HİCR SÛRESİ - 12. Hafta
وَلَقَدْ آتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَانِي وَالْقُرْآنَ الْعَظِيمَ (87) لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَى مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِنِينَ (88) وَقُلْ إِنِّي أَنَا النَّذِيرُ الْمُبِينُ (89) كَمَا أَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِمِينَ (90) الَّذِينَ جَعَلُوا الْقُرْآنَ عِضِينَ (91) فَوَرَبِّكَ لَنَسْأَلَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ (92) عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ (93)
***
وَلَقَدْ آتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَانِي وَالْقُرْآنَ الْعَظِيمَ (87)
Va LaQaD EAvTaYNAvKa SaBGan MiNa eLMaÇAvNIy Va eLQuREANa eLGJIyMa
“Sana 7 MeSAnNıyı ve azim Kur’an’ı ita ettik.”
“Qad” kelimesi bu surede 7 defa geçmektedir. Bunlardan biri cümle içinde “VeLe” getirilmeden geçmektedir. Altısı ise “VeLeKad” şeklinde geçmektedir.
“VeLeKad” sureyi 7’ye ayırmaktadır.
a) “Bunlar kitabın ve Kur’an’ın ayetleri” demektedir, Kitab ile mübin Kur’an’ı birbirinden ayırmıştır. Kur’an sadece kıraat olarak geçmektedir. Kur’an’ın ayetleri olduğu gibi Kitabın da ayetleri var denmektedir.
“Besmele”de iki harf yazılmaz ama okunur; “Allah”taki “A” ve “Rahman”daki “A” yazılmaz ama okunur. Ayrıca üç harf yazılır ama okunmaz. Telaffuz edilen 18 harf vardır, yazılan 20 harf vardır. Hem yazılıp hem okunan harf sayısı ise 20’dir. Bunların hepsinde Kur’an’ın icazı vardır. Bunun için atfetmiştir.
b ve c) Biz mustakdimlerini de müstahirlerini de biliriz diyerek bir ayette iki bölümü vermiştir. İnsanlığın bugünkü insanlar için iki yanı vardır, geçmiş ve gelecek. Allah’ın ikisini dediğini bildirmekle bunların farklı olduğu anlaşılmaktadır. “Leqad alimna” kelimesi tekrar edilmiştir. Geçmişi bilme ile geleceği bilmenin birbirinden farklı olduğuna işaret edilmiştir.
d) İnsanın salsaldan yaratıldığını anlatmaktadır. Bununla kromozomdaki DNA’ların gelecekteki rolüne işaret edilmektedir. Beşeriyetin tarihi, kromozomlardaki irsiyete benzer oluşum, DNA’larla, çevre şartları ile olmaktadır. Tarih de insandaki sosyal DNA’larla şartların çarpımı ile oluşmaktadır.
e) Hicr ashabı anlatılmaktadır. Hicr kentleri, El-eyke orman halkını, kura halkını, köylüleri anlatmaktadır. Uygarlaşma kentleşme şeklinde olduğu için yalnız Eyke üzerinde getirdi. Eyke’den bahsederken “Lekad” getirilmedi.
(Va La QaD MiNa Va ) (EATaYNAvKa SaBGan ) (ElMaÇANIy eLQuREANa eLGaJIyMı)
((2+2)+1) (2+3)=10
(E E) (Ga Ga) (Qa Qu) (Ka Y) 2+2+2+2=8
((Iy Iy) (Av Av)) (A A) ( 2+2) +2=6
(La eL eL eL) (Na Na N N) (n R) (Sa Ç D Ta)
(Va Va) (Ma Mı Mi B)
وَلَقَدْ
Va LaQaD
“Ve şimdi”
“Kad” geçmiş zamanı hale (şimdiki zamana) çeker. Şimdi sana Kur’an ve seb’an mesaniyi vermekteyiz diyor. Geçmiş peygamberleri anlattıktan sonra şimdi de bize anlatmaktadır.
Kur’an’da eğer “Kad”, “Lekad” ve “Velekad” şeklinde bir kelime geçmekte ise; bunun manası 21’inci asırda şimdi manası verilecektir.
Ey mümin, ey bu emirleri takip eden, ey sen inanmış Adil Düzen Çalışanı!
Sana, şimdi, seb’an mine’l-mesani verilmektedir. Yani Kur’an’ın en büyük mucizesi verilmektedir. Melek gelmiyor, peygamber mucize göstermiyor ama Kur’an mucize olarak işte gözünün önünde!
f) Burada yedi mesaniden ve büyük Kur’an’dan bahsetmektedir. Kur’an’la başlayan bölüm Kur’an’la sonlara doğru gitmektedir. Kur’an ayetleridir denmişti; işte o ayetlerin başında çift mesani olmaktadır ve seçkin sayıların 7 tabanlı ikili olduğu bildirilmektedir.
Burada size Kur’an’ın ve Kâinatın dayandığı sayılar hakkında yine hatırlatma yapalım.
Kâinat ve Kur’an ikili sisteme dayanmaktadır. Bugün fizik ve kimya okutanlar, biyologlar her şeyin çiftlerden oluştuğunu bilirler. Kur’an da böyledir.
Mesele, bu ayette iki “ve” vardır.
Mesela, bu ayete örnek olarak bakalım.
(Va La QaD MiNa Va) (EATaYNAvKa SaBGan) (ElMaÇANIy eLQuREANa eLGaJIyMı)
((2+2)+1) (2+3)=10
(E E) (Ga Ga) (Qa Qu) (Ka Y) 2+2+2+2=8
((Iy Iy) (Av Av )) (A A) ( 2+2) + 2=6
(La eL eL eL) (Na Na N N) (n R) (Sa Ç D Ta) 4+4+4+2=12+2=2*7
(Va Va) (Ma Mı Mi B) 2+4=6
İkili sistem 1,2,4,8,16,32,64,128,256,512,1024, …. dür.
En küçük dört asal sayı 2, 3, 5 ve 7 dir. 2*5=10 dur. 3+7=10 dur. 10 çarpımları ve toplamları eşit olan en küçük asal sayının kesiştiği sayıdır. Sayılar sistemi bu sayılar üzerine kurulur.
Tabanı 1, 3, 5, 7’nin ikili katları seçkin sayılardır. Bunlar aralıklardır. Daha küçük sayıların toplamı da seçkin sayılardır.
Kâinat bu seçkin sayılar üzerine kurulur.
Tırnak birim alınırsa, iki tırnak yarım parmak eder. İki parmak el bileğine kadar kısmın uzunluğudur. 4 parmak dirseğe kadar, 8 parmak omuza kadar uzunluktadır. Omuzdan göğsün ortası 2 parmaktır. Toplam beş 10 parmaktır. Buna “zira’/metre” diyoruz. İnsan boyu 20 parmaktır. 2 parmak ayakta yan yatmıştır. Topuktan boyu 18 parmaktır. İnsanda 32 diş olduğu gibi bir kolda 32 veya bacakta da 16 kemik vardır.
Bugün uçakların çıktığı ve yağmurun yağdığı tabaka 10 bin kulaç (metredir). Hava tabakası bunun 10 katıdır, ışık tabakası 100 katıdır. Yerin kabuğu da atmosfer kadardır. Yer yarıçapı atmosferin 7 katıdır. Ay’ın uzaklığı atmosfersiz yer çapının 60, atmosferli yer yarıçapının 50 katıdır. Güneş uzaklığı 400 Ay uzaklığı kadardır.
Gezegenlerin dizilişi de şöyledir. Yer ile Güneş arası 3 alınırsa 1,3,3,3,6,12,24,48,96,192 aralıklarla gezegenler dizilmişlerdir. Arada bir parçalanmış gezegen vardır.
Size kimyadan örnek verelim. Elektronlar bir daire üzerinde çift dolanırlar. Ondan sonra kürenin yüzeyinde üç daire vardır. 6 elektron dolanır, 4 çift bir bütünlük şeklindedir. 8 elektron bir asal gazı oluşturur.
Birinci yüzeyde bir yörünge vardır. Sonra ikinci yüzey gelir. Bunda birli ve üçlü yörünge vardır. Üçüncü yüzeyde birli, üçlü ve beşli yörünge vardır. Böylece bundan daha fazla sayıda yörünge dördüncüde de aynısı vardır. Beşincide birli, üçlü ve beşli yörüngeler vardır 7’li yoktur. Yedinci tabakada birli ve üçlü yörüngeler vardır ve bundan sonra artık tabakalar yoktur. O halde kimya en çok 7 olmak üzere yüzey ve yörüngelerden oluşur. Bunların sayısı 118’dir. Bunlardan 102’den sonrası çok kısa ömürlüdür.
DNA’ların bazıları dört çeşittir. Bir kromozom 10 basamaklı merdivendir.
İşte, Kâinat böyle 7 ve 3 tabanına dayanan ikili ve onlu sistem olarak yaratılmıştır.
Kur’an da ona göre nazil olmuştur, onun da harf ve kelime sayıları ikili sisteme dayanmaktadır.
Büyük Kur’an’da 112 sure vardır. Ayrıca bir de surelerin fihristi Fatiha Suresi vardır. Bir de Besmele’siz sure vardır; Tevbe Suresi. 16*7=112 eder. Fatiha dışındaki Kur’an’da 112 Besmeleli sure vardır. Besmelesiz sure ile Fatiha eklenirse 114 eder, o da 6*19=114 dür.
Sureler şöyle gruplanmıştır. Başta 64 büyük sureler var. Sonra 32 orta büyüklükte sureler var. Sonra 16 kısa sureler vardır.
64’lü grup sırasına dikkat ederseniz...
2+2+2+2=8 Tevbe ile beraber 8, Tevbe’siz 7 sure.
12+1+1+1+1 = 4*3+3+1 = 5*3+1 = 16 = 2*7+2
(1+1+1+1)+3=4+3=7 3’den 7’ye geçiş sureleri
7 + 4 * 7 = 35
10+8+12+35=65 Tevbe’yi sure olarak saymazsak 64.
Tevbe’nin sure olup olmadığını tartışmışlar ve anlaşamadıkları için Besmele’siz ayrı yazılmasına karar vermişlerdir. Eğer birinde karar kılsaydılar 2’li sureler 8 olmaz, 7 olurdu. Sure olarak kabul etselerdi 64’lü sureler 64 olmaz, 65 olurdu, ikili sistem çökmüş olurdu. Demek ki Sahabelerin icma ettiği yerde hata yoktur. Kur’an’da fazla veya eksik bir harf bile yoktur.
“Ve” harfi ile atfedilmiş olduğuna göre Fatiha büyük Kur’an’dan değildir ama Kur’an’dandır.
“El-Mesani” ikili demektir, marifedir. Besmele kastedilmektedir. “sena” yaka demektir. İkililer demektir. Arapçada ikililer en az üçtür.
“Mesani” masdarı miminin çoğuludur. İsmi zaman ve ismi mekân olarak gelir. İsmi zaman alırsanız mesani üç çarpanı ifade eder ve 8 olur. Eğer masdar olarak manalandırırsanız üç çarpım olur, o zaman da 16 eder.
Gerçekten Besmele’de 8 çeşit harf vardır ve harf sayısı 16’dır. Hem okunan hem yazılan harfler 16’dır.
Bunlardan dördü BMXH kameriyedir. İkisi BM dudak, ikisi boğaz kameriyelerdendir. I harfi “vav” veya “ya”dan dönüştüğü için harf çeşidinde yoktur, harf sayısında vardır.
Diğer dörtlü LRSN şemsiyedir. Sayılardan da 8’i şemsiye 8’i kameriyedir. İkilere bölündüğü için de mesanidir.
Fatiha’da 112 harf olduğu gibi büyük Kur’an’da da surelerin başında Besmele 112 defa tekrar edilmiştir. Yani Fatiha’daki besmele mesani kadar çoğaltılmıştır.
Sadece bu ayet ve Kur’an’ın buna göre düzenlenmiş olması bile, Kur’an’ın Allah’ın sözleri olduğunun ispatında yeterlidir.
Kur’an Kâinatın da mesani olduğunu bildirmektedir. Böylece Allah’ın üslubu ortaya çıkmaktadır.
Bu ayet Mekke’de nazil olmuştur. Henüz Kur’an’ın yarısı gelmemiş, sureler tamamlanmamıştır. O halde muhatap Hazreti Muhammed olamaz. “Verdik” diyor, “vereceğiz” demiyor. Kaldı ki, Kur’an’ın bu özelliği ancak yirminci yüzyılda anlaşılmıştır. Bu itibarla hitap bizedir. Cebrail ile vahiy alan en son Hazreti Muhammed olduğuna göre burada muhatap içimizden biri olamaz. Demek ki müminlerden her biri ayrı ayrı muhataptır.
Salsalın keşfi ile mesaninin beyanı aynı asra rastlar.
وَلَقَدْ
Va LaQaD
“Ve şimdi”
“Velekad”larla ayırdığı bölümlerden biri “salsal” diğeri ise “seban mine’l-mesani”dir. Bunlar arasında tam bir uyum vardır.
Önce “H” harfi var olmuştur. Sonra “H” harfi ikiye ayrılmış, “BiHi” olmuştur. “B” ve “H” ikiye ayılmış, “Billah” olmuştur. Sonra “BLLH” ayrılmış, “Billahirrahim” olmuştur. Son olarak ikiye ayrılarak “Bismillahirrahmanirrahim” olmuştur.
DNA’lar bölünüp katlanırlar ve kromozom olurlar. Değişme, yer değiştirme gibi biyolojide bilinen olaylar Kur’an’ın içinde de olmaktadır. Harfler iki olmaktadır. Harflerden bazıları akraba harflere dönüşmekte, böylece yeni kelimeler oluşmaktadır. Bazen bir kelimeden ayrılmış harf başka kelimeye eklenmektedir.
Dr./Müh. M. Lütfi Hocaoğlu ile birlikte Fatiha’yı çözdük, Akevler sitesinde yayınlandı. Tüm Kur’an’ın çözümü için insan DNA’ları benzeri çalışma yapılması gerekir.
Diyanet İşleri Başkanlığı mensupları namaz kılmakla yetinmektedirler. Oysa yapılacak bunca iş var. Bizden ne yapacaklarını öğrenip çalışmaya başlayabilirler.
آتَيْنَاكَ
EAvTaYNAvKa
“Sana ita ettik”
“E’taynake bi” şeklinde de söylenebildiği halde “Âteynake” gelmiştir. Bunun üzerine düşünüp çözümler bulmak Kur’an’ı yorumlamaktır.
“İtâ” ile “ityan” arasında şu fark vardır. “İtâ”da karşı tarafın yararına vermedir ve verilen kimsede eksilme ortaya çıkar. “Kalemi ita et” dediğiniz zaman kalemi bağışla anlama çıkar. “Kalemi ityan et” demek, şimdi onu bana ver, kullanayım, sonra kimin ise onun olur. “İta”da temlik vardır, “ityan”da temlik yoktur. “İta” ile “ityan bi” arasında ityan eden kendisi de gelmiştir, onu getirmiştir ama bırakıp gitme yerine onu denetlemektedir. “İta”da ise sadece vermektedir.
Bizim bulabildiğimiz farklar bunlardır. Siz de düşünün ve lügatlerde araştırın, ne farklar vardır, bakalım. Her gün bir araya gelip en az bir saat Kur’an üzerinde düşünmeye başlarsanız, artık zevk almaya başlarsınız ve günleriniz sevinç içinde geçer.
Buradaki “Sen” kimdir?
Klasik din adamlarına göre buradaki “Ke/Sen” Hazreti Muhammed’dir. Onlara göre Kur’an O’na nazil olmuştur, bize hitap etmez, O’na hitap eder, biz yararlanırız. O anlayışta iş kolaydır. O’nun zamanında Kooperatifçilik yoktu, dolayısıyla bize emir olmaz.
Bu anlayışla Hazreti Muhammed’in ölümü ile Allah da dünyadan elini eteğini çekmiştir. Oysa Allah her zaman sağ ve diridir. Hem bizi görmekte hem de bizimle beraber olmakta, Kur’an’ın manalarını vahyetmektedir. Biz yanlış anlamış olabiliriz. Peygamberlerin bizden farkı budur. Onlar yanlış anladıkları zaman Allah düzeltiyordu, şimdi ise biz yanlışımızı kendimiz bulmak durumundayız.
سَبْعًا
SaBGan
“Yedi”
Gökteki Ay 29,5 günde devrini tamamlar. Dörtte biri 7 küsur gündür; küsurunu atarız, 7 gün eder. Hafta bizim için toplantı günüdür. Bugün bütün insanlar haftalık toplantılarını yapmaktadır.
Ay yılı olarak sene 50 haftadır, 100’ün yarısıdır.
Yıl 360 gündür.
Dört mevsim vardır. Dört dik açı vardır.
Görülüyor ki, Allah doğayı düzenlerken gelişigüzel sayılar kullanmamıştır.
Elimizdeki boğumların sayısı 7’dir. İnsan da Kur’an da 7’nin 16 katı olarak geçmektedir. “Besmele”de 16 harf var, 2 yazılmayan harf, 3 de okunmayan harf vardır. Toplam 21 eder. 7’nin üç katıdır. Suredeki 7’leri anlatmıştık.
مِنَ الْمَثَانِي
MiNa eLMaÇAvNIy
“Mesaniden”
Kur’an’da SNY kökü iki olarak geçmektedir. Burada harfi tarif “Besmele”ye işaret ettiği için gelmiştir. Ayrıca Kur’an’da bütün kitabın mesani olduğu bildirilmektedir. Orada nekredir, çünkü orada vasfı anlatılmakta, burada isim olarak geçmektedir.
Fatiha 7 Besmele’den oluşmaktadır. Kelimelerin sayıları da 28’dir.
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ (1) *الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ *الْعَالَمِينَ (2) الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ (3) مَالِك * يَوْمِ ا لدِّينِ (4) إِيَّاكَ نَعْبُدُ*
و إِيَّاكَ نَسْتَعِينُ (5) اهْدِنَا **الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ (6) صِرَاطَ الَّذِينَ * أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ* عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ (7)
Birbirimizi tanıyoruz. Hatta fotoğrafta bu bu kişidir diyoruz.
Bunu nerden biliyoruz?
Her varlığın kendisine has matematiği vardır. Beynimiz o matematiği kullanarak bizi tanımaktadır. Biz Kur’an’ın matematiğini ve Kâinatın matematiğini karşılaştırarak diyoruz ki, Kâinatı var eden Kur’an’ı gönderendir.
وَالْقُرْآنَ
Va eLQuREANa
“Ve Kur’an’ı”
“Kur’an” son ilâhi kitabın adıdır.
“Tevrat” töreler demektir yani kurallar kitabı demektir.
Kur’an’ın dört özel ismi vardır.
“Kur’an” okunan demektir.
“Kitab” yazılan demektir.
“Zikr” anlamları demektir.
“Furkan” da hükümler demektir.
Zikr ile Furkan arasında ne fark vardır?
Bir cümle söylersiniz, herkes başka şey anlar.
“Çevrenin korunması için yasalar mı yoksa bilinç mi daha önemlidir” cümlesinden Türkçe bilen herkes bir mana anlar. Bu mana net değildir. Oysa ilim adamı önce kelimeleri tanımlar. Çevreden kasıt nedir? İnsanlar da çevrenin içindedirler. Korunma ne demektir? Neden korunacaktır? Çevrenin tahribi nasıl olur? Yasalardan kasıt nedir? Topluluktaki kurallar mıdır, yoksa kanunlardaki yazılanlar mıdır? Bilinç dediğimiz zaman kişilerin bilinci mi, ortak bilinç mi? İlim adamı önce bunları tarif eder, o tanımlara göre sorunun cevabı olabilir. Buna “mantık dili” diyoruz. Biz yaşarken mantık dilini değil konuşma dilini kullanırız. Günlük ihtiyaçlar konuşma dili ile giderilmektedir. Topluluğun düzeni ancak mantık dili ile gerçekleşmektedir.
Kur’an’ı okuruz, konuşma dili ile anlarız, günlük hayatımızda yeterli olmaktadır. Herkes farklı anlasa da yeterli olmaktadır. Oysa içtihatlar yapıp hükümler koyabilmek için Kur’an’ı mantık diliyle ele almamız gerekmektedir.
İşte, Zikr ile Furkan arasında bu fark vardır.
الْعَظِيمَ (87)
eLGAJIyMa
“Azim”
Kur’an’da çokluğu ifade eden kelimeler vardır. Sayılabilir şeyler için “kesir” kelimesi kullanılır. Ölçülebilir çokluk için “azim” kelimesi kullanılır; üç boyutlu ölçüyü ifade eder. Yaşlılar için “kebir”, rütbeler için “âli”, kuvvet için “şedid” kelimeleri kullanılmaktadır.
Burada Kur’an’ın hacim olarak büyüklüğü kastedildiği için “azim” kelimesi kullanılmaktadır.
Fatiha yarım sahifedir.
Kur’an ise 600 sahifedir.
Binde birler civarında bir oran mevcuttur. Yani Fatiha dışındaki Kur’an yani büyük Kur’an Fatiha’dan bin veya iki bin kat kadar daha uzundur.
لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَى مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِنِينَ (88)
LAv TaMudDanNa GayNayKa EiLAv MAv MatTaGNAv BiHIy EaZVACan MiNHuM Va LAv TaPZaN GaLaYHiM VaXFıW CaNAvXaKa LiLMuEMıNIyNa
“Zevcleri onunla temti’ ettiğimize iki aynını medd etme. Onlar aleyhine hüzün etme. Cenahını müminlere hifd et.”
Ayet harfi atıfsız başlamıştır. Bundan önceki ayet ile bu ayet arasında ilişki olmadığı için “ve” harfi getirilmemiştir. Cümle cümle-i mu’terizedir.
Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğunu ispat ettikten sonra, şimdi onun emirlerinin temeli anlatılmaktadır.
Önce iki nehiy gelmiştir.
Biri, kapitalistlerin ve karmacıların zengin olmalarına ve dünyaya hükmetmelerine göz koyma, onlarla zenginlik yarışına girme, onların yaptıklarını yapma.
Erbakan ve Gülen’le ilk kuruluştan beri görüş ayrılığımız var. Erbakan oyla (siyasetle) bu işin çözüleceğine inandı. Gülen de bürokrasi ile bu işin çözüleceğini sandı. Kimilerine göre de ikisine birden sahip olmakla sorunun çözüleceğini sanıyorlar. ‘Bizim paraya ihtiyacımız yok’ dediğim zaman akılları almıyor. Bunca ibretli olaylardan sonra bile hâlâ para ile veya oyla sorunların çözüleceğini zanneden arkadaşlarımız vardır.
Evet, bugün yeryüzünde dört süper güç vardır; ABD, AB, Rusya ve Çin. Onların içlerinde de hâkim olan zümreler vardır. Tüm servet onlarda toplanmıştır. Gelir dağılımı problemi artık onların da problemi olmuştur.
Biz onların para ve silah güçlerine göz dikmeyeceğiz, paramız olsun demeyeceğiz. Ordumuz olsun demeyeceğiz. Siyaseti de onlara bırakacağız. Dolarları da onlara bırakacağız.
Biz ne yapacağız?
Kooperatifimizi kuracak ve kendi kendimizle meşgul olacağız.
Buradaki “Minhum” zamiri ile onlardan bir kısmına verdiğimiz deniyor. Zamirle kastedilen bugünkü düzene hâkim olan sermaye ve siyasettir. Onların adları geçmemiştir. Mahzuf cümle vardır. Yirminci yüzyıl ve devamı dolar ve atomla yönetilmektedir. Bizim ne dolarımız var, ne bombamız var. Bizim seb’an mine’l-mesanimiz var. Asıl savaş burada. Bakalım kim galip gelecek?
Binden fazla kişi bu seminerleri takip ediyorlar. Ayrıca dünyada Kur’an’ı çağımız sorunları için araştıran pek çok ezvac vardır. Bu ezvac, o ezvacı yenecektir.
Bu ayette onlar aleyhine üzülme denmektedir. Onların servetlerine göz dikme.
Birilerinin lehine üzülme anlaşılır da birilerinin aleyhine üzülme ne demektir?
Burada aleyhlerine üzülme demek, o konularda üzülme demektir. Yani onlar gibi olmaya çalışmadığın gibi; onları yenemiyorum, onlar galip diyerek üzülme demektir. Onlarınkilere göz dikme, benim niye yok deme. Onları yenemiyorum diye sıkılma. Onların güçleri seni üzmesin.
Onların düzeni sömürme ve sömürülme düzenidir. Mevcut düzen içinde sömüren de sömürülen de olmalıdır. Sen ne zenginler gibi olmaya çalış, ne de onların sömürdüklerini kurtarmaya çalış.
Evet, gerek N. Erbakan, gerekse R. T. Erdoğan mevcut sömürü düzeninde sömürülenleri sömürüden kurtarmaya çalıştılar. F. Gülen de farklı bir şey yapmıyor. Bu husus seni üzmesin. Şimdi onların aralarında olan sorunlar da seni üzmesin. Bırak, onlar kendi dinlerinde/düzenlerinde olsun, biz de kendi dinimizde/düzenimizde olmalıyız.
Semt Kooperatifimizi kuracağız. Mallarımızı onlara satacağız. Onların mallarını satın alacağız. Takas yapacağız. Vergimizi vereceğiz, askere gideceğiz. Üniversitelerde öğrenci ve öğretmen olacağız, ekonomik ilişkiler gibi ilmî ilişkilerde bulunacağız. Ama onların düzeninde nakit zengini olmayacağız. Onların düzeninde yönetici olmayacağız.
Bu ayetin bize emrettikleri bunlardır.
Peki, biz ne yapacağız?
Cenahımızı müminler için hıfz edeceğiz.
“Cenah” kanat demektir. Kuşlar yavrularını yağmurdan ve güneşten korumak için kanatlarını gererler. Bize emredilen, birbirimizi kanatlarımızın altında toplamaktır. Yüz lojmanlı apartmanlar yapacağız, yüz villalı dinlenme evleri yapacağız. Allah bize bunları yaptıracaktır.
Paralel güçlerin ortaya çıkması, Ak Parti’ye yapılanlar ve Ak Parti’nin cemaate yaptığı ve halkın %50’lik beklenmedik iktidara desteği, hep bize birer destektir. Ak Parti Akevler’in çalışmasına mani olmaz. Çünkü iktidarı kaybeder. Dolayısıyla biz birbirimize kanat gereriz. Cemaatten başka gidecekleri yerleri kalmaz. Kooperatife dönerler. Çünkü onlar kurdular.
“Hafd” durgun akan su anlamındadır. Kanadını alçalt demek gücünü indir demektir. Kanat güç demektir. Çünkü o kanatlarla uçulabilmektedir.
لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ
LAv TaMudDanNa GayNayKa
“İki aynını medd etme”
Türkçede göz dikme olarak ifade ederiz.
Onunki gibi benim de olsun yahut onun olmasın benim olsun anlamındadır.
Yapılarda dikme vardır, bir de kiriş vardır. Kirişlere amûd, direk olarak tabir edilmektedir. Kur’an’da, uzatılmış direkler tabiri vardır.
Bizim Avrupa Birliği ile uğraşmamız göz dikmedir; onlar gibi olalım, onlardan daha iyi olalım. Bizim para zengini olmak için uğraşmamız, onların varlıklarına göz dikme demektir. Bizim bakan olmak için milletvekili olmak için uğraşmamız, onlarınkine göz dikmek demektir.
Bugün dünyaya Sermaye hâkimdir.
Oysa kâğıt para bulunduktan sonra Sermaye’nin hükmetmesi gülünçtür.
İkinci Cihan Savaşı’nı kazanan Sermaye baskı yaptı ve “dolar”ı dünyaya “altın”ın yerine koydurdu. Hâlâ devam ediyor. Ama deniz göründü. İnsanlık bu aptallığa devam edemez. Zor gibi görülüyor ama olacak.
Nasıl?
1990’larda Kırgızistan’a gitmiştik, Cumhurbaşkanı Asker Akayev ile ülke parası çıkarttık. Bir günde “Ruble” yerine Kırgız parası “Som” geldi.
Bu işlem bir devletin bir kararına bağlıdır.
Ben paramı altına kote edeceğim, ödemeleri millî para ile yapacağım ama borçlanma ise altın üzerinden olacaktır demesi ile Türkiye bir anda değişir.
Ama biz bunlarla uğraşmayacağız. Biz üreteceğiz. Malı kapıda değiştireceğiz. Atalarımız, ‘al kapıda, sat kapıda’ demişler. Biz de diyoruz ki, kapıda değiştir. Gezgin tüccar mal getirirse, ürettiğin malı ver, para iste. Sen güvenlik işlerine karışma, suçluları cezalandırma sana ait değildir. Suçluyu kooperatiften çıkar ve onlara havale et, sen işine bak.
إِلَى مَا مَتَّعْنَا بِهِ
EiLAv MAv MatTaGNAv BiHIy
“Onunla temti’ ettiğimize”
“Meta” insanların yaşamaları için gerekli olan şeylerdir.
Çalışmaları için gerekli olan da metadır.
Karşı tarafın pek çok silahı var. Önce karşılıksız parası var. Kâğıdı matbaada basıyor, ‘bu paradır’ diyor ve dünyayı onunla sömürüyorlar. İnsanlık da bu sömürüyü seyrediyor!..
Bu sahte karşılıksız para o kadar güçlüdür ki herkes sabahtan akşama kadar onun için çalışmakta, akşamdan sabaha kadar da onun için düşünmektedir.
Benim de böyle gücüm olsun da dünyayı sömüreyim deme.
Devletlerin o kadar büyük silahları var ki, birkaç bombardıman uçağı bir gecede İstanbul’u moloza çevirebilir. Elektriği keser, herkesi ölüme terk eder.
İnsanlığın üniversiteleri var ama Sermaye karşılıksız para gücüyle sahte ve aldatmacı bilgileri ile dünyayı çocuk gibi oynatmaktadır. Ahlaksızlık onun için en güçlü silahtır. Kumar içki, fuhuş, eğlence (spor/futbol dâhil) onun insanları uyutup kanını emme araçlarıdır.
أَزْوَاجًا مِنْهُمْ
EaZVACan MiNHuM
“Onlardan zevcler”
“Ezvac” zevcin çoğuludur, eşlerin çoğuludur. Sömürücü sınıflar eş demektir. Kadın erkek için kullanılır. Erkek ve dişi için aynı kelime kullanılır.
“Zevceyni” dendiği zaman bir çift veya iki çift yani dörtlük kullanılır. DNA’ların harfleri dört olduğu gibi elektron ve pozitron, proton ve elektron da çifttir. Yani negatif ve pozitif iyonlardır.
“Ezvac” çoğul olarak geldiği zaman sosyal gruplar anlaşılır.
Kur’an’da erkeklerin eşlerine “ezvac” denmektedir.
Yerde bitirdiklerine “ezvac” denmektedir.
İnsanların gruplarına da “ezvac” denmektedir.
Karıncaların ve arıların yuvaları vardır, ayrı ayrı topluluk oluştururlar. Ama karınca veya arı yuvalarında bir biyolojik ilişki bile yoktur.
İnsanlar da ayrı ülkelerde topluluk haline geldiklerinden insan grupları ezvacdır. Bir il veya ülkede beraber yaşarken sosyal grup oluşturdukları gibi tüm insanlıkta sosyal gruplar oluşmaktadır. Canlı türleri arasında bir tür içinde sosyal dayanışma sadece bir kademededir. Oysa insanlık âlemi ocak, bucak, il, ülke ve insanlık olarak iç içe gruplanmışlardır.
Bugün İslâmiyet’e fikren karşı olanlar dışında hemen hemen herkes fiilen karşıdır. Yalnız Akevler’i kuranlar fikren karşı olma yerine fiilen onlardan ayrılma yolunu tutmuştur. Bir kooperatif kurdular ve oraya hicret ettiler, başkalarını değil de kendi kendilerini kurtarmaya çalıştılar. Babalarının dini olduğu için İslâmiyet’e veya Hıristiyanlığa inananları kendi hallerine bırakırız. Biz kendi nefislerini düzeltmek isteyenlerle bir olur bu hususta yardımlaşırız. Asr Suresi’ni okumak gerek. İnanmak ve salih ameli anlatmak değil, yapmak gerekir. Birbirlerini kötülükten men ederler demiyor, birbirlerine hakkı tavsiye ederler diyor, sabrı tavsiye ederler diyor. Çünkü Kooperatifi yeterli görmeyip siyaset yaptılar, cemaatler oluşturdular. Böylece atalarımız kişisel ahlakı da bozdular.
وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ
Va LAv TaPZaNGaLaYHiM
“Ve onlar üzerinde mahzun olma”
Biz karşı tarafın zenginliklerine, makamlarına, diplomalarına, rütbelerine bakmayacağız. Onları kendi hallerine bırakacağız. Onlar uçuruma gidiyorlar diye uçuruma gitmelerine üzülmeyeceğiz. Biz onların kurtulmaları için gerekenleri yapacağız ama onların boğulmalarına da üzülmeyeceğiz.
Bundan kurtulmak kolay değildir.
Hazreti Nuh oğluna, Hazreti İbrahim babasına, Hazreti Muhammed amcasına çok üzülmüşlerdi. Ama biz de bir türlü bırakamıyoruz. Oysa biz doğru yolda yapacağımızı yaparız. Sonra Allah ne istiyor ve ne diyorsa o olur.
Bizim zengin ettiklerimiz diyor.
O halde Allah’ın iradesini değiştiremeyiz.
وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ
VaXFıW CaNAvXaKa
“Ve cenahını hifd et.”
Sen ey mümin, kişi olarak müminlere cenahı gereceksin, onları koruyacaksın, onlara karşı alçakgönüllü olacaksın.
Onlara karşı sabrediyoruz.
Ben çalışma yaptığım arkadaşlarla hep tartışırım, karşılıklı tartışırız ama birbirimize sabreder, ayrılmayız. Bunu Reşat Erol çok iyi bilmektedir. Bugünlerde proje çalışmaları yapıyoruz. Bünyamin Demir ve Emin Özdemir ile bağıra bağıra tartışıyoruz ama ayrılmıyoruz. Asr Suresi’ni kendi aramızda yaşıyoruz...
لِلْمُؤْمِنِينَ (88)
LiLMUEMıNIyNa
“Müminlere.”
Tekrar hatırlatalım.
Dünya ve ahireti kazanmak isteyen ama Allah’ın rızası içinde hareket etmek isteyen insan müslimdir, mümin değildir. Cennete gidecektir. Allah ondan cihat etmesini istemiyor.
Malını ve canını Allah’a satıp cenneti satın alanların ise artık mazeretleri yoktur. Şehit olmadan önce hicret edecekler, savaşmadan önce kooperatifler kurup İslâmî hayatı yaşamaya başlayacaklar. Bu yapı orada para yatıranların olmayacaktır. Müslimler katkıları ile yüz lojmanlı işyeri apartmanları yapacaklar. Onlar buradan kira alacaklar; cirodan kira alacaklar. Sonra oraya müminler taşınacak ve İslâmî hayatı yaşayacaklardır. Başını örtenler oraya gelecek, başını örtmek istemeyenler oranın çalışanı olmayacaklar. Faizle iş yapanlar o blokta iş yapamayacaklar. Orada içki üretmeyecek ve içkiyi pazarlayamayacaklar. Ama bunu silah veya açlık korkusu ile değil, Allah korkusu ile yapacaklar.
Bunun için bir tane yüz lojmanlı apartman yapmayacağız; iki tane yapacağız. Şeriata göre yaşayanlar bir apartmanda, şeriat dışı yaşayanlar ikinci apartmanda iş yapacaklar. Baskı ile kimse mümin olmayacak ama müminlerin sitesinde de şeriat dışı bir şey olmayacaktır. Orada yaşayanların icması bağlayıcı olacak, yoksa tüm çalışma ve yaşamalarında özgür olacaklardır. Hattâ katlar arası yaşamak farklı olacak, işyerinde birlik sağlanacaktır.
وَقُلْ إِنِّي أَنَا النَّذِيرُ الْمُبِينُ (89)
Va QuL EinNIy EaNa elNaÜIyRu el müBIyNu
“Ve müminlere de ki; ben mübin nezirim.”
Burada muhatap kimdir?
Bundan önceki ayette her mümin muhataptı.
Burada ise apartman yapılıp oraya taşındıktan sonra oranın bir başkanı seçilecektir, daha doğrusu onun başkanlığını benimseyenler orada toplanacaklardır.
Medine’de böyle olmuştu. Hazreti Muhammed’in başkanlığını kabul edenler Medine’de toplanmaya başladılar. Medine Sözleşmesi’nde Hazreti Muhammed’in hakemliğini kabul etmişlerdi.
Şimdi de her apartman bittiğinde, onu yapanlar dârı hazırlamışlardır, imanı hazırlayanlara ciro ile kiralayacaklardır. Her apartmanın sorumlusu apartman sözleşmesini hazırlayacak, onu yapan müslimlerden kıyam mülkiyetini almış olacaklardır.
Dikkat edin, bizde ne silah ne de para konuşulmuyor; insanların rızaları konuşuluyor, çıkar paralelliği oluşuyor.
İşte… Apartman sorumlusu Hazreti Muhammed’in makamında oturan zattır. Bu ayet ona hitap etmektedir.
Ben sadece söylediklerini ispatlayan bir nezirden başkası değilim.
Buradaki “Ve” harfi apartmanın kuruluşu ve kira safhasını anlatan kısımlardır. Bin yıla göre değişeceği için anlatılmamalı, o günkü müsbet ilme bırakılmalıdır.
وَقُلْ
Va QuL
“Ve söyle”
“Ve” harfi getirerek matufu zikretmemektedir.
Ey üçüncü binyıl medeniyetini kurmak isteyen müslimler. İslâm farzı ayndır. Müslim olmayanlar müşriklerdir. Dünya hayatında yaşamaları kısıtlıdır. Ahirette cehennemliktirler. Buna karşı, ‘Rabbim, bana dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver’ diyenlerin dünya hayatında kanları ve malları güven içindedir. Ahiretteki yerleri ise cennettir. Ne var ki insan Müslim olarak ancak İslâm düzeni içinde yaşayabilir. O düzeni kuranlar da müminlerdir.
İslâm olmak farzı ayndır. Mümin olmak farzı kifayedir. Yani müminleri ortaya çıkarmak müslimlere farzdır. Bunun için Semt Kooperatifleri kurup Yüz Lojmanlı İşyeri Apartmanlarını inşa etmek her müslime farzdır. Ama sonra onu işletmek ise farzı kifaye olduğu için müminlere farzdır.
İşte, o müminlerin sorumlusu burada muhataptır.
İzmir Akevler ortakları Müslim olarak katıldılar ve dârı hazırladılar. Daha mümin olmadılar. Akevler’de apartmanlar Müslimlerin parası ile yapıldığı için buradaki hitabı yapacak bir başkanı olmadı. Şimdi yeni hamle yapma hazırlığındadır. O zaman biri çıkacak ve Medine Anlaşması’nın benzeri ile bir İslâm semtini kuracak ve ‘işte o başkan’ diyecek…
إِنِّي أَنَا
EinNaNIy EaNa
“Ben sadece”
Yalnızca “Ene” denseydi ben nezirim olurdu. “İnni Ene” dendiğinde nezir olan benim demektir. “İnne” gelince başkası olmamaktadır. Semt kurulduktan sonra oranın sorumlusu Medine’ye hicret etmiş olur. Orasını finanse edenler oraya öncelikle taşınırlar. Ama kimse gelmeye zorlanmaz. Oranın sahibi olarak değil de, oranın kiracısı olarak gelir. Oranın hakemliğine kayıtsız şartsız uyulacaktır. Tevbe’deki ayet bunu emreder.
النَّذِيرُ
elNaÜIyRu
“Uyarıcıyım”
Yani zorlayıcı değildir.
Başkana halk onun baskısı ile itaat etmez. Onu sevdiği için ve ona itaati Allah’a itaat kabul ettiği için itaat eder. Zorlayıcı özel ordusu yoktur. Sadece doğruları söyler ve ona uymayanlara karşı hakemlere gidilir. Hakemler ihraç kararını verirlerse, ortak ortaklıktan çıkarılır. Gerçi başkana kendi takdiri ile kooperatiften çıkarma yetkisini tanıyoruz. Ama çıkarılan kişi hakemlere gider. Hakemler uygun görürlerse başkanın başkanlığını düşürürler ve kooperatiften çıkarırlar. Çıkarma kararını iptal edebilirler. Ama başkana karşı çıkan ile başkan bir arada olamaz; ya o gider ya da o.
الْمُبِينُ (89)
elMuBİyNu
“Mübin.”
Başkan söylediklerini ispat etmek durumundadır. Kararları her zaman yargıya açıktır. Hakemlerin kararına herkes uymak zorundadır. Hakem kararını uygulamayanlar yine hakemler kararı ile ortaklıktan çıkarılırlar.
“Beyan” ispat demektir ama şahitlerle hakemlerin huzurunda ispattır. Böylece bu ifade yargı üstünlüğünü ifade eder. Biz bu manayı veriyoruz.
Acaba bize ‘sen yorumlamayı bırak’ diyenler ne mana veriyorlar, ne diyorlar; duysak da hatamız varsa düzeltsek.
كَمَا أَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِمِينَ (90)
Ka MAv EaNZaLNAv GaLay elMuQTaSiMIyNa
“Muktesimlere inzal ettiğimiz gibi.”
“Ke” harficerdir, bir fiile bağlanır. Daha önce geçen “enzelna”ya bağlanmalıdır.
Bu surede böyle bir kelime geçmiyor. “Zikri biz tenzil ettik ve onun muhafızı biziz” ayetine bağlanabilir. Ancak aralarında alaka kurmak zordur. Hazfedilmiş bir kelime ile alaka kurabiliriz. O da bunlara ezvac olarak temti’ edilenlere de inzal edeceğiz, muktesimlere inzal ettiğimiz gibi.
“Kısmet kökü” iki manaya gelir.
Biri bölüşme anlamındadır.
Diğeri ise yemin etme anlamındadır.
“İstiksam” kelimesi vardır, bir defa da “muktesimîn” ifti’al babından gelmektedir.
“Muktesimîn” kendi aralarında yemin edenler demektir. Birbirlerini yeminle ikna edenler demektir. Yahut istiksam manasındadır. İstiksamda birisi bölüştürür, iktisamda ise kendi aralarında kurallarla bölüştürülür.
Burada ne inzal edildiği, burada neyi iktisam ettikleri de bildirilmiştir Seb’an mine’l-mesaniyi sana verdik, muktesimlere Tevrat’ı ve İncil’i verdiğimiz şeklinde manalandırma yanlıştır. Çünkü onlar Kur’an’ı ıdiyn yapmadılar.
Bizden önceki Müslümanlardan bahsetmekte ve bugünkü kooperatif sorumlularına hitap etmektedir. Onlara inzal ettiğimiz gibi sana da yedi mesaniyi ve büyük Kur’an’ı inzal ediyoruz.
Yani fukaha dönemindeki müçtehitlere inzal ettik, onlar usulü fıkhı tedvin ettiler ve Kur’an’ı ilk defa onlar yorumladılar.
Şimdi de Kur’an’ı size inzal ediyoruz. Ama büyük Kur’an ve yedi Besmele olarak inzal ediyoruz. Yeniden yorumlayacak, yeniden ikinci Kur’an uygarlığını kuracaksınız.
Onlar neden muktesim oldular?
İşbölümü yaptılar. Yani herkes her ilmi bilemez. Dolayısıyla sarfta, nahivde, hadiste, fıkıhta usulde işbölümü yaptılar ve o sayede birinci Kur’an uygarlığı doğdu ise şimdi de sana yedi mesaniyi inzal ediyoruz anlamı verilebilir.
كَمَا أَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِمِينَ (90)
Ka MAv EaNZaLNAv GaLay elMuQTaSiMIyNa
“Muktesimlere inzal ettiğimiz gibi.”
Evet, muktesimlere inzal ettiğimiz gibi sana da yedi mesaniyi ve büyük Kur’an’ı inzal ediyoruz. Kur’an’ın kesin ispatı ortaya konduğu gibi çağın sorunları da çözülmüş bulunmaktadır. Yani Kur’an’ın iki mucizesi ortaya konmaktadır.
Biri lafzi mucizesidir ki ilahi söz olduğuna kesin delildir.
Diğeri ise tarihteki peygamberlerin bin yıllık sorunlarını şimdi Kur’an çözmektedir. İşsizliği sona erdirmekte, karşılıksız parayı yok etmektedir. Bu da onun ikinci büyük delili olacaktır. Yüz sene sonra insanlar artık bu sorunları tartışmayacaklardır.
كَمَا أَنْزَلْنَا
Ka MAv EaNZaLNAv
“İnzal ettiğimiz gibi”
Bundan sonraki ayetlerde herkes amel ettiğinden sorulacaktır denmektedir. Buna göre ıdiyn yapma kötü olarak anlaşılır. O zaman buradaki iktisam işbölümü değildir.
Tarihte Yunan ve Roma uygarlıkları geçmiştir, Mezopotamya ve İbrani uygarlıkları geçmiştir. İlim ve hikmet yapılmıştır. İlimde ihtisaslaşma bizden önce iki medeniyete nasip olmuştur; İslâmiyet ve Batı medeniyetleri. Yani birinci Kur’an medeniyeti ile o medeniyetin kuvvet medeniyetine dönüşmüş şekli olan Batı medeniyeti.
Burada ihtisaslaşma büyük başarı ile yapılmıştır. Onlara verilen ilmin benzeri şimdi bize verilmektedir. Bu Avrupa medeniyetinden üstün olduğu gibi İslâm medeniyetinden de üstün olacaktır. Bu iki medeniyetin sentezi olabildiği gibi Kur’an’ın müsbet ilimlerle açıklaması olacaktır. Doğulular Kur’an Arapçasına dayanarak medeniyeti geliştirdiler. Batılılar matematiğe dayanarak Kur’an uygarlığının kuvvete dönüşmüş şeklini geliştirdiler.
Biz, Kur’an Arapçası ile çağın Matematiğini sentez ederek üçüncü binyıl uygarlığını kuracağız. İşte, bize verilen büyük Kur’an ve yedi mesani budur. Evet, her iki uygarlığa inzal ettiğimizin benzerini size inzal ediyoruz.
Bu yalnız Akevler ekolünün uygulaması değildir. Bediüzzaman bunu ortaya koyduğu gibi, bizden sonra da olsa, bizden habersiz 19 mucizesi ortaya konmuştur. Ömer Çelakıl gibi birçok kimseler, hassaten Nur talebeleri fazlasıyla meşguldürler. Akevler’in ise bunlardan farkı, ihtimaliyat hesapları ile ve Kur’an’ın öğretileri ile hareket etmesidir.
عَلَى الْمُقْتَسِمِينَ (90)
GaLay elMuQTaSiMIyNa
“Muktesimlere.”
Evet, Batılılar da Doğulular da işbölümü yaptılar...
Ne var ki her biri ayrı ayrı çalıştığı için analiz yaptılar. Sorunları çözdüler ama aralarındaki irtibatı kaybettiler. Hukukçunun ekonomistle, ekonomistin mühendisle, mühendisin sosyologla bir ilişkisi yoktur. Parça parça ettiler. Bütünlük yok olduğu için denize dalan kimseler artık denizi görmez oldular!
Bugünkü ateizmin kaynağı budur.
İlimler arasındaki birliği FELSEFE yani HİKMET ilmi sağlar. İlmin büyümesi ve dağılması felsefe yani hikmet âlimlerinin çıkmasını önledi. Kendi kendilerine parçalandılar ve dağıldılar. Sonuç olarak işbölümünden çok, birliğin ve bütünlüğün kaybedilmesi oldu.
الَّذِينَ جَعَلُوا الْقُرْآنَ عِضِينَ (91)
elLaÜIyNa CaGaLU elQuRANa GıDIyNa
“Kur’an’ı ıdiyn olarak ca’l ettiler.”
“Idiyn” “caalu”nun mefulüdür. Uzuv yaptılar, organ yaptılar denmektedir.
İnsanın kolları, ayakları, gözleri birer uzuvdur. “Kur’an’ı da uzuvlar yaptılar” manası çok uygun değildir. Kur’an zî-akl değildir. Dolayısıyla kurallı çoğul gelmez. Ama Kur’an’ı masdar olarak alırsak, Kur’an’ı herkes kendi mesleğine göre okudular ve işbölümü içinde parçaladılar anlamı çıkar. Burada “cealû”daki vâvın hâli yapabiliriz. O zaman “Kur’an’ı kıldılar”ın ikinci mefulü hazfedilmiş olur.
Kur’an’ın tefsirini okuduğunuz zaman, Batılıların felsefesine benzer, bu böyle söyledi bu böyle söyledi diye zikredilir. Onları neden öyle söylediği üzerinde tartışılmaz. Oysa fıkıh kitapları böyle değildir; her mesele derinlemesine tartışılır.
Okumayı uzuv uzuv yaptılar, farklı yönlerden ele aldılar denmiş olur.
Müslümanların şunu itiraf etmesi gerekir: Müslümanlar gramerde ve fıkıhta son derece mahir ilim adamı oldular. Tefsirde ise o kadar başarılı olamadılar.
Çünkü Kur’an’ın anlaşılabilmesi için bugünkü ilimlere ulaşmış olmamız gerekir.
Kur’an’ı uygulayabilmemiz için de bugünkü teknolojiye ulaşmış olmamız gerekir.
Bu sebeple tefsir kıylükalden (kîl-ü-kâl) ibaret kalmış, ilmîleşmemiştir. İlimleri işbölümü içinde yaptıkları için iyi iş yaptılar, ama bunları birleştiren felsefeleri olmadığı için iyi parçalar ama uyumsuz parçalar hâline geldiler. Idiyn Kur’an’ın vasfı değil onların vasfıdır. Kur’an’ın vasfı olsaydı, Kur’an’ı tahrif ettiler manası çıkardı.
Bakınız, Kur’an’da bir açık bulmak mümkün değildir.
فَوَرَبِّكَ لَنَسْأَلَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ (92)
Fa Va RabBiKa LaNaSEaLanNaHuM EaCMaGIyNa
“Rabbin için biz onlara ecmain soracağız.”
Kur’an’ın yorumunu dondurarak, kendi isteklerine uygun yorumlarla hareket ettiler.
Kur’an’ın Farsça mütercimi bir hadisi başlangıçta koymuş: "Kim Kur’an’ı kendi görüşüne göre yorumlarsa, isabet etse de hata etmiş olur."
Oysa Kur’an diyor ki; sana ne vahyolunuyorsa ona uy.
Kur’an’ı dondurarak bir uzuv hâline getirenlerden bahsetmektedir.
Onu Allah yaptırmıştır. İlk hicri üç asırda içtihat yapılmış ve fıkıh oluşmuştu. Onun uygulanması gerekirdi. Bir uygarlığın kurulması ve onun da ömrünü tamamlaması gerekirdi. İşte, 1000 tarihlerinde başlayan uygulama bin sene içinde uygulanmış ve birinci Kur’an uygarlığı başarı ile sonuçlanmıştır
O uygarlık ne yapmıştır?
Önce Kur’an’ı beyan ilmini öğretmiştir. Sonra Kur’an’ın uygulanabilmesi için yeni medeniyetin nasıl kurulacağını örnekle ortaya koymuştur. 1500’lere kadar medeniyetteki gelişmeyi elinde tutan Kur’an ehli 1500 senelerinde onlara devretmiş ve bugünkü Avrupa medeniyeti doğmuştu. O zaman biz zirvedeydik, onlar yeni oluşuyordu. Şimdi de biz devralıyoruz. Onlar daha 500 yıl çökerek yaşayacaklar, biz de 500 yıl Kur’an ile dünyayı anlatacağız. Elbette bizim uygarlığımız da yaşlanacak, bin sene sonra gidecek ve üçüncü Kur’an uygarlığı gelecektir. İnsanlığı bekleyen sürprizleri bugün bilmemiz mümkün değildir. Belki de uzayda bulunan hidrojeni toplayıp enerjiye çevirecek ve onunla yaşayacak, Güneş ışıklarına ihtiyacımız olmayacaktır.
Onlara sual edeceğiz diye Rabliğine yemin ederek söylüyor.
Evet, her iki uygarlık da sona erecektir. İslâmiyet’in birinci Kur’an uygarlığı sona erecek, Batının bugünkü uygarlığı sona erecek ve Büyük Kur’an ve Besmele’ye dayalı uygarlık gelecektir. Kur’an’ı okuduğumuz zaman durmadan aynı olaylara vurgu yapmaktadır.
فَوَرَبِّكَ
Fa Va RabBiKa
“Rabbin için”
İki yerde “FaVa Rabbika”, bir yerde “Ve Rabbike” geçmektedir. Rabbin üzerine and olsun denmektedir. Allah rab sıfatına and etmektedir; yetiştirici, eğitici olduğu için böyle yapmaktadır. Onlara soracaktır.
Bugün onlar Kur’an’ı ıdiyn yapmaktadırlar.
Müslümanlar bin sene evvelki Yunan felsefesine dayanan yorumları Kur’an kabul edip Kur’an’ı parçaları dağılmış makineye çeviriyorlar.
Kur’an bir bütün olarak ele alındığı, birlikte bir bütün olarak yorumlandığı zaman makine gibi çalışır, parça parça yorumlandığı zaman her parça doğru olsa da makine çalışmaz.
Batılılar ise Kur’an’ı 1400 sene içine gömüp tercümelerle, nüzul sırasına göre sıralamakla parça parça ediyorlar. Kur’an’ı, sünnetleri abartarak unutturmak istiyorlar. Kur’an’ı değil, 1000 sene önceki içtihatları İslâm diye takdim ediyorlar. Böylece İslâmiyet’in uygarlaşmadaki etkinliğini yok ediyorlar. Onun için “FaVa Rabbike” deniyor.
لَنَسْأَلَنَّهُمْ
LaNaSEaLanNaHuM
“Onlara elbette soracağız”
Onlarda kişilere ahirette sorulacaktır.
Hataları değil kasıtları sorulacak ama düzenle ilgili sorularla bu dünyada karşılaşacaklar.
Tutucu Müslümanlar yenilecek, tahrif edici Batılılar yenilecek, ikinci Kur’an uygarlığını yani üçüncü binyıl uygarlığını kurmaya çalışanlar ise başarıya ulaşacaklardır.
أَجْمَعِينَ (92)
EaCMaGIyNa
“Birlikte...”
Bu ifade bizi üzecektir ama Allah’ın takdiri böyle demektir.
Evet, tutucu Müslümanlar ile İslâmiyet’i bozmak isteyen Batılılar birlikte suale çekilecekler yani onlar birleşecekler. Birlikte Hakka karşı direnecekler ve İslâm’ın zaferi parça parça olmayacak, iç direnişçilerle dış direnişçiler birlikte mağlup olacaklardır.
Semt Kooperatifleri yaygınlaştığı zaman iç ve dış direnişçiler birden çökeceklerdir. Ecelleri gelince bir saat takdim edemeyecekler, teehhur de olamayacak. Allah’ın fethi ve nusreti gelince tüm muhaliflerimiz fevc fevc Allah’ın dinine/düzenine gelecekler; İslâm düzenine, Kur’an düzenine geleceklerdir. Bunlar birlikte gelecekler. Sermaye ile paralelciler birden çökeceklerdir.
F. Gülen şunu iyi bilsin ki Allah fıtratı değiştirmez. Beddualarla sorunlar çözülmez. Sorunları çözmek istiyorsa, işaret etsin, kendisi dâhil tüm Akevler kaçakları Akevler’e dönsün; Bediüzzaman’ın başlattığı ve onların da katkıları ile başlayan ilahi göreve birlikte devam edelim.
عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ (93)
GanMAv KavNUv YaGMaLUvNa
“Amel ettiklerinden sual olunacaklardır.”
Dikkat edilirse ayet “sorulacak” diyor, “cezalandırılacak” demiyor; düşüncelerinden, fiillerinden, kavillerinden bahsetmiyor, “amel ettiklerinden sorulacaklardır” diyor.
“Adil Düzen” geldiği zaman, eskiden işlenenleri, daha önce yapılanları sormayacağız. Bunu yapmayın, yoksa affetmeyeceğiz, hesap sorarız dediklerimiz taraf ile diğerleri hakkında bir ceza uygulamasını yapmayacağız. O amelleri zalim düzen gereği yaptılar diyeceğiz ve asla cezalandırma yoluna gitmeyeceğiz. Ama soruşturma devam edecektir.
Madımak Oteli’ni kim yaktı, mutlaka ortaya koyacağız.
Uğur Mumcu’yu kim öldürdü.
Danıştay saldırısını kim tertipledi?
Bunlar bütünüyle aydınlanacak, geleceğe aydınlık içinde gidilecek.
Demek ki bu ayet bize ne yapacağımızı anlatıyor.
Soracağız ama yaptıklarını soracağız; düşündükleri ve söyledikleri sorulmayacaktır.
Bu sorgulama yalnız yurtiçi için değildir.
Sermaye’nin birinci ve ikinci Cihan Savaşı’nı nasıl çıkardığını soracağız. Osmanlılardaki Hıristiyanları Sermaye nasıl ayarladı, nasıl isyan ettirdi? Sonra tam tersi olarak, yaptıkları ile onları tehcir ettirerek onların Anadolu’daki varlığına son verdi. Bunu ne maksatla yaptıkları sorulacak. Ceza verilmeyecek. Biz iktidara gelmeden ne kadar zulmederlerse etsinler, asla mukabele etmeyeceğiz. Çünkü bize göre iktidara karşı gelmek Allah’a karşı gelmektir. Bizim iktidarımıza karşı gelirlerse asla merhamet bulamayacaklar, biz de her sokak başında bir insan asabiliriz.
عَمَّا Gan MAv 4 harftir
كَانُوا KavNUv 4 harftir
يَعْمَلُونَ YaGMaLUvNa 6 harftir
Ayette 4 kelime 14 harf vardır. Kelimelerden ikisi müştak, ikisi mebnidir. Müştak olanlardan biri mazi diğeri muzaridir. Mebni olanlardan biri harf, diğeri isimdir.
Seb’an mine’l-mesaninin bulunduğu suredir ve 2*7 dir. Yani mucize ayet.
(2G, (K,Y)), (2N , (1L 1N) ), ) 2M (2A 2U)
(2+2) + (2+2) + (2+2) (1+1)
***