HİCR SÛRESİ TEFSİRİ(15.SÛRE)
Süleyman Karagülle
1160 Okunma
16 VE 22.AYETLER

HİCR SÛRESİ - 4. Hafta

وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَاءِ بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِرِينَ (16) وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَجِيمٍ (17) إِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُبِينٌ (18) وَالْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ (19) وَجَعَلْنَا لَكُمْ فِيهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِقِينَ (20) وَإِنْ مِنْ شَيْءٍ إِلَّا عِنْدَنَا خَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ إِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ (21) وَأَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَأَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَسْقَيْنَاكُمُوهُ وَمَا أَنْتُمْ لَهُ بِخَازِنِينَ (22)

 

***

 

وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَاءِ بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِرِينَ (16)

Va LaQaD CaGaLNAv Fıy elSaMAvEi BuRUvCan Va ZayYanNAvHAv Lı elNAvZıRIyNa

“Ve semada burçlar ca’lettik ve onu nazırlar için tezyin ettik.”

Kitab ve mübin Kur’an inzal edilmiştir. Gayesi barış getirmektir. İnsanlar ise kulak vermiyorlar. Ama birçok defalar keşke barışçı olsaydık derler. Onların bu durumları belli zamana kadardır şeklinde açıklamalar yaptıktan sonra, doğaya dönerek orasını açıklamaktadır. Doğa olayları ile sosyal olayları birlikte anlatmakta ve Kur’an’ın her ikisi hakkında bilgi verdiğini hatırlatarak insanları Kur’an düzenine çağırmaktadır.

Doğa olayları ile sosyal olaylar arasında bazı farklar vardır. Doğa olayları sabit değişmez kanunlarla düzenlenmiş olarak işlenmektedir. Entropinin büyümesi ile ömrünü doldurmaktadır. Atomların ve canlıların seçenekleri yoktur. Oysa sosyal olaylarda doğa kanunları gibi kanunlar vardır. Ama insanların seçenekleri vardır. İsterse bunu, isterse öbürünü yaparlar. Bütün dillerde “ben, sen, o” zamirleri vardır. Ama topluluk bunları istediği kelimeleri ile söyler ve öyle ifade eder. Fransızlar “nua”, Türkler “ben”, Araplar “ene” derler.

Bununla beraber doğada da tercihler yapılmıştır, onları melekler yaparlar.

Bizim için sosyal olaylar demek, doğanın verdiği imkânlardan yararlanarak tercihleri yapan insanların yaptıkları olaylardır. Kur’an, tercihlerden çok, sosyal olayların tabi olduğu kuralları anlatmaktadır.

“Semada burçlar ca’lettik” denmektedir. “Semavatta” değil “semada burçlar” denmektedir. Böylece burçların bulunduğu semanın bir sema olduğu belirtiliyor. Marifedir. Yedi semanın altıncısıdır. Kâinat genişlediği halde burçlar seması genişlememekte, büzülmektedir. Dolayısıyla ilerde sadece burçlar birbirinden kopmuş olacaktır. Bizim galaksimiz Samanyolu ise kendi içinde varlığını koruyacaktır.

“Ve onu nazırlar için ziynetlendirmekteyiz” denmektedir. Burçlar sadece bizden baktığımız zaman burçlar olarak görünmektedir. Gerçekte onlar arasında herhangi bir birlik yoktur. Uzayda birbirlerinden uzak ilgisiz yıldızlardır. Sadece yerden baktığımız zaman öyle görünmektedirler. Onun için nazırlar için ziynetlendirdik diyor, dışarıda ziynetli değildirler.

وَلَقَدْ جَعَلْنَا

Va LaQaD CaGaLNAv

“Ve ca’lettik”

“Ve” harfi ile atıf yaparak sosyal olaylarla doğal olayların farklı olduğunu, bununla beraber birbiriyle ilgili olduğunu belirlemiştir. Doğa olaylarında insanların tercihleri yoktur.

Sosyal olaylarda ise insanlar için farklı imkânlar geliştirilmiştir ve orada tercihler yaparak birbirlerinden ayrılırlar. Biz Türkçe, Fransızlar Fransızca konuşarak farklı ulus oluruz. Yeni teknoloji kullanarak gelişiriz. Dilimiz de gelişir. Bu burçların sonradan ca’ledildiğini ifade eder. Bugün de o ca’l devam etmektedir. “Kad”ın manası budur. Olay geçmişte cereyan etmiştir ama hâlen de devam etmektedir.

Kâinat yaratıldığı zaman plazma hâlinde sıvı idi. Patlayarak gaz oldu. Sonra gazlar birbirini çekerek galaksiler meydana geldi ve galaksiler yaklaşmaya başlayınca dönmeye başladı. Yer yer kümeleşmeler oldu. İşte bunlar yıldızlardır. Yıldızlar da kümeleştiler. Ancak bizim burçlar sadece görünüşte küme halindedir.

فِي السَّمَاءِ

Fıy elSaMAvEi

“Sema içinde”

Evet, yıldızlar ve yıldız alt kümeleri burçlar seması içindedirler. Galaksi içindedirler. Bir galaksi içinde yüzlerce milyar yıldız vardır. Galaksilerin sayısı onlardan fazladır.

Bizim güneşimiz o yıldızlardan biridir. Galaksimizin çapı bir milyon ışık yılı kadardır. Orada bir taş bıraksak bizim galaksimize düşer.

Beşinci sema güneş semasıdır. Dördüncü sema ay semasıdır. Üçüncü sema gündüz semasıdır. İkinci sema hava semasıdır. Birinci sema yağmur semasıdır.

بُرُوجًا

BuRUvCan

“Burçları”

Bir yapının en yüksek yeri demektir. Gökyüzünde kümeleşen yıldızlara verilen addır. Güneşin bulunduğu semaya “ve’s-semai ve yedi tarık” ile işaret edilmiştir. Burada ise burçların bulunduğu semaya işaret edilmiştir ki, bu da Samanyolu’dur.

Dünya güneş etrafında dönerken yıldızlar gece yarısında yerlerini değiştirirler. Böylece tam düşey düzlemden geçen iki yıldızın zamanı her gün 1 derece değişmektedir. Her ay otuz derece kat eder.  Her ay için bir burç belirlenmiştir. Böylece senenin günleri onlarla belirlenmiştir. On iki burç gece-gündüz ve mevsimlerin belirlenmesinde önemli rol oynar.

“Burucen” nekre gelmiştir. Değişik burçlar oluşturulabilir. Yıldızların önce burçları söylenir. Sonra burçtaki sırasına harf adı verilir.

Kur’an bize kâinatı öğrenmemizi emrediyor.

وَزَيَّنَّاهَا

Va ZayYanNAvHAv

“Ve onu ziynetlendirdik”

İnsanlarda dört meleke vardır; fikir, his, irade ve ünsiyet.

Fikirler dil ile ifade edilir.

Hisler sanat ile ifade edilir.

İrade teknik ile gerçekleşir.

Ünsiyet hukuk ile gerçekleşir.

Bir malı üretirsiniz. Onun faydaları vardır. İhtiyaçlarınızı giderirsiniz. Bir şeyin yararlı olduğunu ilk bakışta anlatana ziynet denmektedir. Semaya baktığınızda çok güzel görünmektedir, bizim gözlerimizin hoşuna gitmektedir. Bizim beynimiz onun güzelliğini algılayacak durumdadır. Bir ağaç, bir çiçek, bir insan ne kadar güzel görünmektedir. Kâinatı var eden varlık bizim gözlerimizi de ona göre var etmiştir ki ona bakmaktan zevk alırız. Uyum içindeyiz. Bu uyumu sağlayan Tanrı kendisi insana Kur’an’ı göndermiş ve ondan bazı şeyler istemektedir. Ziynet fiziki olay değildir. Doğada renk yoktur. Sadece insanlar ışıktaki belli dalgaları renkli olarak görürler. O sayede çevreyi ziynet içinde algılarlar.

Demek ki hisler madde ile ilgili değildir. Elinize iğne batınca acı duymazsınız. Batırdığınız iğne etkisiyle çıkan elektrikî dalgalar sinirler vasıtasıyla beyne gider. Bu sadece 0 ve 1 olarak gider. Sıra ve sayılar dışında hiçbir fark yoktur. 10110101000 …. şeklinde beyne ulaşır. Ruh bu sayı dizininden ya hoşlanır ya da üzülür. Hoşlanan ve üzülen beden değildir, beyindeki elektrikî devreler de değildir; ruhtur.

Bilgisayarla insan satranç oynayabilmektedir, aralarında fark vardır.

Biri yendiği zaman sevinir ve üzülür, diğeri ise yendiğini ve yenildiğini de bilmez.

لِلنَّاظِرِينَ (16)

Li elNAvZıRIyNa

“Nazar edenler için”

Burada iki mana vardır. Biri burçlardır, gerçekte küme değildirler, biz onları küme olarak görüyoruz. Diğeri de bütün ziynetler psikolojiktir, biyolojik değildir.

Burada erkek çoğul kullanılır. Topluluğun bir zevk anlayışı vardır. Kişilerin zevkleri farklıdır. Buna göre güzel olan öbürüne göre çirkindir. Birbirine güzel ve yakışıklı görünenler demektir ki birbirleri ile geçinecek durumdadır. Oysa birbirlerinden hoşlanmayanlar olur. Demek ki onlar sağlıklı yuva kuramayacaklar demektir.

Nâzirîn”in kurallı çoğul olması demek, her topluluğun nasıl kendisine özgü dili varsa, her topluluğun kendisine özgü sanatı vardır demektir. Yani ziynet anlayışı vardır. Bu sayede topluluklar farklılaşırlar.

Yılmaz Özdil isimli yazar yazmış, “Akevler topluluktan ayrıldı” diyor. Biz ayrılmadık, biz farklılaştık. Farklılaşma dilde, sanatta, teknikte ve hukukta olmaktadır. Ocak, bucak, il, ülke ve insanlık kültürde farklılaşarak uygarlaşmış olur.

وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَجِيمٍ

Va XaFiJNAvHAv MiN KulLi ŞaYOANın RaCIyMın

“Ve onu recim şeytandan hıfz ettik.”

Cin var, şeytan var, iblis var, hannas var. Âdem ile zevcesini cennetten çıkaran iblistir. Kur’an iblisin cinden olduğunu beyan etmektedir. Sonra Kur’an şeytandan bahseder ve insanlara ataları idlal eden diyerek iblisin şeytan olduğunu beyan eder.

Nâs Sûresi’nde cinden ve insandan olan hannastan, ayrıca cin ve insanların şeytanları ifadesi yer alır. O halde şeytanlar cin ve insan taifesinden olan varlıklardır. Mümin ve kâfirler olduğu gibi şeytanlar da vardır.

“Racîm” kelimesi taşlamak anlamında kullanılmaktadır. Tarih boyunca insanlar başlangıçta aletleri taştan yaptılar. Böylece özel taşlara “recme” denmektedir.  Bir yere bağlayarak ve taşlayarak öldürmek yani taşlamak recm demektir.

Şeytanın vasfı olarak recîm kelimesi kullanılır, recmedilmiş veya recmetmiş kimse demektir. Buradaki zamir burçlar semasına gitmektedir. Dolayısıyla insanların ve cinlerin oraya ulaşmayacaklarını beyan etmektedir.

Semada sizin için rızık vardır, belli bir hîne/vakte kadar. En yakın yıldızdan ışığın bize gelişi dört ışık yılıdır. Işık saniyede 300000 kilometreye, bizim hızlarımız saatte 240000 kilometreye çıkabilmektedir. Demek ki en hızlı yolculukla 18000 sene gerekmektedir. Bu durumda yeryüzündeki insan neslinin ömrü güneşin ömründen fazla değildir. Güneş beş milyar yıl sonra artık bugünkü güneş olmayacak, bizim hayatımız da sona erecektir.

İnsanlar burçlarına bakarak birtakım tahminlerde ve kehanetlerde bulunmaktadırlar. İnsanların ve cinlerin şeytanları, burçlardaki doğumla ilgili kehanetlerde bulunmaktadır. Oysa burçların fiziki varlıkları yoktur, sadece insanlara öyle görünmektedir. Burçların yeryüzüne özel etkileri yoktur. Tamamen uydurma bir inanıştır. Cinler de dâhil, semanın dışına çıkma mümkün olmadığına göre burçlarla gaipten haber verme tamamen uydurmadır.

وَحَفِظْنَاهَا

Va XaFAJNAvHAv

“Ve onu hıfz ettik”

Allah yıldız yığınları yarattı. Bunları birbirinden ayırdı. Işık hızına yakın hızla birbirinden uzaklaşmaktadırlar. Kâinatın çapı 13,7 milyar ışık yılıdır. Yıldız yığınlarının arasındaki mesafe 2 milyon ışık yılıdır. Hesaplanacak olursa, 500 milyara yakın galaksi var.

Bunların ancak yarısından bize ışık gelir, diğer yarısı ışık hızından fazlasıyla bizden uzaklaştığı için ışık bize gelmez.

Kıyamet gününde bir galakside olan yıldızlar toplanacaktır. Galaksiler bir araya gelmeyeceklerdir. Diğer galaksilerle bizim ilişkimiz de ahrette olabilir. Onlar uzayda dirileceklerdir.

Biz bizim arzımızda dirileceğiz, güneşimizin arzında dirileceğiz. Âhirette de diğer gezegenlerdeki insanlarla komşuluğumuz olmayacaktır diyebiliriz.

Evet, biz güneş sistemine kadar çıkacağız ama ondan sonra artık ömrümüz yetmeyecektir. Teknolojimiz yıldızlar arası seyahate yetmeyecek demektir.

مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ

MiN KulLi ŞaYOANın

“Her şeytandan”

Şeytanların insanlardan ve cinlerden özellikleri olanlar vardır. Burçlar seması korunmuştur. Hıfz kelimesi ayırma anlamındadır. Muhafızlar, sadece içeriye başkalarının girmesinden sorumludurlar, içerde olacak olaylardan sorumlu değildirler. İçerdekilerin sorumluları kayyumlardır. Şeytanların semaya gitmesine karşı korunmuşlardır.

Her şeytandan, ins ve cin şeytanından koruduk.

Cinler atom yapısındadırlar ama bizim gibidirler. Güneşimizin cinleri de yıldızlar arası seyahat yapamazlar. Yani yeryüzünün insanları ve güneşin cinleri birliktedirler, diğer yıldızlarla ilişki kuramamaktadırlar.

رَجِيمٍ

RaCIyMın

“Racîm”

Şeytan özellikleri olan cin ve insanlardır. Bunların içinde kötü olanlar vardır, iyi olanlar vardır. Kötü olanlar recmedilmişlerdir, kovulmuşlardır. İyi olanlardan korunmuştur denmemektedir.

Racîm sıfatı ile iki tür şeytan olduğuna işaret edilmiş oluyor. Şeytan kelimesi bugün “dâhi” dediğimiz gelişmiş zekâları olan kimseler demek olur. O halde uzay yolculuğundan bahsetmektedir. İnsanlar güneş sistemi içinde dolaşacaklar.

“Şeytani zekâsı var” diye bir söz vardır. Şeytan Allah’a çok abiddi, sonra irtidat etti deniyor. Çok zeki idi şeklinde anlıyoruz. Zeki buluş sahibi samiri gibi kimseler demektir. Bunlardan iyi olanlara başka isim verilmekte, kötüsü de olabilmektedir.

إِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُبِينٌ (18)

İlLAv MaNi İSTaRaQa elSaMGa Fa ETBaGaHUv ŞıHaBun MuBIyNun

“Sadece sem’i istirak eden,  mübin bir şihabın ona tabi olduğu kimse”

“Şihab” kelimesi kök olarak beş defa geçmektedir. Biri Hazreti Musa aleyhisselamın ehline dediklerinde geçer; ben size oradan şihab getiririm demektedir.

“Şihab” ateşin alevidir.

Kibritin olmadığı dönemlerde ateş çok önemlidir. Bir yerde tutuşturulur, götürülür, başka yerde ateş yakılırdı. Kabes şihab demektedir. Türkçede kullanırız, iktibas etmek deriz. Alıntı demektir. Geri kalan dördü ise aynı konuların anlatılmasında zikredilmektedir.

Sem’i istirak etmek, kendi kendine sirkat etmek demektir. İftial babından gelir. Sirkat, başkasının malını gizlice almaktır. Açık alınırsa gasptır, cezası yoktur. Gizli alınırsa sirkat olur. Kendi malını çevreye gizli olarak harcamak demektir. Paranı kimseye göstermiyorsun ki istemesinler. Bu istirakdır.

Sem’i istirak etmek demek, duyduklarını bildiklerini gizlemek demektir.

Patent hakları istirakdır.

Ticari sırlar istirakdır.

Kur’an düzeninde kâr haddi yoktur. Üçe aldığını yüze satabilir. Bir şart vardır. Üçe aldığını söylemek zorundadır. Yalan söylerse o akit bozulur yahut aradaki kâr farkı düşülür.

O halde bir kimsenin maliyeti gizlemesi istirakdır.

Eski çağda müsbet ilimler Mezopotamya’da doğdu. Mısır’da ve Yunanistan’da kullanıldı, oralardan aldıklarını kullandılar, aldıkları yeri göstermediler. İstirak ettiler. Şimdi de Avrupa Müslümanlardan birçok bilgiyi aldı, sanayisini aldı. Âlimleri gizlemiyorlar ama siyasiler istirak ediyorlar.

İnsanlar bilgileri başkalarından alırlar, öğrenirler, onlara da öğretirler. Bilgi alınıp satılan meta değildir. Çocuk dili topluluktan öğrenir. Kimse ona sen Türkçe öğrendin, ver telif hakkı diyemez. Teknik de böyledir. Sanat da böyledir. Bunların hepsi istirakdır.

“Sem’” kelimesini işitmek şeklinde anlıyoruz. Onların kulakları var, onlarla sem’ etmezler diyor. Göz için “re’y” var, “basar” var. Gözleri var basar etmezler deniyor. Kulaklar için ise işitme var, duyma var. Biri ses algısıdır, diğeri kavram algısıdır.

Sem’i istirak etmek demek, duyduklarını bildiklerini birleştirip füze yapmak demektir.

Her ikisinde “şihabı tabi olur” denmektedir. Burada tabi olmak demek arkasından gitmedir. Sem’i istirak etmek, teknoloji buluşudur. Tepkili araçlar demektir. Tepkili aracı şihabı sakib ve şihabı mübin ile açıklamaktadır. Sakib delen demektir. Havayı delerek yahut boşluğu delerek füzeyi ileri itmektedir.

“Şihabı mübin” demek, yaran ve ayıran şihab demektir yani alev gerisin geriye teperken, o sayede araç ileriye itilir ve yerden ayırır demektir. Yerçekimi kuvvetini, gökçekim kuvvetini yener demektir.

Demek ki burada iki şey anlatılıyor. Biri, müneccimlerin burçlara dayanarak yaptıkları kehanetler vardır. Hesaba kitaba dayanır. Burçlarla hüküm çıkarmak yanlıştır. Diğeri ise yerin çekiminden kurtulup güneş sistemine gitmek veya güneş çekiminden kurtulup burçlar yıldızlar semasına gitmektir.

“Şihab” kelimesi dört surede geçer. Biri Neml Suresi’nde Hazreti Musa peygamberin ehline ateş getirmesidir. Bu şihab kelimesini tarif etmektedir. Diğerleri ise Saffat, Cin ve Hicr surelerinde geçmektedir. Her üçü de uzay yolculuğunu anlatmaktadır.

Bu surede burçlardan bahsetmektedir. Saffat Suresi’nde ise kevkeblerden bahsetmektedir. Demek ki kevkeblerin seması ile burçlar seması aynıdır. Burada sem’i istirak etmekten bahsetmektedir. Saffat’ta ise mele-i aladan istim’adan bahsetmektedir. Orada mele-i ala kavramı geçmektedir. Hazreti Muhammed’in mele-i alada bilgi almadığını bildirmektedir yani gaybden habersiz olduğunu bildirmektedir.

Demek ki yerden güneş sistemine geçme, oradan galaksi sistemine geçme, oradan uzaya geçme, oradan dördüncü boyuta geçme olayları vardır. Kur’an bunları istim’a ile bildirmektedir. Dördüncü boyuta geçmeyi “illa bi’s-sultan” diyerek anlatmaktadır.

Bunları tam kavramanız için çok boyutlu uzay geometrisini ve tepkime fiziğini bilmek gerekmektedir. Saffat Suresi’nde hatfe’l-hatifete” demektedir ki bu ivme alan demektir. Newton’un meşhur kuvvet=Kütle*İvme formülünü vermektedir.

إِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ

İlLAv MaNi İSTARaQa

“Sadece istirak eden”

“Sarak” özel ipektir, ancak belli kimselerde bulunur, yalnız onlar giyerler.

Eğer o başkasının üzerinde bulunursa ona “serek” denir.

Sonraları başkasının hazinesinden gizli alınan maldır.

“İstirak etmek” özel olarak edinmeyi istemek demektir. Ben bileyim başkaları bilmesin demektir. Yahut özel olarak bildikleri şey demektir.

Mezopotamya’da ve Mısır’da sihir çok ileri gitmişti. Mabet yetkilileri, okuma yazma biliyorlardı, fenden haberleri vardı. Elde ettikleri sonuçları mele-i aladan yani gaybdan öğrendiklerini ileri sürerek insanları kandırıyorlardı.

السَّمْعَ

elSaMGa

“Sem’ etme”

“Sem’”in iki manası vardır. Bir tıkırtı işitirsiniz, bir haberi duyarsınız; biri kavramadır, biri sem’dir. Burada kastedilen kavramadır, ses değildir. Bilgidir. Teknolojidir.

İnsanlar teknolojiyi öğrenirken mele-i âlâdaki bilgileri istirak ediyorlar.

Çağımızdaki patent hakları ile bugünkü teknolojiye ulaşılmış olması Kur’an’ın haber verdiği bir olaydır. Sem’i istirak edenler uzaya gidebileceklerdir. Özel olarak teknolojiye vakıf olanlar demektir. Sovyetler ile ABD yarışa girmiş, sıra hâlinde teknolojileri geliştirmişlerdir. İlk olarak Ay’a öyle gidilmiştir. Uzay teknolojisi hâlâ sırdır.

فَأَتْبَعَهُ

Fa ETBaGaHu

“Arkasından ona tabi olur”

İnternette bu şihab-ı sakibi gösteren resimler vardır.

Oksijen ile hidrojen birleştirilir ve arkasından bir alev tabi olur. Bu alev havayı ve boşluğu deler. Böylece ivme kazanan araç yerden koparak ayrılır, yerçekiminden kurtulur.

Uzaya gidiş füze tepkimesi bu kadar beliğ bir şekilde ifade edilmiştir.

شِهَابٌ

ŞiHABun

“Bir şihab”

“Şihab” alev demektir. “Alev” demek yüksek ısıdaki gaz demektir. Patlama esnasında ısınan su molekülleri atmosfere girer ve alev şeklinde görülür. Oksijen kaynağında kullanılan püskürtücünün ağzından şihab-ı sakib çıkar.

مُبِينٌ (18)

MuBIyNun

“Beyan edici.”

“Beyne” arzdaki yarıktır. İki dudak arasıdır. “İbane etmek” demek bitişik olan iki şeyi birbirinden ayırmak demektir. Burada ayırıcı anlamındadır. Cismin yere bağlılığını koparır. Güneş sisteminin çekiminden kurtarır. Belki de galaksi çekiminden kurtarır. Nihayet üç boyutlu olmaktan kurtarır. “İllâ” ile istisna edilerek her türlü çıkışlara kapıyı açmıştır.

Buna göre bizim güneşimiz solsa da biz uzay seyahati yaparak, hidrojeni helyuma çevirerek varlığımızı sürdürebiliriz. Hattâ Samanyolu galaksimiz çökse bile, biz teknoloji sayesinde varlığımızı sürdürürüz. Çünkü galaksiler arasında da hidrojen vardır.

Kıyamet olduğu zaman da üç boyutlu uzayımızdan çıkıp dört boyutlu uzaya geçme teknolojisine bir gün ulaşabiliriz demektir.

Bunlar bize neyi anlatıyor?

Biz bile ölümsüz bir dünyaya sahip olabiliriz. Beslenme imkânı sonsuz olunca insanlar ölüme de çare bulabilir. Böylece ölümsüz dünyayı biz bile elde edebiliriz. Âhireti bu dünyanın gelişmiş şeklinde düşünebiliriz. Dört boyutlu uzaya geçme filmi geri sarma demektir. O zaman gerisin geriye gidebilir, atalarımızla buluşabiliriz. Torunlarımız da bize gelebilir. Kur’an bunun böyle olacağını değil de birden dirileceğimizi bildirmektedir.

وَالْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ (19)

Va eLEaRWa MaDaDNAvHAv Va EaLQaYNAv FıyHAv RaVaSiYa Va ENBaTNAv FIyHAv MiN KulLi ŞaYEin MaVZuNin

“Ve arzı meddettik ve oralara rasiyeleri ilka ettik ve orada her mevzun şeyden inbat ettik.”

Kâinatın yaratılışını ve insanların oraya gidişini anlattıktan sonra yeryüzünü anlatmaya başlamıştır. Yeryüzü küçücük bir şeydir. Ne var ki gökler onun için vardır.

Yıldızlar ve yıldızların çevresinde dönen yerler. Kâinat işletmedir. Yıldızlar hidrojeni helyuma çevirerek çevreye ışık yayarlar, yerler de bu ışığı alır, bitkilerde depolarlar. Işık enerjisini kimyasal enerjiye çevirirler ve besin üretirler. Kâinat ışığı üretir, yer de besini üretir, böylece biz yaşarız.

Bir şeyi germek, uzatmak, çoğaltmak demektir.

İmdad, yenilmekte olan tarafı takviye ederek galip getirmek demektir.

“Amedin mümeddedeh” demek, yatay uzatılmış direkler demektir.

Yeryüzü gerilmiş bir alandır. Sıvı gaz değil de katı cisimler memdud olur. Döşemeleri taşımak için kullanılan ve kiriş adını verdiklerimiz mümeddeddir. Yerin içi sıcaktır. Merkezde ağır metaller var. Onun üstünde basınç altında sıvı vardır. Onun üstünde gaz vardır. Bir balon gibidir. Yer kabuğu balonun kendisidir ve bu memduddur yani katı tabakadır.

Demek ki “arzı meddettik” demek yer kabuğunu oluşturduk demektir. Oraya sıradağları ilka ettik. Yer soğuyunca kabuk bağladı. Soğuyunca küçüldü. Yeri daha çok sıkıştırdı. Kabuk patladı, bazı maddeler dışarı çıktı, sıradağları oluşturdu. Böylece iç taraf boşalınca basınç düştü. Yerin soğuması ve ısınması da dengeye geldi.

Böylece sıradağlar oluştu. İki büyük sıradağ oluştu, Himalayalar ve Alpler. Amerika’da Ant Dağları Himalaya silsilesi güneyden gelen ısınmış yağmur yüklü tabaka ile kutuplardan gelen soğuk havayı buluşturur ve yağmurları düzenler. Ant Dağları ise bunun yanında yer dönerken, atmosferinin onunla beraber dönmesini sağlar. O halde yeryüzü öyle yaratılmıştır ki su devridaimi sağlansın.

Güneşle ısınan su buharlaşır, bulut olur. Dağlarda yağmur olur, kar olur, sonra ırmaklarla geri döner. Böylece yeryüzünün kayaları toprak hâline gelir. Bu da medd olmadır.

Oraya canlı kondu ve dengeli bir canlı dünya oluştu.

Canlı dünyanın mevzun olduğunu söylemektedir. Her canlının beden yapısı mevzundur. Belli miktarda belli yerlerde olan hücreler devamlı bölünür, çoğalır ve ölürler. Ama sayıları ve yerleri uygun miktarda kalır. Her canlı tamamen ölçülü şekilde varlığını sürdürmektedir. Diğer taraftan tüm yeryüzü canlılık bakımından dengededir. Besin zinciri içinde sayılar dengede tutulur.

Bir hücre içindeki kromozomlarda da aynı dengenin mevcut olduğunu kanıtlayan Türk doktor kimyacının da dâhil olduğu ekip 2015 yılında Nobel mükâfatını aldılar. Yani canlıları yeryüzünde dengede tutmak için mekanizmalar vardır, görevliler vardır, onlar tutarlar.

“İnbat” demek bölünerek çoğalmak demektir. Canlının kendi benzerini oluşturması demektir. Hayvanlar da bitkiler de birer nebattırlar. DNA’lardan oluşurlar. Hayvanlarda ilave sinir sistemi vardır. Bilgisayar donanımı vardır. Burada “inbat ettik” demesi tüm canlılar için söylenmektedir. “İnbat” kelimesi ile bazıları devre dışı bırakılmıştır. Bakteriler, mantarlar ise dahil olmuşlardır. Burada min teb’iz için de gelebilir, cins için de olabilir.

وَالْأَرْضَ

Va eLEaRWa

“Ve arz”

Arapçada, özellikle Kur’an’da bazı kelimeler vardır. Bir karine yoksa o kelime o kavramı belirtir. Örnek olarak “arz” böyledir. Bir karine yokken yeryüzünü ifade eder. Bir karine varsa o zaman başka bir şey ifade eder. Arz nekre olarak kullanıldığında bu yerküremiz olmaz, çünkü özel isimlerin nekresi olmaz. O halde orada tüm yerküresi değil de oradan bir parça ifade edilmiş olur.

“Din” kelimesi böyledir. Genel manası düzendir ama özel manası bizim bugün kullandığımız inancın adıdır.

“İslâm” kelimesi de böyledir. Hazreti Âdem’den beri tüm hak dinler İslâm’dır ama Kur’an dini ise özel olarak İslâm’dır.

Burada arz semaya atfedilmiş yer yuvarlağıdır. Birlikte bir arz değildir. Sema enerji üreten bir işletmedir. Güneş enerjisi orada üretilir. Arz ise bu enerjiyi kullanarak canlıyı yaşatan bir işletmedir. Kümeslerde tavuklar ne ise yeryüzündeki bütün canlılar da böyledir.

Kümes ne için vardır?

Tavuklar ve civcivler için vardır.

Yeryüzü de bütün canlılar için vardır.

مَدَدْنَاهَا

MaDaDNAvHAv

“Onu medettik”

Onu katılaştırıp üzerinde yaşanır hâle getirdik.

Yıldızlar gaz hâlindedirler. Hattâ bazı gezegenler de gaz hâlindedir. Yeryüzü ise katılaştırılmış ve tabla hâline getirilmiştir. Onun yapısı canlıların yapısına uygun hâle getirilmiştir. Teoride 118 çeşit atom vardır. Onların 20 kadar kısmı çok az ömürlüdürler. Onlardan canlılar doğrudan yararlanmazlar. Yüze yakın olanı canlıların yapılarını oluşturur. Hayatın sürebilmesi için bunların belli oranda olması gerekir. Fazlası da işe yaramaz, eksiği de.

“Meddetme” demek, birbirinden istenen oranda olması demektir. Havada azot var, oksijen var ve karbondioksit var. Bunların hepsi hayat için gerekli olduğu kadar vardır. Sular fazla olsaydı güneşi göremezdik. Sular az olsaydı yağmuru göremezdik.

“Arzı meddetmek” demek, arz üzerinde gerekli maddeleri uygun miktarlarda derç etmek demektir.

وَأَلْقَيْنَا فِيهَا

Va EaLQaYNAv FıyHAv

“Ve onun içine ilka ettik”

Maddelerin gerekli miktarda olması yeterli değildir. Onlar da uygun yerlerde yerleşmiştir. Örnek olarak su miktarı istenen miktardadır. Denizlerin yüzeyleri dengeyi kurar. Denizlerin çukurları da o kadar olmalıdır ki güneşi görebilelim. “Dağları sıraladık” diyor. Bu aynı zamanda denizler için çukurlar yaptık, orada da dağlar vardır, o sayede su akıntıları oluşmakta, yeryüzünde de hava akıntıları düzenlenmektedir.

رَوَاسِيَ

RaVaSiYa

“Rasiyeler”

Sıradağlar.

Sıradağlar sayesinde yeryüzünün hava akıntıları sağlanmaktadır. Sıradağlar sayesinde deniz içinde su akıntıları meydana gelmektedir. Gerek hava gerek su akıntıları insandaki kana benzemekte, gerekli maddeleri taşımaktadır. Canlılara vermekte, canlılar da buradan hücreler gibi almaktadırlar.

Görülüyor ki yeryüzü de bir canlı gibidir. Kalbi var, damarları var ve işletme faaliyet göstermektedir. Dağların yükseklikleri kadar yeraltında da çıkıntılar vardır, ters dağlar oluşmuştur. Onlar da oranın akıntılarını sağlamaktadır. Bu sayede yerin günlük ve yıllık dönüşleri ayarlanmaktadır. Aynı şekilde gel-git olmaktadır.

Serbestçe akmayan magma, su ve hava bu sefer yeri kendi akıntılarına uyarlamaktadırlar. Günün ve yılın zamanları değişmemektedir.

وَأَنْبَتْنَا فِيهَا

Va ENBaTNAv FIyHAv

“Ve onun içinde inbat ettik”

“Nebat” yerden çıkan bitkidir.

“İnbat etmek” demek, sadece yerden çıkan bitki değildir. Bölünerek çoğalan her şey inbattır. Kur’an’da (3/17) Hazreti Meryem için hasen inbat ile inbat ettik deniyor.

Canlılar öyle varlıklardır ki kendi kendilerini üretirler. Hücre önce büyür. Sonra her şey çift olduğu için bölünür, eşleşir, iki hücre olur, buna “inbat” denir.

Yeryüzü dağları ile dereleri ve yağmurları ile bir fabrika hâline geldi. Denize bir hücre canlı kondu. O çoğalmaya başladı, değişmeye başladı ve bugünkü canlıları oluşturdu. Besin zinciri içinde canlılık âlemi oluştu.

مِنْ كُلِّ شَيْءٍ

MiN KulLi ŞaYEin

“Her şeyden”

“Şey” kelimesi arz gibi bir kelimedir. Bir odada her şey, denizde her şey, canlı olan her şey anlamındadır.

Burada canlılardan her şey manasındadır. Canlılık enbetme ile bilinmektedir.

مَوْزُونٍ (19)

MaVZuvNin

“Mevzun”

“Vezin” tartı demektir. “Miyzan” terazi demektir. Anlam genişlemesiyle dengeli demek, ne az ne de çok demektir. Canlı demek bu demektir. Hücrenin içi mevzun olduğu gibi hücrelerin sayısı da mevzundur. Mevzun olmaktan çıkıldığında kanser olunmaktadır. Nebatın temel vasfı dengeli bölünme ve dengeli çoğalmadır.

وَجَعَلْنَا لَكُمْ فِيهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِقِينَ (20)

Va CaGaLNAv LaKuM FIyHAv MaGAvYıŞa Va MaN LaSTuM LaHUv Bi RAvZıQIyNa

“Ve orada size ve sizin razık olmadığınız kimselere maayiş kıldık.”

Önce burçlardan bahsetti ve burçlar semasından çıkılamayacağını anlattı. Güneşin semasından ve yerden bahsetti. Sonra yerdeki canlılardan bahsetti.

Sonunda insandan bahsetmektedir. Gaye insanlıktır. Bütün bunlar insanın maişeti içindir. Sizin yaşamanız için denmektedir. Rızık insanın besinini içerir, maayişi ise diğer ihtiyaçları da içerir. Giyinme, barınma ve araçlar.

Burada sizin maayişiniz ve sizin vermediğiniz kimselerin denmektedir. Burada “Mâ lestüm maayış” denmesi gerekirken “men” denmiştir. Çünkü diğer canlılar da insanlar için yaratıldıklarından dolayı yalnız insanların maişetinden bahsetmektedir.

“Men”de yeryüzünde insanlardan başka akıllı varlıklar da vardır anlamı çıkar. Örnek olarak bunlar cinlerdir. Yeryüzünde yaşamaktadırlar. Bizim üretimimiz içinde değildirler. Onların beslenmeleri moleküler değil atomiktir. Asıl yaşadıkları yer güneştir ama onlar dışarıda da yaşayabilirler. Biz güneşte yaşayamayız ama onlar burada yaşarlar. Güneş enerjisinden faydalanabilirler. C14’ün C12’sine dönüşmesinden yararlanmaktadırlar. Dünyada da bu olay tekrar olmaktadır. Dolayısıyla yeryüzünde cinler insanların beynine etki edebilir.

وَجَعَلْنَا لَكُمْ

VaCaGaLNAv LaKuM

“Ve sizin için ca’lettik”

Allah ilahlık sıfatını tecelli ettirmek için varlıklar yaratmayı murad etti ve melekleri, ruhları, cinleri, insanları seçti.

Allah’a muhatap olmak için O’nunla bir işin olması gerekir. Kişileri ayrı ayrı yarattı. Onları birbirine muhtaç hâle koydu ve onlar onların rızkı ve maişeti Allah’a ait olacağı için onlarla muhatap oldu. Bunların kolayca muhatap olmaları için canlılarda besin üretti. İnsanların bedenini hayvanların bedenlerinden yaptı ve onlar aralarında birbirlerine razık oldular.

Bu arada biz de onların besinlerinden yararlandık.

فِيهَا مَعَايِشَ

FIyHAv MaGAvYıŞa

“Orada maayiş”

Orada yani yeryüzünde maayiş yaptık.

Gerçi ilerde diğer gezegenlerde de maişetimiz olacaktır. Ne var ki bu Güneş Sistemi olacaktır. Burçlar veya yıldızlar semasına gidemeyecekler. Bu sebeple “maayiş” kelimesini öne aldı. Uzayda üretsek bile demek ki biz yeryüzünde yaşayacağız. Sadece yeryüzünde meskenlerimiz olacak, işyerlerimiz ve arzımız göklerde olacaktır.

وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ

Va MaN LaSTuM LaHUv

“Ve sizin olmadığınız”

Sizden öncekilerin ve sizden sonrakilerin razıkı da O’dur demektir. Biz atalarımızın bize bıraktıkları ile yaşarız, bizim yaptıklarımız da bizden sonrakilere aittir. Borcumuzu bu şekilde ödemiş oluruz. Onların rızkını onlara Allah vermiş olur.

Demek ki yukarıda başka mana verdik, burada başka mana verdik.

İşte, Kur’an’ı her okuduğunuzda size başka şeyleri bildirir.

Kendiniz ne zaman Kur’an’ı anlamaya başlarsınız?

Allah size Kur’an ile konuşmaya başladığı zaman asıl Kur’an’a inanmış olacaksınız.

Biliniz ki bunu anlamanız için çok fazla zaman harcamanız gerekmiyor. Bilen bir arkadaşla bu tefsirleri okur ve burada anlatılanları o size izah ederse, üç-dört sene sonra artık Kur’an dilini anlamış olursunuz ve kendiniz Allah’la konuşmuş olursunuz.

Ben Kur’an’ı bu usulle okumaya başlayınca, Yasin Suresi’ne geldiğim zaman artık Kur’an’ı anlamaya başladım.

بِرَازِقِينَ (20)

Bi RAvZıQIyNa

“Razıklar…”

Siz razık değilsiniz, biz razıkız.

Geçmiştekileri siz rızıklandırmadınız.

Gelecektekilerin de razıkı siz değilsiniz.

Siz kendiniz çalışın ve yaşama borcunuzu ödeyin, yeter.

İNSANLIK ANAYASASI’nın ilk maddesi budur. Yeryüzü insanlığındır. Yaşayanlar insanlığa borçlanır ve yaşarlar, çalışarak insanlığa borçlarını öderler. Sosyal yapının ve ekonomik yapının da temel felsefesi budur. Kur’an buna değişik yerlerde temas etmektedir.

وَإِنْ مِنْ شَيْءٍ إِلَّا عِنْدَنَا خَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ إِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ (21)

Va EiN MiN ŞaYEin EilLAv GıNDaNAv PaZAEiNuHUv Va MAv NuNazZıLuHUv EilLAv Bı QaDaRın MaGLUvMın

“Ve hazinesinin bizde olmadığı bir şey yoktur ve malum olan miktarın dışındakileri onlara tenzil etmeyiz.”

Burada “min külli şey’in” denmemiş, “min şey’in” denmiş.

Buradaki “şey” her şeydir, geniş manadaki şeydir. Demek ki geniş manada şey olunca “min” getirmektedir. “Külli” kelimesini getirdiği zaman dar manadaki şey kastedilmektedir, o konuda olan kastedilmektedir.

“Yarın sıva yapmaya gel, her şeyi getir” dersek, sıva için her şeyi getir anlamındadır. O zaman “külli şey’in” dersiniz. Biz Kur’an’ın yeni manalarını bulmaya çalışıyoruz. Bu eski manalarını değiştirici mahiyetinde değildir, eski manaların özelliklerini genişletiyoruz.

Yorumcular buna dikkat etmelidirler, icma ile sabit olan manaları değiştirmemeliyiz.

Her şeyin hazineleri vardır.

“Hazine” depo demektir. Kıymetli şeylerin saklandığı yerlerdir demektir.

Evet, güneşte depolanmış hidrojen enerjisi vardır. Birden çıkıp gelse bizi bir saniyede yok eder. Gerektiği kadar geliyor.

Sular denizlerde yığılmıştır, depolanmıştır. Birden üstümüze dökülse bizi sellere boğar. Gerektiği kadar yağmaktadır.

Altın sadece ziynet eşyasıdır ama para görevini de görür, az olursa ihtiyacı karşılamaz, çok olursa paralık vasfını kaybeder. İnsanlar çoğaldıkça altına olan ihtiyaç artar. İnsanlar bu miktarda yeni altın çıkarırlar.

Binlerce tohum vardır. Her biri bir ağaçtır ama çimlenmede birkaç tanesi gerekli olduğu kadar çimlenir.

Demek ki yukarıdaki ayeti genişleterek mevzuun sıfatını anlatmaktadır.

ORTAKLIK EKONOMİSİ bu ayete dayanmaktadır. Kaynaklar sonsuzdur, ancak insanların ihtiyacı kadarı emekle elde edilmektedir. Bütün malların depoları olacak, stokları olacak, gerekli olduğu kadar tüketilecek ve üretilecek. Bu da fiyat ve ücret mekanizmasına göre yapılmaktadır. O halde KUR’AN EKONOMİSİ bir şeyi sağlayacak, ücret ve fiyat dengesini kurmalıdır. FAİZ YASAĞI bunun için vardır. SERMAYE VERGİSİ bundan dolayı vardır. Altyapıdan ve genel hizmetten herkesin bedelsiz yararlanması bundan dolayı vardır. Yeryüzü kira payından çalışmayanları yararlandırma yine bunun için vardır.

Bu ayetin gereği yerine getirilirse tüm ekonomi, hattâ tüm hayat dengede olur.

وَإِنْ مِنْ شَيْءٍ

Va EiN MiN ŞaYEin

“Ve her şeyden değildir”

Beş boyutlu uzay içinde her noktanın çizgi halinde yeri vardır. Alternatif çizgiler mevcuttur.  Mekânınız zaman içinde hareket ettiğinde bunlardan gerekli olanlardan geçer ve böylece onlar yeryüzünde var olurlar. O halde “şey” dendiği zaman beş boyutlu uzay içinde olanlar demektir. “Hazineleri indimizdedir” demek, beş boyutlu uzay içindedir demektir. Bizim emrimizdedir demektir. Beş boyutlu uzaylardır.

Arşın yaratılmış olduğu hususunda bir beyan bulamıyoruz. Dolayısıyla Yunan filozoflarının Allah Kâinatı sonra yarattı ise daha önce boş mu duruyordu itirazlarına şimdi şu cevabı verebiliriz. Arş vardı, arz ve semavat sonra var edildi. Şimdi de dört boyutlu kürsü yaratılmaya devam ediyor. Arştaki nokta lifleri de Allah’ın meşieti ile olduğuna göre, demek ki ezeli olsa da O’nun meşietine göre düzenlenmiştir.

Bir düzlem üzerinde kapalı bir eğri, örnek olarak daireyi çizelim. İşte bu kâinatımızdır. Bu uzayda bir koninin kesiti olsun, daireniz kaymaya başlasın, daireniz büyür ve üç boyutlu uzayda iki boyutlu koni yüzeyine çizer. Bu koni kürsidir. Uzayımız ise arştır. Bütün bunların hepsi Allah’ın dilemesiyle olmuştur. Bize gerekli olanı uzayımıza göndermektir.

إِلَّا عِنْدَنَا

EilLAv GıNDaNAv

“Hepsi indimizde”

Biz onu yoktan var ederiz demiyor. Bizde vardır, hazırdır, sadece gerekli olanları kâinata indiririz. Bu da şunu çok açıkça gösteriyor ki yeni bir şey yaratılmamış, daha önce çevrilmiş, film oynatılıyor. Yeni senaryo yapılmıyor, yeniden icatlar yapılmış, depolanmış, şimdi ortaya çıkarılıyor.

Peki, yaratma ne zaman oldu?

Allah’ın varlığı ile bunlar da vardır. Çünkü arzda zaman yoktur. Bizim anladığımız bir mekân da yoktur. Zaman da mekân da o arş içinde var edilmiştir.

Peki, şimdi ne olmaktadır?

Şimdi arşta oluşturulmuş zaman ve mekân içinde arşta olanları koyma veya çıkarma olmaktadır. Dört boyutlu uzayı bilmeden, zaman ve mekânın izafiliğini bilmeden kavramak zordur. O halde KUR’AN’I ANLAMAK İÇİN ARAPÇA KADAR MATEMATİĞİ DE BİLMEK GEREKİR, konu ile ilgili kitabı okuyup anlamak gerekir.

Yani Allah her gün yeni şeyler yaratmıyor. Zaten yaratılmış olanları ortaya koyuyor. Beş boyutlu uzayda her şey vardır, daha önce var edilmiştir.

خَزَائِنُهُ

PaZAEiNuHUv

“Hazineleri”

Devlette her malın hazinesi olacaktır, piyasaya malum bir miktarını sürecektir. Bunu fiyatlayabilir. Stok azalınca pahalandırılır. Az sürülür. Üretilen tüketilenden çok olur. Aksi durumda aksi olur.

Demek ki malum demek, bir formüle göre yapılır demektir. Fiyat, belli miktarı olan para toplanır, belli miktar olan mal miktarının toplamına bölünerek bulunur.

Allah kâinatın düzeni ile sosyal düzeni aynı yapmıştır. Kâinatı kendisi nasıl yürütüyorsa bizim de öyle yürütmemizi istemektedir. Allah’ın ahlakı ile ahlaklanın hadisinin manası budur.

وَمَا نُنَزِّلُهُ

Va MAv NuNazZıLuHUv

“Ve onu tenzil etmeyiz”

Ondan tenzil etmeyiz denmemekte, onu tenzil etmeyiz demektedir. Yani şey, aslında tenezzül edendir. Henüz tenezzül etmeyen bizim için şey değildir. Biz ona ad taktığımız zaman o şey olmaktadır.

Allah’ın indinde beş boyutlu uzayda olan da şeydir. Bizim için ise inzal olunduktan sonra şey olmaktadır. Bu sebeple “Min” getirilmemiştir. Mevcut olan mahlûk kaderde değil, sonsuza doğrudur. Sadece tenezzül eden malum bir miktardadır.

Buradan şunu anlarız ki arş sonsuzdur, küresel değildir. O zaman arş tektir. Beş boyutlu uzay da tektir.

إِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ (21)

EilLAv Bı QaDaRin MAaGLUvMin

“Malum kader dışında...”

Nekre olarak malum kader denmiştir.

Bir bakkaldan patates alırsınız. Kilosu 120 kuruştur. 7 kilo aldınız, 840 kuruş eder. Bu maruf miktardır, kaç kuruş olduğu bellidir. Harfi tarifle ifade edersiniz. Kilosu 120 kuruştur deseniz, bu malumdur ama miktarı bilinmediği için maruf değil malum miktardır.

O halde kâinatımıza gelişi belli formüllerle hesaplanan miktarlardır ama miktarlar her zaman ihtiyaca göre değişmektedir. Ekonomide de fiyat formülü bellidir ama formüldeki değişkenler baştan bilinmediği için maruf değil malumdur.

وَأَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَأَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَسْقَيْنَاكُمُوهُ وَمَا أَنْتُمْ لَهُ بِخَازِنِينَ (22)

Va ERSaLNav elRıyaXa elLaVAvQıXa Fa EnZaLNav MıNa ElSaMAvEi MAvEan Fa ESqAYNAvMUHUv Va MAv EaNTuM Bı PAvZıNIyNa

“Ve lakih edici olarak semadan riyahı irsal ettik, peşinden semadan maı inzal ettik ve sizi iska ettik. Oysa siz onun hazinleri değilsiniz.”

Bu ayette iki şey birden anlatılmaktadır. Birinde canlıların döllenmesi anlatılmaktadır, diğerinde ise yağmurun yağması anlatılmaktadır. Merkez kelime “levakıh”tır.

“Likah” “ilkah” fiilinin mastarıdır. “Lakha” atın ve devenin menisidir. “İlkah etmek” demek bu hayvanların dişi deve veya ata lakhasını akıtmasıdır. Sonraları insan dâhil herkes için ilkah kelimesi masdar olarak kullanılmıştır. Ayrıca Araplar erkek hurmanın dallarını dişi hurmalara götürürler, buna ilkah denirdi. Rüzgârların ilkahı ile ilgili bir deyimleri yoktu. Ne yağmurda ilkahtan bahsederlerdi, ne de rüzgârın çiçek tozu ilkahından bahsederlerdi.

Kur’an önce rüzgârların çiçek tozları ile bitkileri döllediğini ifade etmiş oluyor. Sonra yağmurların da ilkaha benzer bir oluşumu vardır. Orada çiçek tozu taşımakta, burada su damlalarını taşımaktadır. Bu ayetle buna işaret etmektedir.

Yağmurun oluşması ise şöyle olmaktadır. Su buharı sıcak havada daha çok yayılır. Soğuk havada yer azaldığı için buharın bazısı buluttan ayrılmak zorunda kalır. Ne var ki su molekülleri kendilerini çekmezler, birleşmezler, bunun için başka cisimlerin molekülleri tarafında toplanmaya başlarlar. Damla yeter büyüklüğü alınca damla hâline gelir. Bu sebepledir ki yağmur yağmadan evvel hava soğumaya başlar, esen rüzgârlar yerden tozları da alırlar. Soğuk hava ile karşılaşınca bu tozların etrafında toplanırlar. Yahut şöyle izah edebiliriz. Sıcak hava yukarı çıkar, su buharlarını taşır. Soğuk hava yeryüzünde sürüklenerek tozları alır. Dağda soğuk havanın aldığı tozlar sayesinde damlalar oluşur. İşte bu olay döllenmeye benzetilmiştir. Rüzgârlar ayrı ayrı yerlerden ayrı şeyler alırlar.

Suni yağmurun yağdırılması da böyle sağlanır. Havada giden sıcak rüzgârlar gümüş klörür damlaları ve dağlara varmadan su damlaları haline gelirler. Böylece gümüş klörür ilkah etmiş olur.

Bu anlamı bize verdiren “Fe” harfidir. Ama kelime ise çiçek tozlarına delalet eder. Burada “likah” masdarının çoğulu “levakih” olmuştur. Hamza’nın kıraatinde Bir rıhda çok ilkah vardır. Likah masdarı isimlendirilmiştir. Sonra da çoğul yapılmıştır. Sülasi masdarlar isimlendiği gibi mezid olanlar da isimlenebilir demektir. İsmi meful olabileceği gibi ismi fâil de olabilir yani sıfatı müşebbehe gibi bir fiil değil de bir vasfı ifade edebilir.

وَأَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ

Va ERSaLNav elRıYaXa

“Ve riyahı irsal ettik”

“Riyah” “rih”in cemidir. “Ruh” kelimesi de “rih”den iştikak etmedir. Akan gazdır.

Rüzgâr hava akıntılarıdır. Denizlerde su akıntıları, havada rüzgârlar, bedenimizdeki kan gibidir. Canlılar yaşamları sırasında taze besin alırlar, atıkları dışarıya atarlar. Zamanla çevre atıklarla dolar, besin maddesi oraya gelmez. Temiz hava gelemez, temiz su gelemez. Rüzgâr ve akıntı o atıkları dağıtır ve yayar, onu besin olarak kullanan yerlere ulaştırır ve orada tekrar doğaya iade edilir. Rüzgârın bu görevi olduğu gibi rüzgârın ayrıca su bulutlarını da sürükleyip dağlara götürmesi ve yağmurun yağmasına neden olması görevi vardır.

Rüzgârın irsali iki şekilde yapılmaktadır. Soğuk yerde hava ağırlaşır, aşağıya iner. Isınan yerde hava hafifler, yukarıya çıkar, böylece yerde soğuk yerden sıcağa doğru ve yukarıda ise sıcak yerden soğuğa doğru akar, böylece rüzgâr oluşur. Havanın ısınması da ya günün değişik saatlerinde olur, doğudan batıya doğru hareket ederler yahut yaz-kış nedeniyle kutuplardan ekvatora yerde, ekvatordan kutuplara doğru gökte eserler. Böylece kan dolaşımı gibi muntazam hava akıntıları olur. Denizlerde de benzer şekilde soğuk suların altta, sıcak suların üstte olduğu akıntılar oluşur.

Bunun dışında rüzgâr ve sulardan enerji elde etmektedirler, böylece insanlar bitkilerin kimyasal enerjisi dışında mekanik enerjiyi de kullanmaktadırlar.

Rüzgârların başka yararları da bitkilerdeki erkek tozları dişi çiçeklere götürmesidir.

لَوَاقِحَ

LaVAvQıXa

Lakıhlar/lıkahalar

“Lavakıh” “lakıh”ın çoğuludur. Eşlerin cinsel ilişkisine lıkah denmektedir. Bitkilerin çiçeklerinde insanlardaki döl yatağına benzer yerler vardır. İnsanlardaki kadın yumurtasına benzer tohum yuvaları vardır. Başka bitkilerdeki çiçek tozları söz konusudur. Bütün canlılarda dıştan eşleşme vardır. Eğer yakın akrabalar arasında eşleşme olursa eşleşmenin manası olmaz. Bu yabancılarla eşleşme mesela arılarda da vardır.

Erkek arılar sadece dişi ana arıyı döllemek için vardırlar ama kendi kovanlarındaki arıları döllemezler. Anaç arı aslında kovanın dışına çıkmaz, sadece yılda bir defa dışarı çıkar ve cinsel davet kokusunu salar. Başka kovanın arıları onun peşinden koşarlar. En yavuz arı onu yakalar, o andan itibaren anaç arı kötü koku salar ve diğer arılar uzaklaşır.

Marx’ın zamanında kromozom eşleşmesinin hikmetleri bilinmiyordu, Biyoloji ilmi gelişmemişti. Hayvanlarda eşlik yoktur zannediliyordu. Dolayısıyla aile müessesesinin insanların uydurması olduğunu sanıyorlardı. Bundan dolayı evlilik müessesesine karşı idiler. Bir asır bile geçmeden hataları ortaya çıktı.

Kur’an’da ise 1400 senedir böyle bir hataya rastlanmadı.

فَأَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ

Fa EnZaLNav MıNa ElSaMAvEi

“Semadan mâı inzal ettik”

Burada “Fa” harfinin getirilmesi, rüzgârın bulutları da ilkah ettiğini ifade eder.

Bu da buhar odasında denenerek görülür. Sıcak buhar kutuya konur, az soğutulur, damlalar oluşmaz. Saf buhar damlalar oluşturmaz. Sonra en küçük madde parçacığı olan elektronu üzerine salarsak hemen sis damlacığı oluşur ve görürüz. Bunları sayarak elektronun yükünü, sonra da kitlesini buluruz. O halde sisin oluşması, sonra da damlalar halinde birleşmesi, rüzgârın getirdiği zerreciklerle olmaktadır.

Bu da cansızlardaki ilkahı anlatmaktadır.

“Fa” harfinin görevi, baştan söylenenlerin sonuçlarını genişletir olmasıdır. Levakıh olması canlılarda olmasını ifade eder. “Fa” harfi ise bunu genişletir ve yağmurlarda da ilkahın varlığını ifade eder. “Fa” harfi hükmü değiştirmez. Yani daha önce söylenenleri kaldırmaz, aksine onun hükmünü genişletir.

Kur’an bize burada bu kuralı da öğretmiş oluyor.

مَاءً

MAvEan

“Su”

İnsan vücudunda alyuvarlar vardır. Görevleri taşımadan ibarettir. Başka bir şey yapmazlar. Doğada da suyun görevi budur, maddeleri eritip taşırlar. Sonra da bırakıp toprakları oluştururlar.

“Mâ’” nekredir. Tür ismidir. Bir tür manasına da gelir. Başka yerde “min mâin vahid” denmektedir. Tek tür su vardır.

فَأَسْقَيْنَاكُمُوهُ

Fa ESQaYNAvKuMUHu

“Sizi onunla ıska ederiz / sularız”

“Saky” kelimesi ile “su” kelimesi arasında akrabalık vardır. Arapçada “Mâ’” başka kökten gelmektedir. Bunun hikmeti, suyun aslı olan hidrojenin ilk atomdan olmasından ileri gelir. Aslında esas olan “a” harfi yani “elif”tir. Farsçada su “ab”dır, “mâ’”nın tersidir. “B” “M”ye dönüşmüştür. Türkçedeki “buz” kelimesinin de “mâ’” ve “ab” ile yakınlığı vardır.

وَمَا أَنْتُمْ لَهُ

Va MAv EaNTuM

“Ve siz değilsiniz”

Bu düzeni kuran, bunları yapan siz değilsiniz. Allah’ın bu kadar bitmez tükenmez hayat nimetleri olduğu halde, insanlar O’na şükretmiyor da uydurma kâğıt parçası dolara tapıyorlar. Sahte dolar sahiplerinin gücüne inanıyorlar da kâinatı, yeryüzünü, canlıları ve bizi var edenin gücünden şüphe içindedirler.

بِخَازِنِينَ (22)

Bı PAvZıNIyNa

“Hazn edenler.”

Suları depolayan siz değilsiniz.

Suların ilk mahzeni denizlerdir. Denizlerdeki sular buharlaşır, bulutlarda depolanır ve gökte taşınır. Kar şeklinde dağlara yağar ve depolanır. Toprak altına girer ve oralardaki kumlu tabakalarda depolanır. Canlıların bedenlerinde depolanır. Sonra ırmaklarda akarken depolanır.

O halde yeryüzü su deposudur. Çukurlar, dağlar, topraklar ve canlılar su depolarıdır. Suyun dolaşımı ile hayat imkân dâhiline gelmektedir.

 

 


HİCR SÛRESİ TEFSİRİ(15.SÛRE)
1-1 VE 8.AYETLER
1308 Okunma
2-9.AYET
1563 Okunma
3-10 VE 15.AYETLER
1234 Okunma
4-16 VE 22.AYETLER
1160 Okunma
5-23 VE 30.AYETLER
1253 Okunma
6-31 VE 38.AYETLER
1149 Okunma
7-39 VE 47.AYETLER
3137 Okunma
8-48 VE 56.AYETLER
1312 Okunma
9-57 VE 66.AYETLER
1191 Okunma
10-67 VE 77.AYETLER
1422 Okunma
11-78 VE 86.AYETLER
1792 Okunma
12-87 V E 93.AYETLER
1429 Okunma
13-94 VE 99.AYETLER
1452 Okunma

© 2024 - Akevler