HİCR SÛRESİ TEFSİRİ(15.SÛRE)
Süleyman Karagülle
3138 Okunma
39 VE 47.AYETLER

HİCR SÛRESİ - 7. Hafta

 

***

قَالَ رَبِّ بِمَا أَغْوَيْتَنِي لَأُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْأَرْضِ وَلَأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ (39) إِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصِينَ (40) قَالَ هَذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَقِيمٌ (41) إِنَّ عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ إِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاوِينَ (42) وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ أَجْمَعِينَ (43) لَهَا سَبْعَةُ أَبْوَابٍ لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ (44) إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ (45) ادْخُلُوهَا بِسَلَامٍ آمِنِينَ (46) وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ إِخْوَانًا عَلَى سُرُرٍ مُتَقَابِلِينَ (47)

 

***

قَالَ رَبِّ بِمَا أَغْوَيْتَنِي لَأُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْأَرْضِ وَلَأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ (39)

QAvLa RabBı BiMAv EaĞVaYTaNIy LaEaZayYıNanNa LaHuM Fiy eLEaRWı VaLa EaĞVıYanNaHuM EaCMaGIyNa

“Rabbim dedi, beni iğva ettiğinden dolayı, onlara arzda tezyin edeceğim ve onların cemisini iğva edeceğim.”

Kur’an’ı okuduğunuzda, üzerinde biraz düşünmeden geçerseniz, anladığınızı sanırsınız, ama hiçbir şey anlamamışsınızdır; üstünde düşünmeniz gerekir...

Şeytan Allah’tan kıyamete kadar izin istemiş, O da bunu verdiğini bildirmiş. Şeytan bu izni “Rabbim!” diyerek istemiştir. Konuşma devam etmektedir. Oysa Allah’ın izninden sonra sesini çıkarmayıp gitmesi gerekirken, o sözlerine devam etmiştir. Niçin görevini tekrar etmektedir? ‘Yanlış anlamadım, benim görevim bunlar olacak, değil mi’ demektedir.

Bu bize de örnektir. Bir emri telakki ettiğimiz zaman onu tekrar etmeliyiz. Doğru anladığımızı öğrenmemiz gerekir. Nitekim askerlikte bu tarz uygulama yapılmaktadır.

Yine “Rabbim” kelimesini tekrar etmiştir. Yani ben bu görevimi kendimi terbiye etmek için yapacağım, yaptığım hatamı düzeltmek için yapacağım. Emrini yerine getirmedim, melekler gibi insana yardımcı olmadım, bunun üzerine de tam aksi bir görev verdin, kullarını iğva etme görevi, değil mi, diyor. Allah da onun bu beyanını doğrulayacaktır.

Yine düşünmemiz gereken bir husus var; ‘gavi oldum’ demiyor, ‘sen beni iğva ettin’ diyor. Yani secde etmeme iradesini sen bana verdin. Evet, ben secde etmedim ama secde ettirmeyen sensin. Allah da ona; haydi terbiyesiz, ben ettirmedim, sen gavi oldun demiyor, söylediğini reddetmeyerek onun bu yönünü doğruluyor. O halde şeytanı şeytan yapan, o görevi veren Allah’tır, secde ettirmeyen de Allah’tır.

Muhalefetli bir dünyayı var etmek için şeytana ihtiyaç vardı. Onu da böylece görevlendirdi. Şeytanın secde etmemesi bir eğitim senaryosudur. Yoksa takdir eden Allah’tır. Allah görevi böylece uygulama içinde vermiştir.

Bunun başka manası; bugün zalim olanları görevlendiren de Allah’tır.

Allah’a hamd ederiz ki bize zulmetme değil, adil olma görevini vermiştir. Sırf bunun hamdi için başımızı secdeden kaldırmasak bile hamdimizi yerine getiremeyiz. Her Adil Düzen Çalışanı bunun hamdini hiç unutmadan yapmalıdır.

Burada tekrar “Rabbim” demesi, şeytana ikinci olarak bir deneme görevinin verilmesini tekrar ediyor demektir. Bunlar şeytanın aleyhine değil, lehinedir. Onun da sonunda bu görevi yaptığı için derecesi yükselecektir. Bu şekilde dünyaya baktığınız zaman “rahmetim her şeyi içine almıştır”ın manasını daha iyi anlarız. Klasik gelenekçi kelamcılara bu husus ters gelir ama biz Kur’an’da kafamızdan delil aramıyoruz, o ne söylerse onu anlamaya çalışıyoruz. Şeytan; tezyin edeceğim ve iğva edeceğim, Rabbim, sen beni nasıl iğva ettinse ben de onları iğva edeceğim, diyor. Böylece Rabbinin ona verdiği görevi yapıyor.

قَالَ رَبِّ

QAvLa RabBı

“Rabbim, dedi”

1960’lara geldiğimizde, Müslümanların iktidar olması kimsenin düşündüğü bir şey olmadığı gibi, DP’ye bile tahammül edilemiyor ve sen anayasayı çiğnedin diye başkanını (Başbakan Adnan Menderes’i) asıyorlardı. Oysa onlar anayasayı kökten değiştirmişlerdi; onlar yalnız çiğnememiş, ilga etmişlerdi.

Bugün ise inanmışlar, namaz kılanlar, başlarını örtenler, onbeş yıl olacak, tek başlarına iktidardadırlar. Ama bunlar o günleri unutmuş, Kur’an düzeni yerine başka sokaklarda dolaşıyorlar, AB kapılarında eleşiyorlar.

İşte bunlar şeytanın iğvasıdır. Çünkü bugün Kur’an düzeni bilinmemektedir. Kur’an düzeni uygulanmaya kalkışılsa, batıl düzen zahik olacaktır. İnsan idlal edilmiş olacaktır. Kur’an düzeni üzerinde çalışanlar onu öğrenip uygulamadıkça, Kur’an dışı düzen devam edecektir. Bu da şeytanın iğvası ve batıl sistemlerin tezyin edilmesinden ortaya çıkmaktadır.

Kur’an düzeni üzerinde çalışanlara Allah’ın emirlerini hatırlatıyoruz. Teavün şirketlerini (kooperatiflerini) kuracaksınız. Yüz lojmanlı apartmanlar yapacaksınız. Oralara taşınıp Kur’an Arapçasını ve Yüksek Matematiği öğreneceksiniz. Çağımızın sorunlarını Kur’an’ın müsbet ilimlerle açıklaması yoluyla çözeceksiniz. İşte o zaman şeytanın iğvası bitmiş olacaktır. Şeytan o zamana kadar iğvaya devam edecek, “Rabbim” diyerek verdiği sözü yerine getirecektir.

بِمَا أَغْوَيْتَنِي

BiMAv EaĞVaYTaNIy

“Beni iğva etmen sebebiyle”

Allah şeytana yapamayacağını bildiği görevi vermiştir. Böylece lanet edilmiştir. Oysa Allah ona Âdem’e secde et emrini vermeseydi salih kullardan olurdu.

Yolda kuyu kazırlar, üstüne çalıdan kapak yaparlar. Ayı yoldan geçerken o kuyuya düşer ve oradan çıkamaz. İşte o kuyuya düşürme iğvadır.

Şeytan kuyuya düşürülmüş ve görevlendirilmiş. Kuyudan cehenneme vardığı zaman çıkmış olacak. Çünkü o cinlerdendir, ateşten yaratılmıştır. Nasıl balıklar için deniz cennetse, cehennem de şeytan için cennet olacaktır.

لَأُزَيِّنَنَّ لَهُمْ

LaEuZayYıNanNa LaHuM

“Onlara tezyin edeceğim”

AK Parti iyilik yapacağım diye kötülük yapmaktadır, gayya kuyusuna düşmektedir.

Örnek olarak yapmakta olduğu kötülüklerin birkaç tanesini vermeye çalışalım.

1- Köylüleri destekliyorum diyerek karşılıksız para dağıtmaktadır. Bu para onları rahat yaşatmakta ama bu uygulama köyleri boşaltıp tarım sektörünü öldürmektedir. Bu uygulama gelecek için gayya kuyusudur.

Çözüm; köylerde yüz lojmanlı apartmanlar yapıp halka tarımın yanında boş zamanlarında ek olarak yan ve küçük sanayi işlerinde çalışma imkânı sağlamaktır.

2- Eğitim yapıyorum diye Batı’nın sömürü sistemlerini ezberletmekte, öğrencileri otuz yaşına kadar okutmakta, öğrencinin kendisine yarar hiçbir şeyi öğretmemektedir. Sonunda ülke işsiz üniversite mezunları ile dolmaktadır. Bu eğitim sistemi ülkeyi uçuruma doğru götürmektedir. Beceriksiz okumuşlar ordusunu yetiştirmektedir.

Çözüm; çalışarak okuma sisteminin getirilmesidir. Millî Eğitim Bakanlığı’nın sömürü sermayenin dikte ettiklerini okutması yerine, halkın istediğini ve halkın yararına olanları öğretmesidir.

3- Hastaneleri ve sigorta giderlerini çoğaltarak iyi işler yaptığını zannetmektedir. Oysa çalışanlara ve çalıştıranlara yüklenen ağır yük sebebiyle beslenemeyen halk hastanelik olmakta ve daha çok çalışamadığı için hastalar ve hastaneler artmaktadır. Bu uygulama sebebiyle ulusça intihara doğru gitmekteyiz.

Çözüm;  tüketimi değil üretimi çoğaltmak, halkı üretimle zengin etmek, ödenen vergi ile üretimi aksatmayacak miktarda sağlık işlerine fon ayırmaktır.

4- Yap-işlet modeli ile kârlı işler yapılmaktadır. Ne var ki yüksek ücretlerle halk oralarda geçici veya devamlı olarak çalışmakta ama buralara gidenler sebebiyle köyler boşalmakta, atölyeler kapanmakta, fabrikalar zarar etmektedir.

Çözüm; yap-işlet-devret ama işçisini dışarıdan getir. Türk halkını çalıştırma. Mesela, vizelerin kaldırılması, herkesin Türkiye’ye gelip rahatlıkla çalışması demektir.

İşte, şeytan ne yapmaktadır?

AK Parti’ye yanlışlarını tezyin etmektedir.

Şeytan bunu neden yapıyor?

Kur’an düzeni üzerinde çalışanlar çoğalsın ve bir an önce “Adil Düzen gelsin diye yapıyor.

فِي الْأَرْضِ

Fiy eLEaRWı

“Arzda”

Arzda tezyin edeceğim diyor. Neden tezyini arza tahsis etti. Arz ve sema kullanılır. Sema yükseklikler demektir. Arz da alçaklıklar demektir. ‘Yerlerde sürünüyor’ deriz.

İnsanlar maddi zenginlikleri elde edince büyük başarılara ulaştıklarını zannederler.

Öğrenciler derslerini çalışarak ilim öğrenip semalara doğru yükseleceklerine, diploma alıp bilmeden çalışmadan bol kazanç peşindedirler.

İşte, bugünkü insanların dolara/paraya tapmaları buradan gelmektedir.

Oysa Adil Düzen Çalışanları, karınlarını doyuracak kadar dünyadaki nasiplerini unutmaz, ama kalan zamanlarını ilim tahsil etmekle, Kur’an’ı anlamakla geçirirler.

وَلَأُغْوِيَنَّهُمْ

VaLa EuĞVıYanNahuM

“Ve onları iğva edeceğim”

Evet, onlara tuzaklar kurup gayya kuyularına düşüreceğim.

Bugün insanlık böyle bir kuyu içindedir.

Nur talebeleri Risaleleri okumaktan vazgeçmişler, tarikat masallarını dinliyorlar... Süleyman Tunahan talebeleri Arapça derslerini bırakmışlar, tespihle vakitlerini geçiriyorlar... AK Parti düzeni değiştireceğine, düzeni zorlayarak iyi işler yapmak istiyor... Daha Parti kanunu bile değiştirilmedi...

أَجْمَعِينَ (39)

EaCmaGIyNa

“Hepsini birden.”

Şeytan ne kadar doğru söylemiş. Çevremize baktığımızda iğva olmayan kimseyi göremezsiniz. İsrail savaşarak yaşamaya çalışıyor, fitne ve fesatla işleri yürütmek istiyor.

İsrail devleti kurulduğu zaman bir tarım risalesini yayımladı. İzmir Fuarı’nda onlardan aldım ve okudum. O kadar adil ve İslâmî idi ki, ben İsrail’e göç etmeyi düşünmüştüm. Sonra ne oldu? ABD sömürü sermayesi mensubu şeytanlar birleşerek onları iğva etti. Onlara dolar verdi, çalışacaklarına dolar için savaşmayı tercih ettiler. Böylece onları çukura düşürdü. Oysa İsrail Tevrat hükümlerini uygulasaydı, Ortadoğu’da en sevilen bir ülke olurdu.

Tüm yeryüzü kapitalizmi ile, sosyalizmi ile, karması ile, Hıristiyanları ile, Yahudileri ile, Çin ve Hindusu ile iğva edilmiştir.

Buradaki “ecmaîn” kelimesi en beliğ şekilde bunu göstermektedir.

إِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصِينَ (40)

EilLAv GıBAvDaKa eLMuPLıÖIyNa

“Sadece senin muhles abidlerin hariç.”

İnsanlık gayya kuyusuna düşmüş, çırpınmaktadır.

Bunun dışında muhles kullar çıkmaktadır. Mısır’da Seyyid Kutup, Pakistan’da Mevdudi, İran’da Humeyni, Türkiye’de Mehmet Akif, Süleyman Tunahan, Bediüzzaman, Necmettin Erbakan benzeri kişiler çıkmış ve insanlığı hak yola götürme cihadını vermişlerdir. Bunların arkasından gidenler büyük başarılar elde etmişler, ama şeytan yine tezyin etmiş ve iğva etmiş, şimdi de Türkiye’de AK Parti ile Cemaat yine gayya kuyusuna yuvarlanmışlardır.

Halis kul demek sahte olmayan demektir. Kalp para benzeri abid olmayan demektir.

Adil Düzen Çalışanları olan arkadaşlarım için halis kullar demek istiyorum. Ama bazı davranışlar beni üzüyor. Onlar bile hâlâ “Adil Düzen”e, Kur’an düzenine inanamıyorlar. Oysa Akevler bir örnektir. Erbakan’ın dediği gibi, Akevler’e “Adil Düzen”in kokusu gelmiştir. O sayede 50 senedir varlığını sürdürmektedir. Desteklediği Millî Görüş ve Cemaat dünya çapında etkin iki kuruluş olmaktadır. Hâlâ arkadaşlar Akevler’in “Adil Düzen”i dışında yani KUR’AN DÜZENİ dışında ziynetler peşinde koşup uçurumun kenarında dolaşmaktadırlar.

إِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ

EilLAv GıBAvDaKa

“Onlardan olan ibadın dışında”

Amil kimse; geçici olarak başkasının işini yapan kimsedir, karşılığında ücreti istihkak eder. Abid ise; bütün işleri bir kimseye yapar, nafakası işverene ait olur. Bugünkü ücret sistemi ibadettir. Allah Fatiha’da bizden söz almıştır. Yalnız Sana ibadet ederiz ve yalnız Sen’den istiane ederiz deniyor. Rabbin kendisinden başkasına ibadet etmemeni kaza etti diyerek, köleliği kaldırmıştır. İslâmiyet’te kölelik yoktur, savaş esirleri vardır. Onlar da yalnız Allah’ın ibadıdırlar. Onlar abd değil, amildirler. Çünkü her zaman özgürleşme hakları vardır. İslâmiyet’te sadece savaş esiri vardır. Onlar yenenlerin mülkü halindedir. Sözleşmeli kimselerdir. Mezun ve mukatebeler de amil durumdadırlar.

Halis kimseler yalnız Allah’a ibadet ederler.

Onlar yalnız Allah’ın halk ettiği nimetlerin karşılığı olan parayı kullanırlar.

Karşılıksız put olan paralara tapmazlar.

Bunun için de kooperatifler kurmak zorundadırlar.

Akevler Kooperatifi’nin yarım asırdır kullandığı değişim aracı demir-çimento benzeri senet kullanmalıdırlar.

الْمُخْلَصِينَ (40)

eLMuPLıÖIyNa

“İhlâs olunmuşlar.”

Saflaştırılmışlar demektir.

Altın ve gümüşe başka daha ucuz maddeler karıştırılmazsa, halis altın ve gümüş olur. Altını ve gümüşü eriterek bakırdan arındırmak ihlâstır. Böyle saflaştırılmış altın muhallesdir.

Allah topluluk içinden Adil Düzen Çalışanlarını ayırmış, halis kullar hâline getirmiştir. Kur’an düzeninde çalışanlar bunu bilsinler ve ona göre kötülükleri imanlarına karıştırmasınlar. Şeyhlere değil Allah’a teslim olsunlar. Biz hiç kimseye bizim kooperatife ortak olun demiyoruz. İsteyen olabilir. Biz size; kendi kooperatifinizi kurun, birlikte anlaşarak kooperatifler arası anlaşmalarla Kur’an düzenine hizmet edelim diyoruz. 

Reşat Nuri Erol’un benim için ‘üstat’ dediğine üzülüyorum, bir daha demesin. Ben üstat değil, belki içinizde en zayıf bir kulum. Sizin desteğinizle ayaktayım. Hiçbir Adil Düzen Çalışanı da kendisinin bir şey yaptığını düşünmesin ve iddia etmesin. Aksi halde halis kul olmaktan çıkar.

قَالَ هَذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَقِيمٌ (41)

QAvLa HaÜAv ÖıRAvOun GaLayYa MuSTaQIyMun

“Bu benim üzerime yüklenmiş müstakim sıratımdır.”

Şeytan, görevini nasıl yapacağını Allah’a arz ettikten sonra, Allah onu doğruluyor. Bu, yani muhlis kullara arzı tezyin edemeyeceksin ve muhlis kullarımı iğva edemeyeceksin, çünkü ben buna izin vermem. Bu söylediğim müstakim bir yoldur, Rab olmamdan dolayı bana vaciptir.

Biz diyoruz ki, Allah kullara muhtaçtır. Rab olabilmek için, hâlik olabilmek için, biz insanlar gibi kullarının olması gerekir. Bizi değiştirebilir. Bizim yerimize başkalarını getirebilir ama kimseyi yaratmamazlık etmez. Hâlik olmaktan, rab olmaktan vazgeçmez. Bu söz saygısız söz gibi gelebilir. Ne var ki Allah kendisi diyor ki, bu bana farz olan yoldur diyor, “aleyye” diyor, “liye” demiyor.

Allah bizi var etmiştir, bizi kendisine karşı borçlu-alacaklı yapmıştır. Bu ne yüce bir makamdır. İnsanların bundan başka bir şeyi talep etmeleri gerçekten şaşılacak şeydir.

Bu seminerleri takip edenler veya Kur’an’ı aynı zamanda Bediüzzaman’ın da usulü olan bu usulle anlamaya çalışan halis arkadaşlarım; Allah’ın bu ihsanını, in’amını, rahmetini ve ikramını düşünüp artık “Adil Düzen” için Allah onlara ne görev vermişse yapmakta mutluluk duymalıdırlar, sevinmelidirler.

Allah eğer Bünyamin Demir’e ve Sedat Aksakal’a yüz lojmanlı evin projesini yapın diyorsa, bundan mutluluk duymalıdırlar ve buna öncelik vermelidirler.

Allah’a binlerce defa hamd etmeliyiz ki şeytanların hizbinde değil de, kendi hizbinde meleklerle birlik içinde görev vermiştir. Herkes kendisi içtihat yapacak, bana Allah Kur’an düzenine hizmette şu görevi verdi diyecek ve ona göre hareket edecek.

Risale-i Nur şakirtleri bilsinler ki, Allah onları ciheti imaniye konusunda görevli kılmıştır.

Millî Görüşçüler ve Ak Partililer bilsinler ki, onlar ciheti siyasiye bakımından görevlidirler.

Süleyman Tunahan cemaati bilsin ki, onlar ciheti ilmiye bakımından görevlidirler.

Akevler de bilsin ki, ciheti fıkhiye yani ekonomi bakımından görevlidirler.

Allah üzerine vacip olan müstakim sırattan ayrılmasınlar.

قَالَ

QAvLa

“Dedi”

Allah şeytana söyledi.

Demek ki Allah Sermaye’ye de söylüyor, siyasete de söylüyor. Siz yapacağınızı yaptınız, görevinizi yerine getirdiniz. Halis kullarıma bir şey yapamayacaksınız.

1960’larda başlayan cihadımız gösterdi ki bize bir şey yapamadılar.

Halis kul demek, seçilmiş kul demektir. Şeytan ve kardeşleri kötülük yapıyorlar, zulüm yapıyorlar. Görevlidirler, buna görevlidirler. Bu sayede kimin halis kul olduğu belli olsun, kimin çıkarı için kul olduğunu söyleyen olsun diye.

O halde Nur cemaatine yapılanlar Allah’ın onlara rahmetidir. Onlar arasındaki münafıklar bu şekilde ayrılacak, halis olanlar Nur cemaatine kalacaktır.

Millî Görüş’ün oyları %22’den %0.7’ye düştü, “Adil Düzen”in halis kulları uyansınlar diye. Hâlâ bu gayya kuyusunda ısrar edenler var. Onlara benim tavsiyem vardır. Bırakın o partiyi, siyaseti bırakın. Gelin, Akevler benzeri kooperatifleri her tarafa yayalım.

Parti kurduğumuzda, Akevler tipi kooperatifleri her yerde kuracaktık; bir ajanın peşine takılarak sözünüzden döndünüz. Siz siyaset, biz de kooperatifçilik yapacaktık. İhanet ettiniz. Şimdi tövbe edin, bırakın o partiyi Oğuzhan A.’a, istediğine peşkeş çeksin. Siz tövbe edin ve “Adil Düzen”e gelin, kooperatifçiliğe gelin…

هَذَا

HaÜAv

“Bu”

Burada işaret edilen ya sadece muhlis kullarına bir şey yapamayacağı sözüdür yahut insanların cemisini iğva edip halis kulların istisnasıdır. İkisi de doğrudur. Allah böylece dünyadaki çatışma düzenini anlatmaktadır.

“Hayat mücadeleden ibarettir, kim kazanırsa o yaşar” diyor, Mustafa Kemal.

Evet, dünya hayatı Allah’ın hizbi ile şeytanın hizbi arasındaki cidalden ibarettir. Biz azız ama Allah’ın melekleri çoktur. Biz Hak yolda, müstakim sıratta isek galip geleceğiz.

صِرَاطٌ

ÖıRAvOun

“Bir sırattır”

Fatiha’da marifeli olan sırat burada nekre gelmiştir.

Şeytanın iğvası onun maruf sıratı değildir, münkir sıratıdır.

Şeytan tek yönden gelmez: Sağdan gelir, soldan gelir, öne düşer, arkada kalır, değişik iğva yolları dener. Onun için sırat nekre olmuştur. Burada onlardan biri anlatılmaktadır.

Sermayenin insanlığı idlal etmesinde değişik yollar vardır.

Onlardan korunmanız gerekir.

عَلَيَّ

GaLayYa

“Üzerime”

“Alâ” görevi, Li hakkı ifade eder. Allah tenezzül edip bizimle anlaşmalar yapmaktadır. İnsanlar borçlu ve alacaklı olmaktadır. Allah halis kullarını, gerçek kullarını daima koruyacaktır. Onlar gayya kuyusuna düşmeyeceklerdir.

Bizim başımıza bir şey gelirse bilmeliyiz ki olan kendi hatamız sebebiyle olmuştur.

Ben 1960’larda bir iş yaptım ve zarar ettim; iki, üç, dört iş yaptım ve zarar ettim. Kooperatifi kurup kurtulmak istedim. Ahmet Tahir Satoğlu başkan oldu ve kooperatifi kurduk. Ondan sonra Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi dışında bir saatlik bile iş yapmadım. Siz Adil Düzen Çalışanlarına bu anormal gelebilir. Benim gibi yapacaksınız. Bu zalim sömürü düzenini ancak kooperatif içinde yenebiliriz.

مُسْتَقِيمٌ (41)

MuSTaQIyMün

“Müstakim sırattır.”

Yani şeytan da buna uymak zorundadır. Eğer sizi samimi bulursa hemen terk edip gider. Melek girer şeytan çıkar yahut şeytan girer melek çıkar. Bu da sizin imanınız ve azminizle olur.

Kur’an, üzerinde durdukça sizi er veya geç hidayete erdirecektir. Kur’an hüden li’l-müttakindir. Dolayısıyla biz insanın başka hiçbir cihetine bakmamalıyız. Sigara içiyorsa içsin; yeter ki Kur’an’la meşgul olsun. Ne kadar yanlış düşünürse düşünsün; yeter ki Kur’an’la meşgul olsun.

Biz kimseyi hidayete götüremeyiz ama Kur’an onu hidayete götürür.

إِنَّ عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ إِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاوِينَ (42)

EinNa GıBAvDIy LaYSa LaKa GaLaYHiM SuLOAvNun İlLAv MaN itTaBaGaKa MiNa elĞAvVIyNa

“Gavilerden sana tabi olanların dışında, ibadım üzerinde ise senin için bir sultan yok.”

Şeytan muhles ibadının dışındakilere diyor. Allah da ibadım diyor. Şeytan yalnız müminleri istisna ediyor, Allah ise Müslimleri de katıyor.

Bu da Allah’ın ayetteki büyük müjdesidir.

Ğavi olan şeytana tabi olmayan insanlar üzerinde şeytanın etkisi olmayacaktır. Şeytan zaten azgın olan kimselere yardımcı olmaktadır. Azgın olmayanları iğva edememektedir.

Hepsini iğva edeceğim diyor. Allah ise ona diyor ki; hayır, sen hepsini iğva edemeyeceksin, sadece ğavi olanlara iğvada yardımcı olacaksın. Bundan dolaydır ki Türk halkı mümin olmadığı halde oylarını şeytan hizbine kullanmamaktadır.

Şimdi şeytan hizbi kimdir derseniz; ben onu bilemem ama şeytan hizbinin vasıflarını söyleyebilirim.

1- Allah’ın hizbinde olanlar kendilerine bir musibet geldiğinde bu Allah’tan gelmiştir, bizim hatamız olmuştur, musibet onun için gelmiştir derler. Yahut sabırda bizi denemekte ve derecemizi yükseltmektedir derler. Suçu başkalarına atmazlar.

Oysa şeytanın hizbi gelen musibetleri karşı taraftan bilip onlara çatmakla musibetten kurtulacaklarını söylerler.

2- Allah’ın hizbi kendileri salihatı amel ederek topluluğa hizmet ederler, hizmetleri ile göreve tabi olurlar.

Şeytanın hizbi karşı tarafı kötüleyerek, onu fakir ederek, onu iktidardan düşürerek kendilerine yer açmaya çalışırlar.

3- Allah’ın hizbi kendilerine düşen görevleri yaparlar, ondan sonra sabrederek Allah’ın takdirini beklerler. Sonuca daima katlanır ve razı olurlar.

Şeytanın hizbi ise sonuçlara bakar ve iyi veya kötü olmasına göre üzülür ve sevinirler. Kendilerinin görevlerini yapıp yapmadıklarına bakmazlar.

4- Allah’ın hizbi Allah’a ibadet eder, karşılığını da O’ndan beklerler. Putlara değil de, her şeyin haliki olan Allah’a ibadet ederler.

Şeytanın hizbi ise sebeplere ibadet eder, kendilerini onların yaşattıklarını sanırlar.

İşte bu kriterlerle kimin iyi veya kötü olduğunu herkes kendisi takdir eder ve ona göre hareket eder.

إِنَّ عِبَادِي

EinNa GıBAvDIy 

“Abidlerim”

Şeytan, “senin muhles kulların” demişti.

Allah ise muhles olmayan ibadıma da sen dokunamazsın diyor.

Şeytan muhles ibadı dışarıda tutuyor. Tüm insanları iğva edeceğini beyan ediyor, Allah ise buna müsaade etmiyor. Sadece ğavi olanları iğva edebilecek, sadece onlara yeryüzündeki zulmü ziynet olarak göstereceğini söylemektedir.

Allah yolunda cihad etmeyen ama ğavi olmayan yani kuyuya atlamayan kendisi kötülük istemiyorsa sen onları çukura düşüremeyeceksin.

Bu da şudur. Bugün insanların hallerine bakıp tüm insanlığın dalalette olduğu iddia edilemez. Bugün onlardan olan birçok kimse, yarın Kur’an iktidarı olunca, fevc fevc Allah’ın dinine yani düzenine ve barışa geleceklerdir.

لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ

LaYSa LaKa GaLaYHiM

“Senin onların üzerinde yok”

Yani sen ğavi olmayanları iğva edemeyeceksin, etmeyeceksin de. Sen sadece dünyayı sömürmek isteyen birkaç Yahudi ailesini iğva edebilirsin. Yoksa tüm Yahudiler, bütün masonlar üzerinde bir etkin ve gücün olmayacaktır.

Kur’an başka yerde diyor ki; küfrün eimmesi ile cidal et. Halkla değil, sadece şeytana tabi olan putperestlerle mücadele et. Onlardan korun. Onların dışındaki halk “Adil Düzen” iktidar olunca belki müminlerden önce Allah’ın hizbinde olacaklardır.

Şeytanın kıssası önemlidir. Çünkü her adım attığımızda nefsimiz onun iğvaları ile doludur. Gayya kuyusunun görünen ağzına ayak basmayacaksın.

سُلْطَانٌ

SulOAvNun

“Bir sultan”

Senin ğavi olmayanlar üzerinde bir sultanın yani yetkin yoktur.

Şeytan onları iğva edemeyecek, onlara kötülüğü ziynetlendiremeyecektir.

Bizim bu sebepledir ki Nur öğrencilerine, tüm tarikat mensuplarına, tüm imam-hatip ve ilâhiyat mensuplarına, havra hizmetkârlarına, kilise yöneticilerine karşı saygımız ve sevgimiz vardır. Onlar muhles olmasalar da ğavilerden değildirler. Dolayısıyla şeytan onları iğva edemeyecektir.

Avrupa Parlamentosunda Türklerin Avrupa Birliği’ne alınıp alınmaması oylandı. Papa’nın talimatı ile üçte ikisi lehte oy kullandı. Çünkü şeytan bunlara yanaşamamıştı.

إِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ

İlLAv MaN itTABAGaKa

“Sana tabi olanlar dışında”

Evet, şeytan diyor ki; ben tüm insanları iğva edeceğim.

Allah da diyor ki; hayır, sen sadece ğavi olanları iğva edebileceksin. Bütün insanları topluca iğva edemeyeceksin.

Demek ki şeytanın şerrinden korunmamız için kötü insan olmamak yeterlidir.

مِنَ الْغَاوِينَ (42)

MiNa elĞAvVIyNa

“Gavilerden”

Sana tabi olan herkesi de iğva edemeyeceksin; onları kandırıp kötülükler düşünseler bile biraz sonra gerçekleri görüp senden uzaklaşırlar.

Biz bunu seçimlerde ve kooperatifte gördük. Halk önce şeytana tabi olanların yanında yer almış, bize karşı olmuşlardır. Ama sandık başına gidince yine bize oy verdiler.

AK Parti % 49,5 aldığı zaman kendisi de şaşırdı, oy nerden geldi? İşte, ğavi olmayıp 7 Haziran Seçimi’nde (2015) şeytana tabi olanlar, 1 Kasım Seçimi’nde AK Parti’ye oy verdiler. Şeytanın sözü geçersiz oldu. 7 Haziran’da şeytan halkı kandırmıştı. Ama Allah’ın melekleri görevlendirmesi ile şeytanın halka olan etkisi kalkmıştır.

وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ أَجْمَعِينَ (43)

EinNa CaHanNaMa LaMaVGıDuHum EaCMaGIyNa

“Ve cehennem onların hepsine mev’uttur.”

Şeytan tüm insanlığı azı müstesna cehenneme götürürken, Allah da tüm insanları azı müstesna cennete götürmektedir. Şeytana göre cennetlikler müstesnadır. Allah’a göre cehennemlikler müstesnadır. Yani esas olan cennete gitmedir. Dolayısıyla küfür diyarında olup ğavi olmayanlar kadınlar, çocuklar, yaşlılar cennettedirler. Cehennem ancak ğaviler içindir, onların mev’ididir, ğavi olmayan halkın mev’idi değildir.

Burada da insanlar için çok büyük müjde vardır. Gavi olmayan kimseler oraya gitmeyeceklerdir. Onlar için ecmaindir. Yani şeytan tüm insanlar için ecmain kullanıyor, Allah ise yalnız onlar için ecmain beyan ediyor.

وَإِنَّ جَهَنَّمَ

Va EinNa CaHanNaMa

“Ve cehennem ise”

Fiil cümlesinden sonra isim cümlesi “Ve” ile gelmiştir. Hâldir. Cehenneme gelince, cehennem ise anlamında olup durumu izah etmektedir, onların durumunu izah etmektedir.

Şeytana tabi olan ğavilerin mev’ididir. Onlara vaat edilmiştir, onlar için hazırlanmıştır. Onların dışında olanlar için değil. Ğavi olmayan Allah’ın ibadı için değil.

Klasik Kur’an Arapçasını bilen hiç kimse benim verdiğim bu mananın yanlış olduğunu söyleyemez.

لَمَوْعِدُهُمْ

LaMaVGıDuHum

“Onların mev’ididir”

“Mev’id” vaat edilen yerdir yahut zamandır. “İ’tida” hazırlama anlamına da gelir. Onlar için hazırlanmıştır demek olur. Sıradan ğavi olmayan ibadın cehennemde yeri yoktur demektir. Allah’a hamd etmeliyiz.

Ğavi değilsek, cennete giremesek bile cehenneme de gitmeyeceğiz demektir.

Kur’an’ı bu şekilde yorumlayarak bitirdikten sonra, yeniden Kelam ilmini yazmalısınız. Kur’an’ın insan, âhiret, cennet ve cehennem tanımları İsrailiyattan kurtarılmalıdır.

أَجْمَعِينَ (43)

EaCMaGIyNa

“Birlikte.”

Evet, şeytan tüm insanları iğva edeceğini söylüyor.

Kur’an yalnız ğavileri insanlardan istisna ederek hep birlikte cehenneme gönderiyor.

Kur’an’la meşgul olan herkes bunu basitçe bilebilir. 

لَهَا سَبْعَةُ أَبْوَابٍ لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ (44)

LaHAv SaBGaTu EaBVAvBin LiKülLi BAvBin MiNHuM CüZEun MaQSUvMun

“Onun yedi babı vardır. Her bir bab için onlardan maksum olan cüz vardır.”

Kur’an semanın, cennetin, cehennemin ve Mısır’ın kapılarından bahsetmektedir. Sayı olarak yalnız cehennemin kapılarını vermekte, 7 kapıdan bahsetmektedir. Kapı, bir yere girilecek veya çıkılacak yerdir. Değişik kapılar değişik gruplar içindir. Cehennemin 7 girilecek yeri vardır demektir. Her kapıdan şeytana tabi olanlardan bir grup girecektir demektir. Bunun anlamı, şeytana tabi olan ğaviler 7 grupturlar demektir.

7 sayısı 1+2+4=7 ikili sayıların toplamıdır. O halde şeytana tabi olan gruplar önce üçe ayrılmaktadır. Başta birinciler vardır. Tektir onlar. Sonra ikinci grup vardır, bunlar iki gruptur. Sonra üçüncü grup gelir, onlar da dörttür. Bugün yaşadığımız dünyada bunlar kimlerdir?

Birincisi, dünyayı yöneten Sermaye’dir. Daha önce Fransa’da, sonra İngiltere’de, şimdi ABD’de yerleşmiştir ve ikinci binyılın kuvvet uygarlığını oluşturan zümredir.

Sonra iki grup gelmektedir: Bunlar kapitalistler ile sosyalistlerdir. Bunlar Erbakan’ın tarifi ile timsahın iki çenesidirler.

Sonra da dört grup gelmektedir. Bunlar Sermaye’nin emrindeki üniversite ve okullar, masonlar ve kulüpler, kilise ve din adamları, partiler ve bürokratlardır.

Bunların hepsi değil, bunların elebaşları şeytana tabi olan ğavilerdir.

Demek ki bizim mücadele edeceklerimiz bu yedi gruptur. Merkezi tekel sömürü Sermayesi’dir, faizci bankerlerdir. Ondan sonra kapitalistler ve sosyalistlerdir. Sonra da şeytana tabi olup sömüren ve halkı ezen ilim adamları, din adamları, patronlar ve bürokratlardır. Bunların hepsi değildir, bunlardan gavi olup şeytana tabi olanlardır.

Bunlar bugün çok güçlü görünmektedirler. Ancak Allah’ın yardımı gelip de fetih olduğunda, tüm ğavi olmayan şeytana tabi olanların hepsi fevc fevc Hakk’a gelirler. Bunun küçük bir örneği birinci “Adil Düzen” uygulamasında görülmüştür.

1960’larda kooperatif kuralım, parti kuralım dediğimiz zaman; yakın arkadaşlarımız kooperatifi yedeğe aldılar, karşı çıkmadılar, ama asıl o günkü güçlülerin yanında yer aldılar. Bir grup Demokrat Parti vârislerinin, diğer grup CHP vârislerinin yanında yer aldı. Biz ise “Millî Görüş”ü oluşturduk. Kimsenin yanında olmadık, kendimiz gücü oluşturmaya çalıştık.

Şimdi onların dayandıkları dağlara kar yağdı. Demokrat Parti izleyenleri silinip gitti. CHP’nin oyu AK Parti’nin oyunun yarısına indi. Bizim kurduğumuz siyasi güç iktidardadır, hem de Halk Partisi’nin iki misli fazla oy ile. Biz henüz hazır olmadığımız için bir şey yapamıyoruz ama biz hazırlanırsak artık iktidar bizim elimizde.

Bugün beklenen tek şey vardır. Semt Kooperatifleri kurmak, Yüz Lojmanlı İşyeri Apartmanlarını yapmaya başlamak. Biz bir örnek verdiğimiz zaman, halkımız zaten kendisi tüm Türkiye’de bu apartmanları kuracaktır.

Tüm ayetler bunun böyle olacağını haber verdiği halde, ben dâhil hepimiz mirye içindeyiz.

Kur’an bize bunu da haber vermiş oluyor, mirye içinde olma diyor.

Çok açık ve net olarak Adil Düzen Çalışanları bilmelidirler ki, şeytan vardır. Bu şeytan bizim için rahmettir. Onun sayesinde biz hatalara düştüğümüz zaman uyarılıyoruz. Şeytanı suçlama yerine, kendi hatalarımızı görüp düzeltmeliyiz. Bizim neslimiz peygambersiz üçüncü binyıl uygarlığını kurmakla görevli. Görevimiz çok önemli ve şerefli, ama bir o kadar da zor ve çetin. Ama korkmamalıyız. Çünkü peygambersiz ilk uygarlığı biz kurmayacağız. Allah kurdurmaktadır. Melekler bizim yardımcılarımızdır. Yalnız değiliz. Biz yapmayacağız, O yaptıracaktır.

لَهَا

LaHAv

“Onun vardır”

Şeytana tabi olan ğavilerin girecekleri cehennemin yedi kapısı vardır. Nasıl bugün açık cezaevi, kapalı cezaevi ve tecrit hapishaneleri varsa; bunun benzeri cehennemde de yedi değişik ağırlıkta hapishane vardır. Şeytana tabi olanlar grup grupturlar, ğaviler grup grupturlar. Her birinin azap yeri ayrıdır. Bunu iki şekilde düşünebiliriz. Aynı seviyede azap yerleridir ama şekilleri farklıdır. Yahut şekilleri de aynıdır, şiddetleri farklıdır.

Cehennem de âlemlerin Rabbi tarafından hazırlanmıştır. Günahkârlar orada eğitilerek onlar da yüksek seviyede insan yapılacaklardır. Cennettekiler de cehennemdekiler de devamlı Allah’a doğru yol almaktadırlar. Allah’ın kendisinden olan ruhlar, dünya hayatında bedenlere hapsedilerek uzağa atılmışlardır. Şimdi hepsi O’na doğru yol almaktadırlar. Daima O’na yaklaşacaklar ama hiçbir zaman yetişemeyecekler.

Bunu Matematikte bir örnekle belirleyelim. Kişiye araba veriyorsunuz ama arabanın bir özelliği vardır, her yarı yol alınca hızı yarıya düşmektedir. Diyelim ki saatte 100 kilometre giderken yarı yolu alınca hızı 50 kilometreye inmektedir. Dörtte bir daha gidince 25 kilometreye düşmekte. Böylece giderek hızı azalmaktadır.

Bu araba mesela İstanbul’dan Ankara’ya doğru devamlı yol alır ama hiçbir zaman varamaz.

İşte, insanlar daima Allah’a yaklaşırlar ama hiçbir zaman varamazlar. Cennettekiler ve cehennemdekiler de böyledir. Hepsi biraz daha Allah’a yaklaşırlar ama O’na varamazlar.

سَبْعَةُ أَبْوَابٍ

SaBGaTu EaBVAvBin

“Yedi kapı vardır”

Türkçede, ‘onun yedi kapısı vardır’ yahut ‘yedi kapı onundur’ deriz. Haberi mübteda, mübtedayı haber yapmak suretiyle tahsis yapılır. Arap gramerciler bu tahsisi kabul etmekle beraber, mübteda ve haberin adlarını değiştirmiyorlar, “yedi kapı” mübtedadır, “onundur” ise onlara göre haberdir. Biz ise Türkçeye cehennemin yedi kapısı vardır şeklinde tercüme ediyoruz, yedi kapı cehenneme aittir şeklinde tercüme etmiyoruz. “Leha” sonra söylenseydi öyle tercüme edilebilirdi.

“Bâb/ebvâb” burada açılıp kapanan bâb olmayıp oraya girme şeklidir. Cehennemde atom yapısı vardır. Ateşe yalnız atomik yapı dayanır. İnsanın bedeninde değişiklik yapılacak, molekül yapısından atom yapısına geçilecektir. Bu değişiklik 7 biçimde yapılacaktır.

Demek ki molekül yapıdan atom yapısına geçmek için 7 yol vardır. Teknoloji ilerledikçe bu kapılar bulunabilir ve biz cinlerle o zaman konuşabiliriz. Şeytan ise dördüncü boyutta yer alırsa, biz onunla ancak dört boyutlu uzaya geçebildiğimiz zaman konuşabiliriz.

Yirminci yüzyıldan önce Kur’an’ın bu dediklerinin fiziken mümkün olmadığı sanılırdı. Oysa şimdi dört ve beş boyutlu uzayları üç boyutlu uzay gibi biliyoruz. Zahiri (gerçek) uzay ile batıni (sanal uzayın) matematiğini çok iyi bir şekilde biliyoruz. Bütün bunlar imkânlardır ve Kur’an’da bu söylenenlerin olmaması için hiçbir sebep yoktur.

لِكُلِّ بَابٍ

LiKülLi BAvBin

“Her bâb için”

Cehenneme dayanıklı hâle gelebilmek için molekül yapıdan atom yapısına geçilecektir. Bu geçiş için yedi yol vardır. Dünyadaki yedi şeytana tabi ğaviler için ayrı ayrı geçiş teknikleri vardır. Bu teknikleri bugün bilmiyoruz ama ileride keşfedebileceğiz.

مِنْهُمْ جُزْءٌ

MiNHuM CüZEun

“Onlardan bir cüz”

Baz var, cüz vardır.

Bazda cüzler birbirinin mütemmimidir, parçalarıdır.

Cüzde ise parçalar birbirlerinin mütemmimi değildir, sayıları farklıdır.

Yani kapitalistler sosyalistlerin mütemmimi değildir. Aksine her biri ayrı cüzdür. Bunun gibi, tüccarlar ve bürokratlar mütemmim değil, cüzdürler. Şeytanın hizbinde de böyledirler. Oysa Allah’ın hizbinde bunlar cüz değil abddirler.

Şeytana tabi olan gavilerde sermaye ile devlet çatışmaktadır.

Oysa “Adil Düzen”de sermaye ile devlet birbirinin mütemmimidir.

Devletler güvenliği korurlar, sermaye de iş yapar ve ona vergi verir. Birlikte dayanışarak yaşayıp giderler ve halka hizmet ederler.

Şeytana tabi olanlara göre işçiler ile patronlar birbirlerinin hasmıdırlar, boğuşmaktadırlar.

Oysa “Adil Düzen”de işçiler ile patronlar ortaktırlar, birlikte üretim yaparlar.

Evet, müslimlerin bazısı bazısının yani birbirlerinin mütemmimidirler. Kâfirlerin bir cüzü diğer cüzün yani birbirlerinin hasmıdırlar. İslâmiyet’te dayanışma içinde yarış vardır. Küfürde gruplar arası çatışmalar vardır. Bu sistemlerin biri Hakk’a, diğeri kuvvete dayanır.

مَقْسُومٌ (44)

MaQSUvMun

“Kısmet edilmiş”

Parçalanmış, birbirinden ayrılmış, her biri ayrı grup hâlinde cehenneme gireceklerdir.

Cennete de değişik kapılardan girilecektir. Ama parçalanmış olmayacaklar, orada insanlar daima birleşip buluşacaklardır. Cehennem halkı için buluşma söz konusu değildir. Zaten onların eşleri ve çocukları orada değil, cennette olacaklardır. Çünkü onların çoğu şeytana tabi ğavilerden olmayacaklardır. Dünyada birbirini sevenler cennetlik olmalıdırlar ki ahirette birlikte kalsınlar.

Evet, bu sebepledir ki aile fertleri birbirlerine marufu emrederler.

إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ (45)

EinNa eLMutTaQIyNa FIy CanNATin Va GuYuvNın

“Muttakiler cennetlerde ve aynlardadırlar.”

Şeytana tabi olan ğavilerden bahsettikten sonra, şimdi de muttakilerden bahsetmektedir.

“İttika etmek” demek, kendini korumak için kulübeye, sığınağa girmek demektir. Bu sığınak şeriattır. Şeriat demek kurallar demektir, yasalar demektir.

Yasalar, Kur’an’dan önce merkezde yapılırdı, peygamberler veya krallar yapardı. Kur’an yasaların merkezden yapılması sistemini kaldırdı, onun yerine içtihat ve icma sistemini getirdi. Şimdi kuralları kişiler kendileri için kendileri koyarlar ama kurallı hareket ederler, kendi koydukları kurallara göre hareket ederler.

“Ben her Cumartesi günü Yenibosna’ya geleceğim” der ve gelir. Herkes bilir ki Dr. Mete Bey Cumartesi günü Yenibosna’dadır, ben de gidersem onunla görüşürüm. Geldiği zaman da orada olur. Demek ki Dr. Mete Beye her Cumartesi Yenibosna’ya gelmek farzdır. Dr. Lütfi Bey ile Tayibet Hanıma da her akşam yazıhanede olmak farzdır. Çünkü topluluğa yani Allah’a öyle söz vermişlerdir. Bana her Cuma günü Üsküdar’a gitme farzdır. Reşat Nuri Erol’un bu seminerleri her hafta redakte etmesi ve yayına hazırlaması farzdır; nitekim senelerdir (17 sene) hiç aksatmamıştır. Adını andıklarım yeni beyanda bulunur ‘ben bundan sonra gelmeyeceğim’ derse, o zaman içtihatları değişmiş olur.

Bunun dışında sözleşmeler sözleşme yapanları bağlar. Ortak vekilin (başkanların) istişareden sonra aldıkları kararlar müvekkilleri bağlar. Hakem kararları tarafları bağlar.

İşte, Kur’an düzeninde yasalar böyle yapılır. Bu şekilde oluşmuş ocak, bucak, il, ülke ve insanlık yasalarını kabul edip şeriat hükümlerine uyanlar muttakilerdir. Aynı şeriata tabi olanlar topluluk oluştururlar. Tüzel kişilikleri doğar.

Bunlar cennetlerdedirler ve ayınlardadırlar. “Ayın” gözdür, gözedir, pınarlar demektir. Su kaynar orada. Kur’an’da “cennatin ve uyunin” şeklinde geçmektedir. Cennet bahçedir. Sulama suları ile de sulayabilir, bahçe yaparsınız. Seralarda şehir suyu ile sulayabilirsiniz. Bunun yerine yeraltından gelen pınar suları asıl sağlık sularıdır. Bunlar denizden buharlaşarak çıkarlar. Dağlara kar olarak yağarlar. Sonra toprak altına girer, belli yerlerden geçerek yeryüzüne pınar halinde çıkarlar. Arıtılmış su olurlar. Biz denizlerden de sular arıtabiliriz ama bunlar hiçbir zaman pınar suları olmazlar. Tarım arazileri kadar yeraltı sularını da temiz tutmak zorundayız. İstanbul’da Hamidiye Suları pınarlardan akarken, şimdi o pınar çeşmeleri körlenmiş ve yerine sağlıklı olmayan şebeke suları içiyoruz.

Barajlar yapıp göller oluşturduğumuz zaman suların döngüsünü çoğaltmış oluruz. Bu da yeraltı filtresinin kapasitesini çoğaltmış olur. Suları gidermez. Bu bakımdan nasıl ektiğimiz tarlalar sınırlı ise yeraltı toprakları da sınırlıdır, suları arındırmada kapasiteleri bellidir. Buna göre iktisatlı kullanılmaları gerekir. Nasıl insan kirli suları içtiği zaman sağlığı bozulursa, kirli sularla sulanan bitkilerin de sağlığı bozulur, onları yiyen hayvanların da sağlıkları bozulur.

“Cennatin ve uyunin” diye sırayla işaret edilmesi önemli hikmetleri de içerir.

Bu ayetler aynı zamanda cennet hayatının da dünya hayatının benzeri olduğuna işaret etmektedir. Orada cennetlerin yanında suları arıtan yeraltı toprakları da olacaktır demektir.

إِنَّ الْمُتَّقِينَ

EinNa eLMutTaQIyNa

“Muttakiler”

Şeytana tabi olan ğavilere karşılık muttakileri koymuştur.

“İttika” şeriat yönetimi içinde olmak demektir. Kimse kimseye bir şey emretmiyor. Herkes içtihadına göre hareket ediyor, sözleşmelere uyuyor, başkanlarının istişare sonunda koyduğu kurallara uyuyor. Hakemlerin kararları son karar oluyor. Yargı üstünlüğü var. Herkes kurallar içinde özgürdür ve insanlar birbirine eşittir. Bürokrat yok, yönetici yok. Kişiler kendilerinin seçtikleri sorumlulara tabi olurlar.

Oysa şeytan yönetiminde kişi yönetimi var. Yöneticiler şeytanın emrinde, halk da yöneticilerinin emrinde. Batılılar buna hukuk rejimi, şeytan yönetimine de polis rejimi diyorlar. Teoride onlar da hukuk yönetimini kabul ediyorlar. Onlar da bizim gibi demokrattırlar, onlar da bizim gibi laiktirler, onlar da bizim gibi liberal ve sosyaldirler.

Ne var ki onların ellerinde bunları gerçekleştirecek araçları yoktur.

Ekseriyet sistemi, işçilik sistemi, faiz sistemi, ferdi mülkiyet sistemi vardır.

Bizim ise elimizde bunları gerçekleştirecek araçlarımız vardır; içtihat sistemi, hakemlik sistemi, kredileşme sistemi, zekât sistemi vardır.

Necmettin Erbakan bunu dünyaya anlattı, anlattıkları ile zulüm düzeni devrildi. Ne var ki bir örnek gösterilmediği için, onun yerine gelenler de iyi niyetli olsalar da onların yaptıklarını yapıyor. Davutoğlu ile Ecevit’in yaptıkları arasında bir fark yoktur.

Adil Düzen Çalışanlarına şimdi farz olan bir Adil Düzen işletmesini kurmaktır.

Yaşı elliyi geçmiş insanlardan bu hamleyi bekleyemezsiniz.

Genç akademisyenler, genç kurmaylar; sizin önünüzde çok şerefli bir görev vardır. Kendinizi ona göre hazırlayacaksınız. Herkes kendi mesleğinin Adil Düzenini, Kur’an düzenini öğrenmelidir. Yarın kaderin sizi hangi göreve getireceğini bilemezsiniz. Oraya geldiğiniz zaman hazırlıklı olun. Biriniz kafasına ben İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı olacağım diye koyacak ve çalışacaktır. Diğeri İzmir’e başkan olacağım diye çalışacak. Bir başkası ben başbakan olacağım diye çalışacak. Bir başkası ben kooperatif başkanı olacağım diyecek. Herkes kendisine bir yer seçmeli ve kendisini ona göre yetiştirmelidir, “Adil Düzen”de yetiştirmelidir. Ben herkese bir hedef tayin ediyorum.

Medhal gurubu proje ve planlamayı yüklenmelidir, projeleri hazırlayıp beklemelidir. Örnek olarak İstanbul kanal projesi var. Bugünkü iktidar bunu yap-devret şeklinde hazırlıyor. Bu zararlıdır. Çünkü yabancı sermaye gelecek, işçilerimizi orada çalıştıracak, tarım ve sanayi sektörümüzü çökertecek. Ayrıca 25 sene Türk halkı onlara haraç ödeyecek.

Oysa biz “kanal senedi” çıkarıyoruz. Yurt içinde ve yurt dışında herkes buna katılabiliyor. Parça parça ihale ediyoruz. Belli vadeler koyuyoruz. Onu yapana “Kanal Senedi” veriyoruz. Onlar satıyorlar. Burada çalışanların ücretlerini piyasa ücretinden düşük tutuyoruz. Türkiye sanayi ve tarım sektöründe iş bulamayanlar buraya geliyorlar. Ülkemize gelen Suriyeliler de burada çalışıyor. Eski Sovyet halkı gelip burada çalışıyor.

O halde Medhal grubu kanal projesini sözleşmeleri ile birlikte hazırlayıp kitap halinde bastıracaktır. Böylece kendisi proje yapmayı da öğrenir, yarın “Adil Düzen” iktidar olduğu zaman ne yapacağını bilmiş olur.

فِي جَنَّاتٍ

FIy CanNATin

“Cennetlerde”

“Cennet” kelimesi burada kurallı dişi çoğul olarak gelmiştir. Cennetler birbirini tamamlayacaklardır.

Biz seralar kuracağız. Bir sera 1000 metrekare kadar olacaktır. Burasını bir aile işletecektir. Ürünü alıp pazarlama işi kooperatife ait olacaktır. Yüz dönümlük bir alanda bir semt oluşacaktır. Buradaki bitki artıklarını besin olarak yiyecek hayvanlar için bir de kümes veya ahır tesis ediyoruz. Bunların ürettikleri gübre seramızın gübresi oluyor.

Demek ki “Cennatin” denmiş olması, her sera ve çiftlik ayrı ürünlerin serası ve ağılı olacak. Bunlar arasında dayanışma olacak, işbölümü olacaktır.

“Cennet” kapalı alan demektir. Sera manasını da alır. Bugünkü teknoloji ile yüz katlı binalar yapılmaktadır. Yani 300 metre yüksekliğinde kapalı alan yapabiliriz. Artık teker teker evlerin çatısı olmaz, tüm kent tek çatı altına alınmış olur. Burası bir cennet olur. Belki bir bucak tek çatı altında toplanır. Bucaklar arası dayanışma ortaya çıkar.

Akevler projelendirmelerinde bunların küçük çaptaki tekniği geliştiriliyor. Şimdilik yüz metrekarelik bir sera ile denemeye başladık. Akevler İzmir bunun üzerinde çalışmaya başladı. İlk sera bin metre yani bir dönüm, sonra on dönüm. Teknoloji geliştikçe alan da gelişip genişleyecek ve büyüyecektir.

وَعُيُونٍ (45)

Va GuYuvNın

“Ve ayınlar.”

“Ayın” göz demektir, çoğulu “uyun”dur. Pınarlardır.

Ahiretteki cennetler tasvir edilirken “uyun” kelimesi eklenmiştir. Yani yeryüzü bölüşülecek, seralar şeklinde organize olacaktır. Yine yeryüzünün kaynakları birleştirilecek ve Sular Vakfı tarafından pınarlar değerlendirilecektir.

Sera ziraatının getirdiği bir yarar da suların kirlenmesini önlemektir. Yani hayat için toprak kadar su da önemlidir. Cennat ve uyun, su ve diğer maddeler.

ادْخُلُوهَا بِسَلَامٍ آمِنِينَ (46)

EuDPuLUvHAv Bi SaLAvMın EAvMiNIyNa

“Oraya emniyet içinde selamla duhul edin.”

Bize diyor ki; muttakilerden olun ve cennete emniyet içinde selametle dâhil olun.

Burada da iman ve selam bir arada kullanılıyor. “Eminin” denmiyor, “âminîn” deniyor. “Emin olarak” denmiyor, “âmin olarak” deniyor. Kendini emniyete almak demektir. Selamette, barış içinde olmak demektir.

“İman” düşmana karşı korunmadır.

“İslam” ise dostlar arası güvendir. Birbirinden emin olmadır.

Diğeri ise yabancılara karşı korunmadır.

ادْخُلُوهَا

EuDPuLUvHAv

“Oraya duhul edin”

Cennete duhul edilecektir. “Huma” demiyor yani pınarlara ve cennetlere demiyor, müfret zamir gönderiyor. Pınarlar içinde ama esas olan cennettir. Kaynak suları olacak ama bahçeler meyve dolusu olacaktır. 

بِسَلَامٍ

Bi SaLAvMın

“Selam ile”

Selamın manasını iyi bileceksin.

İnsanlar arası iki çeşit ilişki vardır. Biri, çatışırlar. Yenen yenileni yer ve bitirir. Ya da birleşirler ve birlikte işbirliği içinde yaşarlar. Selam bu demektir. Ben seninle barış içinde yaşayacağım. Cennet hayatı selam yurdudur. Orada çekişme değil, barış içinde yaşama vardır.

“Selamla dâhil olun” demek, orada sevgi vardır nefret yoktur demektir.

آمِنِينَ (46)

EAvMiNIyNa

“Aminler olarak”

Yani birlikte yaşadığı kimselerle bir sorunu olmadığı gibi dışarıdan gelen bir tehlike de yoktur. Orada savaşıp şehit olma da yoktur. Demek ki oranın hayatı bu dünya hayatından farklıdır. Ama diğer taraftan bu dünyadaki problemlerin çözüldüğü hayattır.

Orada insanlar arasında niza olmayacak mı?

Hak sahibi ve dolayısıyla vecibe sahibi olunmayacak mı?

O takdirde nizalar olacak ve mahkemeler olacaktır. Bu bir sorudur.

Ahirette nizalar olamayacak mı? Nizalar olacaksa, yargı nasıl olacak?

Şimdi bu semineri baştan sonuna kadar okuyacak ve bu soruya cevap arayacak, ilgili ayetleri toplayacak ve bir makale yazacaksınız. 

Bu ayet bunları bize düşündürmeye başlamıştır.

Çözümü sonra başka ayetlerde bulmuş olacağız.

وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ إِخْوَانًا عَلَى سُرُرٍ مُتَقَابِلِينَ (47)

VaNaZaGNAv MAv FIy ÖuDUvRiHiM MiN ĞılLın EiPVAvNan GaLAy SüRüRin MüTaQAvBiLIyNa

“Ve sadırlarında olanları gılldan nez’ ettik. Kardeş olarak serirler üzerinde karşılıklıdırlar.”

Demek ki orada niza olmayacaktır.

“Gıll” iç gömlek demektir.

İnsanın içine attığı şeylerdir, kin, haset gibi karşıdan gizledikleri şeylerdir.

Selasil ve eğlal denmektedir.

“Selasil” zincirler demektir yani serbest hareket etmesini önleyen demektir.

“Eğlal” alçı gibi eğilmeyen, önleyen şeylerdir.

Ahirette niza var mı, mahkemeler var mı?

Demek ki ahirette niza yoktur, insanları sevmek ve herkesi sevindirmek vardır.

Dünyada da müminler, başkasının hakkı bana geçmesin diye düşünürler. Kâfirler ise benim hakkım kimsede kalmasın diye uğraşırlar. Ahirette herkes mümindir. Dolayısıyla kimse başkasının hakkını istemez. Neyin hak olduğunu açıkça kendileri görür. Dolayısıyla çatışma yoktur. Kardeş olurlar. Karşılıklı sedirlere otururlar.

“Eraik” koltuklar demektir. “Serir” ise çek-yat demektir. Yani altına veya içine bir şey koyup saklanacak ve üstünde oturulacak şeye serir denir. Bugünkü çekyatlardır. “Serir” aynı zamanda mesrur olmak, sevinmek demektir. Oturup sohbetten zevk almak demektir. Karşılıklı oturup sohbet etme onların hayatları olacaktır.

وَنَزَعْنَا

Va NaZaGNAv

“Ve nez’ ettik”

Muttakiler cennettedirler. Sonra duhul edin. Onlara denecek duhul edin, şeklinde de mana verebiliriz. Emir sigası ile fiil cümlesini getirdi.

Şimdi “ve” harfi ile atfederek “nez’ ettik” diyor. Mazi sigasını getirmektedir. Yani ahirette nez’ edeceğiz manasını verebiliriz. Burada muzari fiil geleceğine mazi fiil gelmektedir.

Bu “ve” nereye atfetmektedir?

Duhul edin emir sigası, muttakiler isim cümlesi. “Udhulû fi’s-silmi” cümlesinde mahzuf bir kelime vardır, “kulnâ lehüm” kelimesidir. “Onlar” dedikten sonra, buradaki “ve neze’na” iki fiili mazi kelimesi birbirine atfedilmiştir.

“Nez’ etmek” çekip çıkarmak demektir. Dünyadaki süi (kötülüğü) emreden nefis artık ahirette olmayacaktır, cennette olmayacaktır.

مَا فِي صُدُورِهِمْ

MAv FIy ÖuDUvRiHiM

“Sadırlarında olan”

Başlarındaki, beyinlerindeki süi emreden duygu ortadan kalkacaktır.

Demek ki insandaki kötü duygular beyinden gelmektedir. Beyindeki devreler bunu sağlamaktadır. Şeytan da bundan yararlanmaktadır.

Cennette artık şeytanın vesvesesi kalmayacaktır.

مِنْ غِلٍّ

MiN ĞılLın

“Ğılldan”

İnsandaki kötü duygular, kıskançlıklar, hasetler olmayacaktır. İnsan kendisi için istediklerini kardeşleri için de isteyecektir. Kendisi kazandığı zaman nasıl sevinirse, kardeşi, komşusu kazandığı zaman da o kadar sürur duyar.

“Sürur üzerinde” ifadesi devamlı sevgi ve sevinç içinde olmasıdır. Bunun oluş mekanizması çok basittir. Elektrikî devrelerde sevgi akımları çalışırsa insan hep o duygu üzerinde olur.

إِخْوَانًا

EiPVAvNan

“Kardeşler olarak”

“İhvanen” haldir. Kardeş olarak serirler üzerindedirler.

“Fi’d-dâri kaimen Ahmedu” cümlesi doğrudur. Hal sahibi hale takaddüm eder.

Burada da mütekabildeki zamirin halidir. Yahut mahzuf bir “anhum” vardır. “Naza’na anhum” şeklindedir. O halde mahzuf mefulün sıfatıdır.

عَلَى سُرُرٍ

GaLAy SüRüRin

“Serirler üzerinde”

Serirler üzerinde veya mesruriyet üzerinde manaları verilebilir.

مُتَقَابِلِينَ (47)

MüTaQAvBiLIyNa

“Karşılıklı olarak.”

İnsanlar yüz yüze baktıkları zaman yüzlerin arkasındaki ruhları görürler. Ruhlar Allah’ın halifesi oldukları için onu görmüş olurlar, bu da onlara zevk vermektedir.

 

 


HİCR SÛRESİ TEFSİRİ(15.SÛRE)
1-1 VE 8.AYETLER
1309 Okunma
2-9.AYET
1564 Okunma
3-10 VE 15.AYETLER
1234 Okunma
4-16 VE 22.AYETLER
1160 Okunma
5-23 VE 30.AYETLER
1254 Okunma
6-31 VE 38.AYETLER
1149 Okunma
7-39 VE 47.AYETLER
3138 Okunma
8-48 VE 56.AYETLER
1313 Okunma
9-57 VE 66.AYETLER
1191 Okunma
10-67 VE 77.AYETLER
1422 Okunma
11-78 VE 86.AYETLER
1792 Okunma
12-87 V E 93.AYETLER
1429 Okunma
13-94 VE 99.AYETLER
1452 Okunma

© 2024 - Akevler