HİCR SÛRESİ TEFSİRİ(15.SÛRE)
Süleyman Karagülle
1235 Okunma
1 VE 8.AYETLER

HİCR SÛRESİ - 1. Hafta

الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْآنٍ مُبِينٍ (1) رُبَمَا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِمِينَ (2) ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْأَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ (3) وَمَا أَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ إِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَعْلُومٌ (4) مَا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ (5) وَقَالُوا يَاأَيُّهَا الَّذِي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ إِنَّكَ لَمَجْنُونٌ (6) لَوْمَا تَأْتِينَا بِالْمَلَائِكَةِ إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (7) مَا نُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ إِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُوا إِذًا مُنْظَرِينَ (8)

 

***

 

الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ (1)

ELR TiLKa EAvYAvTu eLKiTAvBi elMuBIyNı

“ELR Mübin Kitabın ayetleridir.”

Fatiha Kur’an için içindekileri içerir. Sonra gelen 7 besmeleli 4 ikili 8 sure şer’î hükümleri ortaya koyar. Ondan sonra gelen bu 4 üçlü sureler 12 sure olarak hikmetlerini ortaya koyar. Bunların ilk 6’sı ELR ile başlar. Dördüncü sure ELMR şeklinde gelerek üçlü grup olduğuna işaret eder. Bu sure ile ELR ile başlayan surelerin yorumu tamamlanmış oluyor.

Surelerin ilk ayetleri:

الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْحَكِيمِ (1)   ELR Bunlar hakim Kitabın ayetleridir.

الر كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ (1)  ELR Ayetleri tahkim edilmiş sonra tafsil edilmiş hakîm habîrin ledününden bir kitaptır.

الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ (1)   ELR Bunlar mübin kitabın ayetleridir.

المر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَالَّذِي أُنْزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ (1) ELMR Bunlar Kitabın ayetleridir.

الر كِتَابٌ أَنْزَلْنَاهُ إِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِ رَبِّهِمْ إِلَى صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ (1) ELR Sana nâsı hamid aziz olanın sıratına zulumattan nura ihraç etmen için inzal olunmuş bir kitaptır.

الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْآنٍ مُبِينٍ (1)  ELR Bunlar Kitabın ve mübin Kur’an’ın ayetleridir.

İlk ayetle bu şekilde ifade edilmiştir. Dört marifeli olarak bunlar kitabın ayetleridir diyor. İki yerde nekre olarak bu bir kitaptır denmektedir. Nekre olarak kitaptır. Marife olarak kitabın ayetleridir.

Marife olarak gelenlerden ikisi sıfatlandırılmıştır, hakim ve mübin denmiştir. Diğer ikisinde sıfatsız getirilmiştir. Atıf yapılmıştır.

O halde bizim burada üzerinde durmamız gereken iki husus vardır; “Kitabın ayetleridir” ile nekre olarak “kitaptır” arasında ne fark vardır?

“Kitaptır” dendiği zaman hükümleri içerir anlamındadır, yazılı kurallardır. Demek ki bu surelerde birçok şeriat hükümleri mevcuttur. Nekre gelmesi ile her topluluk için ve her zamanda farklı hükümler olduğu ve mezheplerin meşruiyetini ifade eder.

“Kitabın ayetleridir” demek, marife olarak olan kitap Kur’an’dır demektir. Yazılı olanlar hükümlerdir. Onun ayetlerini içerir, onun ilahi kitap olduğunu kanıtlar demektir. Kitap da marifedir, ayetleri de marifedir. Kelamda ihtilaf yoktur.

Karşılaştıracağımız ikinci husus ise birinde “sana inzal olunan” diyerek, Kitaptan başka marifeli inzal olunan da vardır demektir. Bunda da sünnetin ikinci delil olduğu ifade edilmektedir. İcma ve tevatür de sünnetin içindedir. Kesinlik bakımından değerlendirilmiştir.

Burada ise “mübin Kur’an” atfedilmektedir. Kitaptan farklıdır. Mübin kitaptan bahsedilmiş, burada “mübin Kur’an”dan bahsedilmektedir. Demek hem kitap mübindir hem Kur’an mübindir.

“Kitap” ve “âyât” marife olduğu halde “Kur’an” nekre gelmiştir. Bu farklı kıraatlerin olması anlamındadır.

Kur’an nazil olduğu zaman deri parçalarına ve kemiklere yazılıyordu. Raflara konuyordu. Sayfanın başında eski sayfaların son kelimesi yazılıyordu. Ayrıca Suffa Ashabı onu yerlerine göre ezberliyorlardı.

Sonra bazı sahabeler onu mushaf haline getirdiler. Ramazanda her gün bir cüz okunarak tekrar ediliyordu. Hazreti Osman altı meşhur kur’ayı ve Hazreti Ebu Bekir’den gelen yazılı nüshayı esas alarak kitap haline getirdi. Altı nüsha yazıldı ve bunların dışındaki nüshalar artık Kur’an’dan sayılmadı. Bu suretle icma halinde Kitap bugüne kadar gelmiştir. Altı nüshada çok az yazı farkı vardır. Bu altı nüsha da Kur’an’dan sayılmıştır. Bunlardan herhangi harfi kabul etmemek yahut onlara bir harf ilave etmek Kur’an’ın tamamını reddetmek anlamında kabul edilmiştir. Ehli Sünnetin inançları budur.

Farklı kıraatler devam etti. İki nesil sonra yedi kıraat kavlen sahih kıraat kabul edildi, ikrar edildi. Üç kıraatte de sükuti icma vardır yani kimse reddetmemiştir. Bu yedi kıraatin birini inkâr etmek Kur’an’ı inkâr etmek demektir. On kıraatin dışında bir kıraati Kur’an’dan saymak, o da Kur’an’ı inkârdır.

İşte, burada Kur’an’ın nekre gelmesi bu 7 ve 10 kıraati kabul etme demektir.

KuRANin MüBiYNin  7 sessiz harf vardır, 7 kıraati temsil eder. “Seb’an mine’l-mesani” ve “azim Kur’an verdik” ayetleri bu surede geçmektedir. Yedi mesaniye kıyasen 7 kıraate işaret edilmiş oluyor. LQRAN LGJIM el-Kur’ani’l-azim 10 harftir, o da 10 kıraate işaret etmiş olur. İcmaların kati olması için Kur’an’dan bir delil bulunmalıdır.

Hükmen Arabiyyen denmektedir. Değişik mezheplere göre değişik hükümler olacağı ve kıraate göre bu hükümler oluşacağı için nekre gelmiştir.

الر

ELR

Elif Lam Ra

Kur’an’da harflerin zikredildiği surelerin sayısı 29 harfe tekabül eder. 29 tanedir.  Zikredilen harflerin yarısı 14 harf olarak zikredilmiştir.

KUR’AN’DA SURE BAŞLARINDA

Var

olan

E

ا

H

ه

X

ح

G

ع

Q

ق

K

ك

Y

ي

M

م

N

ن

L

ل

R

ر

S

س

Ö

ص

O

ط

Yok

olan

ج

C

ف

F

خ

P

غ

Ğ

د

D

ت

T

و

V

ب

B

ث

Ç

ذ

Ü

ز

Z

ش

Ş

ض

W

ظ

J

EL olarak geçen 13 harf var. 6 sı ELM  1 i ELMÖ  1 i ELMR olarak geçer. 5 i ELR. Bu sureler arasında bir bağlantı olmalıdır. ELMR ile M li sureler arasında da ilişkiler olmalıdır. XM ler 7 ELM ler 7 tane bir ve TSM var demek onbeş sure M lidir. ELR ile 1 sure M lidir.

Kur’an üzerinde bizim yaptığımız gibi genel çalışma yapılır. Bu ders kitabı olur ama bir doktora tezi olabilir. Ayrıca harf sayıları da değerlendirilmelidir. Bunların ebced hesabı yapılabilir. Okunuşları elif deyince bir harf değil üç harf kabul edilebilir. Bu da doçentlik çalışması olur. Bunlar arasında harf sayıları değerlendirildiği gibi konuları itibariyle de karşılaştırılır.

تِلْكَ

TiLKa

“Bunlar”

Burada işaret edilen ayetlerdir. Çoğul olduğu için müfred müennes gelmiştir. Kastedilen sözler değil de manaları olduğu için “Tilke” gelmiştir.

آيَاتُ الْكِتَابِ

EAvYAvTu eLKiTAvBi

“Kitabın ayetleridir”

Buradaki “el-Kitab” kelimesinden Kur’an’ın tamamı anlaşılabilir yahut bu sure bir kitap kabul edilir. Sureyi ayrı kitap kabul etmemiz bu sebepten dolayıdır. Bir surede başka suredeki kelimelere zamir gitmez. Her sure kendi başına ayrı konulmalıdır. Surenin içinde ise çok gerilere zamir gidebilmektedir. Her sure önce kendi içinde yorumlanır, sonra bütün Kur’an içinde değerlendirilir.

الْمُبِينِ (1)

elMuBIyNı

“Mübindir.”

Beyan eden, açıklayandır.

Kur’an’ın özelliği kendi kendisini açıklamasıdır. Kendi yorum kurallarını koyar. En başta Âli İmrân Suresi’nde koyduğu genel kuraldır. Surede müteşabihler vardır, herkesi ilgilendirmez, onları anlamak mümkün değildir. Muhkem ayetler vardır, onlar icma ile anlaşılır, tüm Kur’an ehlini birbirine bağlar. Bir kısım muhkem ayet vardır, değişik kimseler değişik şekilde anlar. Onlar da anladıkları gibi uygularlar.

Anlaşılmayanlar üzerinde durulmaz, geçilir, beni ilgilendirmiyor dersiniz.

Uçak yokken uçak yolculuğu ile ilgili hükümleri onlar için anlamak mümkün olmaz.

İşte bu kuralların Kur’an’da zikredilmesi onun Kur’an’ı mübin, Kur’an’ı açıklayan olmasından ileri gelmektedir. Hem sure içindeki ayetler birbirini açıklar hem de Kur’an’ın tamamındaki ayetler birbirlerini açıklar. Bunlar bir bütün olup birlikte anlaşılması gerektiği için de ayetlerdeki tearuz tenakuz değildir yani ayetlerdeki farklılık tutarsızlık değildir, aksine birlikte anlaşılarak birbirini tutarlı hale getirir. Bunun için mübindir.

رُبَمَا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِمِينَ (2)

RuBaMAv YaVadDu elLAÜIyNa KaFaRUv LaV KAvNUv MüSLiMIyNa

“Küfretmiş olan kimseler ‘müslimler olsaydık’ diye nice meveddet edeceklerdir.”

İman

Küfür

Şirk

İslam

Kur’an’da küfür ile iman ve küfür ile islâm karşılaştırılmaktadır. İman küfür ile, şirk ise İslâm ile karşılaştırılır. İman ve islâm birbirinin zıddı olmadığı için alt alta ve yan yana yazılmaz. Burada ‘mümin olsaydık’ demiyorlar, ‘müslim olsaydık’ derler.

Müminlik üst dereceyi almak içindir, müslimlik kötülüklerden kurtulmak içindir.

Kötülüklere düşmüş oldukları için defalarca meveddet edeceklerdir.

“Rubema” kelimesi Kur’an’da bir yerde ve yalnız burada geçmektedir. “R” harfi tekrarı “B” harfi de kapı yani geçiş yerleri anlamında olup pişmanlık anlamındadır. Pişmanlık bir görüşten diğer görüşe geçmedir. Rubema çok defa pişmanlık duyacaklardır anlamındadır. Rubbedeki “M” harfi fiilin gelebilmesi için olduğu gibi umumileştirmek, yaygınlaştırmak anlamındadır.

“Rubbe” çokça pişmanlık Rubema ise az defa istemek demektir. Oysa burada çok pişman olacaklar manasında gelmelidir. Her iki kıraat vardır. Ayetin harflerini sayarsak, 2E, 2K, 2A, 2A, 2R, 4L, 2U, 2M, 2V harfleri mevcuttur. 3N ile 1Y, Ü ile S çifterdir. F tektir, eşi yoktur. O halde B harfi tektir. 8 tane 2 harfi, 1 tane 4 harfi ve B yi bir sayarsak 5 birli ve 1 üçlü demek 24 eder. B yi iki sayarsak 25 eder. O halde iki kıraat da seçkin sayılar içindedir.

“Rubbema” kıraatinde bunlar çok pişman olacaklar demektir. “Rubema” kıraatinde bunlar pişman olmak için zaman bulamayacaklar, çünkü helak olup gideceklerdir demektir. Bu manayı verdiğimizde bu pişmanlığın bu dünyaya ait olduğu açıkça anlaşılmış olmaktadır.

“Vadi” bir ırmağın veya derenin içinde bulunduğu sahadır. “Vedd” bu yakalardan biridir. Dayanışma ve meyletme anlamlarına gelir. Birbirine yaklaşma anlamına da gelir. (Akevler Lügati).

Suların vadilerde ırmağa doğru akmasına benzetilerek insanın bir şeye doğru gitmesi, ona yaklaşması, onun kendisine yaklaşmasını istemek meveddettir. İstemek anlamında olup bir şeyin olmasını, bir yakınlığın tesis edilmesini istemek demektir. İki kişi birlikte iş yaparken onu incitmemeye, darıltmamaya, ürkütmemeye, kaçırmamaya çalışır; bu meveddettir. Müslimler olmalarını isteyeceklerdir.

رُبَمَا

RuBaMAv

“Kısa süre için”

Bir talepte bulunursunuz. Karşı taraf düşünüp araştırır ve imkân bulmazsa ret cevabını verir. Karşı taraf sizinle olan ilişkiden dolayı reddedecekse yahut aldığı talimat gereği reddedecekse, sözünüzü dinlemeden reddeder.

Allah da günü gelince artık hiçbir talebi kabul etmeyecektir. Zelzeleye karar vermişse, bombalara karar vermişse kimse onu engelleyemez. Artık o gün izin verilmez.

Sermaye insanlığı üçüncü cihan savaşına götürmektedir. Şimdi belki düzelirler diye Allah buna imkân vermektedir. Ama günü gelince de artık kimsenin gözyaşına bakmaz ve savaş çıkar, taş üzerinde taş kalmaz. Adil Düzen Çalışanları yeni dünyayı kurarlar.

Biz Asım’ın kıraatini yorumladığımız için bu anlamı verdik. Onun için “rubbe” değil de “rube” geldi.

يَوَدُّ

YaVadDu

“Vudd edebilecekler”

Savaş çıktığı zaman başlarına gelecek kötü günlerde savaş zamanında defalarca ‘keşke savaş çıkarmasaydık da barışçı olsaydık’ diyeceklerdir. Başta bugün bu savaşları çıkaranlar diyecekler, sermaye sahipleri diyeceklerdir. Putin diyecek, Erdoğan diyecek.

Demek ki burada müminim denmeyip müslimim denmesi demek savaş heveslileri dile getirdiği içindir.

Sermaye bugün Putin ile Obama’yı uzlaştırıp Türkiye ve İran’ı yok etmek istemektedir. Onun asıl düşmanları Obama ile Putin’dir. Başarırlarsa ilk öç alacakları kimseler onlar olacaklardır. Binlerce defa savaş çıkardıklarına pişman olacaklardır. Ama ömürleri barışı tesis etmeye yetmeyecektir.

الَّذِينَ كَفَرُوا

elLAÜIyNMa KaFaRUv

“Küfretmiş olanlar”

Nankörlük edenler.

Evet, önce Sermaye nankörlük etmektedir. Verilen bu kadar büyük ve çok nimeti Allah’ın emirlerinde kullanacağına, insanlığa hizmet edeceğine ne yapıyor?! Savaşlar çıkararak insanlığı ateşe sürüklüyor.

Savaşa girdikleri zaman bizzat kendileri onun ateşinde kavrulacaklardır. Obama, Putin ve Erdoğan eğer savaşa izin verirlerse en büyük azabı onlar çekeceklerdir.

Bunları Kur’an söylüyor, ben söylemiyorum.

Üçüncü cihan savaşı Sermaye’yi tasfiye edecek, bugünkü liderleri tasfiye edecek, insanlık kalanlarla yeniden hayata başlayacak.

Evet, bu SOSYAL TUFAN Nuh tufanı gibi olacak. “Adil Düzen”in yüz lojmanlı bloklarına binenler kurtulacak, dağlara sığınanlar ve paraya güvenenler helak olacak.

لَوْ كَانُوا مُسْلِمِينَ (2)

LaV KAvNUv MüSLiMIyNa

“Müslimler olsalardı.”

Savaş taraftarı değil de barış taraftarı olsalardı... Kendilerine verilen nimetleri apartmanlarını yıkmak için değil yapmak için harcasalardı... Çöl Vakfı’nı kursalardı... Çöl Yeşillendirme Kooperatifi kursalardı... Savaştaki güçlerini çöllerin yeşillenmesine harcasalardı... Yeryüzünün yüzde ellisi hâlâ çöl hâlindedir, kullanılamaz durumdadır.

Barış demek hakemlik sistemini kabul etmek demektir. Erdoğan ve Gülen de hemen hakemlerini seçmeli ve barış içinde sorunlarını çözmelidirler. Demirtaş da Davutoğlu ile hemen hakemlik sistemi için başvurmalıdır. Esed ile de hakemliğe gidilmelidir. Savaşın esiri olup helâk olup cehenneme gitme yerine, hakem kararları ile şehit olmak çok daha iyi olur. Geride kalanlar huzur içinde yaşarlar. Ölenler de âhirette huzur içinde olurlar.

Bakınız, Kur’an öyle karışık şeyleri söylemiyor, ilmin ortaya koyduğu sonuçları sadece hatırlatıyor.

ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْأَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ (3)

ÜaRHuM YaEKuLUv va YaTaMatTaGUv Va YuLHiHiMu eLEaMaLu Fa SaVFA YaGLaMUvNa

“Onları vizr et. Ekletsinler ve temettu’ etsinler ve emel onları ilha etsin. İlerde ilmedecekler.”

Bize düşenin ne olduğunu beyan ederek, her mümine, her Adil Düzen Çalışanına emrediyor. Bırak onları, onların işlerini bozmaya çalışma, karşı gelme, düzenlerini yıkma; sen kooperatife katıl, yüz lojmanlı apartmana git. Sen/siz kendin/iz/le meşgul ol/un. Oy kullanacaksan, ülkeyi bu düzende kim en iyi yönetiyorsa ona oy ver. Milletvekili seçilirsen kim iktidarda ise onu destekle, dengeyi bozma, kimseye düşmanlık yapma.

Burada insanların ihtiyaçları anlatılıyor. Maddi ihtiyaçlar var, ruhi ihtiyaçlar var; ikisini de tepe tepe kullansınlar. Rüşvet mi alıyorlar; alsınlar! Faizle sömürüyorlar mı; sömürsünler! Halkı eziyorlar mı; ezsinler. Sen onların yaptıklarına karışma. Sen kendi semt kooperatifini kur. İnsanlara iş ver; yesinler, yaşasınlar ve emellerini temin etsinler. Kooperatife ortak olup oraya hicret edenlerin kurtulmasını sağla, onların düzenini bozma.

İki türlü eşya vardır.

Miktarları ile iştirak ederler. Buna “ekl” denir. “Ekl” “taam”dan farklıdır. Gazı tüketip evi ısıtmak ekldir ama taam değildir.

Diğeri ise zamanla iştirak edenlerdir. Bunlar da “temettu” ile kullanılır. Bunlar biyolojik ihtiyaçları içerir.

İnsanlarda bir de sosyolojik ihtiyaçlar vardır. Bunlara “emel” denmektedir, “gaye” denmektedir. Bunlar lehviyattır. “La’b” var, “lehv” var. “La’b” bedeni eğitimdir. “Lehv” ise ruhi iştigaldir. Müzik dinler, spor seyreder, roman okur. İhtiyaç için para kazanma ekl içindir ama sırf param olsun da başkalarını ezeyim derseniz, o zulümdür.

“Fe” harfi getirerek “ileride bilecekler” diyor. Buradaki bilme yaşayarak bilme demektir. Bu yaptıklarının sonuçlarını bilecekler demektir. Sizin göreviniz yeni uygarlıkları kurmadır. Ne var ki o uygarlıkların kurulabilmesi için önce sizin öğrenmeniz, sonra uygulamanız, sonra başkalarına öğretilmesi ve sonunda birlikte uygulama söz konusudur. Bunun için zamana ihtiyacınız var. Zalim de olsa düzen devam etmelidir. Onlar da ilerde öğrenirler ki “Adil Düzen”siz bu iş olmayacaktır. “Adil Düzen”e karşı iken şimdi faizsiz banka kurma çabasındadır. Biz sadece savunuruz. Hattâ birçok defalar sabrederiz.

“Sevfe” kelimesi âhirete işaret eder. Orada öğrenirler anlamında manalandırabiliriz. Demek ki bu dünyada öğrenmeyenler, “Adil Düzen”e kulak vermeyenler orada öğrenecekler.

Adil Düzen Çalışanlarına söylüyorum: Bilmek demek yapmak demektir. “Adil Düzen”i duyup da harekete geçmeyenler ileride öğrenirler.

Bunun başka manası; “Adil Düzen”, Kur’an düzeni iktidar olunca o zaman akılları erer ve size gelirler demektir. Şimdi de size zaman kazandırırlar. Dolayısıyla onlara karşı olmayın diyor. “Sevfe” kullanılmasının başka bir hikmeti, tutucular bir yeniliği çok sonraları artık ömrünü doldurmaya başladığı zaman anlamaya başlarlar. Biz de üç asırdır Batı’yı benimsemeye çalışıyoruz. Ancak şimdi AB’ne girme durumuna girdik. AB çökerken ve gerilerken biz oraya girmek istiyoruz! Tutucu toplulukların durumu budur.

ذَرْهُمْ

ÜaRHuM

“Vizr et”

“Bezr” tohum, “tebzil etmek” tohumu saçmak demektir.

“Vizr etmek” bir şeyi değerlendirmek için ayırmak, bırakmak demektir. Onlardan iraz ederse onları kendi hallerine bırak, karışma demektir.

“Vizr” ise geçici olarak serbest bırak istediklerini yapsınlar. Şimdi bilmiyorlar, yapmıyorlar, kabul etmiyorlar ama ilerde göre göre, yaşaya yaşaya öğrenecekler demektir. Uzak durma değil de karışmama sonucu görmeleri için zaman tanıma anlamındadır. 

Biz kendimiz SEMT KOOPERATİFLERİ kurup başarılı olduğumuzda mucizemizi göstermiş olacağız. Onların putlarının da sahtekâr oldukları ve paralarının karşılıksız olduğu anlaşılacaktır, gerçekleri öğreneceklerdir.

Biz SEMT KOOPERATİFLERİ kurup onları rahat bırakıyoruz. Ürettiklerimizi onlara satıyoruz. Tüketeceklerimizi onlardan alıyoruz. Vergilerimizi veriyoruz. Yine de bizi rahat bırakmayacak ve bize saldırmaya devam edecekler ama biz Allah’ın emirlerine uyuyor, onlarla savaşa girişmiyoruz. Günü gelinceye kadar savaşmıyoruz.

يَأْكُلُوا

YaEKuLUv

“Ekletsinler”

Sömürsünler, rüşvet alsınlar, faiz alsınlar, gasp etsinler, yağmalasınlar; siz onların o pisliklerini düzeltmeye kalkışmayın.

وَيَتَمَتَّعُوا

Va YaTaMatTaGUv

“Ve temettu etsinler”

Toprakları kendilerine tapulasınlar, ormanlara sizi sokmasınlar, yoldan gelip geçenden haraç alsınlar. Onları düzeltmeye kalkışmayın. İktidarın iktidarda kalmasına destek olsunlar.

Millî Görüş gelmesin diye Cemaat desteklendi. Kamu imkânları onlara karşılıksız sağlandı. Devlet içinde devlet yapıldı.

Kim yaptı?

-Demirel yaptı.

Kim yaptı?

-Özal yaptı.

Kim yaptı?

-Ak Parti yaptı.

Biz o günlerde onları serbest bıraktık, bugün de serbest bırakmalıyız. Ak Parti’nin dershaneleri kapatmasına ses çıkarmamalıyız. Ak Parti’nin yurtları yasaklamasına karşı çıkmamalıyız. Düzen değişmedikçe olanların olması zorunludur.

وَيُلْهِهِمُ الْأَمَلُ

Va YuLHiHiMu eLEaMaLu

“Ve emel onları ilha etsin”

“Lehv” Boğazdaki küçük dil demektir. “Lehv” alet olarak çalgı demektir. Ses titreşimleri insan vücudunda dinlendirme ve uyutma etkisini yapmaktadır. Çocuklar ninni ile uyutulur. Eğlence ile insanların oyalanması lehv ile ifade edilir. Oyaladı şeklinde tercüme edilebilir.

Canlı hareket etmeden yaşayamaz, mutlaka varlığını bir işle meşgul etmektedir.

İnsan da düşünmeden ve bir iş yapmadan yaşayamaz. Faydalı iş yapmayınca onu eğlendiren ve oyalayan işlerle meşgul olmak ister. Bu sayede hayatını sürdürür. İnsanın mesut olması için bir şeyin peşinde koşması gerekir. İnsan yemek yemek zorunda olduğu gibi çalışmak zorundadır da. İhtiyacı olmasa da herkese iş vermek zorundayız. İnsan işsiz kaldığı zaman ya eşkıyalık yapar ya da sefahate düşer.

“Mülle” üstü dikilmiş dolu çuval, “mele” doldurmak demek, sonuna kadar doldurmak demektir. Sonra yorulmak anlamındadır. “Emelle” yorulmadan bıkmadan bir şeyin peşine koşmak anlamındadır. “Emel” peşine koşulan şey manasındadır. (Akevler Lügati)

İnsanın mola/ara vermesi ve dinlenmesi demektir. Emel, mola vermeden durmadan dinlenmeden peşine koşulan şeydir. Genç yaşınızda bir emeliniz olmazsa, hayatınız boyunca ulaşamayacağınız şeylerin peşinde koşarsınız. Yaşlanma imkânları olmayanların emelleri yaşayacak imkânlar bulmadır. Gencin emeli iş bulma ve evlenmedir. Herkes önce yaşayabilmelidir. Çalışmayan da yaşayabilmeli, yaşamak için emelin dışına çıkmalı. Yeryüzündeki kira sistemi budur.

Herkes evlenebilmeli; ÇALIŞARAK OKUMA SİSTEMİ budur.

Herkes çalışabilmeli; LOJMANLI İŞYERİ APARTMANLAR SİSTEMİ budur.

Sonuç olarak herkes boş zamanlarını değerlendirmelidir. Üretenler zekât için çalışmalıdır, zekât vermek onların emeli olmalıdır. Onlar zekât için iş yaparlar ayeti bunu ifade eder. Artık emeklerini üretimde değerlendir(e)meyenler ilim yapmalı, yaptıkları ilmin verilerini görmelidirler. Bu sebepledir ki sürekli imtihanlar yaparak meslekî ve ilmî dereceler verilir. Böylece hedefine ulaşır.

Bazı emeller vardır ki sonucu bir şeye yaramaz. Bugün insanlar parayı emel edinmişlerdir. Oysa gereğinden fazla para ya safahata ya da zulme götürür. Bugün insanlar emekli maaşı almanın peşinde koşmaktadır. Oysa emeklilik demek ölüme bir an önce yaklaşmak demektir.

Müminlerin emeli ise kazanıp ihsanda bulunma, öğrenip ilmiyle ihsanda bulunmadır. 

Adil Düzen Çalışanlarının emeli şu olmalıdır: İşyerleri kuralım, herkes çalışıp yaşasın. Artırdıkları zamanlarını ilmî çalışmalarda harcasınlar. Ekoller oluşsun.

Peygamberler hep bunu yaptılar. Ekoller kurdular. Mezopotamyalılar, Mısırlılar, Yunanlılar, Romalılar, Hintliler, Çinliler, Avrupalılar, Bediüzzaman ekol kurdu. O sayede varlıklarını bugünlere getirdiler. Akevler de ekol kuruyor. Necmettin Erbakan Adil Düzen Ekolünü ESAM’da kurmak istedi, Akevler dışında başarısız kaldı.

Fatih Erbakan’a Erbakan Vakfı’nı ekol haline getirmesini önerdik; henüz bu önerimizi değerlendiremedi.

Bu seminerleri hazırlayanlar, okuyanlar ve okutanlar olarak, üçüncü binyıl uygarlığını ekolleşerek kuracaksınız.

Bu seminerlerde söylenenler önemli değildir, seminerler benzeri çalışma yapmanız önemlidir, birlikte Kur’an’ı anlamaya çalışma önemlidir.

فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ (3)

Fa SaVFA YaGLaMUvNa

“İlerde bilecekler”

Boş emeller, işe yaramayan putlar bir gün devrildiği zaman gerçekleri öğrenecekler.

Askerler Mustafa Kemal’e taptırmak istediler. Mustafa Kemal’in tanrı olmadığını biliyorlardı ama yaşamak için ulusa bir emel bulmak gerekli idi, Tanrı’yı bırakınca put tanrılar icat edildi. Bugün askerler de anlamışlardır ki Atatürkçülük millî birliği sağlayamıyor. Yeni emel arıyorlar. Oysa Türk ulusunun emeli hazırdır.

Selçuklular ve Osmanlılar silah gücü ile İslâmiyet’i dünyaya yaydılar. Yani barış dünyasını oluşturdular. Bütün dinlerin özgürce yaşadığı bir düzen için savaştılar. Kendileri büyüdüler ve bu arada insanlığa dindar laikliği öğrettiler. Bu sayede bugün artık değişik ırklar ve değişik dinler bir arada barış içinde yaşamaktadır. Bu düzeni İslâmiyet getirdi ve Türkler dünyaya duyurdu. Dün silah gücü ile yaptıklarını bugün ilim gücü ile yapacaklardır.

Akevler’in “Adil Düzen” çalışmaları meyvesini vermiştir. Şimdi ise o meyvelerin devşirilip besin hâline getirilmesi durumundayız. Türkiye’nin emeli budur.

Ordumuz bunu idrak eder duruma gelmiştir.

Boş emellerin peşinde koşanlar ilerde de olsa onun boş olduğunu öğreneceklerdir.

وَمَا أَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ إِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَعْلُومٌ (4)

Va MAv EaHLaKNAv MiN QaRYaTin EiLAv VaLAHAv KiTAvBUn MaGLUvMun

“Ve onun malum bir kitabı olmadan bir karyeyi helak etmedik.”

Buradaki “Ve” harfi “ya’lemune”ye atfetmektedir. Onları bırak yesinler, yaşasınlar. Emelleri onları oyalasın. “Onlar bileceklerdir” dedikten sonra “bilecekler” kelimesine “biz hiçbir karyeyi helak etmedik” diyerek bilmeleri durumlarına atıf yapmıştır.

Helak olmadan önce yanlış yaptıklarını gözleri ile göreceklerdir. Helak olmadan hak yola geleceklerdir. Bizim takdirimiz olmadıkça onları helak etmeyiz. Onlar tasfiye olur ama beldeleri durur. Nitekim müşrikler tasfiye olmuştur ama ne Mekke halkına bir şey olmuş ne de Mekke kentine bir şey olmuştur. Ama Lut kavminin kenti alt üst olmuştur. Bugün de Allah’ın takdiri gelmezse yani malum bir yazı yoksa Sermaye istediği kadar savaş çıkarmaya çalışsın, çıkaramayacak; çıkarsa bile yaygınlaşmadan söndürülecektir.

Nitekim Putin gaz vermeyerek Rus halkı ile Türk halkını karşı karşıya getirecek hal aldı. Türkiye’yi yeteri kadar kışkırttı ama baktılar ki sonuç ağır olacak, geri adım attılar. Hâlâ tam olarak akıllanmış değiller. Savaş çıkaran yöneticileri halk tasfiye edecek, tahttan indirecek ve insanlığın yok olmasına imkân vermeyecektir.

Biz helâk etmedik diyor. Yani biz onları kendi hâllerine bırakacağız. Sonra da helâk olmaları gerekirse biz helâk etmeyeceğiz, Allah helâk edecek.

Ümit ederim ki Çözüm Dergisini çıkaranlar bu ayetleri okur ve üzerinde düşünürler. “Zerhum” (Onları bırak) emrine uyarlar. Bizim görevimiz başkalarını düzeltme değildir, kendimizi düzeltmedir. Onları bizden saydığım için böyle yazıyorum.

Erbakan D-8’i kurduğu zaman gayesi Batı ile savaşmak değildi, Batı ile güçlü olarak uzlaşıp insanlığı üçüncü binyıl uygarlığına götürmekti. Sermaye baştan D-8’i destekledi. AB’ye alternatif oluşturuyordu. Erbakan’ın niyetini öğrendikten sonra ona cephe aldı. Benzer şekilde şimdi Erdoğan’a karşı cephe alıyor.

وَمَا أَهْلَكْنَا

Va MAv EaHLaKNAv

“Ve biz helak etmedik”

“İlerde öğrenecekler” ifadesini “ilerde yola gelecekler” olarak anlayabiliriz.

“Adil Düzen”in başarılı sonuçlarını gördüklerinde geç de olsa öğrenecekler ve bu zulümlerinden vazgeçeceklerdir demektir. Başka surede Ak Parti ve diğer işbirlikçilerin sonunda Ak Parti’ye katılacağını haber vermişti. Şimdi de Allah kapitalistlerin ve sosyalistlerin de “Adil Düzen”i benimseyeceklerinin haberini vermiştir.

Evet, insanlık öğrenecek ve “Adil Düzen”, barış düzeni, Kur’an düzeni tüm insanlığa hâkim olacaktır. Yeryüzü helâk olmayacaktır.

Onun haberini vermek için helâk olacaklarsa biz helak edeceğiz, günü gelince helak edeceğiz demektedir.

مِنْ قَرْيَةٍ

MiN QaRYaTin

“Karyeden”

“Min Kavmin” dememektedir, “Min Karyetin” demektedir.

Artık kavimler helak olmuyor, karyeler helak oluyor.

Almanya ve Japonya II. Dünya Savaşı’nda yerle bir edildi ama Almanlar ve Japonlar uygarlaştı, gelişti ve çoğaldı. Dolayısıyla yeni dünyada binalar yok olacak, eskimiş yapılar yok olacak, yeni yapılar ortaya çıkacak.

Yeni yapılaşma şeklini Allah Kur’an’da bize bildiriyor. Yüz lojmanlı apartmanlar, altı işyerleri olan apartmanlar. Her katta on iki daire var. Aşiretin birlikte yaşaması için bodrumlar da iş yerleri içindir. İnsanlar iş ve meskenleri ayrı ayrı aramayacaklar. İnsanlar karşılıksız para ile sömürülmeyecekler.

Bu şekilde kentleşmek istemeyecekler ve sömürü düzenlerinde yaptıkları apartmanları terk etmeyeceklerdir. İşte o zaman Allah malum kitap gereği atom bombalarını üzerlerine yağdıracak, o binalar tahrip edilecek, herkes yüz lojmanlı apartmanlara taşınmış olacaktır.

Bu bombaları bizi yağdırmayacağız. Yine kendi cürümleri ile kendi binalarını kendileri yıkacaklardır. وَقَذَفَ فِي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ يُخْرِبُونَ بُيُوتَهُمْ بِأَيْدِيهِم Onların kalplerine ru’bu koydu, evlerini kendi elleriyle tahrip edecekler. (59/2)  

إِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ

EilLAv VaLaHAv KiTAvBUn

Onun (karyenin malum) kitabı olması dışında

Nasıl insan doğar, gelişir, büyür ve ömrünü doldurup sonunda vefat ederse, kentler de böyledir. Eski yapılar hem yapı bakımından hem de kullanışlı olma bakımından ömrünü doldurmuştur, artık yıkılmaları gerekir. Sosyalizm ve kapitalizm bunu yapmıştır. Tarım ekonomisi mülkiyetini yıkmış, sanayi ekonomisi mülkiyetini getirememiştir. Ama eskimiş olan yapılar ve örfler yıkılmıştır. Kendileri yıkmışlardır.

“Adil Düzen” bu yıkıntılar üzerinde bu arsaları temizleyip kuracaktır. Önce Adil Düzen Çalışanları yeni düzeni kuracak hâle gelecekler, ondan sonra Allah onların evlerini kendilerine yıktıracak. Bizim belediye yıkmayacak. Biz yapıcıyız, yıkıcı değiliz.

Kendi elleri ile yıkacaklar demek rıza gösterecekler demektir. Bu bina zelzeleye mukavim değildir diyecek, bize satacaklar ve bizden yüz daireli aparmandan pay alacaklar, kendileri de oraya taşınarak ev ve iş bulacaklar.

مَعْلُومٌ (4)

MaGLUvMun

“Malum…”

Bilinen kitap yani yazılı kurallar içinde...

Bu kuralları bizim iyi öğrenmemiz ve insanlara öğretmemiz gerekir.

Malum kitap demek, her karye için ayrı kitap vardır, malumdur demektir. Ama münkerdir; farklı olmasından münkerdir. Ama her belde kendisi bilebileceği için de müminlerdir. Yerinden yönetime bunun için de ihtiyacımız vardır.

Her kent kendi sorunlarını kendisi belirleyecek, kendi kaderlerini kendileri tesbit edeceklerdir. Tarihte buna dayanan kurallar konmuştur. Onlar bu kuralları kendilerinin icat ettiklerini sanmışlardır. Oysa ilâhi kitaplarda bunlar yazılıdır.

مَا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ (5)

MAv TaSBıQu MiN EumMaTin EaCaLaHAv Va MAv YaStAEPiRUvNa

“Hiçbir ümmet ecelini sebkat edemez, istihar da edemez.”

Burada yine “kavim” demiyor “ümmet” diyor.

Örgüt demek devlet demektir.

Almanlar kavim olarak hâlâ vardır ama artık Hitler yönetimi yoktur. Devletler yıkılır, yöneticileri devrilir, iktidarlar gider ama halk yine kalır ve yeni yönetimin içine girer.

Mekke’nin fethi ile Mekke halkı değişmemiştir.

Demek ki her iktidarın bir malum kitabı vardır, o gün gelince gider. Hanedanlar birbiri ardı sıra böyle gittiler. Türkiye’de de CHP iktidarı, DP iktidarı, Demirel iktidarı, Özal iktidarı böyle geldi ve gitti. AK Parti iktidarı da böyle gidecek.

Kendisi üç dönem kuralı ile gitmek istedi ama gidemedi...

“Adil Düzen”in gelmesi için onun iktidarına ihtiyaç vardır...

Türkiye’de en ileri dinsizlik Cumhuriyet’in ilk döneminde başladı, Celal Bayar’ın başbakanlığı döneminde zirveye ulaştı. Sonra İnönü, Menderes, Demirel, Özal, Erbakan, Erdoğan dönemleri geldi. Dikkat edecek olursak her dönem İslâmiyet’e daha yakın oldu. O halde Erdoğan’ın yerine gelecek olan dönem AK Parti’den daha ileri İslâm düzeni olacaktır. Malum kitaplar böyle söylüyor. İhsanoğlu daha ileri bir İslâmiyet’i ve barışı vaat etmiyordu. Bugünkü partiler de vaat etmiyor. Biz bir iktidarın gitmesi veya gelmesi ile meşgul olmayız. Biz, iktidara biz geldiğimizde ne yapacağımızın üzerinde duracak ve o konuda eğitim yapacağız. Bu seminerleri okuyanlar bunu kafalarına iyice koysunlar.

Bizim günümüz gelmeden biz gelemeyiz, onların da günü gelmeden onlar gitmezler.

مَا تَسْبِقُ

MAv TaSBıQu

“Sebkat etmez”

“SBQ” yarış meydanı demektir. Yarışı kazananlara verilen ödül anlamı da kazanmıştır. Mastar olarak yarışmak demektir. Kelimenin kökünün çıkış kökünü ararken kalıbına bakmayız, o kökün nerden geldiğini tahmin ederiz. O günkü söyleniş şekli bugün değişmiş olur. Dolayısıyla kalıbı üzerinde durmayız. Yarışta gaye kimin en önce yarışı tamamladığıdır. Yarıştan sonra artık yarışın bir yararı veya zararı yoktur.

Hayırda ise “SRG” kökü vardır, bizim turfanda dediğimiz ilk çıkan sebze veya meyvedir. “Serea’l-ınebi” dediğimiz zaman, ilk olgunlaşan üzüm demektir.

Hayvan sürülerinde bir başkan vardır, ortada durur. Ön tarafta serler vardır, etrafı gözetler ve ilk onlar meylederler. Sürü başı da o tarafa meyledince önce o atlar, sonra hepsi atlarlar. Başkan belki en son atlar. Sürat öncü olmak demektir. Toplulukta ilk yapma ve örnek olma bakımından önemlidir. Ecelde öncülük yoktur. Kimse ölmede örnek olmak istemez.

İsti’har durumunda ise tehir edilmesini de isteyemez, iktidarı kaybeden gider. Akşam İhsan Sabri Çağlayangil Cumhurbaşkanı vekilidir, Adalet Partisi iktidardadır, sabah dörtten sonra Kenan Evren iktidardadır. Yarım iktidar yoktur. Görünürde bir iktidar olsa da geçek iktidar daima tektir.

مِنْ أُمَّةٍ

MiN EumMaTin

“Ümmetten”

Kur’an’da her iktidarın imamı olan topluluğun bir eceli vardır deniyor. İnsanların ecelinden yahut kavimlerin ecelinden bahsetmektedir. İktidarın ecelinden bahsetmektedir. İktidarın var-yok ilkesinden bahsetmektedir. Kişilerin eceli de böyledir veya değildir diyemeyiz. Mefhumu muhalefetle kişilerin böyle eceli olmadığını, kıyasla ise kişilerin de böyle eceli olduğu ifade edilmiş olur. Başka ayette nefsin eceli gelince tehir edilmez deniyor. Demek ki kişilerin de eceli vardır. Topluluklar için de ecel vardır.

أَجَلَهَا

EaCaLaHAv

“Eceli”

Eceli müsemma vardır, eceli kaza vardır.

Birisine borç verirsiniz, eceli müsemmayı koyarsınız; Şubat on dersiniz, ondan önce isteyemezsiniz. Ama eceli müsemma geldiği halde talep etmezseniz, ödeme durumu yoksa ödeme olmaz. Bir gün gelir alacağını talep ederse, siz de ödersiniz. Bu eceli kazadır.

Takdimde eceli müsemma, tehirde eceli kaza söz konusudur. Bunlar değişmez. Arada kaza olmuş olur, ecel içinde olur. Bu da ecelin oynama halidir.

Muhasebede bunun için iki tarih konur, biri eceli müsemmadır, talep edebilme tarihidir, diğeri de eceli kazadır, teslim almanın zorunlu olduğu tarihtir.

وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ (5)

Va MAv YaSTaEPiRUvNa

“Ve tehirini de isteyemezler.”

Kur’an’a göre insan dışında kimsenin hakkı ve vecibesi yoktur. Hak sahibi yalnız insandır. Bir de başkanları olan topluluklardır.

İki türlü kişilik vardır; biyolojik kişilik, bir de sosyal kişilik vardır. Batılılar yalnız mal varlığı demektedir. Tüzel kişilikte kısmi varlıklar birleştirilir ve bir kişinin varlığı haline gelir. Kıyam mülkiyeti ona ait olur. Bu kişi sosyal güç de elde etmiş olur. Bu tecezzi edemez. İnsanın nefsi gibi ya yaşar ya ölür.

Başkansız topluluk olmaz. Bu sebepledir ki askerlikte kıdem sırasına göre herkes derhal yönetimi ele alır. Devlet başkanlarına meclis başkanları kendiliğinden vekâlet etmektedir. Vekil tayin etme yetkisi verilmemiştir.

وَقَالُوا يَاأَيُّهَا الَّذِي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ إِنَّكَ لَمَجْنُونٌ (6)

Va QAvLUv EyYuHa elLaÜİy NuzZiLa GaLaYHı elÜiKRuy EnNaKa La MaCNUvNun

“Ve ey kendisine zikr inzal olunan kimse, sen mecnunsun dediler.”

Surede bundan önce resulün söylediği herhangi bir ayet yoktur. Hattâ ona nazil olduğu da beyan edilmemiştir. Sadece kitabın ayetleridir ve mübin Kur’an’dır denmiştir. Onların da söyledikleri herhangi bir söz yoktur. Yahut resule ifade ettikleri bir iddiaları yoktur. Sadece resule ve bize “onları bırak” emri vardır.

“Ve Kâlû” dediğine göre mahzuf olan cümleler vardır, karşılıklı görüşmeler ve tartışmalar vardır. Onlar burada anlatılmamış, yaşayanlar zaten bilmektedirler.

“Sen mecnunsun dediler” sözünü “Ve” ile atfederek söylemektedir.

Bu ayeti yorumlamadan önce söyledikleri ve bizim ona cevaplarımızla bir kitap yazabiliriz. “İSLÂM DEVLET VE DÜNYA DÜZENİ” kitabımızda bu konu ele alınmıştır. Alaattin Şenel’in uygarlığa geçme kitabımızda da ele alınmıştır. Cevaplarımızı vermiş bulunuyoruz. İlhan Arsel’e olan cevaplarımız iki cilt ve 1200 sayfa olarak basılmıştır ama kimse okumadığı için duruyor. Alaattin Şenel’e ait kitabımız da www.akevler.org sitemizin kitaplar kısmında yayınlanmıştır. Orada kimse bizi muhatap almamış ve bir şey dememiştir.

Kendisinin İslâm âlimi olduğunu sanan biri demiştir ki; Karagülle’nin yaptığı Arsel’in söylediklerinden daha zararlıdır!

Bir diğeri de -ki o da mühendistir-; ona söyleyin, bu yazıları terk etsin!

İlâhiyatçı Ali Özek de bana dedi ki; senin diploman yok, bunları yazmaktan vazgeç!

Bir arkadaşımız vardı. O da o zamanın MİT'inden aldığı talimatla bana defalarca mektuplar yazdı. Cevap verdim. Adı Selçuk Koroğlu idi. Son mektubunu okumadım ve Nazif Satoğlu’na verdim; ne yaptı bilmiyorum.

Turgut Özal’ın oğlu bir seminer toplantısına çocuk olarak katılmıştı. Erbakan için ‘o delidir be’ demiş, sonra da ilave etmişti; ‘bütün başaranlar zaten delidir demek’. Yani demek ki kendi necvalarında böyle diyorlardı.

Demek ki bizim yüzümüze karşı çıkıp ‘sen mecnunsun’ diyemiyorlar ama kendi aralarında kendi yakınlarına böyle söylüyorlar. Hani ‘çocuktan al haberi’ derler ya…

Burada ise “dediler/söylediler” diyor. Demek ki biz daha o seviyeye bile yükselmedik, söylemiyorlar. Adil Düzen Çalışanları bu sözlere kendilerini hazırlamış olmalıdırlar.

Yirminci yüzyıla gelinceye kadar insanların tamamı cinlere ve meleklere inanmışlardır. Bütün dinlerde ve ilkel kabilelerde Allah’a iman vardır, öldükten sonra dirilmeye iman vardır. Cinlerin varlığından haberdardılar. Melekleri biliyorlardı.

Benim gençliğim birçok cin ve cinlenmişler hikâyeleri dinlemekle geçti. Sebebini bilemedikleri olayların faili olarak cin ve melekler kabul edilmiştir. Herkes kötü cin olarak şeytanı kabul ediyordu. İnsan beyninde hiçbir arıza olmadığı halde ruhen hasta olanlar mevcuttur. Yani beyin bilgisayarında hiçbir hasar olmadığı halde zaman zaman veya sürekli olarak zihnin melekelerinin bir kısmında anormallikler ortaya çıkmaktadır.

Bunun için hastanelerde iki poliklinik vardır. Nöroloji beyindeki hasarları ele alır. Psikoloji ise beyin programındaki hasarları ele alır.

Bizim açıklamamız şöyledir. İnsan beyninin ekranını okuyan insan ruhu vardır. Bu bilgisayara yalnız bir insan ruhu girmektedir, şifre sadece ona verilmiştir ve her ruha yalnız bir bilgisayar girebilmektedir. Ne var ki melekler ve cinler (şeytan) dâhil bu bilgisayara kısmen girebilmektedirler. Rüya böyle oluşur. Rüyaların programlarını onlar kullanıyor veya yazıyorlar. Gerek düşüncelerde gerek hareketlerinde bu yazılımlar veya program çalışmaları etkilemektedir. Derece derece bu etkiler ortaya çıkmaktadır.

Topluluğun kuralları vardır. Turgut Özal, Necmettin Erbakan’ın yakın arkadaşı idi. Aklî melekelere sahip olduğunu biliyordu. Ne var ki Turgut Özal dünyayı da biliyordu, Sermaye’nin gücünü biliyordu. Onlarla uğraşmanın akılsızlık olduğunu kabul ediyor, Erbakan’a ve bize ‘zavallılar’ olarak bakıyordu. Nasıl, siz hastanızın hastalığını bilirsiniz ama onu sevmeye ve onu korumaya devam edersiniz... Özal mantığında olanlar da bize o gözle bakarlardı. Şimdiki Ak Partililer de bize öyle bakıyorlar. Yüzümüze söylemeseler de onlara göre biz zavallı birer mecnunuz, olmayan ve olmayacak şeylerin peşinde koşuyoruz...

وَقَالُوا

Va QAvLUv

“Ve kavlettiler”

Onlar bize hitap ederken bizim Kur’an’ı açıkladığımızı kabul ediyorlar. ‘Ey kitabın nazil olduğu kimse’ demiyorlar, ‘Ey Kur’an’ın size geldiği kimse’ demiyorlar; ‘Kur’an’ın manasının sana geldiği kimse’ diyorlar.

Gerek Ak Partili gerekse Millî görüşçü arkadaşlarımız, bizim yaptığımız yorumlara bir şey d(iy)emiyorlar, karşı çık(a)mıyorlar.

Yani bunu diyenler ateist olanlar değil, sonunda bu gerçekleri anlayanlardır.  

يَاأَيُّهَا الَّذِي نُزِّلَ عَلَيْهِ

EyYuHa elLaÜİy NuzZiLa GaLaYHı

“Ey kendisine inzâl edilen kimse”

Yani…

Kur’an’ı anlamaya başladığınızda, -hatalarınız olsa da- genel olarak yanlış olduğunu söylemiyorlar; eksiktir, uygulanamaz diyorlar.

Bu ayet vahiy alan peygamberlerden çok, Kur’an’ı yorumlayan âlimlere tevcih edilen sözdür. Onlar Kur’an’ı inkâr edemiyorlar, çok açık olarak yorumlarımıza da cevap veremiyorlar.

Harun Özdemir yazı yazıp çalışmalarımdan bahsetmiş. Bana tenkitler yöneltmişler. Oysa Süleyman Akdemir ile yayınladığımız kitapta bütün açıklığı ile deliller vardır ama okumamışlar!.. Onlar saldırıyor... Bilenler susuyor...

الذِّكْرُ

elÜiKRu

“Zikr”

Kur’an’ın dört adı vardır; Kitap, Kur’an, Zikir ve Furkan.

Kitap, yazılandır. Kur’an, okunandır. Zikr, manasıdır. Furkan ise hükümleridir.

Burada kendisine Kur’an’ın manası nazil olan kimse demektedirler. Bunu böyle iddia ediyorsun demiyorlar. Ama sonra ‘sen mecnunsun’ diyorlar.

Bugünün insanı bundan daha beliğ bir ifade ile ifade edilemez.

Türkiye’de, ‘Kur’an Allah’ın sözü müdür’ dersen; gâvuru da Müslümanı da ‘hayır’ demez ama ‘gelin onun dediğini yapalım’ deyince; bunu bugün yapmaya kalkışmayı cinnet kabul ederler. Bugünkü insanlar öğrenmişlerdir ama uygulayanları ‘o cinnet getirmiş’ olarak kabul ederler. Kur’an işte bu kadar açık olarak günümüzü tasvir ettiğine göre verdiği haber de yanlış olur mu? Allah nurunu kâfirler istemese de tamamlayacaktır. Sabah yakındır. Mağlup olacaksınız. Onların başarıları seraptır.

إِنَّكَ لَمَجْنُونٌ (6)

EnNaKa LaMaCNUvNun

“Sen mecnunsun.”

Doğru söylüyorlar. Bir pirenin fille çatışması, pirenin fili korkutmasıdır yahut bir iğnenin tüm vücut hastalıklarından kurtarmasıdır.

Bugünkü şartlarda bizi cinnet getirmiş gibi görmektedirler, sözlerimizi uygulanamaz olarak görüyorlar.

O halde her Adil Düzen Çalışanı Kur’an’dan başka hiçbir şeye kulak vermeyecektir.

Hakkı yenecek güç mevcut değildir.

Bugün Allah’ın altınları ile Sermaye’nin dolarları savaşmaktadır. Aslında Sermaye’nin dolarının galip geleceğini sananlar mecnunlardır ama kimse onların mecnun olduğuna inanmıyor!

لَوْمَا تَأْتِينَا بِالْمَلَائِكَةِ إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (7)

LeV MAv TaETIyNa Bi eLMaLAEiKaTı EiN KüNTa MiNa elÖAvDıQIyNa

“Sadıklardan isen bize meleklerle gelmelisin”

Kur’an’da değişik yollarla karşı çıkan kimselere değişik şekilde cevap vardır.

Melekler kimlerdir?

Melekler Allah’ın bürokratlarıdır, Allah’ın askerleridir.

Odanızın bir yerinde bir insan resmi görseniz, bunların kendiliğinden olduğunu iddia eden olursa, onu akıl hastanesine göndermeyi düşünmez misiniz? Resimleri değil kendilerini bahçenizde gördüğünüz zaman, ‘o kendi kendine oldu’ diyene ne demeniz gerekir? Akıl hastanesine gönderme değil, insan gözüyle bakmanız gerekir.

İşte melekler bunlardır. Bunları yapanlar meleklerdir. Kendileri görülmüyorlar ama yaptıkları görülüyor. Allah bunu melekler olmadan da yapar ama o bunları melek, cin, ruh ve insan için yaptı; onların eliyle yaparak onlara yaşama imkânını sağlıyor.

Bugün insanlar meleklere inanmıyorlar. Teknolojinin gelişmesi ile ona inanıyorlar. Bugünkü insanlar melekleri getir demiyorlar. Bugünkü insanlar askerleri getir, doları getir, silahı getir diyorlar. O kadar silahla paranın etkisindedirler ki; ruh yoktur, sen yoksun diyorlar ve buna inandırıyorlar. Oysa Dekart ‘düşünüyorum, o halde varım’ demiştir. Eğer onları dövecek sopan varsa yahut onlara vereceğin doların varsa, o zaman inanırlar.

Bu ayetin hakiki manası bizim için müteşabihtir. Ancak teville anlarız. Meleği güç olarak tevil edebiliriz.

لَوْمَا تَأْتِينَا

LeV MAv TaETIyNa

“Bize gelmelisin”

“Lev” mazide olmamış ama olması gereken için kullanılır.

“Ma” olumsuzluk edatıdır.

Matematikte iki negatifin çarpımı müsbet ettiği gibi, dilde de iki olumsuz olumlu olur. Gelmek manasınadır. “Bi” ile olursa getirmek anlamındadır. İfal babından da getirmedir ama kendisinin gelmesi gerekmez. Onun için “ita”yı “vermek” şeklinde tercüme ediyoruz. Gerçek manası gelmesini sağlamaktır. Getirmelisin denmektedir.

بِالْمَلَائِكَةِ

Bi eLMaLAEiKaTı

“Meleklerle”

Güç olarak anladığımıza göre bize güç getirmelisin.

Bu da ya silah olur ya da para olur.

Halkın “Adil Düzen”i benimsemesi için güçlü olmamız gerekir. Onları korkutmak için değil, onları savunmak için güçlü olmamız gerekir. ‘Dolara ibadet etme’ diyoruz ama başka türlü de karnını doyuramıyor, ne yapsın?

Mekke müşrikleri de bunu ifade ediyorlardı. Biz Arapların putlarını Kâbe’de koruyoruz, onlar da bize rızıkla geliyorlar. Senin Tanrı’na inanacak isek aç kalırız.

Medine’ye hicret edenler tüm Araplara gösterdiler ki putlar olmadan da insanlar yaşıyor; o sayede o zamanki tüm Arabistan Müslüman oldu.

Biz de semt kooperatifleri kurarak orada dolarsız ve silahsız yaşandığını göstereceğiz ve onlar da görecekler ki insanlar onlarsız ve dolarsız da yaşıyorlar.

إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (7)

EiN KüNTa MiNa eLÖAvDıQIyNa

“Sadıklardan isen.”

Siz bize refah ve saadet vaat ediyorsunuz ama siz kendiniz refah ve saadet içinde değilsiniz diyorlar. Mademki Kur’an tüm insanları refaha kavuşturacak, neden şimdi böyle sefalet içindesiniz diyorlar. Akevler’in ahşap evlerine katılmamaları bununla izah edilebilir.

Öyle bir gün geldi ki; Hazreti Musa’nın kavmi Hazreti Musa’ya takılıp denizleri geçerek çöllere düştü, Hazreti Muhammed’in kavmi de peşine düşerek Medine’ye gitti…

Adil Düzen Çalışanları da bir gün imamlarının eliyle ve onların peşine düşerek lojmanlı işyeri apartmanlarına hicret edeceklerdir...

مَا نُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ إِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُوا إِذًا مُنْظَرِينَ (8)

MAv NuNazZıLu eLMaLAEiKaTa EilLAv Bi eLXAqQı Va MAv KANUv MuNJaRIyNa

“Biz hak dışında melekleri inzal etmeyiz ve onlar o zaman inzar olunanlar değildir.”

Onlar dediler diyor ve “onlara de” demiyor. Çünkü onlar bize söylemediler, kendi kendilerine öyle diyorlar.

Allah da bize diyor ki; evet, bir gün gelecek sizi güçlü kılacağız. Paranız olacak, silahınız da olacaktır. Gökten melekler gelecek ve size yardımcı olacaklar. Sizin kalplerinize iman gücünü verecek, onların kalplerine korku düşürecektir. O gün siz iktidar olacaksınız.

Bu ne zaman olacak?

Hakkı üstün tutan düzen hâkim olmaya başladığı zaman olacak.

Ne zaman hâkim olacak?

Adil Düzen Çalışanları bu çalışmalarını tamamladıkları zaman olacak.

مَا نُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ

MAv NuNaNazZıLu eL MaLAEiKaTa

“Melekleri inzal etmeyiz”

Evet, melekler vardır. Onlar gelecekler. Kur’an’ın yorumlarını yapanların kalplerine ‘artık güçlüsünüz, korkmayın, uygulayın’ diyecekler, onların elektrikî devrelerine müdahale edip değiştireceklerdir.

Kur’an Seminerlerini yapmayanların kalplerine ise korku salacaklar; Adil Düzen Çalışanlarına uymazsanız, “Adil Düzen”i uygulamazsanız perişan olacaksınız.

Bu duygularla tevbe ederek katılan Millî Görüşçüler, Nur cemaati, Müslümanlar ve tüm insanlık kurtulacak; uymayanlar ise helak olacak ve Hak düzen kurulacaktır.

إِلَّا بِالْحَقِّ

EilLAv Bi eLXAqQı

“Sadece Hak ile”

Yani onlar ancak Hakkı üstün tutan düzeni getirmek için geleceklerdir. Sizi güçlü kılıp onları ezdirmeyecek harekete teslim olmuş herkes eşitlik içinde yaşasın diye geleceklerdir. Gerçek demokrasi, gerçek laiklik, gerçek sosyallik ve gerçek liberallik gelecektir.

“Hak düzen” demek “hukuk düzeni” demektir. Herkesin yaşama hakkına sahip olması ve herkesin çalışma imkânını bulması demektir. Yüz lojmanlı apartmanlarda herkesin işi vardır, herkesin güvenliği sağlanmıştır. Genel güvenliği siyasi kuruluşlar ve sosyal güvenliği de semt kooperatifleri sağlamıştır.

“Adil Düzen’e Göre İNSANLIK ANAYASASI” kitapları okunmalıdır. O Anayasa’nın yanlışları düzeltilmeli, eksiklikler giderilmelidir. Semt kooperatiflerinde uygulanmalı ve insanlık onun ne olduğunu görmelidir. O zaman melekler gelir ve yapacaklarını yaparlar.

وَمَا كَانُوا إِذًا

Va MAv KAyNUv

“İşte o zaman olmazlar”

Yani artık onlara bir mühlet verilmez. Barış düzenini kabul edenler yaşar, barış düzenini reddedenler helak olup giderler. Artık her söze kulak verip en iyisine uyan halklar oluşur. Bunları kabul eden devletler ve sermaye varlıklarını sürdürür, diğerleri yok olup gider.

مُنْظَرِينَ

MUnJaRIyNa

“Munzarlar da olmazlar.”

“Nazar etmek” bakmak demektir. “İnzar etmek” baktırmak demektir yani yaşamak imkânını verip düzenleme imkânını sağlamaktır. İşte o zaman üçüncü binyıl uygarlığı kurulacaktır. O uygarlıkta artık onların yeri olmayacaktır.

Sermaye eğer bizimle uzlaşırsa, faizden vazgeçer tekelleşmeden kurtulursa, üretmeyen tüketme değil, sadece makro ekonomi ile yetinirse yani alıp satarsa, sermaye varlığını sürdürecektir. Şu şartla ki; ilme, dine ve siyasete karışmayacak, sermaye devleti kurma sevdasından vazgeçecektir. Hayır der, ısrar eder, şimdiki sömürüsüne yani faize ve fitneye devam ederse, o zaman üçüncü binyıl uygarlığında yeri kalmayacaktır.

Aynı sözü beş büyükler için de söyleyebiliriz. “Adil Düzen”i kabul eder de dünyaya adaleti getirirlerse varlıklarını bin yıl sürdürürler. Yoksa onlar da helâk olup giderler.”

Bunlar Kur’an’da onlar için bildirilenlerdir; karar onların.

“Adil Düzen” gelecek, kanlı mı kansız mı; buna insanlık kendisi karar verecektir.

 

 

 


HİCR SÛRESİ TEFSİRİ(15.SÛRE)
1-1 VE 8.AYETLER
1235 Okunma
2-9.AYET
1447 Okunma
3-10 VE 15.AYETLER
1193 Okunma
4-16 VE 22.AYETLER
1116 Okunma
5-23 VE 30.AYETLER
1191 Okunma
6-31 VE 38.AYETLER
1108 Okunma
7-39 VE 47.AYETLER
2971 Okunma
8-48 VE 56.AYETLER
1258 Okunma
9-57 VE 66.AYETLER
1147 Okunma
10-67 VE 77.AYETLER
1334 Okunma
11-78 VE 86.AYETLER
1744 Okunma
12-87 V E 93.AYETLER
1374 Okunma
13-94 VE 99.AYETLER
1378 Okunma