HİCR SÛRESİ TEFSİRİ(15.SÛRE)
Süleyman Karagülle
1313 Okunma
48 VE 56.AYETLER

HİCR SÛRESİ - 8. Hafta

 

***

لَا يَمَسُّهُمْ فِيهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَجِينَ (48) نَبِّئْ عِبَادِي أَنِّي أَنَا الْغَفُورُ الرَّحِيمُ (49) وَأَنَّ عَذَابِي هُوَ الْعَذَابُ الْأَلِيمُ (50) وَنَبِّئْهُمْ عَنْ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ (51) إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا قَالَ إِنَّا مِنْكُمْ وَجِلُونَ (52) قَالُوا لَا تَوْجَلْ إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ عَلِيمٍ (53) قَالَ أَبَشَّرْتُمُونِي عَلَى أَنْ مَسَّنِيَ الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ (54) قَالُوا بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْقَانِطِينَ (55) قَالَ وَمَنْ يَقْنَطُ مِنْ رَحْمَةِ رَبِّهِ إِلَّا الضَّالُّونَ (56)

 

***

 لَا يَمَسُّهُمْ فِيهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَجِينَ (48)

LAv YaMasSuHuM FIyHAv NaÖaBun Va MAv HuM MiNHAv BiMuPRaCİyNa

“Onlara orada bir nasab isabet etmez ve onlar oradan ihrac olunanlar değildir.”

Burada kelime olarak “nasab” geçmektedir. “Onlara nasab messetmez” deniyor.

“Nasab” ne demektir?

Karşılıklı serir olarak oturmaktadır ve nasab onlara isabet etmeyecektir. “Nasab” dikilitaştır. Çölde yolculuk yaparlarken suyun bulunduğu yerlerde yüksek taş diker, uzaktan onu görerek suya varırlar, orada dinlenirlerdi. Yorgunluğu ifade etmede dikilitaş messetti yani dinlenme gerekir anlamındadır. Köylerde toprak bölüşülürken uzlaşarak aralarında sınır tespit ederler ve çift taş koyarlar, ikisinin arası sınırın doğrultusunu gösterir, bunlar da “nusub”dur.

Burada cennette yorgunluğun olmadığı ifade edilmektedir.

Yorgunluk neden gelir?

Biz hareketlerimizi kemiklere bağlı kasların gerilmesi veya gevşemesi ile yaparız. Kas gerilirken bir iş yapar, bazı maddeleri yakarak enerji üretir. Nasıl ocakta yaktığımız kömürlerin artıkları varsa, buna kül diyorsak kanda da atık maddeler vardır. Bunları kan gerekli yerlere götürür ve yok eder. Ama eğer büyük iş yapılırsa kanın taşıması yetmez. Yığılan kan külü beyne haber verir ve insan da artık işe devam etmek istemez. Buna yorgunluk denmektedir.

Cennette yorgunluk yoktur deniyor.

Peki, oradaki bu yorulma hareketi nasıl önlenecektir?

Buradan şunu öğreniyoruz cennette de biyolojik olaylar vardır ama dünyadaki gibi sıkıntıları olamayacaktır. İşte size bir doktora tezi: Cennetteki hareketler nasıl olacak, enerji kaynağı ne olacak, yine güneş enerjisini mi kullanacağız?

“Luğub” ile “nasab” birbirine atfedilmiştir. “Nasab” yorgunluktur. “Luğub” ise gevşemek demektir. Okun atılması için kullanılan yayın gevşek olmasıdır.

Demek ki insan bedeninde bir de gevşeme vardır. Gerçekte usanmak, gevşemek, bıkmak kelimelerini kullanırız. Ne kastederiz? Önce bunlar aynı şeyler midir yoksa aynı şeyin tezahürü müdür? Varsa, aralarındaki fark nedir? Her dil üzerinde düşünülmeye başlandığında, kâinat ve kendimizle ilgili olarak o dil mantığı içinde düşünülür. Bu sebepledir ki Kur’an ancak kendi diliyle anlaşıldığı zaman doğru anlaşılmış olur.

Yorgunluk messetmeyecek, yorulmayacaklar, bir de oradan çıkartılmayacaklar. “Ve” harfi ile atfedilmiştir. Ayette düşüneceğimiz ikinci husus ise yorgunlukla ihraç arasında ne ilişki vardır ki bir cümle içinde harfi atıfla atfetti.

Bu iki cümlenin birincisi fiil, ikincisi isim cümlesi yapıldı. Cennetten çıkarılmaksızın onlara nasab messetmeyecektir. Başka ayette bize nasab messetmeyecek, luğub da messetmeyecek diyor.

Yeryüzü gittikçe yaşlanıyor ve dağınıklığa gidiyor. Cennette ise yaşlanma olmayacağı gibi bir gaye de olmayacak. İnsanlar devamlı aynı yerlerde yaşayacaklar. Dünyada böyle bir yerde yaşamak usanç getirir, bıkkınlık getirir. O halde ahirette de sıkıntıdan patlayabiliriz.

İşte Kur’an bize bunu bildiriyor. Orada bir yorgunluk olmayacağı gibi oradan çıkmak üzere hava almak için bir yere gitme de yoktur.

Neden hava almak isteriz?

İnsan oksijen alır, karbondioksit salar. Çevre kirlenmiş olur. Bu da sıkıntı meydana getirir. Kalkıp gezinmek, hava almak ihtiyacını duyarız. Cennette ise cennetin iklimi öyle ayarlanacaktır ki bizde bir sıkıntı meydana gelmeyecektir.

Bu nasıl yapılabilir?

Hava filtreden geçirilip sürekli olarak değiştirilirse o tür sonuçlar ortaya çıkmaz.

لَا يَمَسُّهُمْ فِيهَا

LAv YaMasSuHuM FIyHAv

“Orada onlara mess etmeyecektir”

Allah kâinatı ikili sistemde yaratmıştır. Kur’an Arapçası ikili sisteme göre inmiştir, daima kelimeleri eşleştirerek ifade eder.

“Lems” var, “mess” var. Hep böyle kelimeleri alıp üzerinde düşünmemiz gerekir.

“Messetme” eşyanın eşyaya dokunması veya etkilenmesidir. Yerçekimi bir messdir. Bir insanın kötülüklerin içine düşmesi de messdir.

“Lems” ise beş duyu organından biridir: görme, işitme, koklama, tatma ve dokunma. Kuran’da cinsi ilişki lamestümü-n nisa ile ifade edilmektedir. Yorgunluğun giderilmesi de bir messdir.

نَصَبٌ

NaÖaBun

“Nasab”

Bugün insanı incelediğimiz zaman hücreler var, hücrelerin içinde genler vardır. Genler DNA’lardan oluşur. DNA’larda kodlanan projelere göre uzvi maddeler oluşur. Hayatımız böyle devam etmektedir. Önemli olan husus, hidrojenin helyuma dönüşerek ışığı ortaya çıkarmasıdır. Bitkiler bunu kimyasal olarak depolarlar. Biz de onları kullanırız.

Güneş’teki helyum bitmektedir. Bu sebepledir ki dünya sonunda ölmüş olacaktır. Cennette de yorgunluk yapmayan ama bunun gibi bir kimyasal enerji ile yaşayacağız. Bu dünyada Güneş enerjisi bitecek, oysa ahirette Güneş enerjisi bitmeyecek yahut bitecek ama biz pilleri aküyü yeniden şarj ettiğimiz gibi Allah da yeniden şarj edecektir. Helyumu ayırıp yeniden hayat başlayacaktır.

وَمَا هُمْ مِنْهَا

Va MAv HuM MiNHAv

“Ve onlar oradan…”

Onlar (cennetlikler) oradan cennetten çıkmazlar denmiyor, çıkarılmazlar deniyor. Yani isterlerse kendileri çıkar ve cennet dışındaki yerlerde de bulunabilirler. Dört boyutlu uzayda olabilecekleri için çıkan sorun değildir. Bu sebeple if’âl babının meçhulü yaptı.

بِمُخْرَجِينَ (48)

Bi MuPRaCİyNa

“İhraç olunanlar değiller.”

“İhraç” idhal’ın zıttıdır.

Bir eve girme vardır. Bir evden çıkma vardır. Giriş veya çıkış yeri vardır. İnsanın bedeni özel şartlarda yaşayabilmektedir. Çok sıcakta veya çok soğukta yaşayamadığı gibi belli bir atmosfer içinde yaşayabilir. Karalarda yaşayabilirler. Ahiret hayatları da bu dünya hayatları gibi olacaktır. Cennet onların yaşayacağı bir alana ve bir iklime sahiptir. Ayrıca bu dünyada olduğu gibi meskenleri vardır ve bu dünyada olduğu gibi elbiseler giyilecektir.

نَبِّئْ عِبَادِي أَنِّي أَنَا الْغَفُورُ الرَّحِيمُ (49)

NabBiE GıBaDiYa EnNIy EaNa eLĞaFUvRu elRaXIyMu

“Kullarıma benim gafur, rahim olduğumu tenbi’ et,.”

Buradaki muhatabı Hazreti Muhammed olarak alanlar vardır.

O şimdi hayatta olmadığına göre bu emir kime verilmiştir?

Kur’an’ı tebliğ etmekle yükümlü insanlar bu haberi vereceklerdir.

Her Kur’an’ı okuyan yani her biriniz, bu ayeti tebliğ ile mükellefsiniz.

Burada “ibadi” denmiş; hitap bugünkü tüm insanlaradır. Tüm insanlık O’nun ibadıdır. Bu sebepledir ki, kanlı da olsa kansız da olsa, üçüncü binyılın nimetlerini tüm insanlar yaşayacaklar. Bugünkü perişan hâle bakıp da üzülmeyin sıkılmayın diyor Allah ve bunu bilen bilmeyene ulaştırsın.

Buradaki “Ene” mübteda ile haber arasına giren fasıl zamiridir. Türkçedeki gafurun haberine eklenen m harfi gibidir. Mağfiret etme, merhamet etme yalnız ona ait olmasından dolayı harfi tarifle gelmiştir. Mağfiret edicidir, bu kötü durumdan kurtaracaktır. Merhamet edicidir, kötü durumu kaldıracaktır. Salsal ayetlerinden sonra gelmesi demek, Allah’ın izniyle büyük işler olacaktır demektir.

نَبِّئْ

NabBiE

“Tenbi’ et”

“Haber verme”, geçmişte cereyan eden olayı bildirir.

“Tenbi’”, gelecekte olacak olan olayı haber verir.

Allah’ın mağfiret edici ve merhamet edici olması ilk yaratıştaki sünnetullahta yazılmıştır. Bugün çevremize baktığımız zaman, bugünkü insanların yaptıklarına bakarak hepsi sıra ile elektrik direklerinde sallandırılmalıdırlar.

Ama Allah, böyle düşünmeyin diyor, sabırlı olun ve ümitli olun,  er geç “Adil Düzen”, Kur’an düzeni gelecektir diyor. Allah’ın nuruna insanlar kavuşacaklardır. İşte bu hususu tüm insanlığa duyurmamız gerekmektedir. Bugünkü zulmü bitirecek adil sistem de vardır.

Bu emri nasıl yerine getireceğiz?

Dinlenme evleri ve siteleri kuracağız. Bunlar kâr amaçlı değil de konuk amaçlı olmalıdırlar. Yani dışarıdan gelip konaklamak isteyen herkes ücretsiz konaklayacaktır. Her katta ikişer daire vardır, biri erkekler diğeri de kadınlar içindir. Dinlenme evlerinde de böyledir. Yola çıkan insan masrafsız ilden ile ülkeden ülkeye gezecektir. Batı’da turizm gelir kaynağıdır. İslâmiyet’te turizm gider kaynağıdır. Bütçede bu alana fasıl ayrılmıştır. Ülkemizde okuyacaklar ve burada iskân edilecekler. Turistler hava almak için ülkemize parasız gelecekler ve onlara müjdeyi vereceğiz; Allah gafurdur ve rahimdir ve yalnız O gafur O rahimdir.

İzmir Akevler’de bir kubbeli cami yapmak istenmektedir. Oysa Allah’ın emrettiği beş vakit namaz kılınan mescitler ve Cuma namazı meydanlarıdır. Allah’ın asıl emrettiği misafirhanelerdir. Akevler Sitesi’nde on dairelik bir misafirhane yapılmalıdır. Belli kurallar içinde seçilen kimseler misafirhaneye gelip kalmalıdırlar. İşletme giderleri kurulacak mala-mal mağazalarıyla giderilmelidir. Bunlar geçici yapılardır. Asıl yapılar yüz villalı siteler ile yüz lojmanlı apartmanlardır.

عِبَادِي

GıBADiYa

“Abdlerimi”

Tüm insanlığı tenbi’ et.

Yüz villalı dinlenme evleri yapılacak ve devremülk olarak satılacak. Bunlar burada toplanacak ve Kur’an nurundan yararlanacaklar. Yüz lojmanlı apartmanlar yapacağız, ayrıca yirmi daire de misafirhane olacak. İnsanlar konuklaşacaklardır. Afrika’daki sakinlere burada konak yapılacak, buradakilere Afrika’da konak yapılacak.

Bin Dil Üniversitesi’ni kuracağız ve tüm insanlara tebliğ edeceğiz.

أَنِّي أَنَا

EnNIy EaNa

“Benim olduğumu”

“Ennî”deki “y” Ennenin ismidir, cümle “Tenbi’”in mefulüdür. Onun için “Ennî”deki “y” mensub muttasıl zamirdir.

Bu seminerler benden sonra da olsa tamamlanacak, eksiklikleri tamamlanacaktır. Sizlerin içinde bu tür seminerleri yazanlar yetişecektir. Benim ve başkalarının seminerlerini okuyacaklar ama asıl kendileri seminerler hazırlayıp devam edecekler.

Böylece tüm dünyada Kur’an seminerleri yapılacak ve okunacaktır.

Artık baklayı ağzımızdan çıkarıyoruz.

Anaokulu olmayacak, tek okul olmayacak, ilköğretim olmayacak, ortaöğretim olmayacak, yükseköğrenim olmayacak, mastır ve doktora çalışmaları olmayacak.

Yüz lojmanlı apartmanlar olacak, oralarda dersler görülecek. Herkes hem okuyacak hem de çalışacak; 30 yaşına kadar okuyacak, 63 yaşına kadar çalışacak, ondan sonra öğretecek.

Seminerleri takip eden kardeşler;

“NEBBİ’ İBADΔ ifadesi üzerinde siz de benim gibi düşünün…

الْغَفُورُ

eLĞaFUvRu

“Gafurum”

Gafur olan benim.

Bugünkü bu bitmez tükenmez zulmünüzü görüyorum.

Siyasi baskı yapılmış, yabancı hemşireler de hastanelerde çalışsın diye kanun çıkmış. Ajan paralel bürokrat hemen bir cümle eklemiş, en az 5000 TL maaş verilecek. 2500 TL de sigorta tutuyor. Yani 7500 TL maaşla çalışacak. Diğer taraftan yine aynı paralel bürokrat ajan paralel bürokratik madde koymuş; sen hastadan şundan fazla para alamazsın. Bunun açık ifadesi şudur: Sen özel hastaneni sömürü sermayesine sat, işletme! 

İşte, insanlığı bu uygulanmaz maddeleri ile boğan bir paralelci sömürü bürokrasisi var.

Tüm siyasiler ve halk hep kanun dışı iş yapmak zorunda kalıyor.

Bu haberi aldığımda sinirimden dengemi kaybettim. Yetmedi, aynı gün İzmir’e giderken arabamıza bir kamyon arkadan vurdu. Raporlar tanzim edildi, imzalar atıldı, vuran vurduğunu kabul etti ama sigorta hiçbir sebep göstermeden ödememiş!

İşte; bugünkü dünya zulüm dünyası...

Allah gafurdur.

Herkesi mağfiret edebilecek ve Allah’ın nuru insanlığı aydınlatacak, yeniden şeriat devleti ve hukukun üstünlüğü düzeni gelecektir.

الرَّحِيمُ (49)

elRaXIyMu

“Rahimim”

Evet, yalnız mağfiret etmekle kalmayacak, rahmet edecek, geleceğin büyük uygarlığı için de mesut olarak refah içinde yaşayacakladır. O günleri yaşamaya başladığınız zaman bu satırları okuyanlar Kur’an’ın gücünü görerek şükretsinler.

وَأَنَّ عَذَابِي هُوَ الْعَذَابُ الْأَلِيمُ (50)

Va EanNa GaÜAvBıy HuVa eLGaÜAvBu elELIyMu

“Ve benim azabımın elim azap olduğunu”

Evet, bugün insanlık büyük zulüm içindedir.

Sermaye kendi etkisini siyasilere kabul ettirmek için Suriye’de generallere sahte örgütler kurduruyor. Onlar kendi halklarını dolar aşkına öldürüyorlar. Devlet başkanlarına isyan ediyorlar. Devlet başkanlarına da silah veriyor, Rusya’yı gönderiyor ve bombalatıyor, devlet kendi halkını öldürmek zorunda kalıyor, kendi binalarını yıkıyor. Halk açlık ve perişanlık içinde göç ediyor. Kurduğu göç mafyaları ile tüm dünyayı rahatsız ediyor ve halkı denizlerde boğuyor...

Bunları yapanları mağfiret edecek ve bunlara merhamet edecektir ama bir şartla; tövbe ederler ve bunlardan vazgeçerlerse.

Ama devam ederlerse, harb ateşinin tufanı geliyor ve çok büyük acılar içinde gerekirse tüm insanları helâk edecek ve Hazreti Nuh zamanında olduğu gibi birkaç aile ile insanlığı yeniden beşerle dolduracaktır. Hiç şüpheniz olmasın ki tövbe edenleri mağfiret edecek ve yine hiç şüpheniz olmasın ki direnenlerin kökünü kazıyacak.

Bize verdiği görev de açıktır; bunları dünyaya duyurmak. Yüz villalı ahşap evler kurmak ve yüz lojmanlı apartmanları yapmak. Yanlış yazdım; kurmak değil, kurdurmak ve yaptırmak. Biz onlara kooperatif kurduracağız, biz onlara bu yapıları yaptıracağız.

Biz buna 1967’de Kooperatif’i (AKEVLER KREDİ VE YARDIMLAŞMA KOOPERATİFİ) kurarak başladık. Bizimle beraber aynı amaçla yola çıkan Millî Görüş ve Nur cemaati bizi yarı yolda bırakarak kendileri sermayenin ve şeytanın tuzakları içinde yol aldılar. Şimdi birbirleri ile olan savaşlarını derhal bırakıp tekrar Allah’ın yolunda yani Kur’an’da bir araya gelip Kur’an’ın bu emrini duyurmamız gerekir.

وَأَنَّ عَذَابِي

Va EanNa GaÜAvBıy

“Ve azabım”

Kur’an’a göre insanlık tarihi şöyledir. İyiler ve kötüler var. İyiler uygarlığı oluştururlar. Kötüler iyileri denetlerler. İyiler hata yaptıkları zaman onları şaşırtırlar. Uygarlık doğar, gelişir, yaşlanır ve artık ortadan kaldırılması, yeni uygarlığın kurulması gerekir. Kötüler başarırlar.

Osmanlı İmparatorluğu, Papalık böyle kalktı.

İyiler yeniden faaliyet gösterirler ve yeni uygarlığı kurarlar. Yeni uygarlığın kurulabilmesi için kötüler zorluk çıkarırlar. İyiler onların muhalefeti sayesinde kendilerini düzeltirler ve yeni uygarlık kurulur. Bu arada kötüler de tövbe edip iyileşirler. Allah onları mağfiret eder, merhamet eder. Tövbe etmezlerse Allah onlara çok acıklı azapla azap eder.

İşte bu ayetler bu sünnetullahı anlatmaktadır. Buna “azabî” demektedir. Bunun anlamı şudur. Kur’an düzeni gelinceye kadar zalimlerin zulmü devam edecektir. Kur’an düzeni geldiği zaman karşı taraf birden çöküp gidecektir.

هُوَ الْعَذَابُ الْأَلِيمُ (50)

HuVa eLGaÜAvBu elELIMu

“O elim azaptır.”

Azabım elim azaptır deniyor. Elim azap acıklı azaptır.

Bu ayet insanlığa çok açık olarak bildirmektedir ki KUR’AN DÜZENİ gelecektir.

Allah diyor ki; size Kur’an düzeni gelinceye kadar mühlet veriyorum. Fitne fesada devam edin ki müminler o sorunlara çözüm arasınlar. Ama göreviniz bittiği zaman Hakk’a teslim olun.

Son yarım bin yıllık tarih okunduğu zaman üçüncü binyılın nasıl inşa edildiğini çok iyi anlarız. Güçlü Papalık yıkılmıştır ama yok olmamıştır. Şimdi yeniden filizleniyor. Kur’an da mukaddes kitaplardan sayılarak araştırılmaya başlanmıştır. İslâm dinini kendisine düşman değil dost yapmıştır. Son dünya savaşları ve şimdiki savaşlar elim azap olmuştur.

وَنَبِّئْهُمْ عَنْ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ (51)

Va NebBiEHuM GaN WaYFı İBRAHIYMa

“Ve İbrahim’in dayfını tenbi’ et.”

“Nebbi’” kelimesini tekrar ederek İbrahim’in kıssasını Lut’un kıssası ile anlatmaktadır. Surede ayrıca Eyke ve Hicr halkından söz etmekte, onların helakini anlatmakta, başka peygamberlerin kıssası anlatılmamaktadır.

Hazreti İbrahim Peygamber tüm insanlığı bir millet yapmak üzere gelmiştir. Ondan sonra peygamberler gelmiş ve insanlığı İslâm düzenine yani barış düzenine hazırlamışlardır.

Kur’an kitap olarak inmiş ve peygamberlik son bulmuştur. Kur’an önce uygarlaştırarak Kur’an’ı uygulayıcı seviyeye getirdi. Artık insanlık tek millet haline geldi.

İşte, şimdi de bize artık Allah’ın nurunun tamamlanacağı zamanın geldiğini bildirmektedir. Yani Hazreti İbrahim’in başlattığı İslâm uygarlığı şimdi tamamlanacaktır. Onlara tenbi’ ettikten sonra İbrahim’i de anlat. Hazreti İbrahim’in başlattığı tek millet kılma zamanının artık geldiğini bildirmek için de onun anlatılması istenmektedir.

Lut kavmini helak edecek elçiler önce Hazreti İbrahim Peygamber’e uğruyor, onun görevini bildiriyor ve görevi devam ettirecek oğlundan da onu haberdar ediyorlar. Lut kavmi helak olacak ama gaye olarak tüm insanlığı Allah’ın nuruna kavuşturmak için helak olacaktır.

Bugün de İbrahim milleti olarak tüm insanlık birleşecektir. Ama önce Lut kavmi gibi olan bugünkü sömürü sermayesine dayalı Batı uygarlığı yok olacaktır. Kim yok edecek? Belki de melekler yok edecek. Oradaki Papalık gibi Hıristiyanlar kurtulacaklardır.

Evet, Hazreti İbrahim’in konukları anlatılmaktadır. Allah’ın gafur ve rahim olduğunu, azabın çok elim olduğunu bildirdikten sonra, örnek oluş anlatılmaktadır. Başlangıcı anlatılmaktadır ve bu da sonucudur denmektedir.

وَنَبِّئْهُمْ

VaNebBiEHuM

“Ve onlara tenbi’ et”

Burada ve bundan önceki “nebbi’”deki “hum” zamanımızın yani çağımızın tüm insanlarına gitmektedir.

Sermaye tüm insanları emrine alıp çalıştırmak ve bunu engelleyen aileyi, dini, mülkiyeti ve devleti ortadan kaldırmak istemektedir; aile müessesini yok etmek istemektedir.

Bugün birçok Türk Avrupa ülkelerinde çalışmaktadırlar. Türkiye’den de ziyarete gidilmektedir. Misafirhaneleri vardır. Türkiye’den gelenler orada ücretsiz konaklamaktadır. Bu konaklama imkânı olmasa bizim Avrupa’ya gitmemiz imkânsızlaşır. Anadolu halkı İstanbul’a gelmektedir. Hiç kimse otelde kalmamaktadır. İşte, tarihte uygarlıklar böyle oluştu. Köyümde de her evin misafirhanesi yani misafir odası vardır. Kim gelirse gelsin, konuk olarak kabul ederlerdi; şimdi paralı pansiyonlar yapıldı!

Kur’an’da yolcuları barındırmak için bütçeden fasıllar ayrılmaktadır.

Misafirleri soyma sistemi “turizm” adı altında çağımızın modası olmuştur.

Kur’an düzeninde bu soygun düzeni kalkacak, eskisi gibi seyahat edenler yüz lojmanlı apartmanların her katında bulunan ikişer dairedeki konaklama sisteminin misafirleri olacaklardır. Bu sistem insanlığı tek ümmet hâline getirecektir.

عَنْ ضَيْفِ

GaN WaYFı

“Misafirinden”

Lut kavmini helak etmekle görevli olanlar önce Hazreti İbrahim’in misafiri oluyorlar.

Kur’an bu misafirlerden vurgulayarak bahseder.

Bugünkü Batı dünyasının misafirleri sömüren turizm ve otelcilik sistemi yerine, misafirleri ağırlayan bir düzen.

Doğu’ya gittikçe misafirlik müessesesi hâlâ yaşamaktadır.

إِبْرَاهِيمَ (51)

İBRaHIyMa

“İbrahim”

Arapçada kök harfler üçtür. Bu harflere bazı harfler ilave edilerek dörtlü harf haline getirilir. Bu ziyade harfler Med harflerinin yanında V ile Y, N ile M, R ile L harfleridir.

“İbrahim”de “BH” harfleri kök harflerdir, ek olarak R ve M vardır. Bunlardan biri asıl harftir. Bize göre asıl harf “R”dir, “burhan” kökünden türemiştir, “M” zaid harftir.

Kelimeler bir dilden diğer dile geçerken halk onu kendi diline çevirir.

Biz de Kur’an’da bir kelime geçiyorsa, o yabancı dilden gelmişse bile, Kur’an onu Arapça kuralları içinde kullanır, kabul ediyoruz.

“İsmail”i “sem”den alıyoruz.

“İbrahim”i de “burhan”dan alıyoruz.

“İsa” kelimesini “asa” kelimesine dayandırıyoruz.

Eskiler de bunu yapmışlar, “ebu rahim” demişler, “merhamet babası” anlamında. Biz ise Hazreti İbrahim insanlığa mantığı öğrettiği, delillerle, akıl yoluyla hakka davet ettiği için İbrahim’e bu manayı veriyoruz. Güneş’e baktı, Ay’a baktı, yıldıza baktı; krala, “Allah Güneş’i doğudan doğuruyor, sen batıdan doğur” demesi hep akıl yoluyla izahta bulunmasıdır.

İnsanlık baştan vahye dayanılarak uygarlaştırılmıştır. Şimdi ise akla dayanılarak uygarlaşıyor. İşte bu sistemi insanlığa ilk uygulayan Hazreti İbrahim olmuştur. O sebeple surede Hazreti İbrahim’den söz edilerek çağımız uygarlığını onun başlattığı ve şimdi tamamlanan bir uygarlık olduğu bildirilmektedir.

إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا قَالَ إِنَّا مِنْكُمْ وَجِلُونَ (52)

EiÜ DaPaLuv GaLaYHi FaQAvLUv SaLAMan QAvLa EinNAv MiNKuM VaCiLUvNa

“Dâhil olduklarında ona selam dediler, o da biz sizden vecl ediyoruz dedi.”

Havf etmek, haşyet etmek, vecl letmek, vecs etmek, korku içinde olmaktır.

Havf etmek, gelmekte olan bir tehlikeyi hissedip korkup kaçmadır.

Haşyet etmek, çekinmek demek, darıltmaktan korkmak demektir.

Vecel, bir şey mi var, kötü bir şey mi oldu diye endişe etmektir.

Hifeyi icas etmek, bir yanlışlık mı yaptım demek oluyor.

Bir de feza' kelimesi vardır. İnsanın psikolojik olarak duyduğu farklı duygulardır. Her biri için vücuda salınan hormon farklı olmalıdır ve her birinin geni farklı olmalıdır.

Korku, biyolojik olarak bir tehlike ile karşı karşıya gelince tüm vücudu uyarmak amacıyla beyine özel bir yolla emir verir. Onlar da tüm hücreleri uyarırlar. Böylece beden tehlikeye karşı tedbir alır.

Biyolojik keşifler yapılmış, DNA’lar ve hormonlar bulunmuştur. Henüz psikolojik ve sosyolojik genler ve DNA’lar üzerinde durulmuş bile değildir. Türkler gidiyorlar biyolojik DNA’lar üzerinde ABD’de çalışıyorlar. Oysa Müslümanların yapacakları iş psikolojik ve sosyolojik DNA genleri bulmakla olur. Bu da Kur’an’da geçen kelimeler üzerinde çalışmakla olur. Adil Düzen Çalışanlarının daha yapacakları pek çok işleri vardır.

إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ

EiÜ DaPaLIv GaLaYHi

“Ona dâhil olduklarında”

“İza” geleceğin zaman zarfıdır, “İz” ise geçmişin zaman zarfıdır. Ona dâhil olduklarında anlamındadır. Ona dâhil oldular deniyor. Oysa ona değil odaya dâhil oldular, onun bulunduğu yere girdiler yani onun yanına girdiler.

Bir başkasının evine ondan izin almaksızın nasıl dâhil olunur?

Kapıdan seslenmişse dâhil olmadan önce korkması gerekir. Öyle olmamış, önce izin istemişler ve Hazreti İbrahim de buyurun demiş. İçeri girdikten sonra durumlarını beğenmemiştir. Ben korkuyorum dememiş, biz korkuyoruz demiştir. Yani evdeki hanım, çocuklar ve köleler korkuyor diyor.

فَقَالُوا سَلَامًا

FaQAvLUv SaLAMan

“Selam dediler”

Evet, içeri girince selam vermişler ama durumları pek iyi görünmemektedir.

“Selam” demek biz barış içinde geldik demektir. Yani Hazreti İbrahim’i selamlayarak onun ürkmemesini sağlamak istediler. Beklenen, Hazreti İbrahim’in de selam vermesidir. Eve aldığı için, kapıyı açtığı için zaten selamla işe başlamış olmaktadır. Dolayısıyla bir daha selamı reddetmesi gerekmedi.

قَالَ

QAvLa

“Söyledi”

Hazreti İbrahim söylüyor. Size de selam demesi gerekir. Dışarıda olsa Hazreti İbrahim’in de aleykümüssellâm deyip reddetmesi gerekir.  

إِنَّا مِنْكُمْ وَجِلُونَ (52)

EinNAv MiNKuM VaCiLUvNa

“Biz sizden vecl ediyoruz diyor.”

Evet, siz selam verdiniz, ben de sizi evime aldım ama evdekiler korkmaktadırlar, bir an evvel maksadınızı söyleyin demektedir.

O halde davranışlarımızı öyle yapmalıyız ki evdekileri veya savaşmayanları korkutmamalıyız. “Biz” diyerek evdekileri kastetmektedir. Başka ayette “İbrahim onlardan hifeyi icas etti” deniyor.

Şimdi şu soru sorulur: Hazreti İbrahim korktu, sesini çıkarmadı mı, yoksa korktuklarını mı söyledi? Onlar Hazreti İbrahim’e “vecl etme” mi dediler, yoksa “la tehaf” mı dediler? Bunlardan ikisinin birden olamayacağını kabul edersek şu sonuç çıkar: Kur’an’daki cümleler o zaman söyleyenlerin cümleleri değil, Allah’ın onların söylediklerini Kur’an Arapçasına tercümesidir. Dolayısıyla sözler de Allah’ın kelamıdır.

 قَالُوا لَا تَوْجَلْ إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ عَلِيمٍ (53)

QAvLUv LAv TaVCaL  İnNAv NuBaşŞiRuKa BiĞuLAMin GaLIyMın

“Vecl etme, biz sana âlim bir gulamı tebşir ediyoruz.”

Lut kavmini helâk etmeye giderken diğer taraftan da Hazreti İbrahim’e âlim gulamı tebşir ediyorlar. Hazreti İbrahim yaşlanmıştır. Ondan çocuk doğacak, büyüyecek, kırk yaşına gelecek, yeni uygarlığı kurmayı başlatacak.

O halde bugün uygarlığı kurmaya başlayan Adil Düzen Çalışanları da aynı derecede sabırlı olmalıdırlar. Bugün yaşayanların ahşap evleri ve yüz lojmanlı apartmanları kabul etmeyip reddetmeleri bizi korkutmamalıdır. Torunlarımızın çocukları da olsa, bunu yapacaklardır. Allah nasıl Lut kavmini helâk ederken o zamana bir çocuk müjdeliyorsa, bize de bugün müjdeliyor. Bir fark vardır. Kur’an’dan önce bugünkü uygarlık olmadığı için aile içinde bu görevliler oluşuyordu. Şimdi ise kim daha layık ise o görevli olacaktır. Ama bir yer eğer helâk oluyorsa, onun yerine yeni uygarlık gelecektir demektir.

Ve o genç anne rahmine düşmektedir.

Her delikanlı ben İshak’ım, ben İsmail’im, ben Yakub’um, ben Yusuf’um diyecek ve ona göre azimle yola koyulacaktır, âlim olmaya gayret edecektir.

Burada “gulam”ın nekre olması şunu gösteriyor ki; bugün de “Adil Düzen”i getirmek için anne rahmine düşen de bizim bilmediğimiz, tahmin etmediğimiz bir gulam olacaktır.

قَالُوا لَا تَوْجَلْ

QAvLUv LAv TaVCaL

“Vecl etme diye kavl ettiler”

“Vecl etmeyiniz” demiyor “vecl etme” diyorlar.

Babanın cesur olması ailenin cesur olmasını doğurur. Evdekiler evdeki erkeğe dayanarak kendilerini güven içinde hissederler. Bundan dolayıdır ki hanımlar zorba da olsa güçlü erkeği isterler. Eşinden korkan veya onun emrine giren erkekten hoşlanmaz, ona saldırırlar, onu cesur olmaya zorlarlar.

Çağımızın erkekleri bu hususu bilmedikleri için eşlerinin emrine girerler. Aile düzeninin bozulmasını istemezler. Ama bu durum daha çok onların düzenini bozar.

إِنَّا نُبَشِّرُكَ

İnNAv NuBaşŞiRuKa

“Biz sana tebşir ediyoruz”

Başka surelerde karısına müjdelediler deniyor, burada kendisine müjdelediler deniyor.

Demek ki ikisine ayrı ayrı müjdelediler. Karısı sadece bir çocuk istemektedir. Hazreti İbrahim ise âlim çocuk istemektedir.

Baştan eşine müjde vererek korkusunu gideriyorlar.

Sonra Hazreti İbrahim’e kendisine verilen büyük göreve ait bilgileri taşıyan âlim bir oğlan müjdeliyorlar.

Tebşir, çokça tebşir etmek, şiddetle tebşir etmek demektir. Tebşir edilen bir oğuldur ama kesin tebşir olduğu için tef’il babı getirilmiştir.

بِغُلَامٍ عَلِيمٍ (53)

BiĞuLAMın GaLiyMin

“Âlim bir gulamla”

Burada müjdelenen İshak’tır, Sara’dan olan oğuldur.

Hacer’den olan oğul da müjdelenmiştir. Onun için “halim” denmektedir. Onun müjdesini elçiler değil doğrudan Allah vermektedir.

Hazreti İbrahim aleyhisselam tüm insanlığı tek millet yapma ile görevli bir resuldür. Bugün onun başlattığı büyük inkılâbın uygulanacağı duruma gelmişiz, Allah’a hamdolsun.

“Gulam” kelimeleri nekre gelmiştir. Bunun anlamı, birinci gulamla ikinci gulam farklıdır. Biri âlimdir, biri halimdir. Biri resuller tarafından tebşir edilmiştir, biri doğrudan tebşir edilmiştir.

قَالَ أَبَشَّرْتُمُونِي عَلَى أَنْ مَسَّنِيَ الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ (54)

QAvLa Ea BaşŞaRTuMUvNIy GaLAv EaN MasSaNIy eLKiBaRu FaBiMa TüBaşŞıRUNa

“Bana kiber messetmiş iken bana tebşir mi ediyorsunuz? Neyi tebşir ediyorsunuz?”

Hazreti İbrahim Peygamber tebşiri kavramak için; yaşlı olduğum halde çocuğum olacağını nasıl ve neye dayanarak tebşir ediyorsunuz diyor. Burada “Alâ” hâl ifade eder, ben yaşlı olduğum halde müjdeliyorsunuz diyor.

“Arş su üzere idi” dediğimizde arş sıvı idi manası çıkar. Bunun manası vardır. Ama “arş su üzerinde idi” dediğimizde ilmî olmayan bir ifade olur.

Bu ayet bize “Alâ”nın hâl anlamını taşıdığını göstermekte ve bizim verdiğimiz mananın doğruluğunu teyit etmiş olmaktadır. “Alâ” kelimesi Türkçede üzerinde ve üzere anlamındadır. “Kiber bana messetti” diyor. “Kebirtü” demiyor, yaşlılık bana messetti diyor. “Kebirtü” yaşlandım demektir. “Messe’l-kiberü” demek, artık yaşlılık dokunmuş demektir yani tamamen sardı demektir. “Kanser messetti” dediğimiz zaman, kanser bütün vücuda yayıldı anlamını taşımış olur. Bunu neye dayanarak tebşir ediyorsunuz?

Yaşlılık olayı nedir?

Bir elbise giyersiniz, o elbise eskir ve bir gün kullanılmaz hal alır. Eğer dikkatli kullanırsanız yıllarca kullanırsınız. Katlanmış saklarsanız hep yeni kalabilir. Canlılarda durum böyle değildir. Canlılar için yaşa göre hayat düzenlenmiştir. Her yıl vücutta ne olacağı DNA’larda yazılıdır, onlar olur. Hangi yaşlarda ne olacağı bellidir. Ölüm de böyledir.

İnsanın cinsi organları genel olarak insan ölmeden önce devre dışı olur. Kadınlarda daha önce, erkeklerde daha geç olmakla beraber, yaşlılıkta üreme kabiliyetini kaybeder. Bununla beraber bazı anormal olay olur ve yaşlılıkta da çocuk olabilir. Hazreti İbrahim Peygamber bunu bilmemektedir.

Şimdi şu sorulabilir: Neden yaşlılıkta çocuk vermiştir? Gençken niye çocuğu olmamıştır? Bunun hikmetini şöyle açıklayabiliriz.

Yaşlanmaya başladı mı gerek erkek gerekse dişi yumurta ölmeye başlar. Zayıf olanlar elenir, sağlam olanlar kalır, dolayısıyla yaşlıların çocuğu genetik bakımından gençlerin çocuğundan daha üstün kabiliyette olur. Bu biyolojik bir sebeptir. Bu sebepledir ki Hazreti Zekeriya’nın da yaşlılıkta oğlu olmuştur.

İkinci sebep ise; anne ve baba çocukları yetiştirirken yaşlı iken daha bilgili olarak eğitirler, dolayısıyla yaşlıların çocukları babalarından daha çok şey öğrenmiş olurlar. Bu da psikolojik sebeptir.

Bir de sosyolojik sebep vardır. Bu şekilde doğan çocuğa halk başka gözle bakar ve onun seçilmiş olduğunu kabul eder. Bu sebeple Allah özel görevle görevlendirilecek çocuğu yaşlılardan yapmıştır. Hazreti Muhammed de babadan ve anadan yetim kalmış, yaşlı dedesi ve amcası onu yetiştirmiş, sütannede büyümüştür.

Buradaki E soru harfi ile böyle iken nasıl bu müjdeyi verebiliyorsunuz, demektedir?

قَالَ

QAvLa

“Kavl etti”

Hazreti İbrahim gelen elçilere kavl ediyor.

Hazreti İbrahim bu sırada mı resul olmuş, daha önce vahiy almış mı idi?

Evet, almıştı. Hazreti İbrahim ateşe atıldığı zaman bir genç idi, henüz evli bile değildi. Vahiy o sıralarda gelmiş, o zaman peygamber olmuştu. Şimdi ise yaşlı kimsedir. Dolayısıyla gelen elçilerin Allah’tan geldiğini öğrendi. Onlarla konuştuğu zaman bile tek konuşmakta idi. Buna rağmen olmaz bir şeyi kabul ediyor.

Hazreti İbrahim müsbet düşünen ve bu düşünceyi tüm insanlığa öğreten peygamberdir. Makul olmayan hiçbir şeyi kabul etmemektedir. Dolayısıyla inkâr anlamında değil de, makuliyet kazanması bakımından elçilerle tartışmaktadır.

Çağımız müsbet ilim çağıdır.

Bizim de söylediğimiz her sözün delillerini ve makuliyetini ortaya koymamız gerekir. İlletini ve hikmetini izah etmediğimiz bir iddiada bulunmamalıyız.

Ruhu’l-Kur’an gelişecek ve ona dayanarak yapılacak çalışmalarla çağımızın fıkhı hazırlanacak. Dört aşamalı çalışma yapılacak.

a) Bugünkü ilimlere dayanılarak mesele mesele sorunlar ortaya konacak, tarif edilecek, tasnif edilecek, her meselenin numarası olacak. Bunlar asıllar ve fer’lerdir.

b) Bütün meselelerin hükümleri ortaya konacaktır. Böylece her meselenin çözümlerinin yer aldığı fasıllar olacaktır.

c) Hükümlerin illetleri ve delilleri bulunacak, böylece her hükmün dayandığı kaynaklar ortaya konacaktır.

d) Nihayet hükümlerin hikmetleri tesbit edilecek. Böylece fıkıh dört ayak üzerinde oturarak gelişecektir.

Hazreti İbrahim elçilere, bu ne biçim tebşirdir diyerek akıllılığını ortaya koyuyor.

أَبَشَّرْتُمُونِي

Ea BaşŞaRTuMUvNIy

“Bana tebşir mi ediyorsunuz?”

“Buradaki “E” inkâr E’sidir; böyle bir müjde vermeniz yanlıştır, olmayacak şeyleri müjde veriyorsunuz, böyle bir şey olmaz, çünkü ben yaşlıyım.

Hazreti İbrahim aleyhisselâm bile bile Allah’ın elçileri ile tartışıyor.

İşte, şeriatın yolu budur. Konuyu anlamak için itiraz edilir, akla gelen her soru sorulur. Kim olursa olsun itiraz edilecektir. Ama ilmen sabit olduktan sonra, ondan sonra kabullenilir. Hakikat karşısında direnmek küfürdür.

عَلَى أَنْ مَسَّنِيَ الْكِبَرُ

GaLAv EaN MasSaNIye eLKiBaRu

“Bana kiber messetmişken”

Demek ki “Alâ” kelimesi hâl için kullanılır. “Ene alâ iman” derken, ben iman üzerindeyim demektir. Doğa kanunları da “Alâ” ile ifade edilebilir. “Alâ en yatlubu’l-erdu teyyareten vehuve lem yeskut / arz uçağı çektiği halde uçak düşmedi.” Bu ifadeyi hassaten arş mâ üzerinde idi ayetini manalandırırken değerlendirmek zorundayız.

فَبِمَ تُبَشِّرُونَ (54)

FaBiMa TüBaşŞıRUvNa

“Neyi tebşir ediyorsunuz?”

Buradaki  “Fe” beyan Fe’sidir. Durum böyle, ben yaşlandım, artık oğlum olmayabilir; siz neye dayanarak bu tebşiri yapıyorsunuz?

Buradaki sual inkâr suali değil, sadece istinba sualidir, öğrenme sualidir. Nasıl olacak bu diyor. Bu da çok önemli bir husustur.

Bize bir şey söylendiği zaman hemen reddetmeyeceğiz, kabul de etmeyeceğiz. Tartışacağız. İlletlerini ve hikmetlerini öğreneceğiz, ondan sonra aklımız ererse kabul edeceğiz; aklımız ermezse reddetmeyecek, kabul etmeyeceğiz. Bugünkü ilmin kabul ettiği ana kural budur. Peşim hükümlü olmamalıyız. Peşinen ne kabul ne de reddedeceğiz.

İşte, Hazreti İbrahim bu davranışları ile bu kuralı bize öğretmektedir.

قَالُوا بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْقَانِطِينَ (55)

QAvLUv BaşŞaRNAvKa Bi eLXAqQı Fa LAv TaKuN MiNa eLQAvNıOIyNa

“Biz seni hak ile tebşir ettik, kânıtlardan olma dediler.”

“Hak ile tebşir ettik” demek, doğa kanunlarına göre tebşir ettik demektir. Evet, senin çocuğun olacak ama bu doğaüstü bir olay değil, doğa kanunları içinde ve ona uygun olacaktır. İhtimaliyat hesapları içinde imkânsız olmayanı değil, az imkânlı olanları haber veriyoruz.

Bir masa düşünün, bir ağırlığı var. Bir de havanın molekülleri masaya çarpmaktadır. Yukarıdan çarpan moleküllerin sayısı aşağılara çarpan moleküllerin sayısına eşit olduğu için masa yukarı kalkmamaktadır. Ama az muhtemel olmakla beraber, aşağıdaki moleküllerin sayısı çok olabilir, o takdirde masa yukarı kalkar. O halde masa yukarı kalktı diyen birisine sen doğa kanunlarına aykırı bir şey söylüyorsun diyemezsin.

Yirminci yüzyılın ikincisinde hata kanunu keşfedilmiştir. Heisenberg tarafından ortaya konan bu kanuna göre hiçbir şeyin kesin olarak bilinemeyeceği, bilgilerde mutlaka hata olduğudur. Hatta hata sabitesi bulunmuştur(Azami tesir kuantumu).

Resuller işte bu bilinmezlik içinde bu oğulun olacak ve doğa kanunlarına uygun olacaktır dediler. Yaşlı anne babadan çocuk olur mu? Bu doğada görülmekte midir? Günümüzdeki gazete haberlerinde bile görülmektedir. Müjdeyi hak ile vermektedirler.

Şimdi yeni bir durumla karşı karşıyayız; Hazreti Âdem’in yaratılması, Hazreti İsa’nın yaratılması ve nihayet Hazreti Meryem’in Hazreti İsa’ya hamile kalması. Erkek hücre anne rahmine düştükten sonra birtakım engelleri aşarak dişi yumurtaya varır. Pek çok sperm yarışır, sonunda kazanan döller. Dölleyende Y kromozomu varsa çocuk erkek olur, dölleyende dişi kromozomu varsa çocuk kadın olur. Çocuğun taşıdığı özellikler de hem annenin hem de babanın cinsi hücrelerinde yazılı olur.

Burada müjde verdikleri çocuğun âlim olacağı bildirilmektedir. O halde ilim genleri vardır. Bu geni taşıyan çocuk meydana gelecektir. Gerçekten de insanlar iki gruptur, kimileri ilmi sever,  kimileri de işi sever. İşi sevenler üretmeyi, ilmi sevenler proje yapmayı severler.

Peki, resuller bunu nasıl sağlayacaklardır? Acaba doğacak çocuğun kız veya erkek olmasını temin etmek mümkün mü? Spermler menide yarışmaktadırlar. Menide hormonlar vardır. Ana rahminde döllenme yolcuğu için özel sıvı vardır. Sıvıya öyle madde katabiliriz ki o madde sayesinde Y kromozomları kolay koşarlar, X kromozomlar zor koşarlar. Sonunda doğan çocuk erkek olur. Aynı şeyi gerçekleştirmek için ilmi seven hücreleri güçlü kılan madde konabilir, doğan çocuk âlim olur.

Bugün biz bunları yapamıyoruz ama nasıl yapılacağını biliyoruz. İleride bizim de bunları yapabilmemiz mümkündür.

Yine bu ayette öğreniyoruz ki, bir işe başladığımız zaman zorluklar içinde kalabiliriz. Tüm imkânların tükendiğini zannederiz. Ama devam edersek beklemediğimiz yerden bir destek gelir ve sonunda varmak istediğimiz hedefe ulaşmış oluruz.

Benim böyle ümidimi kestiğim günler olmuştur. Arkadaşlarımdan biri ‘devam edelim’ demiş ve ben de devam etmişimdir. Bugünlerde de ahşap evlerin imalatından ümidimi kesmek üzereyim ama bu ayet karşıma çıktı. O halde bu ayet bana ve arkadaşlarıma ihtarda bulunuyor; ümidinizi kesenlerden olmayın.

Bu ayetin bildirdiği ile yeniden hamle yapmalıyız. Ahşap evler ve yüz villalı siteler kurulacak; yüz lojmanlı apartmanlar yapılacak; seralar, işyerleri, arılar, kümesler yapılacak; mala-mal marketleri kurulacak; Bin Dil Üniversitesi faaliyete geçecek...

Bu ayet bize bunu haber veriyor.

قَالُوا

QAvLKUv

“Kavl ettiler”

Resuller, Hazreti İbrahim’in ‘neye dayanarak bu tebşiri yapıyorsunuz’ sorusuna karşılık, Hak ile yapıyoruz, doğa kanunları gereği yapıyoruz, ihtimaliyat kanunlarına göre yapıyoruz. Yahut bizim elimizde müdahale etme gücümüz var, onu kullanıyoruz diyorlar...

Erkekte erkek hücreleri, dişide dişi hücreleri üreten yerler vardır. Yaşlanınca bu hücreler ölmez ama yeni hücreler üretemez yahut yeni hücreler üretse de onlar bölünerek 46 kromozomdan 23 kromozoma inmez. Bunu sağlayan genler vardır. Genler öyle sıvı salar ki bu işi yaptırmaz. Ama bu genlerden birisini etkisiz hâle getirdiniz mi hücreler bölünmeye başlar veya yaşlanmış insanlar da çocuk yapabilirler.

Bugünkü biyologlar bunun rastlantı ve arızi olduğunu söylemektedirler. Bu ayete göre ise meleklerin müdahalesi ile bu işin takdir-i ilâhi ile olacağı ortaya çıkar.

Bunu nasıl bilebiliriz?

Çocukları olmayan karı koca Allah’a dua ediyorlar. Bu duaları kabul olunur ve çocukları olur. Benim bucağımda (Borçka/Artvin) bu hususta gerçekleşen olay vardır. Bir adamın çocukları doğar da yaşamazsa, ona babasının adını takarlar ve çocuk yaşar.

Bunun bir örneği de benim. Babamın adı Süleyman’dır. Benim benden 20 sene evvel ölmüş ağabeyim varmış. Erkek çocuğu yoktur diye babam evlendirilmiş. Yörede töre böyledir. Nihayet büyük erkek kardeşlerim ölünce bana Süleyman adını takmışlar ve ben şimdi size bunları anlatıyorum. Böyle yakınlarım vardır. Geçen günlerde vefat eden Hüseyin Aydın’ın babasının adı da Hüseyin’dir. Numan Bayrak isminde akrabamız vardır, babasının adını taşır. Bunu dua olarak kabul eder, duanın Allah tarafından kabul edildiğini farzedebiliriz. İlmi müşahedeler bu hususu rakamlarla ortaya koyar.

بَشَّرْنَاكَ

BaşŞaRNAvKa

“Tebşir ettik”

Büşra nedir?

Yağmur yağmadan evvel gökte bulutlar ortaya çıkar, yağmurun yağacağını haber verir. Bu bulutlar büşra bulutlarıdır. Bu elçilerin bu haberi vermesi üzerine kadın hamile kalmış ve görülen gebelik alametleri büşra olmuştur.

“Adil Düzen”in geleceğine dair alametler belirir. O büşradır. Akevler, Millî Görüş, Nur Cemaati, “Adil Düzen”in birer büşrasıdır. Ak Parti ve Cemaat’in çatışması da “Adil Düzen”in bir büşrasıdır; o yolların çıkar yol olmadığını ortaya koyuyor ve oralardaki müminleri doğru yola çağırıyor.

Dikkat edeceğimiz husus şudur; Lut kavmini helâk etmeden bu haber geliyor.

O halde “Adil Düzen”i kabul etmeyenler bombalanacak; biz bombalamayacağız, Ruslar veya başka birileri bombalayacak.

İhvanı Müslimîn iktidar oldu, sonra bırakıp gitti!

Neden?

Erbakan “Adil Düzen”i anlatırken kulak bile vermemişlerdir...

Akevler olarak 30-35 yıl önce yaptığımız görüşmelerde ve önerilerde; ‘Biz Arabız, Arapçayı ve Kur’an’ı sizden iyi biliriz’ dediler!

Oysa iktidar olmadan evvel de Akevler’i ve “Adil Düzen”i duymuşlardı. İktidar olunca ilk yapacakları iş, Akevler’i arayarak “Adil Düzen”i tartışmaları gerekirdi.

İktidara talip olmayacaksın. İktidarda Kur’an düzeninin uygulanması için çaba göstereceksin. Erbakan’ın da hatası bu olmuştur.

بِالْحَقِّ

Bi eLXAqQı

“Hak ile”

“Hak” demek, dışarıda cereyan eden olayların plan veya projeye uygun olması demektir. Takdire göre, plan ve projeye göre olayların oluşması demektir. Yani beynimizde bir bilgi vardır. Bu bilgi kader bilgisidir. Doğa kanunları ve genel plan bilgisidir. Dışarıdaki olaylarla bu bilgi arasında beraberlik varsa o haktır.

Demek “hak” demek doğa kanunlarına uygun olmak demek, genel plan ve projeye uygun olmak demektir.

Beynimizde kâinat var. Bir de Allah’ın takdirinde bir kâinat vardır. Beynimizdeki kâinat ile takdirdeki kâinat uyuyorsa o haktır, o bilgimiz haktır; uymuyorsa yanlıştır.

فَلَا تَكُنْ مِنَ الْقَانِطِينَ (55)

Fa LAv TaKuN MiNa eLQAvNıOIyNa

“Kanitlerden olma.”

Kurallı erkek çoğul kullanılmıştır. Bir toplulukta ümitli olanlar vardır, ümitsiz olanlar vardır. Kişi kimlerin yanında olursa o da onlardan olur.

Bugün “Adil Düzen” işletmelerinin başaracağına inanan insan çok azdır. Çünkü cari sistemde iş yapmaktadırlar. Cari sistemi terk edip “Adil Düzen” sistemine göre iş yapmadıkça kanit olmaktan kurtulamazsınız. Henüz Adil Düzen Çalışanlarında bile bu ümit doğmamıştır. Yani bugün herkes kanitler içindedir. Doğaldır. O gün Hazreti İbrahim bile kanitlerden idi.

Müminler bir gecede değişecekler ve kanitîn olmaktan çıkacaklardır.

Doktor Mete Bey ve Doktor Lütfi Bey diyecekler ki; “Adil Düzen”e göre kuracağımız hastane iş yapar.” Hazreti İbrahim gibi onlar da değişeceklerdir.

Medhal grubu başkanı Bünyamin Demir değişmek üzeredir.

Evet, Adil Düzen Çalışanları, kanitlerden olmayın.

قَالَ وَمَنْ يَقْنَطُ مِنْ رَحْمَةِ رَبِّهِ إِلَّا الضَّالُّونَ (56)

QAvLa Va MaN YaQNaOu MiN RaXMaTi RabBiHIy EilLa elWalLUvNa

“Rabbinin rahmetinden kunut edenler dâllîn olanlardan başka kimdir?”

Evet, Akevler 1967’de Kur’an düzenini oluşturmaya başladığı zaman o günün müminleri hep katıldılar. O sayede Kooperatif kuruldu. O sayede parti kuruldu.

Belli bir cihattan sonra herkesin ümidi kesildi ve “Adil Düzen”den uzaklaşmaya başladılar, başka yollar aradılar. Akevler’de birkaç arkadaş kaldı. Onlar direndi. Her türlü zulmü göğüslediler. Birileri çıkıp Akevler’in çektiklerini dile getirmelidir.

Hazreti İbrahim Peygamber dönemi gibi ümitsiz dönemler yaşandı. Ama elçilerin ikazı gelince Hazreti İbrahim hemen kendine geliyor, dâllîn olanlardan başka kim ümidini keser diyor. Elçiler demiyor, o diyor. Adil Düzen Çalışanı olup da ümidini kesenler hemen uyanmalı ve Hazreti İbrahim gibi ‘kim ümidini keser ki’ deyip yola koyulmalıdır.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Millî Görüş’ten ümidini kesmiş, faiz dünyanın gerçeğidir demiştir. Ama şimdi Hazreti İbrahim Peygamber gibi gerçeğe gelmiş, faizsiz bir Türkiye kurma çabasında olduğunu emin kaynaklardan öğrenmiş bulunuyorum.

Yalnız Erdoğan değil; Gül, Arınç, Atalay, Çiçek, Gönül ve diğerleri, Adil Düzen ekibi olarak ümitlerini kesmişlerdir. Şimdi tereddüttedirler. Evet, onlara belki bir yıldan önce bildirdim; gelin, siyaseti bırakın, kooperatifçilik yapalım dedim. M. Tekelioğlu önerimi gülünç buldu ama bir gün o da Hazreti İbrahim gibi uyanacak.

Burada “Ve” harfi getirilmiştir. O halde hazf edilmiş cümle vardır. Haklısınız. Ben sorumu sorarken sadece öğrenmek için sordum, kalbim tatmin olsun diye sordum. Yoksa şaşkın olandan başkası Allah’tan ümidini kesmez.

Allah’ıma hamdolsun ki ben de Hazreti İbrahim gibi ümidimi kestiğim zaman arkadaşlarım birer elçi olarak geldiler ve beni tekrar şevkle işe başlattılar. Tam ümidimi kesmişken İzmir’e gittim, Harun Özdemir’in Oğlu Emin Özdemir’i hevesli görünce yeniden projeleri uygulama amacıyla yola koyuldum. Hazreti İbrahim gibi yaşlanıyorum ama ahşap evler doğacak, yüz lojmanlı apartmanlar oluşacak, mala-mal marketleri kurulacak. Ben görmesem bile, kim bilir nerde, belki de Moritanya’da, Sudan’da âlim çocuklar doğmaktadır...

Hiç tereddüt etmeden siz de benim gibi olunuz.

قَالَ

QAvLa

Kavl etti

Kavl eden Hazreti İbrahim’dir.

Hazreti İbrahim çok önemli görev almıştır, tüm insanlığı bir millet yapacaktır. Ama tüm çalışmalarına ve yaşlanmalarına rağmen bir sonuç elde edememiştir. Kendisinden sonra başlattığı büyük savaşı yürütecek kimse yoktur. Lut kavmi gibi tüm insanlığı zulüm ve fitne sarmış, ümitsiz halde iken elçiler geliyorlar, âlim bir oğul müjdeliyorlar.

Burada müjdelenen sıradan bir oğul değil, tüm insanlığı saltanat düzeninden şeriat düzenine geçirecek bir oğul. Bu kendi oğlu da olmayabilir. Bu bir oğul değil de kurum da olabilir. Senin için olacak oğlunu müjdeliyoruz demiyor. Bir oğul, herhangi bir oğul; Çinli veya Hintli de olabilir.

وَمَنْ يَقْنَطُ

Va MaN YaQNaOu

“Ve kim kunut eder?”

Kim olmuyor?

Artık vazgeçelim dediğiniz zaman ümidinizi kesmiş olursunuz. “Adil Düzen”i biz kurmayacağız, O kuracaktır. Dolayısıyla olmayacak diye bir şey yoktur. Bize düşen, Allah’ın bize verdiği vazifemizi yapacağız. Sonrası bize ait değildir, O’na aittir. O, bütün dünya istemese de, kâfirlerin tamamı kerih görseler de olması gereken olacaktır.

Evet, İslam Medeniyeti Vakfı öncülük etsin veya etmesin, Bin Dil Üniversitesi kurulacaktır. On dilden başlayacak ama bin dile, belki de bir gün tüm dünyada 10 bin dile çıkacak.

مِنْ رَحْمَةِ رَبِّهِ

MiN RaXMaTi RabBiHIy

“Rabbinin rahmetinden”

“Adil Düzen” Allah’ın rahmetidir. Her ocak kendi katında istediği gibi yaşayacak. Kimse onlara karışmayacak. Komşularından rahatsızsa hemen hicret edip işletme kuracağı aşiretlerden birine geçecek. Bucağında çalışacak, yaşayacak, hakemlerden oluşan adil yargı sistemi davalarını en geç bir hafta içinde çözecek. Hakemlerin kendisine tanıdığı hakları ildeki emniyet teşkilatı alıp verecek. İnsanlık içinde saldıran olursa devlet savunacak.

Bundan büyük rahmet olur mu?

O halde herkes Rabbinin rahmeti olan “Adil Düzen”den ümidini kesmeyecek.

Hazreti İbrahim Peygamber burada ümmetine “Men” harfi ile bildiriyor.

Kim olursa olsun, Millî Görüşçü, Ak Partili, Gülenci veya Tunahancı her kim olursa olsun, Akevler’den olsun, kim ümidini keserse diyor.

إِلَّا الضَّالُّونَ (56)

EilLa elWalLUvNa

“Sadece dalalette olanlar.”

“Dalalet etmek” demek, yolu kaybedip çöllerde veya ormanlarda yapayalnız kalmak demektir. “Adil Düzen”den ümidini kesenler çölde kaybolmuş durumdadırlar.

Biz ise bütün virajları ile yolumuzu görüp devam ediyoruz. Arada ümidimizde bir tereddüt oluyorsa, Allah elçilerini gönderiyor ve biz de yolumuza devam ediyoruz.

 

 


HİCR SÛRESİ TEFSİRİ(15.SÛRE)
1-1 VE 8.AYETLER
1309 Okunma
2-9.AYET
1564 Okunma
3-10 VE 15.AYETLER
1234 Okunma
4-16 VE 22.AYETLER
1160 Okunma
5-23 VE 30.AYETLER
1253 Okunma
6-31 VE 38.AYETLER
1149 Okunma
7-39 VE 47.AYETLER
3137 Okunma
8-48 VE 56.AYETLER
1313 Okunma
9-57 VE 66.AYETLER
1191 Okunma
10-67 VE 77.AYETLER
1422 Okunma
11-78 VE 86.AYETLER
1792 Okunma
12-87 V E 93.AYETLER
1429 Okunma
13-94 VE 99.AYETLER
1452 Okunma

© 2024 - Akevler