Doç. Dr. Arif ERSOY
— Önce, sosyal yapı ve iktisadî yapı ilişkisi üzerinde durmak istiyorum.Çünkü bu tartışma konusudur. Bu konuda farklı iki yaklaşım vardır. Bizim yaklaşımımıza göre (Bizim yaklaşımımız deyince, Hanefî veya İbrahimî yaklaşımı kastediyoruz) esas olan sosyal yapıdır.Önce sosyal yapı tesis edilir ve o sosyal yapı içerisinde diğer faaliyetler düzenlenir. Bu nedenle, Medine devletinde önce sosyal yapı tesis edilmiştir. İktisadî faaliyetler, diğer faaliyetler ise onun içinde neşvünema bulmuştur. Halbuki çıkar çatışmasına dayalı dünya görüşünde ise özellikle bunun üzerinde tesis edilmiş olan kapitalizmde, sosyal yapıyı belirleyen, iktisadî açıdan güçlü olanlar, devletin iktisadî ve sosyal faaliyetlerini de belirlemişlerdir. Bunu burada kısaca belirttikten sonra acaba bizde sosyal yapı nasıl tesis edilir veya hangi esaslarla gerçekleştirilir?
Dikkatlerinizi şu hususa çekmek istiyorum: Bildiğiniz gibi, insanın, beşerin faaliyetlerini düzenleyen dört temel yeteneği vardır:
1-Hissetme
2-Düşünme
3-İrade, istek
4-Toplu yönsüme, ünsiyet yeteneğidir.
Bu dört yeteneğin ortaya koyduğu dört çeşit ihtiyaç vardır:
l.Hissî yeteneğin ortaya koyduğu ihtiyaçlara ahlâkî ihtiyaçlar diyoruz.
2-Düşünme yeteneğinin ortaya koyduğu ihtiyaçlara ilmî ihtiyaçlar diyoruz.
3-İrade veya istek yeteneğinin ortaya koyduğu ihtiyaçlara iktisadî ihtiyaçlar diyoruz.
4-Ünsiyet yeteneğinin ortaya koyduğu ihtiyaçlara da siyasî ihtiyaç diyoruz.
İşte bu dört ihtiyacın karşılanması için de dört farklı müessese teşekkül etmiştir toplumlarda. Bunlar:
1-Ahlâkî müesseseler
2-İlmî müesseseler
3-İktisadî müesseseler
4-Siyasi müesseselerdir.
Teşekkül ettirilen bu müesseselerin gayeleri, amaçları farklıdır:
1-Ahlâkî müesseselerin amacı, iyiyi hâkim kılmak, kötüyü ve kötülüğü azaltmaktır.
2-İlmî müesseselerin amacı, doğruyu ortaya koymak, yanlışı azaltmaktır.
3-İktisadî müesseselerin amacı, kârlı ve faydalı olanı ortaya koymak, zararlı olanı azaltmaktır.
4-Siyasî müesseselerin amacı ise, adaleti hâkim kılmak, zulmü önlemektir.
Bu dört kurum, müessese, her toplumda vardır. Esas olan dengeli sistem tesis etmek, bu dört kuruluş arasında dengeyi sağlamaktır. Tarih boyunca bu dört müessese, kuruluş arasında denge sağlanamadığı için bir çok sistemler ortaya çıkmıştır.
Bu anlatıma göre diktatörlük, siyasî kurumun diğer kurumlar üzerimde egemenlik, hâkimiyet tesis etmesidir. O zaman, ilim, iktisat ve ahlak da hep diktatörün dediğine göre hareket eder şekil alır. Bu dengesiz bir topluluktur.
Kapitalizm deyince iktisadî kurumlar, toplumun bu dört müessesesi üzerinde egemendir. İlim adamları, onların kârları için fetva üretirler. Siyasî yöneticiler, onlarını kârlarının artması için politikalar belirlerler. Dinî kuruluşlar da onların kârlarını daha fazlalaştırmak için halkı teskin ederler. Bu nedenle kapitalizm, iktisadî kurumların diğer kurumlar üzerindeki egemenliğidir. Bu izahattan sonra diğer benzer sistemler üzerinde durmayacağım.
Acaba, dengeli sistem, bizim sistemimiz, ümmet-i vasatın sistemi nasıldır? Bizim sistemimizde devlet, dört temel dengeyi sağlamak suretiyle iktisadî, siyasî, ahlâkî ve ilmî kurumların kendi amaçları doğrultusunda fonksiyonlarını göstermesinde ortam hazırlar. Nedir bu temel dengeler?
1. Fırsat eşitliğini sağlamak, fırsat eşitliği dengesini sağlamaktır. Çünkü, fırsat eşitliği dengesinin olmadığı bir ortamda rekabet olmaz. Hayırda yarış olmaz. Bu çok önemlidir. Kapitalizmin ve sosyalizmin çözemedikleri en önemli meselelerden birisi budur. Kapitalizmde denge, zenginlerin lehine olmuştur. Sosyalizmde denge ise, bürokratlar tarafından belirlenmektedir. Bizde Fırsat eşitliğini gerçekleştirmek için sosyal ve ekonomik yapı kurulmuştur. Söz gelimi, işçi ile işveren arasındaki serbest akdin sağlanabilmesi için altyapı hizmetleri tamamen parasızdır. Devletin görevi, altyapı hizmetlerini gerçekleştirmektir. Ne ile? Topladığı vergilerle. Diğer taraftan işçinin geçimi, toplumun tekeffülü altındadır. Toplum ise gelir düzeyine, seviyesine göre ikiye ayrılıyor; fazla geliri olandan, zenginden bir bölüm alınarak fakire veriliyor, yani nisap nispetinin altındakine veriliyor. Böylece, işçinin geçimi toplumun tekeffülünde olduğu için kişi, aç kalma tehlikesi ile karşı karşıya değildir. Yarın aç kalma tehlikesi ile karşı karşıya bulunan bir kimsenin, ne yaparsanız yapın özgürlüğü, hürriyeti yoktur ve köleden farkı yoktur. Çünkü, karşı tarafın, güçlünün tarafına uymazsa yarın aç kalacaktır. Burada, bu şartlarda serbest akid olmaz.
Mekanizmanın tam işleyişini vaktimin sınırlı oluşu nedeni ile anlatamayacağım. Burada şunu belirtmek istiyorum: Fırsat eşitliğinde, bizde, işçiye kredi verilir. İşçi kredisi. Bir müesseseyi kuran, işletmek isteyen kişi, ne kadar işçi çalıştırıyorsa o ölçüde kredi alacaktır. Öyle bir denge vardır ki bu sistemde, işveren, işçiye de muhtaçtır.
2. Çıkar paralelliği oluşturmaktır. Eğer menfaatte bir fazlalık söz
konusu ise, işçi de menfaate katıldığı nispette pay alacaktır. Eğer zarar
söz konusu ise, zarardan da işçi veya işveren kendi katkısı nispetinde pay
alacaktır. Bu nedenle, sosyal denge bu paralelliğe göre kurulmuştur. Çok
çalışan, çok ücret alacaktır. Az çalışan, az ücret alacaktır. Üretim ve hiz-
mette hiç katkısı olmayan, hiç bir şey almayacaktır. Halbuki, günümüz-
de ekonomik dengesizliğin nedenlerinden birisi de bu dengesizliktir. Ba-
zen, hiç üretime katılmayan çok alıyor. Üretim çizgisinde aktif çalışan
bir kişi bazen hayatını idame ettirecek gelire sahip olamıyor. Böyle top-
lumlarda denge sürdürülemez.
İbn Haldun, toplumun yaşlanması ve ölüm belirtisi olarak, bu dengenin bozulmasını gösteriyor.
3. Nimet-külfet dengesini sağlamaktır. Eğer, nimet varsa, o zaman
orada mükâfat vardır. Ni'met, külfetin karşılığıdır, rizikonun karşılğı-
dır, zora katlanmanın karşılığıdır. Sosyal yapı buna göre ayarlanır, bu
sistemde.
4. Makroda denge, mikroda tamamen serbestlik esastır. Devlet, makro dengeleri tesis eder. Mikro dengelere gelince mal piyasasında devletin hiçbir müdahalesi yoktur. Burada fiyatın oluşması iktisadî kanunlara göre cereyan eder. Bu nedenle hisbe teşkilâtının, mal piyasasına müdahalesi söz konusu değildir. Mal piyasasında azamî serbestlik vardır.
Para-kredi piyasasında devletin müdahalesi vardır. Emek piyasasında, asgarî geçimi sağlama konusunda toplumun tekeffülü vardı. Onun dışında tamamen serbest akidleşme söz konusudur. Sermaye piyasası ise plânlamaya göre düzenlenmektedir.
Bu genel izahlardan sonra şuna değinmek istiyorum: Birici tebliğcinin anlattığı, devletin iktisadî faaliyetlere, işveren ve işçiler arasındaki münasebetlere müdahalesi ile ilgili açıklamaları, daha çok benim kanaatime göre, Batı'da bugün geliştirilen literatürün İslâm'a uydurulmasına yönelik gayretlerin bir yansımasıdır. Özellikle Fazlurrahman'ın yaklaşımları, tamamen bugün Batı'da carî iş hukukuna dayanılarak belli açıdan onun İslâm'a adaptasyonu veya İslâm'ın ona adaptasyonu mudur? O şekilde bir izahtır bence. Bu husus, İslâm'ın temel prensipleri ile uyumlu değildir.
Devletin, ücretin üst sınırını belirlemesi diye bir şey söz konusu değildir. Çünkü, devletin sorumlu olduğu alan, kişinin asgarî geçimini sağlamaktır. Bunun üstündeki durum, tamamen serbest akde serbest mukaveleye dayanmaktadır.
Bizim_sistemimizde sendika, âkile müessesesidir. Âkile müessesesinin nasıl işleyeceğini sanırım diğer arkadaşlar izah edecekdir.