HİCR SÛRESİ - 6. Hafta
إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَى أَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ (31) قَالَ يَاإِبْلِيسُ مَا لَكَ أَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ (32) قَالَ لَمْ أَكُنْ لِأَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ (33) قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَإِنَّكَ رَجِيمٌ (34) وَإِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ إِلَى يَوْمِ الدِّينِ (35) قَالَ رَبِّ فَأَنْظِرْنِي إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ (36) قَالَ فَإِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَرِينَ (37) إِلَى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ (38)
***
إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَى أَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ (31)
EilLAv EiBLİySa EaBAv EaN YaKUvNa MaGa elSACiDIyNa
“Yalnız iblis iba etti ve secde edenlerden olmadı.”
Allah kâinatı var etti, beş boyutlu arşı var etti. Sonra dört boyutlu kürsiyi var etti. Dört boyutlu uzayı üç boyutlu olarak kesti. Uzayımız ortaya çıktı. Bu kesiti dört boyutlu uzay içinde kaydırdı. İşte böylece kâinatımız oluştu.
Bir havuz düşünün, bu üç boyutludur. Havuzun içine su koyun, suyun yüzeyi bir düzlemdir. Havuz dolmaya başlasın, bu yüzey kayar. Su yüzeyinde yaşayan böcekler de yüzey üzerinde yaşarlar. Biz de üç boyutlu üzerinde yaşıyoruz. Zaman, üç boyutlu uzayımızın asansör gibi dört boyutlu uzay içinde kayması ile oluşur. Mekân ve zaman boyutundan başka madde var, enerji var. Madde mekânda yer işgal eder ve zaman içinde yerini değiştiren varlıktır. Enerji ise maddenin hız kareleri toplamıdır. Bu cansız âlemdir. Bunların bilinci yoktur. Allah bunları bilinçli varlıklar için var etti.
Bunlar da melekler, cinler, ruhlar ve insanlardır. Allah yarattığı kâinatı bunların emrine verdi. Melekler ve ruhlar kâinatın batın âleminde yaşıyorlar. Cinler ve insanlar kâinatın zahir âleminde yaşıyorlar. Melekler ve ruhlar ışık hızından daha yüksek hızlarda yaşıyorlar, cinler ve insanlar ışık hızının altında yaşıyorlar, bunların kendi hızları ile dalgalarının hızları çarpımı ışık hızının karesine eşittir. Cinler ışık hızına yakın hızda, güneşte yaşıyorlar, insanlar ise ışık hızından uzak soğuk âlemde yaşıyorlar.
İnsanlar Güneşe gidemezler, çünkü o sıcaklığa dayanamazlar, ama cinler bizim dünyamıza gelebilirler ve burada yaşayabilirler. Işık bunlara çarpıp yansıyamadığı için biz onları göremeyiz. Ama bizim ışık onların âlemine gidebilir, görebilirler. Ayrıca meleklerin ve ruhların yaşadığı batın âleme (sanal âleme) bizim seyahat etmemiz mümkün mü?
Dört boyutlu uzaya geçebileceğimizi Kur’an bildirmektedir. Öldüğümüz zaman ruhumuz batın âlemde dondurulur. Yani bizim ruhumuz zaten batın âlemdedir.
Cinler şimdi dört boyutlu uzayda hareket edebiliyorsa, o zaman bizim dört boyutlu uzay içinde bizi görebilmektedirler. Kur’an’da, sizin göremediğiniz yerden onlar sizi görürler dendiğine göre dört boyutlu uzay içinde hareket edebilmektedirler demektir.
Yirminci yüzyıla kadar insanlar, Kur’an’ın bahsettiği bu varlıkları aklen kavrayamıyorlar ve müteşabih diye geçiyorlardı.
Yirminci yüzyılda birçok yeni keşifler yapıldı.
1- Önce dört ve beş boyutlu uzay keşfedildi. Madem hareket ediyoruz, o halde dört boyutlu uzay fiziki olarak vardır. Madem iradeli veya tercihli hareket yapıyoruz, o halde beş boyutlu uzay da vardır. Yani dört ve beş boyutlu sadece fikri uzaylar değil, aynı zamanda fiziki uzaylar vardır. Her gün görüyor ve yaşıyoruz.
2- Cisimlerin kendi ve dalga hızları keşfedildi ve bunların çarpımlarının ışık hızının karesine eşit olduğu bulundu. Bizim uzayımızdaki tüm dalga hareketlerinin ışık hızından yüksek hızlarla olduğu bulundu. Tayyi mekân ve tayyi zamandan sorunları çözüldü.
3- Zaman ve mekânın madde ve enerjinin atomlardan yani parçalanmaz parçacıklardan cüz’ün lâyetecezzalardan oluştuğu bulundu.
4- Zaman ve mekânın ışık hızıyla uzadığı veya kısaldığı görüldü. Kitlenin ışık hızıyla değiştiği bulundu.
Bütün bunlar Kur’an’da bildirilenlerin izahı oldu, Kur’an’ın söyledikleri ispat edilmiş oldu.
Bugünkü ilim kâinatın yaratılışını çok iyi bir şekilde açıklamıştır. Ne var ki bu kadar büyük saray sadece saray olsun diye var olmadı veya var edilmedi. Kimin için var edildi, buranın sakinleri yok mu? Bunlar bir işe yarasın diye mi yaratıldı?
İşte, surenin bu ayetleri buna olan cevapları bildirmektedir. Önce ben varım. Ben şimdi yazıyorum. Biraz sonra siz okuyacaksınız. O halde ben ve sen varız, acılar duyuyoruz, zevk alıyoruz. Ben var olduğumu biliyorum. 60 sene evvel olanları anlatıyorum ve böyle yaptım diyorum. Siz de öylesiniz. Melekler de vardır. Bunu da bilhassa canlılarda yapılmış olanlarla biliyoruz. Ruh ve cinler hakkında müsbet ilim henüz bir şey söyleme durumunda değildir. Gelecekte bunlar da aydınlanacaktır.
Kur’an burada insanların kromozomlarından bahsetmektedir. Yalnız insan değil tüm canlılar DNA’lardan oluşmaktadır. Kur’an bunu bir canlıyı insana benzetmekle bildirmektedir; bir canlı yoktur ki sizin gibi bir ümmet olmasın. Yerin bitirdiğini çift yarattık ayetleri ile buradaki salsalin tüm canlılara ait olduğunu istidlal edebiliyoruz.
Canlılarda denge vardır. “Her şeyin hazineleri bizdedir, malum olan miktarı inzal ederiz” ayeti ile “miktarlar dengesi kanunu”nu ortaya konuyor. Yeryüzünde koyunlara ihtiyaç vardır. Çok olurlarsa aç kalırlar, az olurlarsa otlaklar işe yaramaz olur. Öyleyse ne kadar koyuna ihtiyaç varsa o kadar koyun olmalıdır. Bunu dengede tutmak için kurtlar yaratılmıştır. Koyunlar çoğalırsa otlar tükenir, koyunlar zayıflar, kurtlar kolayca yakalar ve yaşarlar. Koyunlar azalır, otlar çoğalırsa, kuzular semirir, kurtlar yakalayamaz ve açlıktan onlar ölürler. Böylece canlılar arasında denge vardır. Türler arasındaki mücadelede bu şekilde denge oluşur.
İnsanlar çok güçlü oldukları ve diğer canlıların onlarla yarışması mümkün olmadığı için Allah dengeyi aralarındaki çatışma ve savaşla kurmuştur. İşte bu dengenin sağlanması için Allah iyi insanlar var etmiş, kötü insanlar var etmiş. İyiler ile kötüler çatışmakta, böylece uygarlaşma yarışı devam etmektedir. Allah iyiler için melekleri, peygamberleri, kitapları göndermiş ve iyi olanların varlıklarını sürdürmelerini ve uygarlaşmalarını böylece gerçekleştirmiş, muhalif olan yıkıcıları yani dengeleyicileri de şeytanla desteklemiştir. Bu ayetlerde şeytanın nasıl ve nelerle görevli kılındığını anlatmaktadır.
Melekler secde ediyor. Yani inananların doğru yolda ilerlemesini sağlamak amacıyla onlar yardımcı olacaklardır. Ama cinden olan iblis secde etmiyor. Yani ben insanlara iyilik yapmada değil kötülük yapmada yardımcı olacağım diyor. Böylece insandaki kötülük duygularını yaşatan ve destekleyen şeytan olmaktadır.
Şimdi şeytan var mı, biz görüyor muyuz?
Bugün yeryüzünde kötülük olmaktadır. Örnek olarak güneydoğumuzu ele alalım. Kürtlerin haklarını koruyacağız diye PKK’nın yanında belediye başkanları da hendekler kazarak destek oldular. Ordu da girdi, binaları yıktı ve PKK’lıları öldürdü.
Bu durumda Selahattin Demirtaş’ın şöyle demesi gerekmez miydi: “Hemşerilerim, Türkiye Cumhuriyeti bir devlettir, güçlü devlettir, ordusu güçlüdür. Sizin bu direnmenizde hiçbir yarar sağlanamaz. Batılılara da güvenmeyin, sizi yolda bırakırlar. Gelin teslim olun. Sonra biz sizin ve Kürtlerin haklarını Meclis’te koruyalım.”
Böyle demeliydi.
PKK’lılar da teslim olup silahlarını bırakmalıydılar. Böyle yapsalardı onların hukuku daha iyi korunmuş olmaz mıydı? Şimdi ne oldu? PKK yok oldu. Birçok Kürt yerinden yurdundan oldu. Herkes zarar etti.
Suriye için de benzer şeyleri düşünebiliriz. Suriye’de neyin savaşını veriyorlar?! Dünyanın her bakımdan en zengin ülkesidir, Suriye. Onun nimetlerinden herkes yararlanabilir. Öyle yapmıyorlar da savaşıyorlar!
İşte, bu akıl almaz fitnenin varlığını, halklarda doğan kötülük psikolojisini yaşatan kimdir? Bunu şeytandan başkası ile izah etmek mümkün mü? Bunları yapan Sermaye’dir diyoruz. Doğrudur. Ama o Sermaye şeytanla işbirliği içinde olmasa bunları yapabilir mi?
Kaç senedir Erdoğan hedeflenmiş, saldırılıyor. Devlet Bahçeli, sen bittin, sen öldün diye saldırmaktadır. Ona bu aklı veren kimdir? İşte biz ona şeytan diyoruz. Demek ki biz melekleri yaptıkları işlerle gördüğümüz gibi şeytanları da yaptıkları ile görüyoruz.
إِلَّا إِبْلِيسَ
EilLAv EiBLİySa
“Yalnız iblis”
“Belas” kıl keçesi demektir, ağzı geniş çuval demektir.
“Fuls” dirhemin küçük birimine denir. Türkçede “pul” denmektedir. “Para pul oldu” derler. Kur’an’da “iflas” kelimesi yoktur. Tanımı vardır. Usrda olana yüsre kadar mühlet verilir deniyor. İf’âl babından müblis ümidini kesmiş demektir. İblis de cennete gitmekten ümidini kesmiş anlamındadır.
“İblis” şeytan taifesinin babası, âdemidir.
Allah Âdem’i yarattı. Melekleri onun destekçisi yaptı. Şeytanı ve onun neslini de muhalefet yaptı. İslâmiyet’te muhalefet vardır. Şeytanın hizbi muhaliftir. Allah’ın hizbinde olanlar da velayet içinde hayırda yarışırlar.
İşte, PKK ana muhalefet partisidir. Topluluk içinde münafıklar şeklinde bulunurlar.
Bizim asıl öğreneceğimiz, Allah’ın uygarlaşmada da görevli kıldığı, meleklerin, kitapların, peygamberlerin desteklediği bir parti vardır. Bunlar tek parti şeklinde olmazlar; sosyal gruplar şeklinde, akıle şeklinde, velayet şeklinde oluşurlar. Hayırda yarışırlar. Bir de şeytanın partisi vardır. Bunlar da vücuttaki mikroplar gibi hazır beklerler. Vücut zayıf düştüğü zaman onu yiyip bitirirler, böylece yenilere yol açılır.
AK Parti’yi ele alalım. AK Parti görevini yaptığı zaman şeytan taifesi ona bir şey yapamaz. Uğraşırlar ama yenemezler. Görevini yapmaz hâle geldiği zaman vücuttaki mikroplar gibi ortaya çıkarlar ve AK Parti’yi bitirirler. Ne var ki onu bitirenler kendileri de biter. Çünkü sonunda mikroplar da yok olurlar. Sonra AK Parti’den daha çok İslâm düzenini yerine getirecek parti gelir. Bu akış doğal akıştır.
Bizim görevimiz AK Parti iktidarda kaldığı müddetçe onu desteklemektir, ömrü bitince de AK Parti’den daha güçlü ve ilerici bir partiyi kurmaktır. Ama onu kurabilmemiz için şimdiden hazırlıklı olmalıyız. Biz mevcut olan iktidarı yıkmayız. Ayakta kalması için destek bile veririz. Ama yıkılırsa da meydanı şeytan taifesine bırakmayız.
Osmanlıyı Türk halkı yıkmadı. Kendisi yıkıldı. Halk Cumhuriyet’i kurdu. CHP’yi biz yıkmadık, Sermaye yıktı. Ama sonra Sermaye hâkim olamadı, biz hâkim olduk.
AK Parti meselesi budur. Onu yıkmaya çalışıyorlar. Biz AK Parti’ye nasıl ayakta duracağını anlatıyoruz ama o dinlemiyor; bizi değil Kur’an’ı dinlemiyor! Bu gidişle bir gün yıkılacak; biz değil şeytan taifesi yıkacak. Ama o zaman da biz devreye gireceğiz.
أَبَى
EaBAv
“İba etti”
“El-ebyü” ağacı veya kızağı çekmek için kullanılan halattır, iptir. İp kelimesi ile akrabadır. Çektiğin zaman gelmiyorsa gerildi anlamında “iba” fiili kullanılır.
“İnsanın iba etmesi” demek, davete icabet etmemesi, reddetmesi demektir.
Emri yerine getirmemek iba ile ifade edilir.
أَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ (31)
EaN YaKUvNa MaGa elSAVCiDIyNa
“Sacidlerle beraber olmaktan.”
Melekler secde ettiler, o secde etmedi.
İnsan vücudundaki mikroplar neyse, insanlar arasında da şeytan odur.
Secde etmek demek, onun özel hizmetinde olmak demektir. Allah her insanın yanında üç melek görevlendirdi. Biri kişinin sağından gider ve daima iyilikleri ilham eder, yaptığı iyilikleri yazar. Diğeri solundan gider ve o da kötülükleri yapmasını emreder. Eğer kötülük yapacaksa onu yapmaktan alıkoymaya çalışır, yaparsa da yazar. Önce yapılanları bilgisayarlara kaydederler. Miktarları kaydederler. Sonra da sevap ve günahlara bir değer takdir ederler ve yazarlar. Birbirlerini kontrol ederler. Sağdaki melek fazla yazarsa soldaki itiraz eder, soldaki melek günahı fazla yazarsa sağdaki itiraz eder. İhtilaf olursa ortadaki melek başhakemlik yapar. İnsanın amelleri böylece kaydedilir. Ahirette sevabı fazla olanlar cennete, günahı fazla olanlar cehenneme giderler.
Secde ile emrolunma demek, siz başka iş yapmayacaksınız, bu kişinin tüm hareketlerini kayda alacaksınız ve ona sürekli iyilik yollarını göstereceksiniz demektir.
Kur’an bunları tasvir etmektedir.
Batılı bir yazar, Mekkeliler tüccar oldukları için Kur’an böyle borç ve alacak hesapları şeklinde anlatmaktadır diyor. Olay bunun aksidir. Kur’an kolay anlaşılsın diye, Kur’an’ın nazil olacağı kenti Allah ticaretle geçinen halktan oluşturdu.
Bir başka yazar da, cehennemi ateş olarak anlatmaktadır diyor. Kur’an kutuplarda gelseydi, orada soğuklardan bahsedecekti diyor.
Hâlbuki Güneş’te hayat var ama buz denizlerinde hayat yok. Bu sebeple Kur’an kolay anlaşılsın diye Mekke’yi Sibirya’da değil Arabistan’da yerleştirdi.
قَالَ يَاإِبْلِيسُ مَا لَكَ أَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ (32)
QAvLa YAv EiBLIySu MAvLaKa EaN LAv TaKUvNa MaGa elSAvCıDIyNa
“Ey iblis, sana ne oluyor ki secde edenlerle beraber olmadın, dedi”
Allah iblisle konuşuyor, meleklerle de konuşuyor; Hz. Âdem’le de konuşuyor.
Allah bizimle konuşuyor mu?
Önce bizim söylediklerimizin hepsini eksiksiz biliyor, ne kastettiğimizi de biliyor.
Kuş dediğimiz zaman sesleri bedenden çıkar ve zahirdir. Ama kuş deyince bir şey anlarız. Onun karşılığı dışarıda yoktur, sadece bizim zihnimizde var, ruhumuzda var. Beynimizdeki bilgisayarı okusaydık yaptıklarımızı bilirdik ama yapmadıklarımızı bilemezdik. Allah ise onu bilmektedir.
قَالَ
QAvLa
“Kavl etti”
Kavl eden, söyleyen Allah’tır. Söylenen ise iblistir. “Li iblise” yerine “Ya iblisu” hitabını tercih etti. O günkü olaylarla daha mutabık bir anlatmadır.
İnsanın yaratılmasını anlatırken önce “biz” diyor, “biz insanı salsaldan yarattık” diyor. Sonra meleklere diyor, “cinleri ateşten yarattık” diyor. Sonra da meleklere diyor ki; “yaratacağım dedik” diyor ve ikinci bir olay anlatılıyor. İnsanın ve cinin yaratılması...
Bütün kâinat insanın ve cinlerin yaratılması şeklindedir. Şeytanın mikrop olarak ca’ledilmesi ayrı bir olaydır. Bu yeryüzünde olmaktadır. Yani insanın kâinatta yaratılması vardır, bir de yeryüzünde insanın yaratılması vardır. Şimdi anlatılan olarak yeryüzündeki insan söz konusudur. Yeryüzündeki insanlara meleklerin konması ve yeryüzündeki şeytanlar anlatılmaktadır. Başka uzaylarda da insan yaratılmıştır. Bunu melekler bilmektedirler. Onlar da itiraz ediyorlar, insanın yeryüzünde yaratılmasından rahatsız oluyorlar. Bakara Suresi’nde anlatılığında öğreniyoruz. Milletvekilleri seçilme yasaları vardır, bir de son olarak 1 Kasım 2015 Seçimi’nde milletvekillerinin seçilmesi vardır.
Meleklere emrediyor. Melekler secde ediyor. İblis iba ediyor yani secde etmiyor ve muhalefet görevini yükleniyor.
مَا لَكَ
MAvLaKa
“Ne yararın var, neden?”
“Mâ” ne anlamında soru edatıdır.
“Leke” de, senin çıkarın ne ki secde etmedin diyor, soruyor.
Peki, Allah iblisin çıkarının ne olduğunu bilmiyor mu ki soruyor.
Evet, Allah biliyor ama herkes duysun ve bilsin, bizzat kendisi de bilsin diye soruyor ve cevap alınıyor. Ayrıca şeytana görevleri ve görevlerinin sınırları öğretiliyor.
أَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ (32)
EaN LAv TaKUvNa MaGa elSAvCıDIyNa
“Secde edenlerle beraber olmaman…”
Secde edenlerden olmadın, emre itaat etmedin; buradaki çıkarın ne, yararın nedir?
“Secde etmedin” denmiyor da “secde edenlerle beraber olmadın” denmektedir.
Allah bu konuşmaları doğrudan mı yapmış, yoksa perde arkası seslerle mi yapmıştır?
Başka ayette, insanların Allah’la ancak perde arkasından konuşacağı bildirilmiştir. Dolayısıyla bu konuşma perde arkası olmuştur. Hazreti Musa’ya da ateş olarak görünmüş ama konuşmayı perde arkası yapmıştır. Şeytanla konuşması da böyledir.
قَالَ لَمْ أَكُنْ لِأَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ (33)
QAvLa LaM EaKuN LiEaSCuDa LıBaŞaRın PaLaQTaHUv MıN ÖaLÖaLın MıN PaMaEin MaSNUvNın
“Mesnun hamadan olan salsaldan halk ettiğin bir beşere secde etmedim, dedi.”
Allah bize bildirirken insanı salsaldan halk ettik diyor. Meleklere salsaldan bir beşer yaratacağım diyor. İblis de burada salsaldan halk ettiğin bir beşere diyor.
“Beşer” insanın vasfı olarak zikredilmektedir. İnsan yeryüzü canlılarının en gelişmiş türüdür. Sonunda bir hayvan türüdür. Melekler ve cinler hayvanlardan gelişmiş değildirler, ilk yaratıldıklarında en üst seviyede yaratılmışlardır. İblis kendisini üstün görmektedir.
Bizim varsayımımızda cinler de insanlar gibidir. Güneş’te de bitkiler vardır. Güneş’te de hayvanlar vardır. O da oranın canlılarının görüşmesidir.
Güneş’ten gelen ışıkları tahlil edince Güneş’te neler olduğunu öğreniyoruz. Helyumla hidrojen tabakaları arasında bizdeki hava ve su tabakaları gibi ayrılık vardır. Güneş’ten çıkan ışıklar atmosferden geçtiği için değişmektedir. Dolayısıyla bize doğrudan gelmedikleri için iç taraftaki olayları takip edemiyoruz. Zamanla Güneş atmosferini geçen ışıkları da ölçebilirsek bilgimiz artacaktır.
İnsanın salsaldan yaratıldığı Kur’an’da dört yerde zikredilmiştir. Üçü burada aynı şekilde zikrediliyor. Rahman Suresi’nde fahhar gibi salsaldan denmektedir. Kur’an’da önemine göre tekrarlar yapılır. Üç hususa vurgu yapılmıştır.
Allah insanı salsaldan yarattı ifadesini baştan beyan ederek insanın ahseni takvim olduğunu ifade etmiştir. İnsan cüzi irade sahibi varlıktır. Allah’ın batıni ve zahiri tezahürünün temsilcisidir. Meleklere ‘Ben beşer yaratacağım’ diyerek, o insanların kötülük işleyen kimseler olduğuna işaret etmiştir. Şeytan itiraz ediyor; onlar beşerdir, iyilik yaptıkları gibi kötülük de yaparlar demek istiyor.
O halde üç defa salsalın tekerrüründe sebep ve hikmet vardır.
-Birincisinde insanın irade sahibi olacağı,
-İkincisinde iyilik ve kötülük yapabileceği,
-Üçüncüde mahlûkun en aşağı insan olabileceği beyan edilmiştir.
قَالَ
QAvLa
“Kavl etti”
Arapçada harfi atıf getirilmeden “kale kale” dendiğinde, karşılıklı söyleşmeleri ifade eder. “Ve kale” derseniz, söyleyen o ikinci cümleyi birinci cümleye eklemiş olur.
Burada şeytan Allah’a söylemiş olur; onu mesnun hameden olan salsaldan halk ettin. Salsal nekredir. “Sana’tuhu min hadidin” derseniz, bir tür demirden sun’ ettim demiş olursunuz. “Sana’tuhu mine’l-hadidi” derseniz, bildiğiniz demirden ürettim demiş olursunuz.
Demek ki Allah bize, meleklere ve şeytana salsalın farklı bir türünden var edeceğim diyor. Başkalarının salsalına benzemiş olmayacaktır. Çünkü her canlının kendine has salsalı vardır. Salsalın nekre gelmesi, insanın salsalından başka salsallar var demektir. Bugün tüm canlıların kendilerine özgü salsallarının olduğu bilinmektedir.
لَمْ أَكُنْ لِأَسْجُدَ
LaM EaKuN LiEaSCuDa
“Secde eder olmadım”
“Kâne” yardımcı fildir. Türkçedeki “-irdi, -yordu, -cekti” manalarını vermek için gelir. “Gelmeye-cekti” dediğimiz gibi “gelecek değildi” de deriz.
“Kâne lem yeci’”den “lem yekün yeci’” şeklinde kullanırlar. “Kâne”nin haberi isim olabildiği gibi fiil de olabilir. Burada “Li” harfi bazen gelir, “lemyekun liyağfira lehum”da olduğu gibi burada da “lem ekun liescüde” denmiştir. Ben secde etmedim demiyor, ben böyle olan kimseye secde etmek için yaratılmadım; yani sen beni bunlara secde etmek için yaratmadın, aksine iğva etmek için yarattın diyor.
لِبَشَرٍ
LıBaŞaRın
“Bir beşere”
Burada kastedilen Âdem’dir, insan değildir. Çünkü iblis ve meleklere Âdem’e secde etmeleri emredilmişti, nekre onu tahkiridir.
Değersiz birinden bahsederken ‘sen bir işçiden başkası değilsin’ dediğiniz zaman, bir değerin yoktur anlamında söylersin.
Ta’zim için de ‘sen bir erkeksin’ dediğimiz zaman erkekliği yükseltmiş oluruz.
Biz Kur’an’da bu manayı başka mana veremediğimiz zaman vermekteyiz. Müfessirler ise daha çok tazim ve tahkir manalarını verirler. Biz, “gafurun” nekredir, o sebeple devletin mağfiret etmesi gerektiğini anlıyoruz. Müfessirler, Allah’ın çok mağfiret edici olduğu şeklinde anlıyorlar. Burada “beşer”in tahkir anlamında olduğu açıktır.
خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ
PaLaQTaHUv MıN ÖaLÖaLın
“Onu salsaldan halk ettin”
Buradaki salsalın nekre gelmesini tahkir için anlayabiliriz. Oysa daha önce biz salsalı türde nekre şeklinde anladık, yani insanın salsalından başka salsallar vardır manasını verdik.
Görülüyor ki, her iki mana da doğrudur. Bu sebepledir ki siz Kur’an’a bir mana verdiğiniz zaman başkalarının yanlış yaptığını söylemeyeceksiniz, ben böyle anlıyorum diyeceksiniz. İçtihadın usulü de budur. Benim içtihadım benim içindir, senin içtihadın ise senin içindir diyeceksiniz. Onun senin içtihadınla amel etmesi caiz olmadığı gibi senin de onun içtihadı ile amel etmen caiz değildir.
Birbirimize benzemediğimiz için birlik oluşturmuyoruz, bir arada yaşadığımız, birbirimizin işlerini tamamladığımız için birlikte yaşıyoruz.
مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ (33)
MıN PaMaEin MaSNUvNın
“Mesnun olan hameden.”
Kur’an’ın yorumcuları Kur’an’da bir kelime ile karşılaşıp ona mana veremeyince ona bir mana yakıştırırlar.
“Hame’” kelimesi balçık çamur demektir. Bununla beraber “hame’” siyah topraktır. Kırmızı toprak organik madde ihtiva etmez, silkatlardan oluşur, tuzlardan oluşur. Canlılar Güneş ışığından kömürü dizerler, bunu salsal ile yaparlar. Toprak DNA’lı toprak haline gelir. DNA’lar kemikten daha sağlam olarak bozulmaz. O sayede canlıların geçmişini öğreniyoruz.
“Hame'” kömür anlamındadır. Latince “karbon”dur. B M’ye dönüşmüş, H de K olmuştur.
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَإِنَّكَ رَجِيمٌ (34)
QAvLa FaPRuC MiNHAv FaEinNaKa RaCIyMun
“Oradan huruc et, sen racimsin, dedi.”
Bir ayetin tefsirine başladığımız zaman o ayette beklemediğimiz ifadelere rastlarız, bize birçok manaları ifade der.
Surenin başlarında semada burçlar koyduk ve onu recim şeytandan koruduk, diyor.
Burada da oradan çık, diyor.
Orası neresidir?
1- Surenin başında, burçları var ettik ve orasını recim şeytandan muhafaza ettik denmişti. Bir sırkat yaparlarsa mübin şihab tabi olur, deniyor. “Recim” kelimesi taşlanmış değil de kovulmuş kelimesidir. Dünya cinleri de insanlar gibi yıldızlara gidemeyecekler anlamındadır. Onlar da yeryüzüne yahut güneşimize mahkûmdurlar. Uzaya gitmek için tepkili araçlar kullanacaklardır. Tepkili araçlar arkalarında delici alevleri bırakırlar. Bir de yerçekiminden yahut güneş çekiminden ayırıcı olurlar. Şeytan yere mahkûm edilmiş olmaktadır. Güneşte veya diğer yıldızlarda değil de dünyada yaşamaya, dünya cini olmaya mahkûm edilmiş manasını vermektedirler.
2- İkincisi ise bu zamir yeryüzüne gitmektedir. Oradan çık dediğinde, arzdan çık denmiş oluyor. Arzdan çıkacak ama insanlara vesvese verecek. Bu nasıl gerçekleşir? Üç boyutlu kâinattan çok, dört boyut içinde insanları takip etmekle olur. Onlar sizi görür, siz onları görmezsiniz ayeti bu suretle burada teyit edilmiş olmaktadır.
Müsbet ilimde bir kural vardır. Bir deney yaparsınız ve deneydeki miktarlar arasında bir ilişki bulursunuz. Örnek olarak bira da alkol tesirini yapar. Bu araştırmada bir deneyle yetinilmez. İkinci deney yapacaksınız. O bunu teyit eder. Mesela alkol testi vardır. Bira orada da alkolü gösteriyorsa, yaptığınız deney doğrulanmış olur.
Kur’an’ın yorumları da böyledir. Bir ayete bir mana verirsiniz, başka ayetlerle verdiğiniz manalar uyumlu olursa, verdiğiniz mana geçerlidir.
Kur’an’ı yorumladığınız zaman uymanız gereken yorum kuralları vardır. Birincisi, kendi seçtiğiniz ve kabul ettiğiniz kurallar arasında çelişki olmamalıdır. Aynı şartlar içinde kural geçerli olmalıdır. Sonra, insanların itfa ile tespit ettiği kurallara uymalıdır. Tüm insanların yanıldığı, sizin yanılmadığınız iddiasında olmalıdır. Bununla beraber siz herkesin aksine görüş ileri sürebilirsiniz, ancak onunla amel edemezsiniz. Eğer herkes sizin gibi düşünmeye başlarsa o zaman icma icmayı nesh eder.
3- Topluluktan çıkma yani kovulma anlamındadır. Mademki insanlara secde etmiyorsun, onların yararına görev yapmıyorsun; seni azlettim, artık görevli değilsin demektir. Yani secde edilenlerin bulunduğu topluluktan uzaklaş anlamındadır.
4- Buradaki zamir Hazreti Âdem’in yaratıldığı Afrika’daki bahçeye işaret etmiş olur. Surenin başındaki arz da yeryüzü değil de Afrika’daki o bahçe olabilir. Allah şeytanı o köyden, o bahçeden kovmaktadır.
قَالَ
QAvLa
“Kavl etti”
Allah şeytanın, ‘Sen beni insana hizmet etmek için var etmedin, benim görevim başka olmalıdır’ demesi üzerine; öyle ise çık oradan diyor. Biz de oradan defol git deriz.
İnsanlık âleminden huruc et demektedir.
Yeryüzünün yönetimi şeytanlara değil meleklere verilmiştir. Şeytan onların işlerine karışmasından kovulmuştur. Yani baştan şeytanlarla melekler birden insanların emrine verildiği halde, sonra onu meleklerden ayırmıştır.
فَاخْرُجْ
FaPRuC
“Huruc et”
“Huruc” “duhul”un aksidir, dışarı çıkma ve içeri girme şeklindedir.
O halde ayrıl, dışarı çık anlamındadır. Bu eğer mekân ise buradan ayrıl demektir. Sonra izin isteyecek ve kendisine kalması için izin verilecektir. Yahut çıkacak ama dışarıdan görevine devam edecektir.
Şeytanın bizimle olan ilgisi, ruhumuzun bizimle olan ilgisi gibidir. İnsan ruhu insan beyni ile ilişki kurarak yaşar. Ruh bedenimizin şoförüdür. Direksiyon ruhumuzun elindedir. Arabayı direksiyonlarla değil de tuşlarla yönetir yahut mouse’la yönetir. Ruh insan beynine özel şifre ile girer. Burada şeytan ve melekler de araya girerler. Onların da insan bedenine yönetmede etkileri olur.
ABD’deki kuleler yıkılırken böyle yıkıldı. Pilot uçağı normal olarak götürürken, uzaktan kumanda ile uçak kulelere yönlendirildi ve kuleye çarptı. Uçaktaki benzin deposu patladı, alevler içinde en alt kata alev indi ve oradaki depoyu patlattı. Birden hararet yükseldi. Bina betonarme değil, demirdi. Isınan demir basınca dayanamadı ve bina birden çöktü.
Bugün arabalıların intiharı da böyle olur. Şoför normal sürerken, uzaktan kumanda ile arabanın direksiyonu ile tekerleği arasındaki bağlantı ayrılır ve uzaktan kumandaya geçer, şoförün iradesi dışında başka yere gidebilir yahut dışarıdan içindeki bomba patlatılabilir.
İşte, insan beyni böylece dışarıdan etkilere karşı korunmuş değildir. İçki, kumar, fuhuş, keyfiyet şeytanın müdahalesini kolaylaştırır. Kalenin kapısını içeriden açar. Kur’anî ibadetler ihsan ve ittika ise şeytanlara kapıları kapar, meleklere kapıları açarlar.
İnsandaki secde kanın beyin hücrelerine daha çok gitmesi ve sağlıklı çalışması sonucu şeytana kapalı kalmasıdır. Secdeye varmayan beyinler ise şeytana kapılarını açar, şeytan onları kapar. Müsbet ilimle bunları tespit etmek isteyebiliriz. Namaz kılanlarla kılmayanlar arasında yapılacak bir istatistik bunları hemen ortaya koyar.
مِنْهَا
MiNHAv
“Oradan”
Göklerden çık yere in, yerden çık dört boyutlu uzaya geç, meleklerden ayrıl kendi başına kal, insan topluluğundan uzaklaş.
فَإِنَّكَ رَجِيمٌ (34)
FaEinNaKa RaCIyMun
“Sen recm edilensin.”
“Recmetmek” taşlamak anlamında olduğu gibi kovulmak anlamındadır. Müebbet hapis veya sürgün recme mahkûm etme demektir.
Bir yerden kovmayı nefy ile ifade ederiz. Topluluktan kovulmayı da lanetle ifade ederiz. İkisi birden olursa recm olmuş olur. Böylece şeytan ebedi sürgün cezasını almış olmaktadır.
Bizim toplulukta da kişi verilen görevi yerine getirmezse, mesela askerlik yapmazsa, recm edilir, ülkeden uzaklaştırılır, topluluktan da kovulur. Ülkenin dışına çıkması için belli zaman tanınır, çıkıp giderse artık biz onu takip etmeyiz, çıkıp gitmezse öldürülür.
وَإِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ إِلَى يَوْمِ الدِّينِ (35)
Va EinNa GaLaYKa elLLaGNaTa EiLAy YaVMi elDIyNı
“Ve din yevmine dek lanet senin üzerinedir.”
Bu cümle “sen recimsin”e atıftır. Recm zaten lanet anlamında olduğu halde, aynı anlamda “ve” harfi ile atfedilmiştir. Bu lanet ile recm arasında ayrılık var demektir.
Sonra, lanet kelimesi haber olması gerekirdi, senin üzerine lanet vardır şeklinde manalandırırdık. Oysa lanet kelimesi innenin ismi yapılmış ve aleyke ona takdim edilmiştir.
“Aleyke” haber yapılmıştır. Kıyamete kadar yalnız senin üzerine lanet vardır denmiş olur. “Ve” ile atfedilmesi, kıyamete kadar lanetin sürmesinden dolayı recimden farkın olmasıdır. Recmettiğinde recimden sonra işi biter. Oysa lanet devam edecektir.
Yani burada Allah şeytana bir ipucu veriyor. Evet, sen recimsin ama varlığın kıyamete kadar sürecektir diyor. Bundan cesaret alan şeytan ondan kıyamete kadar mühlet verilmesini istemektedir. “Din yevmine kadar” demek, helake kadar değil, helakten sonra da lanet devam edecektir demektir.
“Lanet” demek dışlamak demektir, uzaklaştırmak demektir. “Nefy etmek” bir yere sürmektir. “Lanet etmek” demek, bir yerden veya bir topluluktan uzaklaştırmadır.
Allah, melekler insanlara destek olurken şeytanın onlarla beraber olmasını yasaklamıştır. Meleklerin olduğu yere şeytanlar gelmez. Melekler girdiğinde şeytan orasını terk edip gider. Lanetlenmesi bu demektir.
Meleklerin desteklediği kimselere şeytan yanaşıp bir iğva yapamaz. Melekleri çağıran da Kur’an’dır. Kur’an okunacak ve müzakere edilecektir.
Bir hadiste, insanlar bir araya gelip de Kur’an’ı tezekkür ettikleri zaman melekler onu Allah’a bildirirler; falanlar toplandı ve Kur’an’ı müzakere etti...
Şimdi Sizler toplamış ve bu yazdıklarımızı okuyup dinliyor, ondan sonra da üzerinde düşünmeye başlıyorsanız, yanlışlarını düzeltiyor ve yeni doğrular ekliyorsanız, melekler Allah’ın huzurunda sizden bahsetmektedirler. Çünkü melekler de görevlerini yaptıkları zaman Allah’a tekmil verirler.
وَإِنَّ عَلَيْكَ
Va EinNa GaLKaYKa
“Ve Senin Üzerine”
“İnne”den sonra iki kelime gelir.
Biri “e” veya “eyne” vay “iyne” şeklinde biter (i’râbı mensub olarak). Bu isimdir. Fiil cümlesinin faili gibidir. İsim cümlesinin mübtedası gibidir.
Diğeri ise “u” veya “ani” veya “ûne” şeklinde biter (i’râbı merfu olarak). Bu da haberdir. Fiil yerine geçer. Aslında isim takdim olunur, haber tehir olunur. Ama özel mana kazandırmak içi takdim ve tehir yapılır.
“İnne” gelmiş olmasının sebebi, şeytanın böyle dışlanmasını beklemesidir.
اللَّعْنَةَ
elLaGNaTa
“Lanet”
“Lanet” burada marife gelmiştir. Belli kurallar içinde dışlanacaktır. Yani büsbütün kopmuş olmayacaktır. Şeytanın insanlar içinde kardeşleri olacaktır. Cehennemlikler onunla bir olacak ve ortak cephe kuracaklar. Cennetlikler ve melekler bir olacak ve onlarla birlik kuracaklar. Birileri Allah’ın hizbini oluşturacak, diğerleri ise şeytanın hizbini oluşturacak.
Bunu şöyle açıklayalım. Bir zengin bir futbol takımını kurmak istiyor. Sahnede oynayıp ulusal veya uluslararası yarışmalarını kazanacak bir takım oluşturuyor. Futbol kulübü kuruyor. Bunları eğitmesi gerekiyor. Bugün olduğu gibi başka takımlardan transfer yapmadan bu işi başarmak istiyor. Dolayısıyla iki takım kuruyor. Takımlardan biri eğitim takımıdır. Acemiler bu takıma alınıyor ve oynatılıyor. İkincisi ise ana takımdır. Başvuranlar önce acemi takıma alınıyor, orada usta takımla oynatılıyor. Tabii ki acemi takım yeniliyor. Zaten o takımın görevi yenilmektir. Ne var ki orada oynayanlardan başarılı olanlar vardır. İşte onlardan iyi oyuncular ana takıma alınmaktadır.
İşte, Allah meleklerden ve cinlerden üstün varlık var etmek istedi. Bu varlığın üstünlüğü ne olacak? Kendi çalışmaları ile makamlar alacaklardır. Yani Allah’ın meleklerden üstün yaratması ile üstün olmayacaklar, kendi emekleri ve kendi çabaları ile üstün olacaklar. Her iki takımın antrenörleri vardır. Ana takımın antrenörü melekler, eğitim takımının antrenörü de şeytanlar olmaktadır.
Eğitimin temel metodu insanın iradesini güçlendirmedir, şeytanın gösterdiği kötü yollardan korunmadır. Şeytan ona hep kötülükleri öğretecek, kötülükleri telkin edecek ama o onları yenecek ve iyilere katılacaktır.
Böylece ana takıma katılma işi de kişinin kendisine bırakılmalıdır.
Kur’an şeytanın insanların ana takıma geçmelerini nasıl önlediğini anlatır.
قُلْ إِنْ كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَاؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُمْ مِنَ اللَّهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُوا حَتَّى يَأْتِيَ اللَّهُ بِأَمْرِهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ (24)
“Söyle; babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, topluluğunuz, biriktirdiğiniz mallar, kesadından korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evleriniz, size Allah ve resulünden ve onun yolunda cihattan daha sevgiliyse, onları tercih ediyorsanız, Allah kendi buyruğu ile gelinceye kadar bekleyin. Allah fasık kavmi sevmez. (9/24)”
İşte, önce onların beyinlerine girer ve onları birleştirir, hep birden size saldırırlar. Sizi Allah’ın takımına geçmekten alıkoyarlar. Sizi hicretten alıkoyarlar. Sizi Kur’an’ı öğrenmekten, Kur’an’ın okunduğu cemaatten uzaklaştırmak isterler. Ama siz iradenizi gösterir, orada direnirsiniz sınıfı geçmiş olursunuz. Şeytanın görevi sizi Allah yolundan alıkoymak isteyenleri organize etmektir.
إِلَى يَوْمِ الدِّينِ (35)
EiLAy YaVMi elDIyNı
“Din yevmine kadar.”
“Din” hesap demektir. Borç ve alacakların hesaplandığı gündür.
İnsanlar öldükten sonra ahirette hep birlikte yeniden dirilecek ve hesap gününe gelecekler. İnsan kalkar kalkmaz üç meleği yanında bulacaktır. Bunlar insanın dünyada yaptığı işleri kaydeden kâtip meleklerdir. Bunlar aynı zamanda Allah’ın polisleridir. Kötüleri kelepçeleyerek götürenlere rehberlik ederler.
Ahirette meleklerden kurulacak mahkemede muhakeme olacaklardır. Kâtip melekler defterleri hakemlere verecek ve onlar da oradaki kayıtları onaylayacaklardır. Sonunda mahkeme usule göre son hükmünü verecek, cehennem veya cennete diyecek. Cehenneme gideceklerin de orada kalacakları zaman belirlenecektir. Bazılarına müebbet cehennemlik cezası verilecektir. Bunları ben bir senaryo olarak anlatmıyorum, Allah’ın sözü olduğu ilmen sabit olan Kur’an’ın anlattıklarını naklediyorum.
قَالَ رَبِّ فَأَنْظِرْنِي إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ (36)
QAvLa RabBı FaEaNJirNIy EiLAv YavMı YuBGaÇUvNa
“Rabbim, bana ba’s olunacakları yevme kadar inzar et, dedi.”
İblis, kıyamete kadar lanet olundun denmesinden cesaret alıyor ve Rabbine tekmil veriyor, O’ndan talep ediyor.
Allah bir şeyi yaptırmak istediği zaman önce onu ona ilham eder, o da o ilhama göre Rabbine dua eder. Yani Rabbe tekmil verir, aldığı görevi tekrar eder, ben şunu şunu isteyerek yapacağım der. Allah da kabul ettiğini bildirir.
Şeytana da ne isteyeceğini Allah ilham etmiş, o da talep etmiştir. Böylece esas fitne görevine başlamıştır. Allah da böylece eğitim takımını kurmuş olur. İnsanlar şeytana vesvese içinde bağlı olacaklar. Meleklerin öğretileri içinde onunla cidal yapacaklar. Galip gelirlerse ana takıma alınacaklardır. Galip gelmezlerse o takımda emekli olacak yani öleceklerdir.
Şimdi bu ayetleri okuyan her Adil Düzen Çalışanı görevinin ne olduğunu anlamalı ve bilmelidir. Onu Kur’an’ı müzakere ederek kıraat etmeden alıkoyacak pek çok şeyi şeytan organize eder ve engelleri diker. Gazali’nin “Öğrencinin Öğretimi” adında bir kitabı vardır. Orada bir şiir vardır; “Her şeyin bir mânii vardır / İlmin ise manileri vardır” der. Şeytan sana yakın olanları birleştirir, sana karşı cephe kurdurur. Yabancıları yenmek kolaydır ama yakınları yenmek nerede ise imkânsızdır.
Biz 1990’lara kadar rahattık. Başımıza gelenleri CHP’nin kötülüğüne bağlıyorduk. Onu indirirsek kurtulacağız sanıyor ve o ümitle rahattık. Ama bizim desteklediklerimiz iktidar olunca daha çok ezildik, ümidimiz de kalmadı. Ama Kur’an imdadımıza yetişti. Biz ümidimizi kesmeyerek Kur’an üzerinde çalışmaya devam ettik; şimdi de devam ediyoruz...
Kur’an sizin çevrenizde kale olur. Sonunda şeytanın organize ettiği sizin yakınlarınız cephelerini değiştirip size katılırlar. Allah sizi imtihan etmek için onları şeytanın cephesinde topladı. Onlara uyduğunuz zaman şeytan zaferini kazanmış olur. Ama direnirseniz zafer sizindir. Allah size istediğinizden daha fazlasını verir.
Şeytan “Rabbim!” diyor. Allah da, hayır ben senin rabbin değilim demiyor, tam tersine onun duasını kabul ediyor.
Demek Allah şeytanla bizi terbiye ettiği gibi şeytanı da bizimle terbiye ediyor. O da kendisini yetiştirip derecesini yükseltecektir. Şeytana kıyamete kadar izin veriliyor ama bazı yasaklar getiriliyor. O halde kötülükleri içinde yapacağı iyilikler de vardır. Ba’s günü geldiği zaman o cennete gelmeyecektir ama bulunduğu yer ona cennet olacaktır.
قَالَ رَبِّ
QAvLa RabBı
“Rabbim diye kavl etti”
Evet, şeytan Âdem’e secde etmedi ama “Rabbim!” dedi.
Bugünkü azgın Sermaye ve onun dolarını mabut edinenler “Rabbim” kelimesini bile söyleyememektedirler. Hattâ lâiklik safsatası içinde Allah kelimesini ağzına almak gericilik sayılmıştı. Bugün, zalim Sermaye’nin aksine, “Rabbim” dediği için şeytana nerdeyse sempati duymaya başladım! Sermaye’nin ne kadar kötü durumda olduğunu düşünün; Allah’ı bile ağzına alıp “Rabbim” diyemeyen, dünyayı fesada verip milyonlarca insanın ölümüne sebep olan bu Sermaye mi galip gelecek?! Bu zalimlerin dünyasında yaşamaya ölümü tercih ederim.
Her Adil Düzen Çalışanı şunu bilmelidir ki; şeytandan daha kötü olan bu Sermaye mağlup olacak ve cehennemde haşr olacak. Ondan korkan ve onun emrine giren herkes de onun cehennem arkadaşlarıdır.
فَأَنْظِرْنِي
FaEaNJiRNIy
“Bana inzar et”
Bana baktır anlamındadır.
Bana imkân ver de ben senin işlerini yapayım diyor.
Evet, insana secde etmeyen şeytan, Allah’tan bir fırsat istiyor, zaman istiyor. Görevini yapacak. Eğitim takımında oynayacak. İnsanları kötülüklere sürükleyecek.
Böylece iman sahipleri müminler kâfirler ile münafıklardan ayrılacaklar ve cennete gidecekler. Cehennemliklerin yüzüne bakmayan Rabbimiz kendi veçhini her gün gösterecek, huzur ve huşu içinde karşısına çıkacak ve O’nu seyredeceğiz...
إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ (36)
EiLAv YavMı YuBGaÇUvNa
“Ba’s olacakları yevme dek.”
Allah ona din yevmine kadar sen lanet olunmuşsun demiştir.
O ise din yevmine kadar değil, ba’s oluncaya kadar demektedir.
Hesap günü ba’s gününden sonra başlar, uzun veya kısa sürer. Şeytan, ba’s olduktan sonra artık görev talep etmiyor. Bu sefer o da hesaba çekilecek, görevini yaparken itaatsizliğe düşmüşse hesabını verecektir.
Öldükten sonra, ahirette, mezardan çıkıldığında aynı hayat başlıyor. Ba’s dirilme demektir. Merkadımızdan kim bizi ba’setti derler. Merkad, dört boyutlu uzaydaki bedenimizin durduğu yerin adıdır.
قَالَ فَإِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَرِينَ (37)
QAvLa Fa EinNaKa MiNa eL MuNJaRIyNa
“Sen münzerlerdensin diye kavl etti.”
Şeytanın talebini Rabbi kabul etti, sen münzerlerdensin dedi, böylece insanlığın yeryüzündeki varlığı bundan 60 bin yıl önce başladı.
Süleyman Akdemir ile yaptığımız çalışmada tarihi ikili sisteme göre ayırdık.
Geriden saymaya başladık.
32 bin sene insanlar toplayıcılıkla yaşadı... Sonra 16 bin yıl avcılık yaptı... Sonra 8 000 yıl çobanlık yaptı... Tarım dönemi 4000 yıl, pazar mübadelesi dönemi 2000 yıl, tüccar mübadelesi dönemi 1000 yıl ve işçilik dönemi de 500 sene sürdü.
Bunları toplarsak 63 500 sene eder.
Buna göre uygarlaşmayı anlattık. Süleyman Akdemir bunu kitap haline getirdi ve on yıllar önce yayınladı. Doçentlik tezi olarak ortaya koydu.
Sermaye’nin solcu profesörleri bu tezi reddettiler!
Ondan sonra DNA’lar keşfedildi. DNA’lar sayesinde insanın tarihlemesi yapıldı ve bundan 60 000 yıl önce Nil nehrinin yukarısında Hazreti Âdem’in köyü bulundu. Böylece bizim Kur’an’a dayanarak yaptığımız varsayımla hesapladığımız birbirini doğruladı.
İşte o tarihten beri şeytan faaliyettedir, görevini yapmaktadır.
قَالَ
QAvLa
“Kavl etti”
“Rabbim” diyen şeytanın tövbesini kabul etmiş ve ona kendisine uygun görev yapması için mühlet vermiştir. Canlılardaki mikropların ve virüslerin yerini toplulukta alan şeytan görevine başlamış oldu. Kur’an bize, şeytanı aduv ittihaz edin (düşman edinin) diyor. Şeytanın görevi insanı sınıfta bırakıp Allah’ın takımında hıbl olmamalarını sağlamaktır.
Hıbal, hayvan sürüsünde sadece yiyeceğe katılıp iş yapmayan fertlerdir.
Onlar bizim Adil Düzen Çalışanları tarafına geçseler bile, yararları olmadığı gibi zararları olmaya başlar. Nitekim Müçtehit Yetişme Merkezi’ne gelenler böyle elenip gittiler ama bize 100 000 TL’ye mâl oldular. Ama Allah sonra onlar vesilesiyle bir yer aldırdı ve o yer şimdi 300-400 bin lira kazanmış bulunmaktadır. Bu sebeple Müçtehit Yetişme Merkezi’ne yeni ortaklar almak için yeni sistem geliştiriyoruz. Adayları önce işyerine alacağız ve orada başarı gösterenleri Müçtehit Yetişme Merkezi’ne almış olacağız.
فَإِنَّكَ
Fa EinNaKa
“Sen”
Burada “Fa” harfi getirilmiştir. O sebeple sen münzersin denmektedir. Yahut bundan itibaren sen münzersin. Demek ki şeytanın görevi o anda başlamış oldu. Bundan sonra Âdem ve eşini iğva edecek, onlara yasak ağaçtan yedirecek. Âdem ile Havva’nın tüyleri dökülecek. Afrika’daki Nil’in yukarısında bulunan köyde artık kalamayacak, Nil Vadisi’nden aşağılara inecekler. Süveyş’i geçecekler. Fırat Vadisi’ne devam ederek Irak’a gelecekler. Fırat’ın Murat ve Karasu vadilerinde yazın ilerleyecek ve Erzurum’un Palandöken Dağları’ndan Çoruh vadisine düşecekler. Kışın orada kapanacaklar, orada çoğalmaya başlayacaklar. Oradan çobanlık döneminde dünyaya yayılacaklar.
İşte, Âdemoğullarının bu göçü hep çıplak olması sayesinde sağlandı.
Bu arada Neandertal de yayılıyordu. İnsana çok benzeyen bu Neandertal DNA’ları incelenmiş ve eşleştiklerine dair hiçbir iz bulunamamıştır. Ayrıca insanın konuşma melekesini gösteren beyindeki yerin de Neandertalde olmadığı tespit edilmiştir. Yani Neandertal konuşamıyordu. Şeytan insanı soymakla tekstil sanayisinin gelişmesini sağlamış, bu sayede bugün uzay elbisesini bile keşfetmiş bulunuyoruz.
مِنَ الْمُنْظَرِينَ (37)
MiNa eL MuNJaRIyNa
“Mühlet verilenlerdensin.”
Burada mühlet verilenler çoğul getirilmiş ve harfi tarifle ifade edilmiş, “Min” ile de teb’iz edilmiştir. O halde başka münzerler vardır. Toplucadırlar. Bu da onlardan sayılmıştır.
Evet, insana secde eden melekler de münzerlerdendir. Ne var ki onların görevi ba’sda bitmemektedir, kıyamette de görevlerine devam edeceklerdir. Onlar da topluluk hâlindedirler ve birlikte işbölümü içinde iş yapıyorlar.
إِلَى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ (38)
EiLAy YaVMı eLVaQTı elMaGLUMı
“Malum vaktin yevmine kadar...”
Bu ayetlerde önce din (hesab) yevminden bahsedildi.
Sonra ba’s yevminden bahsedildi.
Şimdi de malum vaktin yevminden bahsediliyor.
Ba’s olacak yevmde fiil nekredir. Hâlbuki din yevmi ile vakti malum marifedir. Malum, vaktin sıfatıdır. Yevm, vakte izafe edilmiştir: vaktin yevmi. Buluşma yeri demektir. Buluşma yerine veya zamanına mikat adı verilir. Namazlar mevkuttur. Yani buluşma yeri ve zamanı ile farz olmuştur. Zamanında ve mekânında buluşma yeridir.
Kıyamette bütün insanların, geçmişte ve gelecekte olan insanların buluştukları zamandır. Bu bir yevmdir. Muhakeme zamanıdır. Cennete gideceklerle cehenneme gidecekler burada belli olacaklardır. Ba’s yevminden başlar. Şeytana o zamana kadar mühlet verilmiş olacak, yaptığı görevler ile kendisini paklayacaktır.
Şeytan ile Rabbi arasındaki konuşma surede devam edecektir. Böylece bu surede insanların hizipleri anlatılmakta, şeytan ve meleklerin görevleri bildirilmektedir. Artık düşmanlarımızı ve bize kurulan tuzakları biliyoruz. Korunma çarelerini öğrenmiş oluyoruz. İnşallah mayınlara basmadan yürümeye devam eder ve bu tarlayı kazasız belasız atlatırız.
Ben, siz Adil Düzen Çalışanlarına bu Kur’an’dan anladıklarımı aktarıyorum. Siz de benim gibi düşüneceksiniz, yanlışlarımı düzelteceksiniz, eksikliklerimi tamamlayacaksınız ve şeytanla mücadeleye devam edeceksiniz. Günü gelince aranızdan diğerleri gibi ayrılacağım, siz de sıra ile ayrılacaksınız.
Bunlar bizim başlayıp bitirebileceğimiz işler değildir. Bizim babalarımızın başlayıp bize ulaştırdıkları bir emanettir. Biz de size ulaştırıyoruz. Siz de sizden sonra gelecek olan nesillere ulaştıracaksınız. Üçüncü binyıl uygarlığını, Kur’an uygarlığını kimimiz göreceğiz, kimimiz görmeyeceğiz.