HİCR SÛRESİ - 9. Hafta
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ (57) قَالُوا إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَى قَوْمٍ مُجْرِمِينَ (58) إِلَّا آلَ لُوطٍ إِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ أَجْمَعِينَ (59) إِلَّا امْرَأَتَهُ قَدَّرْنَا إِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِرِينَ (60) فَلَمَّا جَاءَ آلَ لُوطٍ الْمُرْسَلُونَ (61) قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ (62) قَالُوا بَلْ جِئْنَاكَ بِمَا كَانُوا فِيهِ يَمْتَرُونَ (63) وَأَتَيْنَاكَ بِالْحَقِّ وَإِنَّا لَصَادِقُونَ (64) فَأَسْرِ بِأَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ اللَّيْلِ وَاتَّبِعْ أَدْبَارَهُمْ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ أَحَدٌ وَامْضُوا حَيْثُ تُؤْمَرُونَ (65) وَقَضَيْنَا إِلَيْهِ ذَلِكَ الْأَمْرَ أَنَّ دَابِرَ هَؤُلَاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِحِينَ (66)
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ (57)
QAvLa FaMAv PaOBuKuM EayYuHav eLMuRSaLUvNa
“Mürseller, hatbınız nedir dediler.”
Hazreti Nuh Peygamber ve ondan sonra gelen peygamberler, Mezopotamya uygarlığını kurmuşlardır. Onun ardından o uygarlığı kuvvet uygarlığına çeviren Mısır uygarlığı doğmuştur. Bunlar ilk uygarlıklardır. Hak uygarlığında Hazreti Nuh, kuvvet uygarlığında Firavun; ikisi de ulusaldır. Şimdi insanlık yeni uygarlığa gebedir. Bu yeni uygarlığın bir takım özellikleri olacaktır. Mezopotamya siteler devletidir. Mısır ise ulusal devlettir. Siteler kalacak ama tek devlet olacak.
Bugün bizim önerdiğimiz devlet sistemi İbrahimî devlet sistemidir; yerinden yönetimli merkezi devlet sistemi. Sonra kavmî devletler var ama beşeri birlik ortaya çıkacak. Nasıl devletin içinde vilayetler varsa, aynı şekilde insanlık içinde de devletler vardır. Tüm insanlık bir millet olacaktır ama kavmî devletler de devam edecektir. İnsan, topluluk içinde özgür olarak yaratılmış bir varlıktır. Ocaklar, bucakların içinde bağımsızdır. Bucaklar iller içinde bağımsızdır. İller devlet içinde bağımsızdır. Devletler de insanlık içinde bağımsızdır.
Hazreti İbrahim’in başka bir görevi de insanlığa mantıklı müsbet düşünmeyi öğretmektir. Onun için melekler âlim bir evlat müjdesi ile geliyorlar. Hazreti İbrahim’in görevi kötülüklerle savaş değildir, iyilikleri getirmektir. Kötülüklerle savaş Hazreti Lut Peygambere verilen bir görevdir. Elçiler önce Hazreti İbrahim’e uğruyorlar, ona asıl görevi tebliğ ediyorlar, tebşir ediyorlar. Kötülüklerin ortadan kaldırılması Hazreti Lut’a ait oluyor.
Bugün insanlık Hazreti Lut devrinin arifesini yaşamaktadır. Avrupa’da cinsi ilişki serbest hâle gelmiştir. Eşcinsellik aynen eskisi gibi meşrulaşmıştır. Batı’da aile müessesesi çökmüştür. Nüfus azalmaktadır. Bunun anlamı, artık insanlık inkıraz etmektedir.
Bugün Türkiye’de ve Avrupa dışı ülkelerde de aynı müesseseye doğru gidilmektedir. Önce tesettür ortadan kaldırılmıştır. Sonra erkek ve kız evlilik dışında bir arada yaşamaya başlamıştır. Evlenmeler ertelenmiş ve zorlaştırılmıştır. Ağır düğün masrafları ve geçim sıkıntıları evliliği erteletmektedir. Bunun sonucu biraz sonra tüm dünyada artık zina örfen de serbest olacaktır. Bu da aile müessesesinin çökmesi demektir. Sonra ayrı cinsler tatmin edemez hal alır ve eşcinsellik başlar. Demek ki günümüzde tam da Hz. İbrahim’in ve Hz. Lut’un dönemine doğru adımlar atıyoruz.
Avrupa bu bataklığa düşmüştür. Diğer ülkeler ve İslâm devletleri de bu bataklığa düşmek üzeredir. Hassaten Türkiye’de bu duruma düşmeye kıl payı kalmıştır.
Hazreti İbrahim’e; korkma, biz sana âlim bir oğul müjdeliyoruz deniyor.
Ama Hazreti İbrahim onların duruşundan ve hazırlığından elçilerin işlerinin sadece kendisine oğul müjdelemek olmadığını anlıyor ve ne istiyorsunuz diyor. Onların mürsel olduğunu kabul ediyor.
Hitbe: “Hatbe” kına yakılmış el demektir. Nişanlanmış kimselerin nişanını göstermek için elin kınalanması bugüne kadar gelmektedir. “Hitbe” mastar olarak bir erkeğin bir kadına evlenmek için talip olmasıdır. Hitap etmek, karşılıklı talepte bulunmak, bir şeyi istemek için konuşmak demektir.
Evlenmede geleceğe ait bir planlama vardır. Kız ile erkek birleşecek ve yeni aile oluşturacaklardır. Örnek olarak, Akevler’i kurmak bir hitbedir, İstiklâl Savaşı bir hitbedir.
Hazreti İbrahim elçilere soruyor; siz ne yapmak istiyorsunuz?
Hazreti İbrahim Peygamber insanları hakka davet etmiş, ateşe atılmış bir kimsedir. Yaşlanmıştır. Ümitsizlik içindedir. Elçilerin ikazı ile ümidini yitirmemiştir.
Bugün bizim durumumuz budur. Eskiden devlet baskı yapıyordu, insanlar üniversiteden atılıyordu; başlarını örtüyorlar diye. Şimdi baskı kalktı, sadece başlarını değil bedenlerini bile açtılar! Birinci Adil Düzen uygulamasında küçük cihadı kazandık ama büyük cihadı kaybettik. Takıyye adı altında her şeyi mübah hâle getirdik.
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ
QAvLa FaMAvPaOBuKuM
“Hatbınız nedir diye kavl etti.”
Elçiler ona âlim bir oğul müjdelediler.
Bir daha hatbınız nedir diye sorması anlamsız gelebilir. Şimdi Hazreti İbrahim soruyor. Âlim bir oğul müjdesi niye veriliyor? Plan nedir? Sizin bu işte katkınız ne olacak?
Elçiler şunu anlatıyorlar. Bizim görevimiz kötüleri yok etmedir. Senin görevin ise iyiliği getirmedir.
Bugün Adil Düzen Çalışanlarına verilen görev o gün Hazreti İbrahim’e verilmektedir. Kötüleri ortadan kaldırma ise elçilere aittir. İşte, Hazreti İbrahim bunu öğrenmek istiyor; siz nasıl katkıda bulunacaksınız...
أَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ (57)
EayYuHav eLMuRSaLUvNa
“Ey mürseller.”
Elçiler kalabalıktır. Bunlar kenti bombalayacaklar. Henüz buralarda kazılar yapıp tam anlamış ve o gün Lut kavminin nasıl helak olduğunu ilmen tesbit etmiş değiliz. Bundan sonra yapılacak kazılarda Sodom ve Gomora’nın nasıl helâk olduğu tesbit edilecek, tarihlenecek. Tevrat ve Kur’an’da anlatılan kıssalar bir bir ortaya çıkacaktır. (Dr. Mete şerhi: Yalnızca Sodom vardır, Gomora yoktur.)
Bugün de insanlık o günleri bekliyor.
Amerika’daki ikiz kuleler nasıl yerle bir oldu? Her halde bunu devlet planlamadı. Kuleleri kim batırdı? Bin Ladin’e yükleyip insanlığı üçüncü cihan savaşına götüreceklerdi; götüremediler. Evlerini kendi ellerini ile tahrip edeceklerdir diyor, Kur’an.
Kur’an’da bir kıssa anlatılıyorsa, benzeri ilerde olacaktır demektir.
قَالُوا إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَى قَوْمٍ مُجْرِمِينَ (58)
QAvLUv EinNAv EuRSiLNAv ELAy QaVMin MuCRiMIyNa
“Biz mücrim bir kavme irsal olunduk dediler.”
Elçiler Hazreti İbrahim’e, Lut kavmine irsal olunduklarını söylemektedirler. Ama kavim kelimesini nekre kullanmaktadır. Hazreti İbrahim Peygamberin bunlardan haberi bile yoktur.
Hazreti Lut Hazreti İbrahim’in yeğenidir. İkisi de sürülerle geçinmektedir. Çobanları vardır. Çobanlar arasında mera çatışmaları olmuştur. Çobanlar ücret değil ortaklık şeklinde çalışmaktadırlar. Hazreti İbrahim ile Hazreti Lut bölgeleri ayırmışlardır. Doğu ve kuzey tarafı Hazreti İbrahim’e, batı ve güney tarafı Hazreti Lut’a kalmıştır. Hazreti Lut da sürülerinin bulunduğu kavmin içine gidip yerleşmiştir. Hazreti İbrahim’in oradaki kavminden haberi yoktur. Bunun için mücrim kavme denmektedir. Nekre olarak getirilmektedir. Zariyat Suresi’nde de aynı kıssada böyle nekre getirilmektedir.
Bugüne geldiğimizde de mücrim bir kavim vardır. Kendilerini gizlemektedirler. Bunlar yeryüzüne yayılmışlardır ve Lut kavmi gibi insanlığı fesat içine sokmaktadırlar. Bunların helâk olmaları dışında yeryüzünün kurtulacağını ümit etmek çok zordur. Allah’ın bunları nasıl helâk edeceği bizim için önemli değildir.
Biz, bunlar helâk olduktan sonra, yeni dünyayı nasıl kuracağız, asıl sorunumuz budur. Bu sebepledir ki teker teker kişilerin bataklığa düşmemesi için uğraşmıyorum. Yakınlarım da olsalar, onları koruma derdinde değilim. Davranışlarına üzülüyorum ama müdahale etmiyorum. Bizim görevimiz elçilerin müdahalesinden sonra nasıl bir dünya düzeni kuracağız; onun üzerinde duruyorum.
Kur’an bunu bize öğretmektedir. “Tebevveu’d-dare ve’l-imane” diyor. Demek ki önce yüz lojmanlı evler hazırlayacağız. Kooperatif kuracağız. Kârlı işler yapacağız, insanlar kendi çıkarları için bize ortak olacaklar. Ahşap evler ve yüz lojmanlı apartmanların hisseleri ile inandıkları için değil, kendi çıkarları için bize ortak olacaklar. Böylece lojmanlı apartmanları yapacağız, dinlenme evlerini yapacağız. Böylece dârı hazırlamış olacağız.
Sonra imanı hazırlamamız gerekir. Bu lojmanlardan birinde toplanacak ve orada şeriata göre yaşayacağız. Başlarını örtenler bizim apartmana gelecekler. Evlenen kızlar bizim apartmana gelecekler. Evlenen erkekler bizim apartmana gelecekler. Evlenmek için merasimlere ve düğün masraflarına gerek görmeyenler bizim apartmanımıza gelecekler. Evlilik dışı ilişkiler olmayacak ama evlenme çok kolaylaşacaktır. Kocasız kadın kalmayacak. Varlıklı erkekler çok kadınla evlenebilecekler. Resmi nikâh yapmayacaklar. Dolayısıyla ayrılma da evlenme de kolay olacak. Kur’an düzeni gelecek.
Evli olmayan kadın kalmayınca kadınların değeri artacaktır. Erkeklerin ve kadınların sayısı birbirine eşittir. Bir erkek birden fazla kadınla evlenince kocasız kadın kalmayacak ama piyasada karısız erkekler olacaktır. Böylece kadınlar altın, erkekler bakır olacaktır.
Şimdi ise iş tersinedir, bir yolsuz kadın birkaç erkeği cinsel olarak doyurmaktadır. Böylece kadınlar koca bulamıyor. Zaniler çoğalmaktadır. Evlenecek erkek altın hâline gelmiş, iffetli kadın ise bakır bile olamamıştır.
Ben bunları anlatıyorum diye kimileri bana hasım kesilmiş ve kocalarını bu seminerlerden uzak tutmak istiyorlar. Ben anlatmıyorum, ilâhi düzen anlatıyor. Herkes bilsin ki Allah’ın şeriatının dışına çıkanlar kendilerini helake götürmektedirler.
İşte, asıl tehlike buradadır. Tesettür ortadan kalkmakta, evlilik müessesesi çökmektedir. İnsanlık bugün Lut kavminin düştüğü bataklığa düşmektedir.
Onbeş yaşına gelen kız ve erkeğe sözleşme yapacaksınız. Her kadının mutlaka bir erkeği olacaktır. Yüz lojmanlı işyeri apartmanı demek, bunların işleri ve evleri olacak demektir.
“Adil Düzen”i benimseyen kardeşlerimiz dahi bu yüz lojmanlı apartmanın manasını kavramış değildirler. Bu büyük bir tehlikedir. Beni korkutmaktadır.
Evet, yüz lojmanlı apartman yapacak ve oraya taşınacağız. O apartmanı yapanlara kira vereceğiz ama biz orada imanı hazırlayacağız.
إِلَّا آلَ لُوطٍ إِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ أَجْمَعِينَ (59)
EilLAv EAvLa LUvOın EinNAv LaMuNCUvHuM EaCMaGIyNa
“Sadece Lut’un âlini; onları ecmain tenci edeniz.”
Biz mücrim kavme inzal olunduk diyor. Kavmin kim olduğunu zikretmiyor. Onlara niçin irsal olunduğunu söylemiyor. Lut’un âlini kurtaracağız diyor. Böylece onları helâk etmek için geldiğini söylemiş oluyor. Sonra da karısı ğabirlerden oldu diyerek, irsalin helâk için olduğunu bildiriyor. Lut’un âli diyor ve Lut’u demiyor. Demek ki Lut da âlin içindedir.
“Âl” kelimesi bir grubu ifade etmektedir. Burada “ecmaîn” diyerek birlikte eksiksiz demektir. Ona irsal olunmadık anlamı çıkmaktadır. Aslında ona da irsal olmuşlardır ama helâk etmek için irsal olunmadık demektedirler.
Hz. İbrahim kıssası çok önemli bir kıssadır. Hazreti İbrahim’e uğruyorlar ve ona görevlerini hatırlatıyorlar. Adil Düzen Çalışanları Hz. İbrahim’in âlini temsil ediyorlar. Bir de Lut’un âli var, onlar da müslimleri temsil ediyorlar. Yani “Adil Düzen” çalışmasa bile, faize ve zinaya bulaşmayan kavim halkı temsil ediyor. Onlara da yağacak bombalardan kaçıp hicret edin diyor. Tüm insanlık yüz lojmanlı işyeri apartmanlarına davet ediliyor. Şehirlerde değil, kırlarda ve dağlarda yapılan lojmanlı binalara davet ediliyor. Orta çağdakilerin kaleleri neyse, çağımızın kaleleri de yüz lojmanlı apartmanları olacak, Nuh’un gemileri olacaklardır.
إِلَّا آلَ لُوطٍ إِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ أَجْمَعِينَ (59)
EilLAv EAvLa LUOın EinNAv LaMuNacCuHuM EaCMaGIyNa
“Sadece Lut’un âlini; onları ecmain tenci edeniz.”
Burada istisna irsal olunanların mefulünedir. Muttasıl istisnadır. Mücrim kavimden istisna edilmektedir. Çünkü onlar mücrim değillerdir. Dolayısıyla helak olacaklardan olmayacaklardır.
Bugün yeryüzü cürümde Lut kavmi gibidir. Çok az kimse bu cürüme iştirak etmemiştir. Bu uygarlık sona erecektir. Bu fesat böyle devam etmez. Zina ve fuhuş kalkacak, sona erecek, insanlar evlenecekler. Evlenme kolaylaşacak.
15 yaşına gelen kız ve erkek anlaştılar mı, okula gideceklerse evlenerek gidecekler; hem çalışacaklar hem okuyacaklar. Okuyanlar yarım gün okuyacaklar, yarım gün çalışacaklar. Kendilerinden işyeri ve lojman kirası alınmayacak. Çalışan herkesin “faizsiz çalışma kredisi” olacak. Artık faizli sömürü sona erecektir. Halkın eski yerleri terk edip hicret etmeleri gerekir. Hicret edenler kurtulacak, etmeyenler helâk olacak.
إِلَّا
EilLAv
“Sadece”
“İllâ” “İn” ve “Lâ”dan oluşmuştur. “Lâ” manasına gelen “İn” ile birleşmekte yani iki menfi birleşmektedir. Dolayısıyla mücrim olup helâk edilmeyecekler demektir.
“Cae Ahmedu” derseniz Ahmet’in geldiğini söylersiniz, mefhumu muhalefetle başkaları gelmedi olmaz. Ama “Mâ cae illa Ahmedu” derseniz, yalnız Ahmet geldi, başkaları gelmedi anlamı çıkar. “İnnema cae Ahmedu” derseniz, sadece Ahmet geldi demek olur. Birisinde beklediğiniz halde yanız Ahmet geldi ise “İnne mâ cae” başkalarını zaten beklemiyor idiyseniz o zaman “illâ” ile söylersiniz. Bu kuralı ben şimdi söylüyorum. Üzerinde düşünün...
Kur’an’ı doğru anlamanız için böyle değişik ifadeleri karşılaştıracaksınız. Bunlara ait kuralları bulacaksınız ve uygulayacaksınız. Bu hem Kur’an’ı size daha iyi anlatmış olur hem de satranç oynayıp başarılı hamle yapma zevkini verir. Kur’an’da yaptığınız her hamle satranç oyununda cehalete karşı yaptığınız hamledir.
İnsanlar top/futbol seyrediyor, film takip ediyor, vakitlerini öldürüyor...
Kur’an üzerinde senaryolar yazılabilir. Biri diğerine sorar, burada neden “innemâ” gelmemiştir de “illâ” gelmiştir. Diğeri cevap verir. Öbürü, hayır, bundan dolayı bundan diye, seyirciler takip eder, kendileri de düşünmeye başlar.
İlerde seminerleri böyle takip edeceksiniz.
آلَ لُوطٍ
EAvLa LUvOın
“Lut’un âli”
“Âl” sürü demektir. Koyun sürüsü, koç sürüsü, keçi sürüsü, insan sürüsü, birlikte dolaşan topluluk. “Allah’ın âli” demek, Allah’ın topluca verdiği nimetler demektir. “Lut’un âli” demek, Hz. Lut ile beraber olanlar demektir.
Yüz lojmanlı apartmanda oturanlar bir âl olacaklardır. Her apartman halkı kendi düzeni içinde yaşayacaktır. “Âl” bugün Türkçede kullandığımız halk anlamına gelecektir. “İllâ” demek İnne ile gelince âlinden çıkarma veya âlinden ayrılma manalarını taşıyabilir.
“Lat” sıvamak demektir. “Lut” sıfatı müşebbehedir, sıva yapan demektir, sıvacı demektir. Kokulu şeyi sürmek de levt etmedir. Açılan kuyulara suyu kaçırmasın diye kuyuları kırmızı toprakla sıvarlardı. Hz. Lut aleyhisselam bir sıvacının oğlu olabilir yahut kendisi sıvacı olabilir.
إِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ
EinNAv LaMuNCUvHuM
“Biz onları necata erdireniz”
Ovalarda bataklık ve sinekler olur. Kışın soğukta sinek olmaz, yazın ortaya çıkarlar. Sinek hastalık getirir. Bu sebeple kışın ovaya inerler, yazın yaylaya çıkarlar. Bizim yayla dediğimiz yer necvadır. Buralar sineklerin ve sıtmanın olmadığı yerdir, parça parça kuytu yerdir.
“Necat” kurtulma anlamındadır. “Necva” ise ayrı kapalı toplantı yapmak demektir.
“Seni necata erdireceğiz, seni halktan kurtaracağız.” Bu da göçtür, hicrettir, büyük şehirleri terk etmedir. Hazret Nuh peygamberin kavmine gemi yapmaları ve binmeleri emredildi. Hazreti Lut’un kavmine kenti terk etmeleri emredildi. İsrail oğullarına Mısır’dan kaçmaları emredildi. Mekkelilere Medine’ye hicret etmeleri emredildi.
Demek ki kurtuluş/necat hicrettedir.
أَجْمَعِينَ (59)
EaCMaGIyNa
“Hepsini”
Allah burada tüm Adil Düzen Çalışanlarının necata erdirileceğinin işaretini veriyor. Bu büyük bir müjdedir. Bütün gücümüzle çalışmalıyız. Sökülüp taşınabilecek evlerimiz olacaktır. Üreteceğiz, müşterilerimize satacağız. Yeryüzü bombalarla ateş sahasına döndüğü zaman biz oraya gideceğiz, ayrıca gerektiği zaman söküp kirlenmemiş alanlara evlerimizi taşıyacağız. Hattâ sökmeden bir helikopter kancayı takıp kaldıracaktır.
Allah bizim cemiimizi kurtaracağını vaat ediyor.
Bu seminerler ortalama bin kişi tarafından okunmaktadır. Bu şunu ifade eder ki artık insanlar Kur’an’a doğru yönelmektedirler. Kur’an yorum ekolleri oluşacaktır. Birbirimizin çalışmalarından haberdar olmalıyız. İçimizdeki diğer cemaatler yorumları okumalıdırlar. Birbirimizin yorumlarından haberdar olmalıyız. Şimdilik Hong Kong ekolü ile böyle bir irtibatımız oldu. Bu hususta yeni yollar bulmalıyız. Hong Kong ekolü de Akevler ekolü gibi mevcut düzene çatmamaktadır, mevcut düzenle uzlaşarak çalışmaktadır.
إِلَّا امْرَأَتَهُ قَدَّرْنَا إِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِرِينَ (60)
İlLay iMRaEaTaHUv QadDaRNAv EinNaHAv LaMıNa eLĞAvBıRIyNa
“Yalnız imreeti hariç. Takdir ettik. O gabirlerdendir.”
“Mer’” “merve”den dönüşmüştür, yumuşak taş demektir. İnsanın kişiliğine işaret etmek için istiare edilmiştir. “Mer’e” kadın kişi demektir. “Mer’” ve “mer’e” çocukları da içine alır. Ama “recül” sadece savaşçı erkekler için kullanılır. “Nisa” ise kadın erkek karışık rical olmayanları içine alır, insan anlamında çoğuldur.
“Ğubar” ise toz demektir. Kur’an’da 8 defa geçmektedir. Yüzlerin kararacağı günden bahsederken yüzlerinde ğabara vardır denmektedir. Diğer 7 de Hz. Lut’un karısından bahsederken o ğabirlerden oldu denmektedir. Toz demektir; toz onları kapladı anlamına gelir. Lav fışkırır, lav onları kaplar. Bu tozlardan oldu anlamına gelir. Yahut kendisi ufalandı, toz haline gelenlerden oldu anlamı çıkar. Lavların kapladığı anlamını verebiliriz.
Kazılar Sodom ve Gomora’nın lavlarla kaplandığı bilgisini vermektedir.
Bugünkü Batı uygarlığı İslâmiyet’in etkisi ile Avrupa’da başlamıştır. Başta rol oynayanlar Yahudilerdir. Kur’an’ın anlattıklarını bize haber vermede büyük başarı elde etmişlerdir. Bizim duamız, bu hizmeti verenlerin kurtulmaları, helâk olmamalarıdır.
Sermaye faizli düzenden vazgeçmelidir. Serveti insanların ahlakını bozmak için kullanmamalıdır. Tekel oluşturmamalı ve ticaretle hizmet vermelidir. Siyasete, ilme ve dine hâkim olup ifsat etmemelidir. Üçüncü binyıl uygarlığını sevgi içinde, mutluluk içinde getirmeliyiz. Duamız budur. Davetimiz budur.
Allah da bunun için mühlet vermektedir.
إِلَّا امْرَأَتَهُ قَدَّرْنَا
İlLay iMRaEaTaEaHUv QadDaRNAv
“Yalnız imreeti hariç. Takdir ettik.”
Evet…
Allah öyle akıl verir ki kötüler uyarıdan anlamazlar, çakılıp kalırlar, hicret etmezler.
Ben gençken, daha kooperatif yokken, İzmir’e gitmemişken, bu ayetleri okuyor, helak zamanı gelince Allah vahyetmeyecek, bize nasıl haydi çıkın gidin diyecek, biz nasıl kurtulacağız diye merak ediyordum. Şimdi ise artık nasıl olacağı çok açık belli olmuştur.
Dağınık dağınık yüz lojmanlı evler yapacağız. Yüz villalı siteler yapacağız. Havalar karardığı zaman oralara gidip yerleşeceğiz. Beş bin metrekarelik bodrum yapıyoruz. En az altı aylık depomuz olacak. Odunumuz ve kömürümüz olacak. Yakıtımız olacak. Kendi elektriğimizi kendimiz üretebileceğiz. Hayatımız devam edecek. Sığınağımız olacak. Seralarımız olacak. Kentteki semtler kırdaki semtlere kardeş olacak. Biz her türlü hazırlığı yapmış olacağız.
إِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِرِينَ (60)
EinNaHAv LaMıNa eLĞAvBıRIyNa
“O gabirlerdendir.”
Lut kavmi erkeklerden oluşmuş genelevler kurmuşlardı. Buralara zorla erkek bulup çalıştırıyor, onunla para kazanıyorlardı. Hz. Lut’un karısı da bu işletmelerdeki patronlardan biri olmuştu. Hz. Lut’un faaliyetlerinden hoşlanmıyordu. Hz. Lut’un karısı zaniye değildi. Zaniye olsaydı haram olurdu, onu boşaması gerekirdi. Ama kendisi zaniye olmadığı için diğer günahlarından dolayı boşamamıştı.
Hazreti Lut Peygamber ‘çıkın, lavlar yağacak’ demiş ama karısı bile ona inanmamıştı.
İşte, bizim söylediğimiz de bundan başka bir şey değildir. İnsanlık adım adım uçuruma gitmektedir. Suriye sınırında bir-iki dakika bile değil, 17 saniye Rus uçağı sınırımızı aştı diye düşürüldü, Putin boykot ilan etti! Üçüncü cihan savaşına bir adım kalmıştı!
Üçüncü cihan savaşı patladığı zaman atom bombası kullanılacak, biyolojik ve kimyasal bombalar kullanılacak. Elektrik santralleri ve yollar tahrip edilecek. Bir gün elektrik kesiliyor diye yemeklerimiz bozuluyor. Savaş olursa nasıl yaşayacağız? Bugün Türkiye nüfusunun yarısı kentlerdedir.
Bugün herkesin köyde kardeşi veya yeğeni vardır. Ama elli sene sonra, yüz sene sonra kenttekiler köydekileri tanımayacaklar. Bu böyle devam ederse daha büyük öldürücü silahlar keşfedilecek. Bizim kooperatiflerin projeleri ancak o günün kıyametinde insanlığı kurtarabilir.
فَلَمَّا جَاءَ آلَ لُوطٍ الْمُرْسَلُونَ (61)
FaLamMAv CAvEa EAvLa LuvTin elMuRSaLUyNa
“Lut âline mürseller ciet edince.”
Bundan önce Hazreti İbrahim’e anlattıklarını bize anlatmaktadırlar.
Demek ki şimdi de biz Adil Düzen Çalışanlarına anlatılmaktadır. Bize âlim oğlan vaat ediliyor. Yani “Adil Düzen” vaat ediliyor. Şimdiye kadar bizim torunlarımız ilgilenmediler. Ama yarın ilgilenecekler, “Adil Düzen”i öğrenecekler demektir.
Biz ümidimizi kesmemeliyiz...
Bu olmuyor, kimse gelmiyor dememeliyiz. Günü gelince Allah “Adil Düzen”i öğrenen gençler ortaya çıkaracaktır. Günü gelince ortaklık işletmelerini kuracak nesil gelecektir. Millî Görüş ve Gülen Cemaati bunların habercisidir...
Ama öbür taraftan direnen, faiz ve fuhuş üzerinde ısrar eden bir kavim de olacaktır. Elçiler onları helak etmeyecektir. Burada dikkat edecek olursak elçiler helak etmiyor. Elçiler sadece çıkın gidin diye haber veriyor. Patlama oluyor ve lavlar arasında kalıyorlar.
Burada “Fa” harfi gelmiştir. Oysa Hazreti İbrahim’in yeri ile Hazreti Lut’un şehri arasında belki aylık yol vardır. O halde bunlar o günkü insanlar değildir, belki uzaydan gelen insanlardır. Uçakları var, hızlı hareket ediyorlar. Belki de atom bombasını bile taşıyorlar. Ayetlerin baştan sonuna kadar okunması ve kazıların yapılması sonunda Lut kavmine gelen helakin hangisi olduğunu öğrenebiliriz. Lavlar yağmış olabilir. Yahut uzaydan gelen insanlar bombalar yağdırmış olabilir. Yahut melekler bu helaki yapmış olabilir.
فَلَمَّا جَاءَ
FaLamMAv CAvEa
“Ciet ettiklerinde”
Mürseller bundan sonra ciet ettiler. Kırgızlar “gidelim” diyeceklerine “gettik” derler. Yani başlamayı getme olarak anlarlar.
Hz. Lut’a gittiler deyince Lut’a gitmek için çıktıklarında mı yoksa Lut’a vardıklarında mı? Arkasından dediler söylediğinden vardıklarında demektir.
Kur’an böylece kelimeleri beyan eder. Gelecekteki şart edatı “İn”dir, geçmişteki “Lev”dir. Olmamışın şartıdır. “Levla” 62 (altmışiki) defa geçtiği halde “Levma” bir defa geçmektedir.
Buradaki “Ma” menfi “ma”sıdır. Menfi olmayan “Levma” “Lemma”ya dönüşmüştür. Geçmişteki şartı ifade eder. “İz” ile manaları çakışmaktadır. “İz”de şart yoktur, sadece zarftır. “Lemma” sadece zarf değildir, gelme ile söyleme arasında bir ilişki vardır demektir.
“İzmir’e gidince Ömer’le karşılaştım” dediğimizde, İzmir’e gitme sadece zaman zarfıdır. “İzmir’e gidince sera imalatına başladık” demek, gitme ile imalat arasında sebep-sonuç ilişkisi vardır demektir. “İz”de sebep-sonuç ilişkisi yoktur, “Lemma”da sebep-sonuç ilişkisi vardır anlamındadır.
آلَ لُوطٍ
EAvLa LuvTin
“Lut’un âline”
Burada “Lut’a” denmiyor, “Lut’un âline” deniyor. Yalnız Hz. Lut’u kurtarmak için gitmiyorlar. Hz. Lut’un âlini kurtarmak, cemian kurtarmak için gidiyorlar. Hz. Lut’un kavmine gitmiyorlar, Hz. Lut’un âline gidiyorlar. Çünkü onların görevi Hz. Lut’un âlini kurtarmaktır, kavmini helâk etmek değildir.
Son laik yorumcular, Mezopotamya’da tufan olduğunu kabul etmek zorunda kalıyorlar. Çünkü böyle bir deniz istilasının kalıntıları mevcuttur. Ama bunun sebebi Sümerlerin yaptığı topraktan barajların patlamasıdır diyorlar. Bu yorum yanlış olmayabilir. Gemi bunun için yapılıyor.
Hazreti Lut Peygamber de halka patlayacak olan yanardağı haber veriyor, yoksa yanardağı kendisi patlatmıyor. Tedbir olarak çıkmalarını istiyor.
Biz de insanlığı uyarıyoruz. Dün peygamberler gökten gelen meleklerden öğrendiklerini aktardılar. Biz şimdi Kur’an’dan ve müsbet ilimlerden öğrendiklerimizi hatırlatıyoruz. Sosyal tufan olacak. Gelin tedbir alın. Yüz lojmanlı apartmanları ve yüz villalık dinlenme sitelerini kurun diyoruz.
الْمُرْسَلُونَ (61)
elMuRSaLUyNa
“Mürseller”
“Mürseller” marife gelmiştir. Caû dediğinde kolayca Mürseller olduğu anlaşılırdı. Burada mürselleri tekrar etti. Hazreti İbrahim’e gelen mürseller ile Hazreti Lut’a gelen mürseller farklı görevdeki mürseller idi. Birine müjde veriyor, yeni uygarlığın habercisi oluyor. Diğerleri ise uyarıcı olmaktadırlar. Mürseller aynıdır ama görevleri farklıdır. Diyelim ki meclis başkanı cumhurbaşkanına vekâlet ediyor. Meclis başkanından bahsederken, eğer cumhurbaşkanı vekili görevinden bahsedecekseniz tekrar edersiniz, zamirle yetinmezsiniz.
قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ (62)
QAvLa EinNaKuM QaVMun MuNKaRUvNa
“Siz münker kavimsiniz dediler.”
Hz. Lut’un âline geliyorlar ve yapacaklarını ona söylüyorlar. “Kalu” demiyor da “Kale” diyor. Demek ki başkanlara yapılan hitap topluluğa yapılmış hitaptır. Başkanın söylediği de topluluğun söylediğidir.
İşte, tüzel kişilik böyle başlar. Nasıl insanlar değişik hücrelerden oluşur ama ruh bir tanedir. “Ene” bir tanedir. Ben on yaşımda bendim, şimdi de benim. Oysa hücrelerim değişmiştir. Bu birliği sağlayan yönetim merkezi vardır. Bu bir hücredir. Yani ruh bir hücre ile irtibat kuruyor ve diğer hücreler hep oradan yönetiliyor. Yani “ene”yi tek hücre mi temsil ediyor, yoksa birçok hücrelerle mi irtibatı vardır? Uyku ve ölümde o tek hücre ile mi ilişki kesiliyor?
Toplulukta da tek başkan vardır. İktidar tecezzi etmez. Bakınız, bu ayet aynı zamanda anayasanın ana maddelerinden biri olmaktadır. Devleti başkan temsil eder.
قَالَ
QAvLa
“Kavl etti”
Hazreti Lut aleyhisselam gelenleri görünce tanıyamadı, yabancı olduklarını da gördü. Konuşmaları, kıyafetleri ve eşyaları ile kim olduklarını bilemedi. Siz bir kavimsiniz yahut kavimlerdensiniz diyor.
إِنَّكُمْ قَوْمٌ
EinAKuM QaVMun
“Siz bir kavimsiniz”
Türkçede inkâr etme, kabul etmeme, reddetme manasında kullanılır. Bilmeme, tanıyamama anlamındadır. Siz münkersiniz demek, tanıyamadım, kim olduğunuzu bilemedim demektir. Şahsen tanımasanız bile bu polistir, bu Türk’tür, bu turisttir, bilirsin. Ama daha önce hiç karşılaşmadığın kimselerle karşılaşırsan, onun münkeri olursun.
مُنْكَرُونَ (62)
MuNKaRUvNa
“Münkersiniz”
Yabancısınız; buyurun, ne işiniz var demek istiyor. Hazreti Lut aleyhisselam da böyle kimselerin geleceğini beklemiyor. Demek ki elçiler Cebrail gibi özel olarak gelmediler, vahyi getirenler değiller. Hazreti Lut daha önce de vahiy alan kimsedir. Beki de gelenler melek değil uzay adamları idi. İnsan idiler ama yeryüzünün insanı değildiler.
Bütün bunları ilerde öğreneceğiz.
Bunun başka anlamı da, üçüncü binyılda da uzaydan adamlar gelip yeryüzünü bombalayabilirler yahut büyük bir zelzeleyle yeryüzünün her tarafını lavlar kaplayabilir. Uzaydan gelen meteorlar yeryüzünü gubar/toz içinde bırakabilir.
Bunları yönlendirmek mümkün müdür?
Bir Batı âlimi kelebeği anlatmaktadır. Yeryüzünde atmosferik olaylar vardır. Hortum oluşur. Ama sinekler devamlı uçarlarsa bunu önlerler. Uzun zaman sinekler gelmezlerse, sonra bir kelebek fırtınayı koparabilir. Balıklar Amerika’dan Avrupa’ya yollarını şaşırmadan gidip geliyorlar. Orada doğan yavrular da hiç görmedikleri yerlere seyahat yapabiliyor. O halde hayvanları yönlendiren güç sulardaki balıkları yönlendirir ve tsunami olur.
İşte, Allah insanlara bunlardan korunmaları için ilim vermiş, teknik vermiş. İnsanlar bu ilmi ve bu tekniği birbirlerini öldürmede kullanıyorlar. Adil Düzen Çalışanları bunu bu doğal afetlerden korunmak için kullanırlar.
Biz barış istiyoruz. Hazreti İbrahim’in milletindeniz. Ama Allah’ın zalimleri ve mücrimleri helak edecek orduları vardır. Kur’an onu bize vermektedir. O zaman resuller gökten geliyordu. Şimdi ise insanlar âlim oldular, ilim onlara haber veriyor. Düzce depremde battı ama insanlar yeni binalar yaptılar, orasını terk etmediler.
قَالُوا بَلْ جِئْنَاكَ بِمَا كَانُوا فِيهِ يَمْتَرُونَ (63)
QAvLUv BaL CıENAvKa BiMAv KAvNUv FIyHı YaMTaRUVNa
“Evet, dediler, biz imtira etmeleri sebebiyle sana ciet ettik.”
“Mirye” eskimiş elbise demektir. Bir bilgi ortaya çıkmış ama etkisi olmadığı için eskimiş, insanlar onu kabul etmez, ilgilenmez, olmayacak sanırlar. Görmeden, ilgilenmeden ciddiye almazlık demektir.
“İmtira etmek” demek, kendi bilgisinden kendin şüphe içinde olmak demektir.
İnsanlara anlatırsın, anlatırsın, her türlü delilleri ve kanıtları getirirsin ama onu bir türlü kabul etmezler. Bu imtiradır.
Herkes Batılıların, dolar babalarının ne söylediklerine bakar. Onlar evet diyorlarsa o doğrudur. Sen söylersen, bütün ayetleri getirsen bile yine inandıramazın.
Bir hususta imtira etmek demek, söylenenlere inanmamak demektir. Demek ki Lut kavmi ilmen ne olacağını bilmektedir ama fiilen ve hissen bir türlü kabul etmemektedirler. Zaten kâfir olanlar da bunlardır; bile bile gerçekleri kabullenmemek.
“Sana geldik” diyorlar, “onlara geldik” demiyorlar. Onun ne yapacağını anlatıyorlar.
Bugün insanlar yeni bir şeyin olması için bütün insanların kabul etmesini beklerler. Herkes kabul ediyorsa, onlar da kabul edeceklerdir. Bu imtiradır yani kendine değil başkalarının ağzına bakmadır. Ben Batı ilimlerini hep okurum, İslâmî ilimleri hep okurum. Ebu Hanife böyle söyledi diye kabul etmem yahut Newton söyledi diye kabul etmem. Ben kendim için aklımı herkesin üstünde görürüm. Benim aklım erdiyse kabul ederim. Sizden de bunu isterim, bildiğinize güvenin, kendinize güvenin. Ama kendinizi başkasından üstün görmeyin. Benim aklım benim içindir. Herkesin aklı herkes içindir. Kimse kendi bilgisinden, kendi aklından mirye içinde olmamalıdır.
قَالُوا
QAvLUv
“Kavl ettiler”
Elçiler Hazreti Lut’un ‘Sizi tanıyamadık, kimlerdensiniz?’ sorusuna; ‘Evet, biz münker bir kavimiz’ dediler.
“Kavim” kelimesi Arapçada geniş ve dar manası olan bir kelimedir.
Kavim, başkanları olan topluluktur. Tüzel kişilikleri vardır. Bu geniş manasıdır.
Dar manası ise, insanlıktan küçük, illerden büyük bir topluluğun adıdır.
Bir de “karye” kelimesi vardır, geniş manadaki her kavmin sahip olduğu toprak parçalarıdır. Dar manası, bir bucağın bölünmüş topraklarıdır.
Gelenler o belde halkından değiller, hattâ belki de bildiğimiz insan bile değiller.
بَلْ جِئْنَاكَ
BaL CıENAvKa
“Evet, sana ciet ettik”
Münker kavim olarak sana geldik.
“Bel” kelimesi daha önce söyleneni tasdik veya inkâr etmek üzere söylenmektedir. Münkeriz veya değiliz ama biz sana geldik. Seni kurtarmaya geldik.
Hazreti Lut aleyhisselam, Hazreti İbrahim’in daima destekçisi olmuştur, Hazreti Musa’nın Harun’u gibidir. Sonra Mezopotamya’dan ayrılacaktır. Hazreti İbrahim Kenan diyarına gelecektir. Hazreti Lut aleyhisselam onunla beraber olacaktır. Daha görevi bitmemiştir.
Biz Akevler’i Ahmet Tahir Satoğlu ile birlikte kurduk. Sonra Erbakan’la bir olarak siyaset yaptık. Zaman zaman irtibatımız azaldı ama sonuna kadar bir ve beraberdik. Erbakan öldüğü zaman ben kendimi yalnız hissettim. Ülkede bir sıkıntı olduğu zaman ona giderdim, ona anlatır, çözerdim, rahatlardım. O da onunla ilgili çözümleri yapardı.
Şimdi olay oluyor. Savaş kapıya geliyor. Kimse ile görüşemiyorum.
İnsanın hayatta böyle “halil”inin olması gerekiyor.
Bugün Erbakan’dan daha yakın arkadaşlarım vardır. “Adil Düzen”e büyük hizmetler yapıyorlar. Ama kendileri taşın altına el koymuyorlar. Herkes beklemede; başkasını bekliyor..
Hazreti Lut ile Harun böyle değildirler.
Tüm arkadaşlarımdan şunu istiyorum. Her biriniz tek başına Hazreti Musa’sınız, Hazreti İbrahim’siniz, Hazreti Nuh’sunuz, böyle kabul edeceksiniz. Size düşen görevi kimseyi beklemeden kendi başınıza yürüteceksiniz. Herkesle istişare edeceksiniz ama kararı siz kendiniz vereceksiniz. Milletvekili olma siyasetiniz olmayacak ama tebliğ siyasetiniz olmalıdır. Siz bir cemaat oluşturup zikir çektirmeyeceksiniz ama sizin de imanda ve ahlakta bir görüşünüz olmalıdır.
بِمَا كَانُوا فِيهِ يَمْتَرُونَ (63)
BiMAv KAvNUv FIyHı YaMTaRUVNa
“İçinde imtira ettikleri nedeniyle.”
Evet, Lut kavmi bugünkü cinsi ahlakın iflası benzeri bir iflasın içinde yuvarlanmaktaydı. Bununla beraber kendileri yaşamak için bu ahlaksızlığı yapmaktadırlar. Biz bugün bunu yapmazsak aç kalırız havasında idiler.
Mekkeliler de, biz tek Tanrı’ya inanırsak, Araplar Kâbe’yi ziyaret etmez, biz aç kalırız, ticaretimiz kesada uğrar sanmışlardı.
Bugün de insanlar dolara tapmasalar yaşayamayacaklarını sanırlar. Doların kendilerini tanrılaştıracağını sanırlar. Lut kavminin yaptığı aynı cinsi ahlaksızlığı da bunun için yapmaktadırlar. Tekel sömürü Sermayesi bir moda çıkarır, insanlar o modanın esiri olurlar. İnsanlar aynı genleri taşıyorlar ve o gün (Lut kavmi zamanı) ne iseler bugün de odurlar. Yapıları asla değişmedi. Kıyamete kadar da değişmeyecektir.
Bizim yapacağımız şey bize düşenleri yapmaktır; Kur’an seminerlerini üretmek ve takip etmek. Dikkat edin, üretmek diyorum; bizim seminerleri takip etmek demiyorum. Tüm Kur’an’la meşgul olanlar ve bu alanda çalışmalar yapanlar aralarında irtibat kurmalı ve yardımlaşmalıdırlar. Kur’an’ı yorumlamada çağımızın ihtiyaçlarını karşılamak üzere birlikte yardımlaşmalıyız. Biz Risaleleri okuyoruz ama onlar bizi okumuyorlar. Bu kopukluk kalkmalıdır. Kabul edip etmemek ayrı şeydir ama bizi okumaları gerekir.
Bugünkü halkımız imtira içindedir. Ya bin sene evvelki âlimlerin söylediklerinin dışına çıkamıyorlar yahut sermayenin dolar aşkı ile dayattığının dışında bir adım atamıyorlar. Artık bunlardan kurtulmalısınız. Bin sene evvelki müçtehitler yanlış yaptılar demeyeceğiz. Ama onlarınki onlara ait, bizimki ise bize aittir. Batılılar kötüdür, fasıktır demiyoruz ama onlarınki onlar için, bizimki de bizim içindir.
Artık hiç olmazsa Adil Düzen Çalışanları Batı mantığından ve zamanı geçmiş mezhep veya tarikat taassubundan kendilerini kurtarmalıdırlar. İmtira içinde olmamalıdırlar. Ben söylemiyorum, Kur’an söylüyor.
Lut kavminin başına gelenler, imtira içinde olmaları, kendilerine güvenmeyip şeytanın korkutması ile düştükleri dalaletlerdir. Evet, Lut kavmi mücrimdi. Çünkü mümteri idiler, kendilerine güvenmedikleri için zannediyorlardı ki cürümlerle hayatlarını sürdürmektedirler.
Haydi, Adil Düzen Çalışanları, artık zamanı gelmiştir. Ahşap evleri, işyerleri, seraları, dinlenme evleri, yüz lojmanlı apartmanları kurma zamanı gelmiştir. Herkesi buraya yöneltin. Nuh’un gemilerini inşaya başlayalım. Bir an önce inşa edelim ve zamanı gelince oraya taşınalım. Sözlerime kulak veriniz, biz yapamayız demeyiniz. Biz yapmayacağız, Allah yaptıracaktır. Ben 60 yaşıma geldim demeyiniz. Siz başlayın, sizden sonra onları devam ettirecekler bulunacaktır.
وَأَتَيْنَاكَ بِالْحَقِّ وَإِنَّا لَصَادِقُونَ (64)
Va EaTaYNAvKa Bi eLXaqQı Va EinNAv La ÖAvDıQUvNa
“Ve sana hak ile geldik ve biz sadıklarız.”
Yukarıda “felemma cae” dendiği halde, burada “eteynake” denmektedir, “ci’nake” denmemektedir. Burada gelmek manasında değil, getirmek manasındadır. “Bi” harfi ile taaddi etmiştir. “Cae bi’l-hakki” olarak da gelmektedir.
Hakkı getirmek ve sadık olmak...
Harfi atıf ile eklemek.
Hak nedir?
Buraları terk edip gitmenizdir. Biz doğruyuz, söylediğimiz gerçektir. Buraları Allah’ın azabı alacaktır. Olacak olan olacaktır.
Bizim bugün insanlığa sunacağımız Hak olmalıdır. Hakkı getirmeliyiz. Bu da Kur’an’ın bugün insanlığa anlattıklarını anlatmaktır. O gün elçilerin yaptığını bugün âlimler yapacaklardır. Âlimler insanlara ne yapmaları gerektiğini anlatacaklardır. Ama yapmadan söylemeyecekler; önce yapacaklar, sonra söyleyeceklerdir.
Akevler bunu yapmaktadır. Başkalarına sözle tebliğden önce, kendi yaptığına insanları çağıracaktır. Sonra da doğru haberleri verecektir.
SIDK ile HAK ne demektir?
Münafıklar geliyorlar, inanmadıkları halde, biz senin Allah’ın resulü olduğunu kabul ediyoruz diye söylüyorlar. Söyledikleri haktır ama onlar yalancıdırlar. İnanarak söylemiyorlar. Burada, biz sana hakkı getirdik. Söylediğimiz haktır. Aynı zamanda biz de bunun olacağına inanıyoruz, şüphemiz yoktur diyorlar.
Biz insanlara hakkı söyleyeceğiz. Ama biz inanarak söyleyeceğiz. İnandığımıza onları inandırmak için söylediklerimizi yapmamız gerekmektedir. Eğer biz kendimiz bir işi yapmıyorsak, o zaman biz sadık değiliz demektir.
Fethullah Gülen, eğer bunlar bu hizmetleri sadıkane yapmıyor, kendi çıkarları için yapıyorlarsa, lanetliyor. Herkesi kendisi gibi sanmaktadır. Sonra bedduası samimi olmayanlara ulaşınca da karşı tarafı suçlamaktadır. Yine de kendi arkadaşlarının sadık olduğuna kani bulunmaktadır. Biz insanın içini bilemediğimiz için sadece zahirle hükmederiz.
Elçilerin, ‘biz hakkı söylüyoruz, sadıkız’ demelerinin hikmeti nedir?
Eğer ona inanıyorlarsa zaten inanıyorlar, sözlerine inanmıyorlarsa bu sözlerine de inanmazlar. İki türlü bilgi vardır. Zanni bilgi vardır. Kesin bilgi vardır. Hayatımız hep kati/kesin bilgilerle geçmez. Çoğu zaman zanni bilgilerle amel ederiz. Biz bununla mükellefiz. Birbirimize de zanni bilgileri aktarır, onların da yararlanmasını sağlarız. Bunlara içtihatlar denmektedir.
Bazı bilgiler vardır ki onlar kesinlik derecesine ulaşmıştır. Onları da aktarırız. Karşı tarafa kesin olduğunu bildiririz. İşte, burada, biz hakkı getirdik ve bunu zanni olarak size aktarmıyoruz, kesin bilgimize dayanarak aktarıyoruz.
Kur’an’ın başka ayetlerinde, zan haktan bir şeyi iğna etmez diyor. Bilgin kesinse karşı tarafa ona göre bilgi verirsin, zanni ise ona göre verirsin. Burada ifade edilen haktır, zanni değildir, diyorlar. Sonra, biz buna inanarak aktarıyoruz, biz bu söylediklerimizde sadıkız diyorlar.
İcma var, tevatür var. Biz sadıkız dediğimiz zaman, biz teminat veriyoruz demektir.
Demek ki ayet bize aynı zamanda haberleşmeyi de öğretmektedir.
Ben şimdi size manalar veriyorum. İcmalarla sabit değildir. Dolayısıyla kesin haktır demiyorum. Böyle içtihat ediyorum, diyorum. Ama ben inanarak söylüyorum. Siyaset gereği söylemiyorum. Birçok ehli tarikata anlattığım zaman söylediklerimizi anlıyorlar; ama şimdi biz bunu söylersek ortalık karışır diyorlar ve bizi tasdik etmiyorlar!
Biz hakkı söylemeliyiz, sözlerimizde de sadık olmalıyız. İdare-i kelam yapmamalıyız. Uydurma bir söz vardır; insanlara akılları kadar söyle. İşte, bunlar, size gerçekleri söylüyoruz diyorlar. Hazreti Lut’u inandırmaktan çok, kendilerinin inanmış olduğunu anlatıyorlar.
وَأَتَيْنَاكَ بِالْحَقِّ
Va EaTaYNAvKa Bi eLXaqQı
“Ve biz sana hak ile ityan ettik”
Söylediklerimiz kesin bilgidir.
Usulcüler kesin olana “nas” diyorlar, kesin olmayana “zahir” diyorlar. Topluluk içinde de kesin olana “muhkem” diyorlar, kesin olmayana “müfesser” diyorlar. Beyan ettiğiniz zaman bunları belirtmeniz gerekir.
Bir gazete bir yazı yazdığı zaman, bu bilgilerin mertebesini bildirmek zorundadır. Eğer bu haktır ve ben yazar olarak sadıkım derse, o beyandan sorumludur. Ama bu haktır demezse ve ben sadıkım demezse, ben duydum size de aktarıyorum ama beyanlarımdan emin değilim, sorumluluğu kabul etmiyorum anlamında olur. Bugün basının tamamı bunu söyleyemiyor. Ama okuyanlar bu güvence verilmiş olarak okuyorlar.
O halde biz Akevler Adil Düzen Çalışanları olarak bir dergi çıkarmalıyız ve orada hakkı söylemeliyiz. İnsanlar bunu Akevler yazdı deyip ona göre inanmalı. Biz sadıkız cümlesini de eklersek, güvenceli bilgi veriyoruz, yanlış olursa sorumlusu biziz demeliyiz.
Dünyada mevcut olmayan böyle bir dergi çıkarırsanız bu mucize olur. Haber yanlış olursa, zarar görenin zararı tazmin olunur. Aynı dergiyi okuyanlar dayanışma içinde olurlar ve derginin hata etmesi hâlinde okuyucular bölüşerek öderler.
Tüm şahitler ve hakemler böyle dayanışma içindedirler.
وَإِنَّا لَصَادِقُونَ (64)
Va EinNAv LaÖAvDıQUvNa
“Ve biz sadıklarız.”
Yanlış olursa sorumluluğunu alıyoruz demek olur. Bu da ancak teavün şirketleri ile mümkündür. Velayet yani dayanışma kurulu ile sağlanır.
Allah bize burada haberleşmedeki sistemi de anlatmış olmaktadır.
Devletin iktidar partisinin böyle sadık haberleri olmalıdır. Beyanı yanlış çıkarsa zarar görenleri devlet tazmin eder. Böyle bir dergiye sahip devlete herkes inanır ve böylece devlet güçlü hâle gelir. Bütün haberlerin bu seviyede olması gerekmez.
Diğer teminatsız ve zahir mertebede haberler de var olacaktır. Başka türlü hayat olmaz. Ama hak ve sadık olan bir dergi de çıkarılmalıdır.
فَأَسْرِ بِأَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ اللَّيْلِ وَاتَّبِعْ أَدْبَارَهُمْ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ أَحَدٌ وَامْضُوا حَيْثُ تُؤْمَرُونَ (65)
FaESRi BiEaHLiKa BiQıOaGiN MiNa elLaYLı VaitTaBıG EaDBAvRaHuM VaLAv YaLTaFıT MıNKuM EaXaDun Va EaMWUv XaYÇu TuEMaRUuNa
“Ehlinle leylin bir kıtaında seyret. Duburlarına tabi ol. Sizden biri iltifat etmesin. Emr olunduğunuz yerden madye edin.”
Onlara gecenin bir parçasında çıkmayı emretmektedir.
“Leyl” marife, “kıt’an” ise nekredir. Gecenin belirsiz bir yerinde seyr edilecek, yani ne zaman çıkıldığı, ne zaman yüründüğü bilinmeyecek. Böylece başkaları çıkış saatini bilmeyecekler. Hazreti Lut arkadan gidecek. Âlini yola koyacak, kimse arkada bırakılmayacak, öyle hareket edilecek. Hazreti Lut arkadan takip edecek.
Savaşın kuralı budur. Seyrin kuralı budur. Öncüler var, yancılar var. En arkada komutan yürür. Burada emr olunduğunuz yerlerden yürünecek.
Emreden kimdir?
Elçiler takip edilecek yolu baştan bildirmişlerdir. Bu yol patlama olduğu zaman bile patlamanın etkisinden korunacak yoldur.
Bugün de zelzelede ve savaşta takip edilecek yollar baştan hazırlanan taktiklerde bellidir. Bunlar değişik biçimleri hazırlanır. Komutan bunlardan birini seçer ve ona göre herkes plana ve zamana göre hareket eder. Yolda çıkacak beklenmedik olayların dahi hareket planları vardır. Komutan onlardan birini seçer.
Herkes aldığı emre göre yürür. Bu emir harekât planında bellidir. Yürüyüşe gece geçilir. Sabahları ise saldırı gerçekleşir. Bu çekilme harekâtıdır. Savaşta veya zelzelede çekilme harekâtı hakkında bilgi verilmektedir.
بِأَهْلِكَ فَأَسْرِ
FaEaSRı BiEaHLiKa
“Ehlinle isra et”
Gece yapılan seyahattir. Seriyye de gece baskınlarıdır. Seyr kelimesi ile akrabadır. Gece seyr etme “SRY”dir. “İsra” ise gece yürütmek, gece götürmektir.
“SRR, SYR, SRY” kelimelerinin söylenişleri ve anlamları birbirine çok yakındır. Türkçedeki “serinlik” kelimesi ile de ilgileri vardır. “Mesrur olmak” serinlemek demektir.
Gece çıkıp gidilecektir. Gece ışıksız gidilecektir. Arabaların farlarını söndürüp hareket edilecek. Nasıl başarılacak? Gece yürüyüşünün, kafile yürüyüşünün özelliği vardır. Onun için ayrı kelime kullanılmaktadır. Seyrden farklı olmaktadır.
Dil hayatı ifade eder. Topluluklar kavramları dille oluştururlar. Topluluklar arası kavram farkları vardır. Kur’an Arapçasının kendine göre kavramları vardır. Bu kavramları topluluklar farklı algılarlar. Bundan dolayı zamana ve mekâna göre Kur’an’ın yorumları farklıdır. Bu sebepledir ki eskilerin tefsirleri günümüzü anlatmaz.
Yukarıda “âl” denmiş, burada “ehl” denmiştir, “esri biâlike” denmemiştir. Gece seyri topluca bir arada yapılmaz, parça parça herkes kendi ehli ile hareket eder. Böylece hem birbirlerini rahatsız etmezler, hem de saldırılarda atılan bombalarda hepsi birden helak olmazlar. Askerliğin ana kuralı vardır. Savunmak için mümkün olduğu kadar dağılacaksın ve/ya toprağa gireceksin. Burada dağınıklığa işaret etmektedir.
بِقِطْعٍ مِنَ اللَّيْلِ
Bi QıOGiN MiNa elLaYLı
“Leylden bir kıt’ada”
Leyl marifedir. O gece gidilecekler. Hareket zamanı başkan tarafından seçilecektir. Bu sebeple nekredir. Ama uzunluğu ise planda maruftur. Şu kadar saatte şuralarda yürünecektir. Bu öyle ayarlanır ki en zayıflar o saatte hedefe varsınlar. Yürüyüş ayrı ayrı yapılır, sonunda bir yerde aynı zamanda birleşmiş olurlar.
وَاتَّبِعْ أَدْبَارَهُمْ
VaitTaBıG EaDBAvRaHuM
“Ve dübürlerine tabi ol”
Arkalarından git. Hem ehlinin arkasından gidecektir, hem de ehli diğer bütün âlin arkasında olacaktır. Savaş harekâtı anlatılmaktadır.
Buradan şunu öğreniyoruz ki trafik kuralları hukuk kuralları değil askeri kurallardır. Dolayısıyla bir kara veya hava veya deniz yollarında askeri sistem içinde emir komutaya göre hareket edilecektir.
Bir üretimde de durum böyledir. Ortak iş yapılacaksa, hukuk düzenine göre değil, askeri düzene göre yapılacaktır. Bizim derslerimizi yaparken de askeri düzen içinde yapmamız gerekmektedir. Herkes izin alarak konuşacaktır. Biri konuşurken başkaları ikili olarak konuşmayacaklardır. Bunlar baştan basit gibi görünür. Ama namaz bize bu disiplini öğretmek için konmuştur. Herkes konuştuktan sonra, başkan sonunda konuşacaktır. Ben konuşmuyorum. Çünkü kimse dinlemiyor. Oysa son sözün söylenmesi için istişare ediliyor.
Bu ayette gece harekâtı ince noktalarına göre anlatılmaktadır.
Zamanla Kur’an düzeni içinde sohbet etmeyi de öğreneceğiz.
وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ أَحَدٌ
VaLAv YaLTaFıT MıNKuM EaXaDun
“Ve sizden hiçbiri iltifat etmesin”
“Left” kelimesi “telef” kelimesi ile de akrabadır. Kur’an’da “telef” kökü yoktur, “left” de iki defa geçmektedir. “Li telfitena amma vecedna aleyhi abaena” denmektedir. Burada kimse ehlinden ve âlinden ayrılmasın. Sürüden uzaklaşmasın denmektedir.
وَامْضُوا حَيْثُ تُؤْمَرُونَ (65)
Va EuMWUv XaYÇu TuEMaRUuNa
“Ve emr olunduğunuz yerlerden geçin, oralardan yürüyün.”
Harekât planlamasında nerelerden hareket edilecekse oradan hareket edilecektir.
Geceleri yol bulmak çok önemlidir. Gece yürüyüşlerinde şaşırtmaca yürüyüşler olur. Çöllerden, ovalardan gidilir. Düşmanın beklemediği yerlerden geçilir. Ne var ki bu sefer de yol bulmak zorlaşır. Bunun için yön ve yer tayin araçları konduğu gibi güzergâhlara kılavuzlar da yerleştirilir.
Şimdi başka bir şeye de işaret vardır. Biz kooperatifleri kurup kendi düzenimizi yürüterek de böyle Sermaye’nin farkına varıp saldırmasını önleyecek tedbirler almalıyız. Biz ticaretle uğraşmamalıyız. Malları ona satmalıyız. Büyük kooperatifler kurmamalıyız. Semt kooperatifleri kurmalı, küçük işletmeler halinde çalışmalıyız. Ama aynı zamanda âl olup topluca ayrı ayrı yollardan ulaşmalıyız. O bunlardan haberdar olsa da, çok olmamız ve dağınık olursak bize saldırsa da çökertemez. Akevler bu taktikleri kullanarak yarım asır saldırılara dayanmıştır. Parti kurduk, holdingler oluşturduk, dikkati oraya çektik ve biz küçük kooperatif olarak “ADİL DÜZEN”i oluşturmaya devam ettik.
وَقَضَيْنَا إِلَيْهِ ذَلِكَ الْأَمْرَ أَنَّ دَابِرَ هَؤُلَاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِحِينَ (66)
VaQaWaYNAv EiLaYHi ÜaLiKa eLEMRa EanNa DABiRa HAvEuLAEi MaQOUvGun MuÖBiXIyNa
“Ve biz bu emri ona kaza ettik. Bunların dabırı ısbah ederken kat olunacaktır.”
Ebder gün gelecek, bir gece sabaha doğru bu zinacı, bu faizci, bu sömürücü, bu Tanrı ve ahlak düşmanı insanlık helak olacaktır, arkaları kesilecektir. Kimse artık onların peşinden gitmeyecektir. Üçüncü binyıl, Allah’ın nurunun tamamlandığı binyıl olacaktır.
Burada “ona kaza ettik” yani Lut’a kaza ettik diyor.
Bugünkü sömürüye karşı çıkacak olanlara da öyle olacaktır.
O halde bir taraftan Adil Düzen Çalışanları Hazreti İbrahim’in yaptıklarını yapacaklar, ilimde, dinde, ekonomide yol alacaklar. Diğer taraftan siyasiler çıkacak ve sosyal tufandan kurtulacak kimseleri kurtaracaklardır. Bunlar asker olacaklardır.
Biz apartmanları yapacağız, dinlenme evleri sitelerini kuracağız. Yarın patlama yaklaştığı zaman da siyasiler buraya kurtulacak olanları getirip yerleştireceklerdir.
Şimdi Fethullah Gülen’in yapacağı iş bize katılmadır. Yüz dairelik lojmanları yapacağız, dinlenme evleri yapacağız.
وَقَضَيْنَا إِلَيْهِ
Va QaWaYNAv EiLaYHi
“Ve ona kaza ettik”
“Kaza etmek” demek kaderi yani planı uygulamak demektir. O halde başkana verilen yetki kaderi kaza etmektir. Yani plan ve proje yapılacak, başkan yahut görevli onu uygulayacak.
Bugün Türkiye’de hâlâ kaderi kaza etmek yoktur. Kader ve kaza birlikte yürür, uygulayıcı o anda proje yapar ve onu uygular.
Yani dört bin sene önceki uygarlığa bile henüz ulaşamamışız.
Ona kaza etmesini emrettik demek, ilmin kazasını ona verdik demektir.
ذَلِكَ الْأَمْرَ
ÜaLiKa eLEMRa
“Bu emri”
Bu işin yapılmasını ona havale ettik, o sebat edecek, harekâtı o yönetecektir.
Demek ki bir cephe komutanı olacak, savaşı o idare edecek. Bir trafik sorumlusu olacak, trafiği o idare edecek, kurallara göre idare edecek, plan ve projeye göre yapacak.
أَنَّ دَابِرَ هَؤُلَاءِ
EanNa DABiRa HAvEuLAEi
“Bunların dabiri”
Bunların sonu bu hareketle sonlanacaktır. Yarın bir tufan olacak ve tufan sonunda Sermaye’nin sömürüsü ve ahlaksızlığı, fitnesi ve fesadı sona erecektir.
Necmettin Erbakan bunların fesadını anlattı, insanlığa anlattı ve büyük darbe yediler.
İkinci darbe bundan sonra vurulacaktır.
Biz bununla görevli değiliz.
Bugünkü fesada siyasiler son vereceklerdir.
Biz Hazreti İbrahim’in devamı olarak üçüncü binyıl uygarlığını kuracağız.
مَقْطُوعٌ مُصْبِحِينَ (66)
MaQOUvGun MuÖBiXIyNa
“Sabahlayanlar olarak kesilmiş.”
Sonları gelmiş olacak.
Ne zaman?
Sabaha doğru, sabahleyin...
Buradaki sabah yalnız o gecenin sabahı değildir. Buradaki sabah İbrahimî dinin, İslâm dininin, barış dininin sabahıdır. “Sabah yakın değil mi” ayetindeki sabahtır.