HİCR SÛRESİ TEFSİRİ(15.SÛRE)
Süleyman Karagülle
1745 Okunma
78 VE 86.AYETLER

HİCR SÛRESİ - 11. Hafta

 

***

وَإِنْ كَانَ أَصْحَابُ الْأَيْكَةِ لَظَالِمِينَ (78) فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ وَإِنَّهُمَا لَبِإِمَامٍ مُبِينٍ (79) وَلَقَدْ كَذَّبَ أَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَلِينَ (80) وَآتَيْنَاهُمْ آيَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِضِينَ (81) وَكَانُوا يَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا آمِنِينَ (82) فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِحِينَ (83) فَمَا أَغْنَى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ (84) وَمَا خَلَقْنَا السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَإِنَّ السَّاعَةَ لَآتِيَةٌ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَمِيلَ (85) إِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلَّاقُ الْعَلِيمُ (86)

***

وَإِنْ كَانَ أَصْحَابُ الْأَيْكَةِ لَظَالِمِينَ (78)

Va EiN KAvNa EaÖXABu eLEaYKaTi LaJAvLıMIyNa

“Ve Eyke ashabı da zalimlerden idi.”

Hazreti Lut aleyhisselamın kıssası anlatıldıktan sonra “Ve” harfi ile atfederek Eyke veya Leyke ashabı anlatılıyor.

“El-Eyke” Kur’an’da dört yerde geçmektedir. Şuara Suresi’nde Eyke halkının mürselleri tekzip ettiği söylenmektedir. Mürseller, resuller değil, havariler gibi resullerin elçileridir. Demek ki Hazreti Şuayb buralara elçileri göndererek onlar aracılığı ile tebliğde bulundu. Sad Suresi’nde Lut kavminden sonra Eyke ashabı denmektedir, ashab idi deniyor. Kaf Suresi’nde Eyke’nin ashabından ve Tubba kavminden bahsetmektedir. 

“Eyke” “Leyke” şeklinde de okunmaktadır, hatta böyle yazıldığı da vardır. “Eyke” EYK kökünden gelir. “Leyke” LYK kökünden gelir. Ormanlık demektir. Gürcücede “leka” denen bir meşe ağacı vardır. Tarihte Likyalılar diye bir kavim gelmiştir. Türkiye’nin Akdeniz’e kıyısı olan bir yerin adıdır. Teke yarımadasıdır. MÖ 2000 yıllarında etkindirler. Hazreti Şuayb peygamber ile muasırdırlar.

Eyke ashabı demekte, kavmi dememektedir. Kavim devleti olan topluluktur. Bunlar ise devlet olamamışlardır.

Demek ki “el-Eyke” okunduğu zaman meşeliğiyle meşhur yer anlaşılır. “Leyke” olarak okunduğu zaman Likya halkı anlaşılmaktadır.

Bu ayette “İn” ile “Le” gelmiştir. “Le” geldiğine göre İn, İnne manasındadır. Fiilden önce gelirse İnne, İn olur. “Kâne”yi kaldırsanız “Ashab” “İnne”nin ismi olur, “Zalimîn” de haberi olur. “Kâne” getirilerek, şimdi değil de o zaman olduğunu ifade eder. “Le” ise tekit harfi olur.

“İn”i olumsuzluk harfi olarak kabul edip “Le”yi “İllâ” manasında anlayanlar vardır. Biz bunu kabul etmiyoruz. Bunu iddia edenler tarafından “Le”nin “İllâ” manasında olduğu Kur’an’da kanıtlanmalıdır.

                                      وَإِنْ كَانَ

Va EiN KAvNa

“Ve idi”

İnsanlık Hazreti Nuh peygamberden önce kabileler hâlinde yaşardı. Kişi yönetimi vardı. Yazılı kurallar yoktu.

Hazreti Nuh peygamber ilk uygarlığı kurmuştur. Site devletleri vardı. Hazreti İbrahim aleyhisselâma kadar siteler dönemidir. Siteler bucak dönemidir.

Ne var ki siteler büyük topluluklar içinde yer almıştır. Başka siteleri sömürerek yaşama imkânı bulunmuştur. İnsanların artık zamanları yani boş zamanları olmuştur. O boş zamanları dolduracak bir meşgale yoksa halk onu fısk, ism, fitne ve fesatla doldurur.

Bugün de sanayi dönemine geçilmiştir. El üretimi yerine makine üretimine başlanmıştır. Henüz nüfus yeteri kadar artmamış olduğu için boş zamanları vardır.

İşte, azgınlık dönemi böyle başlar. Bunun sonu helâk olup yeni uygarlık başlamış olur.

أَصْحَابُ الْأَيْكَةِ

EaÖXABu eLEaYKaTi

“Eyke ashabı”

İnsanlar aileler şeklinde var edildi. Hazreti Âdem zamanında aşiret hâline geldi ve Âdem’in oğulları aşiretler kurdular. Çoğaldıkça kabileler hâline geldiler. Aşiretler içinde yaşıyor, kabileler içinde üretim yapıyorlardı.

Hazreti Nuh zamanında iller oluştu, devletler oluştu.

Yirminci yüzyılda insanlık oluşmaktadır. Aşiretler, kabileler, şa’bler ve kavimler varlıklarını sürdürecekler, ama insanlık diye tüm insanlığın ortak kişiliği olacaktır.

Hazreti İbrahim dönemi ulus devletler oluşma dönemidir. Ulus devletler Hazreti Musa ile oluşmaya başladı. Bunlar Eyke, Tubba, Hicr ve Ress gibi topluluklardır. Devlete doğru gidilmektedir ama henüz devlet oluşmamıştır.

Bugün de insanlığa doğru gidilmektedir ama insanlık henüz bir tam kişilik elde edememiştir. “İnsanlık Anayasası” bu kuruluşun anayasasıdır.

Bu dönemde beldeler vardır. Hazreti Şuayb onların birlikte başkanı değildir ama tüm o dönem halkını uyarmakla görevlidir. Dolayısıyla Medyen halkını uyardığı gibi Eyke halkını da uyarmıştır.

لَظَالِمِينَ (78)

LaJAvLıMIyNa

“Zalim idiler.”

“Zulumat” karanlık demektir, sisli demektir, belirsiz demektir.

Kurallara göre değil de keyfi hareket ediliyorsa, gücü yeten yetene...

Bugün resmen hukuk düzeni kabul edilmiştir. Mahkemeler var. Polis var. Ordular var. MİT var. Bunlar ülkelerin ve insanlığın aydınlığını korumakla görevlidirler.

Bir saray düşünün, ateş ve mumlar yanıyor. Bunlar sönmesin diye saraya görevliler alınmış, onlara maaş veriliyor. Görevleri ateş ve mum yakmak değildir, görevleri onları söndürenlere mani olmaktır. Bunlar dolu kadro içinde dolgun maaş da alıyorlar. Görevlerini de eksiksiz yapıyorlar. Ne var ki lambalar kendiliğinden sönmüş ve ateş de yanmaya devam etmiyor. İşte, bugünkü dünya budur. Güçlü güçlü devletler ve yargıçlar vardır. Bunlar düzeni kurmakla değil korumakla yükümlü; ama düzen yok ki korusunlar!

İşte, Hazreti Şuayb düzeni kurmakla görevli kişidir.

Bugün de Kur’an Ehli, Adil Düzen Çalışanları, Akevler Kooperatifleri bu görevleri yüklenmiş bulunuyorlar. Dünyada sönmüş bulunan ateşler ve mumlar yeniden yakılacak ve her taraf aydınlanacaktır. Allah nurunu getirecek ve aydınlığı tamamlayacaktır. “Adil Düzen” gelecektir.

Lut kavmi fuhuşta zalimdiler.

Şuayb kavmi ekonomide, ölçü ve tartıda zalimdiler.

Bugünkü insanlık zina, karşılıksız para, rüşvet, gasp ve kaçakçılıkta zalimdir.

فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ وَإِنَّهُمَا لَبِإِمَامٍ مُبِينٍ (79)

Fa inTaQaMNAv MiNHuM Va EinNaHuMAv La Bi EMAvMın MüBIyNın

“Onlardan intikam aldık ve ikisi mübin imam iledir.”

Yahut Medyen ile Eyke’dir.

Bu surede ne Şuayb ne de Medyen ehli geçmekte, medine ashabı ve Eyke ashabı geçmektedir. Buradan şu sonuca varabiliriz. Medine kent demektir. Eyke ise ormanlık kır demektir. İkisi de harfi tarifle gelmiştir yani cins isimdir.

Şimdi kent ile kır arasındaki farkı da Kur’an burada anlatmış olmaktadır. Kentte yaşayanların evleri bitişiktir, aralarında sokak vardır. Birlikte yaşarlar. Kendilerini kalelerle korurlar. Tarlalarda gündüz ayrı ayrı çalışsalar da akşamüstü eve gelirler. Kalabalık oldukları için birbirlerini tanımazlar. Kırda yaşayanlar ise dağınık evlerde veya işyerlerinde iş görürler. Birbirlerini tanırlar. Yönetimleri tarih öncesi dönem yönetim şekline sahiptir. Beş bin yıllık çalışma, halkın Eyke’de yaşama tarzı yerine, medinede yaşama tarzına geçilmesi çabasıdır. Ancak yirminci yüzyılda bu seviyeye ulaşılmıştır.

Uygarlaşma demek, sanayide gelişme ve saatte üretilenin daha çok gün yaşama imkânı sağlaması demektir. Teknolojide uygarlaşma olunca insanların artan zamanları olur. Bu artan boş zamanlarını değerlendiremezler, ahlakları bozulur ve zulmetmeye başlarlar. Geçmişteki hukuk düzeni yeni dönemin sorunlarını çözemez. Allah zalim olan halkın zulmünün intikamını alır ve inkılâp olur. Yeni hukuk düzeni kurulur. Yeni uygarlığa doğru yol alınır.

Kur’an bunu tarihi örneklerle anlatarak haber vermektedir. İkinci binyılda yapılanların intikamını Allah alacaktır. İkinci Kur’an uygarlığı kurulacaktır. İnsanlar bugün inanmıyor, “Adil Düzen”e serçe parmağı ile dokunuyorlar. Allah’a inanan müminler de böyle böyle her işlerini bitirirler, ondan sonra vakitleri kalırsa “Adil Düzen” için de bir adım atarlar.

Kur’an düzenine inananlar Kur’an düzenini birinci işleri yapacaklar, zaruri işler hariç diğer zamanlarını burada kullanacaklardır.

“Adil Düzen”de Leyke’leri veya Eyke’leri tarım kentleri temsil edecektir. Medinelileri ise sanayi kentleri temsil edecektir. Her iki semt sakinleri de yüz lojmanlı apartmanlarda oturacaklardır. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve sakatlar bodrum katındaki işyerlerinde çalışacaklar. Erkekler de dışarıdaki işlerinden artan zamanlarını burada değerlendireceklerdir. Eyke halkı gerektiği zaman tarlalara giderek tarım yapacaklardır. Sanayi halkı gündüz büyük sanayi tesislerine gidip oralarda ortak olarak çalışacaklardır.

Bunların her ikisi için mübin bir imam vardır. Her ikisinin ayrı imamı yok, bir imamları vardır.

Bunun anlamı nedir?

Medyen merkezdi. Eyke ise bir köydü. Başkan hem merkezin reisidir hem de köylerin reisidir. Köyü merkezdeki imamın tayin ettiği emirler yönetirler. Yani bunlarda merkezi yönetim vardır. Ne var ki her köy ayrı ünitedir. Sadece bir bucaktaki başkan oradaki köylerin bir başkanı değil, her köyün ayrı ayrı başkanıdır.

Kıyasla bunu genişletiyoruz. Vali bütün ilçelerin ayrı ayrı yöneticisidir, bütün ilçelerin tek imamı değildir. Buradaki “mübin” kelimesi ayrı ayrı anlamındadır. “Beyn” ara demektir, yarık demektir. “İbane etmek” demek ayırmak demektir, ayırıcı imamdır demektir. Yani her ilçeyi ayrı ayrı idare eder demektir. Ulus için de durum budur. Devlet başkanı bölgelerdeki merkez ilinin merkez ilçesinin de başkanıdır. Mekke’de oturan tüm insanlığın imamı da kıta merkezlerindeki merkezlerin başkanıdır, ayrı ayrı başkanıdır.

فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ

Fa iNTaQaMNAv MiNHuM

“Onlardan intikam aldık”

İnsanlar 50 bin yıldan fazla başkansız yaşadılar. Kabileler hâlinde yaşıyorlardı. Kabilelerin içinde yaşlılar vardı. Kabileyi onlar idare ederlerdi. Aralarında sözlü kurallar vardı. Kurallara herkes uyardı; uymak zorunda idi. Uymayanlar dışlanırdı.

Ben böyle bir bucakta yetiştim, gençliğimi onların sosyal baskısı içinde yaşadım.

Kuralların dışına çıktığınız zaman herkes size saldırır. Ya kurallara uyarsınız, ya da orasını terk edip gitmek zorundasınız. Terk de edemezsiniz, çünkü sizi kimse kabul etmez. Orada tek ceza sistemi vardır, o da intikam almaktır.

Babam köyün hocası olduğu halde bu töre gereği birini yaralamıştı. Kızını isteyen komşuya kızını vermeyince yine töre gereği başörtüsünü almıştı. Artık o kızla kimse evlenemezdi. Töre gereği de babam onu yaralamıştı. Yaralamazsa, kızı kocasız kalmakla kalmaz, köyde ne imamlık yapabilir, ne de başka sosyal yardım görebilirdi. Sonra töre gereği halk toplanmış, babamla yaralananı barıştırmışlar. Ona bir aileyi geçindirecek kadar toprak almış, ayrıca yeğenini de eş olarak vermişlerdir.

İntikam, biri kural dışı çıkıp da bir haksızlık yaparsa, mağdurun ondan hakkını resen almasıdır. Benim eşim onun yeğenidir. Barıştıktan sonra töre gereği her şey unutulur, hatta anlatmazlar. Benim şimdi bu anlatmam töre dışıdır. Hukuk düzeni öncesi hayatı anlatabilmem için naklettim. Ben de gençliğimde köyümde tabanca ile gezmişimdir.

Hukuk düzeninde intikam yoktur. Yargıya gidersin, hakemler hakkını teslim ederler. Kişi hakkını vermezse o zaman devlet hakkını alır.

Allah için mahkemelere gitme söz konusu olmadığı için intikam usulü düzeni korur. Allah muntakimdir. Onlar zulmettiler.

وَإِنَّهُمَا

Va EinNaHuMAv

“Ve ikisi”

Evet, Medyen ve Eyke halkının, kent ve köylerin bir imamı, bir başkanı vardır. Bunun başka manası da, imam dediğimiz zaman sadece insan anlaşılmaz. Şeriatın kuralları planlamada bir imamdır. Yani bir bucağın köylerini içine alan bir bütçesi vardır. Herkes o bütçeye göre işini yapar.

Bu ayet tarım ve sanayi semtlerinin ayrı ayrı olduğunu ama kurallarının ve bütçelerinin bir olduğunu ifade etmektedir.

Biz “Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası”nı hazırlarken, kaynak olarak fıkhı aldık. İhtilafları istihsanla çözdük. Ondan sonra Kur’an’ı hakem yaptık ve sizinle beraber devam ediyoruz. İstihsanla elde ettiğimiz sonuçlar Kur’an’la teyit edilmektedir.

Usulümüzü tekrar ediyorum. Fıkhı ve Usulü Fıkhı öğrendik. Sorunları kendi reyimizle çözdük. Günümüzün fıkhını oluşturuyoruz. İstihsan yaparken dört delile dayandık, onların bize anlattıkları ile sonuçları varsayımlarla belirledik.

Şimdi ne yapıyoruz?

Kur’an’ı her hafta on sahife olarak yorumluyoruz. Varsayımlarımızı teyit edenleri alarak varsayımları kesinleştiriyoruz. Varsayımlara uymayanları değiştirerek yeni varsayımlar ilave ediyor veya varsayımımızı değiştiriyoruz. Bu Kur’an’ın getirdiği usuldür. Fukaha bunu uygulamıştır. Batı uygarlığı da bu metotla doğmuştur.

لَبِإِمَامٍ مُبِينٍ (79)

La Bi EMAvMın MüBIyNın

“Bir imamı mübin iledir.”

“Emam” ön demektir. “İmam” önden giden demektir. “Ümmet” imamın arkasında yürüyenlerdir. Bu insan olabildiği gibi bir proje de olabilir, bir bütçe kanunu da olabilir.

Önce imam yapılır, sonra ona uyulur. Yasin Suresi’nde, her şeyi mübin imamda ihsa ettik deniyor. Yıllık bütçe mübin imamdır, ona tabi olunur.

Uygarlıkların hepsi böyle uygarlık kanunlarına tabidir.

Bu durum Batılıları rahatsız ediyor. Böyle bir imamın olmadığını sanıyor ve Kâinata istedikleri gibi yön vereceklerini sanıyorlar. Biz dünyayı değiştirmiyoruz, dünyayı keşfediyoruz. Ne yapacağız demiyoruz; ne olacak diyoruz, bizim görevimiz nedir diyoruz.

وَلَقَدْ كَذَّبَ أَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَلِينَ (80)

Va LaQaD KaüÜaBa EaÖXABu eLXıCRı eLMuRSaLIyNa

“Ve Hicr ashabı da mürselleri tekzib etti.”

“Hicr” yalnız bu ayette geçmektedir.

Hazreti Şuayb Peygamberin gönderdiği elçiler bir de Hicr halkına gitmişlerdir.

“Hacer” taş demektir. İnsanlar çıplak yaratılmışlardır. Diğer hayvanlar gibi tek tip yuvaları yoktur. Çeşitli yöntemlerle kendilerine mesken yaparlar. Başlangıçta ağaç kovuğunda barınmıştı insanın atası. Sonra kamışlardan kendilerine meskenler yapmaya başladılar.  Avcılık döneminde mağaralara sığındılar. Çobanlık döneminde taştan yuvalar ve ağıllar yaptılar, tuğladan kerpiçler yaptılar, keresteden evler inşa ettiler, taştan duvarlar yaptılar.

Artvin/Borçka’nın Camili bucağında tarlanın olduğu yerde taştan duvar yaparlar; kerpiçsiz, kuru duvar derler. Üstüne ağaçtan yapılar yaparlar. Yazın yaylaya giderler. Orada orman yoktur. Taştan duvar yaparlar. Duvardan hep rüzgâr eser durur.

Hicr halkı da bunlardandır.

Yani…

Meskenler ya ormanlarda ağaç ve kamışlardan yapılır yahut kentlerde taştan ve tuğladan yapılır. Böylece “El-Eyke” iki kavrama karşı kullanılmıştır; kent veya köy, ağaç veya taş evler yapmışlardır. Ayrıca Hazreti Salih Peygamber ile Hicr halkı kayaları yontarak taş evler yapmışlardır.

Taşların yontulması, Hazreti İbrahim aleyhisselam döneminde putların yapımı için söylenmiştir. İki defa Salih kavmi için söylenmiştir. Burada, bundan sonra gelecek ayetlerde Hicr ashabı için söylenecektir. Bunlar üzerinde yeterli çalışmalar yapılmamış, ne zaman kimler tarafından yapıldığı aydınlığa kavuşturulmamıştır. Mağaralarda para edecek bir şey bulunmadığı için önem gösterilmemektedir. Oysa pek çok oyulmuş dağ evler vardır. Araştırılmayı beklemektedir. Anadolu’da örnekleri fazlasıyla bulunmaktadır.

Bunlar da resulleri değil de mürselleri tekzib emişlerdir.

Hazreti Şuayb Peygamber bir hükümdar değildi ama kendisine tabi olanlardan mürseller irsal edecektir.

Bugün de bunu Bin Dil Üniversitesi ile yapacağız.

Size çok uzak gibi görünen bu iş çok kolay yapılacaktır.

Kristof Kolomb Amerika’yı keşfetmek için hükümdardan gemi istedi. Sonra yeni dünya keşfedildi. Hiç belli olmaz, biriniz inanır ve ben Bin Dil Üniversitesi’ni kuracağım der. Muhterem Cumhurbaşkanımızdan 5000 dönüm bir yer ister, o da verir. Dolarla kaç beş bin dönümler yağmalanmaktadır. Olur ya, 5000 dönümü de devletimiz Bin Dil Üniversitesi için verir. Ne var ki sizin bunlar için gerekli hazırlığınızı yapmış olmanız gerekir.

Önce Yüz Lojmanlı İşyeri Apartmanı’nın projesini yapacaksınız. Sonra bir belediye ile anlaşacaksınız, size beş bin dönümle ortak olacak. Buranın hisse senetlerini çıkaracaksınız. Bir televizyonla anlaşacaksınız. Anlaşamazsanız, yeni televizyon kuracaksınız. Bir dergi çıkaracaksınız; ortak/abone sayınız milyonları bulabilir.

Hazreti Şuayb Peygamberin gönderdiği mürselleri sizin Bin Dil Üniversitesi gönderecek, peygambersiz ikinci Kur’an uygarlığı böyle gerçekleşecektir.

Bu surede 7 defa “Ve Lekad” geçmektedir.

Bunlar arasında bir bağlantı olması gerekir.

Üçü “Na’lemu/biliyoruz”la geçmektedir. Sizden müstakdim ve müstahir olanları biliyor. İçin sıkılıyor, biliyoruz, diyor. Olayları biz yönetiyoruz. Her şey denetimimizde diyor. O halde içini sıkma, sen sıkılma demektir.

İkisi hilkatte geçmektedir; biri Kâinatın hilkati, diğeri ise insanın hilkati. Kendiliğinden bir şey olmamaktadır demektir.

İrsal ve irsal olunanların tekzibi arasındaki ilişki de açıktır.

Yedincisi ise yedi mesaniden yani Kur’an’ın yapısından bahsetmektedir.

Kur’an 112 suredir. Fatiha 112 harftir. Bu 7*16’dır. Ayrıca Tevbe ile Fatiha’yı eklersem 114 eder. O da 6*19’dur. Fatiha’da, “ihdina”da Y okunmadığı için 114 olmaz ama gerçekte mevcut olduğu için sayılabilir. Bir de “el-Hamd” başlama harfidir. O da Fatiha’ya tekabül eder. Sure ve harflerin böyle olması ve bunun Kur’an’da işaret edilmesi, Kur’an’ın Allah sözü olduğunu kanıtlayan ayetlerdir.

وَلَقَدْ كَذَّبَ

Va LaQaD KaüÜaBa

“Ve tekzib etmişti”

Biz ne söylüyoruz?

Gelin kooperatifler kuralım. Halk kendi bonoları ile üretsin ve tüketsin. Semt dışına çalışmak için çıkmak zorunda kalmasın. Kapıda alsın, kapıda satsın. Sermaye varlığını korusun. Devlet varlığını korusun. Biz halk olarak yalnız oyumuzu ve vergimizi verelim, askere gidelim. Düzene ve yetkililere saygılı olalım.

Bu amaçla kurulan Akevler’e Millî Görüşçüler katıldı ve “Adil Düzen” oluştu. Ama sonra iktidarda olanlar Sermaye ile anlaştılar ve birlikte bizi sömürmeye devam ettiler. Şimdi de bizi tekzib etmeye devam ediyorlar.

Yarın ahşap evler üretip her ilçede veya her bucakta dinlenme semtleri veya siteleri oluşturduğumuzda bize saldıracaklar. Basın bize saldıracak, mafya bize saldıracak, görevliler bize saldıracak, yasalar aleyhimize çıkacak. Ama yenilecekler.

Akevler bunun denemesini yaptı.

أَصْحَابُ الْحِجْرِ

EaÖXABu eLXıCRı

“Hicr halkı”

Biz ahşaptan evler yapalım, sağlıklı olsun diyoruz; çevre kirlenmesin, tarım arazileri betonlaşmasın, ormanlarınız atıl kalmasın diyoruz.

Karşımıza betoncular çıkıyor, yüz katlı binalar yapıyorlar, sosyal hayattan kopuk yapılar oluşturuyorlar.

Biz ağaç ashabıyız, onlar taş ashabıdır, betonarme ashabıdır. Biz betonarmeye karşı değiliz, onlar ahşaba karşıdırlar. Ormanlarımızdan yararlanmayı yasaklayarak ormanlarımızı mahvediyorlar. Ama yeryüzünde işe yaramayanların var olma hakkı yoktur. Yeryüzü semereleri tekelcilerin değil halkın hakkıdır, insanların hakkıdır, onlar için yaratılmıştır. 

الْمُرْسَلِينَ (80)

eLMuRSaLIyNa

“Mürselleri”

Evet, biz Bin Dil Üniversitesi kuracağız. Onlar burada Kur’an’ı ve yorumunu tefakkuh edecekler, ülkelerine döndükleri zaman onları inzar edecekler. Tekzib olunacaklar ve tekzib edenler helak olacaklar. Ancak azı kurtulacak. İşte bu sünnetullahtır. Kimse bunu önleyemez.

Duamız odur ki, Mekkeliler gibi gerçekleri kabul ederler de insanlık on milyar nüfusu ile yeni uygarlığa girer.

Bu kıssadan hisse alalım diye Allah Kur’an’da bunları bize vahy etmiştir.

Kur’an’la her yerde meşgul olunmaya başlanmıştır.

Bunun anlamı sabahın yakın olmasıdır.

Hazreti Peygamber Kur’an tedrisi için Suffa Ashabını oluşturdu. Biz de Bin Dil Ashabını oluşturacağız; bin dil ehlini değil, Bin Dil Ashabını oluşturacağız. Gelenler on yılda tefakkuh edecekler, sonra yurtlarına dönerek orada Kur’an’ı tebliğ edecekler.

Avrupa Millî Görüş Teşkilatı dünyanın her yerinde temsilcilikler kurmuştur. Gülen Cemaati dünyanın her yerinde okullar açmıştır. Bunlardaki paraleller bir gün elenecek ve bunlar Akevler ile birleşerek üçüncü binyıl uygarlığını kuracaklardır. Akevler “Adil Düzen”i olgunlaştıracak, bunlar da yayacaklar. Nur cemaati ilmini yayacak, Millî Görüş ise siyasi destek sağlayacaktır. Sermaye ve bürokratlar bu faaliyetleri engelleyemeyeceklerdir.

وَآتَيْنَاهُمْ آيَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِضِينَ (81)

Va EAvTaYNAvHUM EAvYAvTıNAv Fa KAvNUv GaNHAv MuGRıWIyNa

“Ve onlara ayetlerimizi ita ettik, onlar ise onlardan i’raz eder oldular.”

Ayetleri ne kadar isabetli yorumladığımız sonra gelen ayetlerle onaylanmaktadır.

“Ayetlerimizi ita ettik…”

Bugünkü insanlara ayetler ita edildi mi?

Dünyada dini kuruluşlar vardır. Millî eğitime ayırdıkları bütçeler kadar bütçe ayırıyorlar. Bunlar ne yapıyorlar? Bin sene önceki içtihatları masalvari anlatıyorlar. Müslümanları Kur’an’dan uzaklaştırmak için mevlit diye bir şey uydurdular, gün yetmedi kutlu haftaya çıkardılar, aya çıkardılar. Bunlar toplantılar yapıyorlar. İslâmiyet’i meslek hâline getirdiler. Dini, imamların dini yaptılar. Toplantılara konuşmacı almıyorlar, alamıyorlar; artık dinleyici olarak bile kabul etmiyorlar! Bir ortağımız anlatıyor; ‘toplantıya katılmak istedim, dayak yedim ve geldim’ diyor!

Bugün bu ayetleri Allah’ın görevlisi olarak biz ita edeceğiz. “Âteytü” demiyor, “âteyna” diyor. “Biz dediği zaman, bu işi biz görevlilerle yaparız demektir.

Ne yapacağız? 

Bin Dil Üniversitesi’ni kuracağız. O üniversite Adil Düzen işletmelerindeki payları ile yaşayacak. Öğrenciler ve öğretmenler hem okuyacak hem çalışacak. Örnek işletmeler böyle oluşacak. Burada öğrendiklerini ülkelerine götürecekler ve uyaracaklar...

Onlar ise ayetlere kulak vermeyecekler...

Bugün de biz Kur’an’ın Allah sözü olduğunu müsbet ilmin metotları ile ispatlıyoruz. Söylediğimizi anlamaya çalışmıyor, sosyal ilimlerde müsbetlik olmaz diyerek bilmedikleri şeylerin olmadığını afaki olarak reddediyorlar. Onlar delilsiz ispatsız bir şey söylüyorlar, o reddedilmez hakikat oluyor. Biz söyleyince de bu senin tevilin diyorlar. Siz de tevil getirsenize. Tevil olsun ama ibdal olmasın yani muhkem ayetlere uysun. Muhkem ayetlerin manasını değiştirmek tahriftir ve gayri makbuldür. Müteşabihi muhkeme göre tevil etmek ise memurun bihtir.

“A’râz” ön dişler demektir. Ufka baktığın zaman ufkun yayılması endir, ufka dik olan ise boydur. Dişlere paralel ufuk arz olmaktadır. Yüz yüze bakarken dişler karşı karşıya gelir. Sağa veya sola döndüğünüzde paralellik kaybolur. Buna “i’râz” denir. Buradaki if’âl babının hemzesi olan “e” nefy içindir. “A’rz etmek” demek, paralel hâle getirmek demektir.

“An” kelimesi ile menfilik kazanmıştır. “Arz” veya “ariz” paralel demektir.

“İ’râz etmek” demek, dik hâle getirmek demektir.

Kur’an’daki kelimelerin manaları verilirken, geometride buna ne tekabül edebilir diye düşüneceksiniz, böyle geometrik terimleri üreteceksiniz.

وَآتَيْنَاهُمْ آيَاتِنَا

Va EAvTaYNAvHUM EAvYAvTıNAv

“Ve onlara ayetlerimizi ita ettik”

“Ayet” demek delil demektir. Yoldaki levhalar ayettir, çünkü onlara uyularak gideceğin yere seni götürür. Bir doğa olayı doğrudan ayet değildir. Ama bir olayı biri müşahede eder ve onu dil ile ifade ederse o ayet olur. O ifadeye dayanarak hareket ettiğinizde o cümle sizi anladığınız manaya götürürse ayet olmuş olur.

Demek ki ayet doğruyu ifade eden sözdür.

İnsanlara gidecekleri yol gösterilir. Bunlar ayetlerdir. Bizim bilgilerimiz gördüklerimiz değildir. Çünkü gördüklerimizi kullanamayız. Onu dil ile veya resimle ifade ettiğimiz zaman onu başkalarına aktarabildiğimiz gibi biz de kendimize ileride değerlendirmek üzere saklarız.

Kur’an’ın her cümlesi ayettir, çünkü gerçekleri ifade eder.

فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِضِينَ (81)

Fa KAvNUv GaNHAv MuGRıWIyNa

“Onlardan i’râz edenler oldular.”

Bir defa i’raz etseler “kânû” denmez, “ve hum mu’rizûn” denirdi.

Onlar i’raz edenler oldular.

Birlikte ve sürekli karşı olmadır. Siz ne yaparsanız size karşı olurlar. Bunun aksi de vakidir. Ne yaparsanız sizin yanınızda olurlar.

İnsanlar şeytana muarız olmalı, Allah’a da muti olmalıdırlar. Bunun aksini yapmak şirktir.

“Ve” yerine burada “Fe” getirilmiştir. Çünkü itirazları ayetin gelmesidir. Siz söylememiş olsaydınız belki onu kabul edeceklerdi. Ama siz söylediğiniz için reddetmektedirler. Bin Dil Üniversiteleri’ni kurup bugünkü okullar gibi dünyaya yayıldığımız zaman biz söylediğimiz için reddedeceklerdir.

Bizim cemaatten farkımız ne olacak?

Biz kendimiz ayetleri anlatmayacağız. Biz öğrenmek isteyene anlatacağız. İnanır veya inanmaz. O da kendi uygarlığına anlatacaktır. Onun için onun dilinden Arapçaya tercüme de, Arapçadan onun diline çevirme kadar önemlidir. Böylece eşitlik içinde tebliğ yapacağız. Biz onların uygarlığını öğreneceğiz.

وَكَانُوا يَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا آمِنِينَ (82)

Va KAvNU YaNXıTUvNa MiNa eLCıBaLı BuYUvTan EAvMıNUyNa

“Ve âminler olarak cibalden beytler naht ediyorlardı.”

İ’raza “Ve” harfi ile atfedilmiş ve  “Kânû” kelimesi iade edilmiştir. Böylece bu evleri Hazreti Şuayb aleyhisselâma karşı korunmak için yaptıkları anlaşılıyor.

Saldırılara karşı iki türlü tedbir alırsın.

Kameralar koyarsın, girişi-çıkışı kontrol edersin, bu teknik güvenliktir.

Sosyal güvenlikte hiçbir tedbir almazsın, olay olduktan sonra tahkikat yaparsın ve tesbit ettiğin zaman kısas yaparsın, edemediğin zaman kasame yaparsın.

Onlara giderken ayetler güvenliği nasıl sağlayacağını anlatıyordu. Onlar buna kulak vermiyor, tek savunmanın yeterli olduğu kanısında idiler.

Bugün de insanlarda teknik tedbirlerle güvenlik sağlanacağı iddiası vardır. Örnek olarak İslâmiyet’te ordu vardır ama polis yoktur. Toplu polis harekâtı yoktur. Halk serbest bırakılır. Kıran kırar, çalan çalar, vuran vurur. Sonra suçlular bulunur ve sokaklarda asılırlar.

PKK’ya karşı alınacak tedbirler Kur’an’dan öğrenilmeli ve onunla güvenlik sağlanmalıdır. Askeri müdahale zamanı da Kur’an’la yapılacak içtihatlarla tesbit edilmelidir. Eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ doğru söylüyor; teröristle mücadele bizim işimiz, terörle mücadele ise hukukun işidir, yönetimin işidir diyor. Terörist o anda askeri güçle yok edilmelidir ama yerlerine yenilerinin gelmemesi için gerekli tedbirler alınmalıdır.

Yeryüzü bütün insanlığındır. İnsanlar ayrı ayrı kişilerdir. Oysa yeryüzü bir bütündür.

Bunu nasıl paylaşacaklar?

İşte bunun için önce özel mülkiyetle bir olan yeryüzü parselleri kişilere dağıtılır. Bunu mülkiyet kuralı yapar. Halk da ayrı ayrıdır. Ama anlaşarak birlik oluştururlar, örgütler kurarlar. Bu da insanlığı birleştirir. Düzen mülkiyet ile teşkilata faydalı olarak oluşturulmuş olur.

وَكَانُوا يَنْحِتُونَ

Va KAvNU YaNXıTUvNa

“Ve naht ediyorlardı” 

“Naht” taşı yontma demektir.

Toplayıcılık döneminde orman ürünleri revaçta olmuştur. Hazreti Âdem’in çocukları meyve toplayarak yaşarlardı. Babaları başkandı. Topladıkları meyvelerden getirip evlerinde yedikleri gibi, babalarına vergi mahiyetinde bir pay verirlerdi. Habil babasına iyi meyveleri ayırıp verirken, Kabil çürükleri ve bozukları veriyordu. Hazreti Âdem de onları kabul etmiyor, reddediyordu. Kavga bu sebeple çıkmıştı.

Bu şunu gösteriyor ki, daha Hazreti Âdem zamanında sepet veya torba gibi şeyleri yapmayı insanlar biliyordu. Ateşi de canlılar daha önce kullanmışlardır. Bunun tam doğru olduğunu sanmıyorum. Neden? Bugün insandan başka ateşi kullanan canlı yoktur.

Avcılık döneminde yeni araç keşfettiler, o da taşçılıktır. Taşçılık o derece ileri gitmiştir ki, dağları oyarak meskenler yapılmıştır. Bu aynı zamanda korunma aracıdır.

Hicr halkı da uyarılara kulak vereceklerine, kendilerine dağlarda evler yapıyorlardı.

Buradan öğrendiğimiz başka bir şey vardır. Sadece gemileri yapmak yetmemektedir. Allah’ın verdiği ayetleri de değerlendirmek gerekir. Batı uygarlığı onun için çökmektedir. Teknik kadar hukuka da ihtiyaç vardır. Onlar tekniği yeterli görmektedirler. İlâhi kitaplar tekniği öğretmeden çok hukuku öğretmektedir. Pazara gittiğiniz zaman 100 TL verip bir çuval pirinç alırsınız. Pirincin size verilmesi teknik iştir. Bedelin ödenmesi ise hukukun işidir.

O halde ekonomi hukukla tekniğin çarpımıdır, biri sıfırsa diğeri de sıfırdır.

مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا

MiNa eLCıBaLı BuYUvTan

“Cibalden beytler”

“Cibal” çoğuldur. Marife gelmiştir. Belli dağlardan bazısından denmiş olur. “Beytler” ise nekredir. Değişik evler oyuluyordu. Taşlar genellikle iki çeşittir. Biri çekiç vurdukça dağılır, diğeri ise kırılır. Dağılanlar yumuşak taşlardır. Sert taşlardan kama, çekiç ve çakı yaparak dağları oyuyorlardı. Genellikle bunlar aynı dağda bulunmaz veya dağın her yerinde bulunmaz. Belli dağlarda veya belli yerlerde evler yapılabilir.

آمِنِينَ (82)

EAvMıNİyNa

“Âminler olarak.”

“EMiNe” bir şeyi birisine emanet etmektir. “Âmine” emin yer yapan kimse anlamındadır. Yani emniyette olan olarak denmiş olur.

Bugün çimento ve çakıl üretmek için dağlar yontulmaktadır. Bu şekilde düşündüğümüzde, taştan ürettikleri malzeme ile evler yapıyorlardı anlamı çıkar. “Min” o zaman cins için olur. Bugün betonarmeyi ifade etmiş olur.

Yani “Adil Düzen”i getireceklerine koca koca yapılarla güvence sağlamaktadırlar, teknikle güvence sağlamaktadırlar anlamı çıkar.

فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِحِينَ (83)

Fa EaPaÜaTHuMu elÖayXaTü MuÖBiXIyNa

“Sayha onları musbihîn ahz etti.”

Hicr ashabını musbihîn ahz etmiştir. Lut Kavmi muşrikîn ahz olunmuştur.

Demek ki patlama sabahleyin oluyor, lavlar Güneş doğumunda ulaşıyor.

Sayha onları ahzetti denmektedir. Sayhanın ses olduğu anlaşılıyor, sayhayı sem’ ederler ifadesi ile biliyoruz. Ondan sonra Sayha ahz etti diyor. Ses bir titreşimdir. Titreşim onları almıştır. Titreşimin alması ne demektir?

Kâinattaki dalgaların biri ışık diğeri ses dalgasıdır. Işık elektromanyetik dalgadır. Ses ise cismin titreşimidir. İki cisim yan yana konduğunda, biri titreştiği zaman diğerini de titreştirir. Sonra her cismin bir özel titreşimi vardır. Bir cisme vurduğunuz zaman onun tahta mı yoksa demir mi olduğunu bilirsiniz. İnsan bedeninin her parçasının, her hücrenin içindeki organların, hattâ kromozomların öz titreşimi vardır. Bu sayede hayat mümkün olmaktadır. Böcekler öterler, çünkü bitkiler bu seslerle öz titreşimleri ile titreşirler.

İşte böyle yararlı titreşimler olduğu gibi, zararlı titreşim de vardır. O titreşimle titreştiği zaman insan hücreleri rezonans denen ortak titreşimle parçalanır. İşte, illa “sayhaten vahideten” bu öz titreşimdir. Allah bizim bedenimize bir öz titreşim vermiştir. Yıldırıma da o titreşimi çıkarma özelliğini vermiştir. Helâk etmek istediği kimseleri bu sesle kolayca helâk eder. Mesela, balinalar topluca karaya vururlar. İşte bu balinalara bunu yaptıran da öz titreşimdir.

فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ

Fa EaPaÜaTHuMu elÖaYXaTü 

“Sayha onları ahzetti”

Emniyette oldukları zaman veya emniyette iken onları sayha ahzetti.

Burada “Fa” harfi getirilmiştir. Onları koruyacak yapılar yapıyorlardı. Zelzeleye mukavim yapılar dikiyorlardı. Bu yapılar sebebiyle onları ses ahzetti.

Bina yaptığımız zaman yıldırımdan korumak için bir koruyucu konur. Batılılar buna paratoner demektedirler. Bu elektriği çeker ve boşaltır. Bulutlar yağmur yüklü iken boşalmazlar ama bulutların birbirine çarpması ile bir ses ortaya çıkar. Bu ses havayı sarsar ve hava yağmur olarak boşalır. Şimşek de ışık yayar. Bu ışık da öldürücü olabilir. Nitekim atom bombasından çıkan ışıklar öldürücü olmaktadır.

“Sayha” burada marife gelmiştir. Yani insanın yapısında bulunan öz titreşimler ile titreşen ses. Bir gök gürültüsünün sesi yeterli olabilir.

مُصْبِحِينَ (83)

MuÖBiXIyNa

“Musbihîn olarak.”

“Misbah” elektrik demektir. “Isbah etmek” demek elektrikle çarpılmak demektir. Gökte hava tabakasının üstünde elektrik tabakası vardır. Güneş ışığı o tabakaya çarptığı zaman aydınlanır, böylece sabah olmuş olur. Güneş ışığının bu atmosfere gelmesi ile yağmur tabakası yansıyan ışıklarla aydınlanır. Bu ışık moleküllere çarparak onları öz titreşime geçirir veya şimşekler daha çok o saatlerde olur. Onun için bu sayha o saatlerde ortaya çıkar.

Sonra Güneş ışığı bizim yağmur tabakasına çarpınca yansıyan sabah ışığı değil de doğrudan Güneş ışığı çarpar. O da yeniden bulutların hareketini ortaya koyar ve yeniden sayha ortaya çıkar. Kur’an buna da “muşrikîn” demektedir.

Görülüyor ki Kur’an “musbihîn” ve “muşrikîn” kelimelerini kullanmakla bize atmosferik olayları anlatmaktadır. Rezonans olayını anlatmakta ve ölümlü parçaları anlatmaktadır. Atom bombaları veya diğer bombalar bu öldürücü dalgaları harekete geçirebilir. Kendi yaptıklarımızla intihar edebiliriz.

فَمَا أَغْنَى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ (84)

Fa MAv EaĞNAv GaNHUM MAv KAvNUv YaKSiBUvNa

“Kesb ettikleri onlardan bir şeyi iğna etmedi.”

Yani dağlarda oydukları evler onları bu sesten kurtarmadı.

Şimdi öyle bombalar yapılmıştır ki; atıyorsunuz, içindeki insanlar ölüyor, ama yapılara bir şey olmuyor. İşte Kur’an bunların böyle helâk edildiklerini anlatmaktadır. Sadece gök gürültüsü ile Hicr halkının öldüğünü söylemektedir.

Bugünkü teknoloji ile korunma araçlarını geliştirmektedirler. Onlar zannediyorlar ki bu teknoloji bizi helâk olmaktan kurtaracaktır. İnsanların helâkten kurtulmaları ancak üçüncü binyılda Kur’an nizamını tesis etmeleri ile olacaktır.

Bugünkü teknoloji ile on veya onbeş katlı binalar betonarme ile çok kolay kurulabiliyor. Yüz katlı binalar artık betonarme ile değil de demir yapılarla oluşmaktadır. Demir yapılar da tehlikedir. Amerika’daki ikiz kuleler bunun için kolayca çöktü. Bodrum katında yanan petrol oradaki demirleri gevşetti ve bina birden çöktü. Betonarme olsaydılar o binalar çökmezdi.

Bu ayetin bize bildirdiği şudur. Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, kendinizi emniyete alamazsınız. Bizim teknolojimiz sizinkinden çok daha güçlüdür.

Dişim ağrıdı. Dişçi çekemedi, çünkü kerpeten tuttuğu yerden koptu. Diş çürüyor ama çene kemiği çürümüyor. Ya çene kemiği de çürüseydi, diş sökülürken çene dağılmış olacaktı. O halde dişin çürümesi gerekmektedir. Tıpta dişin çürümesi henüz önlenememiştir. İnsan ömrünü uzatacaklarmış! Bu mümkün değildir.

Hastalığı yapanlar mikroplar ve virüslerdir. Biz mikropları ve virüsleri öldürecek ilaçlar buluyoruz. Onlar da kendilerini bu ilaçtan koruyacak ilaçlar buluyorlar. Dolayısıyla mikroplarla zekâ yarışındayız. Bizim galip gelmemiz mümkün değildir.

İşte, dağları oymakla kurtuluş yoktur. İlâhi düzen devam edecektir. Doğa kanunlarını değiştiremeyiz, Allah’ın projesini de değiştiremeyiz. Allah nurunu tamamlayacaktır

فَمَا أَغْنَى عَنْهُمْ

Fa MAv EaĞNAv GaNHUM

“Onlardan iğna etmedi”

“Fakr” kaburga kemiğidir. Besinsiz kalan kimsenin kaburgaları dışarıdan görünür. “Fakr” muhtaç anlamında kullanılmıştır. “Ganem” ise koyundur yani karnını doyuran anlamındadır, fakirliği gideren demektir. “İğna” ihtiyaçları giderme demektir.

“Onlardan iğna etmedi” demek, ihtiyaçlarını gidermedi demektir.

Eğer insanın ömrü 150 seneye çıkarılabiliyorsa, ileride 1500 seneye de çıkarılacak demektir. Bu da ilâhi düzeni bozma anlamındadır. Teknoloji sosyal düzeni bozmayacak. İnsanlık bundan 2000 sene önce nasıl yaşamışsa öyle yaşayacak. Yunan klasiklerini seyrediyoruz, bugünü yaşıyoruz gibi oluyor. Oysa o günkü teknoloji ile bugünkü teknolojiyi karşılaştırınca o hayat bize çok yabancı gelir.

1950’lerde Anadolu halkı beş bin yıl önceki hayattan günümüz hayatına geçti. Ama insanlar değişmedi. Mumda oturanla avizeler altında oturan insan değişmedi, o insan yine o insandır. Elle veya çatalla yemek yemesi onu başka insan yapmıyor.

مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ (84)

MAv KAvNUv YaKSiBUvNa

“Kesb ettikleri.”

Yine oydukları dağlardaki evler onları sayhadan koruyamadı.

Bugün de konforlu hayat yaşamak insanları daha sağlıklı kılmıyor. Kenttekiler köydekilerden uzun yaşamıyor. Çağımız ulaşımda, haberleşmede, makineleşmede, aydınlanmada belki yüz değil bin misli sıçrama yapmıştır. Ama insan değişmemiştir. Aynı insan aynı uğraş içinde hayatını tamamlamaktadır. Teknoloji ne refahı ne de saadeti getirmektedir. Refah ve saadet ilâhi nur ile sağlanacaktır.

وَمَا خَلَقْنَا السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَإِنَّ السَّاعَةَ لَآتِيَةٌ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَمِيلَ (85)

Va MAv PaLaQNav elSaMAvVAvTi Va eLEaRWa Ve MAv BaYNaHuMAv EilLAv BilXaqQı Va EinNa elSAGaTa La EAvTiYaTün FaÖFaX elÖaFXa eLCaMİyLa

“Biz semavat ve arzı ve aralarında bulunanları hak dışında halk etmedik. Saat ityan edecektir. Safhı cemil safhet.”

Şuayb kavmini, Eyke ve Hicr halkını anlattıktan sonra, şimdi sen bunu yap diyor. Yani, bunları anlattım, sen ders almalısın, kendi kavminin de yaptıkları benzer şeyler ise bilesin ki onların başına da aynıları gelecektir.

Kur’an bu emri her devrin müminlerine vermektedir. Birinci Kur’an uygarlığı kurulurken Hazreti Muhammed’e hitap etmiş. Bugün de bize hitap etmektedir. Anlatılanlar o günkü Araplardan çok bize uymaktadır. Bize emir verirken bir hatırlatma daha yapmaktadır, semavat ve arzı ve aralarında bulunanları hak ile yarattık demektedir.

Hasta olursun, bir ilaç verirler; ilacı içersin, hastalığın iyileşir. Bu hak ilaçtır. İlaç verirler, etki etmez, hastalığın artar veya ölürsün. Bu batıl ilaçtır.

Yani, bir şey işe yarıyorsa haktır, işe yaramıyorsa batıldır.

O halde Kâinat batıl değil haktır. Bir işe yaramaktadır. Bir gayesi vardır. O gayeye ulaşmak için var edilmiştir. Bu hak saatin gelmesi içindir. Buğday ekersin sonbaharda, daha çok buğday elde edeyim diye. Allah bu dünyayı yaratmıştır, insanlar bana muhatap olsun diye. Bu dünya yetişme yeridir. İnsan burada eğitilir, yetiştirilir, sonra ölür. Ahirette yeniden dirilir; daha ileri bir insan olarak dirilir. İpek böceği bir kurttur. Krizalitten sonra kelebek olur ve uçar. Biz de öleceğiz, sonra kelebek olup uçacağız.

وَمَا خَلَقْنَا السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ

Va MAv PaLaQNav elSaMAvVAvTi Va eLEaRWa

“Ve Biz semavat ve arzı halk etmedik”

Kâinatımızın Kur’an’daki adı “semavat ve arz”dır. Beş boyutlu uzay içinde dört boyutlu olarak oluşmaktadır. Kendisi üç boyutludur. Bundan13,7 milyar yıl önce yaratılmıştır. Bir bilye kadar iken büyümüş büyümüş ve bugünkü halini almıştır. Doğmuştur, yaşamaktadır, yaşlanmaktadır ve ölecektir. Yıldızlardaki depolanmış enerji bitince, kâinat küçülmeye başlayacak ve sonunda başka kâinata dönüşecektir.

Demek Kâinat da bir insan gibi doğmuştur, gelişmiştir, yaşlanmaktadır ve ölecektir.

Bugün bunlar müsbet ilimle tesbit edilmiştir.

وَمَا بَيْنَهُمَا

Ve MAv BaYNaHuMAv

“Ve aralarındakiler”

Bilinçsiz varlıklar var edilmiş ama bir de canlılar var edilmiş. Bunlar aralarındakilerdi. Bir de ruh ve melekler var edilmiştir. Semayı ruhlar âlemi kabul ederseniz, semavat âlemini de maddi âlem kabul ederseniz, o zaman canlılar ara varlıklardır.

Hâsılı; Kâinat, canlılar, insan ve melekler, ne varsa, hepsi yaratılmışlardır.

Bunlar hak ile yaratılmışlardır. Görevleri var, gereksiz yaratık değildirler. İnsanlığın nereye gittiği bu gaye ile öğrenilecektir. Yeryüzü zulüm dünyası olarak var edilmiştir, hak dünyası olarak var edilmiştir.

Bugünkü yöneticiler ve sermaye Kur’an’ın bu söylediklerini bilmiyorlar, o sebeple daha uyarılmamışlardır. Bu sebeple varlıkları devam etmektedir. Oysa Akevler’in 1967’de başlattığı Uygulamalı Kuran Çalışmaları ile Millî Görüş ve Risale-i Nur Cemaati tüm dünyaya duyurma zeminini hazırlamıştır. Bundan sonra Kur’an’ın Bediüzzaman tarafından başlanan bu yorum tarzı dünyaya yayılacak ve böylece inzar tamamlanacaktır.

إِلَّا بِالْحَقِّ

EilLAv BiLXaqQı

“Hak dışında”

Evet, yeryüzü batıl üzerinde değil, zulüm üzerinde değil, hak üzerinde yaratılmıştır. Sermayenin ve yönetimin sömürü düzeni sona erecektir. Kur’an düzeni gelecektir.

Aslında Marks ekonomik ve siyasi sömürünün sona ereceğini haber vermiştir. Ne var ki ne geleceğini söyleyememiş, sadece bu düzenin yıkılması ile ne olduğu bilinmeyen komünizm gelecektir demiştir.

Marks’ın batıl komünizmi gelmeyecek, Kur’an’ın hakkı gelecektir.

Kur’an o hakkın savaşla değil İslâm’la yani barışla geleceğini bildirmektedir.

وَإِنَّ السَّاعَةَ

Va EinNa elSAGaTa

“Ve saat”

“Saat” demek vakit demektir.

Kâinat ömrünün bittiği saat, yeni kâinatın oluştuğu saat, muhakemenin sona erdiği ve cennetliklerin cennete, cehennemliklerin cehenneme gittiği saat... Belki de cehennemliklerin cezalarını çekip cennete geldikleri saat. Geldikleri diyorum. Rabbimin rahmetine güvenerek bizi cennetlik görüyorum.

Bu “saat” marifedir. Bu saatlerden her birini ayrı ayrı ifade ettiği gibi her şeyin saati vardır ve o saat gelecektir, takdim ve tehir olunmaz. O zaman bu saat Kur’an düzeninin gelme saatidir, “Adil Düzen”in gelme saatidir, nurun tamamlandığı saattir.

لَآتِيَةٌ

La EAvTiYaTün

“Gelecektir”

Evet, adım adım Kur’an düzeni saatine yaklaşıyoruz... İstiklâl Savaşı kazanıldı... Türkiye bir İslâm ülkesi oldu... Sonra demokrasiye geçildi. Halk İslâmlaşmaya başladı... Sonra Millî Görüş iktidar oldu… Risaleler hâkim olmaya başladı…

Bu arada 1967’de kurulan Akevler adım adım Kur’an düzeninin ne olduğunu ortaya koymaktadır. Bu okuduğunuz satırlar o çalışmanın mahsulüdür. Siz okuyarak, anlayarak ve anlatarak bu çalışmaya katılıyorsunuz. Ahşap evler, dinlenme evleri, yüz lojmanlı apartmanlar, seralar, işyerleri, çiftlikler, mala-mal marketleri, bin dil üniversitesi projeleri hazırlanmaktadır. Bu projeleri siz olgunlaştırırsanız, kavrarsanız, işte saat gelmiş olacaktır.

Bugün Kur’an düzeni üzerinde çalışma artık yaygınlaşmıştır. Eksik tarafı, dağınık olanların Allah’a giden yolda birbirlerine yardım etmeleridir. Bunları birleştirme görevi geçmişte olduğu gibi gelecekte de Akevler’e verilmiş görünüyor.

فَاصْفَحِ

FaÖFaX

“Safh et”

“Safh” sırtın iki yanıdır, bıçağın iki yüzüdür. “Musafaha etmek” demek, insanların iki taraflarını birden değdirmek demektir. Geometride çakıştırmak anlamındadır.

Kur’an’da sekiz defa geçmektedir. İkisi burada geçiyor. Affet ve safh et demektir. Af edince ilişki kurun diyor.

Adil Düzen Çalışanlarının görevi başkalarını ıslah değildir, onlarla cemil ilişkiler kurmaktır. Dolayısıyla biz herhangi bir topluluğu kötülemekle işe başlamayız. Sermaye’nin yaptığını düzeltmeye çalışıyoruz. Asla onlara düşmanlığımız yoktur. Uygarlaşmada ve bugünkü uygarlıktaki yerlerini biliyoruz. Saygılıyız. Biz onların yıkılmasını değil, düzelmelerini ve yaşamalarını istiyoruz. Biz herkesle ilişki kurarız. Bizim için kötü insan yoktur, kötülük vardır. Biz Kur’an’ın emrindeyiz.

الصَّفْحَ الْجَمِيلَ (85)

elÖaFXa eLCaMİyLa

“Cemil safhı.”

“Cemel” erkek devedir. “Cebel” de dağ demektir.

“Cemil” güzel demektir. Farklılıktan doğan güzellik demektir.

Yani ilişkiyi kurarken herkesle ayrı tarzda ilişki kur. Onlardan iyi işler yapanların yanında ol, kötü işler yapınca çatışma ama uzak dur. Onlar doğru söylerlerse tasdik et, yanlış söylerlerse onaylama.

Demek ki Kur’an’ın bizden istediği herkesle iyi geçinmedir. Ama cemil iyi olmalıdır. Fesadı, fitneyi, zulmü, sömürüyü içeren konularda değildir.

“Cemil” marife gelmiştir. “Safh” da marife gelmiştir. O halde şeriata göre iyi geçinilecek. Kur’an bazı konularda topluluğa uyulmasına izin verir. Örneğin, bir topluluk zorla domuz eti yediriyorsa, yiyip orada kalabilirsin ve İslâmiyet’i tebliğe devam edersin ama zinayı emrediyorsa yapmazsın, oradan hicret edersin. İşte bu safh-ı cemil kuralıdır.

إِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلَّاقُ الْعَلِيمُ (86)

EinNa RabBaKa HuvVa elPalLAQu eLGaLİyMu

“Rabbin, O alimdir hallaktır.”

Harfi atıfla atfederek, O bilendir yaratıcıdır diyor. Bundan önce anlatılanların hepsinin halikidir. O’nun iradesi ve meşieti dışında bir şey olmaz. O’nun meşieti olmadıkça bir şey olmaz.

Bu ifadeden anlıyoruz ki biz bir şey yapmıyoruz, yapmayacağız. Sadece bize verdiği görevi yapacağız. Yapan O’dur.

 Yirmi sene İstanbul’da Akevler benzeri bir kooperatif kurmakla uğraştım. Herkes destekledi ama sonuç olmadı. Sonunda kimse anahtarı çevirmedi. Demek ki ilâhi irade İstanbul bunu yapmasın diyor. Ben de bu yaz çalışmasını İzmir’e aldım. Ben çalışıyorum. Sonucun ne olacağını yalnız O bilir.

إِنَّ رَبَّكَ

EşnNa RabBaKa

“Rabbin”

“Rabbin” diyerek, hakkın ne olduğunu yani Kâinatı niçin yarattığını anlatmış oluyor.

Bütün bunlar insanın eğitilmesi, yetiştirilmesi, daha yüce varlık hâline gelmesi için yapılmıştır. Çünkü böylece Allah yücelerin yaratıcısı olacaktır. Sen yüceldikçe Allah’ın rahmeti de o kadar fazla tecelli etmiş olur. Bu da rab ve abd oluşmasında üst seviyelere yükselme demektir. Bunun sonu olmayacaktır. Nasıl uygarlıkta son yok, buluşlar yeni buluşları kovalıyorsa, insanın eğitilmesinde de son yoktur.

İnsanlar cennette de cehennemde de yükseleceklerdir.

هُوَ الْخَلَّاقُ

HuVa elPalLAQu

“O Hallak olandır.”

Mübalağa ile ismi fail kullanılmıştır.

Hallaklık bitmeyecek, ahirette de devam edecektir. Bizim görevimiz bize verilen emirleri yerine getirmek, Allah’ın rab sıfatının tecellisini ortaya koymaktır.

Bu satırlarımızı okuyacak olan Kur’an düzeni üzerinde çalışanlara şunu hatırlatmak isteriz. Kur’an bize imkân sağlamıştır. Onu O’nun rab sıfatının tecellisi için kullanabiliyor muyuz, yani derslerimize çalışıp sınıfı geçebiliyor muyuz? 

الْعَلِيمُ (86)

eLGaLİyMu

“Alim.”

Bilen olarak.

Evet, O hallaktır ama gelişigüzel değil, en ince teferruatına kadar her şeyi bilerek yapmaktadır. Müsbet ilimlerdeki ilerleme hep Allah’ın âlimliğini ifade eder.

Yaratılışta eksik bir şey yoktur, gereksiz bir şey yoktur. Allah bize Kur’an üzerinde çalışmayı nasip ettiği için dünyamızı ve âhiretimizi mamur etmiştir. Hamd O’na aittir.

 

 


HİCR SÛRESİ TEFSİRİ(15.SÛRE)
1-1 VE 8.AYETLER
1235 Okunma
2-9.AYET
1447 Okunma
3-10 VE 15.AYETLER
1194 Okunma
4-16 VE 22.AYETLER
1116 Okunma
5-23 VE 30.AYETLER
1192 Okunma
6-31 VE 38.AYETLER
1109 Okunma
7-39 VE 47.AYETLER
2975 Okunma
8-48 VE 56.AYETLER
1258 Okunma
9-57 VE 66.AYETLER
1148 Okunma
10-67 VE 77.AYETLER
1335 Okunma
11-78 VE 86.AYETLER
1745 Okunma
12-87 V E 93.AYETLER
1374 Okunma
13-94 VE 99.AYETLER
1378 Okunma