Ne diyeyim
1312 Okunma, 2 Yorum
Ahmet Hakan - Hürriyet
Lütfi Hocaoğlu

03.07.2010

RADİKAL’in manşetinde “Kılıçdaroğlu: Başörtülü kızlar üniversiteye girmeli” cümlesini okuyunca...

Hemen oturup bir “helal olsun” yazısı patlatıverdim.

Sonra da...
Telefonumu, interneti falan kapatıp uzlete çekildim.
Oysa söz konusu Kemal Bey’di ve benim temkinli davranmam gerekirdi.
O Kemal Bey değil miydi, Onur Öymen’in Dersim’in bombalanmasını örnek göstermesine önce “Dur bakalım ahbap... Bize Dersimli derler...” diye efelenen ama sonra zoru görünce anında tornistan eden?
O Kemal Bey değil miydi, Güneydoğu kentlerinden birinde “genel af” diyen, sonra yine zoru görünce çark eden?
Kısacası...
Hata benimdi, günah benimdi, suç benimdi.
* * *
İşin detaylarına girmeyeceğim.
“Öyle demedim, böyle dedim” gibi, “Söylediğim o anlama gelmezdi” gibi mırın kırınlarla uğraşacak mecalim yok.
Sonuçta olan şudur:
Kemal Kılıçdaroğlu, aslında “Üniversitelerde türban özgür olmalı” diye düşünürken, bunu bir türlü ifade edememektedir.
Neden?
Çünkü parti tabanının türbana kıl olduğunu bilmektedir ve gelebilecek tepkilerden çekinmektedir.
AK Parti tabanı da Avrupa Birliği’ne acayip kıldı... Ama Tayyip Erdoğan liderlik yapıp o tabanı değiştirip dönüştürdü.
Liderlik böyle bir şey değil midir?
Tabanının saçma bulduğun duyarlılığına esir mi olacaksın, yoksa tabanını dönüştürecek misin?
* * *
Tamam laiklik konusunda duyarlı ol, tamam kamusal alan tartışmasını yap, tamam türban nereye girer nereye girmez meselelerine dal...
Bir sakıncası yok.
Ama insaf!
Söz konusu olan üniversite... Özgürlüğün harman olduğu yer... Burada da mı yasak taraftarlığı yapacaksın?
Başlarında örtü yok diye en radikal erkeklere bile geçit veriyorsun da, sıra kadınlara gelince mi “Dur bakalım” diyeceksin?
Memleket değişmiş, eski tezler demode olmuş, yeni bir durum ortaya çıkmış. Cumhurbaşkanı’nın eşi türbanlı, Başbakan’ın eşi türbanlı...
Ve sen zerre kadar değişmeyip 25 yıllık ezberi mi tekrarlayacaksın?
Ve her şeyden önemlisi...
Sen daha “Üniversitede türban özgür olmalı” cümlesini özgürce söylemekten aciz isen, neyi söyleyebilirsin ki?

Yazının tamamı için tıklayınız.

 

Yorum:

Politika, başörtüsü

Sene 1986, tıp fakültesine girdim. 1992 yılında mezun olana kadar üniversitede, hatta üniversite hastanesinde türbanlı öğrenciler, doktorlar normal görünen bir durumdu. Öğrencinin kıyafeti sorgulanmazdı bile.

Aradan zaman geçti, Refah partisi yükselişe geçti ve işte o zaman türban meselesi ortaya çıktı. Türbanlı kızların üniversiteye girmesi engellenmeye başlandı. İslami hassasiyeti olan erkek öğrenciler ise sakallı veya sakalsız olarak üniversiteye giriyordu. Niçin onlara karşı bir engelleme yapılmıyordu?

İslamiyet’e alerjisi olan grupları rahatsız eden niçin erkekler değil de kadınlardı? İşte bunu sorgulamak lazım.

Zaten Kemal Kılıçdaroğlu’da konuşmalarında bunu açıkça belirtiyor. Merdiven altında çalışan başörtülü kadınların sosyal haklarından bahsediyor. Ama türbanla üniversiteye girilmesini istemiyor. 28 Şubat döneminin destekçileri olan TÜSİAD üyesi iş adamlarının o dönemde şirketlerinde temizlikçi kadınların, bayan personellerin başörtüsü takması zorunluydu. Ama şirketlerin üst tarafında başörtülü hiçbir kimse çalışmaz, çalışamaz, baş vuramaz bile.

İşte burada bilinçaltlarında yatan asıl mesele ortaya çıkıyor: “Başörtülü kadınlar okumamalı, onlar yalnızca bize hizmetçi olmalı. Hizmetçi olmalarında ve hizmetçilik yaparken başörtüsü takmalarında hiçbir sorun yok. Ancak okumak isterlerse engellenmelidirler.”

Kılıçdaroğlu ve bütün CHP tabanı ve CHP’ye destek veren herkesin kafasında bu yatıyor. Böyle kimselerde başörtülü kadınlara alerji vardır. Hele başörtülü kadınların doktor, mühendis, avukat, ilim sahibi olmaları o kadar rahatsız edicidir ki aklınız durur. Onları görünce dişlerini gıcırdatır, topluluk içinde onları rencide etmek için fırsat kollar ve en ufak bir şey gördüğünde herkesin içinde küçük düşürmek için elinden geleni yapar.

İşte bu zihniyeti temsil eden bugünkü CHP nasıl olur da üniversiteye başörtülü girilmesini destekler. Bunu desteklediği anda Kemal beyin işi bitmiştir zaten. Partinin asıl amacı ortadan kalkmış olur ve varlığı sorgulanmaya başlar.

O yüzden kimse CHP’den bunu beklemesin. Bekleyenler (Ahmet Hakan gibi) havasını alır. Ak Partiden de bunu beklemeyin. Ak Parti zannediyor ki ben yavaş yavaş köşe taşlarını elime geçiririm ve ondan sonra başörtüsü meselesini çözerim. Büyük bir yanılgı içindeler.

Çözümler bir sistem içinde bütün olmalıdır. Bu nedenle Allah Ak Partiye günümüz zulüm düzenleri içinde bu konuda başarılı olma şansı vermeyecektir. Zamanla gerileyecek, düşecek ve başarısızlığı ilan edilecektir. İnsanlar da bu sayede şunu anlayacak ki: “Bir düzen, bir sistem, bir proje getirmeyen partiler başarılı olamıyor. İsterse bütün yöneticileri çok iyi insanlar olsun.” Belki de Allah insanların bunu anlaması için Ak Partinin iktidarda kalmasına izin veriyor.

Ne zaman ki insanlar Adil Düzen’e gelecek, işte o zaman Allah’ta onlara hak ettikleri iyilikleri yapacak.

 

Lütfi Hocaoğlu


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
04.07.2010
18:41

Dr./Müh. Lütfi Hocaoğlu’nun değerlendirmesi/yorumlaması ricasıyla...

REŞAD

Mucize dediler, zehir çıktı!

GDO’lu gıda ürünleriyle doğrudan ’zehir’ mi yiyoruz?

CUMA sabahı Gümüşhane Üniversitesi Kelkit Aydın Doğan Meslek Yüksekokulu Konferans Salonu...

Gümüşhane Üniversitesi, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Aydın Doğan Vakfı ve Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği’nin (ETO) birlikte düzenlediği “Türkiye 1. Organik Hayvancılık Kongresi” var...

Aydın Doğan Vakfı Yürütme Kurulu Başkanı Candan Fetvacı, kongre için 2-3 ay kadar önce aradığında, “Tarımsal Üretimde GDO’ların Çevre ve İnsan Sağlığı Üzerine Etkileri” panelini yöneteceğimi bilmiyordum.

Kongre Başkanı Uludağ Üniversitesi öğretim üyesi Prof. İbrahim Ak ve ekibi, benim GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) tartışmasının gerçekleşeceği paneli yönetmemi uygun görmüş.

Açılış konuşmaları sonrasında panel masasına geçerken Prof. Ak’a sordum:

- Toplam süre 2 saat. Her paneliste ne kadar süre verelim? Konuşma sıralamasında tercihiniz var mı?

- Panelistler sunum yapacakları için 20’şer dakika iyi olur. Sıralama programdaki akışa uysun.

İyi ki sormuşum. Çünkü, Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Şeminur Topal ile Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Ali Esat Karakaya arasında ciddi bir kapışma beni bekliyordu.

Prof. Şeminur Topal, klonlanan koyun Dolly’den örnek verdi:

- Dolly, başlangıçta büyük alkış aldı. Ancak, ömrü 6.5 yıl sürdü. Oysa koyunların normal yaşama süresi 13.5 yıldır. Dolly neden kısa yaşadı?

Hemen yanıtı verdi:

- Çünkü Dolly, 6 yaşında bir koyundan alıntıyla kopyalanmıştı. Yani, hayata 6 yaşında başlamıştı.

Ardından sözü bitkilere taşıdı:

- Bitkilerin genetiğiyle oynanırken, zararlı böceklere, otlara, kuraklığa dayanıklı, verimi yüksek türler elde etmek iddiasıyla yola çıkıldı. Bitkilere doğrudan ‘toksin’, yani ‘zehir’ transfer edildi.

Prof. Topal’ın anlattıkları ürkütücüydü:

- Bu ‘zehir’, bitkiye dadanan kurtçukları öldürüyor. Peki kurtçukları öldüren gen, insan gıdasına girince nasıl etki yapar?

Ardından iki veri daha paylaştı:

- Genetiğiyle oynanmış bitkilerden mısırın 600, soyanın 800 türevi günlük yaşamda kullanılıyor.

Prof. Topal bunları anlatırken süreyi hatırlatacak oldum:

- Hocam 2.5 dakikanız kaldı.

Anında fırçayı yedim:

- Böylesine önemli konuda bilimsel saptamaları dinlemek istemiyorsanız konuşmamı hemen keserim.

Süreyi 5 dakika uzattım, Prof. Topal sürdürdü:

- GDO’lu yemle beslenen farelerin organları küçük kaldı.

GDO’lu ürünlerin dünyadaki ekim alanlarına da vurgu yaptı:

- Dünyada 12.5 milyon hektar alanda, 17 ülke GDO’lu ürün üretiyor. Bunların başında ABD, Kanada, Brezilya, Hindistan ve Çin geliyor. Dünyada ekilebilir alanların yüzde 4’ünde GDO’lu ürün üretiliyor. Yani, engellemek için henüz çok geç değil.

Prof. Topal, sözlerinin sonunda Tarım Bakanlığı’na da yüklendi:

- Kanun beklerken ilk yönetmelik çıktığında, Türkiye’ye GDO’lu mısırın, soyanın konrolsüz şekilde ithal edildiğinin resmi ağızdan itirafına tanık olduk.

Prof. Şeminur Topal’ı dinleyince ürktüm. Oysa, Türkiye’de GDO’lu ürün tartışması gündeme geldiğinde o kadar karamsar değildim. GDO’lu ürüne tartışmadan karşı çıkmayı doğru bulmuyordum. Prof. Topal kestirip attı:

- GDO’lu ürüne doğrudan ‘zehirli gen’ aktarılıyor...

ABD, Kanada, Brezilya, Çin ve Hindistan üretiyorsa konuyu daha “dengeli” tartışmak gerekmez mi?

Vahap Munyar/ Hürriyet

Lütfi Hocaoğlu
05.07.2010
10:13

Reşat abinin bu sorusunun cevabı Nisa 119’da var. Şeytan Allah ile konuşuyor ve gelecekte insanlara neler yaptıracağını söylüyor: Onlara emredeceğim, hayvanların kulaklarını yardıracağım ve onlara emredeceğim, Allah’ın yaratmasını değiştirecekler.

Yani Allah’ın yarattığını değiştirmek şeytanın emridir. Peki hikmeti nedir? Neden değiştirmek sakıncalı?

İnsan vücudunda 100.000 protein bulunur ve bunlar genlerle kodlanır. Bu kodlama sonucunda proteinler 3 boyutlu bir şekil kazanırlar ve bu şekillerine göre görevleri vardır. Bu proteinlerin girinti çıkıntılarına uyan başka maddeler kana karışırsa bu proteinleri işlevsiz hale getirirler ya da yapılarını değiştirerek zarar verici bir hale sokarlar.

Bunun en tipik örneği prionlardır. İneklerin yemlerine çekilmiş et, hayvan bağırsağı karıştırarak protein almalarını sağlamak istediler. İneklerin sindirim sistemi etteki proteinleri kesecek enzimler içermediği için aminoasitlere tamamıyla ayrılamayan bu protein parçacıkları kana karıştılar ve prion adı verilen maddeler meydana geldi. Bu maddeler başka proteinlerle çarpışarak onların yapısını bozdular ve prion haline gelmesini sağladılar. Bu prionlarda beyne çöktüler ve deli dana hastalığı meydana geldi.

Yani Allah bütün canlıları belirli bir yazılıma göre yaratmıştır. Bu yazılıma uygun olmayan davranışlar bilgisayarı bozar.

GDO’larda aynı sebeple sakıncalıdır. Tabi bunları ayırmak lazım. Bazı GDO’lar doğrudan genle değil, bazı fiziksel müdahalelerle meydana gelir. Örneğin Calrose pirinç. Yani dışarıdan fiziksel bir etki meydana getirirsiniz ve geni değişir. Eğer çoğalmasına engel olan bir değişim meydana gelmişse zaten yeni nesil gelmez ve tehlikeli olmaz. Eğer çoğalabiliyorsa yeni bir tür meydana gelmiştir ve çok zararlı değildir. Yani o değişim yine onun kodunda saklıdır.

Ancak üzerinde bilinçli oynama yapılan gıdalarda meydana gelen proteinler kana karıştıktan sonra ne yapacağını bilemeyiz. Büyük incelikle tasarlanmış 100.000 proteinden biri bile hasar göre artık o vücut hastalanır.

Bu nedenle bu ayet bunu açıklamaktadır. Allah’ın yaratmasını değiştirmek şeytanın emridir. Doğru değildir. Sadece zenginliklerini çok daha hızlı artırmak isteyen azgın bir azınlığın hırsıdır.





Sayı: 56 | Tarih: 4.07.2010
Ahmet Altan
Futbol ve hayat
2085 Okunma
Özer Ataç
Dücane Cündioğlu
Mantık Açılımı
1695 Okunma
Abdülkadir Altınhan
Zülfü Livaneli
Değişken bir kavram: Müstehcenlik
1375 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ahmet Hakan
Ne diyeyim
1312 Okunma
2 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Fehmi Koru
İsrail özür dilemesin
1284 Okunma
Ahmet Kirtekin
Mehmet Altan
G-20’de terörde kaçıncıyız?
1280 Okunma
1 Yorum
Mehmet Hikmetumut
Ebubekir Sifil
Entellektüel Obezite
1266 Okunma
Zafer Kafkas
Mehmet Şevket Eygi
Kıyamet Alâmetleri Belirdi
1249 Okunma
Emine Hocaoğlu
Oktay Ekşi
Susanları özledik
1226 Okunma
3 Yorum
Vahap Alma
Ruşen Çakır
Hizbullah da açılmak istiyor
1186 Okunma
2 Yorum
Tayibet Erzen
Mahir Kaynak
SONUÇLARDAN SEBEPLERE
1171 Okunma
Süleyman Karagülle
Derya Sazak
Pervari sonrası
1162 Okunma
2 Yorum
Serdar Turan
Reşat Nuri Erol
Yeni Anayasa’da, ‘Yeni Devlet’ organisazyonu...
1140 Okunma
4 Yorum
Ilker Ardic


© 2024 - Akevler