İŞÇİ-İŞVEREN İLİŞKİLERİ
Süleyman Akdemir
1276 Okunma
IV. İSLÂMİYETİN İŞÇİ-İŞVEREN İLİŞKİLERİNDE AYIRICI ÖZEL

IV. İSLÂMİYETİN İŞÇİ-İŞVEREN İLİŞKİLERİNDE AYIRICI ÖZELLİKLERİ

A. GENEL OLARAK- DEVLETİN MÜDAHALE ŞEKLİ VE ÂKİLE SİSTEMİ

İslâmiyetin öngördüğü iktisadî sistem ile bugünkü serbest ekonomik sistem arasında görünüşte bir fark gözükmemekle beraber esasta bazı önemli ve ayırıcı farklılıklar vardır. Bugünkü iktisadî ilişkilerde genelde Devlet seyirci kalmakta, ancak uzun dâvalar sonunda takibata girişilmekte ve sonuca gidilmeye çalışılmaktadır. Borçlu aciz ise Devlet hiçbir şey yapamamaktadır. Halbuki İslâmiyetin öngördüğü âkile sisteminde îlmî, İktisadî, Dinî ve Siyasî Âkileler (dayanışma ortaklıkları) oluşturulmak suretiyle herkese teminatlı yetkiler verilmektedir. İşçi ve işverenler akit yaparken birbirlerinin işçilik ve işverenlik ehliyetlerine bakmakta ve hangi âkileden ve ne miktarda teminat gösterdiklerini belirledikten sonra birbirlerini tanımalarına dahi gerek kalmaksızın anlaşma yapabilmektedirler. Bu ilişkilerde sonunda taraflardan biri vecibesini yerine getirmediği zaman, meselâ, bir işçi işyerine gelmediği veya bir işveren ücretini ödemediği zaman zarara uğrayan, diğerinin dayanışma ortaklığına (âkilesine) başvurmakta ve Devlet gerekli tazminatı hemen tediye ederek mağduriyeti ortadan kaldırmakta ve sonra işçinin veya işverenin âkilesine veya kendisine rucû etmektedir. Bu suretle bütün anlaşmalar Devletin kefaleti altında yürümekle işverenler ve işçiler güven içinde ve teminatlı olarak üretimde bulunabilmektedirler.

 

B.PRİMSİZ OLARAK GÜVENLİK SİSTEMİ VE ASGARÎ ÜCRETE DEVLET MÜDAHALESİNİN ŞEKLİ

Yine İslâmiyetin öngördüğü sistem ile bugünkü sistemler arasında diğer önemli bir fark bütün vatandaşların bugün olduğu gibi ve hatta daha da fazlasıyla işsizlik ve yoksulluk sigortaları ile sigortalı olmalarıdır. Ancak hiç kimse bu sigortalanmadan dolayı herhangi bir prim veya aidat ödememektedir. Bu hak bütçeden karşılanır. Devlet mesleki derecelere göre ayrıca asgarî ücretleri de tespit eder. Ancak bu ücretleri işverenlere zorla uygulatmak suretiyle gerçekleştirmez. Kendisi özellikle yatırımda çalıştırmak üzere, her başvurana bu ücreti vermek suretiyle gerçekleştirir. Diğer taraftan atıl tesislerin işletmesini de, sahiplerinden alarak, işletecek olanlara kiralar. Böylece işçiyi asgari ücret garantisiyle ve işsizlik sigortasıyla pazarlık gücüne sahip hale getirir. İşverenlerin üretim yapamamaları veya belli limitlerin altında üretim gerçekleştirmeleri halinde işverenlik yetkilerini geri alma hakkına sahip olduğundan bu kimseler tesisleri çalıştırmak zorunda bırakılır (Devletin arazi mülklerine yeterli ürün alınmadığı veya üretim yapılmadığı takdirde el koymasında olduğu gibi). Böylece işçi ile işveren pazarlıkta eşit hale getirilmiş olmaktadır. Devletin bundan sonra herhangi bir müdahalesine gerek kalmamaktadır.

       İslâmiyetin öngördüğü sistemde sadece işçiler korunmaz. Aynı şekilde işverenler de işçiler kadar korunur. Vergi, elektrik, sigorta veya borçlarından dolayı kimsenin işyerine el konulamamaktadır. Eğer üretim gerçekleşiyorsa durum ne olursa olsun işyerinin çalışması durdurulamaz. İşverenin elinden sadece üretimi gerçekleştirmediği zaman işi veya işyeri geri alınabilir. Esasen birçok hizmetler devlet tarafından hizmet karşılığı ortaklık payı olarak alındığından, işletmenin borçlanması zayıf ihtimaldir.

Görülüyor ki, İslâmiyetin öngördüğü işçi-işveren ilişkilerinin bugünkü şartlarla yeterince değerlendirilmesi ve mukayeseli analizleri yapılmış değildir. Burada karşılaşılan bir diğer önemli sorun müslüman olanların farklı sistemlerde nasıl davranacaklarıdır. Bu konu üzerinde yeterince durulmuş değildir.

Herşeyden önce bir müslüman yaşadığı ülkenin kanunlarına bir başka deyişle anlaşmalarına uymak mecburiyetindedir. İslâm Devleti yok diyerek her şeyi kendisine mubah yapamaz. Hele o ülkenin kanunlarına aykırı olan ve İslâmiyetin de doğrudan yasakladığı fiilleri hiçbir şekilde işleyemez. Rüşvet veremez, hile yapamaz. Biz burada bu şartlar altında bir müslümanın işçi işveren ilişkileri bakımından önceliklerini tespit etmeye çalışmış oluyoruz.

 

C. ÇIKAR PARALELLİĞİ ESASI (PRENSİBİ)

        Çıkar paralelliği, yani bir anlaşmada tarafların hepsinin çıkarlarının olması ve bu çıkarlarının korunması esası İslâmiyetin kabul ettiği temel prensiplerdendir.. Çıkar paralelliği bir anlaşmanın süreklilik kazanabilmesi için adil bir sözleşmeye dayanması gerektiğini de ifade eder. Taraflar anlaşmalarda kendileri kadar karşı tarafı da düşünmek zorundadırlar. Adil olmayan bir iş anlaşması sonunda işçiler ve işverenler mağdur olacağından iş hayatındaki denge bozulur, İşçiler kendilerine yeni iş ararlar, işverenler ise işi bırakmak isterler veya işçilerini değiştirerek yeni işçiler alırlar. İşverenin işini kapatması işçilerin zararınadır. Bu sebepten dolayıdır ki, anlaşmaların, çıkarların paralelliği esasına göre yapılmasında zaruret vardır. Ayrıca devletin veya toplumun çıkarlarını gözetmeyen bir anlaşma, Devletin, fonksiyonlarını icra edemez hale düşmesine sebep olur ve bundan da hem işverenler hem de işçiler zarar görürler.

Burada yapılacak şey işveren, işçi ve Devlet arasında dengeli bir bölüşmeyi tarafların araması ve bulmasıdır. Hz. Muhammed'in "Kendisi için istediğini komşusu için istemeyen bizden değildir" sözü, işveren kendisi için istediğini işçiler ve devlet için, işçiler de kendileri için istediklerini işveren ve devlet için istemedikçe müslüman olmaz, şeklinde anlaşılmalıdır. Buradaki denge nasıl bulunacaktır? Bu dengenin bulunması bir hesap işidir. Yatırım miktarı, sermaye miktarı, işçilerin emeği ve devletin katkıları hesaplanarak bölüşümde kime ne düşeceği tespit edilebilir. Birinci önceliğimiz budur. Yani işçi, işveren ve devlet arasındaki bölüşmenin adil bir şekilde tespiti için hesaba, bunun için de ilme başvurulması gerekir.

D. ÜCRETİN ENFLASYONDAN KORUNMASI İÇİN SEMENİN AYN OLARAK BELİRLENMESİ

          Anlaşmalar yapılırken enflasyondan korunabilmek için ücretlerin nakit olarak değil, üretilen mal cinsinden belirlenmesi ve ücretlerin değerine göre verilmesi esası kabul edilmelidir. Bu şekildeki bir tespitle ücretler, her hafta o malın değerini karşılayan Türk Lirası ile ödenmelidir. Böylece yine Türk Lirası kullanılmak suretiyle Milli paranın değeri korunmuş olur. Ayrıca işçilerin her hafta veya kısa süreler içinde işverenlerle olan tartışma ve münakaşaları son bulmuş olur. Ücretin mal cinsinden belirlenmesi esası, para sistemi altına bağlı olsa dahi yine uygulanmalıdır. Sektörün ihtiyacına göre ücretler artmış veya eksilmiş olacaktır. Piyasadaki fiyatlar aynı zamanda işçilerin ücretlerini de belirlemiş olacaktır. Şayet o sektörde ihtiyaç yoksa o malın değeri ve dolayısıyla ücretler de düşecektir. Bu sektörde çalışan işçiler diğer sektörlere kayacak ve üretim yavaş yavaş azalacaktır. Dolayısıyla fiyatlar yükselecek ve denge yeniden kurulacaktır. Bu sistem sektörler arası ücreti de dengelemiş olmaktadır.

        Uygulama şöyle olmalıdır. Anlaşmalar yapılırken ücretler Türk Lirası ile belirlenmelidir. Sonra üretilen mallardan en uygun olanı ücret birimi olarak seçilmelidir. Ücretler her hafta o birime göre hesaplanmalıdır. Burada işçiler ile işverenler arasında fiyat farklarından dolayı niza çıkmaması için işçiler dilerlerse üretilen mamulün kendisini, dilerlerse işverenin koyduğu fiyatla nakit olarak ücretlerini alabilmelidirler. Böylece enflasyondan dolayı ücret artışı sorunu ortadan kalkmış olur. Bunun böyle yapılmasının sebebi İslâmiyette semen'in ölçülebilir, sayılabilir veya tartılabilir bir şeyle tarif edilmesi, aksi taktirde anlaşmaların kesin ve açık olma özelliği taşımaması sebebiyle geçersiz olmasındandır. Böyle bir anlaşma yapma Türk Hukuk Sistemine göre mümkündür ve kanunun da ruhuna uygundur. Böylece enflasyonun menfi tesirlerinin işçilerin sırtına yüklenmesi önlenmiş olmaktadır. Müslümanlar hem İslâmiyete hem de bugünkü hukuka uyan böyle sistemleri bulup geliştirmeli ve uygulamalıdırlar.

 

E. İŞÇİLERİN ÜCRETLERE ZAMMI, ÜRETİMİ ARTIRMALARI HALİNDE İSTEMELERİ ESASİ

Bugünkü enflasyonunu tabii bir sonucu olarak işçiler sürekli zam istemektedirler. İşçilere yapılan zamla beraber eğer üretim de artmıyor ise bugünkü sistem içinde enflasyonun önlenmesine imkan yoktur. Ücretlere yapılan zamlar fiyatlara fazlasıyla inikas eder ve bunun sonucu olarak işçilerin reel alım güçleri düşer ve sonunda zarar eden yine ücretliler olur. Enflasyon dönemlerinde yapılan zamlar işçilerin reel ücretlerini arttırmaya yetmemiştir. Bunun çaresi ve çözümü, işçilerin ücretlerinin artırılması için üretimde bir artış olmasıdır. Ancak bu suretle hem işçilerin aldıkları para miktarı artar hem de piyasaya fazla mal girdiği için bütün işçilerin satın alma güçleri yükselmiş olur.

 

En önemli meselelerden biri, üretilen hasılanın âdil bir şekilde bölüşümü ise bir diğeri de işletmede üretimin nasıl arttırılacağıdır. Tabiidir ki, bunun başında verimli çalışma gelmektedir. İşçiler zamanlarını ve imkânlarını ne kadar iyi değerlendirirlerse aynı emek, malzeme ile daha çok üretim elde edebilirler. Dolayısıyla işçilerin reel ücretlerine zam isteme hakları doğar.

Farz edelim ki, ilk anlaşma yapıldığı zaman mevcut imkânlarla üretilecek miktar tespit edilmiştir. İşçiler iyi çalıştılar ve beklenenin üzerinde bir üretim elde edildi. Diğer girdiler düşüldükten sonra artan üretim işçi ve müteşebbis paylarına eşit olarak eklenmelidir. Burada bir başka oran da kabul edilebilir. Ancak bu oran Toplu Sözleşmede yer almalı ve işçiler üretim artışından alacakları payları bilmelidirler.

Bir işletmenin üretiminin arttırılması fazla mesai yapılması ile de mümkündür. Bu takdirde de iş bulunduğu zaman çalışanlar fazla mesai yapmak suretiyle reel ücretlerini arttırma imkânını bulabilirler.

Diğer taraftan yeni teknolojilerin bulunması da veriminin artmasını sağlar. Dolayısıyla tüm çalışanlar bütün zihnî faaliyetleriyle sistemin verimini arttıracak buluşları keşfetmeye ve değerlendirmeye gayret göstermelidirler.

Nihayet eğer bir işletme ne kadar az dış sermaye kullanırsa bugünkü sistemde sermayeye ödenecek faiz de o kadar azalacağından, müteşebbis (sermayedar değil) daha fazla kazanmış olur. Müteşebbis bu kârı işçilerle paylaşmalıdır. Bunun için işçiler ücretlerini geç almak veya kısmen almak ve tasarruf etmek suretiyle işverene bir tür kredi kullandıra-bilirler. Yukarıda açıkladığımız üzere para değerinin korunması şartıyla işçiler bu tür desteklerde bulunabilirler. Elbette bu ihtimal tasarruf etme imkânına sahip bir ortamda geçerlidir. Esasen Banka bu tür bir kredileşmedir. İşçiler bu tasarruflarıyla tesise de ortak olabilmelidirler.

 

F. BONSERVİSLERİN GÜVENİRLİĞİNİN SAĞLANMASI

Sendikaların gerek işçi ve gerekse işverenlere götürebilecekleri bir önemli hizmet de Bonservislerin onaylanmasıdır. Bugün verilen bonservisler hiçbir sorumluluk taşımadığından güvenilir değildir. Bu bonservislerden işverenler tedirgin olmakta ve zarara uğramaktadırlar. İşçiler de kendi mesleklerine uygun iş bulmada güçlüklerle karşılaşmaktadırlar. Aslında alınan bu bonservisler sendikalarca sınanarak onaylanmalıdır. Reddedilen borservisleri veren işverenler tespit edilmeli, doğru bonservis veren firmalar desteklenmelidir.

       Ancak bonservisi onaylanmış bir işçi bir zarar iras ettiğinden sendika zararları ödemelidir. Grevde kullanacağı paraları bu gibi yerlerde harcamalıdır. Üye sayısını çoğaltmak için bonservis miktarını arttırmak isteyen sendika, çıkacak zararları ödeyeceğini hesap ederek bonservisleri verirken gerekli titizliği göstermiş olacaktır. Bu sistemin faydası işçilerin kolay iş bulmaları ve kendilerine güvenin sağlanması olarak görülür. Bu sistem sendikalar tarafından yavaş yavaş geliştirilerek Dayanışma ortaklığı (âkile sistemi) şekline dönüştürülebilir.

Böyle hareket eden sendikalar hem işçileri hem de işverenleri memnun edecekler, üretim artacak ve mallar çoğalarak ucuzluk temin edilmiş olacaktır.

 

G. TİP TOPLU İŞ SÖZLEŞMELERİNİN GELİŞTİRİLMESİ ESASI

İslâmiyetin öngördüğü sistemde yer alan mesleki teşekküller mensuplarını kapsamına alan ve değişik işkollarını ve bu işkollarının özelliklerini esas alan toplu iş sözleşmeleri hazırlamakla yükümlüdürler. Bu kuruluşlar geliştirdikleri iş sözleşmelerini işçilere vermeli ve işçilerin işverenlerle anlaşmaları halinde bu sözleşme gereğince anlaşma yaptıklarını kabul etmelidirler. Yani bir işçi bir işverenle böyle bir anlaşma ile anlaştığında o teşekkülün korumasında iş akdini yapmış olmalıdır. İşverenler de bu sözleşme ile sendikaya muhatap olduklarını bilmelidirler Böylece sendikalar arasında tip mukaveleler geliştirilmeli ve bu sözleşmeye göre iş anlaşması yapanların hakları sendikalar tarafından korunmalıdır. Sendikalar toplu iş sözleşmeleri üreten birimler olmalıdır.

 

 



© 2024 - Akevler