27.06.2010
Futboldan çok hayat dersi çıkar.
Sadece oyundan zevk almaz, zamanlamanın ve tercihlerin önemini de kavrarsınız.
Planın, sistemin ve aklın belirlediği bir çerçeve içinde başlayan oyunun ancak bunlara zekâ ve sezgi katılırsa bir anlam taşıyacağını görürsünüz.
Teknik adamlar ne kadar akıllı planlar yaparlarsa yapsınlar, topun ve diğer oyuncuların hareketlerini birarada değerlendirecek bir sezgi yoksa oyuncularda, o akıl pek işe yaramaz.
Düşünmekle yapmak arasındaki ilişkiyi görürsünüz.
Beceriksizlik ve dikkatsizliğin öfkeyi ve hırçınlığı yarattığını fark edersiniz.
Çok ders çıkar futboldan.
Hatta siyaseti ve dünyanın gelişimini anlamaya bile yardım eder.
Bana sorarsanız, çağımızdaki gelişmeleri en önce kavramış ve bu gelişmeyi günlük yaşama en iyi biçimde aksettirmiş en muhteşem örnektir futbol.
Küreselleşme denen şeyin ne olduğunu futboldan daha iyi anlatabilecek bir örnek bulmanın zor olduğunu düşünürüm.
Futbola meraklı olanlar, bu son dünya kupasını seyrederken, milli takımlar arasında bir tane bile Barcelona ya da Chelsea ayarında takım olmadığını söylerler size.
Birçok kulüp takımı, dünya kupasına katılan milli takımların çoğundan daha iyi top oynar, daha çok zevk verir.
Para açısından bakarsanız, hiçbir kulüp, milli takımlarının giderlerini karşılayan devletler kadar zengin değildir.
Devletlerin imkânları daha geniştir ama kulüplerin takımları artık daha iyidir.
Neden?
Devletler, ellerindeki imkânları “mecburiyetlere” bağlı olarak kullanırlar.
Kulüplerin bu tür mecburiyetleri yoktur.
Dünyanın en gelişmiş, en müthiş ligine sahip olan İspanya’nın şampiyonu Barcelona, Arjantinli Messi’yi, İsveçli İbrahimoviç’i takımında oynatabilir.
Hangi ırktan, hangi milletten futbolcu oynatacağına kendisi karar verir.
Kupadan daha ilk maçlarda elenen İtalya’nın şampiyonu olan ve Avrupa Şampiyonluğu’nu da kazanan Inter’de neredeyse bir tane bile İtalyan oyuncu yoktur.
Milli takımlar “ulusaldır.”
Kulüp takımları “uluslararası”dır.
Onun için kulüp takımları milli takımlardan iyidir.
Uluslararası olan, küreselleşmiş olan, ulusal olanı yener.
Aslında “milli” takımlar bile “ulusallık” anlayışını en azından “hocalar” düzeyinde yıktılar, milli takımların çoğunu “yabancı” hocalar çalıştırıyor, kimse Fildişi Sahili’ni Fildişi Sahili’nden biri yönetsin demiyor.
Türk Milli Takımı bile Hollandalı bir teknik adama teslim edildi.
Ben aslında siyasette de “futbol” örneklerinin kullanılması gerektiğine inanırım.
İngilizlerin Arsenal takımını bir Fransız, İspanyolların Real Madrid takımını bir Portekizli, Galatasaray’ı bir Hollandalı yönetebiliyorsa, en azından dünyadaki şehirlerin belediye başkanları da “yabancı” olabilmeli.
Her şehir, futbol kulüpleri gibi kendine bir “yönetim kurulu” seçer, o yönetim kurulları da dünyanın en iyi belediye başkanlarını bulup transfer eder.
Yönetim kurulunun başarısı, en iyi yöneticiyi bulmasıyla belirlenir.
Yöneticilik, profesyonel bir iş olur.
İyi yönetemeyen, kentlerin hayatını güzelleştiremeyen bir daha iş bulamaz.
Şimdi örnek olarak sadece belediye başkanlarından bahsediyorum ama çok da uzak olmayan bir zamanda “devlet” yönetimlerinin de “profesyonelleşeceğini” ve öyle de olması gerektiğini düşünüyorum.
Bir ülkeyi en iyi biçimde sadece o ülkenin vatandaşlarının yöneteceğine doğrusu ben pek inanmıyorum.
Bir Türk olan Kenan Evren’i ya da Süleyman Demirel’i düşünün.
Türkiye’yi daha iyi yönetecek insanlar yok muydu dünyada?
Ya da büyük bir yolsuzluk skandalıyla görevinden uzaklaştırılan Nixon’ı ya da yanlış kararlarıyla dünyayı ve Amerika’yı altüst eden Bush’u düşünün.
Bu adamlar sadece Amerikalı oldukları için, kendilerinden çok daha iyi yabancı yöneticiler olmasına rağmen Amerika’nın başına geldiler.
Eğer aynen futbolda olduğu gibi şehirleri ve devletleri de “profesyoneller” yönetse, yönetim yarışlarında, seçimlerinde saçma sapan hamaset edebiyatı biter, “yönetici adayları” sadece projeleriyle yarışırlardı, yolsuzluklarını, beceriksizliklerini nutukların arkasına saklayamazlardı.
Siyaset, anlayış olarak futboldan çok daha geride bugün, yöneticiler “rekabeti” mümkün olduğu kadar “dar” tutabilmek için futboldaki anlayışı büyük bir dirençle reddediyorlar.
Bir düşünsenize, kent ve devlet yöneticiliği “uluslararası” rekabete açılsaydı, bugün yönetici olan kaç kişi işine devam edebilirdi?
Dedim ya, futboldan çok ders çıkar.
Üstelik seyri de heyecanlıdır.
ahmetaltan111@gmail.com
Y o r u m -28-
FUTBOL: KÜRESELLİĞE YOL AÇICI OYUN
l) ZARARSIZ DENEMELER: KORKUYU OYUNLA EHLİLEŞTİRMEK.
Korkunun ehlileşmesinin en önemli ayaklarından biri onu oyunlara indirmek. Çocuk oyunlarına baktığımızda, insanlığın tüm korkularının canlandırılıp oyunlaştığını görebiliriz. Çocuklar hangi korkuyu oyunlarına sokup oynamışlarsa, daha sonra büyüdüklerinde o korkuyu alt etmenin içsel tecrübesini de edinmiş oluyorlar.
İnsanlık, korkuyu çözüp alt edinceye kadar, önce o korkuyu çocukların oyunlarına indirger; ve o çocuklar büyüdüklerinde, hala korku sapa sağlam duruyorsa, onlar da kendi çocuklarına aynı oyunu yükler.. taa ki güncelde o korkular alt edilinceye kadar.
Oyunlar aşı gibidir: vücudun tanımadığı hastalıkları tanıması için onları baygın/oynanacak şekilde, aşı ile vücuda zerk ederler. Vücut, o zayıf/baygın mikrobu tanıyıp, kendini ona karşı güçlendirdiğinde, olası hakiki hastalıkların (korkuların) saldırısında, daha iyi mücadele edecektir.
2) OLİMPİYATLAR
Eski Yunanistan’da İ.Ö. 776 Olimpos dağında Zeus adına düzenlenen olimpiyatlar, en büyük “tanrı” adına yapılmaya başlanmışsa da daha sonra yarışların/ elemelerin prototip “tanrı” seçkisi olduğu ortaya çıkmıştır: olimpiyat şampiyonlarına her türlü vergi muafiyeti uygulayan yunan şehir yöneticileri, o şampiyonlara ömür boyu maaş bağlayarak, milli kahraman ilan ediyorlardı.
Yerel ve kürsel yarışlar, insanlığın tapınma (acizlik giderme) ihtiyacının tatminin isteminden kaynaklanır. Beş duyu tutsaklığına koşut, yine o duyular ile çerçevelenmiş birey, yine çerçevelenmiş “tanrıyla” temas ihtiyacı tek tanrıcılıktan sapmanın eşiğidir.
Böyle bir durumun oluşması için, görülebilecek, insanların içinde örtük olarak dolaşan veya kendi gücünün ayırdına varmamış “tanrıların” açığa çıkarılması çabaları baş gösterir; bu tip “tanrılar”, önceleri savaş kahramanlarından ihdas edilirken; sonraları, açığa çıkarma riskleri azaltılarak ve eleme katılımlarını çoğaltmak için oyunlar/yarışlar oluşturulmuştur.
Savaşın ortaya çıkaracağı fenomen, ile yarışın ortaya çıkaracağı fenomen kıyaslandığında; savaşın katlanılması zor maddi , manevi yük ve kayıplara; barış içinde yarışın konforu tercih edildi. Tarihsel “tanrı” seçkileri iki türlü ilerledi: bir taraftan savaşlar sürüp, oluşturduğu sefalet alanlarında kahramanlarını yenilmezlerini “seçerken”; diğer taraftan yarışlar, sessiz sedasız o savaşların gölgesinde “konforlu elemelerini” sürdürerek kahramanlarını seçti.
İnsanlık, içten içe oyunların ürettiği “tanrıları”, yıkım ve sefaletin oluşturduğu “ta nrılara” tercih etti ; birini sevdi, diğerine boyun eğdi. Diğer taraftan, her iki çabasında da gerçek/tek Tanrı’dan da yardım istemeyi sürdürdü.
Burada ,Michael Jacson’ın, “ben müziğin peygamberiyim.”sözünü anmadan geçemeyeceğim. Bu ifade, görünür tanrı anlayışından, görünür elçilere geçişin evrimle mi yoksa, Tek tanrıya inancın zorunlu sevkiyle mi olduğu tartışılabilir: Sapmalar, doğrunun hatırlatmasıyla ya da yanlışın cezasıyla anlaşılır.
İnsan zihnindeki, “tanrı” ve elçi benzerlikleri, bunların iç içe geçişleri; görünür kılmak için, heykel/yontu sanatları; tapınç bina inşaları, bedensel olarak görme arzuları.. bütün bunlar, yeryüzüne ait tatmin edemediğimiz somut uyduruk ululama ihtiyaçlarımızın peşimizi bırakmayacağını( şeytan) gösteriyor bizlere.
4) KÜRESEL VİZYON OLARAK FUTBOL.
Yukarıda değindiğimiz gibi oyunlar, insanlığa eğlence içinde, korkularını sindirerek onları altedecekleri geleceğe hazırlar. Daha önce zorlayan, aciz bırakan olayları/olguları yaşayan insanlık, onların olumsuz etkilerini aşmak için onları mitleştirerek yasak alanlar kılar; daha sonra, yapısına uygun “çalıyı arkadan dolaşarak”; gizli gizli onları efsanelerde , masallarda, giderek oyunlarında “kullanır”, içselleştirir ve onları alt etmek için örtük çözüm yolları arar.
Tüm efsaneler, masallar toplum hayatına ( spor veya çocuk oyunları) girerek oyunlaşır; böylelikle, karşılaşıldığında doğrudan mücadele ile halledilemeyen zorlukları aşmanın yolları bulunur. İşte bu zorlukların/engellerin bileşkesinden sembolleşerek öne çıkan küresel oyun futboldur. Çünkü futbol, insanlığın doğa ile ve kendisiyle yaptığı mücadelenin en güzel betimlemesini içermektedir.
Devletlerin hükümranlık alanlarında yaşayan fertlerin, inanç, ruh birlikteliğine yönelik oluşturulan, bayrak, toprak, kan,.. gibi unsurların yanında; semt, şehir, bölgeler.. gibi daha küçük alanlarda farklı birleştirme unsurlarına da ihtiyaç duyulmuştur: Bu unsurlar üç çeşittir:
- Devlet hükümranlığındaki bireylerin , güncel hayattaki sorunlar ve sıkıntıların artmasına koşut olarak, farklı aidiyetler aramaya yönelmeleri: parti/ideoloji, hem şehrilik, semtçilik veya düşünce - inanç toplulukları.
- Devlet , hükümranlığına engel olan yönetim sorunlarının (ekonomi, hukuki,sağlık ve diğer kamusal hizmetlerin ) çoğalıp yığılması, toplulukların sevkinde güçlük çekilmesi sebebiyle, hükümranlığını pekiştirecek farklı “yapıştırıcı” unsurları yerel idarelerce planlatıp uygular.
- Yukarıda açıklanan her iki hususun (a) ve (b) ( bireylerin kötü yönetimin baskısıyla yasal kaçış yolları oluşturulup “firarı” (90 dakikalık nirvana); ya da devletlerin kendi yetersizliklerini örtmek için bireylere yönelik oluşturduğu firar engelleme oyunlarının) karması.
Futbolu öne çıkartan özellikler:
- Takım oyunu; organizasyon/ birliktelik/ ortak akıl;
- Pragmatist oluşu; hatalı gole dahi “tanrının eli” yobazlığı ihdası ;
- Yeknesak olmayışı; planlama dışında “gebelik”; ‘her an her şey olabilir!’
- Strateji ve taktik içermesi.;savaş programlı ve sonuçlu olması;
- Profesyonel, bağımsız sektörlüğe “erişi”-tavan bireysellik-; her türlü kazancın sirkülasyonunu sağlayan damarlar;
- On senelik periyotlu değişimler içermesi (başarı ve düşüşte doğum-zirve-ölüm süreleri);
- Gösteri alanı olarak, yeşil ( canlı çayır/ fotosentez/ kirliyi temizleme işlevi ) zemini kullanması;
- “Ayak oyunu” oluşu.
- Top/küre (evren model) odaklı oluşu.
Bu özellikler derinlemesine incelendiğinde; insanlığın tarihsel, biyolojik, psikolojik ve toplumsal bütün aşamalarını, tıkanıklıklarını; insanı cezp edecek semboller içerdiğini tespit edebiliriz.
5) GELECEK YÖNETİMLERİNİN ESİN KAYNAĞI:
Rıza koşulu: Temsil, yetki, ve denetim.
Bu üç temel unsur, devletlerin oluşturduğu birlikteliğin rıza koşuludur. Rıza ise, bireylerde saklı/potansiyel bulunan; adaleti, vicdanı, barışı, sevgiyi, ilerlemeyi, mutluluğu, zenginliği ateşleyerek açığa çıkarır.
Futbol ile, aidiyeti, yerelliği, milliliği “oynadık”!?! ; ve daha iyisini bunları değiştirerek (dış transferler: tabu kırıcılık) yaşadık. Profesyonel takımların, milli takımlardan daha fazla gösteri, zevk, heyecan, rekabet verdiğini; oyuncuları, daha fazla geliştirip motive ettiğini; bireyselliğini ateşlediğini, gördük. Yine transferlerle, yerellikteki “saflığa”, başarı getirdiği için melezliği (küresellik eşiği) yeğledik.
İşte analoji !. :
Futbol taraftarını, toplumsal yönetimlerdeki seçmene benzeterek; yönetimlerin “saf”lık uydurmalarını/yalanlarını reddedip; başarıyı, daha iyi hizmeti, melezleştirmeyi/ transferi, küreselliği, zenginliği ve mutluluğu edineceğiz.
Artık, İzmir’i mutlaka izmir’li belediye başkanları yönetmesin.!. Taraftarın/ seçmenin oluşturduğu ve daima denetlediği, yönetim kurulları/ meclisleri en iyi hizmeti getirebileceğine inanılan “dünyalıyı”, Belediye Başkanı olarak transfer(sözleşme) etsin..
Artık, dört senede bir seçim olmasın; çünkü her birey, her an seçim yapmaktadır; yönetimde de her an seçim olasılığı, yönetimlerin istismarını ıslah edecektir. Taraftar/ seyirci/seçmen, her gün sahanın/ izmir’in, sokaklarında seçip transfer ettikleri “oyuncuların” maharetlerini denetlesin, beğenmezse değişimin
İflah olmaz holiganları olarak değişimi zorlasın.
Ozer Ataç
K.T.S.
(kıyıda taş sektirci)