırmanın ürünü oldukları ilk incelemede anlaşılmaktadır. Tebliğlerde câri işçi- işveren ilişkileri Batı Hukuk Sistemi ile İslâm Hukuk Sistemi açısından değerlendirilmeye çalışılmıştır. Seminerin programı ve sunulan tebliğlerde göze çarpan genel eksiklikler şu şekilde ifade edilebilir:

- Önce bu iki hukuk sisteminin bir birinden farklı yönlerini belirleyen esas kriterlerin ortaya koyduğu bir tebliğe yer verilmeliydi. Çünkü, İslâm Hukûku'nda işçi-işveren. Batı Hukukundan oldukça farklı bir şekilde tanımlanmakta ve ilişkiler farklı açılardan düzenlenmektedir.

-İşçi-işveren ilişkileri, sistemlerin dünya görüşlerine göre düzenlenir. Bu nedenle karşılaştırmaya konu olan sistemlerin dayandıkları dünya görüşleri ve bu görüşlere göre oluşan ekonomik sistemlerinin temel kurumlarını işçi-işveren ilişkileri açısından değerlendiren bir tebliğe yer verilmesi seminerin bütünlüğü bakımından yararlı olurdu.

-  Tebliğler genelde, Batı iktisadî sisteminde şekillenen işçi- işveren ilişkilerini düzenleyen hukuk kurallarına göre hazırlanmıştır. Zaman zaman İslâm dünyasında, geçmişte yapılan düzenlemelere geçilmekte. Batı sisteminin oluşturduğu çerçeve içine İslâm dünyasındaki uygulamalardan varılan sonuçlar yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Kanaatime göre bu tür yaklaşımlar hatalı sonuçlara götürür. Her sistem kendi dünya görüşü ve temel kurumları açısından değerlendirilmelidir. Batı sisteminin temel kurumlarının işlevlerinin İslâm'da da geçerli olduğunu veya İslâmî bir kurumun Batı sistemi içine aynen yerleştirilmesiyle sorunların çözümleneceğini beklemek tutarlı bir çözüm değildir. Tebliğlerde Batı'da işçi-işveren ilişkilerinde karşılaşılan meselelerin çözümünde çare olarak geçmişte İslâm dünyasındaki uygulamaların örnek alınmasının önerilmesi hatalıdır. Çünkü her iki sistemin farklı kurumları ve farklı dünya görüşleri işçi-işveren ilişkilerinin de farklı esaslara göre düzenlenmesini gerektirmektedir.

- İktisadî kurumların işlevleri iktisadî ve sosyal çevrenin değişmesiyle değişir. Eğer işçi-işveren ilişkilerinin tarihî gelişmesi ele alınıp incelenmiyorsa, sadece günümüzdeki işçi ve işveren ilişkileri üzerinde duruluyorsa çözümler de günümüzün ihtiyaçlarına göre yapılmalıdır. Tebliğlerde zaman zaman İslâm dünyasında geçmişteki çözümler aynen öneriliyor. Bu tür bir yaklaşımdan ziyade İslâm Hukukunun genel çerçevesi ve İslâm iktisadî sisteminin temel esasları göz önünde bulundurularak günümüzde karşılaşılan işçi-işveren ilişkileriyle ilgili çözümler bulunabilir. Tebliğlerin bu açıdan yeterli olduğunun savunulması oldukça güçtür.

        Yukarıda belirtilen hususlar bir yana bırakılacak olursa Seminere sunulan tebliğlerin bu alanda yapılmış ciddî ilmî araştırmaların ürünü olduğu ileri sürülebilir.

 

II. İŞÇİ-İŞVEREN İLİŞKİLERİNİN TARİHÎ SEYRİ

        İşçi sınıfının Batı'da ayrı bir sınıf olarak ortaya çıkması ve Batı'nın sınıfsal toplum yapısı içinde aktif rol oynaması her ne kadar Sanayi İnkılâbı'ndan sonraya rastlarsa da, işçi-işveren ilişkileri açısından da insanlık tarihini iki döneme, dört devreye ve sekiz merhaleye ayırarak kısaca özetleyebiliriz. İşçi- işveren ilişkilerinin tarihî seyrinin ortaya konmasının, İslâm Hukuk Sistemi ile Batı Hukuk Sistemi arasındaki farklılıkların anlaşılmasına da yardımcı olacağı kanısındayım.

 

A. KAPALI EKONOMİ DÖNEMİ

İnsanlık tarihinin ilk dönemini oluşturan Kapalı Ekonomi Döneminde üretim, daha çok mahallî ihtiyaçların karşılanması için yapılmaktaydı. Üretim faaliyetleri aile ve klanın bünyesi içinde yer almaktaydı. Bundan dolayı henüz emek-sermaye ayırımı gerçekleşmemişti. Bu dönemi iki devreye ve dört merhaleye ayırarak inceleyebiliriz.

 

l-Tüketim Mallarında Mülkiyet Devri

         İnsanlık tarihinin bu ilk devrinde daha çok tüketim malları üzerinde mülkiyet tesis edilmekteydi. İnsanlar tüketim için elde ettikleri mallara sahiptiler. Meyvalarını topladıkları ağaç, meyva toplanmaya devam edildiği sürece toplayıcıların mülkündeydi. Toplama işinin bitmesiyle mülkiyet de son bulmaktaydı. Mülkiyetin yalnız tüketim malları üzerinde tesis edildiği bu devirde ücretle işçi çalıştırılması söz konusu değildi. Bu devri iki merhaleye ayırarak inceleyebiliriz.

 

a. Toplayıcılık Merhalesi

Yer yüzünde insanın yaşama başladığı bu ilk merhalede işbölümü ve uzmanlaşma yoktu. İnsanlar ihtiyaçlarını doğal çevredeki kaynaklardan yararlanarak faydalı bitkileri toplamak suretiyle karşılamaktaydılar. Ailenin veya klanın bütün bireyleri üretime katılmakta ve elde edilen hasıla ihtiyaçlara göre paylaşılmaktaydı. Üretime aile veya klanın bütün çalışabilir üyeleri güçlerine göre katkıda bulunmaktaydı. Bu merhalede üretim araçları üzerinde henüz mülkiyet tesis edilmediği için ücretli işçi çalıştırılmamaktaydı. Zamanla nüfusun artması ve toplayıcılıkla elde edilen ürün alanlarının daralması insanları yeni üretim alanları keşfetme zorunda bırakmıştır.

 

b. Avcılık Merhalesi

Bu merhalede işbölümü belli ölçüde artmış ve üretim faaliyetleri aile veya klan başkanlarının düzenlemeleriyle belli kurallara göre sürdürülmüştür. İşler imece veya karşılıklı yardımlaşma yoluyla gerçekleştirilmiş, elde edilen hasıla klan veya aile başkanlarınca bölüştürülmüştür. İnsanların yeryüzüne dağıldıkları ve üretimde kullanılan bazı araç ve gereçleri icat ettikleri bu merhalede de emeğini ücret karşılığında başkasına kiralayan işçilere rastlanmamaktadır. İnsan topluluklarında işçilik müessesesine üretim araçlarında mülkiyet tesis edildikten sonra rastlanmaya başlanmıştır.

 

        2. Üretim Mallarında Mülkiyet Devri

         Bu devirde insanlar, emek ve toprağın verimini arttıran üretim araçlarına sahip olmuşlar ve bu araçlar üzerinde mülkiyet tesis edenler kendi çalışmaları yanında başkalarını da istihdam ederek servetlerini arttırmışlardır. Üretim araçlarına sahip olanların, bu imkâna sahip olmayanları istihdam etmeleriyle başlayan işçilik müessesesi, tarih boyunca işbölümü ve uzmanlaşmanın artmasına ve sermaye oluşumunun hızlı olmasına ortam hazırlamıştır. Bu devri de kendi içinde iki merhaleye ayırarak inceleyebiliriz.

       a. Çobanlık Merhalesi

      İnsanlar bu merhalede yararlı buldukları canlıların bir bölümünü özel şekilde besleyerek çoğaltmışlardır. Sürü sahipleri başka insanları çoban olarak çalıştırmışlar ve böylece bir çeşit işçilik başlamıştır. Aslında bu uygulama işçilikten çok, kölelik şeklinde olmuş ve çalışan sürekli vesayet altında bulundurulmuştur. Zamanla insanlar, artan ihtiyaçlarını hayvanların yanında önemli besin kaynağı olan bazı bitkileri ekip biçerek giderme metodlarını keşfetmişler ve verimli alanlara yerleşmişlerdir.

        b. Çiftçilik Merhalesi

        İnsanların verimli alanlara yerleşerek yararlı bitkileri ekip- biçmeye başlamalarıyla işbölümü artmış ve insanların bir bölümü diğer bir bölümünün sahip oldukları topraklarda çalıştırmışlardır. Kölelik ve angarya bu dönemde yaygınlaşmaya başlamıştır. Özel mülkiyetin yaygın olduğu bölgelerde kölelik müessesesi bir istihdam kaynağı haline gelmişti.

Çiftçilik Merhalesi'nde dünyada ilk defa yerleşik uygarlıklar, "Verimli Hilâl" (Fertile Crescent) diye bilinen Mezopotamya, Filistin ve Nil Vâdisi'nde kurulmuşlardır. Bu uygarlıklardan Mezopotamya uygarlığı, insanlar arasında "menfaat paralelliği" esasına göre müesseseleşmiş iken Nil Vadisinde kurulan uygarlığın müesseseleri ise insanlar arasında "menfaat çatışması" esasına göre oluşturulmuştur.

        Hz. İbrahim'in önderliğinde teşkilatlanan toplumda (millet-i İbrahim) sosyal ilişkiler insanlar arasında menfaat paralelliğine göre düzenlenmişti. Kâr ve zarar tarafların üretime katılmaları oranında paylaşılmıştı. Nimet, külfete katlananların payı olarak kabul edilmiş, riziko ve zahmete katlananlar kârı  hakketmişlerdi. Bu toplulukta iktisadî faaliyetler tarafların rızalarına göre oluşturulan anlaşmalar ve ortaklıklar çerçevesinde yürütülmüşlerdir. Bu toplulukta ilişkiler, mülk sahipleriyle mülksüzler arasında menfaat paralelliğine göre düzenlenmişti. Hz. İbrahim'in yolunu izleyen bütün peygamberler, toplulukları menfaat paralelliği esasına göre teşkilatlandırmışlardır. Hz. Muhammed ile son şeklini alan İslâmiyet de toplulukları menfaat paralelliği esasına göre teşkilatlandırmıştır. İslâm'ın ön gördüğü toplumda kâr, rizikoya ve zahmete katlanmanın karşılığıdır. Sosyal yapı, haklı olanın güçlü olması esasına göre oluşturulmalıdır. Bundan dolayı İslâmî esaslara göre teşkilatlanmış bir toplumda işçi ile işveren arasında "menfaat çatışması" değil menfaat paralelliği bulunmaktadır.

       Çiftçilik Merhalesinde Nil Vâdisi'nde kurulan ilk yerleşik düzen, insanlar arasında "menfaat çatışması" esasına göre teşkilatlandırılmıştır. Buna göre çatışmada iki taraf bulunmaktadır. Çatışmada galip gelen taraf haklı, mağlup olan taraf da haksız kabul edilmiş ve toplumun değer ölçüleri ve kuralları hep galip tarafça belirlenmiştir. Firavunların öncülüğünde teşkilatlanan bu medeniyet güçlünün haklı oluşu esasına göre teşkilatlanmıştır. Daha sonra Eski Yunan Medeniyeti, Roma ve Batı Medeniyeti, insanlar arasında "menfaat çatışması" esasına göre müesseselerini kurmuştur. Bu medeniyetin dayandığı dünya görüşüne göre, köle ile efendi, serfle senyör, işçi ile patron ve az gelişmiş ülke ile gelişmiş ülkeler arasında sürekli menfaat çatışması vardır. Bu çatışmada her zaman güçlü olan haklı kabul edilmekte ve toplumu sosyal değerleri güçlüler tarafından belirlenmekte ve iktisadî ve sosyal müesseseleşmeyi tayin eden hukuk normları güçlülerin istekleri doğrultusunda biçimlenmektedir. Çünkü bu medeniyetlere göre, hakkın kaynağı güçtür. Çağımızın sistemleri olan Kapitalizm ve Sosyalizm'de iktisadî ve sosyal müesseseleşme insanlar arasında çıkar çatışması esasına göre şekillenmektedir.

         İnsanlar yerleşik medeniyete geçtikten sonra işbölümü ve uzmanlaşmanın artmasına bağlı olarak ticarî faaliyetler yaygınlaşmaya başlamıştır. Böylece yeni bir döneme geçilmiştir.

          B. PİYASA DÖNEMİ

          Ticaretin yaygınlaşmasıyla insanlar piyasa için üretim yaparak kendi ihtiyaçlarını daha iyi karşılama yollarını keşfetmişlerdir. Piyasa döneminde üretim yöntem ve teknikleri hızlıca değişmiş ve üretim artırılmıştır. Bu dönemi iki devir ve dört merhaleye ayırarak inceleyebiliriz. Böylece her merhalede işçi ve işveren ilişkilerinin nasıl düzenlendiğini daha iyi anlatabiliriz.

        1. Mal Mübadelesi Dönemi

        Arz ve talebin karşılaştığı piyasada mal mübadelesi, iktisadî faaliyetlerin alanını genişletmiş ve yeryüzündeki kaynakların daha etkin bir şekilde kullanılmasına ortam hazırlamıştır. Mal Mübadelesi Devri'ni iki merhaleye ayırarak inceleyebiliriz.

        a. Aynî Mübadele Merhalesi

         Bu merhalede mal ile mal mübadelesi yapılmış ve ticarî faaliyetlerin yaygın olduğu bölgelerde üretim arttırılmış ve toplumların refah düzeyleri yükseltilmiştir. Üretim küçük işletmelerde yapıldığından çalışanlar aile bireyleri ve akrabalardan oluşmaktaydı. Devletin sahip olduğu imalathanelerde veya özel işletmelerde çalışanlar ise bir çeşit köle statüsünde bulunan insanlardı. Bu merhalede üretim araçlarının sahipleri ile çalışanlar arasındaki ilişkiler tek tarafça, iktisadî gücü elinde bulunduran mülk sahipleri tarafından tayin edilmekteydi. Mal mübadelesi döneminde değişim daha çok mal-mal şeklinde yapılmaktaydı ve değişim araçları olarak kullanılan eşya da mal olduğundan üretimin miktarını arttırmak ve ticarî faaliyetlerin alanlarını genişletmek güçtü. Çünkü malın taşınması, değiştirilmesi ve korunması hem güçtü hem de masraflıydı. Daha sonra paranın mübadele aracı olarak keşfedilip kullanılması yeni bir merhaleye geçilmesine ortam hazırlamıştır:

        b. Paralı Mübadele Merhalesi

        Paranın keşfedilip mübadele aracı olarak kullanılmaya başlanması, ticareti kolaylaştırmış, üretim miktarının arttırılmasına ortam hazırlamış, piyasanın genişlemesine ve sermayenin hızlıca oluşmasına ortam hazırlamıştır. Paralı mübadele merhalesinde servet, para şeklinde belli ellerde toplandığı için üretim araçlarının sahipleri tarafından işçi çalıştırılması yaygınlaşmıştır. Bu merhalede ellerinde üretim fazlası toplananlar bu fazlalığı emeğin ve toprağın verimini arttırıcı araçların yapımı ve geliştirilmesinde kullanılmasına ortam hazırlamıştır. Ticarî faaliyetleri sürdürenler daha çok kazanmak için daha çok mal üretilmesine yönelik araştırmaları ve yeni keşifleri, ticarî kazançlarından elde ettikleri fazlalıkla finanse etmişlerdir.

         İslâm Dünyası'nda bu merhalede faizsiz ortaklıklar kurularak emekle sermaye arasında işbirliği sağlanmıştır. Kurulan ortaklıklarda çalışan emek sahipleri sermayedarların işçisi olmaktan çok, bir çeşit ortak statüsüne sahip olan kişilerdi. Bundan dolayı İslâm Dünyası'nda iş akitleri icare akdi içinde gelişmiş ve daha çok ortaklıkları düzenleyen hukukî prensipler geliştirilmiştir. Çünkü, İslâm'ın öngördüğü iktisadî sistemde, işçilikten çok, ortaklık esastır. Emek sahibi ile sermaye sahipleri arasındaki ilişkiler, çıkar çatışmasından çok, menfaat paralelliği esasına göre düzenlenmelidir.

          Paralı Mübadele Merhalesi'nde uluslararası ticâretin yoğunlaşması, çok sayıda işçinin çalıştırılması ve faizin yaygınlaşması, sermaye oluşumuna süreklilik kazandırmıştır. Batı'nın dışa yönelik sömürü politikası ve içerde de işçilerin düşük ücretle çalıştırılması, sermaye mallarına sahip olanların ve ticari faaliyetleri organize edenlerin servetini artırmış ve bu servetin yeni üretim araç ve gereçlerinin geliştirilmesinde kullanıldığı ve üretimin büyük ünitelerde yapılmaya başlandığı bir devreye geçişe ortam hazırlamıştır.

         2. Emek Mübadelesi Devri

         Batı'da Haçlı Savaşlarından sonra ve Amerika'nın keşfiyle ticari faaliyetlerin yaygınlaşmasıyla artan ticari sermaye, yatırımlara dönüştürülerek Sanayi İnkılâbı gerçekleşmiştir. Böylece emek mübadelesi devrine geçilmiştir. Bu devirde kitle üretimi büyük işyerlerinde çalıştırılan çok sayıda işçiyle yapılmaya başlanmıştır. Bu devri işçilik ve ortaklık merhalesi diye ikiye ayırarak inceleyebiliriz:

         a. İşçilik Merhalesi

         Bu merhalede Batı'lı ülkelerin sanayileşmeleri, uluslararası dış ticaret fazlalıklarının Batı'ya aktarılması, çok sayıda işçi çalıştırılmasıyla artan üretimin bir kısmının işçiye verilmesi ve arta kalan kısmın sermaye sahiplerine aktarılması ve faiz mekanizmasıyla küçük tasarrufların toplanıp yatırımlara kanalize edilmesiyle hızlı olmuştur. Bu merhalenin sistemleri olan Kapitalizm ve Sosyalizm, menfaat çatışmasına dayanan bir dünya görüşünün farklı iki sistemidirler. Her iki sistemde işçilik müessesesi temel bir müessesedir. Her iki sistemde üretimin yükünü işçi üstlenmekte ve sosyal, hukukî ve iktisadî kuralların oluşturulmasında işçi sınırlı bir rol oynamaktadır. Her iki sistemde üretim araçlarını ellerinde bulunduranlar, bölüşümü tayinde daha etkin rol oynamaktadırlar. Kapitalizm'de işçi belli bir süre içinde elde ettiği hâsılanın bir kısmına sahip olabilmekte, arta kalan kısmı sermayedara aktarılmaktadır. Sosyalizm'de de işçi çalışma süresi içinde elde ettiği hâsılanın bir kısmına sahip olmakta arta kalan kısmı ise üretim araçlarının mutlak sahibi olan devlete aktarılmaktadır. Her iki sistemde de işçinin siyasî ve sosyal mekanizmayı belirlemedeki rolü sınırlı bir düzeyde bulunmaktadır. Kapitalizm'de işçilerin sendikalar yoluyla baskı grupları oluşturmaları, sosyal dengenin tamamen bozulmaması için başvurulan bir yoldur. Yoksa siyasî, sosyal ve iktisadî kararların alınmasında işçi, iktisadî gücü elinde bulunduranlarla her zaman eşit bir konumda bulunmamaktadır. İşçinin Sosyalist Sistemdeki etkinliği daha da azdır.

          İslâm Dünyası'nda bu merhalede menfaat paralelliğine dayanan ve çalışma hayatını düzenleyen bir hukuk sistemi geliştirilememiştir. Mal Mübadelesi Dönemi'nde oluşturulan faizsiz ortaklıklar yeterli ölçüde yaygınlaştırılmamış ve Batı'da çıkar çatışmasına dayalı olarak geliştirilen hukukî düzenlemeler, belli değişikliklerle halkı müslüman ülkelere aktarılmıştır.

İşçilik Merhalesinde Batı'da işçi ve işveren ilişkilerini düzenleyen hukukî kurallar ve geliştirilen müesseseler işçi ile işveren arasında menfaat çatışması bulunduğu esasına dayanmaktadır. Güçlünün genellikle haklı sayıldığı bu dünya görüşüne göre, işçi ve işveren ilişkilerini düzenleyen müesseselerin işleyişi genellikle işçilerin aleyhine neticelenecek doğrultuda olmaktadır.

       İslâm Dünyası'ndaki arayışlar ve Batı'da çözümlenemiyen meseleler, ileride insanlar ve ülkeler arasındaki iktisadî ilişkilerin menfaat paralelliğine göre düzenlendiği Ortaklık Merhalesine geçişe ortam hazırlayacaktır. Günümüzde içinde bulunduğumuz işçilik merhalesinde işçi ile işveren arasındaki ilişkiler mevcut müesseselerle dengeli bir şekilde düzenlenip sürdürülmemektedir.

        b. Ortaklık Merhalesi

       Günümüzde işsizlik, enflâsyon ve gelir dağılımındaki dengesizlik gibi çözümlenemiyen problemlerin kitleler üzerindeki olumsuz etkilerinin giderek artmasının, yakın bir gelecekte Ortaklık Merhalesine geçilmesine ortam hazırlayacağı ileri sürülebilir. Bu merhalede iktisadî faaliyetler menfaat paralelliğine dayanan bir dünya görüşüne göre müesseseleştiği gibi. OrtakIık Merhalesi'nde kurulacak yeni medeniyet, Mezopotamya'da oluşan ve İslâm Dünyası'nda şekillenen ve insanlar arasında menfaat paralelliğini esas sayan ve haklıyı güçlü kabul eden bir dünya görüşüne göre müesseseleşecektir.

         Bu merhalede işçi ve işveren ilişkileri patron-işçi ilişkileri şeklinde güçlü olan tarafça belirlenerek güçsüz tarafa empoze edilmeyecek; aralarında menfaat paralelliğine dayanan ilişkilerin bulunduğu iki tarafça ortaklaşa yapılan akitlerle düzenlenecektir.

        İslâm Hukûku'nda, işçi-işveren ilişkileri üzerinde durulurken, iki hususun göz önünde bulundurulması gerekir:

        Birinci husus, İslâm Dünyası'nda geçmişte işçi-işveren ilişkileri, mal mübadelesi devrinde aynî mübadele ile paralı mübadele merhalelerinde düzenlenmiş ve geçmişte bu merhalelerde sürdürülen iktisadî faaliyetler çerçevesinde işçi-işveren ilişkileri günümüze nisbetle yavaş değişen bir ekonomiye göre düzenlenmiştir. Bu ilişkiler, insanlar arasında menfaat paralelliğini esas kabul eden bir dünya görüşüne göre şekillendirilmiştir. Üretim, aile işletmeleri şeklinde veya ortaklıklar şeklinde teşkilatlandırılmıştı. Kitlevî üretim yapan ve çok sayıda işçinin çalıştırıldığı üretim üniteleri henüz ortaya çıkmamıştı.

İkinci husus, İşçilik Merhalesi'nde Batı'da geliştirilen işçilik kurumu ve bu kurumun işleyişini düzenleyen Hukukî normlar, insanlar arasında çıkar çatışmasını esas kabul eden bir dünya görüşüne göre şekillenmişlerdir. İslâmî esaslara dayalı işçi ve işveren ilişkilerinin, Batı'da geliştirilen müesseselere monte edilmesi doğru değildir. İslâm Dünyası'nda işçi ve işveren ilişkileri menfaat paralelliğine göre, Ortaklık Merhalesi'ne geçişi kolaylaştıracak şekilde yeniden düzenlenmelidir. Buna göre işçi-işveren, birbiriyle çatışan iki taraf değil, birbirine muhtaç olan ve birbirlerinin yardım ve yararına çalışmaları gereken iki taraftır. Bir tarafın varlığı diğer tarafın varlığına bağlı bulunmaktadır.

        III. İŞÇİ-İŞVEREN İLİŞKİLERİNİ DÜZENLEYEN HUKUK SİSTEMLERİNİN      KARŞILAŞTIRILMASI

        Mukayese, bir sistem içinde değişik görüşlerin veya uygulamaların karşılaştırılması şeklinde yapılabileceği gibi, birbirlerinden farlı iki sistemin temel prensipleri ve çözüm yöntemleri de karşılaştırmaya konu ya-

pılabilir. Birinci duruma Almanya ile Fransa'nın hafta tatilleriyle ilgili yorumlarının mukayesesi ve Hanefî ile Şafiî Mezhebleri'nin icare akidleriyle ilgili yorumlarının mukayesesi gösterilebilir. İkinci duruma ise, Batı Hukuku ile İslâm Hukûku'nun karşılaştırılması örnek gösterilebilir. Burada, farklı iki hukuk sisteminin temel prensipleri karşılaştırılır ve çözümlerdeki farklılıklar ortaya konur.

      Sayın Tahsin Sınav'ın sunduğu "İş Hukuku ve Temel Kavramlar" konulu tebliğde, farklı hukuk sistemlerinin karşılaştırılması yapılmalı ve sistemlerin temel yaklaşımlarındaki farklılıklar ortaya açıkça konmalıydı.

      Burada İslâm Hukûku'nun dayandığı temel esaslardan hareketle bazı noktalar üzerinde özetle durulmaya çalışılacaktır:

     Piyasa döneminin Mal Mübadelesi Devri'nde iktisadî faaliyetler daha çok mal ve hizmet üretimine yönelik olduğundan. Medenî Hukuk'un bir kolu olarak doğan Borçlar Hukuku veya muamelâtla ilgili hükümler tedvin edilmiştir. Roma ve İslâm Hukukları'nda Medenî Hukuk'un bir kolu olarak Borçlar Hukuku doğmuştur.

       Daha sonra Sanayi İnkılâbından itibaren Batı'da işçi-işveren ilişkilerinin yol açtığı sosyal çalkantıları azaltmak ve sosyal barışı çıkar çatışmasına dayanan bir dünya görüşü içinde düzenlemek amacıyla İş Hukuku meydana gelmiş ve bu hukukî yapı çerçevesinde Batı'nın bugünkü işçi ve işveren ilişkilerini düzenleyen kurumları ortaya çıkmıştır.

     İslâm Dünyası'nda Aynî ve Paralı Mübadele Merhaleleri'nde işçi-işveren ilişkileri yaygınlaşmadığı ve iktisadî faaliyetler daha çok ortaklıklar çerçevesi içinde sürdürüldüğünden, işçi- işveren ilişkileri Borçlar Kanunu içinde "İcare" bahsinde düzenlenmiştir. İşçi-işveren ilişkilerinin İslâm Dünyası'nda yaygınlaştığı günümüzde bu alandaki düzenlemeler Batı'dan aktarılan hukukî kurallarla gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır.

      Faizsiz Ortaklık Merhalesi'nde işçi-işveren ilişkileri İslâm Hukûku'nun genel çerçevesi içinde menfaat paralelliği esasına göre yeniden düzenlenmelidir:

      *Aynî ve Paralı Mübadele Merhalesi'nde İslâm Dünyası'nda serbest rekabetin sağlanması ve tekelleşme eğilimlerinin önlenmesi için vergi sermayeden alınmış ve faizsiz ortaklıklar kurulmasıyla sosyal sınıflaşma önlenmiş ve kaynakların etkin kullanılması o dönemin şanlarına göre sağlanmıştır.

*Batı'da Paralı Mübadele Merhalesi'nin sonuna doğru ticarî fazlalığın yatırıma dönüştürülmesi, üretimi hızlandırmış ve işçi sınıfının ortaya çıkmasına ortam hazırlamıştır. İşçilik Merhalesi'nde işçi-işveren ilişkileri menfaat çatışmasına dayanan bir dünya görüşüne göre düzenlenmiştir.

       Faizli İşçilik Merhalesi'nde Batı'da işçi-işveren ilişkilerinin menfaat çatışmasına dayanan hukukî normlar ve müesseselerce düzenlenmesi, zaman zaman çatışmalara ve sosyal dengesizliklere yol açmıştır. Bu çatışmaları azaltmak ve iş barışını sağlamak amacıyla İş Hukuku geliştirilmiştir.

        *İslâm Hukuku'nda sosyal denge ile ekonomik denge, insanlar ve taraflar arasında menfaat paralelliğini esas kabul eden bir dünya görüşüne göre düzenlenmiştir. Devlet altyapı yatırımlarını yapmakta ve bu hizmetleri herkesin yararına sunmaktadır. Bu hizmetler karşılıksızdır. Toplanan vergi gelirleriyle finanse edilmektedir. Devlet Makro düzenlemeler yapmakta, bireyleri ve teşebbüsleri mikroda serbest bırakmaktadır. İşçinin asgarî geçimini toplumun tekeffülü altına almaktadır. İşçiye çalışma kredisi sağlamakla işçi ve işveren arasındaki ilişkileri menfaat paralelliği içinde dengelemektedir.

        *Batı'da işçi, patrona göre zayıf bir pozisyonda bulunmakta; uzun dönemde patronun insafına terk edilmektedir. Bu durum, geçen yüzyılda ve çağımızın başında kanlı çatışmalara ve zaman zaman sosyal bunalımlara ve siyasî ihtilâllere yol açmıştır. Bunun için, işçinin durumunun düzeltilmesi ve dengesizliklerin yol açtığı sorunların azaltılması amacıyla çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. İşçiyi kendi kendini koruyacak ve menfaatlerini gözetleyecek bir güce eriştirme yerine işçi, genel dengenin tam bozulmasını engellemek amacıyla zaman zaman desteklenmiştir. Bu amaçla sendika ve grev müesseseleri kurulmuştur. Bu müesseseler her zaman güçlünün, yani patronun lehine olan dengenin tamamen bozulmasını önleyen ve işçinin aleyhine zamanla bozulan dengenin izin verilen ölçüde düzeltilmesini sağlayan müesseselerdir.

       İslâm, toplum içinde sınıflaşmaya yol açan müesseseleşmeyi engellediğinden işçi ve işverenler toplum içinde birbirlerini destekleyen kişiler statüsüne getirilmişlerdir. Devletin temel görevleri, sosyal dengeleri sağlamak ve taraflar arasında eşitsizliğe yol açan gelişmelere mâni olmaktır. İslâm'a göre Devlet, aşağıda belirtilen dengeleri sağlamakla görevlidir:

      1-Menfaat Paralelliğine Dayanan İlişkilerde Denge

       Toplumu oluşturan kesimler arasında menfaat çatışması değil, menfaat paralelliğine göre ilişkiler düzenlenmelidir. Her kesim diğer kesimlere muhtaçdır. Birinin zararı uzun dönemde diğerlerinin de zarar görmesine yol açar. Bundan dolayı toplumu oluşturan taraflar kârı paylaştıkları gibi zararı da paylaşmalıdırlar. Devlet hukukî normları ve politik düzenlemeleri bu esasa göre düzenlemelidir. Toplumda, taraflardan birinin devamlı kazançlı ve diğerlerinin de zararlı çıkmaları menfaat paralelliği esasına ters düştüğü için devlet bu tür gelişmeleri engellemelidir.

     2-Fırsat ve İmkân Eşitliği Dengesi

    Toplumu oluşturan bireyler ve teşebbüsleri oluşturan kişiler arasında iyilikte ve hayırda yarışmanın sürekli olması için fırsat ve imkân eşitliğinin sağlanması gerekir. Devlet uyguladığı politikalarla bu eşitliği sağlamaya çalışır.

     3- Nimet-Külfet Dengesi

     Devletin diğer bir görevi de nimet-külfet dengesini sağlamaktır. Toplumda kim çok külfete katlanıyorsa onun nimetteki payı fazla olmalıdır. Külfete katlanmayanların nimette de payları olmamalıdır. Bu nedenle İslâmın öngördüğü bölüşümde ücretten çok, hâsıladan pay alma esastır. Külfete çok katlananların nimetteki paylarının, külfete az katlananlarla eşit olması, adalete ters düşmekte ve bu tür bölüşümün sosyal dengeyi bozduğu kabul edilmektedir.

     4-Makroda Düzenleme ve Mikroda Serbestlik Dengesi

     İslâm'a göre devletin temel görevlerinden biri makroda plânlama yapmak, ekonomik ve sosyal hedefleri bu plânlarla belirlemek, mikroda ise bireyleri ve bireylerin sahip oldukları teşebbüsleri tamamen serbest bırakmaktır. Kişi, bireysel iradesini tamamen serbest kullanabilmeli ve şahsî gayretlerinin ürünü olan kâr ve zarar kendine ait olmalıdır. Birey irade-i cüz'iyesini tamamen serbestçe kullanabilmelidir.

     *İşte İslâm'ın öngördüğü işçi ve işveren ilişkileri yukarıda Devlet tarafından düzenlenecek iktisadî ve sosyal dengeler içinde taraflar arasında menfaat paralelliğinin bulunduğu esaslara göre düzenlenir. Batı'da ise işçi-işveren farklı sınıflar olarak kabul edilmiş ve bu farklılık içinde denge sağlanmaya çalışılmıştır.

     * İslâm Hukuku'nda nimet-külfet dengesi esas kabul edilmiştir. Ücret, işverene işçi tarafından menfaat sağlanmışsa hak edilir. İşçi, mal ve hizmet üretimi gerçekleştirmedikçe ücrete hak kazanamaz. Batı İş Hukûku'nda işçi, zamanını işverene tahsis etmekle ücrete hak kazanır. Burada esas olan işçinin zamanını işverene tahsis etmesidir. Üretimin gerçekleşip gerçekleşmemesi ücretin tahakkuku için esas değildir.

     İslâm Hukûku'nda esas olan iyilik ve hayırda yarışmadır. Rekabet eşit şartlar altında yapılırsa yarış olur ve anlam kazanır. Bunun için Devlet, taraflar arasında imkân ve fırsat eşitliği sağlamanın yanı sıra her çeşit tekelci eğilimleri önlemekle de görevlidir. Devlet, işçi ve işverenin iktisadî ve sosyal statülerini dengeleyici ve taraflardan birinin, diğerinin aleyhine güçlenmesini önleyici düzenlemeleri yapar ve her iki tarafın eşit şartlar içinde serbestçe anlaşmalarına ortam hazırlar.

      Ortaklık Merhalesi'nde İslâm Dünyası'nda işçi ve işveren ilişkilerini düzenleyen yeni hukukî normlar ve müesseseler geliştirilirken yukarıda zikredilen hususların göz önünde bulundurulması gerekir.

 

 

 



© 2024 - Akevler