HİCR SÛRESİ - 13. Hafta
فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ (94) إِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِئِينَ (95) الَّذِينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ (96) وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّكَ يَضِيقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَ (97) فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِدِينَ (98) وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ (99)
***
فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ (94)
FaiÖDaG BiMAv TuEMaRu Va EaGRıW GaNı eLMuŞRiKIyNa
“Emrolduğunla sad’ et ve müşriklerden i’râz et.”
Buradaki “Fa” harfi surede anlatılanların sonucu olarak yapacaklarımızı anlatmaktadır. Bütün bu anlatılanlardan sonra şunları yap diyor. Sure bir topluluğa hitap etmiyor, kişiye hitap ediyor. Kur’an önce kişilere hitap ediyor, kişileri olgunlaştırıyor, onları eğitiyor. Belli sayıya ulaşınca yeni topluluk oluşturuyor. Bunu da hicretle sağlıyor. Ondan sonra da “Ey iman edenler” diye başlıyor, topluluklara hitap ediyor yahut başkanlarına hitap ediyor.
Sosyal düzen bir canlı gibidir. Nasıl herhangi bir canlının yapısını değiştiremezseniz, genetik yapı sonuna kadar aynı kalırsa, topluluğu da değiştiremezsiniz. Eski topluluk ömrünü doldurur gider, yeni topluluk oluşabilir. Bu Akevler için de böyledir, Millî Görüş için de böyledir, Ak Parti için de böyledir, CHP ve MHP için de böyledir. Ömrünü dolduran gider. Sermaye için de böyledir, ömrü tamamlanınca kimse onu yaşatamaz.
Bu durumlarda yapılacak iş yeni topluluk oluşturmadır.
Yeni topluluğun oluşması için kişiler ayrı ayrı çalışmaya başlarlar ve ikili, üçlü, beşli ilişkiler kurarlar. Bir gün yüz civarındaki aile başka yüz civarında aileye katılır. Biri ensardır, diğeri muhacirdir. Ensar evleri hazırlamıştır. Muhacirler de imanı hazırlamışlardır. Bunlar birleşirler ve tek cemaat oluştururlar. İşte bu cemaatler, yaşlanmış ve yıkılması mukadder olan toplulukların yerine yeni ve daha ileri topluluk kurarlar.
Bu sure, imanı ve darı hazırlayan hicret öncesi toplulukları anlatmaktadır. İlmî çalışmalar yapanlar imanı hazırlamaktadırlar. Yüz lojmanlı evleri yapacaklar, dârı hazırlamış olacaklar. İmanı hazırlayanlar Akevler mensupları ve Adil Düzen çalışanlarıdır.
Dârı hazırlayanlar kimler olacak, Medinelilerin yerini kimler alacaklardır?
Bunlar Saadet Partililer olabilir, Ak Partililer olabilir, Hareket Partililer (MHP), diğer partililer olabilir; hattâ Halk Partisi (CHP) de olabilir.
Bunlar Risale-i Nur cemaati, Süleyman Tunahan cemaati, Sami Efendi cemaati, İskender Paşa cemaati; hattâ kilise, havra, solcular, sermaye, velhasıl herkes olabilir. Medinelilerin Müslüman olmadan önce müşrik oldukları unutulmamalıdır.
Meslek kuruluşları olabilir, TÜSİAD olabilir, MÜSİAD olabilir, ASKON olabilir.
Ordu olabilir.
Her gün Erdoğan’a karşı yapılan savaş vardır. Erdoğan gittiği zaman Ak Parti dağılır; ondan sonra Türkiye’yi yönetecek bir parti görülmüyor. Ordu müdahale edebilir. Yahut devletimiz yıkılır, yeniden istiklâl savaşı yapmak zorunda kalabiliriz. Yahut Türkiye Kur’an düzenini benimsemez, İran benimseyebilir, bizi davet edebilir. Putin davet edebilir. Obama davet edebilir. Afrika zencileri veya Sibirya Eskimoları davet edenlerden olabilir... Kim dârı hazırlayacaksa o olacaktır. Hiç beklenmedik yerden davet gelebilir...
İşte, bu sure bir Adil Düzen çalışanının yapacaklarını anlattığı için hep “sen, sen” demektedir, “siz” dememektedir. Emrin başında “sad’ et” denmektedir; ilk işimiz sad’dır.
“Sad'” ayırmak, çatlatmak anlamlarındadır. Yarma manası da verilebilir.
1- Semaya zatı-r rec’ (وَالسَّمَاءِ ذَاتِ الرَّجْعِ) demekte, arza da zatı-s sad’ (وَالْأَرْضِ ذَاتِ الصَّدْعِ) demektedir. Yer, tohumların çatlayıp filizlendiği yerdir. Gökler de sürekli dönüşleri sağlayan bir yerdir. Bununla beraber yerde hep çatlayarak dağlar oluşmuştur.
2- Dağları, Allah’ın haşyetinden mütasaddıan haşyet içinde görürsün (لَوْ أَنْزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُتَصَدِّعًا مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ) diyor. Huşu var, haşyet var. Huşu, onun emrine girerek, ondan ümitli olarak yönelmektir. Haşyet ise onu darıltacağım korkusudur. Yani siz sevdiğiniz birini üzeceksiniz diye haşyet edersiniz. Havfta, ondan gelecek kötülükten dolayı korku içinde olursunuz. Allah’ın emrini yerine getirmek için dağlar çimlenmekte, meyveler vermektedir.
3- فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ الْقَيِّمِ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللَّهِ يَوْمَئِذٍ يَصَّدَّعُونَ (3) Allah tarafından geri çevrilemeyecek gün gelmeden yüzünü kayyım olan düzene çevir. O gün onlar paramparça olurlar manasında tasaddu’ ederler.
4- Cennette tasdi’ edilmezler ve nezf de olunmazlar (لَا يُصَدَّعُونَ عَنْهَا وَلَا يُنْزِفُونَ). Cennette içki vardır ama o insanların arasını açmaz, içenler de sarhoş olmazlar.
Bu ayetlerden “sen emrolunduğunla sad’ et” manasını verebiliriz. Dağlar nasıl Allah’ın emirlerini yerine getirmek için hep çatlıyorsa, siz de öyle yapacaksınız. Emrolunduğun ile sad’ et yahut emrolunanı sad’ et. “Bi” ile taaddi etmiş olur. Ne emrolunmuşsan onu yap demektir. Burada fiil et, amel et kelimelerini kullanmamış da sad’ kelimesi ile beyan etmiştir. Çünkü İslâm düzeni için çalışma demek, daima tehlike ve baskılarla karşı karşıyasınız demektir.
Arif Ersoy anlatıyor: Belediye başkanı olmuştum. Şoförüm vardı. Bana yeni bir şoför getirdiler, bunu size vereceğiz dediler. Ben bunu tanımıyorum, ben şoförümden memnunum dedim ve almadım. Üç ay sonra mezkûr kişinin evinde bomba olduğu ihbar edilmiş, bulamamışlar ama sonra söyletmişler ve denizden çıkardılar.
Gülen ve Erdoğan aleyhine buna benzer tuzaklar kurulmuştur, eski iki dost düşman yapılmaktadır.
Demek ki Kur’an düzeni için çalışan herkes her an tehlike içindedir. Onlar buna rağmen cihada devam ederler.
Ve ikinci emir; müşriklerden i’raz et. Şirklerden kurtulma yolunu ara, karşılıksız parayı kullanma, işçilik yapma, kiracı olma, kiraya da verme, faize bulaşma.
“İ’raz” ne demektir? Türkçede yan çizme tabiri vardır. Birlikte giderken, birlikte gittiklerine uymayıp sağa veya sola sapmak demektir. “Boy”a “tûl”, “en”e de “arz” denir.
Burada kâfirlerden i’raz et denmiyor, zalimlerden i’raz et denmiyor, müşriklerden i’raz et deniyor. Bize, müşriklerden yani hakem kararlarını kabul etmeyenlerden i’raz et diyor.
Bugün yeryüzünde hakemlik sistemi değil de hâkimlik sistemi vardır.
Bununla beraber bütün ülkelerin yasalarında hakemlik sistemi vardır. Hakemliği kabul edenler artık hâkimlere gidemezler. O halde burada bize emredilen hâkimlik sisteminden hakemlik sistemine geçmektir.
Akevler’in ana sözleşmesinde tüm anlaşmazlıklar hakemler aracılığıyla çözülür hükmünü koyduk. Ayrıca yaptığımız her sözleşmenin altına anlaşmazlıklar hakemler yoluyla çözülür dedik. Bize, bunlar devlet kurdular, bunların paraları var, mahkemeleri var dediler. Mahkemeler de saçma kararlarla bizim hakemlik sistemini geçersiz saymaya başladı. Ama ortaklar olarak biz hakemlik sistemine uymaya devam ettik. Mahkemenin reddettiği kişileri de avukatlarımız yendi. Sonra da uluslararası dayatma ile tekrar hakemlik sistemimiz geri geldi.
İkinci yapacağımız iş ise; karşılıksız borçlanma yapmayacağız. Türk Lirasının bugünkü değeri bellidir. Peşin ödemeler meşrudur. Ama TL veya Dolarla borçlanma gayrimeşrudur. Akevler yarım asırdır Demir-Çimento (DÇ) birimini kullanmakta, onun sayesinde yaşamaktadır.
Sonuç olarak hakem kararlarını kabul etmeyenlerden i’raz et. Sözleşmenin altında anlaşmazlıklarda hakem kararlarını kabul etmeyenlerle hukuki ilişkilere girme.
Uluslararası ilişkilerde de bizim yapacağımız husus hakemlere gitmedir. Hakemliği kabul eden devletler bizim stratejik ortaklarımızdır. Kabul etmeyenlerle savunmamızı yaparız, onlarla işbirliğine girmeyiz. Çuval geçiren Amerikalılardan tazminat isteriz. Gemimizi işgal edip vatandaşlarımızı öldürenlerden tazminat isteriz. Vermezlerse, onlarla ilişkiyi keseriz. Putin ile aramız mı açıldı; hakemlere gideriz.
İslâm devleti demek işte bu demektir. Karşılığı olan para çıkaran, uluslararası anlaşmazlıklarda ve kendi içlerinde hakemliği kabul eden ülkeler İslâm ülkeleridir. Diğerleri kâfir değil müşriktirler. Bize kişi olarak bunlardan i’raz etmemiz emrolunuyor. İşte, Akevler bunun için kuruldu. Şimdi semt kooperatifleri bunun için önerilmektedir.
فَاصْدَعْ
FaiÖDaG
“Sad’ et”
Bir yer nasıl yeşerirse, bir dağ nasıl ormanlarla kaplanırsa, sen de tüm çilelere dayan ve cihadına devam et. Canlılara toprak ne ise, sen de İslâm dininin yani barış düzeninin varlığısın. Tüm çalışmaların Kur’an düzeninin gelmesi için olmalıdır. Çevrendeki paraya ve kuvvete tapanlar bu çalışmalarında sana engeller koyacaklardır. Ama sen direnmeye devam et. Kayalar ağaçlara dönüşecek, ovalar yaylalar olacaktır.
بِمَا تُؤْمَرُ
BiMAv TuEMaRu
“Emr olunduğunla”
Sana ne emrolunuyorsa onu yap. Kur’an’ı okuyanlara katıl. Elinden geldiğinde Kur’an’ın söylediklerini yapmaya çalış. Bunun için semt kooperatifleri kuranlarla beraber ol. “Adil Düzen”i kendi semtinde yaşayanlardan ol. Allah’ın kat kat yükselmesine izin verdiği apartmanlarda yer al.
Bu ayet ile başta Hazreti Muhammed’e emredildiği bilindiğine göre, emreden kimdir?
Kur’an.
O halde yazılı emirler de emirdir. Yani Kur’an bugün bize de emretmektedir. KUR’AN “Fasda’” dediği zaman, Kur’an’a inanan herkese bu emri vermektedir. Görevin bellidir. Yüz lojmanlı apartmanlar kuracaksın. Oraya çalışan olarak hicret edeceksin. Orada Kur’an’ı birlikte okuyup yaşayacaksın. Hakemlik sistemi ve semt bonosu senin yargın ve paran olacak. Emrolundukların bunlardır.
وَأَعْرِضْ
Va EaGRıW
“Ve i’raz et”
Önce her anlaşmada ve sözleşmede hakemlik maddesini koy. O ülke hakemlik müessesesini kabul ediyorsa orada yaşa, etmiyorsa oradan hicret et. Karşılıklı semt bonosunu çıkar ve karşılıksız para kullanma. Bononun serbest olmadığı ülkeden hicret et.
Allah’a hamd olsun ki ülkemiz hem hakemlik sistemini kabul ediyor, hem de bonolar revaçtadır.
Akevler kanunlara aykırı hiçbir iş yapmadı; yapmadığı içindir ki yarım asırdır yaşamaktadır.
Sen de öyle yap; kanunlar içinde Kur’an’a uy. Uyamıyorsan, hicret et. Mevcut düzene ve devlete karşı çıkma.
عَنِ الْمُشْرِكِينَ (94)
GaNı eLMuŞRiKIyNa
“Müşriklerden.”
Mikroyu halletmeden makroyu halledemezsin.
Önce semt kooperatifleri kur ve o kooperatiflere katıl.
Özel hukukta semt kanunları geçerli olsun.
Şimdilik kamu hukukunu devlete bırak, şimdilik makro ekonomiyi sermayeye bırak.
Siz halk olarak “Adil Düzen”i yaşamaya başlayınca onlar da ister istemez size uymak zorunda kalırlar. Siyasiler zaten seçimle giderler.
Sermaye ise malı sizden alacak ve size satacaktır. Siz mal ile malı değiştireceksiniz. Sermaye’nin parasını kullanmayacaksınız. Halk arasında geçerli olmayan dolar onların ne işine yarayacaktır. Onlar da bu durumda karşılığı olan para çıkarmak zorunda kalırlar. Nitekim şimdi onun hazırlığındadırlar, bu maksatla Nevada’da topluyorlar dolarlarını.
إِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِئِينَ (95)
İnNAv KaFaYNAvKa eLMuSTaHZiEiIyNa
“Müstehzilere karşı biz sana kifayet ederiz.”
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذِينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (10)
“Ve senden önce resuller istihza olundular. Masharaya aldıkları ile istihza ettiklerini hayk etti.”
“Hazza” meyveleri ağaçtan düşürmek için silkmektir.
“Sahr” ise Akevler lügatinde kayalık sahadır. “Sehl” kuzu demektir. “Sehr” söz dinleyen uysal yabancı işçidir. Bir işten bedelsiz yararlanmak “suhr” olduğu gibi, böyle hor görülen yabancı işçinin alay edilmesine de “sıhr” denir.
“İstihza etmek” kendi kendini sarsmak demektir. “Bi” ile taaddi eder ve istihza etmek demek birini sarsmak demektir. Meyve düşürmek için sarsmak sülasi fiildir. Ama sırf karşı tarafı çökertmek için sarsmak ise istihzadır. “Masharaya almak” küçük görüp onu sömürmektir. Karın tokluğuna işçi çalıştırmak, onları masharaya almaktır.
“Keff” avuç demektir. “Kefy” ise bir şeyin yeterince olmasıdır. İki avuç dolusu yaklaşık olarak 500 gramdır. Şafiilere göre iki kilo, Hanefilere göre dört kilo buğdaydır. “Kifayet etmek” demek yeterli olmak demektir. Ayrıca, “Kafa Cemal Ahmede Hasana” demek “Hasan’a karşı Ahmede Cemal yeterlidir” demektir. Onlar bir olunca artık yenecek olmaz demektir.
Allah diyor ki; biz istihza edenlere karşı sana yeteriz.
Şimdi Ak Parti’nin ilk dönemini ele alalım. Seçim bitmiş ama Erdoğan milletvekili yapılmamıştır. Meclis Resepsiyonu ile sermayeyi denemiş ve asker resepsiyona gitmemekle Ak Parti’ye karşı olduğunu ilan etmiştir. Abdullah Gül Cumhurbaşkanı oldu, cumhurbaşkanım diyemediler. Kapatma kararı alınamadı. 17’ler, 25’ler (Aralık) devam edip gitmektedir. Ama Ak Parti 14 senedir iktidardadır.
Her birimiz hayatımızı düşünelim. Eğer hak yolunda adım atmışsanız, karşınızda hep sizi sarsanları bulursunuz. Süleyman Akdemir Türkiye’nin değil, dünyanın en büyük anayasacısıdır, onunla anayasa hakkında tartışacak bir âlim bilmiyorum ama henüz doçent olamamıştır. Dünyanın en büyük İslâm iktisatçısı Prof. Dr. Arif Ersoy’dur ama son seçimlerden birinde aday adayı olduğu halde, Ak Parti onu milletvekili bile yapmamıştır. Benim bu sözlerim mübalağa sanılır. Ama yüz sene sonra insanlık tarihini yazanlar bunları kitaplarında anlatacaklardır. Erbakan’ın anlattığı “Adil Düzen” bunların kitaplarından alınmadır. Erbakan ise zaten şimdi de dünyaya anlatılıyor.
Evet, Kur’an düzeni için çalışanlarla istihza edilmektedir, yıpratılmaktadır ama sonunda itler ürümekte ve kervan yürümektedir.
Mustafa Kemal’i iktidar edenler onun şahsi zafiyetinden yararlanacak ve Türkiye’yi İslâm’dan uzaklaştıracaklardı. Ne oldu?
Tarihin en büyük zaferlerinden biri onun zamanında kazanıldı. Anadolu’nun yüzde ellisinden fazlası gayrimüslim iken bugün bu oran yüzde birin altına inmiştir.
إِنَّا كَفَيْنَاكَ
İnNAv KafFaYNAvKa
“Biz sana kifayet ederiz”
“Kefa aselun Ahmede elmarada şifaen” cümlesinde, (bal Ahmet’in marazına şifa olarak yeterlidir) zincirleme mefuller gelmektedir. “Kefa bi’l-aseli şifaen” deseniz, Hasan’ın marazını hazfedersiniz.
Müstehzilere karşı biz sana yeteriz denmektedir. O halde İslâm düzeni kurulmadan herkes kendisi Kur’an’ı okuyacak, gerekli istişareleri yapıp içtihat yapacak ve Kur’an düzenine katkıda bulunacak.
Bilhassa çağımızın gençlerinde bir boşluk vardır. İstikballerini karanlık görmektedirler. Onlara tavsiyem, Kur’an seminerlerini takip etmeleridir. Bu seminerler çoğalmalıdır. Değişik kimseler Kur’an seminerleri hazırlamalı, gençler de onlardan birini takip etmelidirler. Üçüncü Binyıl Kur’an Düzenini orada göreceklerdir. Hiç endişeleri ve sıkıntıları olmasın. Yüz lojmanlı yapılar inşa edilmeye başlanacak. Onbeş yaşına gelen herkesin evi ve işyeri hazır olacak. Her yer ortak bekleyecektir.
O halde, gençler benim istikbalim ne olacaktır diye endişe içinde olmamalıdırlar.
Ondan sonra Kur’an’a inanan herkes, Kur’an seminerlerinden birini takip ederken, orada kendisinin yapacağı katkıyı düşünmelidir. Semt kooperatiflerine nasıl katkıda bulunacağına kendisi karar vermelidir. Ortaklar bulup kooperatif kurabilir yahut bir kooperatife ortak olur ve orada bir işletme kurar veya işletmelerden birine katılır. Ondan sonrası ona ait değildir. Onu yaratan ona rızkını da verir.
الْمُسْتَهْزِئِينَ (95)
eLMuSTaHZıEiIyNa
“Müstehziler.”
Oynadıkları oyunlarla devamlı olarak sizi sarsarlar.
Kırgızistan’a gittik, Mescit Dayanışma Vakfı kurduk. Türk tüccarlar yağları getiriyor, konsinye olarak bırakıyorlar, biz de satıyorduk. Köylerden gelen 200 kadar Kırgız da bizden aldıkları yağları piyasada satıyor, akşamüstü para getiriyordu. Bunlar Bişkek’e gelip yerleştiler. Kendilerine evler almaya başladılar. Yağın dışındaki mallar da satılmaya başladı.
Sermaye bize ne oyun oynadı?
Özbekistan hükümeti gelen Türk tüccarlarına dedi ki; ben halkımın ucuz yağ temin etmesini istiyorum. Siz satın, yarısının parasını ben ödeyeceğim. Böylece Özbekistan’da yağ yarı yarıya ucuzladı ve kaçak olarak Kırgızistan’a geldi, bizim 40 soma sattığımız yağ 20 soma satılmaya başlandı. Biz konsinye satıyorduk. Ama Türkiye böyle yarı yarıya zararı kabullenmedi. Bizim mallarımızı satanlar bize dediler ki; biz yağlarınızı satacağız ama bir kamyon verin ki götürelim. Biz de güvendiğimiz bu insanlara verdik. Sattılar ama zararla sattılar. Bize hiç bedel vermediler. Onlar orada devam ettiler. Biz Türkiye’ye dönmek zorunda kaldık. Hüseyin Kayahan’la ben o zararları kendi imkânlarımızla kapattık.
İşte bu yapılan istihzadır, sarsmadır.
Ama ne oldu?
Bu sayede İstanbul’da yerleşmek zorunda kaldım. Şimdi ise bu seminerler o sayede yapılmakta ve yayınlanmaktadır. Hüseyin Kayahan Türkiye’de işyeri kurdu ve hâlen de Kırgızistan’dan daha iyi işler yapmaktadır. Ben de ilmî çalışmalarımı daha iyi yapıyorum. Akevler’in durumu da o günden çok daha iyidir.
Bu sebepledir ki eğer bir darbe ile karşılaşırsanız, üzülmeyin.
Demek ki var olan durumun daha iyisi gelecektir.
A. Davutoğlu Erdoğan’a darbe yapmıştır. Eğer Erdoğan gerçekten faizsiz sistemi getirmek istiyorsa, görevi daha iyi bir başbakana verecektir demektir.
Bu seminerin başında “sad’ et” denmişti. İşte, şimdi de istihza edenlere karşı dayan demektedir. Karşı taraf oyun oynayacak ama o oyun onu çökertecektir. “Ele kuyu kazan kuyuya kendisi düşer” diye bir atasözü vardır.
الَّذِينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ (96)
EalLaÜIyNa YaCGaLUvNa MaGa elLAvHı İLAHan EaPaRa FaSaVFa YaGLaMUvNa
“Allah ile beraber başka bir ilah ca’ledenler ilerde öğrenecekler.”
Önce, burada “ellezîne” demekle belli topluluklar kastedilmektedir. Bunlar Arap değildir. Çünkü onlar başka bir ilah değil, birçok ilah ittihaz ettiler. Yine Araplar değildir. Çünkü onlar putları put olarak kendileri yapmadılar, onlar zaten vardı, onları tanrı olarak ittihaz ettiler. Dikkat edilirse burada ise “diğer ilah” tabiri vardır. O halde bu ilah kimdir?
Çağımızda putlaştırılan bu ilah Sermaye’dir. Sermaye’nin peşinden giden tüm insanlıktır. Karşılıksız dolardır. Çünkü doları insanlar kendileri para yaptılar, onu tanrı yaptılar. Doları “altın” yerine onlar koydular. Dünyanın bugünkü putu tektir, o da karşılıksız dolar ve karşılıksız dolara endeksli ulusal paralardır. Ayette “Allah’la beraber” deniyor, çünkü bunlar reel ekonominin yanına finans ekonomisini de koydular.
Evet, İslâmiyet’te ekonominin girdisi dörttür; toprak ve yapılar, mallar ve enerji, emek ve bakım, genel hizmet ve kamu hizmeti. Batılılarca da dörttür: Doğa, emek, sermaye ve girişim. Sermaye dedikleri “dolar”dır. Girişim dedikleri de Sermaye’nin taşeronudur. Parayı da mal gibi reel varlık kabul edip ona da üründen pay verdiler, yani faiz verdiler. Demek ki buradaki “ilâhen âhar / başka ilâh” faizdir, karşılıksız paranın kaynağıdır, karşılıksız paradır.
Bana ‘yazmasın’ diyen molla bozuntularına soruyorum. Ben bu ayete bu manayı veriyorum. Bir de siz mana verin de görelim.
Ayetteki “ilerde öğrenecekler” ifadesinden anlıyoruz ki, belli bir süre onların bu mabutları varlıklarını sürdürecekler demektir. Nitekim son beş yüz yılda gelişen bu karşılıksız kâğıt para bugün yeryüzüne hâkimdir, tüm insanlar kayıtsız şartsız buna tapmaktadırlar. Akevler demir-çimento (DÇ) ile hesaplar yaparak bundan uzak durmaya çalışmaktadır ama henüz tam olarak başarmış değildir.
Bizim görevimiz sad' etmektir.
Onların hesaplarını Allah ileride görecektir.
“Ya’lemûn” denmektedir. “Yehlikûn” denmemektedir. Bilebilmeleri için öğrenmeleri gerekir. O halde bunlar öğrenecekler ve helâk olmayacaklardır. Bunlar gerçekleri öğrenip anlayacaklardır. Biz hazırlığımızı yapar örnek işletmeler kurarsak, onlar da görerek öğrenmiş olacaklardır. Gelenler gelecek, gelmeyenler sineceklerdir.
“Adil Düzen” Erbakan’ın da katılması ile Akevler’de hazırlandı. Erbakan parti kurdu ve tüm dünyaya anlattı. Kısmen öğrendiler. Onun sonucu olarak, İran inkılâbı, Sovyetlerin sona ermesi inkılâbı, Avrupa Birliği inkılâbı ve Amerika’da Obama’nın ABD başkanı seçilmesi inkılâbı oldu. Kısmen dünya öğrendi. Gelecekte tam öğrenecekler; sadece nazariyesi ile değil, bizzat üretip dünya pazarlarına girmesi yani uygulaması ile öğrenecekler. Ürünleri yine onlar alıp satacaklar ama artık “dolar” yerine “altın para” ile alıp satacaklar.
الَّذِينَ يَجْعَلُونَ
EalLaÜIyNa YaCGaLUvNa
“Ca’leden kimseler”
Bu müstehzilerin sıfatı olur. Müşriklerin sıfatı olabilir. Şart yerine geçen mübteda olur. Haberi “fa savfa ya’lamûn” olabilir. Her birini ayrı ayrı kabul ederek manalar verilmelidir. Baştan beri müşrikler ve müstehziler, şimdi de kimseler hep marife olarak gelmiştir, kurallı erkek çoğulla gelmiştir. Belli bir topluluğu ifade eder. Bugün bu Sermaye’dir.
Peki, siyaset yok mudur? Yalnız kapitalizm mi vardır?
Evet, dünyayı son asırlarda hep Sermaye yönetmektedir. Önce derebeyleri yıktı, krallıkları kurdu. Krallıkları yıktı, imparatorlukları oluşturdu. Sonra imparatorlukları yıktı, diktatörleri sıraladı. Şimdi de etkin siyasileri/devletleri yok edip dünya sermaye devletini kurmak istiyor. Bunlar ABD, Çin, AB ve Rusya’dadır. Rockefeller ABD ile de savaşıyor. Rothschild ise ABD ile anlaştı, diğer devletleri yok edecek. Ondan sona ABD’nin hesabını görecek. Sermaye karşılıksız doları insanlığın başına ikinci ilah olarak koydu. Reel ekonominin yanında finans ekonomisini icat etti.
Meselenin kolay anlaşılması için bir örnekle anlatayım. Bakkala gidersiniz, ekmek alırsınız. Buna karşılık bedelini TL olarak verirsiniz. Bu TL nedir? Aldığınız ekmeğin tüm dünya mallarındaki payıdır. Dünyanın bütün mallarına ortaksınız. Elinizdeki para bu ortaklık payını gösterir. Onu vermekle payınızı ekmek olarak almış olursunuz. Bu insanlara has bir olaydır ve Allah’ın nimetidir. Ama siz eğer para verir ve aynı parayı farklı olarak alırsanız, o zaman o reel ekonomi ile ilişkisi olmayan ikinci ilahın karşılığıdır. Siz para değil de mal kazanmak için çalışırsanız, Allah’ın fazlını ararsınız. Ama karşılıksız nakit karşılığı çalışırsanız, Allah’la beraber ikinci ilah edinmiş olursunuz.
مَعَ اللَّهِ
MaGa elLAvHı
“Allah’la beraber”
Evet, reel değerler Allah’ın kendisidir; Bâtın O’dur, zâhir O’dur, evvel O’dur, âhir O’dur, her şey O’nun mahlûkudur. O’ndan hiç kimse vazgeçemez. Ama O’nun yanında insanın mahlûku olan karşılıksız nakdi koyarsanız, Allah’la beraber başka ilah koymuş olursunuz. Çoğu insanın ikinci ilahı var; karşılıksız nakit, dolara endeksli bile olamayan nakit.
Her gün kullandığımız paralara bakarak ağlamalıyız. Bu paralar neyin karşılığıdır? Bunların borçlusu kimdir?
Biz semt kooperatiflerini kurduğumuz zaman “altın bono” çıkaracağız ve altın bono ile altını birebir değiştireceğiz. Ayrıca onunla TL’yi alıp satacak ve günlük değerini ilan edeceğiz. Böylece TL’deki Allah’ın hakkını ayıracak, sermayenin hakkını da belirteceğiz. Şimdi biz bunları yapmaya çalışıyoruz...
إِلَهًا آخَرَ
İLAHan EaPaRa
“Başka bir ilah”
Allah var ve O’nun yanında başka bir ilah var. Altın Allah’ı, dolar ise diğer ilahı temsil etmektedir. Mısır’da da iki tanrı vardı; Güneş ve Firavun. Firavun Güneş’in oğlu idi...
Bugün de iki ilah vardır. Biri İbrahimî dinin kabul ettiği Allah. Kimse inkâr edemiyor. Ama ikinci bir tanrı daha vardır, o da dolardır. Herkesin taptığı ve Sermaye’nin desteği ile ayakta duran karşılıksız ulusal paralar!
Bugünkü nakit iki şeyi temsil eder. Biri satın aldığı altındır, bu gerçek değerdir.
Diğeri de bir yıl sonraki altın değerinden fazla olan paradır, yani eksilen miktardır.
Gün geçtikçe Allah’ın yani insanlığın/halkın payı azalmaktadır.
فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ (96)
FaSaVFa YaGLaMUvNa
“İlerde bileceklerdir.”
“Sevfe” kelimesini Kur’an daha çok ahiretten bahsettiği zaman kullanır. Bununla beraber bir şeyin zararı hemen görünmez. İlerde olacaksa ona “sevfe” denir.
Hemen bilmeyecekler, ilerde bilecekler. Bugün anlamıyorlar ama ileride anlayacaklar. Öyle olaylar cereyan edecek ki, Kur’an düzeninin dışında bir düzen olmadığını göreceklerdir.
Kur’an düzeni çok sadedir.
İnsanlar ikiye ayrılırlar; hak ehli ve kuvvet ehli.
Hak ehli hakemlerin kararlarına uyarlar. Hak ehlinin hakemlerin kararlarına uymayanlara karşı devletleri vardır. Bu devletin ordusu vardır. Ordunun görevi hakem kararlarına uymayanları etkisiz hâle getirmektir.
İkinci grup ise hakem kararlarını kabul etmeyenlerdir.
Uygarlık bunların çatışmasından doğar. Hakem kararlarına uyanlar galip gelirler.
وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّكَ يَضِيقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَ (97)
Va LaQaD NaGLaMu EanNaKa YaDıyQu ÖaDRuKa BiMAv YaQUvLUvNa
“Ve Biz onların kavlettiklerinden dolayı sadrının dıyk ettiğini ilmediyoruz.”
Kavlettikleri nedeniyle senin sadrının daraldığını bilmekteyiz.
Bundan önce “sana yedi mesaniyi verdik” demişti. Bu ayet de o gruba matuftur.
Özellikle resul olmayanlar, Cebrail’in gelmediği ve haberlerin verilmediği bugünkü Kur’an’ın muhatapları sıkıntı içindedirler.
Bugün insanlar silahtan çok sözlerle savaşmaktadırlar. Söylenen sözler insanı düşündürmekte, korkutmakta ve içini daraltmaktadır. Basın/medya var, silahtan daha etkili. Dağda bir eşkıya birisini öldürmüş; eğer duyulmazsa, unutulur gider. Bugün ise basın onu bütün dünyaya sanki bütün o dağdakiler ölmüş gibi takdim eder.
Kur’an fahişeyi yaymayı yasaklamıştır. Askeri olay olur. Suçlu suç işler. Cezasını da görür. Şimdi suç işleyenler kahraman olur! En az on sene sonra mahkûm olur! Cezasını kimse duymaz! Bu da insanları her gün sıkmaktadır. Oysa suç işlendiği zaman değil, suçlu mahkûm olduğu zaman, suç işlendiği tarihten itibaren olay anlatılır ve sonunda mahkûmiyeti belirtilerek insanları hem suç işlemekten alıkoyar, hem de halk kendisini güven içine koyar.
Bir suçlu suç işlediği zaman, onu soruşturan görevli atanır. Halk sağa sola haberler yayma yerine, o soruşturmacıya bildiğini anlatır. Bunun dışında suç isnat edenler ispat etmek zorundadırlar. İspat edemezlerse, suçluya verilen cezanın yüzde sekseni ona verilir.
Bu ayet bugünkü zalim basını bildirmektedir. Her gün yalan yanlış haberlerle fitne yapılmaktadır. Suçlayan isnadı ispat edemezse, yayıncı cezalandırılmalıdır. Deniz Baykal olayını ele alalım. Bunu yayınlayan ispat edemediği zaman, itham edilene verilecek cezanın yüzde sekseni ona verilecektir.
Burada “biz bildik” demiyor, “bilmekteyiz” diyor yani olayları takip ettiğini ifade ediyor.
وَلَقَدْ نَعْلَمُ
Va LaQaD NaGLaMu
“Ve ilmetmekteyiz”
“Biliyorum” demiyor. “Bilmekteyiz” diyor.
Demek ki Allah bunları doğrudan değil de araçlar aracılığı ile bilir.
Bunu nasıl bilir?
Beyinde elektrikî devreler vardır. Bunlar ruh ile birlikte çalışırlar. Nasıl şimdi ben bilgisayarda oturuyorum, yazdıklarımı görüyorum, ben ona etki ediyorum, o bana etki ediyor. Yahut bağlanıyorum ve oradan gelen haberleri alıyorum...
İnsan beyni ile insan ruhu arasında da benzer etkileşim vardır. Ruhi hâl elektrikî devrelerde kaydedilir. Elektrikî devreler ruha etki eder.
İşte, Allah bu devreler vasıtası ile insanın sıkıldığını bilir. Melekler de bilir. Bu sebepledir ki “a’lemu” demiyor da, “na’lemu” diyor.
أَنَّكَ
EanNaKa
“Sen”
“Sen” burada “İnne” ile gelmiştir. “Ke” “İnne”nin ismidir. Bundan sonraki muzari fiil “İnne”nin haberidir. “İnne”yi kaldırırsak, senin için daralır denmiş olur.
Evet, insan böyledir. Başka insanların söylediği sözler kurşun gibi gelir.
Yeni Akit Gazetesi’ndeki yazılarıma pek kimse yorum yapmıyor. Ama arada tek tük yapanlar var. Onlardan birini size aktarıyorum:
Kadir KAŞIKCI Hak ile Batıl birbirinden kesin sabiteler ile ayrıldığı halde, İslam’ın içerisine batıya ait değerler olan Demokrasi ve Laiklik ilkelerini İslam'da varmış gibi göstermek ancak seküler bir yazarın ortaya koyabileceği sığ bir düşüncedir. Dahası, İçtihadın mahiyetini bilmeden Demokrasi ile ilişkilendirmekte, İslam hakkındaki cehaletten ileri gelmektedir.
Şimdi, bu sözler, bu yazılanlar beni sıkmıştır. Şimdi bu insan gelse, yüzüme bunları söylese, ben de cevap versem; zevk alırım. Ama uzaktan laf attığı gibi, cevapladıklarımı da gazete yayınlamıyor...
İşte, sıkılıyorum...
Siz de benim gibi sıkılıyorsunuz...
Anlatamamış olmamız sebebiyle üzülüyoruz…
Tebliğ görevimizi tam olarak yapamamış olmamız bizi üzmektedir.
يَضِيقُ صَدْرُكَ
YaDıYQu ÖaDRaKa
“Sadrını dıyk ediyor”
Sadrını sıkıştırıyor, basınç altına alıyor.
Türkçede ‘sıkıldım’ deriz. Söyleyenin sıkıntısıdır bu.
Fikirler de besinler gibidir. İnsan yiyerek aldığı şeyleri arkadan ve önden dışarıya atarken, enerjiyi de deriden dışarı atmaktadır. CO2’i nefes borusundan dışarı atmaktadır. Eğer alınanlar atılmazsa hayat olmaz. Patlama olur.
Fikirler de böyledir. Sözler de böyledir.
Sana söylenene cevap vermek istersin ama veremezsin. Kabız gibi olursunuz.
Bu sebepledir ki Hong Kong’daki Sam Adian’la tartışma bana zevk veriyor. Vaktim olmadığı için bütün yazdıklarına cevap veremiyorum.
Yeni Akit gazetesinde yayımlanan yazılarımın altındaki bir iki beyan yani yorum beni sıkıyor. Onlara da sizlerin cevap vermesini bekliyorum.
بِمَا يَقُولُونَ (97)
BiMAv YaQUvLUvNa
“Söyledikleri nedeniyle.”
Buraya kadar hep insana hitap etti, bir insanın ne yapması gerektiğini anlattı. Rabbini hamd ile tesbih et diyerek bir emir verdi. Tesbih emri. “Ve secde edenlerden ol” diyerek, birlikte bu işi yapmayı kişilere emretti.
Evet, bizim yapacağımız nedir?
Baştan beri söylediğim Kur’an’ı okuma ve Kur’an’ı elimizden geldiği kadar kendimizin uygulamasıdır. Başkalarının yaptıkları bizi fazla ilgilendirmemelidir. Evet, sözler söyleyecekler. Kur’an’ın dışında hiçbir tutunacak dal yok, bunu bugün insanlar bilmiyorlar ama senin görevin onların sözlerini cevaplamak değildir. Sen kendin yap. En iyi cevap odur.
Burada söylenenler ille de bize söylenmiş olmamaktadır. İslâmiyet aleyhinde söylenenler, hak aleyhinde söylenenler. Televizyonlarda hep batıl saçmalıkları dinliyoruz. Din adamlarının anlattıkları daha çok sıkıyor. Allah’a peygambere itaat edin diyor. O’nu sevin bile demiyor. O’nun ne doğumu ne de ölümü kutlanır. O da bizim gibi beşerdir. Hiçbir insanın üstünlüğü yoktur. Kur’an’ı uyguladığı için bize örnektir.
Kur’an’ı uygulama mahiyetindeki fiilleri anlatmak elbette farzdır, gereklidir. Ama bunlar hadis olarak anlatılmamalıdır. Kur’an Arapça kuralları ile yorumlanırken, Hazreti Peygamber aleyhisselamın söyledikleri ve yaptıkları da örnek olarak gösterilir.
Ama öyle yapmıyorlar, Hazreti Muhammed’i de Hazreti İsa gibi tanrılaştırıyor, onun uydurma hayatını anlatıp duruyorlar. Hazreti İsa’nın doğumu kutlanır, çünkü o mucizedir. Ondan başka kimsenin doğumu ve ölümü kutlanmaz. Ama İslâmiyet’i de Hıristiyanlık gibi bozmak isteyenler, böyle saçma sapan şirk konuşmalar yapmaktadırlar.
İslâmiyet’te ruhbanlık yoktur, bir papa yoktur. Müçtehitler vardır. Mezhepler vardır.
Diyanet işleri mensupları yalnız cahil değil, aynı zamanda ilim düşmanıdırlar. Yukarıdaki sözleri söyleyen zat yazıp makaleyi www.akevler.org’a gönderebilirdi.
İşte, bunlar içimizi sıkanlardır.
Bunlara karşı ne yapmalıyız?
فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِدِينَ (98)
Fa SabBıX Bı XaMDı RabBıK a Va KüN MiNa elSACiDEIyNa
“Rabbini hamd ile tesbih et ve sacitlerden ol.”
Kur’an’da “hamd ile tesbih etmek” emri tekrar edilmektedir.
Hamd ile tesbih namazın temelidir.
“Tesbih etmek” demek, Allah’ın sana yüklediği ve başkalarına karşı olan görevi yerine getirmek demektir. Mademki insanı Allah yarattı, topluluk içinde yaratıldı, onun rızkını temin etmek Allah’a yani topluluğa aittir. Anne baba olarak o görevi yerine getirdiğiniz zaman O’nu tesbih etmiş olursunuz.
“Hamd” ise bu görevi yerine getirirken Allah’ın sana verdiği imkânları kullanmak ve asıl yapanın O olduğunu bilmektir. Evet, ben Allah’ın verdiği görevi yapıyorum ama gücü O vermiştir, O’nun imkânları ile yapıyorum. Hamd O’nundur.
Peki, madem veren O, yapan beni niye aracı olarak kullanıyor? Kendisi doğrudan yapamaz mı ki bana görev veriyor?
Seni eğitmek için, seni yetiştirmek için.
Öğretmen ne yapar?
Öğrencilere ev ödevi verir.
Niçin?
Öğrenmeleri için. Yoksa öğretmenin orada bir işi görülmez.
İşte bu sebeple “Rabbin” kelimesi gelmektedir.
Demek ki her insan görevlidir.
Ne için görevlidir?
“Adil Düzen” için çalışmakla görevlidir. Herkes kendine göre Kur’an’ı okuyacak, Kur’an ona ne görev veriyorsa onu yapacak. Bu hamd ile rabbini tespihtir. Başkalarının söylediklerine de Kur’an’ın öğrettiği cevabı verecektir.
“Secde edenlerden ol” diyerek yeni bir emir vermiş oluyor. Şimdiye kadar sen böyle sen şöyle yap denmiş, hep kişisel emirler vermiştir. “Müminlere cenahını hafd et” emrini vererek müminlere iyi davranmayı emretmişti ama onlara katıl, onlarla beraber ol dememişti. Şimdi doğrudan emir veriyor, secde eden cemaatle bir ol diyor.
Mekke surelerinde düzenle ilgili hükümler olmadığı gibi, Kur’an okuma ve namaz kılma dışında bir ibadet hükmü de yoktur.
O halde bizim şimdiki görevimiz nedir?
Kur’an okuyacağız ve hazırlık yapacağız. Kur’an’ı anlayabilmemiz için iş yapacağız. Yoksa yaptığımız işlerle ekonomiye hâkim olmayacağız.
Kooperatifleri kuracağız. Orada sabah akşam Kur’an’ı tedris edeceğiz ve secde edenlerle beraber olacağız. Kur’an’ın kalbi secdedir. Namazın hikmetlerini anlatıyorum.
Namaz, her gün beş defa toplantı yapmadır.
Günde beş defa toplantı yapılacaktır. Sabah işe başlamadan önce, öğleyin iş tatil edildikten sonra, sonra akşam mesaisi başlamadan önce, sonra akşam mesaiden sonra ve akşam derslerinden sonra birlikte namaz kılınacak. Sadece uykudan kalkarken vitir tek başına kılınacak. Toplantıya elbise giyilerek gidilecektir. Pijama ile bile gidilemez. Bir yerde toplanılacak. İşte, namaz böylece toplantıların yapılmasını öğretmektedir. Ezan ile toplantıya çağrılır. Kamet ile oturum açılır. Tekbirler ile gündem maddelerine geçilir. Selam ile toplantı sona erer.
Bir kürsü olacak, imam orada duracak, halk da ona doğru saf tutacaktır. Toplantının gündemi olacaktır. Buna “niyet” denmektedir. Namazda durulacak, eğilinilecek, secde edilecek ve oturulacaktır. Namazda Kur’an okunacak, cemaat dinleyecek, manasını anlayacak, sükût edip Allah’a saygı duruşunda olunacak. Tesbih edilecek, tahmid (hamd) edilecek, tekbir edilecek ve istiğfar edilecek. Tesbih, görevi yaptığını beyandır. Tahmid, görevi ifa etmede Allah’ın verdiği imkânlar kullanılmıştır. Tekbir, kendisine pay çıkarmamadır. İstiğfar ise, eksik bırakılan işlerden dolayı af dilemektir. Arapça bilmeyen halk, Kur’an’da okunan surelerin manalarına namaza başlamadan bakacaktır.
İnsan ayakta iken beyne en az kan gider. Rükûda kalp ile beyin aynı hizaya gelir. Secdede beyin kalpten aşağıdadır. Tahiyatta da oturma seviyesindedir. Böylece kan beynin kılcal damarlarına çalkalanarak girip çıkar.
Burada insan ruhu da beyinle uyum sağlayarak ruhen de durgunlaşır. Böylece namaz insanın hem bedenini hem ruhunu arındırdığı gibi insanların yaşama ve çalışma saatlerini de düzenleyerek tüm hayatına hâkim olur, düzenli iş yapmayı ve verilen sözleri tutmayı öğretir.
فَسَبِّحْ
Fa SabBıX
“Tesbih et”
Rükûda “Sübhanellahi ve bihamdi Rabbike” demekteyiz.
Türkçede zikir dediğimizin Kur’an’daki adı tesbihtir.
Bitkilerde damarlar vardır, sıvıların akışı olur. Hayvanlarda ise ayrıca sinir sistemi vardır. Bunların sesle titreştirilerek hareketlerinin kolaylaştırılması gerekmektedir. Bunun için doğa seslerle doludur. Rüzgâr sürekli olarak ses ve titreşim kaynağı olur.
Seralarda rüzgâr esmediği için mahsullerde eksiklikler olmaktadır. Yeni yaptığımız sera projesinde doğal rüzgâr olacaktır. Kuşların ve böceklerin ötmesi de bu işi kolaylaştırmaktadır. Bu sesleri kayıt cihazına alarak titreştireceğiz.
İnsanın da sese ihtiyacı vardır. Bu da müzikle sağlanmaktadır. Ne var ki seslerde rezonans gerekmektedir. Buna en uygun sesler de tesbih sesleridir, L N R harfleridir. “Allah, ilah, lailaheillallah” hep L harflerinden oluşur.
بِحَمْدِ رَبِّكَ
Bı XaMDı RabBıKa
“Rabbinin hamdi ile”
“Hamd” kelimesinde H boğazdan çıkar, M dudaktan çıkar, D ortadan çıkar.
“Elhamdülillah” dediğiniz zaman L harfleri arasında bunlar da yer alır.
“Rabbinin / Rab” derken de özel sesler çıkarılır.
Demek ki namaz aynı zamanda insanın müzik ihtiyacını da gidermektedir.
Diğer müzikler hisleri artırır. Üzüntülü iseniz üzüntünüzü artırır. Sevinçli iseniz sevincinizi artırır. Böyle müzikler dinlersiniz. Sevinçli iken üzüntülü müzik dinleyemezsiniz, üzüntülü iken de sevinçli müzik dinleyemezsiniz. Kur’an müziğinin ise tam ters özelliği vardır; sevinçli iseniz aşırı sevicinizi kırpar, üzüntülü iseniz sizi teselli eder, sıkıntınızı giderir.
İşte, sadırınız dıyk edince Kur’an okursanız, ferahlarsınız.
وَكُنْ مِنَ السَّاجِدِينَ (98)
Va KüN MiNa elSACiDIyNa
“Ve secde edenlerden ol.”
Evet, birlikte namaz kılacağız. Bunlar da bizim birlikte hareketimizi sağlar, bizi uyumlu hâle getirir. Askerlikte bunun talimi yapılır. Batılılar bunu namazdan almışlardır. Savaşın kurallarındandır. Birlikte hareket edeceksiniz, zamanında hareket edeceksiniz.
İslâmiyet’te namaz kılmaya başlayan kimse ölünceye kadar her gün askeri talim yapar. Bunu yalnız savaş için yapmaz. Birlikte iş yapanlar beraber davranmak zorundadırlar. Amel-i salihat başka türlü mümkün olmaz.
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ (99)
VaGBuD RabBaKa XatTAy YaqETıYaKa elYaQIyNu
“Ve yakin sana ityan edinceye kadar Rabbine ibadet et.”
Buradaki “Hattâ” intihai gaye için değildir. Yani yakin gelince ibadete başlayacaktır. “Li” veya “Key” manasınadır. Sana yakin gelsin diye ibadet et. Rabbine ibadet et. Yahut buradaki ibadet geçicidir.
Yüz daireli lojmanlar yapılıp içine taşınıncaya kadar yapılacak işlerdir.
Demek ki bizim yapacağımız işler kademe kademedir.
Birincisi, Kur’an’ı kendi başımıza okumaya başlayacağız. Madem insan olarak yaratıldık, bizim görevimiz nedir diye araştırmalıyız. Arkadaşlar arasında işbölümü yapılarak herkes bir kitabı okumalı ve arkadaşlarına tanıtmalı. Sonra Kur’an üzerinde karar kılmalıdır. Çünkü Kur’an son kitaptır. Manası ve diliyle bize kadar ulaşmıştır. Çevremizde en çok basılan ve okunan kitaptır. Bir de çağımızın sorunlarına her konuda temas eden bir kitaptır.
İkinci safhada ise artık muntazam olarak belli saatlerde bir araya gelerek Kur’an üzerinde çalışmamız gerekmektedir.
Üçüncü safhada ise kooperatifler kurup Kur’an düzeni ile çalışan işletmeleri üretmeliyiz.
Demek ki, önce ilmî sorunlarımızı çözmeli, cehaletimizi gidermeliyiz. Sonra kooperatifleri kurup ekonomik imkânları ortaya koymalıyız. Ondan sonra Bin Dil Üniversitesi’ni kurup dünyaya Kur’an düzenini yaymalıyız. Sonunda siyasete de sıra gelir.
Hazreti Muhammed önce Kur’an’la ilmî sorunları çözmüştür. Sonra siyasi sorunlar çözülmüştür. Sonra Türklerin Müslüman olması ile dinî sorunlar tarikatlarla çözülmüştür. Ekonomi ise loncalarla en son çözülmüştür. Çünkü o zaman insanlık henüz devlet aşamasına gelmemişti. Acil ihtiyaç siyasetti. Bu sebeple ilimden sonra siyasete öncelik verilmiştir.
O halde şu soruyu sorabiliriz: Teşkilatlanıp son siyaset aşamasına gelinceye kadar yapmamız gereken ve sonra da ona gerek olmayan ibadet nedir?
İşte bu düzeni kurmadır.
Yani ahşap evleri yapma, seraları oluşturma, dinlenme evlerini tesis etme...
O halde yakin nedir?
وَاعْبُدْ رَبَّكَ
VaGBuD RabBaKa
“Ve Rabbine ibadet et”
Kooperatifler kurulup da Kur’an düzeni gelinceye kadar, her mümine düşen Allah’a ibadet etmedir. Allah’a ibadet ettiği için de bir ücret istememedir.
Akevler’i kuranlar, partiyi kuranlar, cemaatler, bir şey karşılığı iş yapmadılar. Kitap yazıyoruz, bunu satın, para sizin olsun diyoruz. Kitabın basma parasını da biz veriyoruz.
Demek ki Rabbin için ibadet et emrini yerine getirirken, şimdilik karşılık beklemeden, masraflarını biz karşılayarak iş yapıyoruz. Allah’a ibadet ederken; burada ücret beklemeden, para kazanmayı ummadan iş yapmalıyız. Allah’ın bu surede verdiği emir budur.
حَتَّى يَأْتِيَكَ
XatTAy YaETiYaKa
“Sana gelinceye kadar”
Ne yapıyorsunuz?
Gidiyorsunuz, bir eğitim merkezinde çalışıyorsunuz. Onlardan ücret almıyorsunuz. Sadece öğrenmek için çalışıyorsunuz. Bir gün geliyor ki artık siz bu işi kendiniz yapacak duruma geliyorsunuz. İşte o zaman ayrılıyor ve kendi işletmenizi kuruyorsunuz. Orada işi karşılıklı çıkar üzerinde oluşturuyorsunuz. Ama eğitim sırasında karşılık almıyorsunuz.
İstanbul/Yenibosna denemelerimizde yeni işletmeler kurup ortaklığa sorumlu aldık. Hepsi dağılıp gitti. İki yüz bin liradan fazla zarar ettik. Zarar etmeden bu işi nasıl yapalım diye araştırma yapmalıyız. Bu ayet bize bir yol gösteriyor.
Bir yüz lojmanlı apartman yapacağız. Öğrenmek isteyenler buraya gelecekler. Kendilerinden bir şey alınmayacak, ama kendilerine bir şey de ödenmeyecek. Ancak masrafları karşılanacak. Orada elde edilen ürünün kira payı ile onların masrafları karşılanacaktır. Mesleği öğrendikten sonra artık ayrılıp başka lojmanlarda iş yapacaklar.
الْيَقِينُ (99)
elYaQIyNu
“Yakin…”
“U’kne” dağların başında bulunan çukur, krater; “Kayene” doldurmak anlamındadır. “Eykane” bir kabı doldurmak demektir. “İ’kan” kanaat getirmek, yani mutmain olmak, içini doldurmak anlamlarına gelir. Sorunu çözmek anlamına da gelir.
“Kanaat” su kanalı demektir. Susuzluğu gidermek, suya kanmak kelimesi ile ifade edilir. Bir insanın şüphe ve tereddütlerini gidermek ve kişiye kanmak olarak Türkçede kullanılmaktadır. Bu kelime Arapçada “Kenea’” ve “Yakin” olarak geçmektedir. Tereddütlü ve şüpheli bilgilerin kesinleşmesi anlamına gelir.
Kişi ne zaman ben artık kendi başıma iş yaparım derse, ayrılacak ve işe başlayacak. Artık çalıştığı yerde kirasını da verecek, kendisi de ücretini alacak.
Şimdi yine gençliğe dönüyorum. Mehmet Koru da, İbrahim Hocaoğlu da, biri İstanbul’da biri Ankara’da, birbirlerini hiç görmemişlerdir, aynı şeyi söylediler: “Biz geleceğimizden endişeliyiz. Nasıl yaşayacağız diye düşünüyoruz.” İşte size açılan pencere…
Bize düşen vazife de bu lojmanları yapmadır. Bunu da vakıflar yapacaktır. İslâm Medeniyeti Vakfı bunun üzerinde çalışmaya başladı. Bu seminerleri takip edenler çevrelerine böyle vakıf kooperatiflerini kurmayı önersinler...